14-07-2002, 11:21 | #31 | |||||||||||||||||||
|
Merhaba sn. rezay,
Aslında her iki anlamda da sormuştum. Siz gayet güzel cevaplamışsınız. Sağolun. Merhaba Sn. Ferid, Aramıza hoş geldiniz. Bu toplantı, parti, hatta piknik (tercih ederim) fikri hepimizin aklında ama ne yazıkki kuantum fiziği izin vermiyor ki bir araya gelelim.. sürekli devinim halindeyiz... Bu işi beraber örgütlesek, ne dersiniz.. olur mu? Silivri güzel yer. bilirim.. Selam ve saygılarımla.. |
16-07-2002, 01:44 | #32 |
|
Neden olmasın?
|
13-10-2002, 14:50 | #33 |
|
Artık İstanbul'a Gidemezsiniz !
Artık İstanbul'a Gidemezsiniz !
Kandırıyorlar sizi; makinistler, kaptanlar Gecenin içine, sabahın körüne Bırakıyorlar bilinmeyene Geldik ...! Haydar Paşa... Topkapı ...diye Koyverin eşyanızı çantanızı, Sıkı tutun kendinizi, sizden çalarlar Sülün Osman senin ki de iş mi İnsanı satıyorlar Gördünüz mü ! o harekette derin uykuyu Yedi tepenin etrafına kazılan yetmiş kuyuyu Canlıların mezarı o sahte İstanbul'u. Dinleyin Boysan'dan, Mahmut'tan, Orhan'dan Di'li geçmişte gerçeğini, Miş'lisini bile bulamayacaksın Küfrettiğin geçmişini. Gözünü kapasan da dinlesen İstanbul'u Burnunu da tıkarsın duymamak için kokuyu Daha kaç insanı doyursun bu boğaz Kurulan köprüler kolye değil ! Olur nefesinin son boğumu. Öncel İpekçi İstanbul Beşlisi |
15-10-2002, 22:03 | #34 |
|
İstanbul' u terketmek,
güzel bir söz.. belki bir acı, bir tatlı düş, akılda, akıllarda.. kırık bir sevda, kırık bir kız.. Karar verdin mi alacaksın, alacaksın.. Hele bir de paran varsa, alacaksın güzel bir ev.. Haydar paşa değil, haşa! faytonlara bineceksin, güneş batınca belki.. belki de öleceksin! (İstanbul' da Tikici..) |
09-04-2003, 15:36 | #35 |
|
Ve yine bahar geldi.
İstanbul' u terk etmek üzere iken, dün de bir güzel kar yağdı. Su yağdı, susuz yağdı.. |
10-04-2003, 08:57 | #36 |
|
Bir yer düşünün !
Öyle bir yer ki; çam ağaçlarının dallarının arasından denizi size kimi zaman gizleyerek, kimi zaman cömertçe sunuyor... Dünyanın en bol oksijenini ciğerleriniz solumaya çalışırken zaman zaman sancılanıyorsunuz. Çünkü alışkın olmadığınız bu oksijen deposu ciğerleriniz için fazla temiz.... Tepelerinden yollara suların çağlayarak aktığı, rüya aleminde dolaşabileceğiniz..... Denizin mavisi ile göğün mavisinin birbirine karıştığı,kendinizi güneşin renk verdiği bulutların üzerinde hissedebileceğiniz... Bir yer düşleyin lütfen, İki kara parçasını bir nehir gibi ayıran marmaranın serin sularının, en durgun havalarda bile cilveler yaparak kıpırdaştığı....Martıların sabah kahvaltısını beraber yaptıkları suların sahilini düşleyin lütfen... Sabahı, akşamı ayrı güzel.... Bir yer düşünün, Tarihi koklayabileceğiniz, poseidonun öfkesini yüzünüzde hissedebileceğiniz..... Kıyıya vuran dalgalarda hayatı, yaşantıyı, savaşı ama duran rüzgarla barışı yaşayabileceğiniz.... Bir yer düşünün buların hepsi olsun..... Ben öyle bir yerde yaşıyorum... İstanbul'un yorgunluğunu üzerinizden atabileceğiniz.... Kahve içimi yolunuz düşerse beklerim hepinizi.... |
13-04-2003, 00:53 | #37 |
|
İstanbul'u terketmek
Sevgili Tikici;
Yıllardır istabulu anlatırken "bir kadını sever gibi seviyorum o şehri" der dururum. Niye orda değilsin diye sorduklarında da İstanbulda yaşamak sevdiğin kadın ile evlenmek gibidir diye cevap veriyorum. Daha çok bir sevgili o. Arada bir buluşulduğunda zamanın yularından kurtulabildiğimiz anlar yaşatan bir sevgili. Orda sürekli yaşamak sevgiyi, aşkı eve kapatmak ve ölümünü seyretmek gibi geliyor bana. Kaçma isteğini bu yüzden anlıyorum. Umarım bulursun tam istediğin gibi bir yer |
29-04-2003, 00:31 | #38 |
|
Sevgili Alimoğlu,
Kaçma isteğim istanbul ile sınırlı kaldığında kısmen mutlu sayılırım. Ancak öyle anlar oluyor ki; inanmalısın sadece istanbul'dan değil, mümkün olsa dünya'dan kaçmak istiyorum. Hayalimde bir dere, kenarında küçük taşlar, çakıllar. Tüm çevresi yeşillikler içinde. Ölümün (ilk)bahar taşıması, (ilk)bahar kokması gibi. İlk ve son'un arkadaşlığı.. |
03-05-2003, 00:42 | #39 |
|
"İstanbul'u Terk Etmek" mi?
Sevgili Forumcu arkadaşlar; bakıyorum epeydir İstanbul’u çekiştiriyormuşsunuz da benim haberim olmamış. 2 Mayıs gecesi ancak haberdar olduğumda, eski bir “İstanbul’lu” olarak iki çift laf da ben edeyim dedim.
Dedim ama nereden başlamalı bilemiyorum. Terk’den mi, yoksa niye terk edilemeyeceğinden mi? En iyisi tersten, terk edememekten başlamak. Ama, yok yok, hayır terkten başlamak daha iyi. Çünkü terketmek isteyenlerin gerekçelerini kısaca geçerek geri kalan yerimizi tepe tepe kullanıp İstanbul’un niye terkedilemeyeceğini ve kimler tarafından terkedilemeyeceğini yazmak daha keyifli olacak. Bu “İstanbul’u terketmek” lafı çok eski bir laf değil, biliyor musunuz? Şunun şurasında çok çok 10-15 yıllık bir mazisi var bu lafın. Bu da artık İstanbul’un sokaklarında yürünemeyen, denizlerine girilemeyen, barındırdığı insanları doyuramayan bir şehir haline gelmesiyle paraleldir İstanbul’un terkedilmek istenmesi. Evet, doğrudur; İstanbul, yeryüzünün en kaotik, en anarşik, en çarpık şehirlerinden biri haline gelmiştir. Ama İstanbul’un ortasından artık girilemese bile hala bir deniz geçmektedir. İstanbul’un neredeyse her bir semti mafya bozuntuları tarafından parsellenmiştir, ama İstanbul hala tek el preslerde ellerini ezdiren, gemi hangarlarına kafa üstü çakılan, stabilitesiz matkap tezgahlarına parmaklarını kaptıran, patlayan-parlayan-yanan izbe atölyelerde kavrulan emekçilerin şehridir. Evet artık İstanbul’da da cehalet kol gezmektedir, ama her şeye rağmen o kültürümüzün başşehridir. Geçmişte kapitalizmin büyük metropollerinde yaşanan bir süreç, 80’ler, 90’larla birlikte İstanbul’da da yaşanmaya başladı. Eskiden zenginler İstanbul’un merkezi yerlerinde, Şişli, Etiler, Kadıköy vb. gibi semtlerinde otururlar, buralarda alışveriş yapar, buralarda eğlenirlerdi. Yoksullar ise şehrin kenarında… Zengin semtlerine, merkezdeki bu semtlere içten içe bir korkuyla, o da temizlikçi, kapıcı vs. olarak giderlerdi. Ama büyük bir şehir kimliğinden metropollüğe geçişte durum tersine döndü. Her biri bir öncekini katlayan yoğun göç dalgalarını yaratan insanlarımız İstanbul’un dağını tepesini yeni yeni semtler, mahalleler haline getirirken bir yandan da İstanbul’un göbeğine yerleştiler. Aksaray’ın, Şişli’nin, Kadıköy’ün sokakları, caddeleri işsiz güçsüz ve potansiyel tehlike olarak görülen lümpen bir sıvayla kaplandı sanki. Evet, şehrin merkezini sayısal çoğunluğuyla lümpen proletarya ele geçirmişti. Eskiden “sosyete” denilen bu zengin kesim de, çareyi “İstanbul’u terketmek”te buldu. Onlar şimdi, İstanbul’un çevresindeki bakir topraklarda, ama arabayla bir taş atımı uzaklıktaki villalarında yaşıyorlar. İstanbul’un ruhlarına sindiği kişiler İstanbul’u terkedemezler. Bütün bu karmaşaya, zorluklara rağmen onlar İstanbul’suz yapamazlar, yapamam. 1950’li yıllarda henüz yirmili yaşlarını süren annem ile babamın geçimlerini sağlayamadıkları Divriği’nin bir dağ köyünden kopup İstanbul’a geldikten sonra Gayrettepe’de bir evde başlayan hayat maceram hala (birkaç yıllık bir kesinti ile de olsa) İstanbul’da sürüyor. Bu ne büyük bir mutluluktur, bilir misiniz? Siz hiç 60’ların, 70’lerin İstanbul’unu yaşadınız mı? 7 aylıkken taşınmış olduğumuz Dolapdere’de hayatımın yirmibir yılı geçti. Dolapdere deyince aklınıza ne gelir acaba? Esrarkeşler, çingeneler, yankesiciler filan, değil mi? Ama hayır, Fürüzan’ın “Beyoğlu’nun Gayya Kuyusu” olarak nitelendirdiği bu yer, Türkiye’nin etnik ve dini mozaiğinin hemen tüm unsurlarına (Türk, Kürt, Çingene, Ermeni, Rum, Yahudi, Alevi, Sünni, Ortodoks, Katolik vb. vb.) mensup yoksul insanların bir kardeş sofrasında oturur gibi yaşadıkları bir yerdi. Şehrin merkezinde bir getto gibi olan bu yerde, insanlığın, dayanışmanın, mertliğin alası vardı. En heybetli binanın ancak üç katlı olduğu, daha çok ahşap veya bir iki katlı müstakil evlerin, her türlü ağacın boy verdiği bahçelerin, açık futbol sahalarının, toprak, parke veya arnavut kaldırımlı yolların bu güzel insanlara yoldaşlık ettiği bir yerdi orası. Ve inanır mısınız, Fatih’iyle, Edirnekapı’sıyla, Samatya’sıyla, K.M.Paşa’sıyla, Tophane’siyle, Balat ve Fener’iyle, Feriköy’üyle, Kumkapı’sıyla İstanbul’un diğer semtleri de aynı böyle yerlerdi. Oraları da tanımlamak için yukarıda Dolapdere için yazdığım yerde Dolapdere yerine bu diğer yerlerin adını koyun ve başka hiçbir şeyi değiştirmeyin, buraları da tanımlamış olursunuz. Mahalledeki arkadaşlarla, ortaokulda iken kaçamak yapıp Dolmabahçe’de sarayın dibinden denize girer, topladığımız midyeleri mahalledeki topsahasının kale arkasında tuğla üzeri tenekeden yaptığımız ocakta pişirir yerdik. Bu tuğla ve tenekeden yapılan ocak sadece Boğaz'ın midyelerini değil, Dolapdere’nin, Kurtuluş’un, Feriköy’ün sığırcıklarını, güvercinlerini, serçelerini de gördü, ne yalan söyleyeyim! Mahalledeki arkadaşlarla para biriktirir, üçüncü sigarası alır, her gün bir arkadaşın evden getirdiği kibritle birlikte Feriköy’ün sırtlarına çıkar (şimdi evlerden dolayı iğne atsan yere düşmez buralarda), bir kısmını içer, kalanını naylon torba içinde toprağa gömüp üzerine çıta dikerdik; ertesi gün tekrar geldiğimizde bulabilelim diye. Hafta içinde Dolapdere’deki veya Baruthane’deki top sahasında, hafta sonları ise şimdi gezi parkı yapılan Taksim’deki sahada futbol oynar, ama derslerimizi de ihmal etmezdik. Kasımpaşa gibi, kimilerine göre sadece Çingenelerin cirit attığı bir yerde okuduğumuz Piri Reis Ortaokulun’dan dört arkadaş Kuleli Askeri Lisesi’ni kazanıp da oraya gittiğimizde Boğaz’ın daha bir tadına vardık. Bilir misiniz, çok sarhoş olup da yalpa yapanlara “Ne lan, Boğaziçi vapuru gibi yalpa yapıyorsun?” diye bir laf söylenirdi buralarda. İşte hafta sonları çarşı tatiline, Boğaz’ın bir o yakasındaki, bir bu yakasındaki iskelelere yolcu almak için yalpa yapa yapa yanaşarak Boğaz’da yol alıp Eminönü’ne varan bu Boğaziçi vapuruyla çıkardık; daha 15-16 yaşlarında idik o zaman. Kurtuluş’tan Tünel’e veya Balmumcu’ya giden troleybüsün sürekli çıkan boynuzlarını takmak için Taksim’in göbeğinde durdurulan araçtan biletçinin aşağı indiği zamanlarda henüz Tarlabaşı’ndaki bugünün ucube caddesi yapılmamıştı ve Tarlabaşı çok daha şirindi o zamanlar. O daracık Tarlabaşı Caddesi’nin İngiliz Konsolosluğu’nun arkasına denk gelen virajından aşağıya, Ömer Hayyam Caddesi boyunca Kasımpaşa İplikçi’ye yürümenin tadına doyum olmazdı. Haliç’in kenarındaki Deniz Astsubay Orduevi’nin arkasındaki büyük alanda, Verem Savaş Dispanseri’nin aşağısındaki sahada kurulan Bayramyeri’nin bizim hafızamızda çok tatlı bir yeri vardır. Hele hele, bu alanla Tepebaşı arasındaki çamlarla kaplı yamaçta bulunan açıkhava gazinosunda (şimdi yerinde yeller esiyor) oturmak, sade Çamlıca gazozu içerken beyaz leblebi yemek bir başka zevkti bizim için. Ya Kazablanka Gazinosu’na ne demeli? Ortaokul 2. sınıfta iken bütün okul öğrencilerinin katıldığı ve Bülent Oran’ın da şarkı söylediği gecede, benden bir sınıf üstte olan ablam okulun verdiği eteklik ve bluzla teşrifatçılık yapmıştı. Ve o sene mali açıdan iflas bayrağını dikmek üzere olan 7 nüfuslu ailemizden annemin işe girmesiyle durumumuz biraz düzelince ne kadar sevinmiştik! Ortaokuldan çok sevdiğim bir arkadaşımın Camialtı Tersanesi’nde çalışan babasının gırtlak kanseri olduğunu öğrendiğimizde de ne kadar çok üzülmüştük! Hayatımın ilk siyasi sloganlarını da buradaki tersanelerin duvarlarına yazmıştım, daha 14,5 yaşımda iken eniştemle birlikte; “Ne Amerika Ne Rusya, Yaşasın Bağımsız Demokratik Türkiye!” diye. Acemilik işte fırçadan sıçrayan boyalar gri yazlık pantolomu kırmızıya çevirmişti! İşte dostlar, dahası da var, ama bir zamanlar İstanbul böyleydi. Ve bu şehir böyle böyle benim ruhumu gaspetti. Biz bir bütünüz İstanbul’la, emekçilerin, şehre hayat verenlerin şehri İstanbul’la, Kızıl İstanbul’la, onun bize bizim de ona layık olduğumuz İstanbul’la! Bizi İstanbul’a bağlayan şey geleceğimiz olduğu gibi, bir yandan da yaşamış olalım ya da olmayalım bu şehrin geçmişidir. Ve o İstanbul, terkedilmeyi değil, Vedat Türkali’nin ta 1944 Eylülü’nde dediği gibi “Haramilerin Saltanatı”ndan kurtarılmayı bekliyor hala. Salkım salkım tan yelleri estiğinde Mavi patiskaları yırtan gemilerinle Uzaktan seni düşünürüm istanbul Binbir direkli Haliç'inde akşam Adalarında bahar Süleymaniye'nde güneş Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Bakışlarımda akşam karanlığın Kulaklarımda sesin İstanbul Ve uzaklardan Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul Plajlarında karaborsacılar Yağlı gövdelerini kumlara sermiştir Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında Balıkpazarı'nda depoya kaçırılan fasulyanın Meyvesini birlikte devşirirler Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul Et tereyağı şeker Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde Yumurta masallarıyla büyütülür çocukların Hürriyet yok Ekmek yok Hak yok Kolların ardından bağlandı Kesildi yolbaşların Haramilerden gayrısına yaşamak yok Almış dizginleri eline Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası Onların kemik yalayan dostları Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi Ve sen esnaf sen köylü sen memur sen entellektüel Ve sen Ve sen haktan bahseden Ortaköy'ün Cibali'nin işçisi Seni öldürürler Seni sürerler Buhranlar senin sırtından geçiştirilir İpek şiltelerin istakozların Ve ahmak kadınların selameti için Hakkında idam hükümleri verilir Haktan bahseden namuslu insanları Yağmurlu bir mart akşamı topladılar Karanlık mahzenlerinde şehrin Cellatlara gün doğdu Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır Bir kalem yazın vardır Dudakları yakan bir çift sözün vardır Söylenmez Haramiler kesmiş sokak başlarını Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi Haramilerin elinde Ve mahzenlerinde insanlar bekler Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer Bebelerin hasreti içlerinde gömülü Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bulutların ardında damla damla sesler Gülen çehreleri ve cesaretleriyle Arkadaşlar çıktı karşıma Dindi şakaklarımın ağrısı Bir kadın kardeş tanırdım Bir arkadaş karısı Hasta ciğerlerinin taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında Gebeliğin dokuzuncu ayında Aç kurtların varoşlara saldırdığı Tipili bir gece yarısı Sırtında çok uzak bir köyden indirdi Otuzbeş kiloluk sırrımızı Zafer kanlı zafer kıpkırmızı Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bekle bizi Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalarınla bekle Ve bir kuruşa yeni hayat satan Tophane'nin karanlık sokaklarında Koyun koyuna yatan Kirli çocuklarınla bekle bizi Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi Bekle dinamiti tarihin Bekle yumruklarımız Haramilerin saltanatını yıksın Bekle o günler gelsin İstanbul bekle Sen bize lâyıksın. |
03-05-2003, 16:57 | #40 |
|
İSTANBUL MU?YOKSA ASKTAN MI BAHSEDİYORSUNUZ?
üstüne en çok yazı yazılan sözler söylenen ve bu kadar söyenti'nin altında yine de canlı kalabilmeyi başaran bir AŞK vardır, bir de İSTANBUL.
istanbul'u terketmek mi?bir sevgili nasıl terkedilirse, hani bir otobüse ya da trene binip, bir sonraki durakta inip, geri dönmek gibi, işte öyle terkedilir istanbul. terketme'nin provasına bile izin vermez ki?eğer candan bir aşıkı varsa istanbul'un, istanbul da candan olur. simdi mayıs.ve erguvanlar bekler sizi hisar'da.istanbul sevgilisine bir demet erguvan sunar. almaz mısınız? |
03-05-2003, 18:40 | #41 |
|
ÜSTAD YAHYA KEMAL YAŞASAYDI ŞİMDİ,
İstanbul'un Sevgili Aşıkları,Katılımcı Dostlarım, Söyleyin Alla'sen;İstanbul'dan bunca şitayişle söz edilir mi bu mevsimde? Bilenleri ama bulamayanları,orada olamayanları düşünün. Yıllar önce idi.Finaller bunaltmıştı."Hadi Hisar'a" demişti İstanbul Hukuk'un haylaz öğrencilerinden biri. Ertesi günkü sınav mı,kolay ders canım .Atatürk İlkeleri .Hocası mı ?O zor işte . A.GÖZE. Buna rağmen elde ders kitabı ver elini Hisar.Boğaz'a bakan en yüksek burçtayız üçbeş öğrenci (biz de öğrenciyiz ama biraz yaşlıcası,ağabeyiyiz hepsinin.Hocalık da var serde). Sağ tarafta Bebek koyu, çarşafa bürünmüş.Zaman şimdiki bahar ayı. Sınavı da,ders kitabını da ,A.GÖZE'nin hışmını da unutturur İstanbul.Kırık not almışsın,Güz'e kalmış mezuniyet.Ne gam büyüler seni İstanbul. Üstad,Y.Kemal'e sorar benim gibi Ankara'lı biri, biraz da kıskanarak;"Hep İstanbul,hep İstanbul,ya Ankara? Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı'nın,Cumhuriyet'in başkenti,Atatürk kenti üstad.Hiç mi değeri yok gözünde senin,Ankara'nın yok mu sevdiğin tarafı " deyince üstad'dan gayri ihtiyari o meşhur İstanbul vecizesi duyulur;"............................" Yaşasaydı üstad,sizin satırlarınız ne kadar mutlu ederdi kimbilir O'nu.Selam ve sevgiler İstanbul tutkunları. |
04-05-2003, 13:46 | #42 |
|
İstanbul'u tanıdığımda 20 yaşındaydım..Çocukluğumun ayşecikli,Türkan şoraylı filmlerindeki İstanbul'dan başka ,1mayısı yaşayan taksim meydanını da görmek çok istemiştim.
İstanbul bir garip şehir.doğal bir mıknatıs taşıyor sanki.Akılalmaz trafik, tuhaf şehir düzeni ve bir yandan akılalmaz bir güzellik.ben hala her fırsatta her istanbula geldiğimde mutlaka ama mutlaka(bu iş planımın dahilindedir hep çünkü ortaköy'de yada bebek kahvesinde çay içerim.. Bir şehrin insanı kendine aşık etmesi bu olsa gerek İstanbul'u özledim.. |
05-05-2003, 14:27 | #43 |
|
Ankara'da İstanbul'u Özlemek !
Çok uzun yıllar önceydi... Deniz kıyısından yeni ayrılmış, Ankara'nın yoğun kasvetine alışmaya çalışıyordum.... Ankara güzeldi, düzenliydi.. Hoştu ama .... ama .... ! Deniz yoktu. Karşıda hisar yoktu... Balık ekmek yoktu...Ankara'yı ciğerlerime çekerken, İstanbul'u özlüyordum... Bir çare diye boğuşurken kendi özlemimle bir pratik çözüm buldum kendi kendime... Sakarya çarşısı o zamanlar balık satıcıları ile doluydu.. Ne zaman denizi özlesem, Sakarya çarşısında buluverirdim kendimi... Balık kokularını içime çeker ve gözlerimi kapatır "İstanbul'u dinlerdim"
Artık Ankara'ya da alıştım galiba... Ama yine de zaman zaman Sakarya çarşısına atıyorum kendimi Ankara'dayken.. İstanbul'u Ankara'da yaşamanın kolayı bu galiba! |
08-08-2003, 18:57 | #44 |
|
Ben İstanbul'u bugün buldum. Yarın kaybedeceğim...... İnsanlarını yaşatamak, kahve keyifini, kahveyi ve hatırını bilenle içmenin zevkini tatmak.... Bir tepeden halici seyrederken huzuru yeniden yaşamak..... )) Kesinlikle İstanbul'u bugün buldum.
Teşekkürler sevgili hykayar... Şahane hanım...... İstanbulu yaşadığım ve yaşattığınız için...)) Sevgilerimle..... |
12-09-2003, 13:51 | #45 |
|
benim Istanbul'um
Istanbul,
Dogdugum buyudugum yer. Annem babamda burada dogmuslar, onlarin annesi babasida. Bir yerden birileri burada dogmamis olmali ama hafizamiz yetmiyor. Babam istanbul'un kesmekesinde cocuk buyutulmez demis ve Istanbul disina tasinmaya karar vermis. Yasadigimiz yer dag basi sanki. Kisin kurtlarin ulumasini duyuyoruz. Bir tane otobus var onu kacirdin mi yurumek zorunda kaliyorsun. Bunlar hayal mayal hatirladiklarim. Bir sutcu var adamcagizin ineklerinin sagligi ile herkez ilgileniyor. Ne de olsa o sutleri biz icecegiz. Oturdugumuz yerin yakinlarindaki bostandan koparilmis sebzesini atli araba ile satan amca ile annem kavga ediyorlar. Kac gun once toplandin bu marullari. Buyuk alisverisleri baska yerlerden yapiyoruz. Burnumuzun dibinde bakkal yok o yuzden annem bir kac gunluk ekmegi nasil yumusatacagini gayet iyi biliyor. Bot manto alirken bizim oralari bayagi soguk bu ince kalir diyor annem. Babam ise basindaki sapkayi ruzgara nasil kaptirdigini anlatiyor. Ben ilkokulu bitirdigimde birden fazla otobus gecer oldu. Onumuzde sakin sessiz duran yol arabalar ile doldu. Iki kardes oturup gelip gecen arabalari saymaya basladik iki tane beyaz araba gecti. Simdilerde kimse o yol uzerinde oturmuyor. Cunki bahsettigim yer. Besiktastaki Balmumcu yokusu.. Saygi ile kalin Tangül |
12-09-2003, 14:42 | #46 |
|
ben onunlayım...bi başıma da olsam,binlerce derdimde olsa umrumda değil yeterki sabah vapurundaki yerimi alayım
bece bir tutkudur istanbul,dokunmadan hissedebilir bakmadan görebilirsiniz ve asla tekedemeyeceğiniz tek sevgili istanbuldur... |
14-09-2003, 11:11 | #47 |
|
HARİÇTEN GAZEL
Şarkılar, şarkılar, Boğaz, mehtap, ut, Şarkılar, şarkıların eskileri Rakının gravatlısı, Hayat Mecmuası, İstanbul hülyası... Televizyonsuz mutlu cocukluğum: İzmır radyosu.. Neşeli, fettan bir ses, Bir bardak billur su İçindeki büyü, Üstündeki buğu: Gönül Yazar... Şarkılar, en eski şarkılar.. İlk aşkım bir sır, Ama ağaçlarda yazar. Üçüncü Selim, Gol Kralı Metin Ve ben.... İstan... İstan... İstan... Bul, bulabilirsen... Gönül İstanbul'da Gönlüm İstanbul'da Gül, gülebilirsen... |
25-09-2003, 11:50 | #48 |
|
Istanbul'da ask baskadir
biraz alinti biraz calinti oldu ama olsun. |
25-09-2003, 14:22 | #49 |
|
!!!!
Geçenlerde iki yaşlı amcanın konuşmalarına kulak misafiri oldum yanlarından geçerken biri diğerine diyordu ki "Ben istanbul'un bu cıvıltısını seviyorum" bu bana çok şey ifade etti bilmem size neler ifade eder .sevgiler saygılar
refya |
31-03-2004, 18:25 | #50 |
|
Yine bahar geldi..
Ben hala burada, Erguvan' ı, Yeşili, Gülü, bekliyorum |
24-05-2004, 17:36 | #51 |
|
Şimdi terk edeceğim seni,
hiç terk edemediklerim içinde, terk ettiğim ilk olacaksın, şimdi terk edeceğim seni.. Unutma, unutmayacağım.. |
17-07-2004, 13:12 | #52 |
|
Selamlar Sevgili Dikici,
son mesajınızda terkedemediğiniz İstanbulu sahiden terkediyorsunuz anlamı çıkıyordu. Gerçekten terkettiniz mi? En azından İstanbul dışında sessiz sakin bir yer bulup yerleştinizmı? Merak ettim Saygılarımla |
19-07-2004, 07:38 | #53 |
|
Merhaba Sevgili Gemici,
Istanbul'u terk etmek kolay olsaydi, hiç bir konu basligi açilabilir miydi? Hiç bu kadar uzun uzun ve çok sayida mesaja konu olabilir miydi? Kolay degil terk etmek. Istanbul'u terk etmek uzaklasmak degil, kiyisina, kösesine cekilmedir, belki. Halen arayisim devam ediyor. Sanrim en kisa zamanda, en yakin bir kösesine atacagim kendimi. Ama isten kopmam da çok zor. Istanbul disinda sanki avukatlik yapilamazmis gibi geliyor bana. Garip bir duygu ama gerçeten böyle hissediyorum. Saygi ve sevgilerimle. |
03-12-2004, 13:15 | #54 |
|
Şimdi de Bozcaadaya mı yerleşsem diye düşünmeye başladım. İnsanlar orada hiç rahatsız edilmiyor. Kapılarında kilit bile yok, açıkç Öyle ya hırsız çaldığını bile götüremez ki... feribot seferleri sınırlı. Çalan, kap-kaç yapan, gaspçı, terörist, ahlaksız hemen kendini ele verir.
İstanbul'u terk etmeliyiz ki... |
03-12-2004, 16:12 | #55 |
|
Sayın Dikici,
Rahatsız edilmeyeceğiniz yer mi arıyorsunuz? Yoksa kilitleri olmayan kapılı yer mi? Ya da kapısı dahi olmayan bir yer mi? "Kafesin biri kuşunu aramaya çıkmış" Kafka Bizi aramaya çıkar kafesler efendim Demek ki İstanbul'dan ayrılamazsınız Sayın DİKİCİ. Bozcaada denildi de. Nüfusu ne kadar Sayın Sİbel? Siz önermiştiniz de görmüştük hatırlıyor musunuz? Bir de Asos'u yani Behramkale'yi. Günbatımında ulaşmıştık da girememiştik Truva'ya. Bir de Sayın DİKİCİ,şarabı seviyor ama keyfince alıyorsanız Ne Kalecik Karası,ne Mürefte.Ne Kavaklıdere.İlle de Bozcaada. Üzüm ve şarap diyarı. Hele Kostarağası. |
03-12-2004, 18:11 | #56 |
|
selamlar
daynamadım işte egeli olup istanbul tozuna bulanıp ankarada sürünen biri olarak istanbuldan kaçmakmı ahhhh kavuşsam karşıyaka kaldırımlarında boğulsam diyorum bir öneride gönlünde martılar çırpınan dikiciye benden selçuk şirincede dolanın ve benden önce gidersiniz demişti bir arkadaş deyip benim içinde bir kadeh şarap için ağva çevresinde uyar derim istanbuldan hepten kopmak istemezseniz ( ve ben gibi hasretle yanan birinden öneri çok sürmez burnunuzda buram buram kokar zürafa sokağı, istiklal ortaköy, razı gelirsiniz keşmekeşine ) yine depleşti işde özlem herşey yüreğinizce olsun |
04-12-2004, 16:08 | #57 | |||||||||||||||||||
|
Rahatsız edilmemek tek başına durumumu ifade edemez sanıyorum sayın karaca. Benim rahatsız edilmemem değil herkesin rahatsız olduğu ortamdan kaçış demek daha uygun düşer kanısındayım. Diğer kilit olayı, güvenli yaşam anlamındadır. İstanbul'un güvenli bir şehir olduğunu söylemek normal bir ifade sayılamaz günümüzde. Şarap güzel tabiki sayın karaca Hele ki doğa daha güzel. |
04-12-2004, 16:14 | #58 | |||||||||||||||||||
|
Teşekkür ederim sayın cırıl. Umarım her şey gönlümüzce olur. |
03-04-2005, 21:24 | #59 |
|
Bir de Bozcaada var.
|
02-07-2005, 14:23 | #60 |
|
İstanbulu düşünüyorum, gözlerimin açık veya kapalı olması önemli değil. Gözlerim açık ta olsa kapalı da olsa fark etmez, hayalimdeki İstanbul öyle de olsa böyle de olsa hep aynı kalacak çünkü; İnsanın hayalindeki resimler solup sararsa bile hep aynıdır bence.
Aklıma ilk gelen arabalı vapurla Kabataştan Sirkeciye ilk gelişim. Sirkecide benden bir süre önce İstanbula gelen tanıdıkları görünce, ‘nasıl oluyorda bu kadar büyük bir şehirde, bu kadar insan kalabalığının içinde buraya kadar gelipte beni buldular’ diye düşünmüştüm. İnsan belleğinin bir özellği olsa gerek, sonraları ben de, daha büyük yerlerde bile yönümü belirleyip istediğim yeri bulmayı öğrendim. Aklıma gelen ikinci şey, İstanbulun daracık ahşap sokaklarından geçerken burnuma gelen yemek kokuları. Tüm İstanbul domates dolması yapan büyük bir mutfak sanki. Şehri boydan boya saran bu yemek kokularına rağmen, İsatnbulun yemeklerinde, Malatyanın yemeklerinin tadını bulamadım bir türlü. Bir de yetmişli senelerin Haliç’inden gelen kokular ve köprüde balık tutmaya çalışmak. Haliçten gelen koku güzel olsa ve balık tutmuş olsaydım o günleri hatırlıyamıyacaktım belki de, kimbilir? Gözünün önünde gerçekleşen değişikliklerin farkına çoğu zaman varamıyor insan. Hergün gördüğünüz ve tanık olduğunuz bir değişimi tam olarak algılıyamıyrsunuz. Senelerce görmediğiniz bir insanı veya bir yeri seneler sonrası gördüğünüzde, senelerin getirdiği değişiklik bütün gerçekliği ile karşınıza çıkıyor. Okul üniforması ile terkettiğiniz sınf arkadaşınız karşınıza saçı sakalı ağarmış birisi olarak çıkıyor birdenbire. Gözlerinize inanamıyorsunuz. Nazım’ın ‘Büyümez ölü çocuklar’ mısrasında olduğu gibi hayalimizdeki insanlar büyümediği gibi hayalimizdeki yerlerde değişmiyor. Yetmişli senelerdeki hali ile aklımda kalan İstanbulu seneler sonrası gördüğümde de aynı his kaplamıştı içimi; İstanbul benim hayal edemiyecğim derecede değişmişti. Eski İstanbulun çevresini saran ve kibrit kutusu gibi yanyan sıralanan binalar Şehre yeni bir görünüm kazandırmıştı. Haliçten eski kokular gelmiyordu artık, buna karşılık Florya ve Aataköyde eskiden plajların oldukları yerlerden keskin bir lağım kokusu etrafa yayılıyordu. Yukarıdaki satırları yazmamın sebebi, Süddeutsche Zeitung’un bu günkü sayısında okuduğum Christiane Schlüter imzalı yazı. Schlüter İstanbulu Bangkok ve Mexiko City gibi büyük şehirlerle karşılaştırıyor ve İstanbulun diğer büyük şehirlerin aksine, halen oturulabilinecek şehirler arasında olduğunu belirtiyor. Buna gerekçe olarak’ta İstanbulun tarihi eski bir şehir olduğunu ve İstanbullularda, büyük bir şehirde oturmalarına rağmen hemşehriliğin ve bölgeciliğn sosyal bir yaptırım ve dayanışma gücü olarak halen işlerliliğini sürdürdüğünü belirtiyor. Son gelişimde Çemberlitaşta bir hanın ikinci katında arkadaşlarla beraber yediğimiz nefis izagara balığın tadı aklıma geldi. Saygılarımla |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 2 (0 Site Üyesi ve 2 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Atiye Terk Ettiğimiz Davayı Tekrar Takip Etmek İstersek Yeniden Harç Gerekir Mi? | av.suleyman | Meslektaşların Soruları | 21 | 30-09-2014 15:18 |
Savcının görevi "suç isnat etmek" mi, yoksa "suç ispat etmek" mi olmalı? | sibelniko | Hukuk Sohbetleri | 21 | 30-09-2013 08:43 |
Karşılıksız Yararlanma - Konaklama Ücreti Ödemeden Oteli Terk Etmek | Av. Çetin | Meslektaşların Soruları | 3 | 20-12-2006 09:43 |
Ölümü İhale Etmek! | Av.Mehmet Saim Dikici | Site Lokali | 2 | 01-05-2003 17:20 |
Evi Terk | M.Günel | Hukuk Soruları Arşivi | 2 | 15-02-2002 00:14 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |