|
Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun] |
16-02-2009, 15:25 | #1 |
|
YanliŞ İĞne
Devlet Hastanesindeki sağlık personelinin yanlış iğnesi sonucu küçük çocuğun sağ ayağı felç kalmıştır.Bu durumda bununla ilgili dava;
1- İdari yargıdamı yoksa Hukuk mahkemerinde açılmalıdır? 2- Sağlık personeli davaya dahil edilmelimidir? 3- Bununla ilğili elinde dava dilekçesi örneği olan arkadaşımız varmı? 4- Yine bu olayla ilğili olarak elinde yargıtay kararı olan arkadaşımız burdan yardımcı olabilirmi? İlgilenecek arkadaşlara şimdiden teşekkürler. |
16-02-2009, 16:22 | #2 | |||||||||||||||||||||||
|
1-İdari yargıda açılması gerekmektedir.Benzer bir davaya tanık oldum Mahkeme adli yargıda açıldığı için görevsizlik kararı vermişti.Sonuçta sağlık memuru devlet hastanesinde çalışmaktadır. 2-İdareye karşı açılması gerektiği kanaatindeyim.Daha sonra idare sağlık memuruna adli yargıda dönecektir. |
16-02-2009, 16:32 | #3 |
|
Dilekçe No.: 4967
Hizmet Kusuru Nedeni ile Maddi ve Manevi Tazminat İstemi Dilekçesi SİVAS İDARE MAHKEMESİNE Gönderilmek Üzere NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE ERZİNCAN DAVACI : Adı ve Soyadı, T.C. Kimlik No Adres VEKİLİ : Avukat Adı ve Soyadı Adres DAVALI : Sağlık Bakanlığı Adres DAVA KONUSU : Hizmet kusuru nedeni ile maddi ve manevi tazminat DAVA DEĞERİ : 10.000,00 Yeni Türk Lirası AÇIKLAMALAR : 1- Müvekkilim S. K., 12.10.2005 tarihinde mide bulantıları şikayeti ile Erzincan Devlet Hastanesine gitmiş Poliklinikte görevli doktor Ç. Ç., müvekkilin mide bulantıları olduğunu söylemesine rağmen başkaca hiçbir muayene yapmadan adet müddetinin seyri gibi rutin soruları dahi sormadan müvekkile yumurtalıklarının çalışmadığını, bu nedenle hamile kalamayacağını söyleyerek Farlutal isimli ilacı yazmıştır. 2- Farlutal isimli ilacın prospektüsünde “tıbbi zaruret dışında gerekmedikçe düşükle ilgili endikasyonlarda kullanılması sakıncalı olup gebeliğin ilk dört ayında kullanılmamalıdır” ifadesi açık olarak yazılmıştır. Görevli doktor, bu ilacın adet düzenleyici olduğunu ve kullandıktan 15 gün sonra adet olacağını söylemiştir. Müvekkil de alınan ilacı yaklaşık bir hafta süreyle kullanmıştır. 3- Müvekkil ilacı kullanmasına rağmen mide bulantıları geçmediğinden bu kez 27.10.2005 tarihinde Erzincan Devlet Hastanesinde muayene olmuş ve görevli doktor tarafından kendisinden kan tahlili istenmiştir. 01.11.2005 tarihinde tahlil sonuçlarını inceleyen doktor müvekkilin yaklaşık altı buçuk-yedi haftalık hamile olduğunu, yumurtalıklarının çalıştığını ve gebe kalmaması için tıbben hiçbir nedenin bulunmadığını söylemiştir. 4- 05.11.2005 tarihinde müvekkil aniden kanama şikâyeti ile Erzincan Devlet Hastanesinde Kadın Doğum Polikliniğinde müşahede altına alınmıştır. Hastaneye saat 07.30’da yatmasına rağmen saat 11.00’a kadar kanama devam ederken bekletilmiştir. Saat 11.00’da nöbetçi Kadın Doğum Polikliniği doktoru Operatör Dr. G. A. tarafından anne karnında ölmüş olduğu söylenen bebek alınmıştır. Doktorun beyanına göre çocuğun alındığı sırada yaklaşık sekiz haftalık olduğu söylenmiştir. Müvekkilin Erzincan Devlet Hastanesindeki hasta dosyasında ilgili bilgiler mevcuttur. 5- S. K.’nın düşük yaptığı tarih olan 05.11.2005 tarihinde hekim beyanına ve kan tahliline göre sekiz haftalık gebe olduğundan ilk muayene tarihi olan 12.10.2005 tarihi itibari ile kesin olarak beş buçuk haftalık gebedir. Müvekkilim ilk gebeliği olması nedeni ile büyük sevinç yaşamış ve umutlar beslemiş, tüm ailesi ile mutluluğunu paylaşmıştır. 6- Fakat yaşadığı ani düşük nedeni ile derin ruhsal çöküntü yaşamıştır. Ayrıca olaydan sonra İstanbul’da özel Hastanelerde tedaviler görmüş, üzüntü nedeni ile kendisinde guatr hastalığı başlangıcının olduğu söylenmiştir. Maddi olarak da sarsılmış düşükten sonra İstanbul’daki Hastanelerde gördüğü tedaviler nedeni ile çok miktarda harcama yapmıştır. Eşinin mevsimlik işçi olması nedeni ile biriktirilen dönemlik kazancın tamamı tedavi ve yol masraflarına sarf edilmiştir. 7- Yaşanan üzücü olaydan sonra görevi ihmal suçu işledikleri iddiası ile 09.11.2005 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığımız 2005/4216 Hz. Numaralı şikâyet dosyasında Erzincan Valiliği İl İdare Kurulu kararı ile yapılan soruşturma sonunda iki hekim hakkında soruşturma izni verilmiştir. Olay ilde basına da yansımış, yerel gazetelerde geniş yer almıştır. DELİLLER : Her tür delil. HUKUKİ NEDENLER : İlgili mevzuat. SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda kısaca anlatıldığı üzere davamızın kabulü ile fazlaya yönelik haklarımız saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000,00 Yeni Türk Lirası maddi tazminat ve 5.000,00 Yeni Türk Lirası manevi tazminatı olay tarihi olan 05.11.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tarafımıza ödemesine karar verilmesini, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini saygıyla vekâleten arz ve talep ederim. …/…/… Davacı Vekili Avukat Adı ve Soyadı İmza EK: Vekâletname |
16-02-2009, 16:42 | #4 |
|
T.C.
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 2007/4-800 Karar: 2007/797 Tarih: 31.10.2007 ÖZET: Somut olayda davacı, davalı Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede davalı tarafından ameliyat yapıldığını, adı geçen davalı doktorun şahsi kusuru sebebiyle felç olduğunu ve bu durumun Yüksek Sağlık Şurası'nın kararı ile sabit olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Memurların ve sair kamu görevlilerin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ait davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlıdır. Dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılması gerekir. (657 sayılı DMK. m. 13) (2709 sayılı Anayasa. m. 129/5) (818 sayılı BK. m. 41) (2577 sayılı İYUK. m. 2) KARAR METNİ: YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Rize Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.10.2005 tarih ve 2004/798-2005/1088 s. kararın tetkiki davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2.2.2007 tarih ve 2006/1168-2007/887 s. ilamı ile; 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla kanuna uygun gerektirici sebeplere göre davacının davalı Sağlık Bakanlığı'na yönelik temyiz itirazları reddedilerek hükmün bu bölümünün onanmasına karar vermek gerekir. 2- Davacının sair davalı Ekrem Yalçın'a yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız eylem sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece dava yargı yolu bakımından ve husumet yönünden reddedilmiş, kararı davacı temyiz etmiştir. Davacı, davalı Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede davalı Ekrem Yalçın tarafından ameliyat yapıldığını, adı geçen davalı doktorun şahsi kusuru sebebiyle felç olduğunu ve bu durumun Yüksek Sağlık Şurası'nın 11059 s. kararı ile sabit olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Dava dilekçesinden davacının adı geçen davalı doktorun kişisel kusuruna dayandığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar mahkemece, Anayasa'nın 129/5. maddesi gereğince, kamu görevlilerinin yetki ve görevlerini yerine getirirken işledikleri kusurdan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla idare aleyhine açılabileceği gerekçesiyle adı geçen davalı hakkındaki dava husumetten reddedilmiş ise de, davacı taraf davalının görevinden ayrılabilen kişisel kusuruna dayalı olarak istemde bulunmuştur. Bu sebeple mahkemece işin esasına girilerek, davalının kişisel kusuru olup olmadığı belirlenerek, kişisel kusur varsa Anayasa'nın 129/5. maddesinin korumasından yararlanılamayacağı düşünülerek varılacak sonuca göre karar vermek gerekirken, davalı Ekrem Yalçın yönünden davanın husumetten reddi usul ve kanuna aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici sebeplere ve özellikle, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince memurların ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ait davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu'nun 15.11.2000 tarih ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 tarih ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 tarih ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 20.09.2006 tarih ve 2006/4-526 E. 2006/562 K.; 17.10.2007 tarih ve 2007/4-640 E. 2007/725 K. s. ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 31.10.2007 gününde, oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI Uyuşmazlık; memurlar ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı (idareye karşı dava açılmadan) haklarında doğrudan dava açılıp açılamayacağına ilişkindir. Dairemizce temyiz incelemesi yapılan bu tür davalar genellikle hastaların doktorlara yönelik yanlış veya hatalı tedavi iddialarından kaynaklanmakta olup somut olayda uyuşmazlık hatalı tedavi sebebiyle davalı doktor hakkında adli yargıda doğrudan doğruya tazminat davası açılıp açılamayacağı noktasındadır. Konu ile ilgili mevzuata bir göz atmak gerekirse; Anayasanın 125/son maddesinde "İdarenin eylem ve işlemlerinden doğan zarar ödemekle yükümlü oluğu", 129/5 maddesinde ise "Memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasanın gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği" hükümü yer almaktadır. 657 s. Devlet Memurları Yasası'nın "Kişilerin uğradıkları zararlar" başlıklı 13. maddesinde ise; Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemelerin amacı, kamu görevlisinin görevini yaparken baskı altında kalmaması yanında, zarar gören kişinin, ekonomik bakımdan gücü sınırlı olan kamu görevlisine değil, ödeme gücü yüksek olan kamu kurum ve kuruluşuna yönelme hakkı verilmesidir. Anayasa ve kanun hükümlerine göre kamu görevlileri hakkında olağan olan, asıl olan doğrudan idare aleyhine, idari yargıda dava açılmasıdır. Dairemizin uygulaması da bu yönde iken son yıllarda; gerek Anayasa gerekse yasadaki hükmün lafzına ve ruhuna aykırı bir yorumla, "hizmetten ayrılabilir kişisel kusur" biçiminde bir kavram benimsenerek ve açılan tüm davalarda davacı tarafın davalının kişisel kusuruna dayandığı farzedilerek kamu görevlileri aleyhine doğrudan adli yargıda dava açılması olağan hale getirilmiştir. Bu sebeple benzer olaylarda Anayasanın 129/5 maddesi ve bunun uygulama kanunu olan 657 s. Kanunun 13. maddesi hükümü uygulanmamaktadır. Bu tür davaların kanuni dayanağı olan Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ne diyor, bu hükümler gerçekten yoruma muhtaç mıdır? Anayasa Mahkemesinin 25.3.1975 tarihli, 1975/42 E. 1975/62 K. günlü bir kararında kamu personelinin ancak bilerek ve isteyerek yetkisini kötüye kullanması, görev ve yetki alanının sınırlarını aşması yada yönetimin işlev alanı dışına çıkması hallerinde sorumlu tutulabileceği belirtilmektedir. Anayasanın 129/5 maddesinin uygulama kanunu olan 657 S. Devlet Memurları Yasasının 13. maddesinin Meclis gerekçesi ise aynen şu şekildedir; Bu madde, kamu hukukuna tabi görevler bakımından idare edilenlere verilecek zararlar konusundaki sorumluluğu düzenlemektedir..." maddedeki teminat iki açıdan incelenmelidir; Her şeyden önce, idare edilenler lehine bir teminat mevcuttur. İdare edilenler, kamu hukukuna tabi görevler dolayısıyla kendilerine verilmiş olan zararlarda, doğrudan doğruya görev sahibi kurum aleyhine dava açabilecekler ve böylece asıl ödeme kabiliyeti olan bir davalı bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, özellikle büyük zararlar bakımından, davayı kazansalar bile, ödeme kabiliyeti olmayan bir memurla karşı karşıya kalmaları mümkündür. Halbuki maddedeki şekliyle, her zaman için karşılarında ödeme kabiliyetine sahip bir kurum bulabileceklerdir. İkinci teminat; memur, daha doğrusu "Kamu hukukuna tabi hizmetlerle görevli personel" bakımındandır. Bu gibi personel, görevlerini yerine getirirken, daimi bir tazminat tehdidi altında kalmayacaklar ve dolayısıyla kamu hizmetlerinin çok ağır görülmesi gibi bir sakıncayla karşılaşılmayacaktır. Ancak, daimi olarak ve ilk elden dava tehdidi altında bulunmamak, memurların tamamıyla sorumsuz hareket edebilecekleri biçiminde anlaşılmamalıdır. Bu madde ile memur, mütemadiyen mahkemelerde kendi aleyhine açılmış davalarla uğraşmaktan korunmuştur ama, görevleri dolayısıyla idareye vermiş olduğu zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu devam etmektedir. Uyuşmazlık Mahkemesinin; benzer bir olay sebebiyle verilen 5.6.2006 tarihli, 2006/26 Esas, 2006/75 s. kararının gerekçesinde de Anayasanın 129/5 maddesi uygulaması ile ilgili olarak şu açıklamalara yer verilmektedir; "Bu düzenleme ile, memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı yada haksız olarak yargı mercilerinin önüne çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış; aynı zamanda zarara uğrayan kişi bakımından, memurlar veya sair kamu görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir sorumlu (idare) muhatap kılınmıştır. Buna göre kural olarak kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan, hizmet kusuru esasına dayanılarak idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili kanun kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak sorumlu personeline rücu edebilecektir. Buna karşılık kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin yukarda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığı... belirtilmelidir..." Hasta, tedavi olmak üzere doktora başvurmakla, bir "vekalet ilişkisi" kurulmuş olacağından normal şartlarda doktor ile hasta arasındaki uyuşmazlıklarda vekalet sözleşmesi hükümleri geçerlidir. Kamuya ilişkin sağlık kuruluşlarındaki doktor ve sair sağlık personeli kamu görevlisi olduğundan, hastaya zarar verilmesi halinde ise "hizmet kusuru" söz konusu olur. Kamu görevlisinin ancak zarar verme kastıyla kin, garez, husumet, kıskançlık, intikam vb. duyguların etkisiyle yaptığı işlem ve eylemlerinde kişisel kusuru olabilir. Ayrıca idare adına işlem yapan kamu görevlisinin bunlar dışında emredici kanun kurallarına ve hukuka açıkça karşı durması, anayasa ve kanun kuralları ile emredici ve bağlayıcı temel hukuk ilkelerine aykırı davranması da kişisel kusurunu oluşturur. Öğretide kişisel kusurun tanımı şu biçimde yapılmaktadır; "kamu görevlisinin görevini yerine getirirken, idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu sebeple idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya kamu görevlisinin şahsına isnat edilen ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı" olaraktanımlanmaktadır. (R.Sarıca-İdari Kaza, İst. 1941 s.389, H. Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Ank. 1961-S.142) Dairemiz çoğunluğunun; tüm kamu görevlilerinin hizmetten ayrılabilir bir kişisel kusuru olabileceği ve tüm davalarda davacı tarafça davalının kişisel kusuruna dayanıldığı, şeklindeki kabulü sonucu Anayasanın 129/5 maddesi ve bunun uygulama kanunu olan 657 s. Kanunun 13. maddesinin tamamen uygulama dışı bırakıldığı görülmektedir. Yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yürürlükte olduklarına göre mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Uygulamama gerekçesi olarak yasa koyucunun bu Anayasa ve kanun hükümlerini hasbelkader vaaz ettiğini söyleyebilir miyiz? Veyahut da; doktorların veya genel olarak kamu görevlilerinin adli yargıda yargılanmalarının daha teminatlı veya idari yargıda yargılanmalarının sakıncalı olacağını ileri sürebilir miyiz? O halde, Anayasanın 129/5 maddesi ne zaman, hangi hallerde uygulanacaktır? Yukarıda özetlemiş olduğum 657 s. Yasanın meclis gerekçesine göre olağan olan kamu görevlileri aleyhine değil doğrudan idare aleyhine dava açılmasıdır. Kamu görevlisi aleyhine açılan davaların husumet yönünden reddi gerekir. Açıklanan kanun hükümleri karşısında kamu görevlisinin az veya çok kusurlu olup olmamasının, ceza mahkemesinde yargılanması hatta mahkum olmasının dahi öneminin olmaması gerekir. Hizmet kusuru sebebiyle kusuru ağır olsa dahi kamu görevlisi aleyhine adli yargıda dava açılamaz. Kamu görevlisinin ancak açık ve kolayca hizmetten ayrılabilen kişisel bir eylemi ile zarar vermesi hallerinde; örneğin bir doktorun görevi sırasında kişisel bir alacak verecek meselesi sebebiyle bir kişiyi yaralaması veya öldürmesi gibi durumlarda adli yargıda aleyhine dava açılabilmelidir. Somut olayda veya benzer olaylarda; uzun yıllar büyük fedakarlıklara katlanarak tıpkı askeri bir disiplin ve hiyerarşi içinde Tıp eğitimi almış, yıllarca ihtisas yapmış, sırf insanları sağlığına kavuşturabilme gibi kutsal bir görevi ifa etmeye çalışan doktorların her olayda kişisel kusuru olduğu biçiminde bir ön yargı ile sorumlulukları yoluna gidilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Anayasal ve kanuni teminat altında bulunmalarına rağmen bu biçimde sürekli dava ve tazminat tehdidi altında kalan kamuda çalışan doktorlar veya sair kamu görevlileri verimli olarak çalışamayacak ve hizmetlerin aksaması kaçınılmaz olacaktır. Sonuç olarak; Anayasa'nın 129/5. maddesi ile 657 s. Kanunun 13. maddesinin açık, net ve emredici hükümü karşısında; kamu hizmeti sırasında üçüncü kişilere zarar verilmesi hallerinde hizmetten kaynaklanan bir zarar verilmiş ise davanın mutlaka idareye karşı açılması, Kamu görevlisi aleyhine adli yargıda açılacak davaların husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekir. Ancak kamu görevlisinin hizmeti ile ilgisi olmayan kişisel bir eylemi ile zarar verilmesi hallerinde kamu görevlisi aleyhine adli yargıda açılacak davalar esastan incelenebilir. Bu sebeple sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. Kaynak: Corpus Arşiv HGK-912 [Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı] |
16-02-2009, 16:43 | #5 |
|
T.C.
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 2008/4-156 Karar: 2008/140 Tarih: 20.02.2008 ÖZET: Memurların ve sair kamu görevlilerinin kişisel kusurlarına dayanılarak açılan davalar, Anayasa'nın 129/5 fıkrasının kapsamı içerisinde düşünülemez. Anılan maddede ve 657 s. Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesinde, kamu görevlisinin, kanuni çerçeve içerisinde kalmak koşulu ile, yetkisini kullanma durumunda üçüncü kişilere verilen zararlarda öncelikle idare aleyhine dava açılabileceği öngörülmüştür. Somut olayda davacı, davalıların salt kişisel kusuruna dayanmıştır. Dava konusu edilen eylemden dolayı davacının uğradığı zararın davalının kişisel kusuru sonucu gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek ve varılacak sonuca göre karar vermek gerekir. (2709 sayılı Anayasa. m. 129) (657 sayılı DMK. m. 13) (818 sayılı BK. m. 41) KARAR METNİ: YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Uşak Asliye 2.Hukuk Mahkemesince dava dilekçesinin görev yönünden reddine dair verilen 14.12.2004 tarih ve 2004/138-427 s. kararın tetkiki davacı vekili ve bir kısım davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 29.05.2006 tarih ve 2005/7959-6252 s. ilamı ile; (.....1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla kanuna uygun gerektirici sebeplere göre davacının davalı Kocatepe Üniversitesi Rektörlüğü hakkında yerinde görülmeyen temyiz itirazları reddedilmelidir. 2- Davalılar Şan Öz-Alp ve Adnan Şişman hakkındaki hüküm bölümüne yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız eylemden doğan manevi zararın tazminine ilişkindir. Mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmiştir. Memurların ve sair kamu görevlilerinin kişisel kusurlarına dayanılarak açılan davalar, Anayasa'nın 129/5 fıkrasının kapsamı içerisinde düşünülemez. Anılan maddede ve 657 s. Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesinde, kamu görevlisinin, kanuni çerçeve içerisinde kalmak koşulu ile, yetkisini kullanma durumunda üçüncü kişilere verilen zararlarda öncelikle idare aleyhine dava açılabileceği öngörülmüştür. Somut olayda davacı, davalıların salt kişisel kusuruna dayanmıştır. Dava konusu edilen eylemden dolayı davacının uğradığı zararın davalının kişisel kusuru sonucu gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek ve varılacak sonuca göre karar vermek gerekirken, anılan davalılar yönünden de görevsizlik kararı verilmiş olması doğru değildir. Öte yandan adı geçen davalılar gerçek kişi olup gerçek kişiler aleyhine idari yargı yerinde dava açılamaz. Bu yönünde gözetilmemiş olması ayrı bir bozma nedenidir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDENLER : 1- Davacı vekili 2- Davalılar Adnan Şişman ve Şan Öz Alp vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici sebeplere ve özellikle, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince memurların ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ait davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; davalılardan üniversite hakkında kararın kesinleşmiş olmasına; Hukuk Genel Kurulu'nun 15.11.2000 tarih ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 tarih ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 tarih ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 20.09.2006 tarih ve 2006/4-526 E. 2006/562 K.; 17.10.2007 tarih ve 2007/4-640 E. 2007/725 K.; 31.10.2007 tarih ve 2007/4-800 esas, 2007/797 karar s. ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekili ile davalılar Adnan Şişman ve Şan Öz Alp vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 20.02.2008 gününde, oyçokluğu ile karar verildi. Kaynak: Corpus Arşiv [Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı] |
16-02-2009, 16:44 | #6 |
|
T.C.
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 2007/4-640 Karar: 2007/725 Tarih: 17.10.2007 KARAR METNİ: YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 4.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.05.2006 tarih ve 2005/305-2006/131 s. kararın tetkiki Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 25.09.2006 tarih ve 2005/9398-2006/9766 s. ilamı ile; (...Dava, haksız eylem sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur. Davacı, davalının yanlış tedavi uygulaması sebebiyle eşinin ölümüne neden olduğunu ileri sürmüş; mahkemece, davanın Sağlık Bakanlığı'na karşı açılması gerektiği; davalıya husumet yöneltilemeyeceği gerekçe gösterilerek yazılı biçimde karar verilmiştir. Anayasa m. 129/5'de, memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa'nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının tanı ve tedavide hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. O nedenle, Anayasa m.129/5 hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi; davalının kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, yazılı biçimde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici sebeplere ve özellikle, Anayasanın 129/5 maddesi gereğince memurların ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ait davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu'nun 15.11.2000 tarih ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 tarih ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 tarih ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 20.09.2006 tarih ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. S. ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 17.10.2007 gününde, oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI Uyuşmazlık yargı yolu noktasında toplanmaktadır. I- MADDİ OLGU: Davacının eşi reflü hastalığı sebebiyle davalı doktorun hastasıdır. Eş kalp krizinden ölmüştür. Davacının iddiası davalı doktorun uyarma görevini yapmaması. Davacı davalı doktoru dava etmiştir. Doktor Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir hastanede çalışmaktadır. Kişisel kusura dayanarak maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Yerel mahkeme davanın idareye yöneltilmesi ve idari yargı yerinde görülmesi gereğini vurgulayarak yargı yolu açısından davayı reddetmiştir. Yüksek özel idare açıkça kişisel kusura dayanılması sebebiyle adli yargıyı görevli saymıştır. Yargıtay Genel Kurulu çoğunluk düşüncesi istemini bozmuştur. II- ANALİTİK YAKLAŞIM: 1- Davalı doktorun kamu görevlisi olduğu konusunda tartışma bulunmamaktadır. 2- Kamu görevlisinin görevinden ayrılmaz nitelikteki kusuru hizmet kusurudur. 3- Kişisel kusur, kamu görevlisinin görevinden ayrılabilir ve görevine kendisini yabancı kılan kusur kişisel kusurdur. Kişisel kusur üçe ayrılır. a- Saf Kişisel Kusur: Kamu görevlisinin özel hayatında işlediği kusurlar kişisel kusurdur. Örneğin kamu görevlisinin özel otosuyla kaza yapması. b- Aşırılıklar: Görevin içerisinde olmakla birlikte aşırı davranışlar. Örneğin bir polisin suçluyu dövmesi. c- Kamu görevlisinin görevi dolayısıyla işlediği kusurlar: aa- Hizmetin ifası vesilesiyle Örneğin kamu görevlisi bir göreve gitmek için aracı alır, fakat ailesini ziyaret eder o sırada kaza yapması, bb- İdarenin kamu görevlisine verdiği araçlar ile Örneğin bir polisin görev silahını arkadaşlarına gösterilen silahın patlayarak yaralamaya sebebiyet vermesidir. (Ayrıntı için bkz Gözler, Kemal, İdare Hukuku Dersleri, Bursa 2002, s.612, 613) 4- Sorumlulukların Birleşmesi İlkesi, eğer bir eylemde hem idarenin hem kamu görevlisinin kusuru var ise sorumluluklar birleşir. Ancak, tazminatlar birleşmez. Çünkü aynı eylemden dolayı iki kez tazminattan yararlanılamaz. Bu da "tazminatların birleşmemesi ilkesidir." Ancak zarar gören kişi adli yargıda kamu görevlisine dava açmış kamu görevlisi zararı karşılayamaz ise idareye karşı idari yargıda dava açar. Bu ilke Türk pozitif hukuku açısından uygulanamaz. Çünkü mevcut normatif düzenlemeler Anayasa m/29/5 ve Devlet Memurları Yasası m. 13 bunda imkan vermez. III- ÇÖZÜM: Kişisel kusur (II/3)'de belirtilen durumlar olayımızda bulunmamaktadır. Sorumlulukların birleşmesi kural olarak hukukumuzda yoktur. Tek bir sorumluluk vardır. O da idarenin sorumluluğudur. Davacı idareye karşı tam yargı davası açacaktır. İdare memurunun kusuru var ise ona rücu edecektir. Davaların şahsi kusur kavramı altında ancak gerçekte hizmet kusuru sebebiyle açılan davanın Adli Yargıda görülmesi öncelikle kamu görevlisini görev yaparken duraksatır, isteksizleştirilir. Önemli olaylarda sorumluluktan kaçmasına yol açar. Sair yandan çoğunluk görüşünün bilimsel açıdan tartışmayı sona erdiren bir çözüm yolu olacağı düşüncesinde de değilim. Yerel mahkeme kararı onanmalı görüşündeyim. KARŞI OY YAZISI Uyuşmazlık; memurlar ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı (idareye karşı dava açılmadan) haklarında doğrudan dava açılıp açılamayacağına ilişkindir. Dairemizce temyiz incelemesi yapılan bu tür davalar genellikle hastaların doktorlara yönelik yanlış veya hatalı tedavi iddialarından kaynaklanmakta olup somut olayda uyuşmazlık hatalı tedavi sebebiyle davalı doktor hakkında adli yargıda doğrudan doğruya tazminat davası açılıp açılamayacağı noktasındadır. Konu ile ilgili mevzuata bir göz atmak gerekirse; Anayasanın 125/son maddesinde "İdarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü oluğu", 129/5 maddesinde ise "Memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasanın gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği" hükümü yer almaktadır. 657 s. Devlet Memurları Yasası'nın "Kişilerin uğradıkları zararlar" başlıklı 13. maddesinde ise; Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemelerin amacı, kamu görevlisinin görevini yaparken baskı altında kalmaması yanında, zarar gören kişinin, ekonomik bakımdan gücü sınırlı olan kamu görevlisine değil, ödeme gücü yüksek olan kamu kurum ve kuruluşuna yönelme hakkı verilmesidir. Anayasa ve kanun hükümlerine göre kamu görevlileri hakkında olağan olan, asıl olan doğrudan idare aleyhine, idari yargıda dava açılmasıdır. Dairemizin uygulaması da bu yönde iken son yıllarda; gerek Anayasa gerekse yasadaki hükmün lafzına ve ruhuna aykırı bir yorumla, "hizmetten ayrılabilir kişisel kusur" biçiminde bir kavram benimsenerek ve açılan tüm davalarda davacı tarafın davalının kişisel kusuruna dayandığı farzedilerek kamu görevlileri aleyhine doğrudan adli yargıda dava açılması olağan hale getirilmiştir. Bu sebeple benzer olaylarda Anayasanın 129/5 maddesi ve bunun uygulama kanunu olan 657 s. Kanunun 13. maddesi hükümü uygulanmamaktadır. Bu tür davaların kanuni dayanağı olan Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ne diyor, bu hükümler gerçekten yoruma muhtaç mıdır? Anayasa Mahkemesinin 25.3.1975 tarihli, 1975/42 E. 1975/62 K. Günlü bir kararında kamu personelinin ancak bilerek ve isteyerek yetkisini kötüye kullanması, görev ve yetki alanının sınırlarını aşması yada yönetimin işlev alanı dışına çıkması hallerinde sorumlu tutulabileceği belirtilmektedir. Anayasanın 129/5 maddesinin uygulama kanunu olan 657 S. Devlet Memurları Yasasının 13. maddesinin Meclis gerekçesi ise aynen şu şekildedir; Bu madde, kamu hukukuna tabi görevler bakımından idare edilenlere verilecek zararlar konusundaki sorumluluğu düzenlemektedir..."Maddedeki teminat iki açıdan incelenmelidir; Her şeyden önce, idare edilenler lehine bir teminat mevcuttur. İdare edilenler, kamu hukukuna tabi görevler dolayısıyla kendilerine verilmiş olan zararlarda, doğrudan doğruya görev sahibi kurum aleyhine dava açabilecekler ve böylece asıl ödeme kabiliyeti olan bir davalı bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, özellikle büyük zararlar bakımından, davayı kazansalar bile, ödeme kabiliyeti olmayan bir memurla karşı karşıya kalmaları mümkündür. Halbuki maddedeki şekliyle, her zaman için karşılarında ödeme kabiliyetine sahip bir kurum bulabileceklerdir. İkinci teminat; memur, daha doğrusu "Kamu hukukuna tabi hizmetlerle görevli personel" bakımındandır. Bu gibi personel, görevlerini yerine getirirken, daimi bir tazminat tehdidi altında kalmayacaklar ve dolayısıyla kamu hizmetlerinin çok ağır görülmesi gibi bir sakıncayla karşılaşılmayacaktır. Ancak, daimi olarak ve ilk elden dava tehdidi altında bulunmamak, memurların tamamıyla sorumsuz hareket edebilecekleri biçiminde anlaşılmamalıdır. Bu madde ile memur, mütemadiyen mahkemelerde kendi aleyhine açılmış davalarla uğraşmaktan korunmuştur ama, görevleri dolayısıyla idareye vermiş olduğu zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu devam etmektedir. (......) Uyuşmazlık Mahkemesinin; benzer bir olay sebebiyle verilen 5.6.2006 tarihli, 2006/26 Esas, 2006/75 s. kararının gerekçesinde de Anayasanın 129/5 maddesi uygulaması ile ilgili olarak şu açıklamalara yer verilmektedir; "Bu düzenleme ile, memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı yada haksız olarak yargı mercilerinin önüne çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış; aynı zamanda zarara uğrayan kişi bakımından, memurlar veya sair kamu görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir sorumlu (idare) muhatap kılınmıştır. Buna göre kural olarak kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan, hizmet kusuru esasına dayanılarak idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili kanun kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak sorumlu personeline rücu edebilecektir. Buna karşılık kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin yukarda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığı ... belirtilmelidir..." Hasta, tedavi olmak üzere doktora başvurmakla, bir "vekalet ilişkisi" kurulmuş olacağından normal şartlarda doktor ile hasta arasındaki uyuşmazlıklarda vekalet sözleşmesi hükümleri geçerlidir. Kamuya ilişkin sağlık kuruluşlarındaki doktor ve sair sağlık personeli kamu görevlisi olduğundan, hastaya zarar verilmesi halinde ise "hizmet kusuru" söz konusu olur. Kamu görevlisinin ancak zarar verme kastıyla kin, garez, husumet, kıskançlık, intikam vb. duyguların etkisiyle yaptığı işlem ve eylemlerinde kişisel kusuru olabilir. Ayrıca idare adına işlem yapan kamu görevlisinin bunlar dışında emredici kanun kurallarına ve hukuka açıkça karşı durması, anayasa ve kanun kuralları ile emredici ve bağlayıcı temel hukuk ilkelerine aykırı davranması da kişisel kusurunu oluşturur. Öğretide kişisel kusurun tanımı şu biçimde yapılmaktadır; "kamu görevlisinin görevini yerine getirirken, idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu sebeple idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya kamu görevlisinin şahsına isnat edilen ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı" olarak tanımlanmaktadır. (R.Sarıca-İdari Kaza, İst. 1949 s.389, H. Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Ank. 1961-s.142) Dairemiz çoğunluğunun; tüm kamu görevlilerinin hizmetten ayrılabilir bir kişisel kusuru olabileceği ve tüm davalarda davacı tarafça davalının kişisel kusuruna dayanıldığı, şeklindeki kabulü sonucu Anayasanın 129/5 maddesi ve bunun uygulama kanunu olan 657 s. Kanunun 13. maddesinin tamamen uygulama dışı bırakıldığı görülmektedir. Yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yürürlükte olduklarına göre mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Uygulamama gerekçesi olarak yasa koyucunun bu Anayasa ve kanun hükümlerini hasbelkader vaaz ettiğini söyleyebilir miyiz? Veyahut da; doktorların veya genel olarak kamu görevlilerinin adli yargıda yargılanmalarının daha teminatlı veya idari yargıda yargılanmalarının sakıncalı olacağını ileri sürebilir miyiz? O halde, Anayasanın 129/5 maddesi ne zaman, hangi hallerde uygulanacaktır? Yukarıda özetlemiş olduğum 657 s. Yasanın meclis gerekçesine göre olağan olan kamu görevlileri aleyhine değil doğrudan idare aleyhine dava açılmasıdır. Kamu görevlisi aleyhine açılan davaların husumet yönünden reddi gerekir. Açıklanan kanun hükümleri karşısında kamu görevlisinin az veya çok kusurlu olup olmamasının, ceza mahkemesinde yargılanması hatta mahkum olmasının dahi öneminin olmaması gerekir. Hizmet kusuru sebebiyle kusuru ağır olsa dahi kamu görevlisi aleyhine adli yargıda dava açılamaz. Kamu görevlisinin ancak açık ve kolayca hizmetten ayrılabilen kişisel bir eylemi ile zarar vermesi hallerinde; örneğin bir doktorun görevi sırasında kişisel bir alacak verecek meselesi sebebiyle bir kişiyi yaralaması veya öldürmesi gibi durumlarda adli yargıda aleyhine dava açılabilmelidir. Somut olayda veya benzer olaylarda; uzun yıllar büyük fedakarlıklara katlanarak tıpkı askeri bir disiplin ve hiyerarşi içinde Tıp eğitimi almış, yıllarca ihtisas yapmış, sırf insanları sağlığına kavuşturabilme gibi kutsal bir görevi ifa etmeye çalışan doktorların her olayda kişisel kusuru olduğu biçiminde bir ön yargı ile sorumlulukları yoluna gidilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Anayasal ve kanuni teminat altında bulunmalarına rağmen bu biçimde sürekli dava ve tazminat tehdidi altında kalan kamuda çalışan doktorlar veya sair kamu görevlileri verimli olarak çalışamayacak ve hizmetlerin aksaması kaçınılmaz olacaktır. Sonuç olarak; Anayasa'nın 129/5. maddesi ile 657 s. Kanunun 13. maddesinin açık, net ve emredici hükümü karşısında; kamu hizmeti sırasında üçüncü kişilere zarar verilmesi hallerinde hizmetten kaynaklanan bir zarar verilmiş ise davanın mutlaka idareye karşı açılması, Kamu görevlisi aleyhine adli yargıda açılacak davaların husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekir. Ancak kamu görevlisinin hizmeti ile ilgisi olmayan kişisel bir eylemi ile zarar verilmesi hallerinde kamu görevlisi aleyhine adli yargıda açılacak davalar esastan incelenebilir. Bu sebeple sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. Kaynak: Corpus Arşiv [Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı] |
16-02-2009, 16:56 | #7 |
|
T.C. YARGITAY
4.Hukuk Dairesi Esas: 2007/12673 Karar: 2007/13588 Karar Tarihi: 05.11.2007 ÖZET: Davalının hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. O nedenle, Anayasa'nın 129/5. maddesi hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi; davalının kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Ayrıca dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekir. (2709 S. K. m. 129) (2577 S. K. m. 2, 11) Davacı, Ergun K. vekili Avukat Ahmet E. tarafından, davalı Gönül Z. ve Sağlık Bakanlığı aleyhine 10.08.2005 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; mahkemenin görevsizliğine dair verilen 10.11.2005 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1- Davacının davalı Gönül Z.’e yönelik temyizi yönünden; Dava, haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davalı Gönül Z. Yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı Bakanlık yönünden ise mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir. Karar davacı tarafça temyiz edilmiştir. Davacı, davalı Gönül Z.’in dikkatsiz ve özensiz şekilde yaptığı iğne sonucu, ayağında oluşan sinir zedelenmesi nedeniyle sakat kaldığını iddia ederek iş güç kaybı ve manevi tazminatın tahsilini istemiştir. Mahkemece, davanın idare aleyhine karşı açılması gerektiği davalıya husumet yöneltilemeyeceği gerekçe gösterilerek yazılı şekilde karar verilmiştir. Anayasa'nın 129/5. maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki bu kural mutlak olmayıp idari yetkilerin kullanılma alanı ile eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin Anayasanın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. O nedenle, Anayasa'nın 129/5. maddesi hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir. Nitekim, bu hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2007 tarihli, 2007/4-640 Esas, 725 Karar ve 31.10.2007 tarihli 2007/4-800 Esas, 797 Karar sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi; davalının kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir. 2- Davacın davalı Sağlık Bakanlığı'na yönelik temyiz istemine gelince; İdari Yargılama Usul Yasası'nın 2. maddesinde hangi işlerin idari yargı yerinde bakılacağı belirtildikten sonra aynı yasanın 11. maddesinde idari yargı yerine başvurmanın yöntem ve usulü de hüküm altına alınmıştır. Anılan yasa maddesi gözetildiğinde, mahkemenin talep halinde ve dosya kesinleştiğinde Kastamonu İdare Mahkemesine gönderilmesine ilişkin kararının bu maddeye aykırı olduğu açıktır. Şu halde, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar vermek gerekirken, gönderme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda 1 ve 2 nolu bentlerde açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 05.11.2007 gününde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY YAZISI Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma kararının 1. bendine katılmıyoruz. (¤¤) (KAYNAK: Av. Ahmet EREN) Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları |
16-02-2009, 19:40 | #8 |
|
Yanlış İğne
Sayın PEKSÜSLÜ ve sayın DELİGÖZ verdiğiniz yanıtlar ve içtihatlar için çok teşekkürl ederim.Saygılarımı sunarım. İyi çalışmalar sizlere.
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Mal Beyaninda Bulunmamadan Dolayi YanliŞ KİŞİnİn Hapİs Yatmasi | avzeynepcan | Meslektaşların Soruları | 9 | 23-07-2008 15:54 |
Ayni Konuda Ayni YanliŞ Dava | MASSAN | Meslektaşların Soruları | 3 | 02-01-2008 17:59 |
Uyap e-takip'te FAİZ ORANLARI YANLIŞ | Av. Süleyman Emre Ötün | Hukuk ve Bilgisayar Yazılımları | 2 | 27-11-2007 09:14 |
Acİl YanliŞ Şİrkete Dava AÇilmasi | Seher | Meslektaşların Soruları | 4 | 17-11-2007 22:15 |
YanliŞ Adres Ve Beyan | avukat1980 | Meslektaşların Soruları | 1 | 13-07-2007 13:28 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |