09-10-2009, 17:50 | #451 | |||||||||||||||||||||||
|
Sizi kesin kabul eder de, size yazık olur. |
09-10-2009, 17:58 | #452 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Burada size yazık etmeyecek dostlarınızın olduğundan eminim... Öyle değil mi Saim Bey |
09-10-2009, 18:01 | #453 |
|
merhaba istanbullu dostlar, siz hala istanbullastiramadiklarimizdan misiniz?
|
09-10-2009, 18:52 | #454 | |||||||||||||||||||||||
|
Kesinlikle... |
11-10-2009, 21:30 | #455 |
|
Bugün bir link aldım "yeni başlayanlar için İstanbul" konusunda Madem İstanbul'u terk edeceğiz ve bu konuda kararlıyız ama önce İstanbul'u fethetmemiz gerekiyor Gerçi Fatih erken davranmış hakkını yememek lazım ama)
Bu yüzden İstanbul'u terk etmek başlığına son yazımdır. Bundan böyle artık "İstanbul'u fethetmek" başlığına yazacağım)) |
12-10-2009, 09:55 | #456 | |||||||||||||||||||||||
|
İstanbul'un fethi, Türk filmlerinde defaetle görüldüğü üzere, Haydarpaşa garına kadar yapılacak bir yolculuktan sonra, denize karşı kadınlar için işaret parmağını, erkekler için yumruğunu sallamak suretiyle " İstanbul! Sen büyüksün ama ben senden de büyüğüm" nidasını savurmayı gerektirir. Ne yazık ki, bu "sallama"yı İstanbul'un pek "sallamadığı" da bilinmektedir. Bu nedenle, söz konusu fetihçi zihniyeti terk etmenizi önerir, buralara geldiğinizde size en azından bir çay ikram etmek üzere beni haberdar etmenizi dilerim. |
12-10-2009, 17:41 | #457 | |||||||||||||||||||||||
|
...
|
13-10-2009, 07:29 | #458 | |||||||||||||||||||||||
|
Fetihçi zihniyetim atalarımdan yadigar Terk başlığına fetih söylemleri yazmak olmaz şimdi, başlık sahibine saygısızlık olur Fakat uğrarım, daha zamanı var, teşekkür ederim sayın Yılmaz |
13-10-2009, 07:31 | #459 | |||||||||||||||||||||||
|
Başlık açılınca mesela mehter marşı çalsa |
13-10-2009, 12:34 | #460 | |||||||||||||||||||||||
|
İstanbul'u terk ederken lütfen "izmir Marşı"nı çalalım. |
14-10-2009, 07:17 | #461 |
|
Madem konu başlığı İstanbul'u fethetmek o halde burda bana yardımcı olabilecek çok kişi var demektir. İstanbul'a geleli uzun zaman olmadı ve tam anlamıyla nereye gidilir nereleri görmek gerekir benim de fethetmeme yardımcı olursanız çok sevinirim. Mesela herkes gitmeyi en çok sevdiği yeri yazarsa bana bir sürü adres çıkar ve ben de keşfe
|
14-10-2009, 08:15 | #462 | |||||||||||||||||||||||
|
İyi müzik için Babylon'a ya da Nardis'e gidin, derim. |
14-10-2009, 09:45 | #463 | |||||||||||||||||||||||
|
Konu başlığı İstanbul'u terketmek. İstanbul bir kere fethedildi. Fethedildiğine bin pişman oldu. İkinci fethi kaldıramam diyor. Ama mesela ben Fransız sokağını çok severim. |
14-10-2009, 09:58 | #464 |
|
İstanbul'un bana göre iki zevki var. Birincisi vapura binmek... Vapura binip çevreyi seyredebilir, elinizdeki simiti martılarla paylaşabilirsiniz.
İkincisi sahilde yürüyebilir yorulduğunuzda bir banka oturup dinlenebilirsiniz. Emin olun bunu ne zaman yaparsanız yapın muhakkak ayrı bir zevk alacaksınız. |
14-10-2009, 11:30 | #465 | |||||||||||||||||||||||
|
İzmir marşını çok severim. İyi olur |
14-10-2009, 12:07 | #466 |
|
Hayatım boyunca isteyeceğim, ama hiçbir zaman cesaret edemeyeceğim bir durum
|
14-10-2009, 17:13 | #467 |
|
İstanbul terk edilir mi?
Edilir tabi. İstanbul'lu (İstanbul'da) olmak için bedel ödenmemişse... |
04-01-2010, 19:24 | #468 |
|
Yavuz Donat 02.01.2010
Birkaç gözlem ADIYAMAN Başı açık ya da kapalı, fark etmez, bir kadın gece geç saatte yalnız başına dolaşabilir. Vurdu kırdı, anarşi terör, kavga gürültü yok. Hoşgörü, yardımlaşma, uzlaşı en üst düzeyde. *** "Birkaç gözlemimiz" oldu. Adıyaman "göç almamış... Almıyor." Herkes birbirini tanıyor... Akraba gibi. Bu da "huzur ortamı" sağlıyor. *** *** "Cemaat kültürü... Oda kültürü" kente hâkim. Pek çok sorunu... Arazi uyuşmazlığını... Aile içi problemi... Alacak verecek tartışmasını "cemaatin, ailenin, mahallenin" büyüğü çözüyor. "Mahkemeye gitmeye" gerek kalmıyor. *** Adıyaman'ın "bu yönünü" bilim adamları araştırmalı. |
04-01-2010, 20:45 | #469 | |||||||||||||||||||||||
|
Yıl 1973, en çok 1974 olmalı, bebektim çünkü Adıyaman'ın Samsat ilçesinde babam görev yapıyor. Kuradan çıkan, ilk görev yeri. Yeni hakim, yeni eş, üstüne üstlük bir de yeni baba. Veeee, henüz 2., Samsat'ta ise ilk yılbaşı kutlamaları. Evdey(miş)iz. Gecenin ileri saatlerinde, dışarıda, lojman dediğimiz tek katlı binanın hemen biraz ilerisinde, aşiretler arası bir kavga-kıyamet. Sanıyorum hemen hepsi silahlıymış da. (Annem bilahare, o gecenin sabahına babama söylemiş ) Babam celalleniyor, koooskoca Samsat'ın biricik hakimi! Bu ne gürültüdür dağılın mealinde çıkıp bağırmış orta yere cengaver babam. Hepsi bir süre şööyle bir düşüncelenip bakmış, sonra ayrılıp dağılmışlar. Babam bu anısını sık sık anlatır. Yeni hakimiz, sanıyoruz dünyayı tek parmağımızın üzerinde biz çeviririz. O gece yılbaşı olmasaaa, bir on yıllık hakim olsam meslekte, herhalde dışarı çıkmayı aklımın ucundan geçirmezdim der. Ama diye ekler, gerçekten Adliye'ye ve mensuplarına saygı duyarlardı. * İstanbul'la kıyaslıyordunuz sanırım. Saygılarımla... |
04-01-2010, 20:57 | #470 | |||||||||||||||||||||||
|
İstanbul ile kıyaslamak, Adıyaman'a ayıp olur... Kıyaslamadım. Ama babanızın yaşadığı olay, başka bir yerde zor yaşanır. Adıyaman, bulunduğu coğrafyanın hali ile kıyaslanığında hakikaten çok farklıdır, ilginçtir... İnsanları daha mülayimdir. Kolay kolay kimseye karışmazlar. Yani insanları da Devlete, Hakime, Savcıya karşı çok saygılıdır. |
14-01-2010, 23:06 | #471 |
|
Temmuz 2009'da terkettim. Hayalimdeki şehir olmadığını yaşadığım 4 sene boyunca çok iyi anladım. Ben de tarihi ve doğal güzelliğiyle çok şey bıraktı. Ancak can çekişen bir şehir imajı ben de hiç silinmeyecek. Kalabalıklar ve düzensiz binaların arasında can çekişen bir şehir. Kaybolan bir tarih...
|
14-01-2010, 23:36 | #472 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
16-01-2010, 20:42 | #473 |
|
ah istanbul dünyada istanbul hayranı kaç kişi var bilmiyorum ama birkaç senemi istanbulda geçirdim.değil terk etmek dünyada ömrümü kızımla geçirmek istediğim tek yer.pis havasından,tıklım tıklım metrolara kadar herşeyiyle aşık olduğum şehir.
|
18-01-2010, 11:13 | #474 | |||||||||||||||||||||||
|
Aşkın gözü kördür! |
18-01-2010, 11:19 | #475 | |||||||||||||||||||||||
|
Kulaklarıda sağır! |
21-02-2010, 16:20 | #476 |
|
Bir süreden beri İstanbul dışında, dağ tepe dolaşmaktayım... Temiz havasına harika manzaralara ramen İstanbul'u özledim... İnsan İstanbul'dan uzaklaşınca daha iyi anlıyor. İstanbul benim evim... Lütfen ben dönünceye kadar evime iyi bakın...
|
04-03-2010, 16:38 | #477 |
|
Sn. Gülümse'nin uyarısı ile...: Silinip gitmesine gönlüm razı olmadı. Buraya ekliyorum. Çok güzel bir yazı...
---- Bazen / Hüseyin Avni Kunduracıoğlu “Hoca’ya ...” Bilenler bilir, yaşamımın bir döneminde tüp bayiliği yaptım. Tüp bayiliği servise dayalı bir meslektir. Birçok bölgede olduğu gibi Milas’ta da tüpü aboneye daha hızlı ulaştırabilmek için taşıma aracı olarak mobiletler kullanılır. Yıllar önce; bir süre önce yaşamını yitirmiş olan bir emekli öğretmenin eşi tüp istedi. Mobiletin selesindeki tüpü Hayıtlı mahallesindeki eski Milas evlerinden birinde oturan öğretmenin evine götürdüm.. Havanın ha yağdı ha yağacak olduğu bir gündü. Eve tüp servisini yaptıktan sonra sokak kapısını kapadım. Tam o sırada sokak kapısının önündeki çöp tenekesi dikkatimi çekti. Çünkü çöp tenekesinin içi ve kenarı kitap doluydu.. Yaklaşık 30 kadar olan kitapların kapaklarından eski tarihli okunmuş kitaplar olduğu anlaşılıyordu. Tahmin edileceği üzere, biraz önce tüp taktığım evdeki emekli öğretmene aitti kitaplar… Sanırım öğretmenin eşi, eşinin ölümünden sonra kitapların kendi işine yaramayacağını düşünmüştü. Ya da o kitapları her gördüğünde, akşamları sedirin üzerinde kitap okuyan eşini anımsıyor ve duygulanıyordu... Gerekçe ne olursa olsun, kitaplar çöp tenekesindeydi ve ben onları orada bırakamazdım. Kitapların bir kısmı TÖS, yani ‘Türkiye Öğretmenler Sendikası’ yayınlarıydı.. Tarihler ise 1960 - 1970’leri gösteriyordu... 30 kadar kitabı mobiletle taşımak kolay iş değildi. Üstelik yağmurun da düşmeye başladığı o anda… Ama ben götürdüm.. Yönümü işyerime değil Eğitim-Sen Milas Temsilciliğine doğru çevirdim.. Çünkü ‘Hoca’nın Türkiye Öğretmenler Sendikası yayınlarından olan kitaplarının, sendikanın daha çok işine yarayacağını ve arşivin Eğitim-Sen’de olmasının doğru olacağını düşünmüştüm.. Dükkanıma dönerken yağmur hızlanmıştı. Ama kitapları sendikaya teslim etmekle iyi bir iş çıkardığımı düşünmenin keyfiyle yağmur umurumda bile değildi.. Aradan geçen yıllarda, yolum sendika binasına düştüğünde gözlerim merakla ‘Hoca’nın o kitaplarını aradı. Ama yoktular. Galiba benim o gün taşımaya üşenmediğim kitapları ilgili arkadaş -her kimse- korumaya üşenmişti. Açıkçası hâlâ içimin sızladığı bir konudur bu. Neyse.. O gün bende kalan 5-10 kitap kitaplığımdaki yerini aldı.. O kitaplardan biri, bugün bu yazıyı yazmama olanak tanıyor. Üzeri siyah harflerle basılmış, kırmızımsı renkte kapağa sahip olan dergi büyüklüğündeki kitap 1932 tarihliydi.. Kitabın/derginin ismi “Hukuk Bilgileri Mecmuası” idi.. Bu ismin hemen altında da yazarının adı yazıyordu: Milaslı Gad Franko. Daha önce ismini hiç duymadığım Milaslı Gad Franko ile çöp tenekesinden çıkan ‘Hoca’nın kitapları sayesinde tanışmıştım.. İsminden Gad Franko’nun bir dönem Milas’ta yaşayan Yahudi yurttaşlarımızdan biri olduğu çıkarsamasında bulunmuştum.. İlerleyen yıllarda bu tahminimin doğru olduğunu öğrenecektim.. Milaslı Gad Franko’nun, Hukuk Bilgileri Mecmuası’nın vefat eden emekli hocanın kütüphanesinde bulunuş nedeni; hukuksal bir gereksinimden mi yoksa bir şekildeki komşuluk ilişkisinden mi ya da raslantı sonucu mudur bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, o da hocanın sayesinde Milaslı Gad Franko ile tanışmış olmam. İzmir, İstanbul gibi büyük kentlere gittiğimde en büyük eğlencemin sahaf sahaf dolaşmak olduğu gözönüne alınırsa eğer, bu eğlencelerimde Milaslı Gad Franko ile karşılaşmalarımın çoğaldığı tahmin edilebilir.. Çünkü hukuk mecmuasının yıllarca aylık yayınlanmış olması çok sayıda mecmuanın varlığı anlamına geliyordu ve bu nedenle ben onlarla hemen hemen her sahafta karşılaşmaya başlamıştım. 1925’li yıllarda Osmanlıca basılan mecmua, 1930’lu yıllardan sonra Türkçe yayınlanmış. Sonraki yıllarda, Milas’ın bir dönemini aktaran bütün yayınlarda hemşehrim Gad Franco’yu arar oldum.. Karşılaştım da… Bunlardan ilki Doç. Dr. Melek Çolak’ın 2003 yılında yayınlanan “Milas Yahudileri” adlı kitabın “Milas Yahudi Cemaatinin Yetiştirdiği Seçkin Kişiler” bölümündeydi.. Nevzat Çağlar Tüfekçi’nin 2005 yılında yayınlanan “Milas, Kentimiz; Sevdamız ve Hüznümüz Bizim” adlı kitabının Milaslı Ünlüler bölümünde de karşıma çıktı Gad Franko… Ama bu iki değerli kitaptan sadece “Milaslı Gad Franko kimdir?” sorusuna yanıt alabiliyordum.. Milaslı Gad Franko’nun yaşamının “öteki” yanı 2006 yılında Birgün gazetesinde usta gazeteci Nazım Alpman’ın köşesinde karşıma çıkacaktı.. Nazım Alpman, “Başvekil” başlıklı yazısında Milaslı Gad Franko’dan söz ediyordu.. Kaynakça olarak da o yıl, yani 2006’da yayınlanan Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” kitabını gösteriyordu.. Eh, haliyle de Gürkan Hacır’ın Efe Başvekil kitabını okumak benim için kaçınılmazdı. Kitap, bir dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun yaşam öyküsünün nehir roman tarzında aktardıldığı bir kitap… Bir solukta okunuyor. Gürkan Hacır’ın titiz çalışması, Türkiye tarihinin bir döneminin perde arkasını önümüze seriyor.. Akıcı dille kaleme alınan kitapta, adeta Şükrü Saracoğlu ile birlikte, Çakırcalı Mehmet Efe’den Kurtuluş Savaşı’na, ilk meclisten Atatürk’ün sofralarına, Fenerbahçe’den 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyorsunuz.. Ama konumuz bu değil elbette… Milaslı Gad Franko’nun yaşam öyküsünde taşlar yerine oturmuştu artık… Gad Franko, 1881 yılında Milas’ta dünyaya gelir. Evin en büyük çocuğudur.. Babası sonraları Çanakkale’de, Çanakkale Hahambaşı olarak görev yapar. Gad Franko, Milas’ta başlayan eğitimine Rodos’ta devam etmiştir.. Rodos Türk Koleji’ndeki eğitiminden sonra, Milas’a dönmüş. Milas’taki Musevi Mektebi’ni yönetmiştir. 1902 yılında İzmir’e yerleşen Gad Franko, hukuk eğitimi almaya başlamış.. Milaslı Gad Franko, İzmir’de “Ahenk” ve “Hikmet” isimli Türk gazetelerinde yazılar yayınlarmış.. Bir süre “El Nuvelista” gazetesinin yöneticiliğini yapmış.. İzmir’de bulunduğu sürece sosyal yaşamı üst düzeyde olan Milaslı Gad Franko, İzmir Sultani’de yani şimdiki adıyla ‘lise’de Fransızca öğretmenliği yapmış… Gad Franko, bu Fransızca öğretmenliğine bir süre sultani de devam etmiş.. Öğrencilerinden yaklaşık 6-7 yaş büyük olan Fransızca öğretmeni Gad Franko, Sultani öğrencileri tarafından çok sevilmiş.. Bu sevgi Gad Franko’nun sadece sempatik davranışları ve sosyal konumundan kaynaklanmıyor.. İlginç ve farklı düşüncelerini öğrencileriyle paylaşmaktan çekinmeyen genç Fransızca öğretmeni, isminin de “Milaslı Gad Franko” olarak söylenmesinden büyük keyif alıyordu.. 1900’lü yılların başında sancılı yıllar yaşayan Osmanlı’nın İzmir’inde, Sultani’de ders veren “Osmanlı’nın birliği ve Türk nüfusunun etkinliğini” savunan Milaslı Gad Franko öğrencilerine şunları söylüyordu; “Osmanlı’yı kuran ve yüzyıllar önce Musevilere kucak açan millet Osmanlılar ama özellikle de Türklerdir. Ve yapılan bu büyük iyilik unutulmamalıdır.. Bu topraklarda ayırt edilmeden yaşıyorlarsa bu toprakların asıl sahiplerine de saygı gösterilmelidir.” Elbette bu düşünceleri Rum ve Ermeni cemaatlerine hoş gelmese de, Milaslı Gad Franko yaşamı boyunca bu düşüncesini savunacaktı… Ama bu düşüncelerinden dolayı Türk öğrencileri tarafından çok seviliyordu.. Kendisi azınlık olmasına karşın, çoğunluk haklarını savunuyordu.. İzmir Sultanisi’nde, Osmanlı milliyetçiliği, yirmili yaşlardaki bir musevi sayesinde genç Osmanlı öğrencilerine öğretiliyordu… İzmir Sultanisi’nde öğrencilerin favori öğretmeni, sosyal kişiliği, sempatik tavırları ve bu düşüncelerinden dolayı Milaslı Gad Franko’ydu… Fransızca öğretmenine saygı ve sevgi besleyen, onu gördüğünde önünü iliklemek için çaba sarf eden öğrencilerden biri de Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü’dür.. Yani yıllar sonra Türkiye’nin başbakanlığını yapacak olan Şükrü Saracoğlu’dur.. İzmir Sultani’deki Fransızca öğretmenliğinden önce, Hamidiye Musevi Mektebi’nde Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yapan Milaslı Gad Franko, sonraki yıllarda İstanbul’a yerleşir.. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitiren Franko, doktorasını hazırlayıp Paris’te Hukuk Fakültesi’nde savunmasını başarıyla gerçekleştirir ve Hukuk Doktoru olur.. Hukuki Bilgiler Mecmuası’nı 13 yıl yayınlayan Gad Franko “Kanun-u Medeni Rehberi” ve “Paranın İstikrarı” kitaplarını yayınlar.. Artık Milaslı Gad Franko Türkiye’nin en iyi avukatıdır.. Ama tarihler 1940’lı yılları gösterdiğinde, Gad Franko’nun yaşamında değişmeler olacaktır. 2. Dünya Savaşı yıllarında hükümet, savaş yıllarının ekonomik sıkıntılarını aşmak için 11 Kasım 1942 tarihinde aldığı kararla yeni vergi düzenlemeleri çıkarır.. Varlık Vergisi adını taşıyan bu düzenleme, tamamen etnik ayrımcılığı taşımaktadır.. Artık “ulusal sermayeyi” oluşturmak için çıkarıldığı belli olan Varlık Vergisi, azınlıklara yaşam hakkı tanımıyordu.. Azınlıklara çıkarılan yüksek oranlı Varlık Vergisi Kanunu’nda, vergiyi ödemeyen azınlık yurttaşların Aşkale çalışma kamplarına gönderileceklerinin belirtildiği bir madde de vardı .. 5 Ağustos 1942’de Başbakan, Meclis kürsüsünden hükümet programını açıklarken şöyle diyordu; “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü olarak kalacağız.” Başbakan gazetelere verdiği demeçlerde “Kanunun hassasiyetle uygulanacağını, bugüne kadar savaş ortamının nimetlerinden ve bu memleketin misafirperverliğinden faydalanarak halkın sırtından rahat bir hayat sürenlerin tüm şiddetiyle cezalandırılacağını …” gibi sözlerle hem varlık vergisini savunuyor hem de ‘cezalandırmak’tan söz ederek hukukun bittiğini göstermiş oluyordu.. Dönemin başbakanının ismi; Şükrü Saracoğlu’dur. 1900’lü yılların başında İzmir Sultani’de Milaslı Gad Franko’nun öğrencisi olan Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü… Bir azınlık olmasının yanısıra bir de hukukçu olan Milaslı Gad Franko, kanunu etnik ayrımcılık yapmasından dolayı eleştirir.. Bu yasanın baştan sona hukuksuz olduğunu ve devletin vatandaşlar arasında ayrımcılık yaptığını savunur.. Ve düşüncelerini her yerde söyler.. Ancak kendisine çıkarılan 375 bin liralık varlık vergisini engelleyemez.. Milaslı Gad Franko, kendisine çıkarılan vergiyi ödemek için Vaniköy’deki arsasını satar, Şişli’de oturduğu evin bütün eşyalarını satar, Galata’da sahip olduğu Bahtiyar Han’ı ipotek ettirip 100 bin lira denkleştirip maliye’ye yatırır.. Ancak yine de vergiyi karşılayamaz.. Galata’daki Bahtiyar Han’ı satmayıp ipoteke vermesinin nedeni Varlık Vergisi Kanunu’nun 12. maddesinde belirtilen ‘mükelleflerin 15 gün içinde vergiyi yatırmaları’ koşuludur … Ve bu 15 gün içinde Bahtiyar Han’ı satamaz.. Artık, Milaslı Gad Franko’ya da vergiyi ödeyemeyen diğer azınlık yurttaşlarla birlikte Aşkale yolu gözükür… Devletin, vergisini ödemeyen yurttaşlara verdiği ceza budur çünkü… Aşkale’de yani Kop Dağı eteklerindeki çalışma kamplarında taş kırmak ve kar küremek.. Milaslı Gad Franko kırgındır… 1943 yılının Ocak ayında Haydarpaşa Garı’ndan Aşkale’ye gidecek olan trenin içindeki 32 kişilik ilk kafilede Milaslı Gad Franko da bulunmaktadır.. Trendeki duyguyu ve Gad Franko’nun “Milas”a verdiği önemi çok iyi yansıttığından dolayı Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” isimli kitabından birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak isterim; “... Elindeki kocaman çıkını yere bıraktı. Moda’daki toplama yerinden beraber getirildiği arkadaşlarının biraz ötesinde duruyordu. Bıçaktan, usturadan beter bir soğuk vardı. İstasyonun mermer zeminini ışıl ışıl parlatıyordu. Sanki ilk defa geliyormuş gibi şaşkınca sağına soluna bakınıp, şapkasını kulaklarının üstüne doğru çekti. Trene binene kadar sigara yakmaya niyetlendi ama sonra vazgeçti. Soğuktan kamaşan ellerini eldivenlerin üzerinden hohlayarak nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Apar topar hazırlanmış zavallı çıkınına baktı. Neler koymuştu içine karısı. Üç beş çamaşır, iki kazak bir pantolon… Hele ‘yanına gömlek kravat koyayım mı?’ demesi… İçinden acı acı güldü. Bir küçük yastık her zaman gerekir. En kalın ayakkabılarını zaten ayağına giymişti. Halen içinde bir umut vardı. Halen bir son dakika haberi gelebilirdi. Sadece o değil, kafiledeki tüm arkadaşlarının içinde bu umut vardı. Bu bir şakaydı diyeceklerdi, bu bir şaka. Hadi evlerinize dönün! Kimsenin inanmak istemediği kötü bir şaka! Kafile sorumlusu Emin Kalafat’ın “Hadi beyler trene!” sözü soğuktan beter kesti yüreğini. Çaresiz çıkınını omuzladı. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Büyük bir hayal kırıklığı, şaşkınlık ve korku vardı içlerinde. Kendine kompartıman ararken kondüktörle burun buruna geldi. - Biletin beyim. Ters ters suratına baktı. Kompartımana girerken küfreder gibi cevap verdi: - Ne bileti! Kondüktör şaşırmıştı ama ses etmedi. Elindeki çıkını yere fırlattı. Pencere kenarına oturdu. Çaresiz ve yorgun gözlerle dışarıyı seyrediyordu. Gözyaşı dökenler, sarılıp ayrılmak istemeyenler, son bir kez daha çantaları yoklayıp içine bir şeyler tıkıştırmaya çalışan kadınlar. O, kimse gelsin istememişti. Kafilenin en yaşlısı olarak düştüğü bu duruma kimsenin tanık olmasına içi elvermemişti. ‘Hazırlarsın bohçamı çeker giderim’ demişti karısına. Çocuklarına bile son kez öpüp sarılmadan gidiyordu. Avukat Şekip girdi kompartımandan içeri. - Eveeeet bakalım Milaslı! Aşkale’yi de görmek varmış kaderimizde, diyerek elindeki bavulu ortaya bıraktı. Diğer elindeki küçük çantayı da bagaj rafına yerleştirdi. Milaslı’nın karşısındaki koltuğa oturup derin bir soluk aldıktan sonra yolculuklarına evsahipliği yapacak kompartımanı şöyle bir inceledi. Sonra iç geçirip laf attı. - Bak senin şu muhterem talebenin işine! Görüyor musun başımıza neler açtı. Olmaz dedik, yapamazlar dedik, son dakika vazgeçerler dedik ama bak koyulduk yola gidiyoruz işte! - Başlama gene Şekip, diye kestirdi Milaslı. Şekip kollarını ovuşturup ısınmaya çalıştı. - Uuuf ne soğukmuş içerisi yahu! Ben sıcak olur dedim ama…? Baksana, diyerek Şekip’e donmuş boruları işaret etti. Şekip yine de teselli arar gibi mırıldandı: - Herhalde hareket edince ısınır! Tren kalkmak üzereydi. Kafile sorumlusu Emin Kalafat son kez kompartımanları kontrol ediyordu. Elindeki listeye bakıp kafasını içeri uzattı. - Avukat Şekip Adut ve Gad Franko değil mi? Şekip düzeltti: - Evet doğrudur ama sadece Franko değil, Milaslı Gad Franko. - Tamam tamam. Meşhur Milaslı avukat Gad Franko. - Evet ya meşhur Milaslı avukat!” Ve Aşkale treni Haydarpaşa Garı’ndan kalkmıştır.. Trenin içinde, Varlık Vergisi’nin yaratıcısı Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun öğrenciliğinde elini öptüğü 62 yaşındaki öğretmeni Milaslı Gad Franko da vardır. Trenin içinde ayrıca Tasvir Gazetesi’nden deneyimli gazeteci Feridun Kandemir de bulunmaktadır. Varlık Vergisi mağdurlarını taşıyan trende gazeteci Feridun Kandemir’in bulunuş amacı, trendeki izlenimlerini, trendeki söyleşilerini Tasvir Gazetesi’nde gün gün yayınlamaktır.. Yayınlar da… Gazeteci Kandemir kompartıman olarak Milaslı Gad Franko’nun kompartımanını tercih eder.. Çünkü Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun öğretmeni Milaslı Gad Franko’nun düşüncelerini merak ediyordur.. Gad Franko’nun sözleri kırgındır.. “Bizlere bunu layık gören devlet daha neler yapar kimbilir? Oysa biz neler istedik devlet için. Türklüğü, Türkçülüğü hâkim kılmak için ne mücadeleler verdik. ‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyalarına varıncaya kadar. Vergi verdik, askere gittik. Burayı yurt belledik namus saydık, daha ne vereceğiz? Canımızı istiyorlarsa onun da kolayı var. Assınlar bizi! Yok bizi tümden göndermek istiyorlarsa ağlayarak da olsa çeker gideriz. Kalbimize gömeriz yurt aşkımızı. Ama böyle gururumuzla oynamak, suçlu gibi trenlere doldurup koyun gibi dağlara göndermek!… Ağrıma giden bu, Şekip! Bu mudur devletin bizde kalan alacağı! Kıralım taşları, küreyelim karları kurtulacaksa devletimiz, onu da yapalım!” Tasvir Gazetesi’nde yayınlanan yazılar, Şükrü Saracoğlu hükümetini rahatsız eder.. Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun isteği üzerine, gazete Feridun Kandemir’i geri çeker.. Milaslı Gad Franko, gazeteci Feridun Kandemir ile vedalaşırken Başbakan Şükrü Saracoğlu’na şu sözlerini iletmesini rica eder.. “Bakınız Feridun bey… Eğer Saracoğlu’nu görürseniz şu mesajımı lütfen iletiniz.. Bir devlet vatandaşının her şeyini isteyebilir. Hatta canını bile isteyebilir. Ama olmayan şeyi isteyemez!.. Lütfen bu sözümü ona duyurunuz..” Gazeteci Kandemir, Gad Franko’nun sözlerini Başbakan’a iletebilmek için 3 kez randevu talebinde bulunur.. Ancak Başbakan Şükrü Saracoğlu randevu vermez.. Aşkale’de zor günler bekler Gad Franko’yu.. Taş kırmanın, kar küremenin yanısıra ünlü hukukçu, çalışma kampında ihtiyacı olanların dilekçelerini yazarak, yani arzuhalcilik yaparak 25 kuruş almak zorunda kalır… Sürgün biter… Ama bu kez İstanbul’da zor günler beklemektedir Aşkale yolcularını… En büyük zorluğu da Milaslı Gad Franko çekecektir… Her şeyden önce onuru kırılmıştır.. Ticari itibarını kaybetmiş, ekonomik sıkıntı içine girmiştir.. Galata’daki ünlü Bahtiyar Han’ı satmış olmasına karşın borçlarını ödeyemez.. Alacaklıları İstanbul Barosu’na şikayet eder.. Ancak İstanbul Barosu, Gad Franko’dan yana tavır alarak cezai bir durum olmadığını söyler.. Bütün gayrimenküllerini satmasına karşın alacaklılardan kurtulamaz… Bir alacaklısına yazdığı mektupta şöyle yazar Milaslı Gad Franko; “Alacaklılarımın hiçbirinin bana borçlarımı hatırlatmasına lüzum yoktur. Gece ve gündüz düşünüyorum ancak maalesef işlerim umut ettiğim şekilde gelişmiyor. Varlık Vergisi zamanında en az 150 bin sterlin tutarındaki servetimi kaybetmekle kalmadım, borçlandım da…” Eski gösterişli günlerinden uzaklaşır, dostlarını kaybeder.. Eskiden hergün gitttiği, müdavimi olduğu Büyük Kulüp’e arada bir gitmeye başlar.. Milaslı Gad Franko birgün Büyük Kulüp’te yemek yerken Başbakan Şükrü Saracoğlu gelir.. Kulüpte canlanma olur.. Herkes ayağa kalkar, saygı gösterisinde bulunur. Dipteki masalardan birinde oturan Gad Franko hiç istifini bozmadan yemeğini yemeye devam eder.. Bu durum görevlilerin gözünden kaçmaz.. “Mösyö Franko, Başbakan geldi görmediniz mi?” diye uyarırlar. Franko’dan gelen “gördüm” yanıtı üzerine “o halde neden ayağa kalkmadınız?” diye üsteler görevliler.. Milaslı Gad Franko’nun “hırs, öfke ve tüm birikmiş kiniyle” verdiği yanıt çok nettir: “Böyle icap etti…” ... Milaslı Gad Franko 12 Ağustos 1954 tarihinde 73 yaşında İstanbul’da ölür.. Cenazesi Neve Şalom Sinagoğu’nda düzenlenen tören sonrası Arnavutköy Musevi Mezarlığı’na defnedilir.. Yani Milaslı Gad Franko vatanında yatmaktadır ... ... Bu yazıya gelince; Milas’ın renkli geçmişinin yerel basında sıkça yeraldığı bugünlerde, Milaslı olmanın keyfini isminde taşımak için büyük özen gösteren hemşerimiz “Milaslı Gad Franko” ile tanışmanızı istedim.. Meraklısına not: Bu yazıya emeği geçen kaynaklar Milas Yahudileri / Doç. Dr. Melek Çolak - 2003 / Milas Belediyesi Kültür Yayınları Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı / Gürkan Hacır - 2006 / Remzi Kitapevi Milas, Kentimiz; Sevdamız ve Hüznümüz Bizim / Nevzat Çağlar Tüfekçi - 2005 / Kendi yayını “Efe Başvekil” köşe yazısı / Nazım Alpman - 12 Nisan 2006 / Birgün Gazetesi http://www.milasonder.com/default/index.php?option=com_content&task=view&id=3031&Ite mid=43 |
04-03-2010, 16:43 | #478 |
|
Ustadim cok faydali bir o kadar da duygu dolu bir paylasim. Sizin vesilenizle Milasli Gad Franko'yu rahmetle aniyorum.
|
19-03-2010, 17:41 | #479 |
|
Suat abi,
Angut iyi bir kuştur değil mi? Ne kötülüğünü gördük ki... Hiç! Ne bileyim şöyle havada üç beş takla atan bir güvercinimiz bile yok. Paçalı güvercinimiz olurdu çocukken. Genellikle beyaz olurdu. Damda yuva yapardık... Gezip dolaşıp, dönerlerdi... Dönmeyenleri ise beklerdik angut gibi... Sonra 15 liraya taklacıl kuş satarlardı, paramız yetmezdi ha! bakardık sadece... Bakmaya para istenmezdi bizim oralarda... Üç beş takla atan bir güvercinimiz bile yok, Elime fırça alıp da neyleyim? |
19-03-2010, 17:46 | #480 | |||||||||||||||||||||||
|
Angutun iyi bir kuş olduğunu THS sayesinde öğrendim ben de. Bazı tiplere boşu boşuna "Angut" dermişim. Meğer iltifatmış. Abi benim hiç paçalı-paçasız güvercinim olmadı.Bir güvercinim oldu, o da avatarımda yanar ha, yanar. Ama komşu çocuklarının bu yüzden çok kavga ettiğine tanık oldum. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 2 (0 Site Üyesi ve 2 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Atiye Terk Ettiğimiz Davayı Tekrar Takip Etmek İstersek Yeniden Harç Gerekir Mi? | av.suleyman | Meslektaşların Soruları | 21 | 30-09-2014 15:18 |
Savcının görevi "suç isnat etmek" mi, yoksa "suç ispat etmek" mi olmalı? | sibelniko | Hukuk Sohbetleri | 21 | 30-09-2013 08:43 |
Karşılıksız Yararlanma - Konaklama Ücreti Ödemeden Oteli Terk Etmek | Av. Çetin | Meslektaşların Soruları | 3 | 20-12-2006 09:43 |
Ölümü İhale Etmek! | Av.Mehmet Saim Dikici | Site Lokali | 2 | 01-05-2003 17:20 |
Evi Terk | M.Günel | Hukuk Soruları Arşivi | 2 | 15-02-2002 00:14 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |