Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

BK 55-100, Seçimlik Hak, HUMK

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 09-12-2007, 21:13   #1
Adli Tip

 
Varsayılan BK 55-100, Seçimlik Hak, HUMK

Değerli Meslektaşlarım;

Sorum Trafik Kazasından dolayı açılan bir tazminat davasıyla ilgili.
Dava, BK 55 ve 100'ün tartışılması, değerlendirilmesi gereken bir dava. Dava dilekçesinde bunlara değinilmemiş. Cevap dilekçesinde, Davalının BK 55 ve 100'e göre sorumlu olamayacağı izah edilmiş.
Davacı da cevaba cevap dilekçesinde, açıkça "zaten BK 55'ten sorumlu olduğunu iddia etmediklerini, BK 100'e göre sorumluluk olduğunu" belirtiyor.

Bu duruma rağmen Davalının BK 55 dolayısıyla sorumlu tutulması mümkün müdür?

Doktrinde, her iki yasanın da şartları oluşursa, zarar görenin hem BK 55 hem de BK 100'e göre talepde bulunabileceği görüşü hakim. Burada alacaklının bir yasa maddesine özellikle dayanmaması nasıl bir hukuki sonuç doğurur?

Zira, HUMK gereği Hakim, vakıalarla bağlı olup hukuki gerekçelerle bağlı değildir ama yinde taraflardan birisinin bu beyanının hukuki sonucu konusunda fikirlerinize başvurmak istedim.

Saygılarımla,
Old 09-12-2007, 21:44   #2
korayoz

 
Varsayılan

tarafların vakıaları ileri sürmesi yeterlidir. hukuk kuralını hakim belirler. nasıl kişi vakıları ileri sürerken yanlış hukuk kurallarına dayanması hakimi bağlamıyorsa açıkça bu kanun hükmüne dayanmıyoruz demekte hakimi bağlamıyacaktır. sonuçta bu konudada hata yapıyor olabilir.
Old 09-12-2007, 21:56   #3
Adli Tip

 
Varsayılan

Sn.Korayöz;

Öncelikle cevabınız için teşekkür ederim.
Tarafların (ve taraf vekillerinin) İlgili yasa maddeleriyle ilgili beyanları, o maddelerin içeriğine ilişkin beyanlar olarak kabul edilemez mi?
Şöyle örnekleyeyim; BK 55 için, kusurlu şarttır diyorsunuz, karşı taraf da, "ben zaten 55'e değil 100 dayanıyorum" kusursuz eylemlerden de sorumlusun diyor. Burada, kusur olmadığının KABULÜ anlamı çıkmaz mı?
Old 09-12-2007, 22:09   #4
ali ekmekçi

 
Varsayılan

BK 55 de beklenmeyen durumlar açısından da sorumluluk olmasına rağmen kusur şart değil ....Bence de tarafın seçimlin hakkıyla nitelemesinden ziyade hakim olayın oluş tarzı ve kusur isnadına göre 55 ya da 100 sorumluluğunu niteleyecektir.Bu durumda olayın oluş şekli önemli olmaktadır.
Old 09-12-2007, 22:13   #5
korayoz

 
Varsayılan

bk 55 in uygulanmasında kusur aranmaz ancak kurtuluş kanıtı getirilebilir (her türlü dikkat ve özenin gösterilmesi). bk 100 sözleşmeden doğan sorumluluk halidir. burada yardımcı şahsın kusuru aynen işverenin kusuru gibi değerlendirilir. eğer o kusursuzsa işverende kusursuzdur. yani bk 55 de yardımcı şahıs kusursuzda olsa işveren sorumlu olabilirken bk 100 de işverenin kusuru yardımcı şahsa bağlıdır o kusursuz ise kendiside kusursuzdur. doktrinde ikisinide kusursuz sorumluluk hali olarak değerlendirenler olduğu gibi bk 100 ü kusur sorumluluğu olarak kabul edenlerde vardır. olayı biraz daha açabilirseniz daha çok yardımcı olabilirim.
Old 09-12-2007, 23:01   #6
Adli Tip

 
Varsayılan

Değerli Meslektaşlarım;

Verdiğim örnek pek yerinde olmamış anlaşılan. BK55 ve 100 arasındaki farkları tekrarlamanın verdiği verdiği kafa karışıklığı, ve THS'de yazılanların karşı tarafça, hakimce okunduğu düşüncesinin baskısıyla iyi bi örnek veremedim

Olayda, zarar görenle müvekkilim arasında bir sözleşme yok. Yani zarar gören 3. kişi. Bu sebeple, ben de cevap dilekçesinde, BK 55 uygulanamayacağına ilişkin beyanlar yazıdım. Karşı taraf da, BK 100'den dolayı sorumlusun demiş. Bence BK 100 zaten uygulanmaz, çünkü arada sözleşme yok.
Old 09-12-2007, 23:04   #7
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

HMUK 76 : "Hakim resen Türk Kanunları mucibince karar verir" (Jura novit curia : Kanun,Mahkemece bilinir; Da mihi factum, dabo tibi jus : Olayı izah et ki hükmü vereyim)

Türk Usul hukukunda dava sebebi "maddi vakıalar" dır.

Taraflar dilekçelerinde hukuki sebepleri göstermek ve davanın türünü açıklamakla yükümlü olsalar da, aksinin yapılması dilekçenin veya davanın reddini gerektirmez.Davanın nitelendirilmiş olması hakimi bağlamaz.

Ne var ki tartışma, "hakların telahuku" durumunda ortaya çıkmaktadır.İki genel hükümün ikisi de maddi vakıaya uygulanabilir olduğunda, hakim hangisine göre karar verecektir?

Aşağıdaki İBK'na göre, hukuki gerekçe kesin olarak ve açıkça gösterilmemişse, davacının kendi lehine olan hükme dayanmış olduğu farzedilir.

Kuru'ya göre, mütelahik bir davada davacı kanun hükümlerinden hangisine dayandığını açık ve kesin olarak göstermiş olsa bile, hakimin bununla bağlı olmadığı ve davacı için lehe olanı tatbik etmesi gerekir.(Kuru, HMUK, s.950 vd)

Hirş'e göre, hakimin kural gereği tarafların iddia ve savunması ile bağlılığı prensibinden "kraldan ziyade kralcı" olarak yarışan haklarda hangisinin daha fazla davacının yararına olacağını incelemesi ve hele bunu yapmakla mükellef olması doğru değildir.(Pratik Hukukta Metot, Hirş & Çernis, 3 Baskı, sy. 20 vd)


Bu görüşlerden hareketle, davacının "kesin ve açık olarak" bir hukuki ilişkiye dayanmış olduğu olayda, hakimin iddia ile bağlı olmasından hareketle BK 100'e göre hüküm kurması gerektiğini düşünüyorum.Eğer davacı her ikisine de dayansa veya tam tersine hiçbir hukuki niteleme yapmasa idi, hakim davacının yararına olan maddeyi uygulamalıydı.

Bu arada belirtilmelidir ki, hernekadar BK 55 zamanaşımı açısından daha elverişsiz ve kurtuluş beyyinesi getirilme imkanı sunsa da, BK 100'de asıl borçlu ile alacaklı arasında "sorumsuzluk anlaşması" (yardımcının ağır ihmali ve kastı dahil) öngörülmüş olabilir.(Av. Hilal Kömürlü, Adam Çalıştıranın Sorumluluğu, THS)


Kolaylıklar Dilerim

Son Mesaj Sonrası Düzeltme : Uygar Bey, Sözleşme ilişkisi olmadığını belirttiğine göre, Hakimin incelemsini BK 100'e hasretmesi, sözleşmesel ilişki olmadığından davayı reddi cihetine gitmesi gerekir diye düşünüyorum.Bu durumda da yardımcı kişinin -zamanaşımı dikkate alınarak- BK 41 mesuliyeti devam edecektir.



Alıntı:
T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1958/15
K. 1958/6
T. 4.6.1958

.... hadisede kanunun iki hükmünün dahi tatbiki mümkün bulunan hallere hukuk dilinde ( Hakların telahuku ) denilmektedir. Böyle bir halin kabulü için tatbiki mümkün görünen hükümlerden birisinin diğerine göre hususi hüküm mahiyetinde bulunmaması şarttır. Çünkü umumi hükümle hususi hüküm karşılaşdığı zaman, hadiseye ancak hususi hükmün tatbik olunabilmesi, hukukun umumi kaidelerindendir. Her ne kadar Medeni Kanundaki 906 ile 908. maddeler hükümleri, zilyedin elindeki malın hak sahibine geri verilmesi halinin hukuki neticelerini tanzim etmek üzere kanuna konulmuş ise de ne kanunun metninden, ne de kanunun metninden, ne de gerektirici sebepler layihasından, hakiki mal sahibine malın geri verilmesi halinin neticelerine kanunun başka hükümlerinin tatbik olunamayacağı manası çıkmamaktadır. Esasen bir durum için kanunda ayrıca hüküm konulmuş olması, o durum hakkındaki hükmün kabul ettiği neticeleri doğuracak olan başka hükümlerin dahi o duruma tatbik olunmasına engel sayılmamaktadır. Nitekim; satılan malın ayıplı olması halinde Borçlar Kanununun 203. maddesi uyarınca aktin feshi istenebileceği gibi Borçlar Kanununun 24. maddesinin 4. bendi hükmünce vasıfta yanılma esasına dayanılarak da aktin feshi cihetine gidilebilir ( Federal Mahkemenin 56 2 ve 427 deki kararının gerektirici sebepleri 3 ). Buna ve 1 ve 2. bentlerde açıklanan sebeplere göre, zilyedin kötüniyetli olması halinde toplamış olduğu kiraları mal sahibi, Medeni Kanunun 908. maddesi hükmünce zilyetten isteyebileceği gibi Borçlar Kanununun 414. maddesinin birinci cümlesi hükmünce de isteyebilecektir yani hakiki zilyedin isteğinde, hakların telahuku durumu gerçekleşmiş bulunacaktır.


Hak sahibinin, malı elinde bulundurandan kiraları istediği zaman Medeni Kanunun 908. maddesine veya Borçlar Kanununun 414. maddesine dayanmış olması mümkün olduğu gibi, herhangi bir kanuni sebep göstermemiş olması da mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 74 ve 75. maddeleriyle 76. maddesi hükümleri karşılaştırılınca hakimin bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve neticei taleplerle bağlı olup dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukuki tasvirleriyle bağlı olmadığı ve kanunları resen tatbik ederek iddia ve müdafaadaki neticei talepleri karara bağlamakla mükellef bulunduğu neticesine varılır. Burada söz konusu olan bir davada, hangi hükme dayandığını kesin olarak ve açıkça göstermemiş olduğu hallerde davacının müruruzaman bakımından kendi lehine netice verecek olan kanun hükmüne dayanmak isteyeceği haklı olarak farzedilebileceğinden, davanın Borçlar Kanununun 414. maddesine dayanan bir dava olarak kabulü yerinde olacaktır. O halde, kira parasının malı elinde bulundurandan alınarak hak sahibine verilmesi davası, tereddüt halinde, Borçlar Kanununun 414. maddesi hükmünce dayanan bir dava olarak mahkemece tavsif edilecektir. Bununla beraber, hak sahibi, zilyedin yapmış muamelelere icazet vermiş olduğunu bildirerek dava açmış olursa o zaman hadisede Medeni Kanunun 908. maddesi veya Borçlar Kanununun 414. maddesi hükmü değil, adı geçen kanunun 415. maddesi hükmü tatbik olunacaktır ki hakimin bu durumu da gözden uzak tutmaması esastır.
Old 10-12-2007, 12:17   #8
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

A ile B arasında hiç bir sözleşme yoktur. A 'nın işcisi C, asli işini (görevini) yaparken, 3. kişi durumndaki B'ye zarar veriyor. (BK.55)

A ile B arasında bir sözleşme vardır. A'nın işcisi C, sözleşmyi ifa ederken B'ye bir zarar veriyor. (BK.100)

Humk'a göre ana ilke; "Hakim hukuku re'sen uygular." Neyi uygular?: "Hukuku."

Yani davacı, bu olayda sebepsiz zenginleşme nedeniyle zararımı gider dese bile; hakim, bunun adam çalıştıranın sorumluluğu temelinde bir zarar olduğunu değerlendirip, ona göre hüküm tesis edebilir...

Somut olayda, taraflar arasında bir sözleşme yoksa BK.55 uygulanmalıdır kanaatindeyim. Hakim hukuku re'sen uygulayarak BK.55'e göre hüküm tesis eder dşüncesindeyim. Taraflar arasında bir sözleşme var ancak dosyaya delil olarak sunulmamışsa, hakim bu durumda sözleşemenin varlığını kendiliğinden bilemeyeceği için BK.55'e göre olayı değerlendirecektir. Sözleşmenin varlığını davacı iddia etmesine rağmen, bu sözleşmeyi ortaya koyamamışsa:

1. Haksız fiilin varlığı sabit ise,
2. Zarar veren kişi belli ise,
3. Zarar belli ise...
4. Fail işini yaparken bu zararlı eylemi gerçekleştiriyorsa,

Artık BK.55'in uygulanmaması için (zamanaşımını ayrık tutuyorum) sebep yoktur.

Var mıdır? Varsa nedendir onu da sizden dinleyelim. (i.u. : Telahuk eden hakları hak sahibi tercih eder ama kararı hakim verir. )

Alıntı:
Alıntı:
Av. Bülent S. Akpunar
hakimin iddia ile bağlı olmasından hareketle BK 100'e göre hüküm kurması gerektiğini düşünüyorum

Sanıyorum bu olayda iddiadan kasıt "Talep" olmalıdır. Hakim taleple bağlıdır. Talep nedir? "X tutarında Tazminat."

Saygılarımla.
Old 10-12-2007, 13:16   #9
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Saim Bey,

Konunun "tartışmalı" olduğunu belirteyim Gerçekten, ferdileştirme teorisini reddeden ve "vakıalara dayandırma" ilkesini kabul eden HMUK çerçevesinde düşünüldüğünde tarafların "maddi vakıaları" ileri sürmesi, "hakimin ise hukuku maddi vakıalara resen" uygulaması gerekmektedir.

Ne varki, "hakların yarışması" halinde aynı vakıaya (talep neticesine) uygulanabilecek birden çok kanun maddesi bulunmaktadır.Yargıtay'ın baskın görüşüne göre, (ve ilgili yasa hükmündeki İBK yorumundan) dilekçesinde kanunun birden çok sebebine dayanma hakkına haiz olduğu halde bunlardan yalnız birine dayandığını açık olarak belirten tarafın talebi bu hüküm çerçevesinde değerlendirilir.Birden çok sebep belirtilmişse , davacıya hangi sebebe dayandığı "sorulur" ve buna göre inceleme yapılır.

Yüksek Mahkeme bazı kararlarında ise tamamen farklı olarak , "Davacı maddi vakıalar için birden çok hukuki sebebe dayanabilir.Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine imkan verir niteliği bulunduğu sürece, önem ve gereklilik derecesine göre birden çok hukuki sebep sırasıyla bir davada inceleme konusu yapılabilir" demektedir.

İki görüş arasında çelişki olduğu açıktır.Birlikte değerlendirildiğinde şu pratik sorunların ortaya çıkması muhtemeldir.Öncelikle , hukuki sebebi göstermeyen davacı "hakime yardımcı olmak için" sebep belirten kişiden daha avantajlı durumda olacaktır, ki en basit anlamda mantık dışıdır.İkincisi, maddi vakıanın değiştirilmesi ıslah veya karşı tarafın muvafakatı ile mümkündür.Buna rağmen, hukuki sebebin değiştirilmesi her halukarda kayıtsız şartsız mümkündür.Davacı ıslah yoluyla maddi vakıayı dahi değiştirebilirken, "açıkça bir hukuki sebep" belirtmiş olması halinde ve bunun aleyhine olması halinde bunu değiştiremeyecek midir?Dahası, aynı taraf+maddi vakıa+konu içeren bir dava belirtilen hukuki neden çerçevesinde incelenmiş ve reddedimişse aynı şekilde bir başka (yarışan) hukuki nedene dayanılarak dava açılamayacaktır.Bu ise hukuki nedenlerin gösterilmemesi davasının reddine neden olmayacak davacı için bir başka şekilde "kesin hüküm" engeli nedeniyle davasının reddi anlamına gelecektir.

Diğer açıdan düşünüldüğünde, davasını yalnızca "haksız fiil" sebebine dayandıran davacının davasının "zamanaşımı" yönünden reddinin sözkonusu olduğu bir durumu ele alalım.Tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olan hakim bu durumda kendisinden bahsedilmeyen "sözleşme" nedenini incelemedi diye bozma sözkonusu olamayacaktır.Veya, dilekçesinde her iki nedene de dayanan ve dava safahatında " ben haksız fiile dayanıyorum" şeklinde açıkça sebep belirten davacı açısından, muhterem hakim "bu sebep senin için aleyhe, gel sözleşmeye dayan çünkü ben kanunu resen uygulamakla yükümlüyüm ayrıca senin için elverişli olanı seçmem gerekir" şeklinde mi muhakame yapacaktır?Resen incelemeye tabi olmayan davalar açısından bu şekilde bir bakış açısının doğru olmayacağını, ayrıca hakimin tarafsızlığına da aykırı olduğunu düşünmek mümkündür.Davalı davaya cevap verirken zamanaşımını haksız fiil yerine sözleşmeye dayandırmışsa (ki aleyhinedir) hakim bu durumda da "elverişli" savunmaya mı değer verecektir?

Tartışmaya devam edelim.
Old 10-12-2007, 13:38   #10
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Şöyle bir bakış açısı mümkün olabilir:

Hukuk, yarışan hakları tesis ederken hak sahibine ek imkan tanımaktadır. Bu bir tür imtiyazdır. Ancak her imtiyazda olduğu gibi bu hukuki imtyazda da bir sınır olmalıdır.

Bir örnekle olayı çeşitlendirelim:

A, ile B arasında bir sözleşme var. B'nin çalışanı C, sözleşmeye dayalı borcu ifa ederken A'ya zarar veriyor.

Bu durumda A;

- Dilerse Sözleşmeye dayanabilir, zamanaşım süresi daha uzundur. (Bk.100, 125)

- Dilerse sözleşmeye dayanmaz haksız fiil hükümlerine dayanabilir. (Bk.55, 60)

Hak sahibinin bu seçimlik haklarının, seçilme zamanı bakımından süre sınırı nedir?

Elbette ki dava açma tarihi olmalıdır.

Dava ikame etmekle artık hak sahibi seçimlik hakkını kullanmış ve davalı tarafın bu anlamda kazanılmış hakkı doğmuştur denilebilir!

Öyle ya karşı yan (davalı) zamanaşımı def'inde bulunmuş olabilir. Böyle bir durumda davacı daha uzun süreli diye Sözleşmeye dönüp, hukuku dolanmamalıdır.(Bk.100'e) Aksi durum, hakkın suistimali engeline takılır.

Diğer yandan, Davacı bir seçeneği dava ikame ederek açıkça seçmiş ise; sonradan bu seçeneğini zamanaşımı def'i gibi ayrık durumlar hariç ıslah ile de (Bülent Bey'in belirttiği gibi) değiştirmesine engel yoktur. O halde, salt seçim hakkını kullanmış olmak, olayın çözümü için yeterli olamayacaktır. Seçimlik hakkın kullanılması ile birlikte karşı tarafın kazanılmış hakkı doğuyorsa (Zamanaşımı def'i gibi) bu durumda artık dönüş ıslahla dahi mümkün olamaz. Aksi durumda yani kazanılmış hak sayılacak bir olgu yok ise, seçeneği değiştirmesine engel olmak da mümkün olmamalıdır. Bu husus usul ekonomisi manasında da tercih edilebilir.

Asıl sorun kanımca, somut olayda da olduğu gibi şu noktada düğümlenir:

Davacı davasını ikame etmiştir, ancak seçeneği tam olarak anlaşılamamaktadır. Böyle bir durumda hakimin seçeneğini hatırlatması gerekir kanısındayım. Usul hukukumuzda hakim'e bu yetkiyi veren hükümler vardır. Müphem konuların açıklanması için hakim tarafları, açıklama yapmaya davet edebilir.

Buna rağmen hakimin, seçeneğini hatırlatmasına hayır denilirse eğer, hakimin artık davacı yararına olanı tercih etmesine de itiraz etmek olanağı kalmaz.
Old 10-12-2007, 16:42   #11
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Saim Bey,

Tartışmaya katkınız için teşekkür ederim.Bahsettiğiniz " müktesep hak" kıstası bir çözüm yolu olarak benimsenebilir.Ne var ki, zamanaşımı defiin ıslah yoluyla ileri sürülüp sürülemeyeceği de tartışmalı bir husus olup, zamanaşımı açısından farklılık öngören hukuki sebebin sonradan değiştirilmesi de mümkün olabilir.

Alıntı:
Zamanaşımı definin ıslah yolu ile ileri sürülmesinde usule aykırı bir yön bulunmamaktadır. 9 HD, 2006/23813 E. 2007/8905 K.

Alıntı:
Süresinde yapılmayan zamanaşımına karşı çıkılmakla karşı koyan taraf için yasadan kaynaklanan kazanılmış hak doğmuş olur. Kazanılmış bir hak ıslahla ortadan kaldırılamaz. Zira bir tarafa hak tanınırken, diğer tarafın hakkı ortadan kaldırılmakla Anayasal eşitlik hakkı zedelenmektedir. Y.2 HD, 2004/1098 E. 2004/2590 K. Karşıoy ( Anayasa md. 10 )



Asıl sorun da sizin de belirttiğiniz gibi yarışan hukuki sebeplerin müphem olduğu durumda hakimin davayı hangi hukuki sebebe dayandıracağın tespitinde yatmaktadır.Hakimin "isticvap" vb. HMUK vasıtasıyla davacıdan hangi hukuki nedene dayandığını sorması ve incelemeyi ona göre yapması sonrasında davacının hukuki sebebi değiştirmesi MK.2'ye aykırılık teşkil edecektir.


Alıntı:
Buna rağmen hakimin, seçeneğini hatırlatmasına hayır denilirse eğer, hakimin artık davacı yararına olanı tercih etmesine de itiraz etmek olanağı kalmaz.

Katılıyorum.


Teşekkürler
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Tüketicinin Seçimlik Hakları hidayet Meslektaşların Soruları 3 08-08-2007 08:38
HUMK.m.88 Av. Şehper Ferda DEMİREL Meslektaşların Soruları 2 12-07-2007 16:09
Ayıplı Cep Telefonunun Ayıpsız Mıslı İle Değişimi Ve Seçimlik Hak mslmklvz Meslektaşların Soruları 1 11-09-2006 12:34
Ayıplı Cep Telefonunun Ayıpsız Mıslı İle Değişimi Ve Seçimlik Hak mslmklvz Meslektaşların Soruları 1 30-08-2006 01:05
Humk Batu Hukuk Soruları Arşivi 1 01-03-2002 21:55


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06164408 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.