17-08-2006, 13:02 | #1 |
|
Şu Çılgın TÜRKLER 2 ( Kitapta olmayan ÇILGINLIKLAR )
BOLŞEVİKLERE yenilen Vrangel ordusu gemilerle İstanbul’a taşınmış, toplanan silahlarının bir bölümü Çanakkale Boğazı’nın Rumeli kıyısında, Gelibolu yakınındaki Akbaş’taki ambarlara yığılmıştı.
Bu ambarlar, Fransız askerlerinin koruması altındaydı. Milli Mücadele başlamış, Kuvayı Milliyeciler silah ve cephane diye kıvranıyordu. Eski Edremit Kaymakamı, yeni çeteci Köprülülü Hamdi Bey Kuvayı Milliye’ye silah ve cephane bulabilmek için Akbaş cephaneliğini soymayı, imkánsızı başarmayı aklına koyar. Aklına koyduğunu da yapar. 8 BİN TÜFEK 26-27 Ocak 1920 gecesi hırçın boğazı aşarak çetesiyle Rumeli kıyısına geçer. Ambarların bulunduğu yeri sessizce kuşatırlar, nöbetçileri ve nöbetçilerin bağlı olduğu Fransız birliğini tehlikesiz hale getirirler. Ambarlarda bulunan 8 bin tüfek, 40 makineli tüfek ve binlerce sandık cephane bir gece içinde motora taşınır. Anadolu sahilindeki Lapseki’nin Umurbey İskelesi’ne, oradan da Gönen’in Yenice Köyü’ne taşınarak depolanır. Bu olağanüstü başarı Kuvayı Milliyecileri sevindirir. Bayram ederler. Böylece yakarak, yıkarak yayılan Yunan ordusuna karşı durmak kolaylaşacaktır. Ama... PARÇALADILAR İşbirlikçi İstanbul yönetiminin Milli Mücadele’yi söndürmek için görevlendirdiği Anzavur Ahmet haini, av köpeği adamlarıyla bu silah ve cephanenin peşine düşer. Hamdi Bey’in yardımcıları, silah ve cephanenin Anzavur’un eline geçmemesi için Yenice’deki cephaneliği havaya uçururlar. Kahraman Hamdi Bey de Anzavur’un adamları tarafından şehit edilir. O tarihte Biga’da öğretmenlik yapan Uluğ İğdemir günlüğünde şöyle yazıyor: ‘Hamdi Bey’in mübarek naaşını canavarlar kirli ayaklarıyla çiğnemiş, vücudunu parça parça etmişler.’ (Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları) Köprülülü Hamdi Bey Köprülülü Hamdi Bey’in bu fotoğrafı Ozan Sağdıç’ın ‘Birinci Savaştan İkincisi’ne kitabından alındı ve Hürriyet Fotoğraf Servisi’nden Koray Peközkay tarafından renklendirildi. Ozan Sağdıç fotoğrafı kitabında şöyle anlatıyor: ‘Hamdi Bey cepheden Edremit’e mavzer filintası omzunda, dürbünü göğsünde, fişeklik ve bomba askısı belinde, sakallı bir çete reisi görünümünde gelmiştir. Bu fotoğrafın alındığı ana tanık olan babamdan, resmin Seyit Bey’in evinin avlusunda çekildiğini duymuştum. Fotoğrafçı Rahmi Bey’in işi olduğunu tahmin ediyorum.’ DİYOR Kİ İstiklal ve hürriyet áşığı milletler için ıstırap anları, o ıstırabın sebepleri, o ıstırabın amilleri, ibret alıp tetikte durmak için daima hatırlanmalıdır. (1928). Barışçı ülkenin barışçı kızını anlat ATATÜRK, Balkan Paktı kurullarına Çankaya’da bir çay ziyafeti verir. Üyeler, çaya havacı üniformasıyla katılmış olan Sabiha Gökçen’i uçağıyla Balkan başkentlerini ziyaret etmeye davet ederler. Atatürk, Sabiha Gökçen’e, ‘Ne dersin bu işe Gökçen?’ diye sorar. ‘Uçağınla bir Balkan turu yapar mısın? Başarabilir misin bu çok güç işi? İyi düşün. Erkeklerin bile kolay kolay evet diyemeyecekleri bir şey bu.’ VOLTİ MARKA Sabiha Gökçen hiç düşünmeden, ‘Çalışırsam Balkan turunu başarabilirim paşam’ der. Volti marka uçakla bir ay çalışır. 16 Haziran 1938 günü Balkan turuna başlayacaktır. Veda için Atatürk’ü ziyaret eder. Atatürk der ki: ‘Gittiğin her yerde gazeteciler etrafını alacak, sorular soracak. Sordukları her soruya açık açık cevap ver. Barışçı bir ülkenin barışçı kızı olduğunu söylemeyi unutma. Türk kadınını, yeni Türk toplumunu ve toplumda kadınımızın yüceldiği yeri, noktayı bir bir anlat. Daha da ilerleyeceğimizi, daha da uygar bir ülke olacağımızı ifade et.’ TÜRK MUCİZESİ Hastalığı oldukça ilerlemiş olan Atatürk, Savarona’da kalmaktadır. Gökçen İstanbul’dan uçağıyla Savarona yatının üzerinde bir kavis çizerek ayrılır. Önce Atina’ya uçar. Oradan Sofya’ya. Sofya’dan Belgrad’a. Belgrad’dan Bükreş’e. Her gittiği yerde coşkuyla ve hayranlıkla karşılanır. Avrupa basınında birinci konu olur. ‘Türk mucizesi’ni temsil eder. TARİHE GEÇTİ Gökçen, Bükreş’ten İstanbul’a döner. Savarona’nın üzerinde birkaç daire çizerek Atatürk’e tekmil verir ve karşılamak için meydanı dolduran binlerce İstanbullunun alkışları arasında Yeşilköy’e iner. Sabiha Gökçen, Balkan turu yapmayı göze alan ve başaran ilk kadın pilot olarak havacılık tarihine geçmiştir. (S.Gökçen-O.Verel, Atatürk’le Bir Ömür) Sizin müzeniz var mı? İSTANBUL’da neden Kurtuluş Savaşı müzesi yok? Yalnız İstanbul’da mı? İzmir’de niye yok? Sözgelimi Bursa’da, Edirne’de, Kars’ta, Konya’da, Kastamonu’da, Adana’da, Kayseri’de, Erzurum’da, Samsun’da, Malatya’da, Van’da neden yok? Neden bütün şehirlerimizde, savaş gazisi ilçelerimizde Kurtuluş müzeleri bulunmuyor? Bu müzelerde fotoğraflar, tablolar, haritalar, belgesel filmler, dönem silahları, araç ve gereçleri, Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz panoramaları, kitaplar, çevre halkının vereceği anı eşyalar, mektuplar vb. yer alır. Kurtuluş Savaşı’nı bilmeyen, çağdaşlaşmanın gereğini, cumhuriyetin temel niteliklerinin önemini, değerini, gerekçesini, nedenini, hikmetini bilemez. Kurtuluş Savaşı bilinmeden Türkiye yönetilemez. Her imkán ve vesileden yararlanarak, bu harika mücadeleyi çocuklarımıza doğru öğretmek, o bağımsızlık ve özgürlük ruhunu diri tutmak, milli bilinç vermek zorundayız. Yoksa neler olacağını Mütareke dönemi gösteriyor. İki yırtık gömlek KASTAMONU’da Kızılay’ın kadınlar kolu, orduya yardım için evlerden giyim eşyası toplamakta, verilen eşyalar bir okulun salonunda sergilenmektedir. Kastamonu’da çıkan Açık Söz Gazetesi’nin sahip ve yazarlarından Hüsnü Bey sergiyi ziyaret eder. Halkın cömertliği Hüsnü Bey’i duygulandırır. İki kazağı olan, birini orduya vermiştir. Hüsnü Bey’in gözüne sergilenen eşyalar arasında iki de eski yırtık gömlek ilişir. Bunların niye sergilendiklerini sorar. Görevli bir hanım, gözleri yaşararak açıklar: ‘Geçen gün halinden iyice yoksul olduğu anlaşılan yaşlı bir kadıncağız da geldi. Sergilenen eşyalara baktı, baktı, evine koştu, heyecan içinde bu iki gömleği getirip verdi. Belli ki verecek başka bir şeyi yoktu.’ SAYIN milletvekillerine açık dilekçeTürkiye Büyük Millet Meclisi Milli Mücadele sırasındaki emsalsiz çabalarını dikkate alarak Antep’e Gazi, Maraş’a Kahraman, Urfa’ya Şanlı sanlarını vermiştir. Böyle bir sanı hak etmiş bir küçük şehrimiz var: İnebolu. Anadolu’ya geçmek için işgal kuvvetlerinin izni gerekiyordu. Amaçları subayların, askeri öğrencilerin, doktorların, eczacıların, imalat-ı harbiye ustalarının Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılmalarını önlemekti. Gizli örgütler bu gibi kimselere sahte kimlikler veriyor, kimilerini de Anadolu’ya geçebilsinler diye gemilere tayfa, ateşçi diye yerleştiriyordu. KURUŞ İSTEMEDİLER Mesela Kur. Yzb. Cevdet Kerim İncedayı (ileride milletvekili ve bakan) Anadolu’ya Nikomedya adlı İtalyan bandıralı bir geminin ateşçisi olarak geçmiştir. Başlıca iniş limanı İnebolu’dur. İnebolulular bu insanları büyük bir konukseverlikle karşılıyorlardı. İstanbul’daki ambarlardan binbir zorlukla çıkarılan, Türk gemileri ve motorları tarafından Rusya’dan getirilen silah, cephane ve askeri malzeme de, büyük çoğunlukla İnebolu’ya indirilmekteydi. Bu yükleri İnebolulu kayıkçılar gemilerden alıp kıyıya çıkarıyor, İnebolu halkı da İnebolu’nun gerisindeki cephaneliğe taşıyordu. Bu gönüllü hizmet üç yıl boyunca durmaksızın devam etmiştir. Bu hizmete karşılık ne kayıkçılar para istemiştir, ne de taşıyanlar. Çevre köylerdeki kağnılar da bu ‘millet mallarını’ yaz-kış, durmaksızın, karıncalar gibi Ankara’ya taşımışlardır. Yunan savaş gemilerinin tehditlerine, şehri ateş altına almalarına (9 Haziran 1921) rağmen, İnebolu yılmamış, bu milli görevi aksatmamıştır. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasında İnebolu’nun da payı büyüktür. HAKLARIDIR Sayın milletvekilleri! Geç kalmış bir hakkı yerine getirmek, bu borcu ödemek için İnebolu adının başına ‘Yiğit’ sanının getirilerek İnebolu’nun adının Yiğit İnebolu olarak değiştirilmesini öneriyorum. Gereğini arz ederim. Bu san İnebolu’ya anasının ak sütü gibi helaldir. Müthiş fedakarlık Anadolu’ya açılan kapı konumundaki İnebolu’yu koruyan bir kıyı topçu birliği. (Üstte) İstanbul’dan, İzmit’ten kaçırılan silah, cephane gemilerle getirildiğinde İnebolulu kayıkçılar hemen kıyıya taşıyordu. Sonra kağnı ya da İnebolu kadın ve erkeğinin sırtında cepheye. Madalyalı mavnacılar İnebolulu Mavnacılar Loncası Kurtuluş Savaşı’ndaki üstün hizmetlerinden dolayı 11 Şubat 1924 tarihinde TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile taltif edildi. DİYOR Kİ İnsaf ve merhamet istemekle, yalvarmakla millet işleri, devlet işleri görülemez, millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı sağlanamaz. (Nutuk, 1927) Kendini ateşe atabilir misin? SAVAŞTA yaralanan Yüzbaşı Asaf dört ay tedaviden sonra iyileşmişti. Yeni görev yeri Bakü’ye gitmeden önce Sivas’a uğrayarak yeğeni Muzaffer Kılıç’ı ve Milli Mücadele’yi başlatmış olan M. Kemal Paşa’yı görmek istedi. Muzaffer Kılıç, M. Kemal Paşa’nın ikinci yaveriydi. M. Kemal Paşa Yüzbaşı Asaf’ı beğenir. Bakü’ye gitmeyip Sivas’ta kalmasını önerir. Yüzbaşı o günlerin sert, tehlikeli koşullarına uygun, gözü kara, atik, deneyli bir subaydır. M. Kemal Paşa’nın kişiliği ve başlamış olduğu Milli Mücadele Yüzbaşı Asaf’ı çok etkilemiştir. Kabul eder. Paşa Yüzbaşı’ya Kılıç Ali takma adını verir. Bu kader yoldaşlığı Atatürk’ün ölümüne kadar sürecektir. Bir gece Paşa Kılıç Ali’yi odasına çağırtır. Çalışma masasında oturmaktadır. Tek başına ve sıkıntılıdır. Soğuk, kuşkulu bir sesle ‘Kılıç!’ der, ‘Sana vereceğim tehlikeli bir görevi kucaklayabilir misin? Kendini ateşe atabilir misin?’ FANUSU AVUÇLAR Kılıç Ali’nin içinde bir kasırga patlar. Çekemeyen birinin gammazlık yaptığını, Paşa’nın güvenini sarstığını düşünür. Paşanın sorusuna yanıt olarak, duraksamadan, masanın üzerindeki büyük gaz lambasının cam şişesini kavrar. İncecik cam eriyecek kadar kızgındır. Avucunun içi cayır cayır yanar. Odayı yanık et kokusu ve cazırtısı doldurur. Bu yanıtın yeterli olduğunu Paşa’nın gözlerinden okuyana kadar da elini çekmez. M. Kemal Paşa, Kılıç Ali’yi Maraş ve Antep cephesine yollayacak, Kılıç Ali de kendini gözünü kırpmadan bu ateşin ortasına atacaktır. Savaşamadığım için özür dilerim komutanım ÇİVRİL İlçesi’nin Madenler Köyü’nden Kadir oğlu Mehmet Çavuş Çanakkale savaşlarında yiğitliği ile ün salmış bir askerdi. Bir bomba savaşında sağ elini dirseğine kadar kaybetti. Hastaneye kaldırıldı. Yarasının kapanması uzayınca komutanına şu mektubu yazdırıp yolladı: ‘Sağ kolumu kaybettim. Zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekálá iş görebilirim. Beni üzen, birliğime katılmama ve düşmanla çarpışmama engel olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak savaşa katılamadığım için özür dilerim. Affediniz muhterem komutanım.’ (Dr. A.F.Bilkan-Ö.Çakır, Harp Mecmuası) İşte Kuvayı Milliye ruhunu yaratan Çanakkale ruhu bu. Üşümüyorum oğlum ALİ Fuat Cebesoy Paşa Sivas Kongresi’nce Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atanır. Emrinde iskelet halinde ordu birlikleri ile çeteler vardır. Cebesoy anılarında bu derme-çatma ordunun cephane kollarını özetle şöyle anlatıyor: ‘Cephane kolları ahalinin araçlarından oluşuyordu. Bunların çoğu kağnılardı. Başlarında kadınlar ve on, on beş yaşında çocuklar vardı. Uzun yürüyüşlerde, ayaz, kar ve yağmur altında zorluk ve acının en çoğunu bunlar çekmişlerdir. Şiddetli soğuktan ölenler de olmuştu. Kütahya ile Gediz arasında yapılan yürüyüş ve hareketlerde, birliklerimizin hayat kaynağı olan erzak ve cephaneyi hep bu aziz insanlar taşımıştır. Hiç unutmam, yine bir yürüyüş sırasındaydı. Dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran yaşlı bir nineye yaklaştım ve sordum: - Nine, üşüyor musun? Şu cevabı verdi: - Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman topraklarımıza bastığından beri içim yanıyor. Bu kahraman Türk anasının elini gözlerim yaşararak öptüm.’ (Siyasi Hatıralar, s.503) Kahraman gemicikler KUVAYI Milliye güneyde Fransız ve Ermeniler ile batıda Yunanlılar, Anzavur kuvvetleri, Kuvayı İnzibatiye ve Rum çeteleri ile kuzeydoğuda Pontus çeteleriyle, birçok yerde isyancılarla savaştı, çatıştı. İngilizlerle de, değişik yer ve zamanlarda 17 kez çatışmıştır. Bir silahlı kuvvetin varlığını sürdürebilmesi için silah, cephane ve yiyecek bakımından sürekli ikmal edilmesi gerekir. Milli Mücadele süresince bu çok önemli görevi karada eşek, deve, kağnı ve araba kolları, denizde milli donanmamız başarmıştır. YÜREKLERİNİ ORTAYA KOYDULAR Osmanlı donanması Haliç’e hapsedilmişti. Bu yüzden milli donanma sadece birkaç küçük gemi ve motordan oluşmuştur. Gerektikçe bu işte özel motorlar da görev alıyorlardı. Denizciler İstanbul’dan kaçarak bu küçük ama olağanüstü yürekli donanmaya katılırlar. Bu donanma bazı Yunan gemi ve motorlarına el konularak genişletilir, Alemdar gemisi de Fransızlarla savaşılarak kurtarılır ve donanmadaki yerini alır. İstanbul depolarından kaçırılan, Rusya’dan alınan silah, cephane, askeri araç ve gereç, İngiliz, Fransız ve sürekli devriye gezen Yunan savaş gemilerine yakalanmadan, bu gemicikler ve motorlarla durup dinlenmeden, gizlice Anadolu limanlarına taşınıyordu. Yunan filosu bütün yırtınmasına rağmen bu çabayı durdurmayı başaramamıştır. VATANSEVER 233 SUBAY Milli ordu savaşı bu sayede sürdürür. Milli donanmamız ancak 1922’de 7.000 tona ulaşabilmiştir. Buna karşılık Türk liman ve karasularında bulunan Yunan savaş gemilerinin toplamı 46.000 tondu. Bu kahraman donanmada vatanını canından aziz bilen 233 subay vardı. Onca Yunan savaş gemisinin bu gemicikleri yakalayamamasının birçok sebebi bulunuyor. FIRTINANIN DENİZCİLERİ Biri de şudur: Karadeniz’in fırtınası yaman olur. Deniz canavarlaşır. Yunan gemileri böyle havalarda kıyıda kalır, denize açılmazlar. Türk denizcileri ise tam tersine, Yunanlıların izleyemeyeceklerini bilerek böyle azgın havaları sever ve dev dalgalarla pençeleşe pençeleşe, karadaki kardeşlerinin beklediği silah ve cephaneleri emredilen limana ulaştırırlar. Beyaz gelinliği satıp basma entari giyen kız DAMAT Ferit’ler, Ali Rüştü’ler, Sait Molla’lar ve saireler, Avrupa karşısında titrerken, her isteklerini emir telakki ederken, milletin geleceğini emperyalistlere satarken, Milli Mücadele’yi söndürmeye çalışırlarken, Anadolu’da bambaşka şeyler oluyordu. İşgal kuvvetleri içinde Fransız üniforması altında hizmet gören Cezayirli Yüzbaşı Mehmet Efendi, bir makineli tüfeği de birlikte alarak Türklerin safına geçmiştir. Kastamonu’da görevlendirilir. Ağırbaşlılığı ile çevrenin takdirini toplar. Tebhirhane memuru Ziya Bey’in kızı Hatice ile başgöz edilmeleri uygun bulunur. Ziya Bey eli dar, basit bir memurdur. Ama aile, kızları için imkánları zorlar, güzel bir gelinlik yaptırır. Hatice ordu yarı çıplak dövüşürken bu süslü gelinliği giymekten utanır. Çevrenin itirazına rağmen gelinliği 30 liraya satar, parayı yaralı gazilere harcanmak üzere Kızılay’a verir. Düğününde basma entari giyer. (Açıksözcü Hüsnü, İstiklal Harbi’nde Kastamonu) Dünyada bu basma entariden daha değerli bir gelinlik olmuş mudur? Yunan ordusu için dua edin ANKARA’nın Sevr Andlaşması’nı reddetmesi ve yırtana kadar mücadele edeceğini ilan etmesi üzerine işgalciler Yunan ordusunu harekete geçirirler. Amaç milli direnişi kırarak Sevr Andlaşması’nın imzalanmasını sağlamaktır. Yunan ordusu 22 Haziran 1920 günü Bursa ve Uşak üzerine harekete geçer. Öldürerek, yakarak, yıkarak ilerler. Peyam-ı Sabah gazetesi muhabiri, Damat Ferit hükümetinin Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Ali Rüştü Efendi’ye sorar: ‘Hükümet Yunan ordusu tarafından yapılan bu hareketi protesto etmek niyetinde midir?’ Müsteşarlığına İngiliz casusu Sait Molla’yı getirmiş olan bu Nazır Efendi diyor ki (özet): ‘Hükümetimiz M. Kemal taraftarlarını resmen mahkûm etmiş, hilafete ve vatana hain olduklarını ilan eylemiştir. Vazifesi bu asilere (yani Kuvayı Milliyecilere) layık oldukları cezayı vermektir. O halde kendi programımız dahilinde bulunan bu hareketi (Yunan ilerleyişini) niye protesto etmeli?’ NAZIRLIĞA DEVAM Nazır Efendi bir şey daha söylüyor: ’Bu ordu bizim ordumuz sayılır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz!’ (Peyam-ı Sabah, 12 Temmuz 1920, F.R. Atay, Eski Saat: T. Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu’da; Gizli Celse Zabıtları, 4.c.) Milli duygudan, namustan, onurdan, bilinçten yoksun Nazır’ın bu rezil, kepaze laflarına ne hükümdar bir tepki gösterir, ne sadrazam, ne de öteki nazırlar. Nazır nazırlığına devam eder. Bir sonraki hükümette de yer alır. İstanbul yönetimi işte böyle bir yönetimdi. DİYOR Kİ Düşmanın ablukasına ve donanmasına rağmen denizcilerimiz birkaç gemi ile harikalar göstermiş, hiçbir şeyi yitirmeden deniz ulaşımını sağlayarak büyük bir hizmet görmüşlerdir. (1.3.1923) MİLLİ Mücadele başlamış, Anadolu’ya silah ve cephane yetiştirmek gerek. Ama Milli Donanma birkaç gemicik ile motordan ibaret. Donanma Haliç’e hapsedilmiş. Denizcilerimiz Milli Donanma’ya yardım etmek için çırpınıyorlardı ama buradaki gemileri kaçırmak çok zor. Birinci İnönü Savaşı’ndan az sonra birini kaçırırlar. Bu, Alemdar adlı tahlisiye (kurtarma) gemisidir. BİSMİLLAH VİRA Gövdesi galvanizli çelikten yapılmış, 23 yaşında, 362 tonluk, motoru 750 beygir gücünde, çift kazanlı, 12 mil hız yapabilen küçük, sağlam, kıvrak bir gemi. Soğuk, rüzgárlı bir kış gecesi (23.1.1921). Bütün gemiler uykuda. Alemdar’ın dış görünüşü de öyle. Ama içinde hummalı bir hazırlık var. Kaptan yok. Gemi çarkçı Üsküdarlı Osman Efendi’nin komutası altında. Bu gece yarısı kaçacaklar. Gemide, ölümü göze almış 9 denizci de istim üstünde. Saat 01.00’de baş ve kıç fenerler söndürüldü. ‘Başüstü, bismillah viraya hazır ol!’ ‘Bismillah vira’! BATIRIN EMRİ Sessizce demir alındı. Boğaz’ı dolduran İngiliz ve Fransız gemileri arasından geçerek Karadeniz’e doğru ilerlediler. Yollarını kesen İngiliz karakol gemisini, ‘Karadeniz’de batmak üzere olan bir gemiyi kurtarmaya gittiklerini’ söyleyerek uyuttular. Alemdar Karadeniz’e çıktı, azgın dalgalarla boğuşarak Ereğli’ye doğru yol aldı. Sabah Alemdar’ın kaçmış olduğunun anlaşılması, İstanbul’da büyük heyecan yarattı. İşgal Kuvvetleri Komutanı, geminin kesinlikle yakalanmasını, teslim olmazsa batırılmasını emretti. İstanbul kaynarken Alemdar, Ereğli’ye ulaşmış, Çobançeşmesi önüne demirlemişti. TOPRAĞI ÖPTÜLER Dokuz denizci karaya çıkıp Anadolu toprağını öptüler. Liman Reisi Nazmi Bey, Ereğli halkı, milli çeteler koşup denizcileri kucakladılar. Damla damla kurulan donanma bir gemicik daha kazanmıştı. Ankara, Alemdar’ın mürettebatının tamamlanarak Trabzon limanına hareket etmesini emretti. Ereğli’de deneyli denizci çoktu. Kadro tamamlandı. Kaptanlığa sivil İsmail Hakkı Kaptan getirildi. Çarkçı Osman Efendi hastalandığı için Ereğli’de kaldı. 26 Ocak sabaha karşı hareket ettiler. Devriye gemilerine yakalanmaktan korkuyorlardı. Korktukları başlarına geldi. Bababurnu açıklarında Fransız C-27 gambotu ile karşılaştılar. Gambot top ve makineli tüfekleri ateşe hazır, projektörlerini üstlerine çevirerek hızla yaklaştı, Ermeni tercüman aracılığıyla teslim olmalarını istedi. MECBURİ ROTA Alemdar’da sadece iki kişide silah vardı. Direnmek mümkün değildi. Bazı silahlı Fransız askerler Alemdar’a geçtiler. İsmail Hakkı Kaptan gemisini büyük bir acı içinde gambot komutanının verdiği talimata uyarak Zonguldak’a yöneltti. Devamı gelecek hafta. (Erol Mütercimler, Destanlaşan Gemiler’den özet.) DİYOR Kİ Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. (1922) Güney cephesi MONDROS Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngilizler Musul’a, Fransızlar -ve Ermeni lejyonu- Çukurova’ya girdiler. İki olay da anlaşmaya aykırıydı. İstanbul’un tepkilerini dikkate bile almadılar. Aralarındaki paylaşım anlaşmasına göre hareket ettiler. İngilizlerin sıkı baskısı üzerine oradaki birliklerimiz Musul’u terk etmek zorunda kaldılar. Fransızlar Mersin’i ve Adana’yı, sonra da Toroslar’ı aşıp Pozantı ve Dörtyol’u işgal ettiler. KAPKAÇ GÖÇÜ Yağma ve zulüm başladı. Bir kısım aileler kuzeye göç etti. Bu göç ‘kaçkaç’ diye anılıyor. Kalanlar silaha sarıldı, yer yer Kuvayı Milliye kurulmaya başlandı. Heyet-i Temsiliye, güney savunmasını düzenlemek, eşgüdümü sağlamak üzere bazı kimseleri takma adlarla güneye yolladı, bu kesimde bulunan bazı kimseleri de görevlendirip yetkilendirdi. Böylece güney cephesi açıldı. KAHRAMANLAR Bu cephede birçok çatışma ve savaş olmuştur. Her biri bir kahramanlık, direnç ve özveri örneğidir. Ama bunlar pek bilinmez, üzerinde durulmaz. Unutmak, ilgisiz kalmak gibi ciddi bir kusurumuz var. Bu kahramanları ve olayların yaşandığı yerleri bir anıtla, hiç olmazsa bir kitabeyle unutulmaktan kurtarmalıyız. Yeri geldikçe bu olayların başlıcalarını aktaracak, kahramanları tanıtacağım. İşgalci komutanın alnına tek kurşun GÜLEK Boğazı’nı ellerinde bulundurmak isteyen Fransızlar, Pozantı’ya takviyeli bir tabur yerleştirmişlerdi. Bu birliğin komutanı Binbaşı Mesnil’di. Bu taburdan bir bölük Pozantı’dan 5 km. kuzeyde bulunan Akköprü’ye yerleşmişti. Bölüğün komutanı, demiryolu tünelini karargáh olarak seçmişti. Milli çeteler daha kuzeydeki demiryolu köprüsünü (Koçak) yıkarak Fransızların ileri gitmelerine izin vermemişlerdi. PARILTIYA NİŞAN Giderek Pozantı kuşatılacak, Fransızlar buradaki birliğe yardım göndermeyi başaramayınca, birliğe geri çekilmesi emri verilecektir. Birliğin geri çekilişinde yaşanacak olan Karboğazı Destanı’nı ileride anlatacağım. Ona vakit var. Şimdi Pozantı’daki ilk kurşuna gelelim. Alpu Köyü’nden Sunullah’ın oğlu Usta Mehmet ile bacanağı Ömer köyden çıkıp sessizce Belmece kayalıklarına doğru ilerlediler. İşgalcilerin yaptıklarından dolayı ikisinin de içi nefret doluydu. Usta Mehmet bir şey yapmaya karar vermişti. Ama ne yapacağını daha kararlaştıramamıştı. Kayalıklara tırmanıp 100 metre yukarıdan, 500 metre uzaktan Fransız komutanının karargáhı olan tüneli gözetlemeye başladılar. Tünelin ağzında bir pırıltı vardı. SON ÇAYIYMIŞ Aynayla işaret veriliyor gibi pırıltı belirip kayboluyordu. Neydi ki bu? Fransız komutan tünelin ağzında oturmuş keyifle çay içmekteydi. Işığı, çay bardağı yansıtmaktaydı. Usta Mehmet tüfeğini doğrulttu. Bu sırada komutan çayından bir yudum almak için bardağı ağzına kaldırmıştı. Usta Mehmet besmele çekip pırıltıya nişan aldı ve tetiğe dokundu. Gravvvv! Birtakım karaltılar tünelden dışarı fırladılar ve sonra da içeri kaçıştılar. O tek kurşun, işgal komutanının alnına isabet etmiş ve canını almıştı. Bu İzmir’de Hasan Tahsin’in, Maraş’ta Sütçü İmam’ın kurşunu gibi Pozantı’daki ilk kurşundu. Bu kurşunun arkası gelecekti. Hem de nasıl! Bölük tasını tarağını toplayıp Akköprü’yü terk etti. SABAH erkenden Zonguldak’a gelindi. Zonguldak, Fransız işgali altındaydı. Gemide yapılan ayrıntılı bir aramadan sonra Zonguldak Liman Komutanı Yüzbaşı Tilli, 5 silahlı Fransız askeriyle gemiyi işgal etti. Askerleri kritik yerlere dağıttı, kendi kaptan kamarasına yerleşti. Komutayı eline almıştı. Gemiyi İstanbul’a hareket ettirdi. C-27 gambotu, bir mil geriden Alemdar’ı izliyordu. Alemdar, İstanbul’a doğru hareket etti. ROTA EREĞLİ Gemi subaylarının sabırla bekledikleri an gelmişti. Tayfalarla kaşla gözle fısıldaşarak anlaştılar. İsmail Hakkı Kaptan beklenen parolayı verince İkinci Kaptan Ali Dursun Tevetoğlu, öteki subaylar ve tayfalar yüzbaşının ve Fransız askerlerinin üzerine atıldılar. Silahlarını alıp etkisiz hale getirdiler. Kaptanın neşeli komutu Alemdar’ı bayram yerine çevirdi: ‘İstikamet Ereğli, makineler fayrap!’ Serdümen Recep Reis neşe içinde Ereğli’ye dümen kırdı. ÖLÜM YARIŞI Alemdar’ın döndüğünü gören C-27, otuz metre yaklaştı. Alemdar’ın yönünü İstanbul’a çevirmesini istedi. Alemdar her şeyi göze almıştı. Tınmadı bile. Yoluna devam edince, ölüm yarışı başladı. C-27 makinelileri ile ateşe başladı. Topuyla korkutmaya çalıştı. Fransızlar da ölür korkusuyla Alemdar’ı batırmaktan kaçınıyordu. Yanaşıp Fransızlardan alınan silahlarla karşılık verdiler. TOPÇUYU DEVİRDİ Çarkçıbaşı Adil Bey keskin nişancıydı, top nişancısını devirdi. Fransız gambotu ile Alemdar, karşılıklı türlü manevralar yapa yapa, didişe didişe Ereğli Limanı ağzına geldiler. Deniz üzerindeki yırtıcı çatışma devam ediyordu. Serdümen Recep Reis şehit olmuş, üç tayfa yaralanmıştı. Kıyıya toplanan Ereğlililer alkışlayarak, bağırarak Alemdar’ı desteklemeye başladılar. Bazıları sandallara atlayıp Alemdar’a çıktılar ve çatışmaya katıldılar. SAHİLDEN ATEŞ Alemdar’ın kıyıya baştan kara etmesine engel olmak için C-27 kıyı ile Alemdar’ın arasına girdi. Bu kez de kıyıdaki Ereğlili Halil Ağa ile Rizeli Tatoğlu Ömer Ağa’nın çetelerinin yaylım ateşi altında kaldı. Başa çıkamayacağını anlayınca mücadeleyi bırakıp kaçtı. Bu yenilgiyi hazmedemeyen Fransızlar, Ereğli’ye bir zırhlı kruvazör ile iki muhrip yolladılar, süre belirterek bir ültimatom verdiler, esirlerinin, Alemdar’ın ve C-27 ile çatışanların teslim edilmelerini, kıyıdaki çetecilerin cezalandırılmalarını talep ettiler. Ankara bu talepleri anında reddetti. Bombalanma olasılığına karşı kadınlar ve çocuklar Ereğli’den uzaklaştırıldı. Erkekler savaşa hazırlandılar. Türklerin kahraman Alemdar mürettebatını asla vermeyeceklerini anlayan Fransızlar, Yüzbaşı Tilli ile 5 askeri geri almak ve Alemdar’ı gözetim altında tutmakla yetindiler. FIRTINADA KAÇIŞ Baştankara edilip yarı yarıya batırılmış olan Alemdar yüzdürüldü. Eksikleri gizlice tamamlandı. Gemi kaçırılacaktı. Bunun için Fransızların denize açılamayacakları ve gemiyi izleyemeyecekleri bir Karadeniz havası bekleniyordu. Çok geçmedi, diledikleri gibi bir fırtına patlak verdi. Deniz canavarlaştı. Hiçbir devriye gemisinin denize açılmadığı, yolun temiz olduğu anlaşılınca Alemdar, 24-25 Eylül gecesi demirlerini keserek, sessizce Ereğli’den ayrıldı. Amasra’ya ulaştı. KÜÇÜK VE YAMAN Rengi siyahtı, griye boyandı. Bezden yapılma sahte bir baca eklendi, böylece görünüşü değiştirildi. Yunan devriye gemilerine yakalanmadan Trabzon’a geldi ve Trabzon Deniz Ulaştırma Komutanlığı emrine girdi. Bu küçük yaman gemi, Büyük Taarruz’a kadar stratejik deniz ulaştırmasının başarıyla sürdürülmesinde unutulmayacak hizmetler yapacaktır. DİYOR Kİ Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum. (1927) Fransa’yı ‘pes’ ettirdiler ANKARA ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması gereği Fransız işgali altında bulunan şehirler, 1921 Aralık ayında boşaltılmaya başlandı. Al sancak 23 Aralık’ta Kilis ve Ceyhan’a, 24 Aralık’ta Osmaniye’ye, 25 Aralık’ta Gaziantep’e, 27 Aralık’ta Tarsus’a, 3 Ocak’ta Mersin’e ve 5 Ocak’ta Adana’ya geri döndü. Fransız ordusu, Avrupa’nın ikinci büyük ordusuydu. Çukurova ve çevresinde on binlerce Fransız ve sömürge askeri ile Ermeni Lejyonu ve çeteleri vardı. Güneyli yiğitler, bu yağmacı kuvvetleri Urfa ve Maraş’tan attılar, Toroslar’dan kuzeye yayılmalarını önlediler, sürekli baskınlarla bunalttılar, esir aldılar ve Fransa’yı pes ettirdiler. Hepsine minnet, hepsine saygı! Kurtuluş günleri kutlu olsun! Pencere camıyla askerimizi kestiler İSTANBUL yönetimi, 1920 Nisan’ında, yapılabilecek en alçakça şeyi yaptı, Şeyhülislam Dürrizade’nin fetvasıyla halka, millicilerin, yani bağımsızlığı, yurdu ve milli namusu korumak için çırpınanların öldürülmelerinin din gereği olduğu, bu uğurda ölenlerin şehit, savaşanların gazi olacağı duyuruldu. Yani düşmanla işbirliği içinde olan yönetim, yurtseverlere karşı bir din savaşı ilan etti. Bu hain fetvalar İngiliz uçakları, ajanları, Ermeniler ve Rumlar tarafından Anadolu’ya yayıldı. Yer yer isyanlar patlak verdi. DÜZCE ASİLERİ Bu fetvanın etkisiyle ayaklanan Düzce asileri, 3 Mayıs 1920 sabahı Bolu’ya saldırdılar. Mutasarrıf Vekili Binbaşı İhsan’ı şehit ettiler. Paraları, saati, tabancası, hatta elbisesi soyuldu. Öteki asiler de Bolu’yu yağmalıyorlardı. Asiler ellerine geçirdikleri askerleri eski lise binasının kırık camlarıyla kestiler ve korkunç işkencelerle öldürdüler. Bu kanlı olaylar sırasında Devrekli genç subay Abdülvahap da asilerce yakalanmış, üstü başı soyulduktan sonra, elleri arkasına bağlanıp sokak sokak dolaştırılmıştı. Genç subay birçok hakaretlerden sonra bıçaklandı, öldü sanılarak sokağın ortasında bırakıldı. HASTANE BASTILAR Ertesi günü bir doktor, genç subayın ölmediğini gördü, tedavi için yaralıyı hastaneye götürdü. Subayın ölmediğini öğrenen asiler, hastaneye gidip yaralının boynuna ip geçirerek, sokaklarda sürükleye sürükleye öldürdüler. ‘Şeyhülislamın fetvasının hükmü yerine geldi’ diye bağırdılar. (Rüknü Özkök, Düzce-Bolu İsyanları; TİH, 6.c., Ayaklanmalar) 4. TÜMEN KURULDU Binbaşı Nazım Bey (Şehit Albay Nazım Bey) durumu yatıştırmak ve bir tümen kurmak için Bolu’da görevlendirilmişti. Suçluları yakalatıp adalete teslim ederken, bir yandan da Bolu ve çevresinin gençlerini silah altına alarak 4. Tümen’i kurdu. 4. Tümen, hain fetvanın ve cahil yobazların etkisiyle isyan etmiş olan bu gençlerden kuruldu. Bu tümen, Milli Mücadele’nin en yiğit, en yurtsever tümenlerinden biri olacaktır. Çünkü bu gençlere yalnız savaşma değil, vatan, millet, bağımsızlık, milli onur nedir bunlar da öğretildi. Din çimentodur diyenlerin kulakları çınlasın. Milli Mücadele’de dinin kimi zaman birleştirici ama kimi zaman da bölücü, parçalayıcı etkileriyle ilgili binlerce örnek var. Milli Mücadele bir tecrübe hazinesidir. Yöneticiler Milli Mücadele’yi ne kadar iyi bilirlerse, o kadar az yanlışa düşerler. FRANSIZLAR İskenderun’a sürekli asker çıkararak Halep’e ve Adana’ya yollamaya başlamışlardı. 11 Aralık 1918’de Pozantı Dörtyol’a girdiler. Bu işgaller Mondros Ateşkes Antlaşması’na aykırıdır ama aldıran kim? Emperyalistler aralarında Anadolu’yu bölüşmüşler, Çukurova "sömürü bölgesi" olarak Fransızların payına düşmüş. Halk şaşkın, ç****iz. Erkeklerin çoğu ya şehit ya esir düşmüş, pek azı köyüne, şehrine dönebilmiş. ERMENİ ZULMÜ Fransızlar ve birlikte getirdikleri Ermeni lejyonu, savunmasız çevreyi yağmalamaya girişirler. Karşı duran olursa tutuklayıp zindana atar ya da öldürürler. Dörtyol’a bağlı Karakese köylüleri yağmalanma sırasının kendilerine geldiğini anlayınca köy yolunu taşlarla kapadılar, silahlandılar ve yağmacıları köye sokmadılar. Bu direniş işgalcileri şaşırttı, delirtti. Öfkeyle ateş kustular. İLK DİRENİŞ Köylüler hazırlıklıydı. İlk önce Mehmet Çavuş silahını doğrulttu, tetiğe dokundu, ilk saldırganı devirdi (19 Aralık 1918). Saldırganlardan 15’i vuruldu. Kalanlar takviye alarak bir daha saldırdılar. Sonunda Dörtyol’a geri çekildiler. Karakese köylüleri de 10 şehit vermişlerdi. KARA HASAN Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşunu ve ilk direnişi budur. Mehmet Çavuş, Güney cephemizdeki ilk Kuvayı Milliye olan Kara Hasan’ın çetesine girecektir. Yüzü yeşil boyalı kadın savaşçılar ÇANAKKALE Savaşı hakkında yıllardan beri araştırmalar yapan Prof. Dr. Mete Tuncoku, "Buzdağı’nın Altı" adlı son kitabında bir Anzak askerinin mektuplarına yer vermiş. Mektup şöyle: "Benim de vurulduğum 8 Eylül 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında genç bir kızdı." 25 Nisan 1915 ile ilgili bir mektuptan: "O bir Türk kadın savaşçısıydı, durmaksızın saklandığı evden ateş ediyordu." Bir başka anlatış: "Burada pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız, kendilerini yeşile boyayıp ağaçlar ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar." (15 Ağustos 1915) Çanakkale Savaşı erkekler savaşı sanılırdı. Öyle olmadığını, ninelerimizin Çanakkale’de de dövüştüklerini sayın Tuncoku ortaya çıkardı. Sadece erkek savaşı değildi Türk kadını Çanakkale’de de Türk erkeğiyle birlikteydi. Siperde kurşun sıkanından, cephe gerisinde Mehmetçik için mermi yapıp, elbise dikenine kadar. Silahın yoksa yerden alıp, 3 taş atacaksın GÜZEL İzmir’e Yunan askerlerinin çıktığının öğrenilmesi, bütün yurtta çok büyük heyecan uyandırdı. Denilebilir ki yüz yıllardan beri hiçbir olay tüm ülkede böyle heyecan uyandırmamış, milleti böyle kenetlememişti. Haber aynı gün Denizli’de duyuldu. Yurtsever Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, acı ve öfke içinde toplanan halka şöyle dedi: "Her ne pahasına olursa olsun, Yunanlılara karşı koymak gerekir. Yunanlıların işgal ettiği memleketler halkı için kavgaya girişmek farz-ı ayndır. Ben fetva veriyorum. Hiçbir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur." (S.Selek, Anadolu İhtilali.) İzmir’in işgali üzerine yakın uzak bütün şehir ve ilçelerde protesto mitingleri yapılmış, hükümete ve galip ülkelerin temsilcilerine protesto telgrafları çekilmiştir. Birbirinden uzak, kopuk, ilgisiz, kendi derdine dalmış gibi görünen şehir ve ilçelerin İzmir konusunda gösterdiği duyarlılık ve birliktelik, İzmir’in Türkiye için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Tanka-topa tüfek-yürek ANTEP kahramanlarından Şahin Bey’in asıl adı Mehmet Sait’tir. Antep’in Bostancı Mahallesi’ndendir. Üç cephede dövüşmüş, Sina cephesinde esir düşmüş, bir yıl Mısır’daki esir kampında kalmış, mütarekeden sonra İstanbul’a gelmiştir. Çok yorgundu. Ama memleketini, evini özlemişti. Hiç dinlenmeden Antep’e hareket etti. Eşine ve oğluna kavuştu. Kavuştu ama mutlu olamadı. Antep işgal altındaydı. Önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. KOLERA GİTMİŞVEBA GELMİŞTİ Yani "kolera gitmiş, veba gelmişti". Hemen bir göreve talip oldu. Antep’i işgalden kurtarmak için örgütlenen Heyet-i Merkeziye, Teğmen Mehmet Sait’i Şahin Bey kapalı adını vererek Kilis Yolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atadı. Antep’teki Fransızlar, Kilis-Antep yolu ile ikmal ediliyorlardı. Birçok silahlı yurtsever, Şahin Bey’in komutası altına girdi. Şahin Bey Kilis-Antep yolunu Fransızlara kapattı, ikmali kesti. Fransızlar çok zor durumda kaldılar. Doğuda Urfa’ya, batıda Mersin’e, kuzeyde Sivas’a kadar kolayca yayılacaklarını, bu verimli toprağın altını üstünü rahatça sömüreceklerini sanıyorlardı. Türkler yenikti, bitikti, yeniden savaşa tutuşacak değillerdi ya. Ama her girdikleri yerde beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştılar. Bu yüzden Urfa’dan ve Maraş’tan kaçacaklardı. Fakat Antep’e çok ihtiyaçları vardı. Çevreye çok egemen bir konumdaydı. Burayı terk ederlerse gerisi çorap söküğü gibi gelir, Suriye’de tutunmaları bile güçleşirdi. Antep’i elde tutmak zorundaydılar. Oysa Şahin Bey ve bir avuç adamı, Antep-Kilis yolunu kesmiş, kuş uçurtmuyor, geçmeye çalışan birlikleri duman ediyordu. Suriye’deki Fransız Doğu Ordusu Komutanlığı, Antep’teki birliğin erzak ve cephane ikmalini sağlamak için 400 arabalık bir ulaştırma kolu hazırlattı. Bu kolu, 4 tank, bir batarya, 16 ağır makineli tüfek, üç tabur piyade, 2 bölük süvariden kurulu büyük bir birlik koruyacak, yolu şiddet ve hızla açacaktı. Kol ve birlik 25 Mart 1920 günü Kilis’ten hareket etti. Önce Kızılburun yakınlarında karşılaştılar. Fransız birliği, Şahin Bey kuvvetinin üzerine bütün silahlarını ateşleyerek hücum etti. Türklerin ne topu vardı, ne makineli tüfeği. Antep’i korumak için yoğun mermi ve fişek yağmuru altında eriye eriye direndiler. Üçüncü gün Karayılan Oğlu çetesi de yetişti ama topa, tüfeğe, tanka güç yetmiyordu. Cephane çok azalmış, son mevzilere çekilmişlerdi. Şahin Bey arkadaşlarının daha da geri çekilme tavsiyesine uymadı. Çünkü Anteplilere, "Düşman ancak benim vücudumun üzerinden geçebilir" diye söz vermişti. Dördüncü gün, sağ kalan arkadaşlarıyla birlikte Ulu Masere Köprüsü’nün önünde düşmanla son çatışma başladı. SON MERMİYİ ATTIVE TÜFEĞİNİ KIRDI Arkadaşları da yanında yer aldılar, bir adım geri atmadılar, on sekizi de şehit oldu. Şahin Bey tek başına kalmıştı. Gaziantep savaşına başından sonuna kadar katılan ve bu emsalsiz savunmayı yazan Lohinizade M.Nurettin Bey bu son anı şöyle anlatıyor: "...Son mermisine kadar dövüştü. Son hareket olarak tüfeğini yere çarparak kırdı, akın akın üzerine gelen Fransızların karşısında, köprünün üzerinde bir ululuk ve kahramanlık heykeli gibi durdu." Süngülenerek şehit oldu. (Lohanizade M.Nurettin, Gaziantep Savunması: Adil Dal, Olaylarla Gaziantep Savaşı.) DİYOR Kİ Cumhuriyet, fikirce, ilimce, bedence kuvvetli ve yüksek seciyede koruyucular ister. (1924) Çılgın Türk, 673 Fransız'ı esir etti GÜÇLÜ bir Fransız birliği, Toroslar'ın kuzeyine sarkmış, Pozantı'yı işgal etmişti. Çukurova çeteleri Pozantı'yı kuşattı. Fransız birliğinin Adana ve Mersin'deki birliklerle bağlantısını kesti. Sayıca azdılar ama çok hareketliydiler. Çevreyi de elbette avuçlarının içi gibi biliyorlardı. Pozantı'daki birliğin ikmal edilmesini engellediler. Birlik tehlikeli duruma düştü. Adana'da bulunan tümen komutanı, Pozantı'daki birliğin komutanı Binbaşı Mesnil'e uçak mesajı ile Pozantı'dan çekilip Toroslar'ı aşarak Mersin'e inmesi emrini verdi. HATİCE KADIN Birlik Verdun Savunması'na katılmış deneyimli, başarılı bir birlikti. Mevcudu 1000 kişiyi buluyordu. 25 Mayıs 1920 gecesi zayıf kuşatma çemberini aşıp yola çıktı. Yanına yolları bilen kılavuzlar almıştı. Bunlar birkaç erkek ve kadındı. Alay, Tekir'e kadar şoseyi izledi. Bu aşamada kılavuzların Fransızları yanıltarak Elmalı Boğazı'na doğru yönelttiği, kılavuzlardan Hatice Kadın'ın bir yolunu bulup bu durumu köylülere bildirdiği anlaşılıyor. Gülekliler silahlanıp Fransızların ardına düştüler, yakınlardaki birliklere de haber verdiler. DESTANIN SIRRI Bine yakın silahlıdan oluşan Fransız birliğini, yolunu kesip esir almaya karar verdiler. Karboğazı olayını destan yapan sır, bu kararı veren ve uygulayacak olanların sayısıdır: 44! Evet, sadece 44 kişiydiler. Kuvayı Milliye ruhu işte budur: Vatanı, hiçbir şeyden yılmadan, her fedakárlığı göze alacak kadar sevmek. Gülekliler, şiddetli yağmur altında düşe kalka durmaksızın yürüdüler, akşam düşmanı yakaladılar. Düşman Karboğazı denilen mevkide karargáh kurmuştu. Ateşler yanıyordu. 10 KİŞİ ARTÇI On kişiyi geride bıraktılar. Otuz dört kişi gece, yine yağmur altında, ormanlık tepeleri aşarak pusu kuracak uygun bir yere kadar ilerlediler. Karboğazı'nın Delmeli Mezarlık Boğazı denilen yerini seçtiler. Yarısı boğazın bir yakasına yerleşti, yarısı öbür yakasına. Baskına hazırlandılar. Sabah düşman öncüleri yaklaşmaya başladı. Boğazda ayak, nal ve teker sesleri yankılanıyordu. Öncü birlik pusu yerine girince hep birden ateşe başladılar. Bir yandan da bağırıyor, aşağıya taşları yuvarlıyor, sürekli yer değiştiriyor, böylece çok kalabalık oldukları izlenimi vermeye çalışıyorlardı. Arkada kalan on kişi de geriden ateşe başladı. TESLİM OLDULAR Üç yanlı ateş baskını, Fransızları dehşete düşürdü. Çok kayıp verdiler. Karboğazı destanı, Binbaşı Mesnil'in teslim olma kararıyla sona erecektir. Çukurova'nın batı kesimi komutanı olan Sinan Paşa (Yüzbaşı Ratıp Tekelioğlu) sonucu Ankara'ya bildirdi. Bu rapora göre 650 er, 23 subay esir alınmış, iki top, 8 makineli tüfek, bin kadar silah, 13 kadana, 90 katır ele geçirilmiştir. ATA'DAN TEŞEKKÜR Mustafa Kemal Paşa'dan şu telgraf geldi: "Devamlı başarılarınızı tebrik eder, size ve kahraman Kuvayı Milliyemize selam ve teşekkür ederim." Böylece Adana-Tarsus-Mersin demiryolunun kuzeyinde, Toroslar bölgesinde hiçbir düşman kuvveti kalmadı. Yüzlerce donmuş asker 83. Alay Komutanı Binbaşı Ziya Bey (Yergök) anlatıyor: "Tümenin Sarıkamış'a yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece. Askerin sırt çantalarının ağırlığı 20-35 kg'dı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarlarına oturuyorlardı. Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyor ve öylece donup kalıyorlar. Yol boyunca böylece donup kalmış yüzlerce askere rastladık." (Tuğgeneral Ziya Yergök'ün Anıları, Sarıkamış'tan Esarete, Remzi Kitabevi) Kahraman Ayşe Çavuş İZMİR-Bornovalı Ayşe Çavuş (Ayşe Doğan), Milli Mücadele'nin o yürekli, kahraman, yurtsever kadınlarından biridir. Cephede savaşmış, gerektiğinde habercilik (kuryelik) görevi de yapmıştır. Ailesi, cenazesinin askeri törenle kaldırıldığını bildiriyor. Ayşe Çavuş'la birlikte bu kadirbilir yöneticileri de saygıyla anıyorum. Bu tarihi fotoğrafı torunu Ayfer Erdem gönderdi. Mustafa Kemal, İstanbul Harp Akademisi'nde sınıf arkadaşlarıyla. (Ön sırada en sağda 1904-1905) Turgut ÖZAKMAN |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Şu Çılgın TÜRKLER 3( Kitapta olmayan ÇILGINLIKLAR ) | ertanhukukprogramlari | Kitap | 3 | 25-12-2006 23:34 |
İnterneti Türkler Bulsaydı Ne Mi Olurdu? | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Site Lokali | 5 | 29-08-2006 09:22 |
En fazla çocuk döven Türkler | Av.Ayşe | Hukuk Haberleri | 3 | 25-08-2006 22:36 |
Şu Çılgın TÜRKLER 1( Kitapta olmayan ÇILGINLIKLAR ) | ertanhukukprogramlari | Kitap | 0 | 17-08-2006 12:56 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |