08-03-2007, 14:43 | #31 | |||||||||||||||||||||||
|
İlk senemde hukuk fakültesine puanım yetmediği için tercih yapmadım özel üniversiteye verecek paramız da yoktu okadar..Ben 1 senemi feda ettim hukukta okuyabilmek için massall arkadaşımıza katılıyorum benden okadar düşük puan alarak benle aynı bölümde okumalarını açıkçası ben de pek iç açıcı bulmuyorum..Eğitim konusuna gelince devlet ile vakıf üniversitesi eğitimlerinin aynı seviyede olduğuna da kesinlikle katılmıyorum bunu her hoca zaten dile getiriyor. |
08-03-2007, 17:54 | #32 |
|
kesinlikle fırsat eşitliğine aykırı bir durum olduğuna inanıyorum. Gece gündüz ders çalışıp devlet üniversitesinde okuyanlarada haksızlık....Bu kadar zor ve emek isteyen bir meslek
bu hale gelmemeliydi... Nerde eşitlik, özel üniversitede okyan arkdaşlar...... |
08-03-2007, 19:09 | #33 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
ben bilkent hukukta bursluyum va burayı istediğim her bolume girecek kadar puan aldığım halde tercih ettim.paralı arkadaşlarla aramızda olan puan farklarının çok fazla bir önemi olduğunu düşünmüyorum çünkü bir kimse ezberlediği türkçe sorularından ya da tam yaptığı matematik sorularından dolayı hukuk fakultesinde okumayı hak kazanabiliyor ama hukuk bizden bunları tam olarak istemiyor.oss nasıl bir sistemki onun yerleştirdiği insanları bizler duşuk puanlılar diye eleştiriyoruz.zaten kişi bölüme uygun kapasitede değilse eleniyor.(dismiss)diyoruz buna.bölüme geçtiğinizde kim neyi hakediyorsa onu aldığını görüceksiniz.eski öss bilgilerinizden ziyade yeni öğrendiklerinizle yol alıyorsunuz.ayrıca para vereninde oldukça ciddi bir emeğinin olduğu unutulmamalı.hukuk ilgisi olan herkesi uğraşabileceği bir alan.
bence çok fazla spekulasyon oluşturmanın bu konuda gereği yok.paran var ve hukuk okuyabilirsin evet ama zaten kapasiten el vermiyorsa onu özel üniversitede bile olsan başaramazsın.özeller verdikleri notları ağaçtan toplatmıyorlar.ben özelde burslu okuyorum ama ben bu kadar zorlanıyorum ve benim bursumun kesilmesi gibi bir durumum da yok okurken,zannetmeyin ki diğer arkadaşlar yatarak geçiyorlar.her sene paraları yatırılırken aillelerine karşı duydukları sorumluluğu bizler biliyoruz.bazı şeyler dışarıdan görüldüğü gibi toz pembe olmuyor.tüm üniversitelerin öğrencilerinden bekledikleri var. |
09-03-2007, 02:31 | #34 | |||||||||||||||||||||||
|
Anlayana ..
Aslında cevap vermenin bir anlamı yok ama madem ki bukadar iddialı yazmışsın 2-3 cümle cevap verelim.Evt üni sınavına hazırlanırken belki kişi gece gündüz ders çalışıyor olabilir ama üniye gidildikten sonra dediğin gibi ders çalışan öğrencilerin olduğunu sanmıyorum(bazı devlet ünileri hariç) .Özel ünide okuyanların gece gündüz tavla mı oynadığını sanıyorsun ? Öyle bilmeden etmeden konuşmakla bu işler olmuyor.Ayrıca çalışan adam devlet üni özel ünide olduğuna bakmaz çalışır fazla çalışmasına gerek duymasa bile kendisini geliştirme amaçlı çalışır.Arkadaş devlet üni olsun özel üni olsun çok çok % 30 bilgi vermiyor mu ? Hukukun h si öğretiliyor ünide. Gerisi ,staj ve meslek yaşamında kişinin çalışmasına ,zekasına, araştırmasına ,pratikle teoriği bütünleştirmesine vs gibi kriterlere bağlı değil mi ? Tamam iyi bir eğitim aldım hukuk bitti mi diyorsun ? Ayrıca iyi eğitim aldığına inanıyorsan neden özel ünide okuyanlardan ya da mezun olanlardan çekiniyorsun ? Başarınla farkı gösterirsin ...Velhasıl Hukuktaki eğitim hukukçu yaşadığı müddetçe sürer Bu sadece okul yıllarıyla değerlendirilemez.Evt her yerde hukuk fakültesi açılmış çok mezun veriyor bu konuda haklısın ... |
09-03-2007, 14:40 | #35 |
|
Devlet-vakıf üniversitesi ayrımından önce konumuz bakımından öncelikle ülkemizin ne kadar hukukçu ihtiyacı olduğu üzerinde durmalıyız.Güvenilir bir araştırma kurumu ülkemizdeki iki veya üç fakültenin hukukçu ihtiyacını karşılayacağını tesbit etmiştir.Bu bakımdan gereğinden fazla hukuk fakültesi olduğu genel kabul görmektedir.
Konuya sosyal devlet ve eşitlik açısından yaklaşıldığı zaman özel olan birçok kurumun toplumdaki eşitlik ve adalet duygularını olumsuz etkilediği görülmektedir.Serbest piyasa ve rekabete dayalı sistemin eğitim alanındaki görüntüsü kolejler özel okullar vb şeklindedir.Ortaöğretim kurumları arasındaki uçurum zaten üniversite sınavı öncesinde de mevcuttur.İyi koşullarada eğitim görebilenlerin üniversite okuma şansı daha fazladır.Tüm bunlara rağmen üniversite sınavı nisbi bir eşitliği de sağlamaktadır.Arz talep dengesizliği sınavı yaratan temel etkendir ve kaçınılmaz olmaktadır. Eğitim, bir yönüyle de toplumsal katmanlar arasında geçişi sağlayan bir sistemdir.Örneğin yoksul bir köyde doğup büyüyen bir genç eğitim vasıtasıyla farklı mevkilere gelebilmekte yoksulluk-yoksunluk cenderesini kırabilmektedir.Bu durum bir yönüyle toplumda tatmin duygusu da yaratmaktadır. Herşeyin ücrete-paraya tahvil edilmesini vicdan kabul etmemektedir.Paranın satın alamadığı şeylerin çoğalması insanlık yararınadır.Özellikle eğitim ve üniversite, parası olanların yararlandığı bir kurum olmamalıdır. eğitim maliyetinin ucuz olması-kar marjının yüksek olması nedeniyle hukuk fakültesi açmak vakıf üniversitelerinin tercihi olmuştur. Konuyu vakıf üniversitesinde okuyan arkadaşları hedef almadan tartışmakta fayda vardır.Nitekim vakıf ünv de okuyanlar var olan bir imkanı kullanmışlardır.Böyle bir imkan olduğu takdirde bu imkanın kullanılmaması düşünülemez.Sorunun temelini vakıf ünv lerindeki eğitimin kalitesi değil bu üniversitelerden yararlanma koşulları oluşturmaktadır. |
09-03-2007, 15:40 | #36 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Bu ne yaman çelişki böyle?
Sn. princess; ÖSS'ye alternatifiniz var mı? Saygılar, |
09-03-2007, 17:50 | #37 | |||||||||||||||||||||||
|
bu kadar kalabalık bir ülkede öğrencilerin sadece istatistiksel veriler olarak görüldüğünü hepimiz biliyoruz.alternatif sunmak bana düşmez. |
09-03-2007, 17:55 | #38 |
|
sayın şahin aydın,
hakkı yeniyor dememden kasıt da siz devlet üniversitelerinde okuyan arkadaşların (sizi müstesna tutabiliriz) özelde okuyan pekçok kişiye karşı oluşturduğu önyargının yanlışlığı.saygılar |
09-03-2007, 20:37 | #39 |
|
olumlu
ben vakıf üniversitesinde değilde devlet üniversitesinde okuyorum. bu konuda yakınmanız doğal ama zaten anayasa da belirtildiği gibi vakıf üniversiteleri sadece eğitim kurumu yani üniversite sıfatını kazanmıyor..
|
09-03-2007, 23:46 | #40 |
|
Kanaatim vakif üniversitelerinin imkanlarının daha fazla olduğu yönündedir. Devlet vakif tartişmasi kesinlikle gereksiz diye düşünüyorum kaldı ki köklü devlet üniversitelerinde okuyan ögrenciler dersi takip etmeyip sadece notlarla sınavları gecebilirken vakif universitelerinde burslu veya paralı ogrencilerin devam zorunlulugu konusu daha sıkı tutuluyor. Sanılmasın ki insanlar vakif universitelerinde para vererek sınıfı geciyor bilakis alnının teriyle, bileğinin hakkıyla geçiyor. Ayrıca vakif universitelerindeki en büyük imkanın da sınıf mevcudu oldugu kanaatindeyim.
|
10-03-2007, 03:31 | #41 | |||||||||||||||||||||||
|
Herseyi duydum ama bu sekilde bir iddiayi gercekten ilk defa duyuyorum! Yaraticilikta sinir yok gercekten! Hangi madde oldugunu ayrintisiyla belirtebilir misiniz acaba? Ben de o "Anayasa Maddesini" incelemek istiyorum. Saygilarimla |
10-03-2007, 13:37 | #42 | |||||||||||||||||||
|
Sn. princess;
Öğrencilerin sadece “istatistiksel veriler olarak görüldüğü” düşüncenize katılmıyorum. Kastınız, şöyle bir istatistik ise katılırım; “Sorumluluk bilinci gelişmiş, sorgulayan, araştıran gençler; öğrenciler- Ve diğerleri…” Bu istatistik de çoğunluk nerede ve siz nerdesiniz? Nerde olmanız gerekir? Nerde olduğunuzda vicdanınız rahat? Devlet-vakıf üniversiteleri ayrımı -kastettiğiniz şekilde bir ayrım- ise konu, toplumsal bilinç meselesidir, Kişilerin önyargıyla yaklaşması o kişilerin sorunudur, böyle bir önyargıyla varacakları bir yer olmadığı gibi, sizin emeğinizle elde edeceğiniz başarınıza da gölge düşüremezler. Bırakın istedikleri gibi düşünsün ve konuşsunlar, Unutmayın “küçük insanlar kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri tartışırlar..." Sn. hsn20;
Bu arada "vakıf eğitim merkezleri" ile ilgili "Anaya Maddesini" ben de bekliyorum Saygılar, |
10-03-2007, 15:21 | #43 | |||||||||||||||||||||||
|
E. YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI VE ÜST KURULUŞLARI 1. YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI Madde 130 - Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur. Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir. maalesef kazanç amacına yönelik olmamak şartı hakkındaki itirazlarınıza ben de katılıyorum. Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabidir. sanırım yeterli bir cevap... |
10-03-2007, 16:28 | #44 |
|
Ayrica eklemeliyim ki, her universite 'bir egitim kurumu'dur. Devlet ya da vakif.
|
27-07-2007, 23:21 | #45 | |||||||||||||||||||||||
|
|
27-07-2007, 23:54 | #46 |
|
hayır anlamadığım hukuk fakültesinde okuyan bazı arkadaşlarımızın bu kadar önyargılı düşünebilmeleri. İnsanların ne kadar akıllı olduğunu şimdi kaldırılması planlanan ÖSS'mi belirliyor sizce? Böyle düşünenler var oldukça zaten ÖSS daha pek çok gencin hayallerini söndürecek. Bilkent Hukukta okuyorum. Derslerin hocaların ve soruların kalitesini anlatmaya gerek bile duymuyorum. Zehir gibi öğrenciler var. Ayrıca her ne kadar doğruluğu tartışılsa da devam zorunluluğunun olması eğitimin kalitesini arttıran bir unsur diye düşünüyorum. Derslerine, sınavlarına girmediği halde vakıf üniversitelerinde verilen eğitimin devlet üniversitelerinde verilen eğitimden daha kötü olduğunu söylemek hangi hukukçuya yakışır sizce? Bu bir önyargı değilse nedir? İnsanlar yatarak geçmiyor derslerini. Yatanlar zaten okuldan atılıyor. Herkes ailesine verdiği maddi yükün bilincinde ve bunu düşünüp daha çok çalişan insanlar hiç de az değil. Paramı veririm, dersleri geçerim diye birşey yok. Sorumluluklarının bilincinde hukukçular yetişiyor. İşte akıllılık budur!
|
27-07-2007, 23:58 | #47 |
|
bence doğru eğitimi veren özel üniversiteler devlet üniversitesinde hukuk okumak insanı yıpratıyor en sonunda okul bitiyor ve mezun olanlar arasında hiçbir fark yok herkes eksikliğini meslek içerisinde gideriyor zaten üniversitenin kattığı şeyler bir yere kadar.
|
28-07-2007, 02:05 | #48 |
|
günümüzdeki öss sisteminin basarıyı ölçtügüne inanmadıgım için bu fikre direk olarak katılamam vakıf üniversitesinde okuyupta gercekten cok basarılı olan arkadaslar var(öss magdurları daha cok)önemli olan ögrencinin kendini nasıl geliştirdigi..okul bunu kolaylastıryor olabilir ama böyle bir genelleme yapmak yanlış yani kişi istedikten sonra okudugu okulun çokta önemi olduguna inanmıyorum ki görüyoruz bizim okuldaki çogu hocalar vakıf üniversitelerindede ders veriyorlar...
|
31-07-2007, 01:02 | #49 |
|
.
Özel ve devlet tartışmasının uzatılmasını doğru buluyorum.Sadece şunu söyleyeceğim.Özel üniversitede okuyorum ve bu ilk senemdi..Anayasa hukukunun ilk sınavına girdiğimde bayağı afallamıştım.Sonra internetten Ankara üni. anayasa hukuku 1.sınıf sorularına baktım ve test olduğunu dehşete düşerek gördüm,sorular gayet basitti,kitaptan okududuklarımızla kolayca cevaplandırabileceğimiz türden.Oysa bir de bizim sorulara baktım hepsi sayfalarca cevap verilmesi gereken yorum sorularıydı.Sadece bunu paylaşmak istedim teşekkürler.
|
01-08-2007, 17:06 | #50 |
|
özel(vakıf) üniversitelerinde hukuk okumak
Merhabalar,ben Çağla
Maltepe üniversitesi hukuk fakültesi 2. sınıf öğrencisiyim.Öncelikle belirtmeliyim ki bu tartışılan konuyu oldukça doğal buluyorum.Açıkcası Özel(vakıf) üniversitelerinde hukuk eğitimi verilmesine bazende olsa tepki duyulması ve önyargılı olunmasıda bence bir dereceye kadar normal. Farklı fikirlerin doğruluğuna yada yanlışlığına inanan bizlerin birleştiği noktanın temenni konusu olduğunu düşünüyorum.Ve birşeyler yapmak isteyen biz genç hukukçuların ortak temennisinin kaliteli hukukçular yetiştirilmesi olduğu kanaatindeyim(benim düşünceme göre).Özel (vakıf) üniversitede veya devlet üniversitesinde okuyan bir kişinin kaliteli ve nitelikli bir hukukçu; olması kendini geliştirmesine,çabasına...azmine bağlıdır.Zaten hukuk eğitiminin zor ve ağır bir eğitim olduğunu bilmekteyiz.Çaba göstermeyen,emek vermeyen,çalışmayan bir öğrencinin hangi üniversitede olursa olsun başarılı olamayacağı bence mutlaktır.Özel (vakıf) üniversitelere heryıl birçok öğrenci kabul edilmekte.Fakat mezun olanların sayısına bakıldığında bu rakam hayli düşmektedir.Buda demek oluyor ki zaten yeterli olmayan öğrenci daha fakülte yıllarında bu meslek sayfasından silinmiştir.Ancak yeterli olan başarılı öğrenciler mezun olabiliyor.Daha düşük puanla öğrenci alan özel(vakıf) üniversiteler, öğrencinin girdiği vize ve finallerde devlet üniversiteleri ile aynı yada yakın sistemleri uyguluyor.Şöyleki; öğrencinin girişte düşük puanla girmesi vizelerde düşük puanla sınıf geçme imtiyazını tanımıyor.Sonuç olarak hangi üniversitede olursak olalım ,girdiğimiz puan kaç olursa olsun;kişinin mesleki kariyeri ve başarısı yine kişiye bağlıdır.Kişinin çalışması hayatına yön verir.Bu yüzden düşük puanla hukuk eğitimi görüp aynı zamanda çaba göstermeyen bireylerin;mezun olsalar dahi bu piyasada tutunmaları söz konusu değildir.Fakat özel(vakıf) üniversite mezunu bir kişide hukuk piyasasında tutunuyorsa ,bu bana göre bireyin zaten yeterli olduğunu göstermezmi Hepinize başarılar diliyorum |
01-08-2007, 23:30 | #51 |
|
.
evet ben de maltepe üniversitesi 2.sınıfa geçtim gayet de memnunum önemli olan insanın mesleki olarak kendini geliştirmesi.
|
02-08-2007, 01:03 | #52 | |||||||||||||||||||||||
|
|
02-08-2007, 01:14 | #53 |
|
Bu arada atladığım bir şey olmuş,özel üniversitelerde hukuk dışında daha kolay bir bölüm okuyanlar için durum daha mı eşit?
|
02-08-2007, 16:53 | #54 |
|
sevgili naz hanım ve allegria,kendinizce ilgili tarihlerde konu hakkındaki düşüncelerinizi belirtmişsiniz,belirtmeye çalışmışsınız.bayağı da destekli,bol keseden yazmışsınız;fırsat eşitliğine aykırı bir durum,benden düşük puan almış statüsü aynı falan filan bişeler doldurmuşsunuz oraya.şimdi bu satırların böyle bir uslup kullanılarak yazılmasının iki nedeni olabilir;ya bastıramadığınız muhteşem bir kıskançlık duygusu(ki bence kıskanılacak bir durum yok,vakıf üniversitesinde okusan ne olur,,devlet üniversitesinde okusan ne olur,kişiliğin nasılsa hayatında da o doğrultuda devam eder) ya da siz hukukçu filan değil istikametini şaşırmış, hukuk adına ülkesine,devletine,milletine yararlı olmaya çalışan kişilersiniz.yani ayıptır,böyle bir tartışmanın yapılması bile son derece yararsızdır,gereksizdir.önemli olan senin bulunduğun mevkiide ne ölçüde milletine fayda sağlayacağındır.sonra hukuk fakültesine öss denilen bir sistemle girip burada öğrenimini görüp,hukukçu sıfatını kazanıyorsun,sonrası senin elinde,yukarıda da söylediğim gibi devlet vakıf farketmez.sen devlette okuyorsun kendince başarılı olduğunu, üstün olduğunu düşünüyorsun o zaman bu korku niye?sen bırak başkalarını kendine bak,kendi yolunda kendin devam et, elinden alan yok ki!yani bu korkunun nedeni vakıf üniversitesinden biri gelir,benim gireceğim yere girer,biz devlette okuduk giremedik,o vakıfta okudu şu an bizden daha iyi bir yerde gibi bir düşüncedir.e öyle bir durumda da demek ki vakıf üniversitesi mezunu senden daha yetenekli,daha üstün yeteneklere,becerilere sahip,bu alanda daha yeterliymiş ki görevi kapmış.yani demem o ki lise mezunlarını hukukçu yapmıyorlar,tamam bir sınavla istikamet belirleniyor fakat girdikten sonra başarılı olmak tamamen senin elinde.sen 360 puan almışsındır ama son derece bu alana yatkın olmayan birisindir,iş tamamen pratikte biter.biz ne sınavlarda kağıtları dolduranları gördükte sonra küçük hedeflerle yetinmek zorunda olanlara şahit olduk.tıpkı Baki'nin dediği gibi; baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş,bunların hepsi gelir geçer.bırakalım bu tip gereksiz tartışmalarla uğraşmayı,yapıcı olalım.önemli olan mesleki hayatta başarılı olmak için çırpınmaktır,bu görüşlerim sadece yukarıdaki isimler için değil böyle düşünen herkes içindir.saygılarımla..
|
03-08-2007, 12:18 | #55 |
|
Merhabalar
Tartışmalar gösteriyor ki vakıf ve devlet üni.leri arasında yaşanan ve bitmek bilmeyen bir çekişme var. Öncelikle şunu canı gönülden söylüyorum ki hem devlet hem de vakıf üni.lerinin arasından gerçekten çok iyi hukuk egitimi verenler var. Ben de özel bir üni de okuyorum ve haklı olarak vakıf üni.lerine atılan çamuru doğru bulmuyorum. Ben üni. seçimini yaparken çok düşünerek ve araştırarak yaptım. Çogunlugunda gördüm ki vakıf üni.lerinin egitimi çok güzel, yani üzerilerine düşen görevi layıkıyla yapıyorlar. Ayrıca vakıf üni.lerinde derse girmenin zorunlu olması ve devlet üni.lerinde ki gibi test usulu olmaması ve devlet ünilerinde de görev alan hocaların bizlerle de irtibatta olması vakıfları bir adım öne geçirdigini düşünüyorum. Diğer yandan para veren okuyor mantıgına da kesinlikle katılmıyorum. Şöyle ki eger bir kişi başarısızsa üniye başlayınca başarılı olması beklenemez fakat başarılı bir kişi ise ve öss denilen kişilerin hayatlarını belirlemesinde maalesef çok etkili bir sınavda başarısız olmussa üni de başarısız olacagı anlamına gelmez. Ayrıca öss de devlet ünisini kazanıp da sonradan bu işi başaramayan bir çok hukuk fakültesi ögrencisi mevcut sanırım bunu yadırgamazsınız. Ben üni.de burslu değilim fakat çalışmalarım dogrultusunda üniden burs almayı başardım. O zaman ben başarısız bir ögrenci miyim ? Herkese karşı önyargılı olmayı bırakmamız gerektigi ifade edilirken sizlerin ısrarla vakıf üni.lerini yadırgamanızı da anlıyor değilim. ! Sonuçta üni bittigi zaman bizde en az sizler gibi iş başvurusunda bulunuyoruz ve önemli olan da kişinin kendisine donanım yüklemesidir. Böyle devletmiş vakıfmıs diyerek lekeleyerek bir yere geliyorsa bende başlayacagım o zaman! Saygılar |
03-08-2007, 14:41 | #56 |
|
Bu şekilde tartışmaları haksız buluyorum ve genelde artık konuyla ilgili pek bir şey yazmak istemiyorum ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim; devlet üniversitelerinde sorun ders geçmekken, çoğu özel üniversitede en büyük sorun bilmem kaç bin dolarların euroların sınav öncesi okula yatırılmış olmasıdır...
Eğitim konusunda çok önceden söyleyeceklerimi söylemiştim... Aynı hocalardan alınan dersler... üstelik ders geçme notu bizim okulda 60 idi ve her dersten 60 alan öğrenci mezun olamıyordu... Orta sınıftan denilebilecek pek çok insan, çocuklarının yeteneklerini de göz önüne alarak, onlara daha başarılı, daha iyi bir gelecek verebilmek adına, çocuklarını istedikleri bölüme kaydettirebilmektedirler. Ardından çekilen onca sıkıntı, gelecek olarak geri dönecek, aileler -çekilen onca sıkıntıya rağmen- çocuklarını içlerine sindiği şekilde okutabilmenin haklı olarak gururunu yaşamak isterler... Bence bu tartışmalar gereksizdir... Özel üniversiteler de sonuçta Öss'ye bağlı olarak çalışmakta, eğitimleri de devletçe kontrol altında tutulmaktadır... |
03-08-2007, 16:20 | #57 |
|
Merhabalar...
Bence de insanların vakıf üniversitelerinde okumaları en tabii haklarıdır ama insanın içinde hiç uhde kalmıyor değil. Mesela İstanbul Ankara veya İzmir gibi büyük illerdeki hukuk fakültelerini kazanabilmek için ortalamanın üzerinde ders çalışması gerekiyr ancak vakıf üniversitelerinde kabul edersiniz ki durum çok çok farklı... Ayrıyetten şunu da eklemeden edemeyeceğim parası olan okur parası olmayan okuyamz mı o zaman? Bazı arkadaşların yorumlarından bu da çıkıyor bu gerçekten üzücü... Ama nihayetinde ülkemizdeki sistem bu ve buna göre harekt etmek durumundayız... Adaletsizlik veya uygun olmayan durum sadece üniversiteye giriş sisteminde bence yoksa 250 ile vakıf ünisinden mezun olan arkadaşıım kendini geliştirirse tabiki de Galatasaray hukuk mezunu arkadaşımdan daha kalifiye avukat veya hukukçu olabilsir... Saygılar... |
03-08-2007, 16:24 | #58 |
|
sorunu üniversite boyutuna indirdiğimiz için çok büyük hata yapıyoruz vakıf üniversitelerinin eğitim olanakları elvetteki devlet üniversitelerinden daha iyi en iyi hocalar derse giriyor ve en iyi şekilde ders anlatıyorlar. sorun şu ki vakıf üniversitelerinde eksik olan öğrenci kalitesidir. bu durum üniversitelerde yapılan sınav sisteminede yansımaktadır.okulların başarı düzeyinin bir göstergesi olan bu seneki hakimlik sınavında 400 vakıf ünversitesi mezunundan 7 kişi sınavı kazanabilmiştir. bu da vakıf üniversitelerinin eleştirilmesinin sebeblerindendir.
|
03-08-2007, 16:40 | #59 |
|
Öteki dünya emekçilerindir,Bu dünya da er ya da geç onların olacaktır(F.Engels)
" Başkalarının bizi kızdıran tarafları kendimizi anlamamıza yol açar." CARL JUNG
Department of Industrial Relations & Labour EconomicsYüksek Öğrenimin Özelleştirilmesi Alpaslan Işıklı Çalışma Ekonomisi & Endüstri İlişkileri Bölümü A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, 06590, Cebeci, Ankara, Turkiye Yüksek Öğrenimin Özelleştirilmesi* Alpaslan Işıklı 12 Eylülün amaçladığı, yeni-liberal ideoloji temelinde gerçekleştirilen yeniden yapılanma (veya Tansu hanımın deyişiyle “son sosyalist devletin yıkılması”) sürecinde, YÖK’ün ve onunla başlayan yüksek öğrenimin özelleştirilmesi yolundaki adımların çok önemli bir yeri vardır. Bu uygulamalar çerçevesinde görülmektedir ki, YÖK’ün ve yüksek öğrenimin özelleştirilmesinin kabul edilebilirliği açısından başlangıçta ne söylenmişse, bunların hemen hepsiyle ters yönde bir durum ortaya çıkmıştır. Özel üniversitelerden ne beklendi? Ülkemizde bilimin ve yüksek öğrenim kurumlarının belli bazı büyük kentlerde yoğunlaşması eleştirilmiş ve bu alanda ülke çapında dengeli bir dağılımın sağlanmasını mümkün kılacak bir merkezi otorite gereksinimini karşılamak üzere, YÖK’ün gerekliliği savunulmuştur. Oysa, 1980 sonrası dönemde, YÖK’ün ayrılmaz bir parçası olarak kurulan vakıf üniversitesi adı altındaki özel üniversitelerin yerden mantar biter gibi çoğalması sonucunda, üç büyük kentteki yığılma anormal ölçülerde yoğunlaşmıştır. Üç büyük kentimizin merkezlerinde kurulmuş bulunan özel vakıf üniversitelerinin sayısı 22’ye ulaşmış bulunmaktadır. Üç büyük kentin dışında bir tek Mersin’de özel vakıf üniversitesi vardır. Akademik yaşamın, üç büyük kentin merkezlerinin dışına yaygınlaştırılması, yetersizliklere rağmen de olsa, yine devlet üniversiteleri sayesinde mümkün olmaktadır. Yüksek öğrenimin yükünün yalnızca devletin sırtına yüklenmesinin yanlışlığı ileri sürülmüş; özel kişi ve kurumların da bu konuda vakıflar aracılığıyla güçleri oranında katkıda bulunmalarının gereği savunulmuştur. Kuşkusuz, vakıf adına yakışan da bu olabilirdi. Bizim tarihimizdeki ve dünya pratiğindeki yerine bakıldığında görülür ki vakıf demek, bireyin zenginliğinin kamuya ve topluma aktarılmasının aracı olan kurum demektir. Ne var ki son yıllardaki uygulamalar çerçevesinde vakıf uygulamalarının ifade ettiği anlama bakacak olursak, kamusal kaynakların ve toplumun geniş bir kesiminin (öğrencilerin ve ailelerinin) birikiminin, bazı varlıklı kişiler ve aileler tarafından özümsenmesinden başka bir görünümle karşılaşmamız mümkün değildir. Özel vakıf üniversitelerinin bütçelerinin %45’ine kadar varan bir bölümünün devlet tarafından karşılanması öngörülmüş bulunmaktadır. YÖK yasasının ek 18.maddesinde 26.6.2001 tarihinde sessiz sedasız yapılan bir değişiklikle, özel vakıf üniversitelerine “Devlet yardımı yapılabilir” hükmü, “Devlet yardımı yapılır” biçimine dönüştürülmek suretiyle daha da kesin bir zorunluluk haline getirilmiştir. Özel vakıf üniversitelerine sağlanan devlet yardımı, bundan da ibaret değildir. Bir kısım vakıf üniversitelerinin değerli kent arazilerini ve ormanları ucuza kapatmak suretiyle sağladıkları avantajlar bunların dışındadır. 2001 yılında özel vakıf üniversitelerine Maliye Bakanlığı eliyle yapılan devlet yardımı 12 trilyon liraya ulaşmıştır. Bu miktar, başta YÖK’ün ilk başkanının kurucusu olduğu üniversite olmak üzere, en güçlü dört özel üniversite arasında değişen paylarda bölüştürülmüştür. Her türlü devlet harcamasından kısıntıya gidilmesinin öngörüldüğü 2002 yılı bütçesinde, özel vakıf üniversitelerine yapılması öngörülen yardımın miktarı, 17 trilyona çıkarılmış bulunmaktadır. Kamuda pişer, özele düşer İşin ilginç yanı, özel üniversitelerin, kamu üniversiteleriyle rekabet ederken de gene kamu üniversitelerinin kadrolarından yararlanmak durumunda olmalarıdır. Gelirinin asıl veya istikrarlı bölümünü kamu üniversitelerinden aldığı maaşla sağlayan bir takım üniversite hocalarına bir kaç saat konferans verdirerek veya yalnızca onların adını satın alarak, kamu üniversiteleriyle rekabete kalkışan özel üniversitelerin durumu, acı olduğu kadar komiktir. Bu arada, kamu üniversitelerinin kapılarının, kamudan emekli olmuş olanların katkısından yoksun kalmasına yol açan ve onları özel okullarda hizmet sunmaya zorlayan bir düzenlemeye de tanık olmaktayız. Böylece, özel vakıf üniversitelerinin kamu üniversiteleriyle rekabetinde, kamunun olanaklarıyla yetişmiş emeklilerin birikiminden de yararlanılmaktadır. 27.1.2000 tarihli ve 4505 sayılı yasa, temsil niteliği taşıyan görevlerden emekli olan bazı kamu görevlilerine (rektörler bunlara dahildir) emekli aylıklarına ek olarak temsil tazminatı ödenmesini öngörmektedir. Yasanın 3.maddesine göre, bu durumda olan kişilerin kamu kesiminde görev almaları halinde, bu görevlerinden dolayı “aylık veya ücret alıp almadıklarına bakılmaksızın” temsil tazminatlarının kesilmesi hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme, 14 Mart 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu ek kararının 3.maddesi ile, görev tazminatı alan emekli kamu görevlilerini de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Görev tazminatı, temsil tazminatı alanlara göre daha geniş bir kamu emeklisi kategorisini (emekli öğretim elemanları bunlara dahildir) ilgilendirmektedir. Her iki tazminat da emekliler açısından kayda değer bir gelir unsuru oluşturmaktadır. Bu duruma göre, emekli kamu görevlisi olup da ders verebilecek birikime ve niteliklere sahip olanlar, kamu üniversitelerinde ders vermek istedikleri takdirde, bu hizmetlerinin karşılığı olarak herhangi bir para almasalar bile, durumlarına göre, almakta oldukları temsil tazminatları veya görev tazminatları kesilmek suretiyle cezalandırılmaktadırlar. Aynı kişiler, özel vakıf üniversitelerinde ders vermek isterlerse böyle bir engelle karşılaşmaları söz konusu değildir. Yeni bir adım daha Ancak, bütün bunlar, günümüzde özel üniversitelerin önemli bir bölümünün eksik kontenjanla faaliyet gösterme durumuna düşmelerini önleyememiş; özel üniversitelere “müşteri” yaratmak amacına da hizmet edecek olan ve kamu üniversitelerinin yapısını ve niteliğini değiştirme yönünde yeni bir adımın daha atılması gündeme gelmiştir. Meclis komisyonlarına ulaşmış bulunan YÖK yasasında değişiklik öngören tasarı, devlet üniversitelerinin paralı olması, daha açık bir ifadeyle kamu üniversitelerinin piyasaya endekslenmesi, dolayısıyla, özelleştirilmesi yönünde yeni bir adım daha atılmasını sağlayacaktır. Tasarıya göre, öğrencilerden Anayasayla güvence altına alınmış bulunan öğrenim haklarının karşılığı olarak “katkı payı” adı altında alınan bedelin “öğrenci başına cari hizmet ödeneği miktarının yarısı” kadar olması mümkün kılınmıştır. TÜMÖD bünyesinde yapılan tespitlere göre, değişikliğin gerçekleşmesi durumunda, öğrencilerin katkı payının oranı, milyarları bulacaktır. [1] Tasarıyla getirilen değişikliği savunanlar, bu konuya ilişkin olarak benzer bir düzenlemenin, YÖK yasasının 46. maddesinde esasen mevcut olduğunu ileri sürmektedirler. Gerçekten de söz konusu madde hükmünde “cari hizmet maliyetlerinin” yarısından az olmamak üzere devletçe karşılanması öngörülmüştür. Dolayısıyla, öğrenci başına düşen cari hizmet ödeneğinin cari hizmet maliyetinin yarasına kadar yükseltilebileceğine mevcut yasa hükmünde de olanak tanınmış gibidir. Top üniversite yönetimlerine Ancak, arada çok önemli bir fark bulunmaktadır. Mevcut yasa hükmüne göre, öğrenci başına düşen cari hizmet ödeneğinin belirlenmesinde son söz, Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Bakanlar Kurulu, bu yetkisini, demokratik kamuoyunun tepkisini karşısına almamak için, kimilerine göre ise “popülist” davrandığı için hiçbir zaman sonuna kadar kullanamamıştır. Şimdi top üniversite yönetimlerine atılmakta; değişiklik tasarısına göre, bu sorumluluk, üniversite ve yüksek teknoloji enstitülerinin yönetim kurullarının sırtına yüklenmiş bulunmaktadır. Bunun anlamı, “ipi çekmeye” benzeyen sevimsiz bir görevin çaresizlik içinde bırakılmış olan üniversite yönetimlerine tanınması olarak yorumlanabilir. Son yıllarda mali olanaksızlıklar içinde bırakılan, elektrik, su faturalarını ödemekte bile acz içine düşürülmüş bulunan kamu üniversitelerinin yönetimlerine bir çıkış yolu tanınmaktadır: Öğrencilerinin cari hizmet ödeneklerini artırmak! Yani, özel vakıf üniversiteleri devlet olanaklarıyla yaşatılırken, devlet üniversitelerinin kaderi öğrenci parasına bağlanmaktadır. Sonuç ne olabilir? Bu durumda, üniversite yönetimleri ile öğrencilerin ve velilerin karşı karşıya getirilmiş olmasından doğacak sakıncalar şimdiden kendisini göstermeye başlamıştır. Böylece, kamu üniversitelerinin huzuru, bir de bu nedenle tehdit altına sokulmuş bulunmaktadır. Böyle bir düzenlemenin, geniş halk kesimlerinin çocuklarını öğrenim hakkından yoksun bırakması, önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu düzenlemenin Anayasaya aykırılığı tartışma götürmez. Anayasa “Kimse eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz” hükmünü öngörmüştür. Kaldı ki yalnızca belli bazı ailelerin çocuklarına öğrenim hakkı tanıyan böyle bir düzenleme, Anayasanın öngördüğü sosyal devlet ilkesiyle ve “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmüyle de çelişir. Ayrıca, unutulmaması gerekir ki YÖK yasasının 7. maddesine göre “Yükseköğretim kurumlarında ve bu kurumlara girişte imkân ve fırsat eşitliği sağlayacak önlemleri almak” Yükseköğretim Kurulunun görevidir. Bu arada, ödeme güçlüğü içine düşen öğrencilere kredi ve burs sağlanması, yani devletin bir eliyle aldığını diğer eliyle vermesi suretiyle soruna çözüm getirileceği iddiasının, inandırıcı olması mümkün değildir. 2001-2002 ders yılında harç ve öğrenim kredisi için başvuran 352 bin öğrenciden, 216 bininin talebi karşılanamamıştır. Katkı payının miktarının yükseltilmesi halinde bu konudaki talepler daha da artacak ve sorun daha da büyümüş olacaktır. Devletin, tüm temel sosyal ve kültürel haklar gibi öğrenim hakkını da parasız karşılaması yerine, soruna burs ve kredi ile çözüm bulmaya kalkışmanın, tıpkı bugüne dek Fak-Fuk-Fon ve yeşil kart uygulamalarında da görüldüğü üzere, keyfiliğe ve sadaka anlayışının diriltilmesine zemin hazırlayan sakıncaları beraberinde getireceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim, bugüne kadarki burs ve kredi uygulamalarında, gerçek gereksinim içinde bulunan öğrenciler yerine nüfuzlu ailelerin çocuklarının yararlandırılmış olduklarına dair gözlemler, azımsanmayacak ölçüdedir. Öte yandan, öğrenim hakkının önüne aşılmaz bir duvar gibi dikilen mali engellerin, öğrencileri bir takım paralı sözde tarikatların kucağına itmesi veya ciddi bunalımlara sürüklemesi olasılığının büyümesi, başlı başına bir sorun olarak karşımızdadır. Değişiklik tasarısı, kredilerin mezun olan öğrencilerden tahsili sorumluluğunu da üniversitelere yüklemektedir. Krediler, mezun olan öğrenciden faiziyle alınacaktır. İşsizliğin böylesine ağır bir sorun halini almış olduğu ülkemizde, mezunların ne kadarı iş bulacaktır; ne kadarı kredi borcunu karşılamasına yetecek bir gelire kavuşacaktır? Bu durumda, üniversite yönetimlerinin yığılan icra takiplerinin altında ne hallere düşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Sonuçta, tasarının yasalaşması halinde kamu üniversitelerinin kaynak sıkıntılarında bir hafifleme olması, tam bir hayal gibi görünmektedir. Kamu üniversitelerinde öğrenci katkılarının artırılmasının, kendisini en çok hissettiren muhtemel sonucu, mali gücü olanlardan buralara yönelen talebin özel vakıf üniversitelerine veya yurt dışına kanalize edilmesi olabilir. Ödeme gücü olmayan geniş bir kesimin yüksek öğrenimden tümüyle dışlanması ise, madalyonun bir diğer ve önemli bir yüzünü oluşturmaktadır. Kaynak mı, kanal mı? Bu noktada, yüksek öğrenimin finansmanının nasıl karşılanacağı sorunu çözümsüzleşmiş gibi görülebilir. Oysa, sosyal devlet anlayışı içinde bu sorunun yanıtı bellidir: Ödeme gücü olanlardan almak! Sosyal adaletsizlik görülmemiş boyutlarda derinleşmiştir. Basın, her gün milletin parasını “hortumlayanlara” veya binbir gece masallarını anımsatan düğünlerde yerlere savrulan dolarlara dair haberlerle dolup taşmakta, ama bunların toplum yararına kanalize edilmesi bir türlü mümkün olamamaktadır. İktidardakiler ise yoksul öğrenciden alıp, zengin özel vakıf patronuna vermenin telaşı içindedirler. Bize bu tür çözümleri dayatan uluslar arası güç merkezlerinin adamlarına da hatırlatmamız gereken birkaç sözümüz olmalıdır: BM verilerine göre, Dünya gelirinin yaklaşık yarısına sahip olan 400 kişinin yalnızca %4 oranında vergilendirilmesi mümkün olsa, yeryüzündeki tüm yoksulluk sorunu kökünden çözülebilecektir; önemli bir bölümü dünyayı daha iyi sömürmek için harcanan askeri masrafların yalnızca dörtte biri, insanoğlunun tüm eğitim ve sağlık sorunlarına çözüm sağlayabilecek boyuttadır. Madem ki küresel düşünmemiz isteniyor; asıl bu konularda küresel düşünmek hakkımızdır. Aslında kaynak vardır. Eksik olan, bu kaynakları gerektiği yere ulaştıracak kanallardır. Başka ülkeler Eğer söz konusu yasa kanunlaşacak olursa, öğrenci parasıyla yüksek öğrenimi finanse etme konusunda, %50 oranını yakalamış olacağımız için belli başlı ülkelerin hemen hepsini geride bırakmış olacağız. UNESCO’nun verilerine göre, öğrencilerin yüksek öğrenimin finansmanına katkısı, Almanya, Norveç ve Finlandiya’da sıfırdır. Fransa’da sıfıra yakındır [2]. Der Spiegel’den aktarılan daha yakın tarihli rakamlar da bu gözlemi önemli ölçüde doğrulamaktadır. Buna göre, bazı Avrupa ülkelerinde öğrencilerden alınan yıllık harçlar aşağıdaki gibidir: [3] Avusturya: $0; Almanya: $0; İskandinavya: $ 0; Fransa: $165-325; Italya: $ 170-520; İngiltere: $ 1100-4200. Yeni-liberal modaya kendisini kaptıran Blair, yüksek öğrenimi kısmen (%13,7) paralılaştırdığı için İngiltere’de tüm sosyal konularda olduğu üzere ciddi sorunlar patlak vermiştir. İsrail’de, bir ara yüksek öğrenim paralı yapılmış; okullaşma oranında büyük bir düşme görülünce bundan vazgeçilmiştir. YÖK başkanı Gürüz’ün imzasını taşıyan kitapta yer alan verilere göre, özel sektörün kalesi olan ABD’de bile, yüksek öğrenimin finansmanına öğrencilerin katkısı %15 oranındadır. Eğitimin piyasaya endekslenmesi Genel olarak özelleştirme konusunda olduğu gibi, yüksek öğrenimin özelleştirilmesi konusunda öne çıkarılan “örnek ülke” ABD olmaktadır. Oysa, gene YÖK başkanının imzasını taşıyan kitaptan öğreniyoruz ki ABD örneğinde bile öğrencilerin ancak %18’i özel yüksek öğrenim kurumlarında okumaktadır. Bu oran, pek çok Avrupa ülkesinde sıfıra yakındır. İrat’ın belirlemesine göre, Almanya genelinde özel okulların ağırlığı %5 oranındadır. [4] ABD’de olanın Türkiye’de de olması gerektiğini başlıca gerekçe olarak ileri sürenleri anlamak zordur. ABD ile Türkiye aynı koşullara sahip midir ki aynı çözümler burada da geçerli olsun! ABD’de olanın aynısının bizde de olmasını istiyorsak, her şeyi baştan alınması gerekir. Böyle olunca, bizim de yeni keşfedilmiş zengin bir kıta ele geçirmemiz; orada yaşayanların hepsini öldürmemiz; bir başka kıtada yaşayanları köleleştirerek bir bölümünü oraya taşımamız… vs gerekir. Kaldı ki nerede olursa olsun zekâya ve kabiliyete ve de ülke ve insan yararına göre değil, parasal güce göre yapılan tercihlere dayalı bir eğitim sisteminden kalite beklenemeyeceği bilinmelidir. Her şeyi pazarın “görünmeyen eli”nin insafına bırakmak iddiasıyla kendisini kabul ettiren yeniliberal anlayışın, gerçekte sermayenin görünen elinin emrinde işleyen bir ekonomik ve sosyal yapılanmayı zorunlu kıldığı her yerde ve her alanda kısa zamanda görülmüştür. Oysa, sermayenin öncelikleri ile bilimin ve üniversitenin bağlı olması gereken ilke ve hedefler arasında onulmaz bir çelişki vardır. Bu çelişki, Bertrand Russel’ın 1926’da kaleme aldığı bir çalışmasında şöyle ortaya konulmuştur: “Eğer arı bilim, üniversitelerin amaçlarından biri olarak yaşamayı sürdürecekse, yalnızca boş zamanı olan az sayıdaki kibar insanın incelmiş zevkleri ile değil tüm toplumun yaşamı ile bağlantılı hale getirilmelidir... İngiltere’de ve Amerika’da bu tür bilginin azalmasında etken olan asıl güç, bilgisiz milyonerlerden bağışlar koparma isteği olmuştur. Buna karşı çare, sanayicilerimizin değerini anlayamadıkları konularda devlet parasını harcamaya hazır, eğitimli bir demokrasi yaratmaktır... Bilginlerimiz kendilerini zenginlere sığıntı olma eğiliminden kurtarabildikleri ölçüde sorunun çözümü kolaylaşacaktır... Tabii, bilimle bilgin kişiyi birbirine karıştırmak da mümkündür. Tümüyle hayali bir örnek vermek gerekirse, bilgin bir kişi organik kimya yerine bira yapımını öğreterek kendi durumunu iyileştirebilir; bu kişi kazançlı çıkar, ama zararlı çıkan bilim olur. Eğer bilginde gerçek bir bilim sevgisi olsaydı, siyasal yönden, bu biracılık kürsüsünün kurulması için bağışta bulunan bira fabrikatörünün yanında yer almazdı. Bu bilgin demokrasiden yana olsaydı, demokrasi onun biliminin değerini daha iyi anlardı. Bütün bunlardan dolayı, bilim kuruluşlarının zenginlerin bağışlarına değil, devlet parasına bağlı olduğunu görmek isterdim.” [5] Bilimin piyasaya endekslenmesinin sonucunda ABD üniversitelerinin zamanla nasıl bir sonuca sürüklenmiş olduklarına dair gözlemleri, bu ülkenin yetiştirdiği ünlü ve ender bilim adamlarından birisi olan Michael Parenti’den dinleyelim: “ABD üniversitelerinde, Üçüncü Dünya’da güvenceli yatırım yapmalarına yardımcı olmak için özel şirketlere “risk analizleri” yapan kişiler vardır. Bazı kişiler ise, pazarlama tekniklerine tüketici tepkileri, işçi hareketleri ve sendika yıkıcılığı konularında çalışır. Başka bazıları da, yurtiçindeki ve yurtdışındaki isyancı halkları denetim altında tutma, yeni silah gönderme sistemleri, izleme ve kontrgerilla için yeni yöntemler geliştirir. (Napalm, Harvard üniversitesinde icat edilmiştir.) İster Latin Amerika köylülerini, isterse kent içi sakinlerini ya da fabrika işçilerini inceliyor olsunlar, bu bilim adamları dolgun ücret karşılığında, dünyanın ona sahip olanlar için nasıl güvenlikli bir yer olarak muhafaza edileceği konusunda parlak ve genellikle acımasız fikirler sunarlar(…) Çevresindeki daha geniş toplumun bir yansıması olarak, üniversitelerin ve fakültelerin çoğu entelektüel bir pınar olmaktan çok ideolojik bir fabrika, emperyalizm eleştirilerinin son derece kıt olduğu ve öğrencilerin geleceklerini toplumsal bir düzen olarak kapitalizme ipotek ettikleri yerlerdir.” [6] Eğitimin özelleştirilmesi yoluyla piyasaya endekslenmesinden yana olanlar, kimi yerde de bu yolla, küreselleşmeye katılımın, dolayısıyla, bilimde evrenselliğin hız kazanacağını savunmaktadırlar. Böyleleri, küreselleşme denilenin, uluslararası eşitlik ve dayanışma anlamında bir evrenselleşme demek olmadığı; buna karşılık, yeniliberal ideolojinin tutsaklığında yeni bir tür imparatorluğun tahakkümünün kurulmasından ibaret olduğu gerçeğini gizlemek çabasındadırlar. [7] Aydın mı, yu-pi mi? Sermayenin öncelikleri ile bilimin öncelikleri arasındaki çelişki, bilimi pazara bağımlı kılmaktan, -daha açık bir deyişle- sermayenin emrine sokmaktan ibaret olan Amerikan eğitim sisteminin yarattığı “aydın” tipinde bütün çıplaklığıyla gözlemlenebilir. Bugün çağımızın bir “ortalamalar çağı” haline gelmiş olmasının nedenleri, dünyanın kaderinin en başta gelen belirleyicisi olan bu süper gücün geliştirdiği ve yaygınlaştırdığı eğitim anlayışından ve sisteminden bağımsız olarak düşünülebilir mi? Bugün ABD’nin Kyoto anlaşmasından imzasını çekmesi kararının altında imzası bulunanlar, çok anlı şanlı üniversitelerin, çok yaldızlı diplomalarına sahiptirler. Ama ne var ki kafaları piyasaya endeksli olduğu için birkaç çok uluslu şirketin yıllık kârını, tüm gezegenin cehenneme çevrilmesi ve insanlığın sonunun gelmesi tehlikesinden daha önemli bulmuşlardır. Bu örnekleri artırmak mümkündür: Eğer Afrika’da siyahların kökünü kazıyacağı belli olmuş bulunan aids ile ilgili araştırmalar için harcanandan çok daha fazlası, viagra araştırmaları için harcanıyorsa, bunu belirleyen de kârlılık hesabıdır. Böyle bir eğitim sistemi akıl almaz tahrip gücüne sahip silahlar icat eden beyinler yetiştirebilir, hatta bu beyinler Aya seyahati de gerçekleştirmiş olabilirler. Ama bugün dünyamızda temel gıda maddelerinin yüzde 110’u üretiliyor olmasına rağmen, her yıl 50 milyona yakın insan açlıktan ölüyorsa, yalnızca 3 kişinin zenginliği 48 ülkenin gelirinden daha fazlaysa veya 358 insanın zenginliği dünya nüfusunun yarısına yakının gelirine eşitse, daha da korkuncu, bozulan toplum ve çevre koşullarında insanın ve topyekun gezegenin sonunun gelmesi tehlikesi kapıyı çalmaktaysa [8], bunun da bir sorumlusu olması gerekir. Bunun sorumluluğu, herhalde, dağ başında emeğiyle geçinerek yaşayan çobana veya büyük kentlerin sokaklarında gece yarılarında kâğıt mendil satarak ailesini geçindirmeye çalışan çocuklara ait değildir. Bunun sorumluluğu, küresel iktidarı ellerini geçirmiş olanlarındır. Küresel iktidarı elinde tutanlar veya onlar adına karar verme ve yönetme konumunda bulunanlar, çoklarının hayranlık duyduğu bu eğitim sisteminin ürünü olan sözde aydınlardır. Aslında onlara aydın diyen de yoktur. Onlar için genellikle kullanılan çok uygun bir isim de bulunmuştur. Onlara yu-pi(young professionel) denilir. Yu-pi, kişisel çıkarını kollamasını çok iyi bilir. Esasen, yaşamında başka değere pek yer yoktur. Sevgi, özveri... onun için modası geçmiş kavramlardır. Eşleriyle ilişkilerinde bile bu bakış açısı egemendir. Bu tiplerin en parlak örneğini oluşturan Bill Gates’in karısıyla imzaladığı nikâh mukavelesinde mal varlığını güvenceye almak için bulduğu ve dayattığı son derece kurnazca kaleme alınmış düzenlemeler, gündelik basın için ilginç bir haber konusu oluşturmuştur. Yu-pi’nin, adalet, erdem, hak gibi değerlerle de ilgisi yoktur. Amerikan eğitim sistemi içinde bu genel kurala ters düşen insan tipleri, her şeye rağmen ve elbette ki çıkabilir. Hâkim anlayış açısından bunlar “defo”lu ürünlerdir. Martin Luther King, Kennedy kardeşler veya Abraham Lincoln, bunların çok bilinen örnekleridir. Ama, onlar da başka biçimlerde etkisiz kılınmışlardır. Cankurtaran simidi mi? Acı ama gerçek şu ki özel üniversiteler, öğretim elemanlarının önemli bir bölümü tarafından, maaşlarındaki düşüşü telafi etmekte yararlandıkları bir cankurtaran simidi gibi değerlendirilmektedir. Çünkü, bir yanda kamu üniversiteleri erozyona mahkum edilirken, diğer yanda özel üniversiteler, bazı meslektaşlarımızın gönlünde yatan bir kurtarılmış bölge veya bir sığınak haline getirilmekte veya öyle gösterilmektedirler. Oysa, özel üniversitelerin, bu anlamda bir sığınak veya cankurtaran simidi sayılabilecek sağlamlıkta olmadıklarını görememek için çok çaresiz durumda olmak gerekir. Bizimki gibi bir ülkede, üniversitelerin, öğrencilerin parasıyla beslenmek suretiyle kârlı bir ticarethane niteliğiyle uzun süre ayakta kalabilmelerinin büyük güçlükleri vardır. Sonunda, devletin tümüyle sırtlanmak zorunda kaldığı 70’li yılların teknik okullarının başına gelenlerin bir benzerini yaşamamız tehlikesi ufuktadır. Vakıf üniversitelerinin önemli bölümünde taahhüt edilmiş bulunan malvarlığının hâlâ devredilmemiş olması, bu kuruluşların olası bir çöküşle karılaşmaları halinde ortaya çıkacak durumun ciddiyetini büsbütün artırmaktadır. Derinleşen ekonomik krizin sonucu olarak, daha şimdiden, bir kısım paralı orta öğretim kurumlarının yüzde 80’lere yaklaşan eksik kapasiteyle faaliyetlerini sürdürmeleri durumu ortaya çıkmış bulunuyor. Yüksek öğrenim düzeyinde de aynı durum söz konusudur. Okul taksitlerini ödemekte acze düşen velilerin, bu kesimde de, çocuklarını parasız veya daha az paralı devlet okullarına kaydırma konusunda giderek belirginleşen bir telaş içine düştükleri görülmektedir. Besbelli ki öğrencinin öğrenim hakkını bir kazanç alanı haline dönüştürmenin bedelinin ödenmesi çok gecikmeyecektir. Ama ne var ki bu bedelin yükünün de asıl sorumlularının değil, gene en alttakilerin sırtında hissedilmesi tehlikesi vardır. Kamusallığın erdemiÖğrenciyi müşteri olarak gören bir eğitim düzeninin, üzerinden atamayacağı derin zaafları ve çelişkileri vardır. Sosyal devlet ilkelerini tümüyle bir kenara iterek, gençlere, mali güçleri ölçüsünde yüksek öğrenim olanağı sunmak ve yeterli mali güçten yoksun olanlara üniversitenin kapısını kapamak, 12 Eylül sonrası dönemin hâkim bakış açısına çok uygun düşmektedir. Bu dönemin üniversite ve yüksek öğrenim anlayışının temel unsurlarının belirlenmesinde baş rolü oynamış olan Prof. Doğramacı, 19 Şubat 1992 tarihinde televizyonda katıldığı bir açık oturumda “parası olanla olmayanı bir tutarak sosyal adalet olmaz” demişti. [9] Bu anlayış, yüksek öğrenimi varlıklıların ayrıcalığında bir alan haline getirmekten rahatsızlık duymayan yeniliberal felsefenin özüyle tam anlamıyla örtüşmektedir. Oysa, bu ülkenin yakın tarihine damgasına vurmuş olan Atatürkçü eğitim politikası, eğitimi bir ticaret alanı olarak değil, bir hak olarak görmüş ve bu hakkın gerçekleştirilmesi sorumluluğunun devlete ait olduğunu ilkeleştirmişti. Bu anlayış sayesindedir ki dağ başında çobanlık yapan bir çocuğun cumhurbaşkanlığı makamına yükselmesini mümkün kılan eşitlikçi ve yaygın bir eğitim politikası hayata geçirilebilmiştir. Bu süreç, Köy Enstitülerinin kurulmasıyla taçlanmış, büyük kentlerdeki tinerciler arasına katılmaya namzet yoksul köy çocukları arasından dünya çapında yazarların, sanatçıların, bilim adamlarının çıkması sağlanmıştır. Devletin sorumluluk alanının bu anlamda genişlemesi, yeniliberal akıl hocalarının iddia ettiklerinin aksine, demokrasi için bir tehdit oluşturmamış; tam tersine, demokrasinin gerçek içeriğine kavuşması yönünde önemli bir adım oluşturmuştur. Eşitlikçi ve yaygın eğitimin, demokrasi açısından önemi ve gerekliliği nasıl inkâr edilebilir! Kuşkusuz, mevcut koşullarda, devlet üniversitelerinin de çok sağlam durumda olmadıklarını ileri sürenler olacaktır. Ancak, üniversite gerçeklerini yakından izlemek fırsatına sahip olanlar çok iyi bilmektedirler ki mevcut devlet üniversitelerinin, genel olarak ele alındıklarında, 12 Eylül sonrası uygulamaların neden olduğu tüm çarpıklıklara ve içinde bulundukları yokluklara karşın, gerek akademik düzey ve gerekse özgürlükler açısından, tümüyle piyasaya endekslenmiş bulunan özel üniversitelerin asla yakalamaları mümkün olmayan bir düzeyde bulundukları kesinlikle söylenebilir. Genellikle, özel vakıf üniversiteleri lehine yoğun bir reklam kampanyası sürdürülmekte. Buna karşılık, yurdun dört bir yanına dağılmış olan kamu üniversiteleri acımasız eleştirilere hedef olmakta. Oysa bunlar, ormanları tahrip ederek değil, ülkenin bozkırlarını ormana dönüştürerek faaliyetlerini sürdürmektedirler. Her şeye rağmen, kamu üniversitelerinin olanaksızlıklar içindeki sessiz ve derinden gelişiminin gizlenemeyecek boyutlara varmasının, fazla gecikmeyeceğini umut etmek yanlış görünmüyor. Yeter ki devlet üniversiteleri, devlet eliyle boğulmasın, kuşa çevrilmesin… * Mülkiye, Mayıs-Haziran 2002,cilt:XXVI, sayı:234 [1] Bkz. Işık Kansu, Cumhuriyet, 14 Ocak, 4 Şubat, 2002. [2] Bkz.Mahmut Adem, Eğitim Planlaması, 1997. [3] Ali Murat İrat, “YÖK’süz, Harçsız Bir Eğitim Sistemi; Almanya”, Üniversite ve Toplum(www.universite-toplum.org), Haziran 2002, Cilt 2, Sayı 2, Sayfa(lar). [4] Aynı yer. [5] B. Russel, Eğitim Üzerine, (çev: N.Bezel), Say, İstanbul, 1984, s. 231-232; M. Özuğurlu, “Üniversite-Sanayi İşbirliği Programının Eleştirisi”, Kitle İletişim Dergisi, A.Ü. İletişim Fakültesi, 1999, sayı:2. [6] Michael Parenti, İmparatorluğa Karşı (çev. Özcan Buze), Kaynak Y., İstanbul, 1996, s.172,174. [7] Bkz: A. Işıklı, Dünya Bankasının Laik İmparatorluğunda Kumarhane Kapitalizmi, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2002. [8] Bkz: A. Işıklı, “Yeni Dünya Düzeninde Emek Sermaye Çelişkisi”, Mülkiye, cilt:XXIV, sayı:224 Eylül –Ekim 2000, s.27-50. [9] A. Işıklı, “YÖK”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, sayı:141, Mart 1992. ________________________________________ |
07-08-2007, 01:05 | #60 |
|
Tabi ki insanların vakıf üniversitesinde okumak gibi hakları da vardır.Kanımca vakıf-devlet arasında çok büyük farklılıklar var.Bu farklılığın en azından kendi üniversiteme baktığımda eğitim konusunda olduğunu söylemem imkansız.Bence bu farklılık daha da önemli olmak üzere okulun ve öğrencilerin(sözde)bakış açısında göze çarpmaktadır.Burda bütün vakıf öğrencilerine söylemiyorum ama çoğu neden okuduğunu neden anfide olduğunun farkında bile değil;belkide aileleri tarafından başlarından atmak amacıyla gönderilmişler.Tabiki,maalesef, istisna olarak bilinçli öğrencilerde var.Bence başarının sırrı iyi bir eğitim ve kaliteli bir rekabetten geçmektedir.Sanırım çoğu vakıf üniversitesinde rekabet sorunu var.Çoğu kişinin hukuk okumasına rağmen ileride hayatlarında hukukun adının bile geçmeyeceği belli.Okul onlar için zaman geçirecek 4 yıl çoğu zman 7yıl olsada..Yine de saygı duyuyorum ama bir kirlilik yarattıkları da tartışılmaz.Ben bunları söylerken kesinlikle kendi gözlemlerimden faydalanıyorum.Onun için bunlar sadece benim düşüncelerim.
Saygılarımla... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Yurtidisinda Hukuk Okumak - Türkiyede denklik | GLY | Hukuk Stajı ve Meslek Seçimi | 7 | 08-12-2013 19:00 |
Bilkent'te Hukuk Okumak | üye15469 | Hukuk Lisans Eğitimi | 43 | 14-01-2013 18:35 |
devamsızlık yaparak hukuk okumak | didemçlk | Hukuk Lisans Eğitimi | 11 | 09-09-2012 21:48 |
Vakıf(özel)üniversitelerinde Hukuk Eğitimi | kamaci | Hukuk Lisans Eğitimi | 302 | 25-10-2010 21:04 |
hukuk okumak içimde uhde | esraesra | Hukuk Lisans Eğitimi | 15 | 08-08-2007 18:47 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |