21-11-2006, 13:57 | #1 |
|
yaşam ve ölüm üzerine...
hayat hep birlikte olma çabalarının yalnız kalmaların kayalarında parçalanısından ibarettir diyordu biri peki yaşamak ve ölmek sebep sonuç ilişkisinde ise,ve ölüm yaşantımızın haklı bir sonucuysa yaşamak icin sebeplerimiz neler?aslında çok ta sevmedigimiz bir hayata çogu zaman kıyısından köşesinden tutunuruz,bir mut ararız bizi baglayacak..bir yerden baktıgımızda aslında kedinin fare ile oynadıgı gibi oynar ne büyük ironidir bu!düsünmeden yasarız cogu zaman düsündügümüzde de aman be bosver deriz,koca dünyada ben merkezli yasamaya calısırken evrende cok ufak bir nokta olmak kacıs noktamızdır cogu zaman,yalnız degiliz diye kendimizi avuturuz..aslında o kadar yalnızız ki..söylesenize kim cift doguyor anne karnından ya da kim mezara iki kisi gömülüyor?kendimizi kandırıyoruz sanki -mış gibi yapıyoruz...ama kabullenemiyorz yalnız olmayı,iliskilerimiz oluyor bir yerden sonra hayatımız,degilmi ki biz ölüyoruz ilişkilerimiz nasıl kalsın?ve bitiremediklerimiz(iliskilerimiz) boguyor bizi,kacmaya calıstıgımız anlarda sorumluluklarımız ya da baska sebepler yakalıyor ve keşke ler başlıyor etrafımızı sarmaya sonra yasamamıs olmayı diliyoruz caresizce..
peki ya ölüm?en sıkı dostumuz gibi sarıldıgımız hayatımızda çokta haketmedigimiz bir tekedişmi ya da terkedilişmi? aslında sormak istedigim cok soru var,ne yazıkki hayat herzaman sevincli olmuyor.. p.s: 1)f klavyede yazamadıgım icin klavyeyi q ya cevirdim imla ve yazım hataları icin özürdilerim 2)katil dogsam ilk kendimi öldürürdüm diyorum//ve tüm ölüleri alınlarından öpüyorum..ipek kelebegin kürtajıdır ben hep bunu söylüyorum.. 3)acısız yasam sevincsiz hüzünsüz yasam nesesizdir(nietzche) |
26-11-2006, 19:39 | #2 |
|
Hayata gelirken ölmeyi kabul ederek gliyoruz.Yaşarken de ölümü aklımıza getirerek yaşıyoruz...Ama ölüm ve yşam birbirine bağlı iki deynek....
|
26-11-2006, 23:45 | #3 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Doğduğumuz için bir gün öleceğiz, yaşamın ölümle bağlantısı sadece bu.
Haklılık veya haklılık kavramlara, değer yargısına burada yer yok (varsa da bilemeyiz,bilene rastlamadım), yalnızca "doğallık" var, doğal bir nedensellik, o kadar.
Hayat bizi fazla umursamaz, bizim onu umursayıp umursamamız da önemli değil, önemli olan onu boşlukta geçen yararsız bir zaman olarak görmemek, öyleyse işe önce, "kendimizi sevmekle" başlayabiliriz.
Böyle bir oyun yok, varsa daha eğlenceli olurdu ayrıca
Mesela ikizler çift doğuyor anne karnından, ama bu da yalnız yaşayıp yalnız öldükleri gerçeğini ortadan kaldırmıyor. İnsanlığın en büyük dramı bu korkunç yalnızlığı, (yalnızlıktan kasıt yaşadığı müddetçe "tek" oluşu, hiç birimizin bir başka örneği yok) , tekliği farkedişiyle başlar ve bu algılama zamanla öğretici olur, farkındalık önemlidir zira. Bu algılamaya rağmen -mış gibi yapılıyor olunamaz artık. Hiç olmazsa anlama ve itiraf başlamış oluyor.
Ve bu ilişkiler yan komşunuza verdiğiniz merhabadan, size para üstü uzatan büfedeki adama kadar uzanıyor. *** Zaman zaman karamsarlık kaçınılmaz. Büyük sorularla yaşıyoruz, hiç bir bilge ya da filozof da hayatın anlamını çözebilmiş değil bugüne kadar. Felsefe hayatın her alanında. Sorduğunuz sorular anlamsız değil, ama salt olumsuz baktığınız sürece yararsız. Oysa sormakla başlar her şey. Ve yanıtları aramaya çalışmakla devam eder yaşam. Yaşadığımız sürece kendimizden başlamak üzere dokunduğumuz, iletişim halinde olduğumuz herşeyden ve her varlıktan sorumluyuz. Sorular ilk gençlikte daha çok ve daha çetin, acı kaynaklarıysa genellikle daha küçük ama yankıları daha büyüktür. Yaşamda her olgu karşıtıyla birlikte var (en azından biz öyle sanmaktayız). Canınız yandıkça gülümsemenin mutluluğunu daha somutça farkedersiniz. Bazen aydınlık bir sabaha uyanmanın bile (sadece aydınlık ve telaşsız bir sabaha) büyük bir mucize olduğunu düşünebilirsiniz. Yaşam yaşandıkça, deneyimledikçe sizi hafifletir, dahası, dayanıklı kılar. Değer verdiğim bir yazar söylemişti: Bize gereken , gerçekleri kaldırabilmek için gereken "iç gücü". İç gücünüz, eksik olmasın. Selamlar... |
28-11-2006, 09:39 | #4 |
|
Yazınız için teşekkür ederim.Sondan başlayarak bir kaç sorum daha olacaktı cevaplarsanız sevinirim.Gerçeklikten bahsetmişsiniz,gerçek duyu organlarımızla algıladıklarımızmı yoksa öğretilenlermi?
Yaşamda her olgu karşıtıyla var(en azından biz öyle sanmaktayız)..hayat bir sanı aslında/bir zandan ibaret,duyduklarımızı,gördüklerimizi beynimiz nasıl algılarsa/yorumlarsa ona göre yaşıyoruz..Öylemi?? Yaşam yaşadıkça,deneyimlendikce bizi hafifletir derken acı çekerek artık acıya alışırız,bir yerde mazohist duygular besliyoruz..bize hayatın öğrettiği bu mudur? Dayanıklı kılmak,dayanabilme gücü..Ya kurallarına göre oynarız ya da yok sayar yaşadıklarımızı her günü yeni bir gün bilir dünü hiç yaşanmamış sayarak aldırmayız..Peki ne kadar yalanlayabiliriz kendimizi,acılarımızı,aldanmışlığımızı? Bir yerde sorumluluktan bahsetmiştiniz,birey temelli,ben merkezli yaşantıda bencilleşmek o kadar doğal ki kendimize karşı sorumluluklarımızı bile yerine getiremezken,nasıl diğer insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilirizki?Bazen kendine bile dayanamıyor insan.. Sonuçta yaşayıp öleceğiz her canlı gibi,madem ki öleceğiz neden yaşamıyoruz diyebilmek istiyor insan ama yaşadıkca,yaşlandıkca,kaybettikçe gözüne çöp gibi batıyor zaman.Ne acıdır ki hiçbirimizin soyadı polyanna değil,bence temelde insanın kendisiyle barışması lazım ama bu o kadar zor ki.. p.s:Bir abi nasihatı,demişti ki birisi sana ''benimle evlenirmisin?'' diye sorduğunda ona vereceğin cevap ''sen olsan kendinle evlenirmisin olmalı'' |
28-11-2006, 17:32 | #5 |
|
Sn.cLaW,
İnsanın kendisine katlanabilmesi gerçekten zor oluyor bazen. Ama bunu farketmek için kendinizi iyi tanımanız gerekiyor. Bazen, birşeye ne kadar yakından bakarsanız o kadar çirkin görünür gözünüze. Kendimize ne kadar yakından baktığımızla ilgili bir durum bu galiba. Ama güzeli sevmek en kolay olanı zaten. Kendinle barışmak da çok meşakkatli bir iş gerçekten. Ursula K. Leguin'in bir kitabında Andersen'in bir masalını okumuştum. Size bu masalı anlatmak isterim ( özet olarak tabii ) Adamın biri küçük bir kasabada yaşar, ama hep başka yerleri görme ve gördüğü yerleri başka insanlara anlatma arzusundadır.Nihayet bir gün yola koyulur ve yaşadığı ülkenin başkentine gelir. Bir hana girer ve odasına çıkar, akşam olur mumlar yanar ve adam mum ışığında hanın tam karşısındaki evde çok güzel bir kız olduğunu farkeder. Ancak adamın güzel kızla konuşmaya, onun yanına gitmeye cesareti yoktur. Bir de bakar ki gölgesi mumun ışığında uzamış ve karşı evin penceresinden içeri akmış. Gölgesine yalvarmaya başlar "Ne olur git o kıza iyice bak ve bana endamını anlat başka birşey istemem" Gölge bu teklife direnir, bir gölge, gölgesi olduğu kişiyi terketmez diye. Ancak adam o kadar yalvarır ki gölge mecbur olur ve adamdan kopar karşı eve girer. Sabah olur gölge gelmez. Adam, akşama kadar gölgesini bekler ama gölgesi onu terk etmiştir. Adam gölgesini bırakır ve yola devam eder. Çok ülkeler gezer, gördüklerini başka insanlara anlatır ama diğer insanlar onun anlattıklarını hiç ilginç bulmaz. Adam bir türlü istediği ilgiyi ve sevgiyi görmez. Gel zaman git zaman ülkesine geri dönmeye karar verir. Gölgesini bıraktığı kente gelir ki etrafta bir şenlik havası. Ne olduğunu sorar, ülkenin prensesinin evleneceğini söylerler. Düğünü beklemeye karar verir ve ertesi gün prensesin yanında damat olarak gölgesini gördüğünde duruma el koymaya karar verir. Prensesin yanına güç bela ulaşır ve düğünün durdurulmasını prensesle evlenenin gerçek bir insan olmadığını kendi gölgesi olduğunu söyler. Bunun üzerine gölge, gölgesi olmayan bir adama güvenilmeyeceğini prensese belirtir. Prenses, kısa bir tartışmadan sonra kararını verir : Adamı idam eder ve gölgeyle evlenir. Ursula K.LeGuin masalı izah ederken şöyle yazmış, mealen. Gölge bizim çirkin, karanlık taraflarımızı simgeliyor. İnsan kendi gölgesiyle yürümesini bilmeli, kendi çirkin , kötü taraflarını görebilmeli. Kimse pür iyi olamaz,bu nedenle de kimse kendini inkar etmemeli. Yaşam ya da ölüm cLaW, fark etmez. Gölgemizle yaşayıp gölgemizle öleceğiz. Saygılar. |
29-11-2006, 09:21 | #6 |
|
Yaşam seçilmeden verilen ama yaşantı tercihlerdir.İlk tercihimiz çarkta bir dişlimiyiz yoksa çarkın ta kendisimiyiz?(ya biz gerçeğiz herşey yalan,ya herşey gerçek biz yalanız)
Acı/sevinç kavramları ise bilinçle alakalı.Bilmek adına yapıyoruz çoğu şeyi ama bildiklerimiz bir yerden sonra acı veriyor bize.Örneğin:Tatil yapmış birisi yapmak istediği zaman yapamazasa acı duyar ama tatil yapmamış birisi bu acıyı duyamaz.. Yaşamın özündeki kavram yalnızlıksa da yaşantımızın özündeki kavram ilişkidir,yaşantımızın(ben merkezli bilinçli tercihlerimizle seçtiğimiz olan) tüm ipleri elimizdedir ki insanlara kimlikler veririz.Tanıdık,arkadaş,dost,sevgili,eş,vs..Ve bu kişilere verdiğimiz kimliklere göre davranırız,hayatımızda buna göre yer edinirler -mut kaynağı olurlar.Siz seçersiniz hayatınıza girecek ya da çıkacak insanları ama ne yazıkki başınıza bir olay geldiğinde(ihanet! ya da acı verici bir olay) kendinizi değilde kimlik verdiğiniz insanı suçlarsınız.Peki ya siz o insana arkadaşım,eşim,dostum demeseydiniz yine de aynı acıyı verebilecekmiydi?Trafik ışıklarında dururken karşıdan karşıya geçen bir yayaya bir aracın çarptığını düşünün,ilk ihtimalde tanımadığınız birisi olsun,ikinci ihtimalde çok sevdiğinizi söylediğiniz birisi,duyacağım acı aynı olur diyebilen birisi varmı??? Bu kadar ben merkezli yaşarken yaptığı en büyük hata öğretilmişleri yaşamaya çalışmaktır,başkalarının doğrularını yaşatmaya çalışmaktır,koymadığı kurallara uymaktır..En basit fizik kuramıdır oysa:doğru sonsuzdur..Başkaları size yakamoz denize vuran ayışığıdır der oysa yakamozun ayışığı ile alakası yoktur,ay olmayan gecelerde deniz yüzeyinde balık pullarının parlamasıdır..Belki o onun inandığı,inanmak istediği,olmasını arzu ettiği doğrudur diye 2 atp harcayıp düşünmeyiz.Başkalarının doğrularına göre yaşamak o kadar kuşatmıştır ki bizi ilişkilerimizde bile ''ne ayıp(kime göre ayıp??)'',''ne derler(kimler??)'',''nasıl açıklarım(kime??)'' gelgitlerinde yokolur ben kavramımız.Doya doya yaşayamadığımız yaşantımızda ben diyemeden ölürüz...Başkaların kimlikleri siz veriyorken bu ikilemler niye?Ne düşündüklerimi önemli yoksa neyle mutlu olacağınızmı ya da neyi yaptığınız/yaşadığınız mı? Sonuçta yaşantınız yaptığınız seçimlerin toplamı olarak karşımıza çıkar.Siz kendinizi mutlu etmezseniz sizi kimse mutlu edemez çünkü yalnızsınız,ilişkilerinizle örtmeye çalıştığımız büyük,derin,anlaşılmaz,paylaşılmaz,düşünmeye bile korkulabilen bir yalnızlık.. Bir yazarın söylediği gibi:Sende yalnızsan benim gibi,biz ikimizde yalnızsak işte bu durumda iki kişilik bir yalnızlık olmazmı bizimkisi?? Saygılarımla |
29-11-2006, 17:02 | #7 |
|
''derin olan kuyu değil kısa olan iptir''..Lao Tze
Bir hikayede benden..
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herseyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuc tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söyledigini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladi. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı.Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuc tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, agzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de cok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır.Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış." Saygılarımla |
24-01-2007, 20:06 | #8 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
The school for gods
Sanırım düşüncelerimin temellendiği noktaları bir kitapta buldum.Bu benim için biraz geç oldu ama benim gibi düşünen insanların var olduğunu bilmek huzur verdi.Deli isem bile yalnız delirmiyormuşum
|
25-01-2007, 13:46 | #9 |
|
Ölüm, şimdi tasnifini yapacağım iki grup için de çok büyük bir anlam ifade etmez. Bu iki grubun ayrılma noktaları, ölümsüzlüğü keşfetme bakımındandır. Şayet kişi, yaşarken ölümsüzlüğü keşfederse, ölümü yenebilir, ölüm, onun için çok büyük bir anlam ifade etmez. Bu kişi öldükten sonra dahi yaşamaya devam eder; ancak kişi, yaşarken ölümsüzlüğü keşfedememiş ise, o kişi zaten yaşarken ölü olduğu için, ölüm, bu kişi bakımından da çok büyük bir anlam ifade etmez.
Bu noktada, ölümsüzlüğü keşfetmenin nasıl olduğunu belirlememiz gerekiyor. Zor kısmı da size bırakıyorum. İnsan, yaşarken ölümsüzlüğü nasıl keşfedebilir? |
28-01-2007, 02:53 | #10 |
|
Kısa bir öyküdür hayat
Uğruna upuzun acılar çektiğimiz Kısa bir türküdür Bir kez daha söylemek için delirdiğimiz Yılmaz Odabaşı/ Şair yazar |
13-03-2008, 22:17 | #11 |
|
HAYATA DAİR
Günler, aylar mevsimler geçer bir bir Hayata, günaha ve melankoliye dair İçimizde paramparça olan şiir Zamanın kıyılarına çarpar durur Ve dost dillerde yeniden can bulur Yapışıp hayatın herhangi bir ucuna Kaygılarla sallanırız boşu boşuna Yaşarız öykümüzü hep yalnız başına Yeter ki utanmadan anılsın anılar Hoş bir seda dışında kalan ne var? Aşklar eskidikçe ölüme yaklaşırız Sürükler bizi anlamadığımız bir hız En olmayacak yerde bölünür şarkımız Geride boynu bükük öyküler kalır Sadece dost yüreklerde yankılanır Durdu GÜNEŞ |
18-03-2008, 01:30 | #12 |
|
"Yaşamın bütünüyle derdimiz ama ona asıl tadını veren küçücük kırıntılar; çoğu zaman yere silkelediğimiz o kırıntılar."
(2000) |
18-03-2008, 13:18 | #13 |
|
ölüm
Çok yakın bir zamanda bir dostumu kaybettim. Her nekadar her insanın bir gün öleceğini bilsekde ölüme alışmak çok zor. Hele o insanın hayatınızda bıraktığı boşluk, Ne kadar önem versenizde, aslında hayatınızdaki yerinin ne çok önemli olduğunu öldükten sonra anlamak... Kötü bir duygu.
|
18-03-2008, 14:58 | #14 |
|
Sayın smile
Başınız sağolsun. Sabır dilerim. Dostlukların keder vermesi kaderin garip bir oyunu. |
18-03-2008, 17:01 | #15 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Okunmayan her harfi de dert edinirsek aydınlanma kaldığı yerden devam eder mi ki?
"İç gücümüz eksik olmasın" Olmasın, olmasın... |
15-10-2008, 23:26 | #16 |
|
Yine de bir gün öleceği bilgisine sahip olarak yaşamak, yaşarken ölüm bilgisini diğer avuçta taşımak, yaman çelişki...
|
09-01-2009, 00:11 | #17 |
|
E.Cioran
Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor… Nihilist değilim… Öyle olduğum söylenebilir, ama bunun bir anlamı yok… Benim için boş bir formül bu… Basitleştirirsek, hiçlik ya da daha ziyade boşluk saplantım olduğu söylenebilir… Buna evet… Ama nihilist olduğum söylenemez… Çünkü alışılmış anlamıyla nihilist, az ya da çok siyasi art düşüncelerle ya da kim bilir hangi nedenlerle, her şeyi yere deviren bir tiptir… Ama ben hiç de öyle değilim… Öyleyse benim metafizik anlamda nihilist olduğum söylenebilirdi… Ama bu bile hiçbir şeyi içermiyor… Kuşkucu terimini daha kolay kabulleniyorum her ne kadar sahte bir kuşkucu olsamda… Şöyle diyeyim : Hiçbir şeye inanmıyorum…
Bir adım geri durduğumuzda, ormanı seyretmek için ağaçları bir kenara ittiğimizde, ağaçların değersizliğiyle karşı karşıya kalırız… Daha fazla geri geldiğimizde, ormanı tamamen önemsiz buluveririz… Aynısı bu ülke, yeryüzü, güneş sistemi ve galaksi içinde geçerlidir… Bu evren o denli geniştir ki, biz bir kum taneciğinden daha ufak kalırız… En büyük problemlerimiz bizle birlikte hiçliğe karışır… Biz basitçe, Tanrıların oyuncaklarıyız, yine de Tanrılar oyunlarına bizi layık görmüyorlar bile… “İnsan asla bir cevap bulamadı ve bulamayacaktır da…” “Yaşam sahip olduklarımızın tümüdür ama yine de o hiçtir…” |
09-01-2009, 00:41 | #18 | |||||||||||||||||||||||
|
E.Cioran kim bilmiyorum ama, büyük, giderek daha büyük resme bakarken alçalma duygusu taşımak ve giderek kendine ve evrene yabancılaşmak-kaybolmak yerine, kudreti dahilinde olanı yapmayı, yani bir adım ileri, devamla adım adım, geri-uzak yerine ileri-yakına giderek, ormanda seçeceği herhangi bir ağaç, o ağacın dalı, o ağacın dalındaki kuş yuvası, o yuvada yumurtasını yeni çatlatmış, ağızları açık yiyecek bekleyen yavru kuşları izleyerek, önemlilik-önemsizlik kaosundan kurtulup, yaşamla ve evrenle bütünleşmeyi de seçebilirdi Saygılarımla... |
09-01-2009, 21:13 | #19 |
|
Ve devam ediyor , diyor ki ;
Gereksiz yere acı çekmeyelim… Kesin başarısızlıklar bazen yararlıdır… Onu karşılayın, sonra, hatta onu kutlayın… Yalnızlığımız güçlenecek ve pekişecektir… Kaçış tünellerimizden birkaçını kapatın sonunda kendi başınıza kalırsınız, şu an bir yaşama sahip olma beyhudeliği olan sınırlarımızı ve görevlerimizi sorgulamak için daha iyi bir yerdeyiz… Tanrı’nın ölümü, hepimizi kandıran bir parıltıdır… Bizi terkedilmişlik içinde yüzdürür, Thales kadar eskiye ait sorular sormaya zorlar ve anlaşılamayan bir cehennem çukuru önünde başı dönen biri haline getirir… Bu sürgünlük teolojisine duyarsız kalırsak, hemen günlük rutinlerin sıkıntılarıyla yüz yüze geliriz… Kimim ben?... Gerçekten ben’im hangisi?... Uzun zamandır oldum olası bu dünyanın bana lazım olmadığının bilincindeyim, ne yapacağımı bilemiyorum… Boş bir manevi gurura kapılmanın ve artık varoluşumun bana bozulmuş ve çürümüş bir ilahi gibi görünmesinin nedeni sadece ve sadece budur!... Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız… Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız… Bu durum mukadderatı değil düşmüşlük eğilimini andırır… Ellerimizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış bir halde muhafaza etmekten acizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz; tiksintiye aç ve baya hayran bir halde, toplu çirkefin içine gırtlağımıza kadar gömülürüz… Kutsal suyla dolu Ummanları düşlediğimizde, artık oraya dalmak için çok geç kalmışızdır… İliğimize, kemiğimize kadar kokuşmuş olmamız, o ummana dalıp boğulmamızı engeller… Dünya yalnızlığımızı bozmuştur… Ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir… Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere… Öyleyse insan adaletsizliğini seyrederken hiç şaşırmamak gerekir… Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekilde abestir… Onun iyi ve kötü yönde değişimlerine, ümitsiz bir tutuculukla maruz kalmaya mecburuz; tıpkı doğuma, aşka, iklime ve ölüme maruz kaldığımız gibi… Hayat yasalarının başında çürüme gelir : Kendi kalıntılarımıza, cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha yakınızdır… Onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşarız… Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar… |
10-01-2009, 11:57 | #20 |
|
Burdan oraya menfaatler,spor arabalar ve villalar gitmez..
Onun için çok hırslı ve kırıcı olmayalım.. Ölüm de var... |
26-02-2009, 11:08 | #21 | |||||||||||||||||||
|
|
26-02-2009, 12:56 | #22 |
|
Yaşam, hayata asılmak, yaptıklarımızdan zevk almak, sevmek kabiliyetimizi kaybetmemek, kendimizden memnun olmak, güzellikleri görebilmek, iyi hissetmek, hissettirmek, üzülmemekse şayet;
Ölüm de, hayattan kopmak, zorla yaşamak, kötü hissetmek, hissettirmek, sevememek, üzülmek için bahaneler bulmak, içine kapanmaktır. Yaşam da ölüm de şu anda. Kendimize dönelim. Yaşam tercihlerimizdir. |
26-02-2009, 13:01 | #23 |
|
Ölümde yaşam yok ama hayat, ölümle elele. Bunu -Ölümü- anımsayarak yaşamak, yaşamı anlamlı kılan en önemli karşıt değer olsa gerek.
Saygılarımla... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Pozitif Yaşam Derneği ve 1 Aralık Aids ' le Mücadele Günü | Merhaba | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 0 | 30-11-2006 23:23 |
Yeni Yaşam Oyunu! | Sibel | Site Lokali | 0 | 25-09-2003 09:13 |
Yaşam Dersleri... | ege | Hukuk Sohbetleri | 15 | 27-11-2002 09:11 |
Şifreli Yaşam | Av. Hulusi Metin | Site Lokali | 0 | 16-11-2002 00:58 |
Konferans, Yaşam Hakkı Ve İfade Özgürlüğ | rezay | Adliye Duvarı | 0 | 02-04-2002 15:35 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |