10-10-2014, 16:10 | #31 |
|
İçlerinde bayağı güzel yazılar varmış. Paylaşımlar için çok teşekkürler.
|
21-11-2014, 16:36 | #32 |
|
Tözeleştiri
Gözler buluştuğunda
senin dışında henüz o bambaşka biri özenli bir aralıkta duruyorsun hep sözlerle dokunuyorsun sadece incitmelerin olursa istemeden farkına varıp hemen özür diliyorsun gönlünü alıyorsun sonra arada fırsatlar yaratıp armağanlarla sözcüklerini çoğaltıyorsun renklerle çünkü sen de çoğaldığının farkındasın sokaklara çıkıyorsun birlikte, parklara, yollara, başka şehirler çağırıyor ısrarla… Sonra elini tutuyorsun, hadi diyelim öylesine, ansızın kendiliğinden bir öpücük uzaklığındasın şimdi biliyorsun bunu işte o zaman içinden çıkardığın bir kafes aralıyor kapısını,,, hiç düşünmediğini sanma unuttun belki ama binyılların tutkusu haykırmak üzere damarlarından artık sahip olmanın şehvetiyle elegeçirir gibi avını atılır kendine bir namus yaratırsın… Kıskan göz açtırma sorgula kuşkulan körelt belleğini gözlerin gözlerinde seni görsün onu değil. |
16-12-2014, 23:00 | #33 |
|
Ayçiçekleri ve kadın
Birbirlerine gelip giderken her kavuştuklarında “tık”layan sileceklere takılmış,,, dışarıdaki yağmurun ritmini onlardan izliyordum ki, minibüsün açılan kapısından içeri ayçiçekleri girdi,,, kocaman ayaklı cam bir vazo içinde kendi yapaylıklarını kucaklamış kadınla birlikte,,, ikili koltuklardan birinin ucuna iliştiklerinde, Van Gogh’a bir gönderme yapıp yapmamakta tereddüt ettim,,, kadının gözleri ayçiçeklerindeydi hep,,, onlar da kadını, karşılaştıkları andan bu yana ilk kez şu anda dikkatle inceleyebilme fırsatı bulmuşlardı sanki, minibüsün loş aydınlığında,,, siyah bonesi üzerindeki başörtüsü, inceltilmiş kaşlarının kavisiyle uyumlanarak yüzünü çevrelemişti,,, mavi siyah çizgili hırkası, daracık kot pantolonunu bel altından sarmalamıştı ama,,, mavi beyaz desenli konçsuz çorapları, terlikli ayaklarını soğuktan ne kadar koruyordu bilemem, ıslanmışlar mıydı?,,, çoraptaki ağzı açık makas motifine takılmıştım ben,,, bir de sol ayağının başparmağının başını kaldırmış haline ki çorabın en zayıf noktasıydı burası, ha delindi ha delinecek,,, telefonu çaldı o sırada,,,, sesi genizdendi,,, “iki ay mı kaldı,,, neyse canım sayılı gün, gelir geçer, dert etme kendine,,,,” telefonu kapattıktan sonra, cüzdanından para çıkarırken, sordu, “Pendik ne kadar”,,, paranın şoföre ulaşması için önünde oturan üç kadının birinden geçmesi gerekiyordu,,, “bayan şunu uzatır mısın”,,, geri dönen para üstünü avucunda tutup bana döndü nedense,,, doğru mu,,, ben ayçiçeklerine bakıyordum o sırada, bir şey demeden baktım yüzüne, o şoföre sorup anladı, tamamdı paranın üstü,,, sağ elinin orta parmağındaki sarı çerçeveli yeşil taşlı yüzüğü o sırada fark etmiştim,,, benim ayçiçeklerine baktığımı görünce, arada bir bana, sonra çiçeklere bakar oldu,,, öksürdü, bunu yaparken başı hafifçe öne doğru eğiliyordu, ilginçti,,, şoförün yanındaki tekli koltuk boşalınca, yerinden kalkıp oraya geçti,,, “çiçekler, aynayı engelliyor” diye söylendi şoför,,, o da yan tarafına aldı onları,,, solda şoför, teklide kadın, aralarında dev ayçiçekleri,,, bu düzenlemeyi sevdim,,, zaten, üst taraftaki çizgi halinde kırmızı ışıklar da tamamlayıcıydı,,, bir de yine kırmızı ışıklı dijital zaman göstergecinin saat ve dakikalar arasında yanıpsönen üst üste ikinoktası,,, hele sürekli “tık”layarak gidip gelen cam silecekleri,,, radyoda Alem fm’den sesini yükselten kadın şarkıcı,,, “hayat, beni gözden çıkarma” diyordu,,, kadının çorabındaki açık makasın şifresi, bu sözlerde gibi geldi bana…
Bostancı’nın akşamında indim minibüsten,,, yağmur hafiflemişti,,, son bir kez dönüp baktım,,, sesleri duyulmuyordu ama silecekler gidip gelmeye devam ediyordu… |
31-12-2014, 11:40 | #34 |
|
Günler dönüyor
Kendi tarihimin arşivini tutmalıyım, başkalarının belleği yanıltıyor çoğu kez, unutturuyor, aldatıyor, yanıltıyor,,, daha dün gibi sandığın hatıraları elinden çekip alasılar,,, sadece hatıra değil ki onlar,,, yüzüme, bedenime, zihnime atılmış çizikler gibi sahici, belki çoğu acıtıcı ama içlerinde mutlandıran ve umutlandıranlar da az değil ki onlar en darda, en zorda, en karanlıkta kaldığım zamanlarda bile beni hiç terk etmeyen bir sevda türküsü gibi duyuruverir kendini,,, bir başına türkü söylemenin cesaretini yitirmemek gerekir o yüzden,,, hele sen başla, sesine ses verenleri de duyarsın, bazen yanıbaşında bazen çok uzaklarda, ama duyarsın,,, kardeş gibidirler türküler, dilden dile, elden ele dolaşır, çoğalırlar…
Yağmur, fırtına ve kar içinde dönüyor günler,,, doğa mevsim mevsim hatırlatıyor kendini,,, havada kuş, suda balık, toprakta karınca ve tohum çekilir kendi kuytuluklarına, kış uykusuna yatar yabanda hayat,,, gün olur devran döner, gökkuşağının ardından parlar güneş, kendini hatırlatır. |
06-02-2015, 14:40 | #35 |
|
Elimi bırakma...
Elimi bırakma anne,,, yanımdan ayrılma,,, benimle oyna, ilgilen,,, senin korumana ihtiyacım var benim,,, henüz hiçbir şey bilmiyorum,,, yavaş yavaş öğreneceğim senden,,, gözlerimi senden ayırmayışım o yüzden,,, seni göremediğimde eksik hissediyorum kendimi,,, hani bir bağ vardı ya aramızda, sen gösterip anlatmıştın, içinden çıktığımda onunla bağlıymışım sana, doktor kesip ayırmış bizi,,, kesmeseymiş keşke, o zaman hiç endişem kalmazdı, hep birlikte olurduk seninle,,, ahh anne çok mu bencilim ben!,,, yalnız başına evden çıkmak istediğini seziyorum,,, istiyorsun bunu, çünkü çok sıkılıyorsun zaman zaman,,, arkadaşlarınla vakit geçirmek, sinemaya gitmek, yürüyüş yapmak, kitap okumak, bir şeyler yazmak istiyorsun,,, ben gelmeden yaptığın şeyleri yani,,, bunları hep, mutfakta açık pencerenin önünde sigara içerken geçiriyorsun aklından, öyle değil mi?...
Babam nerde?,,, o kadar az görüyorum ki onu,,, hatırlamakta güçlük çekiyorum,,, bak şimdi yine unuttum yüzünü, nasıldı anne?,,, hadi, anlat bana,,, tamam tamam, hiç hoşlanmıyorsun bundan,,, ama şurdaki dolabın en alt çekmecesinde bir resmi var,,, karıştırırken elime geçti bir gün,,, arada, sen mutfağa ya da banyoya gittiğinde, çıkarıp ordan bakıyorum,,, o da bana bakıyor, hiç konuşmuyor benimle ama gülümsüyor, yaptığı tek şey bu, hep gülümsemek… Bana kızma anne, bana bağırma, sesini yükselttiğinde çok uzaklaşmış gibi oluyorsun benden,,, böyle zamanlarda,,, şu küçücük aklımdan geçmiyor değil, kapıyı açıp sessizce dışarı çıkıvermek, alıp başımı gitmek ama kapının kilidine erişemiyorum ki,,, biraz daha büyürsem yapabileceğim bunu,,, yo, sakın yanlış anlama seni terk etmek gibi bir niyetim yok kesinlikle, nasıl yaparım bunu,,, sadece seni kendi halinle baş başa bırakıp, dinlenmeni, rahatlamanı sağlamak için,,, senden ayrılamam ki anne çok küçüğüm daha, sana ihtiyacım var, sensiz yaşayamam ben… Şimdi şu küçücük aklımla bütün bunları nasıl düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?,,, ama bunun yanıtı yine sende anne,,, çünkü ben değil sen düşünüyorsun bunların hepsini, benim aklım fikrim oyunda çünkü,,, bir de sende,,, daha çok sende,,, seni çok seviyorum anne! |
06-03-2015, 12:50 | #36 |
|
“Suç herkesin olduğu zaman aslında hiç kimsenindir…”
Böyle diyordu Concepción, 1800’lü yılların İspanyasında kadın başına,,, hiç de kolay değildi bu,,, herkeste bir genelleme alışkanlığı vardı,,, suçlular şöyledir, böyledir,,, peki kimdir bu suçlular,,, genel toplum algısının kabullenemediği davranışlar gösterenler,,, bunlar azınlıktadırlar ve cezalandırılmalıdırlar,,, peki ya çoğunlukta olurlarsa?,,, hani akıl hastanesinden birinin dediği gibi, biz içerde şu kadar kişiyiz, ya siz dışarıda kaç kişisiniz???
O yüzden “Okulları açın cezaevleri kapansın” diyen de Concepción’du. Liberal bir asker olan babası Ángel del Arenal,,,, korkak, bencil, açgözlü, kuşkucu ve kindar bir kral olan 7. Ferdinand rejimine karşı geldiği için sık sık cezaevine giriyordu,,, nitekim Concepción 8 yaşındayken babası cezaevinde öldü,,, annesinin karşı çıkmasına rağmen 1841’de hukuk fakültesine kaydını yaptırdı,,, ilk kadın öğrenci olduğu için erkek kıyafetleri giydi,,, 1850’lerde siyasi ve edebi tartışmalara kadınlar katılmazdı,,, göğüslerini çift korseyle gizleyip kendine erkek süsü vererek bu toplantılardan da geri kalmadı. 1870’lerde ise saygın bir İngiliz örgütü olan Cezaevi Reformu İçin Howard Topluluğu, onu İspanya temsilcisi olarak atadı,,, atama belgesi Sir Concepción Arenal adına düzenlenmişti! Adını, kulağıma Galeano fısıldadı,,, feminist ve insan hakları savunucusu aktivist Arenal Concepción’un,,, bütün yaşamını cezaevleri cehennemine karşı canla başla mücadele ederek ve ev kılığına girmiş cezaevlerinde tutsak olan kadınların itibarı için çalışarak geçirmişti. Birçok düşman kazandı ama hiçbir zaman ekmeğe ekmek ve şaraba şarap demekten vazgeçmedi. |
15-04-2015, 15:53 | #37 |
|
Yüzyılın yalnızlığında bir kadın
İnsan bazı şeyleri unutamıyor,,, şey dediğim bir olay, bir insan, bir kadın ve onun yüzü,,, yüzler baktığın yere göre farklı portreler çiziyor insanın zihninde,,, sokakta mısın, deniz kıyısında mısın yoksa ormanda, bir dağ başında, bir evin içinde misin,,,, evet bu son üçü bir arada, adı yayla üstü dağ, etrafı orman, ahşap evi aydınlatan lüks lambasından gelen ışık yüzünün yarısını aydınlatıyor ancak, diğer yarısını kuzineden gelen sıcaklığa vermiş,,, aylardan ağustos ama hava soğuk, yükseklerdeyiz ya,,, kısa kesilmiş siyah saçları ama çok değil, uçlarında beyazları var,,, gündüz pınarın başındaki kır sofrasında gördüğümde daha gençti, daha şendi,,, şimdi öyle değil, sanki yaşını ve hüznünü bu evde saklamış, kimliğini de,,, tuhaf değil mi, yaşadığı büyük şehirde hiçbirisi ilgilendirmiyor onu, ne zaman yani yazları alıp başını gelse bu ana ve baba ve ata topraklarına işte o zaman hatırlıyor, hepsini birden,,, adını bile…
Loş aydınlığın daha da hüzünlendirdiği yüzü değil sadece zihnime kazınan, söylediği, ağzından bir çırpıda çıkarıp o an için rahatladığı ve gündüzki karşılaşmamızdan o ana dek bir çakıl taşı gibi dilinin etrafında dolaştırıp durduğu anlaşılan şu sözcük ama “ben” zamirinin ardına takılıvermiş “Ermeniyim!”,,, o yaylada birlikte oldukları pek çoğunun çoktan geçmişinden silip attığı, atmak zorunda kaldığı hatta katı bir reddiye halinde içselleştirdikleri insanın en doğal haliyle sahiplenebilmesi gereken kimliğinin adı,,, bir süre sonra yanından ayrıldığımda o geceyi rahat bir uykunun kollarında geçirecek,,, bense yüklendiğim huzursuzluğu sabaha taşıyacak ve sonraları ne zaman hatırlasam yüzyılın yalnızlığındaki bu kadını, utancımdan kulaklarım kızaracaktı. |
21-05-2015, 16:08 | #38 |
|
Git git ki gelesin
Bu benim fikrimdi,,, bir başka kadına gitmesi,,, ama istiyordum ki, arada bir olsa da gelsin, göreyim,,, zamanını hep o belirlesin, haber vermesin bana,,, bilmeyim onu ne zaman göreceğimi,,, birden çıkıp gelsin işte öylesine,,, ben o sırada yattığım yerden dışarı bakmakta olayım,,, pencereden,,, her sabah bıraktığım ekmek kırıntılarına gelen kumruların koklaşmalarını izlerken,,, ya da kavak ağacının yapraklarında hışırdayan rüzgârın sesini dinlerken, uzaklara,,, çok uzaklara götürmüş olayım kendimi, neresi mi, hatırlamıyorum, ama uzak bir yer işte… Ne düşünsem, nereye baksam zihnimi hep o meşgul ediyor sanki, ne çok anı biriktirmişiz demek? Ben biriktirmişim ya da… İyi etmişim, insan zamanı gelip de hayatın kıyısına çekiliverdiğinde, anıların denizine açılırken buluyor kendini,,, bu güzel…
Bir başkasına gitmesini ben istemedim ondan,,, evet, doğrusu bu,,, ben istemedim,,, bazen zihnim yanıltıyor beni, aldatıyor, inandırıyor benim isteğim olduğuna,,, hayır ben değil,,, hiç kuşkum yok bundan,,, kolum kanadım kırık kaldı, ne yapayım,,, ruhum hasta çünkü… Beni buraya, bu bakımevine bırakmasını ben istemiştim ama,,, hayatı ona bırakıp birbaşınalığıma çekilmek,,, onu tutsak etmemeliydim kendime,,, itiraz etmedi bile,,, doğrusu bu, dedi,,, olsun, beni ihmal etmiyor ya,,, görmelere geliyor ya beni yarım saatliğine de olsa,,, razıyım buna,,, öyle uzun uzadıya konuşmasak da eski günlerdeki gibi, hal hatır soruyoruz,,, biraz da havadan sudan,,, yeter… Ben hiçbir şey sormuyorum zaten, ne konuşulacaksa o biliyor, sorular da onun,,, sözcükleri hiç değişmemiş, eskisi gibi, sadece içinden sevgi geçmiyor artık, şefkat mi? Yoo hayır, vicdan yarasına benzer şeyler… Sevgisini başkasına anlatıyor şimdi,,, tahmin edebiliyorum,,, bana söylediklerini o kadına söylüyor,,, nasıl becerebiliyor bunu? Bana “karanfilim” derdi hep, o kadına da mı? Kimbilir belki sarışındır, “mimozam” mı der acaba? Başka çiçek adı bilmez ki… Bunları düşünmek istemiyorum artık, yoruyor beni,,, bırakmasın, yüzünü eksik etmesin benden, yeter… İtiraf edeyim mi yanımda olması değil aslında bana iyi gelen,,, daha gider gitmez benliğimi sarıveren, onu yeniden görme duygusu,,, hemen özlüyorum onu, kapıdan çıkar çıkmaz,,, ona fırsat vermeden, her defasında ben, git hadi diyorum, git,,, sonra kendi kendime konuşuyorum arkasından,,, git, git ki gelesin… |
13-07-2015, 15:56 | #39 |
|
Kaçış
“Dağa kaçtıkça özgür hissediyorum kendimi, orda kekik toplarken, hayvanları gezdirirken neler neler çıkıyor içimden bir bilsen,,, şiirler geliyor dilimin ucuna kağıt kalem yok ki yanımda yazıversem, unutuyorum sonra,,, sadece onları değil her şeyi unutuyorum, bakma şimdi sana anlattıklarıma, burada peşimi bırakmıyor yaşadıklarım,,, 12 yaşımda kayıklara doluşup diğer köylü kadınlarla birlikte Köyceğiz’in Dalyan’ına pamuk toplamaya gittiğimiz günler var, sabah gündoğumunda çıkar yola ancak akşama varırdık oraya,,, açık deniz, dalgalara vurdu mu ellerimle yapışıp kayığın kenarına pusar kalırdım korkudan,,, hep kadınlar giderdik, daha çok gelinlik çağına gelenler,,, gündeliklerini biriktirip pamuk alır getirirlerdi çeyizlik yorgan yapmak için kendilerine…
Daha küçük yaşlarım var, yedi mi sekiz mi neydi,,, hayvanlara bakar, ta şu tepenin ordaki çeşmeden su almaya gönderirdi anam,,, birinde bir köpek çıktı karşıma geçirmedi yoldan beni, omzumda su kabağı,,, su kabağı işte, suyu onunla getirir onda tutardık, soğuk kalırdı çünkü,,, ordaki evlerden birinin bahçesine sinip kaldım, başımı kaldırıp bakıyorum köpek orda bekliyor, salmadı beni gideyim, ta akşama kadar,,, geç geldim diye anamdan işittiğim azar da cabası… Yani senin anlayacağın oyun nedir bilmedim ben,,, yedi kardeşin en büyüğüyüm ya yüküm ağırdı hep,,, hep sanki kadın olarak doğdum ve hep öyle kaldım ben,,, on yedisinde evlendim,,, bir göz evin içinde kayınvalidem onun anası ben ve kocam sonra da çocuklar geldi,,, hep çalıştım ama hep,,, tarlada, bahçede,,, bir otelde bulaşıkçılık yaptım, yeni yeni yemekler öğrendim orda, mutfağa geçtim,,, eh işte sonraları kurduk düzeni,,, düzende neyse,,, ev, pansiyon,,, çocuklar,,, yaşım altmış çalışırım hâlâ,,, gördüğün gibi ufak tefeğim, kavruğum da, çocukluğum marazlıymış zaten,,, geçenlerde bir müşteri geldi, kadın,,, güzellik salonu varmış,,, seni götürüp bir bakımdan geçireyim dedi,,, gülüp geçtim, ben köylüyüm dedim,,, bu halimden de memnunum… Dağdan gelirken çok terledim bugün, rüzgâr vurdu sonra, belim tutulmuş, gidip uzanayım biraz,,,” gitti. Bahçenin öteki kıyısından geçti onun tam aksi kocası, aksiydi, konuşmazdı,,, iskeledeki piyadesine atlayıp açıldı,,, balığa çıkıyordu sözüm ona,,, ilerdeki burnu dönüp gözden kaybolacak bir taşın üstüne ‘baregeta’sını atacak, sonra kıyının gölgesinde kendi içine kaçıp o da kurtulacaktı bu hayhuydan ertesi günün sabahına dek. |
13-08-2015, 14:11 | #40 |
|
Zincir
Tükeniyorum dedi, adam,,, kemikleri fırlamış sol eliyle kareli, alacalıbulacalı, düz ya da her ne renkse, uzun atkısının bir ucunu boynundan dolayıp sağ kürek kemiğinin üzerine doğru atıverdi, sağ elini ceketinin koluna çekip saklamıştı,,, ama sen anlamazsın bunu, değil mi,,, kadın, başını iki yana doğru salladı, kesintisiz bir devinimle, itiraz edişin sözsüz ve sessiz bu halinde, “nasıl böyle dersin”li bir isyan vardı… yok yok diye yineledi adam, anlamazsın, ne biliyorsun ki sen,,, yüzündeki bir karış sakalı, olduğundan da aksi gösteriyordu,,, ne zaman kurşunu dizkapağından yemiş, hem de ikisinden birden, işte o zaman mahkûm olmuştu tekerlekli sandalyeye,,, sadece ona mı, kadına da,,, hiçbir yere gidemiyordu tek başına,,, hiçbir şey yapamıyordu onsuz,,, o yüzdendi öfkesi, görünmez bir zincirle bağlı kalmasınaydı,,, hep aşağılaması da ondan,,, bir türlü kabullenemiyordu,,, kabadayı günleri çok gerilerde kalmıştı artık…
Kadın konuşamayan dilini gösterip, elleriyle bir şeyler yaptı,,, adam başını çevirdi, karşıda şehrin dumana bulanmış yüzündeki esrarengizliği emanet istercesine buğuluydu gözleri,,, kadın okşayarak kendine çekti adamın yüzünü, gözleri gözlerine kıyametler içinden bakıyor gibiydi,,, işte bu bakışlardı onu her defasında teslim alan,,, ne zaman isyan etmeye kalksa, başını eğdirip, perişan bir kabullenişle sakinleştiren,,, gözyaşlarını birbirlerine karıştırıp, yeniden helalleştiler,,, kadın dizçöktüğü yerden kalkıp, tekerlekli sandalyenin arkasına geçti,,, etrafta kimsecikler yoktu,,, o yüzden kadının mantosunun cebinden çıkardığı silahı gören olmadı. |
01-10-2015, 15:51 | #41 |
|
Ebruli kadın
Sabah yağmurunda ıslanarak yürüyordum,,, bir sokak köpeği geldi, gözlerini gözlerime dikip önümde durdu kuyruğunu sallayarak, elimdeki simitten bir parça attım önüne, hiç ilgilenmedi, başını uzattı, okşadım, istediği buydu, yürüdüm arkamdan geldi,,, her zaman asık yüzüyle tam şu büfenin köşesinde karşılaştığımız ebruli kadın gülümsedi bu kez, selamlaştık,,, yüzleşmeye hazırım artık dedi,,, sustum,,, evet hazırım, bir türlü kabullenemediğim hep kendimi suçladığım ve yıllardır içimde farkında olmadan büyüte büyüte kendi sırtıma yüklediğim bu dertle,,, bir dakika dedim bir dakika,,, büfeden sigaramı gazetemi aldım,,, böyle ayaküstü olmasın hadi yürüyelim,,, peşimdeki köpek bizi yalnız bıraktı,,, küçük sahil parçasının ıslak kaldırımı şehrin aynası gibiydi,,, yüzüne bakmaya çekiniyordum,,, vereceğim tepkinin onu ürkütmesinden, birden anlatmaktan vazgeçerek uzaklaşmasından korkuyordum,,, tuhaf bir durumdu,,, sanırım gizli ve bilinmedik, bu yüzden henüz kimselere aktarılmayacak bir tanıklığın esrarlı yükünün yüreğimde yaktığı sızıydı bu…
Bu dertle, daha doğrusu bu derdi bana yükleyen muhatabımla yüzleşmeye hazırım,,, avukatımla konuştum, dava açıyoruz,,, tabii önce psikologumla konuştum, sonra akrabalarımla ki ilk kez duydular hemen sarıp sarmaladılar beni yarama sürülmüş merhem oldular, keşke daha önce konuşsaydım onlarla ama bilemezdim ki,,, kız kardeşim,,, asıl önemlisi o,,, tanıklık yapacak mahkemede,,, ben gördüm dedi,,, evet bir keresinde gözleriyle görmüş o,,, otuz yıl öncesini,,, belki o da yedirdi yüreğinin gizlenmişler köşesine o anı, unuttu böylece,,, ta ki ben ona açılıncaya dek,,, sonra sustu,,, şurada çay içelim mi dedim suskunluğun içine konuşarak,,, şurdaki büfenin çayı fena değildir,,, bir şey demeden uydu adımlarıma, iki kürsüye oturduk yanyanaydık yine, yüzümüz denize dönüktü, deniz bulutlarla birlikte akıyordu, kurşuniydi,,, kuzeyden gelen şilebin peşine takılmıştı martılar, özlediler desem, güneyi bilmiyorlardı ki,,, bir sigara yaktım, başımı döndürüp baktım yüzüne, gözleri şilebin bacasından dağılan dumana takılmıştı,,, baban mı dedim,,, ebruli yüzünde döndü, bir sigara versene dedi. |
12-10-2015, 12:04 | #42 |
|
Üzgünüz
Üzgünüz, öfkeliyiz, yastayız
ve isyandayız! |
05-11-2015, 15:28 | #43 |
|
Sonbahara düşerken
Şimdi bütün bu olup bitenlerden sıyırmaya çalışır gibi yapıp kendini, bir kuytuluğa çekilmiş düşünüyorsun,,, kendini değil, zihnini,,, günün hangi saati ve ne yapıp yapmadığının bir önemi yok…
Ama akşamları,,, ya akşamları,,, bir buğu gibi yayılıp gelen sonbahar kokusunu nasıl sindireceksin içine,,, her sonbaharda ateş olup yanasın gelirdi oysa,,, aşklarından değil, ruhunun isyanındandı,,, öyle ki yaprakların sarısı işte bundan kızarır sanırdın,,, tutuşturmak için kurumuş ince dallara bile gerek yoktu, rüzgâra da,,, içinden doğup yükselen o dehşetli arzuyu hafifçe fısıldaman yeter de artardı,,, sonra pırıldayan alevler ıslıkları çağırırdı,,, görkemli bir koro çağıldar gelirdi, uzaklardan değil, yanıbaşından hemen, aynı sokaktan, arka mahalleden, denizin kıyısından, dağın eteğinden,,, kırlar gürülderdi şehirlere doğru, bir turna sürüsü eşliğinde kopar gibiydi kıyamet… Şimdi, bir buğu gibi ve uzaklardan akıp gelen isli bu sonbahar akşamını nasıl sindireceksin içine,,, nasıl düşüreceksin yarin hayalini aklına, siyah gözlerinde bir kadın haykırışı susmazken… Şimdi alıp başını, uzun upuzun yürüyüşlere nasıl çıkaracaksın kendini,,, sınırlar sokaklara sızmış,,, her köşebaşında telörgü,,, bir mayın her köşebaşında, patlamaya hazır… Hatırlamak iyi gelir her şeye rağmen,,, hatıralar içinden geçip gitmek de,,, erken bir sonbahar sabahında bakıp görebilmeli salkımsaçak ayva ağaçlarını,,, Haydar Ergülen'in dediği gibi,,, “kış büyük gelecek” demek ki,,, kalkıp “nar’a gidelim”! |
17-12-2015, 17:18 | #44 |
|
İyilik hali
Yanımdan geçiyorlardı,,, biri ötekine “…ama iyi insandır” dedi,,, sadece bu kadarını duydum konuştuklarının,,, ne öncesi var, ne de sonrası… Sonra düşünmeye başladım: Her hangi bir şeyin ‘iyi’si olmak,,, değerli, aranan bir özellik,,, iyi sporcu-sporu layıkıyla yapan başarılı dereceleri var-,,, iyi sanatçı- ürettikleri değer yaratıyor, farklı, ilgi görüyor, alkışlanıyor-,,, iyi usta- eline mahir, işini kusursuz yapıyor hem de eksiksiz-,,, iyi pazarlamacı- (benden uzak dursun) eline ne geçerse satıvermesini çok iyi beceriyor, ağzı “iyi” laf yapıyor-,,, bunların sayısını artırmak mümkün,,, peki ya iyi insan? Durun bir dakika! İyi insan kimdir, nedir, ne değildir üzerine sözcükler uçuracak değilim, niyetim başka,,, sadece insana dair ‘iyilik’ sıfatının günümüzde ne kadar arka sıralara düştüğüne takıldım ben, hepsi o kadar…
“Birkaç yıl önce tanışmak için karşı karşıya geldiğimizde ilk kez,,, yüzüme bakıp ‘iyi insana benziyorsun’ demiştin ya,,, bunu hatırladım şimdi şu anda,,, yanımdan geçenlerin konuşmalarında geçen ‘iyi insan’ sözünü duyar duymaz… Bir erkeğin bir kadından duymak istediği sıfatlar sıralamasında kaçıncı gelir iyilik hali… ‘Yakışıklısın’ desin ister, hem de çoook,,, senden yakışıklısını görmedim!,,, hadi diyelim ki, o da pek yakışıklı bulmuyor kendini,,, o zaman ‘karizma’ da kurtarır zevahiri,,, ne karizmatiksin!,,, gözlerimi alamıyorum senden!,,, hiç olmazsa, ‘ne akıllısın!’ dese… Tersine çevirelim okun ucunu,,, bir kadın neler duymak ister, karşısındaki erkekten? ‘Çok güzelsin’,,, peki, içinden mi gelmedi,,,, o halde ‘çok zarifsin’ de uyar,,, hadi bir yerlere odaklanalım,,, ‘gözlerin çok derin, beni içine çekiyor’,,, onu da mı söylemek zor,,, gülüşüne git öyleyse, saçlarına, tenine!,,, unutma, ‘akıllısın’ yine cepte! Sen bunların hiçbirini değil, sadece ‘iyi bir insana benziyorsun,’ demiştin… Ki üstelik yüreğini öylesine açmıştın ki insanlara,,, acılardan damıtıp elinde bir meşale gibi taşıdığın hayatında,,, ‘kötü bir insanı bile sevebilirim ben’ demiştin,,, de olmamıştı,,, yeni acılara kanamıştın, ama olsun,,, denemiştin ya işte!… Ben böyleyim, bazen en anlamlı, üzerinde en durulası sözcüklerin,,, aradan günler, bazen aylar geçtikten sonra birden farkına varıveriyorum… Şimdi uzaklardan,,, hani bazen geçiyorsam aklının bir köşesinden,,, hâlâ ‘iyi insandı’, diyebiliyor musun, benim için,,, ah bunu bir bilebilsem!” |
31-12-2015, 14:48 | #45 |
|
Bu son olsun!
Daha önce de olmuştu, Ecrin de öyle yaptı,,, sokak aralığına girdiğimde bebek arabasını bırakıp, koştu geldi, bacaklarıma sarıldı,,, bayılıyorum şu çocukların saf ve içten hallerine,,, yabancı bilmemelerine,,, belki o yüzden korunmaya muhtaçlar,,, çünkü her içten davranış, suistimale kapı aralamak gibi algılanıyor ya,,, uzak dursun onlar benden, insanlıktan ve özellikle çocuklardan!
Karayaçalan günlerin kaygısında o küçük aralıktan sızan bir ışık gibiydi Ecrin’in bakışları,,, onları alıp yürüdüm,,, dalında sallanan portakalın, yaşlı bir duvar dibinde güneşebakan kimsesiz sardunyanın, çınar ağacına lâl çiçekleriyle dellenmiş begonvilin, ağlarını sanki kendiymiş gibi onaran Ordulu Mustafa kaptanın, mavi yüzlü sütçü Gülsüm ananın selamını aldım,,, güneşli Ege kıyılarından koşup karla buluştum sonunda,,, yılın sonunda yani… Her fotoğrafını çektiğimde koşarak yanıma gelen, hani hani diye resmine bakmak isteyen Ecrin’e gönderiyorum en iyi dileklerimi,,, barışa koştursun artık günler diye,,, belki umut ondadır. |
28-01-2016, 15:00 | #46 |
|
Elimde bir gül kanıyor
Şimdi sen bir dünyanın içinde kıstırılmışsın,,, sınırlarını hiçbir zaman kendi iradenle çizemediğin bir dünya bu,,, hani şu hâlâ, yok canım dönmüyor ki, eğer dönseydi şöyle olur böyle olur safsatalarının dillendirilebildiği bilinebilir tek yaşam olanı küreden söz etmiyorum, hoş o da olsa ne fark eder ki.
Bir şehir, bir ev bir sokak, bir meydan, işyeri, alışveriş yeri, çarşı, pazar, ıssız bir yolboyu, metro, metrobüs, tarla, zeytinlik hele minibüs,,, bir minibüsten dünya… sokağa inmiş yürüyorsun, gecenin içinde mi üçünde mi Fikret Kzılok’un dediği gibi gül bitmiyor ama, yalnız, yapayalnızsın,,, sana kader biçenler alnına kurban yazmışlar çoktan, sen de biliyorsun bunu,,, ama ah diyorsun, öyle olmasa,,, kimse kurban olmasa,,, çünkü sen öyle bakıyorsun etrafına, insanlara, canlıların hepsine,,, herkes birbirini anlasa, dinlese, sevse, hep elini uzatsa, yardımlaşsa, dayanışsa,,, öyle olmuyor ama,,, avcın ayakseslerinde yetişiyor sana, baş başa kaldın işte, tenine dokunan bıçağa dayanmış bir sinsi erkekliğin nefesi soluyor kesik kesik,,, sen hep ele geçirilmeye, istismara mahkum zayıf bir varlıksın, o öyle biliyor,,, iktidarın dili bu, hiçbir zaman onunla eşit olmadın, o üstün ve fetheden, sen yenilen ve fethedilensin,,, bunu belirleyen cinsiyetin,,, işte onu en çok da kışkırtan bu,,, semt senin, sokak senin, hatta yaşadığın evin bahçesindesin,,, senin değil demek ki hiçbiri! Senin sandığın dünyan bu kadar küçük işte,,, yapayalnızsın,,, öylesine kıstırılmışsın ki,,, ne güvenliğin var, ne yardım isteyeceğin birileri,,, sana göz koymuş, senin etine, kadınlığına, cinselliğine salya akıtan, insanlığın bütün giysilerinden firar etmiş, katıksız bir ilkelliğin elinde çaresiz bir başına kalakalmışsın… Hukuk ve adalet göründüğünde iş işten geçmiş olacak, üstelik toplanan kanıtlarda yine sen örseleneceksin bir bir,,, neredeyse haketmişsin sen bunu diyecekler, ne işin vardı gecenin ta üçünde,,, şarkı öyle demiyor ama… Psikolojiye varmıyor dilim, sosyolojiye de biyolojiye de,,, şimdi elimde bir gül kanıyor, dikenlerin acısında… |
30-03-2016, 16:35 | #47 |
|
Gözlerinde Afrika
Genç kadının siyah gözlerinde Afrika vardı,,, uzak, kurak, ıssız, anlaşılması zor, çözülmesi pek kolay olmayan bir düğüm,,, şenliklerini bir kenara bırakmış hüzne teslim ettiği bedeni, kendini dışa vurmayan ama alttan alta kıpırdayan bir dansı çağırıyor…
Genç adamın yüzü, henüz içi doldurulmamış bir harita,,, şaşkınlığın,,, bir sabah beyazlığında gizlenmiş, daha doğrusu nasıl açığa çıkarılacağının belirsizliğiyle donatılmış, bir bakıma çaresiz bir bekleyişin kaderine terk ettiği, kararsızlıklar içinde gezinen bir ifadesizlikler manzarası… Önce kadın geldi,,, sonra adam,,, birbirlerinin yüzüne bakmalarını engelleyen bir şeyleri aralarına koyup oturdular karşıma,,, zaman zaman kıpırdayan dudaklarından dökülen sözcükler, içdünyalarından dışarı kaçışır gibi yabancı,,, uzaktan bakanlar, mesafeli iki iş arkadaşı sanabilir onları,,, oysa sol ellerinde titreyen iki kutsal halka birbirinin benzeri,,, şu anda, birinden ötekine uzanan ve oradan geri dönen görünmez bir köprünün iki yakadaki ayakları gibi onlar… Genç kadın, umursamaz, aldırmaz ama kırılgan,,, fakat bu kırılganlığı yanındakinden çok yaşadıklarından kendi payına düşenlere,,, zamanın akıp giderken onu düşürdüğü boşlukları nasıl olup da fark edemediğini sorguluyor şimdi,,, ama yine de dışardan bakanlar için kadın, kararlılığı içinde öne çıkan taraf gibi görünüyor… Adam, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor sanki,,, ama buradaki içtenliği kuşkulu,,, şimdi daha çok aniden tutulduğu sağanağın dinmesini bekler bir hali var,,, sessiz kalışı, bakışlarını alta düşürüşü gösteriyor bunu,,, gönül almak niyetine ağzından çıkardığı birkaç sözcük bile ona inanmıyor aslında… Birazdan iskeleye inerinmez ayrılacaklar,,, işyerlerine giden yolları farklı çünkü,,, tabii önce mutat olduğu üzere yanaklarını birbirine değdirecekler, dudakları boşluğu bile öpmeyecek,,, adam, dolmuş sırasının en arkasına geçip bir sigara yakmak isteyecek,,, ama üç aydır sigara içmiyor ki,,, çantasından bir sakız alıp ağzına atacak,,, yüzündeki içi doldurulmamış haritada beliren bir nehrin farkında değil henüz… Kadın, bomboş meydanı baştan aşağı yürüyüp gidecek,,, topuklu ayakkabılarının çıkardığı ses, giderek bir ritme dönüşüp, içinden yükselen dalgayla buluşacak,,, meydanın sonundaki merdivenleri çıktıktan sonra, her sabah yaptığı gibi dönüp geri bakmayacak,,, çünkü siyah gözlerinde Afrika var hâlâ… |
01-06-2016, 10:15 | #48 |
|
Yeter ki...
Her gün karşılaştıklarım var,,, iskelede,,, denizinüstünde,,, kırmızıışıklarda beklerken,,, kalabalıklar içinde hemen fark ediyor insan,,, işte onlardan biri,,, epeydir görmüyordum,,, o daha erkenciymiş meğer,,, bu sabah ben de öyleyim, sıcağı teğet geçmek için,,, saçları hafif permalı, omuzlarına kanat çırpar gibiydi önceleri,,, üzerinde rahat giysiler olurdu,,, bol bir pantolon,,, hafif bir bluz ve fular,,, makyaj yapardı belki ama belli olmazdı pek…
Bu sabah farklıydı,,, saçlar kısaltılmış,,, rengi biraz açılmış sanki,,, yüzü kırmızı rujundaydı,,, bluz yerine gömlek,,, pantolon bedenine oturmuş,,, düz sandaletler topuklu hasır yazlıklara bırakmıştı yerini,,, takılarında bir değişiklik göremedim, yine dikkati çeken sağ el başparmağındaki iri gümüş yüzüktü… Islığımda “Yeter ki,,,” Fikret Kızılok’tan,,, düşünmeye çalıştım… Kadınlar, önemli kararlar öncesinde saçlarını kestiriyorlar, demişti bir arkadaşım,,, tabii, özel yaşamlarına dair kararlardı bunlar,,, bana öyle geliyor ki öncesinde de mümkün bu,,, sonrasında da,,, sanırım kararın kafaca netleştiği anla ilgili bir durum,,, kendimden bildiğimi söyleyim ki erkekler de girmiş olsun işin içine,,, ben de ayrılık sonrası saçlarımı kısalttırmıştım iyice,,, saçları kesmek ,ilişkiyi kesmenin bitirmenin bir ilanı mı acaba? Her neyse,,, havalar sıcak ve nemli, bunaltıyor insanı,,, saçları kısaltalım rahatlayalım…. |
12-07-2016, 12:51 | #49 |
|
Terapi mi bu?
O, üçüncü şahıs olarak masaya gelip oturduğunda hemen konuşmaya başlamıştı,,, dehşetin çevrelediği tuhaf bir tebessümle anlattıkları, bira bardağının üzerinden süzülerek masanın üzerine yayılmakta olan buğuyla birlikte terletiyordu havayı,,, “Bu nasıl nefrettir ya bunlarla komşu bile olunmaz!,,,” elimle iterek sigara paketini uzaklaştırıyorum oradan oysa içi çoktan boşalmış, ara vermeyi unutmuşuz demek,,, çerez kâsesi biraz uzakta, bana bakıyor içinde son kalan iki tuzlu fıstık tanesi,,, elimi uzatıp çekiyorum,,, onun bira bardağı ne zaman boşaldı? masadakilere hissettirmeden konuşulanları gözlerimle toparlayıp onun içine dolduruveriyorum,,, “Hepsi Ermeniymiş bu öldürülenlerin, içlerinde bikini varmış”,,, bu Ermeni yakıştırması çok tanıdık da şu bikini neyin nesi yav,,, sünnetsiz diyememişlerdir bunun yanında diye dirseğiyle dürtüyor yanımdaki, onun kadın olduğunu hatırlatarak,,, yerlerinde zor tutulanlarmış bu konuştuğu elemanlar, kamu niyetine bölük bölük,,, terapi mi yapıyordu acaba?
Neden boş bira bardağının ağzını kapatıyorum ki?,,, bu hatırlamayla elimi çekiyorum, onun anlattıkları bardaktan kurtulup havaya karışıyorlar, birazdan ve de muhtemelen yan masalara doğru dağılıp onların üstlerine bırakacaklar damlalarını,,, sigara paketine uzatıyorum elimi, sonra dokunmadan çekiyorum, o da boşalmıştı ya,,, masadan kalkıyorum, ben sigara alıp geleceğim,,, geliyorum, o gitmiş, bira bardağı da,,, garsona bir bira diye sesleniyorum, şişe olsun! |
23-09-2016, 16:40 | #50 |
|
Ilgın ağacının gölgesinde
Şehri, ılgın ağacının gölgesine oturmuş denize bakıyor, sıcağı kovalayan delice rüzgâr saçlarını dağıtıp durmasın diye iki eliyle başını tutmuş,,, yanıbaşındaki hamakta uyuyan Cansen’in emziği yanıbaşına düşmüş ağzından, arada bir uyanıp soruyor, anne babam ne zaman gelecek? Şehri bu sorunun yanıtını biliyor da bilmek istemiyor,,, uzun uzun denize bakması bu yüzden, açıktan geçen tekneleri sayması da,,, zaten başkalarına öyle diyor, hiiç, şu tekneleri sayıp dururum işte! Şamatacı Nuri’nin takılıp geçmelerine de alışmış,,, Şehri bugün kaç tane oldu söyle bakalım,,, ananın örekesi kadar oldu!
Şehri’nin yüzünde su damlacıkları var, terden değil, denizin vurduğu dalgadan da değil, altında oturduğu ılgının terleri bunlar, yerin metrelerce altından kökleriyle çekip aldığı deniz suyunu damıtıp içiyor o, tuzlusunu da şıp şıp diye damlatıveriyor yapraklarının ucundan. Baban mı diye, zaman kazandırıcı bir karşı soruyla konuşuyor Şehri, emziğini ağzına koyarken Cansen’in,,, gelecek kuzum gelecek, işi bitsin hemen gelecek, bakalım neler getirecek sana… Cansen’in yüzünde bir uyku gülücüğü açılıp kapanıyor… sonra içine konuşuyor Şehri, ne zaman keyfi gelecek bakalım hayırsızın, her derdi bana bırakıp gitti, neymiş yat kaptanıymış, gezip duru turistlerle beraber ordan oraya, başka iş görmeyi sıkıyor kıçı, çocuk oluncaya dek iyi gibiydi, çok uğraştık ya onun için de gezmediğimiz doktor mu kaldı, hiç üstüne alınmadıydı önce ama ipin ucunun kendinde olduğu dank etti kafasına sonunda, tüp falan işte, tam 6 ay yattım ablamın yanında düşük olmasın diye, ne çektim ben bilirim o bilmez. Şehri! diye bağıran İbraam amcanın sesi duyuldu ilerdeki tahta iskelenin ucundan, yanında karısı Behice vardı,,, hadi gel balığa çıkalım,,, iyi de Cansen ne olacak İbraam amca,,, ne olacak canım, bizim çocuklarla oynar durular işte,,, iyi madem dedi Şehri, eve koştu altına çiçekli basmadan uzun donunu giydi geldi, Cansen’i kucakladığı gibi iskeleye koştu, deryagülüne atlayıverdi, ibraam amca halatı çözdü, açıldılar… Kumsalda oynayan çocuklar Cansen’i kucakladılar, bahçeye götürdüler, içlerinden biri, kız Cansen baban ne zaman gelecek deyip kıkırdadı, Cansen emziği ağzından çıkarıp, işi bitince dedi. Şehri gidince ılgının altına ben oturdum, ağaç şimdi benim üzerime terliyordu. |
01-11-2016, 15:46 | #51 |
|
"İnsancıklar"
Servet hanım tam 102 yaşında ama zihni pırıl pırıl, çocukları geliyor her haftasonu, donatıyoruz masayı, sohbeti bir görsen, her gün yeniden kurtarıyoruz memleketi,,, coşkusuna karşısındakini de alıp sürükleyiveriyor El,,, ne güzel! diyorum, söyle nasıl olacak bu iş biz de destek verelim,,, gülüyor, gülüyoruz,,, ama Servet hanım bir başka diyor, Atatürk’ü görmüş çocukluğunda, okuluna gelmiş, sarılıp fotoğraf çektirmişler birlikte, gözleri çakmak çakmakmış, hiç unutmuyor onu,,, bakıcılık yapıyorsun ha El?,,, yani diyor, yardımcısı gibiyim daha çok, en güzeli de kitap okumak, gözleri pek iyi görmüyor ya ben okuyorum ona,,, bir kitaplığı var ki hiç sorma, iki duvar boydan boya kitapla dolu,,, Gogol’ü falan bilmezdim, o seçti ben okudum, “Petersburg öyküleri”ni, su gibi okudum bitti,,, dün de Don Kişot’a başladık,,, hadi ya diyorum,,, ya abi o Don Kişot’ta ne dersler var bir bilsen, gündüz okuyup geceleri düşünüyorum üstünde,,, sen ne okuyorsun abi bu günlerde diye soruyor El,,, hangisini söylesem diye düşünüyorum bir süre,,, “İnsancıklar” diyorum, Dostoyevski’nin,,, adı da güzelmiş be abi diyor, dur bir sorayım Servet hanıma kitaplığında varsa Don Kişot’tan sonra ona başlarız belki…
El gidiyor, Ali geliyor,,, abi şehre iniyorum bir istediğin var mı diye soruyor, birkaç gazete adı söylüyorum, ha bir de kitapçıya uğra da “İnsancıklar”ı alıver diyorum, Dostoyevski’nin,,, unutma… |
09-12-2016, 12:18 | #52 |
|
Birinciliği beyaza verdiler
Şimdi tecavüzcüsüyle evlendirdin diyelim kurbanı, sonra ne olacak, olacaklar belli, zaten evlilik dediğin bir meşruiyet şalı değil mi, görünürde şatafatlı falan, toplumdan icazetli bir kozacık değil mi,,, içinde neler örülür kadınların başına ya da çocukların,,, şiddet olağan uygulama,,, ya ensest, zorla ilişki, daha başka fanteziler,,, her şey meşru,,, daha dün değil miydi sokakta kadını döven kocasına bir başka kadın müdahale edince polis dememiş mi sen karışma, niye giriyorsun karıkocanın arasına diye,,, oysa neler girmiş bilinmez aralarına, kol kırılmış yen içinde kalmış,,, sadece kol mu, bacak, kafa, akıl, duygu, kimlik, insanlık, hepsi tuzlabuz olmuş, kime ne,,, evliler ya bak şahitleri bile var eskiden ikiydi şimdi dört falan oldu, bas imzayı al devletin egemenlik mührünü eline,,, siz bakmayın nikah memurlarının evlilik cüzdanını kadının eline verdiğine, asıl önemlisi masa altından erkeğin eline tutuşturulan o mühür işte! Eşitlikmiş, kadın haklarıymış, çocuk haklarıymış geç bir kalem!
Ey evlilik sen Zati Sungur’un içinden tavşan dahil her şeyi hamhumşaralop deyip çıkarıverdiği şapkanın üzerine örtüverdiği o şal, sen değil misin? Evlendi kerevetine çıktı onlar ve kirlenirken bütün renkler birinciliği beyaza verdiler! |
13-01-2017, 16:32 | #53 |
|
Ben Alzhe...
Merhaba ben Alzhe bugün canım yazmak istedi, ne kadar sürdürebilirim bilemem bakarsınız sayfalar dolusu dökülür gider ya da birden kesiveririm, cümlenin bitmesini bile beklemeden, şimdiden haberiniz olsun…
Ben Alzhe,,, ha bunu da sık sık tekrarlayabilirim, sıkılmayın olur mu, aslında adımı size değil kendime hatırlatıyorum, eğer böyle yapmazsam unuturum, bir defasında başıma gelmişti, parka çıkmıştım, tıpkı bugünkü gibi güzel bir sonbahar sabahıydı, biraz yürüyüş iyi gelmiş ama yorulmuştum, banka oturdum, karşımda bir havuz vardı, şeyli, neydi unuttum işte hani ortasından sular hortum tutmuş gibi havaya doğru akar ya öyle bir havuz, sanırım içinde balıklar da vardı, sarı balıklar,,, yoksa kırmızı mıydı,,, her neyse güzeldi yani, işte o güzel hanımefendi gelmiş yanıma oturmuş, sonradan fark ettim, önce ne güzel bir sabah falan dedi, sonra adını söyledi, neydi, neydi, unuttum, belki sonra gelir aklıma, tabii hemen ben Alzhe dedim,,, hayır diyemedim, şimdi tekrarladığım için yazabiliyorum buraya ama o gün bir türlü söyleyemedim adımı,,, önemli mi demeyin, elbette çok önemli, çünkü sık sık kaybolurum ben o yüzden adımı unutmamalıyım yani Alzhe’yi… Size bir şey söyleyim mi bu durumdan aslında ben sorumlu değilim hep onun yüzünden, her şeyi bulanıklaştıran, bana unutturan o, bazen evimi bulmakta zorlanıyorum, yönümü şaşırtıyor, belki inanmayacaksınız ama dağ ile denizi bile yer değiştirtiyor,,, işte o zaman çok sinirleniyorum, kızıp bağırıyorum karşıma kim çıkarsa, üzülüyorum sonra, gerçekten mi, her zaman değil tabii, üzülmeyi falan da unuttum sanki, ben Alzhe… Aklımı karıştıran o, yani içimde tepetaklak duran biri,,, eskiden yoktu, çok önceleri tabii, sonra nerden çıkıp geldi de içime girdi bilmiyorum, çok huysuz, inatçı, söz dinlemeyen, duygusuz, terbiyesiz, utanmaz,,, hem de nasıl bazen karşımdakine öyle şeyler söylüyor ki yüzüm kızarıyor,,, neyse şu anda sanırım uyuyor yoksa birden araya girer öyle ayıp şeyler yazdırırdı ki bana,,, hadi canım sen de,,, ne oldu,,, hiiç, Aysel’le konuşuyordum,,, Aysel mi,,, sahi kimdi Aysel? Offf! Ben Alzhe,,, ben Alzhe,,, ben Alzhe… |
02-03-2017, 13:31 | #54 |
|
Aramızda kalsın
Bu söylediklerim aramızda kalsın dedi gitti,,, beni aldı mı bir düşünce, şimdi onun aramıza bırakıp gittikleriyle başbaşa kalmıştım, oysa bu söylenenleri sadece ben değil başkaları da biliyordu, onlara da aramızda kalsın demiş miydi acaba, belki demişti,,, sır değildi bunlar, ya bir gaflet anında ağızdan kaçırılmıştı ya bak ben neler biliyorum havasında uçuruluvermişti,,, sanırım insanın içinde var, sadece kendisinin bildiği ya da tanık olduğu şeyleri, belki isim yer ve zaman belirtmeden de olsa birilerine anlatıvermek…
Ama beni düşündüren bu değil, az önce kalkıp gidenin, “aramıza” deyip aslında yanıbaşıma sanki unutulmuş süsü verilmiş esrarengiz bir paket gibi bırakıp gittiği anlatılmışlıklar,,, bir şey anlatılırken neden başına ya da sonuna “aramızda kalsın” notu iliştirilir ki,,, karşındakine güveniyorsan o zaten dinlediklerini alır süzer, gerekli gördüklerini saklar yeri gelince kullanır, kalanını da unutur gider,,, güvenmiyorsan hiç anlatma, sen “aramızda kalsın” dedin diye aranızda tutmaz zaten,,, elbette bunu sen de biliyorsun ama biraz laf olsun biraz da ben söylemiş olayım, topu ona atayım da o ne yaparsa yapsın mı demeye getiriyorsun? Bazıları da söylediklerine bir gizem katma niyetiyle bu kartviziti iliştiriverir,,, bak seni önemsediğim için sadece sana anlatıyorum bunları,,, geç bunları geç,,, ne önemsemesi, elinin-ağzının-kulaklarının nerelere dek uzanabildiğini, olan bitenden anında haberdar olduğunu göstermenin de bir yolu değil mi bu? Aramızda “laf” kalmasın,,, güven kalsın, dostluk kalsın, sevgi kalsın. |
21-03-2017, 16:05 | #55 |
|
Yazının kadınlığı
Bana annem öğretti okumayı yazmayı, o hangi dili biliyorsa, anadildi,,, o, nasıl ve ne zaman öğrenmişti sorusunun yanıtı, bilmem hangi şehirde bilmem hangi ilkokulda olmamalıydı, bunun farkına yeni vardım,,, daha önce de söylemiş miydim bilmem, anne tarafımda hep kadınlar vardı,,, annemin annesi, onun da annesi, babaannesi, halalar, teyzeler,,, soyağacımı tırmandırsam Kybele’yi bulacaktım sanki,,, biraz böbürlenmek için Marquez’i örnek versem? “Benim varoluşumu ve düşünce biçimimi asıl şekillendiren evdeki kadınlardı”,,, böbürlenmek dedim ya,,, erkeklerin en önemli marifeti olsa gerekti, bunu yapabilmek için ellerinden geleni artlarına koymamışlar, hoş koysalardı ne olurdu?
Yazıyı Sümerli kadınlar icat etmiş, haberiniz var mıydı? Benim yoktu, yeni öğrendim, utanmadım, çünkü yeni bir şey öğrenmek mutlu ediyor insanı yani ben öyleyim en azından,,, bu bir tez, yazar-çizer-araştırmacı Yıldız Cıbıroğlu’nun ortaya koyduğu bir tez,,, üremenin ve ilküretimin özgücüyle yaptıkları ip, ağ, dokuma, toprak çanak, sepet, hasır, heykelcik, tılsım, büyü objeleri falan,,, büyü çünkü kadınların silahıymış o zamanlar,,, ama asıl güçleri üremeleriydi, çoğalmanın dinamikleri onların bedenlerinde atıyordu,,, bereketti,,, Kybele’nin anatanrıça olması boşuna değil elbette,,, o zamanlar aile yoktu ki devlet yoktu ki… Ama gel zaman git zaman üretimi ele geçiren erkekler, silahlanmışlar, çoğalmada kendilerinin payını farketmişler, yazıyı da almışlar kadınların ellerinden, pek çok şeyi olduğu gibi… devlet de onların ellerinde peydahlanmış,,, sonra bir güzel kendi kendilerinin tarihini yazıvermişler, kadınlar unutulmuş, unutturulmuş,,, kendi öpücükleriyle uyanıncaya dek… |
12-05-2017, 16:47 | #56 |
|
Neyin sancısı?
Kimse değil o sokak hatırlıyor,,, kafayı çeker çekmez bir hışımla kendini alıp gittiğin, köşebaşını geçer geçmez iki katlı yorgunkahverengili ahşap evin yanındaki kargacık burgacık ama afili balkonuyla sokağa yine de hava atmasını bilen o birbuçuk katlı kamburumsu –rengi belli değil- tuhaf evin önüne gelip sunturlu bir küfür savurduğunu,,, ne bir’i,,, orada durup epeyce bir saydırdığının hatırlıyor,,, o esnada balkonlu odanın ışığı yanıksa hemen sönüyor, perdeler zaten kapalıdır, ne zaman sen içini dışını boşaltıp, rahatlayıp, oradan ayrılıyorsun işte o zaman, ışık yeniden yanıyor, perde açılıyor, balkona çıkan yaşıunutulmuş kadın yarıbeline kadar korkuluklardan sarkıp, senin sokağın havasına bıraktığın ışıltılı kokunun da kışkırtıcılığında, boşluğa bağırıyor arkandan,,, allah belanı versin!
O, senin niye böyle yaptığını bal gibi biliyor tabii, kocasını elinden çekip alan muzip gençliğinden başkası değil,,, zaten ilk farkettiğinde yirmi yıllık hayat arkadaşının eline bavulunu verip de kapının önüne koymamış mıydı,,, adam orada gecenin bir vakti ne yapacağını nereye gideceğini bilememiş, sonra sokağın köşesindeki telefon kulübesinden, cebindeki son jetonla bildiği tek numarayı arayıp, burada bir başıma kalakaldım diyebilmişti. İşte o zaman çılgına dönmüş, bir taksiyle gelip onu almış kendi zamanının akışına katıvermiştin. İyi ama neden hâlâ her çakırkeyf oluşunda bu sokağa gelip maraza çıkarıyordun, bunu sen de biz de bilmiyoruz, sadece bu sokağın bilgeliğinde saklı bir şey bu,,, geleceğine alıp götürmek yetmiyor sanki, geçmişi alamıyorsan eğer, onun sancısı bir yerlerinde gizlenip duruyor hep. |
10-08-2017, 16:21 | #57 |
|
Sadece dokun
Kadın yolboyunca ağaçlara dokunarak yürüyor, bir çınar, bir ıhlamur, kestane,,, kadının yüzünü göremiyorum ama ağaçların arkasından gülümsediklerini görüyorum,,, hani insan sevdiği biriyle konuşurken dokunmadan edemez ya onun gibi, sanki öyle yapmazsa bir eksiklik kalır gibi, sevgisi karşıdakine geçemez gibi,,, kadın erkek farketmez hafifçe bir dokunuş aslında o büyük insanlığın en insanca alışverişi.
Sokakta bir gün, kağıt mendiller satan adam, pat diye düşüvermişti yere, başının kaldırım taşında çıkardığı sesi duydum, dönüp baktığımda sırtüstü yere yatmış hafif titremelerle nöbet geçiriyordu, yanına koştum, anladım sorunun ne olduğunu bir süre sonra sakinleşecekti, sadece merhaba dedim, elindeki mendil torbasını başının altına koydum, elimle göğsüne dokunup bekledim,,, bir süre sonra sakinleşti, yardıma gelen birkaç kişiyle birlikte kaldırıp sırtını duvara dayadık, artık iyileşmeye başlamıştı… Kadın ağaçlara dokunarak hızla yürüyor, ağaçlar yerlere kadar eğilerek uğurluyorlar onu ben başımı eğerek altlarından geçiyorum, gövdelerinde neşeli bir titreme var, hayat içlerinden toprağa akıp gidiyor, arınıyor orada sonra yeni bir enerjiyle fışkırıyor, köklerden, gövdeye, dallara, yapraklara,,, oradan minik konfetiler yağıyor,,, hava aydınlık zaten. |
11-10-2017, 16:55 | #58 |
|
Küsmek sevmektir
“(*)Küsmek dürüstlüktür” demiş Nazım usta, yani yüze gülmek değildir, diyeceğini karşındakinden saklayıp ya da onu başkalarına faş edip arkasından konuşmak değildir, bu yüzden “yalansız”dır, “çocukçadır” yani henüz sana karşı yalanlar uydurmayı aklına getirmemiştir bile,,, kırılmıştır sadece ve bu kırılışını yağmur sağanağı altında kalmış bir dal gül gibi yüzünü soldurarak sunmaktır,,, sunmaktır yani kendini açmaktır, küskün olsa da ondan fazlasını reva görmek istemez ki…
“Kızdım ama hâlâ buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur” demektir küsmek,,, gidememektir yani,,, zaten gidecek olan niye küssün ki,,, çünkü “vazgeçememektir”,,, yabancı değildir bu haller, uzaklarda değildir, yanıbaşlarımızdadır, duvarın hemen arkasındadır, bir sokak ötededir, işyerinde sen çalışmalara dalıp gitmişken aklının başköşesindedir,,, ama esası yanıbaşındadır, dizinin dibindedir, yatağının öteki köşesinde sırtını dönmüş gibi yapmaktadır,,, “Küsmek nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisin” demektir çünkü, yoksa niye küssün sana değil mi, hele bir bak da gör beni demektir,,, ilk andaki gibi hani gözlerinin içine ilk baktığın gibi hiçbir şarabın yetemeyeceği kadar başın dönüverdiğinde olduğu gibi,,, gülkurusu renkler içinde yani,,, seviyorum hâlâ seni demenin insanca şiire dökülmüş bir halidir küsmek işte,,, anla! (*)Küsmek Nedir Bilir misin? /Nazım Hikmet |
08-11-2017, 09:18 | #59 |
|
Hamiline kesilmiş insanlık
Geniş mekânlarda ne kadar uzağız birbirimize dar mekânlarda yakın,,, kentler öğütür bizi tanımayız kendimizden başka kimseyi, herkes rakiptir sanki herkes düşman, bakışlarla meydan okuruz birbirimize bırak şöyle hafiften de olsa gülümseyip selam vermeyi, çekilmeye hazır bıçaklarımızla dolaşırız bütün gün, ellerimizde birikmiş kan mı desem… ya da birikmiş tükürük, yaşlanmış boğazımızdan herhangi birinin yüzüne atılmak için fırsat kollayan… arada bir gönül ya da vicdan ya da en kötüsü insanlık yarasına uğramış olanlar varsa, bu sözler onların meclisinden dışarı… bir de sokağın sesini duymuş da titremiş tüm bilgeliklerden kendini aşmış olanlardan…
Dar mekânlarda yakınlaşırız,,, köyde, kasabada, tarlada, bayırda, ıssız bir yolda, dağ başında, kayalık bir deniz kıyısında, denizin ortasında gıcırdayan bir teknede misal,,, gözlerimiz kuşlar ve börtü böcekle, denizdeki balıkla, ağacın yere doğru sarkmış dallarından bakınan narla, ayvayla, incirle açılıvermiştir,,, işte o açılan perdeden içeri insanın ışığı da sızıverir ister istemez,,, artık kendinden olması gerekmez, aşinalık da istemez,,, kimse karşına çıkan, yanından geçen, denize olta atan, aynı anda daldaki incire el uzatan, yavru kediyle oynaşmak isteyen, rüzgârda saçlarını dağıtan,,, bakarsın gözlerine gülümsersin, selamlarsın, ne bir borç ne bir alacak kokusu vardır havada, hamiline kesilmiş bir insanlık haliyle kendini görürsün gözlerinde ve sarılırsın. Ey hayat seni biz mi gönderdik uzaklara? |
15-12-2017, 08:47 | #60 |
|
Başını kaldırmış bir güldü
Ah az daha unutuyordun!,,, hep böyle yapıyorsun biliyorum, bu bilinçli bir unutma hali, her sabah önce hatırlıyorsun sonra ertesi günün sabahına dek unutmaya yatırıveriyorsun kendini, tıpkı lavabonun yanından hiç eksik etmediğin limonu eline alıp bir avucuna sıktığın suyuyla saçlarını –tarak kullanmadan ellerinle- arkaya yatırıverir gibi,,, sonra başını sırayla iki yana çevirip hafifçe süzüyorsun kendini, gözlerin aynada sana bakan senden başka birine gülümsüyor,,, en mutlu anın bu değil, şimdi sıra ona gelecek, unutur gibi yapıp hatırladığında, sahi nasıl becerebiliyorsun bu oyunu?
İşte yer yer sırları dökülmüş, neredeyse kendini senin belleğin olmaya feda etmiş ve şimdiye dek sana hiç yalan söylememiş sırdaşın aynanın suretinde şu an beliren görüntüyle başbaşasın artık,,, yeşil çizgileriyle taç yaprakları üzerinde başını kaldırmış bir gül,,, o hep öyleydi zaten diye düşünüyorsun, gözlerini kapayıp,,, hiç eğmedi ki başını, ben onun gibi olamadım, zaten bu yüzden gitti alaca bir sabah, kapıları ardına dek açık bırakarak,,, ama ne gitme!,,, yani gel istersen arkamdan der gibi ama şimdi değil, daha sonra, bir zaman sonra işte,,, düş peşime, ara bul beni, çekinme aniden çık karşıma, belki yeniden sarılırım sana, unutmuş olurum çünkü her şeyi, hatırladıklarım hep güzel anlara dairdir benim,,, ama ben aramam seni, kesinlikle aramam,,, kendini hatırlatmak istiyorsan bunu sen yapmalısın! |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
İstanbul Yerel Yönetimler Kadın Çalışmaları Ağı Kadın Çalıştayı | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 0 | 28-02-2010 23:43 |
İstanbul Kadın ÇalişmalariıYerel Yönetimler Ağı Kadın Çalıştayı | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 1 | 06-02-2010 01:28 |
Dünya Güzeldir ! | Sibel | Site Lokali | 14 | 08-11-2007 18:47 |
Dünya küçük mü? | yağmurdamlası | Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. | 0 | 19-09-2006 12:26 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |