Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Bugün kendimiz İçin:)

Yanıt
Konu Notu: 15 oy, 5,00 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 25-04-2007, 05:39   #421
Cest la vie

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan ege
Öylesine ince bir planlamadır ki,
denize balık avlamak için dalarsınız orman yangının içinde kavrulursunuz..
....

hiç bir şey tesadüf değildir çünkü..yaşadığımız günlere bakıp
yaşayacağımız günleri hesaplamak çok da zor değil.


Aslinda bu ornekten ben tam tersi bir sonuc cikariyorum Sayin Ege,

Hani hayatin seni hangi sonuca goturecegi hic belli olmaz gibi...

Balik avlamak icin denize dalarsin, hayat seni pisirmek icin ocagi coktan yakmistir bile. Aklina bogulabilecegin bile gelir, ama yanacaksin deseler 'hadi canim sen de!' dersin, suya gidiyorsun, ne yanmasi!

Hayat suprizlerle dolu... Ne iyi gidiyor diye sevinmek, ne de kotu gidiyor diye uzulmek gerekir.. Cunku hic bilmedigin bir yerde bazi seyler seni aslinda zaten beklemektedir...
Old 30-05-2007, 21:50   #422
ege

 
Varsayılan

arada bir mailime gelenleri paylaşmayı seviyorum.

işime gelenleri daha çok seviyorum

okurken bile yorulduğumuz şeyleri gizli kahramanlar olarak yaptığımızı birilerinin bize söylediğinde ,
söyleyenleri neden biraz daha fazla sevdiğimizi (zaaf gösterdiğimizi) de biliyorum

işte hep bildiğimiz bir kahramanlık öyküsü daha

Alıntı:
Akşam annemle
babam televizyon seyrediyorlardı. Annem, "Geç oldu", "zaten yorgunum, ben
yatıyorum." dedi.
Annem kalktı, mutfağa gitti.

Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı
kaldırdı.
Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu,
demliğe çay koydu.
Şekerliğe baktı, dibinde az
kalmış, üstüne ekledi.
Kahvaltı için
buzluktan ekmek çıkardı,
akşam yemeği
için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.

Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın
üstündekileri topladı.
Telefonu şarja
koydu,
telefon defterini kapatıp yerine koydu.

Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp
astı ve makineyi tekrar doldurdu.
Banyodaki çöp
sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin
borusuna
astı.
Bir gömlek
ütüledi, kopuk düğmesini dikti.
Çiçekleri
suladı.
Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu
tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu,

öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp
ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın
üstüne koydu.
Kek tarifleri defterini çıkardı,
arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına
koydu.
Bakkaldan alınacakları not etti, notu da
Çantasına koydu.
Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme
losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı.

Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.

Tırnaklarına baktı, törpüledi.

İçeriden "sen yatmaya gitmemiş miydin" diye seslenen
babama "şimdi gidiyorum" deyip
köpeğin su
kabını doldurdu.
Kapıları pencereleri kontrol etti,
holdeki lambayı yaktı.
Kardeşimin
odasına gitti, oğlan uyumuş,
lambasını
söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları
toplayıp sepete attı.
Bana geldi,
"haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın," dedi.

Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün
giyeceklerini hazırladı.
6 maddelik acil işler listesine 3
madde daha ekledi.
Kendi kendine iyi geceler diledi,
hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne
getirdi.

İşte o sırada
babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir "ben
yatıyorum"
dedi ve gitti yattı.


Sizce bu işte
bir gariplik yok mu?

Kadınların neden daha uzun yaşadığını
merak etmiyor musunuz?

ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ (ve
işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!
Old 07-06-2007, 17:28   #423
ege

 
Varsayılan

bugün o kadar yorgunum ki,
şu yukardaki mesajın sonundaki
"bizim yapımız uzun çekişli" kısmına inanmıyorum.

bugün ve son zamanlarda kendim için ne yaptığımı bilmiyorum
Old 26-06-2007, 17:41   #424
AllMcBeal

 
Varsayılan

ıstanbuldan uzak bır hafta gecırdım bu ısın keyıflı kısmı donus tarıhı yaklastı bu da can sıkıcı olanı
Old 26-06-2007, 19:11   #425
tuval2310

 
Varsayılan

keske bugun kendım için bir şey yapabılseydim
Old 20-07-2007, 10:41   #426
ege

 
Varsayılan

Radyo Maydonoz'da Selim , gazete köşelerinden internet'e yayılmış bir öyküyü anlatıyordu. Kulak kesildim:

"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:
'
-Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız'.

Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:
'-İngiltere'de bu ameliyatı yapabilecek doktor var mı' diye sordu.
'-Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm' dedi doktor; 'Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan
Charles Wronkow da orada yaşıyor'.
Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Otele giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça itiyordu.

Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.
Polis, böyle tanınmış bir doktorun neden 'Winkelman' adı altında, Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu".
* * *
Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahında gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı.
Favaloro, 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında bir çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Arjantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhteşem villasında kalbine sıktığı tek bir kurşunla son vermişti hayatına....
Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşunlayarak susturması ne trajik bir final...!

Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçirdikten sonra çekildiği makyaj odasında sessizce ağlayan bir palyaço gibi... çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman...
İnsanın sözü geçmez, gücü yetmez bazen kendine...

En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsınız...

Diline doladığı herkesin iç dünyasını kalemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keşmekeşi tariften acizdir.

Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrıyı sorgulamaya başlamış bir din adamı kadar çaresiz, kıvranır insan...

Yalnızlık korkusunu bastırmak için ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi,
...
Ya da cehennemi bir cephede gün boyu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,
...en yakından tanıdığı zaafı, en güvendiği yanına yakıştıramaz insan:
...ve kendini en bildiği yerinden vurur:
Kalpse kalp; beyinse beyin...
...bir kurşunla durur.

* * *
Çünkü en beteridir kendiyle savaşanların, kendine yenilmesi...
İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesaretsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız.

Bu kuşatmayı yarmak için o "zaaf"larınızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...

İnsan, kendine rağmen gider o zaman...

...

Bazen uluorta, bazen yapayalnız,
...uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...

Malum; "uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."


CAN DÜNDAR





Old 05-10-2007, 11:44   #427
ege

 
Varsayılan

şehir büyüdükçe ve içindeki korkunç kalabalıkların sürekli çığ gibi gibi üstümüze gelmeye başladığını hissettikçe , insanın kendisini "doğa"nın bir parçası değil de kalabalıkların tuhaf ve anlamsız bir parçası haline geldiğini gördükçe kaçış başlıyor işte.

İstanbulu terketmek,strese son vermek,şiirleri şarkıları biraz daha farketmek,aslında "bir de ben varım" demek ,
aşkın ,baharın ,çiçeklerin böceklerin peşinde koşmak daha da anlam kazanıyor.
Bu yüzden hani o çok satan kitapların neden "çok" sattığını anlayabiliyorum," Sır, secret, kendine iyi davran, bak gökyüzü var" diyen kitapları.

Bugün de günlerden Cuma.
haftasonu..
sevdiğim bir yazı vardı bir sitede onu alıp buraya getirdim.Akşamüstü işten çıkarken, dosyaları, sorunları, müvekkilleri, tarafları ,anayasa taslaklarını,yargıtay kararlarını ofisinize kilitleyip çıkmadan önce okuyun diye

iyi ki "ben varım" diyebilmeniz dileği ile.


Alıntı:
Özgürlük İçin Dört İşlem

Kendini kendinle topla

Herkes biliyor ki:
Herkes için her şey olamazsın
Her şeyi bir anda yapamazsın.
Her şeyi mükemmel yapamazsın.
Her şeyi herkesten iyi yapamazsın.
Sen de herkes gibi bir insansın.

Öyleyse:

En azından, birisi için önemli bir şey ol.

Bir anda sadece bir şey yap.
Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla.
Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak.
Böylece hiç kimsenin “senin gibi olamadığını” gör.
Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde,
sen “sen” ol, böylece herkesten daha iyi ol.
Kendini kendinden çıkar

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Kendine bir sor; onların doğması ne kadar umurunda? Ne kadar önemsiyorsun uğramadığın bir yerde, tanımadığın bir kadının tanımadığın/tanımayacağın bir bebeği doğurmasını? Doğduğu gün işte sen de böylesine umursanmaz biriydin. Şükür ki yanı başında annen baban vardı da, dünyaya ilk acemi bakışlarına şefkatli bakışlarıyla karşılık verdiler. Elinden tuttular, ninni söylediler, büyüttüler, beslediler seni.

Seni önemli kılan onların sevgisiydi. O sıralar seni ne Nike tanıyordu, ne Coca-Cola önemsiyordu, ne de LCW düşünüyordu. Seni önemeyenler, üstünde hiçbir şey olmadığı halde önemsiyordu seni. Seni sadece sen olduğun için seviyorlardı.
İstersen doğduğun günden biraz daha geriye gidelim. Birkaç ay daha geriye.. O zamanlar annenin karnında karanlıklar içindeydin. Sadece onun fark ettiği, onun hissettiği biriydin. Oracıkta kala kalsaydın ya da hiç çıkamasaydın, kimse önemsemeyecekti seni. Bildiğin bütün markalar seni hesaba katmadan satmaya devam edecekti, sevdiğin bütün reklamlar seni düşünmeden oynayıp duracaktı.

Bir de şöyle düşün: Sen “içerideyken” henüz gözlerin tamamlanmamıştı; gözlerinin olmadığını gören, gözlerinin olması gerektiğini düşünen, gözlerini olması gerektiği gibi olması gereken yere koyan ne annendi, ne babandı, ne de kendindin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz ışığı bile tanımadığın için gözlerine ihtiyacın olmadığını söylerdin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz yolları, bahçeleri, kaldırımları, vitrinleri görmediğin için ayaklarıma gerek yok derdin. Belki ellerini bile istemeyecektin. Belki yüzünü bile gereksiz görecektin. Şimdi bir düşün seni önemli kılan, gözlerinin önüne taktığın gözlük mü, ayaklarına geçirdiğin ayakkabı mı, ellerine taktığın eldiven mi, boynuna doladığın atkı mı?
Birkaç ay daha geriye gidelim. Henüz iki hücreden ibaretsin. Annen bile farkında değil varlığının. İki hücre hâlâ daha nasıl olduğunu anlayamadığımız bir hızla, olağanüstü bir düzenle çoğalıp ayrışmasaydı da, anne rahminden düşüverseydin kimse fark etmeyecekti seni, kimsenin fark ettiği biri olmayacaktın. Hatta, bir adın bile olmayacaktı.

Hiç doğmasaydın, şu an aramızdan eksik olacaktın. Ama eksikliğini bile fark etmeyecektik. “Caner şimdi burada olsaydı!” bile diyemeyecekti annen baban ve sınıf arkadaşların. Çünkü olmayacaktın ve olmadığın için de olmadığın fark edilmeyecekti. Örneğin “Sümeyye seni ne kadar özledim!” diyen bir arkadaşın olmayacaktı. Çünkü hepten eksik olduğun için arkadaşın eksikliğini çekmeyecekti.

Senin anlayacağın hiç var olmamak ölmekten beterdir. Öldüğünde hiç olmazsa, ardın sıra ağlayanların olur, eksikliğini çekenler olur, özleyenlerin olur. Ama hiç yaşamadığında, hesaba katılmazsın, sözün bile edilmez.
İşte şimdi hesabını yeniden yap; kendini kendinden çıkar. Geriye sıfır kaldığında, yani sen adı bile olmayan bir hücre topluluğu olduğunda seni önemseyen kim olabilir? Tanıdıkların içinde öyle biri var mı? Sevdiklerin arasında seni hiç yokken seven biri var mı? Örneğin, yüzün ortada bile değilken yüzünü özleyen biri var mı?
Nasıl olabilir ki? Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?

Kendini kendinle çarp

Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.
Şimdi tekrar düşün. Sen, en azından yüzüne bakarak anlayabileceğin gibi, seni yaratan için bir tanesin, biriciksin, çok özelsin. Aynaya bakıp yüzünü gördüğünde, hep bunu hatırla. Sen hayran olduğun birilerine benzediğin için önemli değilsin. Sen şarkılarını severek dinlediğin şarkıcı gibi konuştuğun için özel değilsin. Sen giydiğin ayakkabı sayesinde, tuttuğun takımın başarıları yüzünden, tişörtünün üzerinde yazan marka için biricik değilsin. Sen, sadece “Sen” olduğun için önemlisin. Seni biricik, bi’tanecik ve özel olarak yaratan, yaşatan bir Yaratıcı seni önemsediği için önemlisin.

Kendini kendine böl

Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok… Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi.
Şimdi bir de kendine bak. En çok ne mutlu ediyor seni? Kimler sana gerçek dostluk yüzü gösteriyor? Kaç sahici arkadaşın var? Kaç sırdaşın var? Çok az şey mutlu ediyor seni. Dostların pek az. Arkadaşlarının ve sırdaşlarının sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bazen sadece nefes almak seni mutlu etmeye yetiyor. Özlediğin bir dostunu görmek, özlediğin bir sahilde yürümek, sevdiğin bir yiyeceği yemek, sevdiğinin iki gözünün içine içine bakmak mutlu ediyor seni. Hepsi az şeyler.. Çok az şeyler…

Şimdi geri dön. Dur ve yeniden bak. Meydanlarda koşturan insanların aradıklarını bir düşün. Merdivenleri telaş içinde tırmanan, otoyolları son hızla tüketen kalabalıkların neyin peşinde olduğunu düşünmeye çalış. Aslında onların çoğu senin çoktan bulduğun çok az şeyin peşinde. Ama çok koşturdukları için bir türlü durup kendilerine soramıyorlar. Yazık ki aradıklarını sandıkları şeyi bulduklarında da tanımayacaklar.

Sen senin için önemlisin. Biricik olduğun için önemlisin. Kendini başkalarıyla kıyaslamayı bırak. Kendini kendinle kıyasla. Kendini başkalarının yaşadıkları ile tanımlamak yerine kendi yaşamınla tanımla. İçinde başkasının plağı çalmasın. Kendi sesinle konuş. Kendi yüzünle bak hayata. Kendini önemli bilerek yürü sokaklarda.

Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var.
Sen mühimsin.

Senai Demirci
Old 07-10-2007, 11:27   #428
ege

 
Varsayılan

Sayın Gülümse,

burada bugün kendiniz için bir mesaj bırakmışsınız ama yok olduğunu gördüm. Daha Önce Sevgili Sehber Ferda Demirel'inde güzel bir dizesi böyle yok olmuştu.

demişsiniz ki,

Alıntı:
***************
Son gunlerde kendim icin uzun zamandir erteledigim kitapligimi duzenleme isine basladim..

Ama sadece basladim.. Umarim bir iki gune kadar kendim icin bir sey yapip kitapligimi duzenlemeyi tamamlayabilirim

dün bütün gün bende aynı şeyi yapmıştım. ve eskiden okuyup da şimdi hatırlamadığım kitapları yeniden gözatmak için sıraladım. diyecektim ki; mesajınız yok.

mesajınızın ne olduğu konusunda yönetime sanırım siz sormuşsunuzdur. sonucu merak ediyorum.
Old 07-10-2007, 12:21   #429
üye16069

 
Varsayılan

Sayın Ege ,
Seçtiğiniz yazılar ve yazdıklarınızla öyle yerlere götürüyorsunuz ki bizleri kendi adıma konuşayım o yerlerden dönemiyorum. Hep okumam ve cevap yazamamam bu yüzdendir.Teşekkür Ederim....
Old 07-10-2007, 12:58   #430
Gülümse

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan ege
Sayın Gülümse,

burada bugün kendiniz için bir mesaj bırakmışsınız ama yok olduğunu gördüm. Daha Önce Sevgili Sehber Ferda Demirel'inde güzel bir dizesi böyle yok olmuştu.

demişsiniz ki,



dün bütün gün bende aynı şeyi yapmıştım. ve eskiden okuyup da şimdi hatırlamadığım kitapları yeniden gözatmak için sıraladım. diyecektim ki; mesajınız yok.

mesajınızın ne olduğu konusunda yönetime sanırım siz sormuşsunuzdur. sonucu merak ediyorum.

Sevgili dostum bunun kaynagi benden ve malesef benim beceriksizligimden kaynaklaniyor. Bazen kahramanlik yapip sirket bilgisayarindan yaziyorum ve orada ne yapiyorsam yazdiklarim tam gondermeyi beceremiyorum. Yoksa sitenin bunda bir sucu yok ve yazdigim icerige bakarsaniz silinmesini gerektirecek bir sey de yok..

Sevgi ile kalin ve bu duruma bence Gulumseyin
Cunki bu beceriksizligime ben cok guluyorum
Old 07-10-2007, 13:07   #431
Gülümse

 
Varsayılan

Sevgili dostlar,

Alti yasima geldigimde babam benim icin onemli olacagini dusundugu gelecegime yatirim yapmak adina buyuk bir kitaplik kurdu.. O zamanlar okuma yazma bilmedigim icin benim diye adlandirilan kitaplarin bazilarina imzami atmistim..(tabi simdilerde ona kitabi karalamanin ne alemi var diye nitelendiriyoruz.)

Zaman icin de kitaplik buyudu kendi kitapligina sigmaz oldu.. Mali durumum el verdigi surece suntadan kendime kutular yapip ust uste dizerek kendime kitaplik yaptirmistim.. Eh biz buyudukce kitaplikta buyudu.

Ve 10 sene once esin devreye girerek bana guzel bir kitaplik yaptirdi.. Aslinda hikayenin burasindan sonrasi kitaplarimla mutlu guzel yasadik olmaliyken, tam tersini yasamaya basladim.

Birinci kitap dizilerinin onune ikincileri ilave oldu.. Ustlerine yeni kitaplar koymak zorunda kaldik.. Aradigim kitabi bulmak imkansiz hale geldi. Bir aldigim kitabi unutup ikincisi alma durumunda kaldim.. Ve buna dur deme zamani geldi.. Gecen hafta kitapligimi duzeltmeye karar verdim.

Once kitapliga el atmadan ortaliktaki kitaplari duzenlemek en akilcil durum diye dusundum. Ve yapmaya basladim.

Sonuc mu? Ne sonucu dostlar yapmaya basladim dedim ya bir haftadan beride de baslamaya devam ediyorum

Sevgi ile kalin
Ve gulumsemeyi unutmayin..
Old 07-10-2007, 14:11   #432
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Kitap dizilerinin önüne ilave edilen kitaplar konusunda sizinle hemfikirim. Arka sırada kalanlara haksızlık edilmiş oluyor, aranan arandığı zaman bulunamıyor. Ben uzun zamandır aramayı bıraktım gerçi, beş kitap, bir türlü hangisinde sebat edeceğimi bilemediğim için benimle birlikte evin içinde seyahat edip duruyorlar. Bugün kendim için birinde karar kılacağım. Ha bir de, bugün kendim için, Fikrimin İnce Gülü'nü izleyeceğim Saat 22.00'ye daha ne kadar da çok var ....
Old 07-10-2007, 14:38   #433
halit pamuk

 
Varsayılan

Alıntı:
Fikrimin İnce Gülü'nü izleyeceğim

Sabırsızlıkla beklenecek kadar güzel bir film mi? Şimdi merak ettim ben de..
Old 07-10-2007, 15:28   #434
Gülümse

 
Varsayılan

" Fikrimin Ince Gulu" Reytingleri yuzunden kaldirilmasi dusunulen ama son sans olarak pazar gunune tasinan bir dizi film..

Not: Bu arada Adalet Agaoglunun Fikrimin ince gulu kitabi ile o kitabin uyarlamasi olan sinema filmi ile sadece isim benzerligi var..
Old 07-10-2007, 16:08   #435
Admin

 
Varsayılan

Merhaba,
Alıntı:
Yazan ege
bu sabah ona cevap yazmak istediğimde bu mesajın silinmiş olduğunu gördüm.

aynı şekilde, Sehper Ferda Demirel'e ait bir yazı da yazıldıktan 24 saat kadar sonra silinmişti.

bu başlıkla ilgili yönetimin bir takım kaygıları mı vardır,varsa bunlar nelerdir merak ediyorum.

bilgilendirirseniz memnun olurum.

mesajınızın ne olduğu konusunda yönetime sanırım siz sormuşsunuzdur. sonucu merak ediyorum.

Dersimiz, "Bir forumun yönetimi (bu sonuç arzu edilmese bile) nasıl zan altında kalır" ve etkinliğimiz pratik çalışma:
  • Üye A foruma mesaj yazar.
  • Bu mesaj konuya abone olan tüm üyelerin (onlarca üye) posta kutusuna gider.
  • Üye A canı ister kendi kendine mesajını siler. (veya teknik bir nedenle mesaj kaybolmuş da olabilirdi veya hakikaten forum yöneticileri de silmiş olabilirdi)
  • Üye B konu içinde site yönetimine -Forum kurallarının 6. maddesine de aykırı olarak- "açık mektup yazarak" bu mesajları niye sildiniz diye sorar.
  • Bu mesaj da o konuya abone olan tüm üyelerin posta kutusuna gider.
  • Bu mesaj site kuralların 6. maddesi gereğince forum yöneticilerince özel alana taşınır ve üye A'nın kendi mesajını kendi sildiği üye B'ye açıklanır.
  • Üye B durumu öğrenir ancak gerek Üye A'nın gerekse, Üye B'nin mesajlarını forumda artık göremeyen üyeler (posta kutularına gittiği için haberdar olmuşlardı), "bu sitenin hain ve şeytani yönetimi bu defa kimi neden sansürlüyor acaba???" paronayası içine girer.
Şimdi zavallı site yönetiminin bu olayda kabahati nedir ki, bu "zannı" sırtında taşımak zorundadır? (Sayın Gülümse'ye açıklaması için teşekkürler ancak bu açıklama yapılmamış da olabilirdi ve pekçok forum konusunda benzer durumlar olduğunda da yapılmıyor zaten). Ve bu gibi durumlarda faturayı kime göndermemiz gerekiyor?

Bu arada bu durum forum kurallarımızın 6. maddesinin varoluş sebebini de yeterince açıklıyor mu sizce?

Normalde bu mesaja özel alanda yanıt verirdim ancak bu sorgulamalar (kurallarımızın 6. maddesine aykırı şekilde) açık alanda yapılıp onlarca üyemizin posta kutusuna "yeni yanıt uyarısı" şeklinde gidince, yanıtların da açık alanda verilmesi bazen maalesef kaçınılmaz oluyor, bunun için özür dilerim..

Ve isterseniz en azından bundan sonra bu tip sorgulamaları (mesela benim bu mesajıma verilecek yanıtı) site ve forum yöneticileri ile iletişim alanında yapalım.

Belki bu konuyu İ.E. altına yazmalıydım, zira bu konuda oldukça dolu olduğunu itiraf ediyorum ama "bugün kendim için bunu yapmaya" karar verip "Bugün Kendimiz için" konusu altına yazdım, anlayışla karşılanacağı umuduyla.
Old 07-10-2007, 23:17   #436
ege

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Admin
Merhaba,





Belki bu konuyu İ.E. altına yazmalıydım, zira bu konuda oldukça dolu olduğunu itiraf ediyorum ama "bugün kendim için bunu yapmaya" karar verip "Bugün Kendimiz için" konusu altına yazdım, anlayışla karşılanacağı umuduyla.



Sevgili Admin,

bu savunmayı ne kadar yürekten yaptığınızı ancak en iyi ben anlarım

ama kabul edin ki sorma, merak etme,inceleme, araştırma vs. bir takım alışkanlıklar bizi hukukçu yapıyor..

Hukuk sitesinde bunlar tabiki biraz daha ağır gelecektir

teşekkür ederim ilginiz ve dersiniz için.Ama bu sebeple kendiniz için de imdaaaaaaat diye bağırma fırsatı yarattık

saygılar ve sevgilerimle
Old 08-10-2007, 05:47   #437
üye18721

 
Varsayılan

Bugün,-daha doğrusu dün-çoğunlukla olduğu gibi kendim için bir şey yapmadım. Cumartesi ve Pazar günleri;08.00-19.00 saatleri arasında yetiştirmek zorunda olduğum işler nedeniyle büroda çalıştım.Ara da bir sıkılınca alışveriş bahanesiyle 1-2 saat dışarı çıktım. Neyse ki önümüzdeki Cuma bayram: Muhtemelen arkadaşlarımla buluşur biraz stres atarım; bugünlerde buna ziyadesiyle gereksinimim var!
Old 08-10-2007, 11:53   #438
Gülümse

 
Varsayılan

Yakaladim..

Sayin Ferda hanim kendiniz icin her gun duzenli olarak THS ye giriyorsunuz.. Demek burasi o kadar aliskanlik olmus ki kendim icin bugun nefes aldim demekle ayni anlam tasiyor sizin icin.

Ben bugun kendim icin bir sey yaptim yukaridaki yaziyi yazip sevgili dost Ferda Aydin'a takildim ve yuzum guldu. Simdi yeniden kendi kosusturmama geri donebilirim..

Sevgi ile kalin
Old 12-10-2007, 19:40   #439
Av.H.Sancar KARACA

 
Varsayılan

Eymir Gölü kıyısında, güneşli bir sonbahar gününde sevdiklerinizle balık-ekmek, göl kıyısında gezinti ve sohbet ve de ODTÜ Eymir Ormanı. Muhteşemdi.
Türkiyem,Türkiyem cennetim .
Old 19-10-2007, 15:13   #440
ege

 
Varsayılan

Hani günlerden Cuma yine ya, hafta sonu sendromuna başlamadan (!) yine okuduğum güzel bir yazıyı paylaşmak istedim.
evet biraz uzun,
Milena Jesenka (kafkanın sevgilisi olarak da bilinirmiş) bu makaleyi 1930 da Tribuna gazetesinde yayınlamış.
Ben okudukça zaman zaman isyan ettim, katılmadığım, katıldığım yada düşündüğüm çok yönü oldu.. Bel ki de bana tuhaf gelen bugün 2007 de olmamız... aradan yüzyıllar geçse de kimi "insan" olma duyguları pek değişmediği gerçeği.

güzel hafta sonları diliyorum.

Alıntı:
Milena Jesenka (1896-1944)

Bizlerin bugünkü evliliklerimizin tümünün -veya-, hiç olmazsa çok büyük bir kısmının- mutsuz olduklarının iddia edilmelerinin nedeni nedir ki? Sual günceldir ve ciddi kaynaklara göre, koca bir edebiyat bu konu etrafında odaklanmıştır, ciddi olmayan kaynaklara göre de , konu five o'clock tea'lerin dedikodularının merkezini oluşturmaktadır. Konu, her yüzü ile, monden gevezeliklerin olduğu kadar felsefe denemelerinin de ilgi odağıdır, biz gazeteciler ise güncel olan bu konu ile ilgilenen ne ilk ne de son kişi olacağız. Vurgulamak isterim ki , bu konu beni gerçekten hep şaşırtır. Bu durum, evliliklerin mutsuzluklarının nedenini bilmediğimizden kaynaklanmış değildir. Benim, esas olarak , kendime hep sormakta olduğum soru, evliliklerin neden mutlu olmalarının gerekliliğidir.

Zira, işin esası, budur! İki varlık... iki küçük insan larvası...Yalnız, umutsuzluklarla karşı karşıya bırakılmış, kaçışı olmayan bir varoluşun mateminde... Ürkütürcesine kocaman ve korkunç dünyamızda iki ufacık insan, sabahın dokuz buçuğunda bir apartman dairesinde kapalı... aynı soyadı, aynı beklenti ve aynı yazgı içinde kapalı iki zavallı... Ve, bunların sade ve sade ikisi oldukları için mutlu olmalarını mı beklersiniz?

Bana göre mutlu olmaları umudu ile birbirleriyle evlenen iki kişi, en azından bu kararı vermiş oldukları anda dahi mutlu olma şansına sırtlarını çevirmiş durumdalar. Evlilikte mutluluğu amaçlamak, iki milyona otomobil ya da asalet ünvanı elde etmeyi amaçlamaktan farklı bir şey değildir. Kesin olan tek şey, hesap ile sayıların aşk konularında daima öç almakta olmalarıdır. Başka türlü hareket etmelerinin imkansızlığının bilincinde olduklarında, bu iki kişinin evlenmesinde tek neden, her ikisinin de diğerinin yokluğunda yaşamanın imkansız olduğunu görmeleridir. Bu, olabilir; en ufak bir romantizm, en ufak bir duygusallık, en ufak trajik bir öğe olmaksızın.... Bu, her gün olabilir... Aşk veya diğer herhangi başka ne ad verilirse verilsin, bu dünyanın en güçlü ve de en farklı duygusudur. Ne var ki , pek çok kişi, yaşamları süresince bundan kaçınır ve de bunu reddeder.

İki kişi, birlikte yaşamaları için evlenirler. Evet... Bu husus kocaman, olağanüstü bir şeydir; ancak, neden buna mutluluğun da ilave olması beklenir? Ama, neden insanlar gerçeği süslerden arındırılmış olarak görmek istemezler? Neden yaldızlanmış yalanlar ararlar? Neden ne kendilerinin, ne dünyanın, ne doğanın, ne göğün, ne yazgısının ne de yaşamın kendilerine veremeyeceği ve kendilerinin de beklememelerinin gerektiği, gerekeceği bir şeye bağlanırlar? Neden gerçeğe, dünyaya ait bir anlaşmaya, mutluluk gibi bir romantik fantezileri de eklemeye çalışırlar? Neden karşısındakinden, senin veremeyeceğin şeyi vermesi istenir? Neden, ortak yaşam gibi öylesine büyük, öylesine ciddi, öylesine derin bir olaya "mutluluk vermek" gibi zorlamalar da yapılır?

Şayet bizler, evlenmeden önce düşünmeye vakit bulamadığımız bazı konuları hesaplayabilirsek...
Mesela, ortak yaşamın tek yaşamdan kolay değil de, daha güç olduğunu... Kolaylıkların tümü yalnız yaşayanlara verilmektedir...
Nispi bir sorumluluk, özgürlük, aklımıza estiğinde Avustralya'ya gidebilmek gibi başınıza buyruk olma... Bağlandıktan sonra, size verilmeyen her şeyden vazgeçmeniz gerektiği için de, evlilik çok zordur. Ve işte bu nokta, bugünkü evliliklerin özellikle üstüne çarpıp parçalandıkları temel nedendir: İnsanlar, yetinmek zorunda kalacakları ile vazgeçmeleri gerekecek olanlar arasında doğru-dürüst seçim yapmadan, yahut, başka bir deyimle, vazgeçecekleri hakkında tam bir karar varmadan evlenirler.

Karşındakini tanımak kadar güç bir şey yoktur. Birisini ilk kez olarak, yarım saatlik bir konuşma sonunda tanıyabilmenize karşılık, aynı kişiyi ikinci kez olarak ancak on yıllık bir beraber yaşamdan sonra tanıyabileceğinizi söylersem, abartmış olmayacağımı zannediyorum. Aynı şekilde, evlenmelerinden önce iki kişinin birbirleri hakkında ve her birinin kiminle evlenmekte olduğuna dair bir fikir sahibi olmalarına olanak olmadığı kanaatindeyim. Keza karşılarında bulunan bir kimsenin tüm hareketleri, fikirleri, coşkuları ve inançları ve de şüphe ve katiyetlerini bilseler dahi, daha henüz çoraplarını, uykulu gözlerini, sabahları dişlerini fırçalamalarını veya gargara yapmalarını, bir garsona bahşiş bırakma tarzlarını bilmemekteler.

Zira, biri bizi derinliklerde aldatabilirse de, yüzeysel alanda hiçbir zaman aldatamaz. Aynı şekilde, bir evlilik bin bir beklenti yıkımı tehlikesini beraberinde getirdiği gibi, önceden kabullenmekten başka herhangi bir kurtuluş simidinin bulunmadığı beraber yaşamın doğurduğu bulutları da getirir.
Beraber yaşama, aşk adına, karşısındakinin içsel değişikliklerinin yumağında ki her şeyi, milliyetini, politik ve dinsel görüşlerini ve daha bir çok şeyi affetmemizi ister. Bu konuda biraz daha ileri gidersek, karşımızdakinin ufak tefek hatalarını da affedelim. Karenina'vari bu modern histeriden kendimizi kurtararak hoşgörülü bir gözle bu kanat gibi duran kulaklara, kocaman bağlanmış şu kravata bakalım.
Herkesin, kendi içinde kendine özgü bir dünyası vardır; o dünya ne kadar kendine özgü ise o kadar tamdır; yetileri ve yetenekleri sayıca ne kadar az ise, onlara o kadar derin ve gerçek anlamda sahiptir; ve şayet tek bir yeteneği varsa, o yeteneği herkes tarafından makbul ve değerli sayılır. Ve, sarışın olan birisinden haftada iki gün esmer olmasını istemeyeceğimiz gibi, aynı şekilde boş kafalı bir ukaladan shimmy dansını sevmesini, bir aptaldan Kierkegaard'ı anlamasını, bir ressamdan matematik ile ilgilenmesini, melankolik bir kimseden şansonetlere katılmasını, yalnız yaşayan birinden gece toplantılarını tertiplemesini de isteyemeyiz.

İşte size; insanların bir türlü anlayamadıkları basitin basiti bir hesap. Genelde, kişiliklerinin derinliklerine kadar inseler de, evliliğin esasının, karşılarındakinin, kendini olduğu gibi görme hakkına kadar varan kişiliğine katlanma olduğunu görmezler.
Zira hesabın sonunda, daima karşısındakinden beklenen bir kendinin olma durumunun kabülü mevcuttur. Burada, "buna rağmen"ler söz konusudur.
Ve, bizleri mutsuz edenler de hep o "buna rağmenler"dir. Beni, insanların cinsel, ekonomik, sosyal ya da erotik gereksinimlerini karşılayabilmeleri için beraber yaşadıklarına inandıramazsınız! İnsanların beraber yaşamalarının tek nedeni, yanlarında birisinin bulunması ihtiyacından başka bir şey değildir; dünyanın bu boşluk ve yalnızlığında , kendilerinin tüm zaaf ve hatalarına rağmen kendilerinin var olmalarını kabul ve tasdik edecek birisinin bulunmasından başka bir şey değildir; cürümden, öç almaktan, kötü düşünceden, adaletten, vicdan azabından kaçabilmeleri için yanlarında bir diğer kişiyi bulundurmak ihtiyacından başka bir şey değildir.

Zira, gerçekten, bir ev, bir "yuva"nın "koruma amacı"ndan, dünyaya karşı ve özellikle içsel "ayna"ya karşı "koruma"dan başka herhangi nihai ve kutsal bir amacı olabileceğini düşünebilir misiniz?
Bir erkeğe bir kadının ve de bir erkeğin bir kadına yapabileceği en büyük lütuf, çocuklara gülümseyerek söylenen bir cümleyi söylemektir; "Seni hiç terk etmeyeceğim!"
Bu söz, "ölüme kadar seni seveceğim" veya "ebediyen sana sadık kalacağım"dan farklı değildir.
Başkasına karşı namus, gerçeğe bağımlılık, ev, sadakat, karar, dostluk, aidiyet gibi kavramların tümü bu ufak cümlenin içindedir. Şu zavallı mutluluğa karşı sürülen, yerine getirilmesi olanaksız vaatlerdir.

Kısacası, kanımca, evliliklerimizin böylesine mutsuz olmalarının nedeni işin kolayına kaçmakta olmamızdır. Çünkü, tutulmayacağı bilinen ve tutulmayacağı için de bir yıl sonra valizlerin toplamasına neden olacak vaatleri kabul etmemiz kolayımıza gelmektedir. Bunun yerine, tutulabilinecek ve dolayısıyla uzun süre tutulacak şeylerin vaadi hem daha kolay, hem daha dürüst olur, diye düşünüyorum.
Tüm bu hayali derinlikler, ileride rastlanacak ve seviyeli bir davranışı gerektirecek ilk gerçek güçlük karşısında kırılıp bin parçaya ayrılacak iddialardır. Neden insanlar, hiçbir zaman bir portakal veya bir menekşe demetini, yeni bir kalemi veya bir kese İzmir üzümünü getirip hediye etmeyecek kadar "ilgisiz ve uzak" kalmayacakları vaadinde bulunmazlar ?

Neden insanlar, evlenme gecesinin ertesinde ve ondan sonraki sabahlarda sabun ve su kokuları içinde ve doğru-dürüst giyinmiş olarak kahvaltıya ineceklerine dair söz vermezler? Neden insanlar, kızgınlıklarını böylesine aşağı-pis-iğrenç davranışlarla göstereceklerine, kızgınlıklarını açık ve hatta darbelerle dahi olsa daha seviyeli bir şekilde gösterecekleri vaadinde bulunmazlar?
Neden insanlar, diğerine ve onun çıkarlarına kendilerinin sanat tarihi, futbol veya kelebek avına verdiklerinden fazla önem verecekleri vaadinde bulunmazlar?
Neden insanlar, karşılıklı olarak, birbirlerinin susma özgürlüğüne, yalnız kalma özgürlüğüne, herkesin kendine ait bir odası olma özgürlüğüne saygı gösterecekleri vaadinde bulunmazlar?
Neden insanlar mutluluk gibi gerçekleşemeyecek laflar peşinde koşacaklarına, yukarıda sözünü ettiğim o hiçbir zaman yerine getirilmeyen, ancak çok önemli olup yerine getirilmesi mümkün olan "ufak-tefek şeyler"in vaadinde bulunmazlar?

Evliliğin bir anlamı olması için, mutluluk beklentisinden çok daha geniş ve gerçek bir temel üzerine oturtulması gerek.
Oh , Tanrım! Azıcık acı, azıcık ıstırap, azıcık mutsuzluktan neden böylesine korkuyoruz? Hiç olmazsa, bir kez, açık bir gecede yıldızlarla bezenmiş bir göğün karşısında, tam bir içtenlikle kendimizi tümüyle vererek beş dakika için oturmayı deneyiniz. Veya, vadi ve ovaları gökten bakarcasına seyredeceğiniz birkaç dağa tırmanın. Ve, o hallerde, anlayacaksınız ki, mutluluk serabı yerine yaşamın önemini kavrayabilmeniz için tek bir an dahi yeterli olacaktır.
Mutluluk! Sanki, mutluluğu ve mutlu olmayı kendimizden, kendi içimizden başka herhangi bir yerde bulabilirmişiz gibi... sanki, mutlu olma yeteneği yazı yazma, şarkı söyleme veya siyaset yapma yeteneği gibi gerçek bir yetenek değilmiş gibi! Bir kişiye arzulamakta olduğu her şeyi veriniz... Kendisini aşkla, hediyelerle, ayrıcalıklarla... isteyebileceği kadar her şeyle doldurunuz...
Ve bunlara rağmen, o gene mutlu olmayacaktır. Bir başkasını her tarafını kanatıncaya kadar dövünüz... ve, belki de o kişi yolda taze, nemli, yeşil yapraklarla bezenmiş ve güzelim bir kırmızılıkla dolu bir havuç yığını görüp mutlu olacaktır.

İki yaşam şekli mevcuttur.

Birisi, sana düşen payı, onu tanımadaki ve de kaybetmede ki imkanlarla imkansızlıkları ve mutluluklarla mutsuzlukları ile dürüstçesine ve cesaretle, tüm cömertliği ve alçakgönüllülüğü ile kabul etmek ise de;

diğeri,

yazgısını aramak ve elde etmek üzere yola çıkmaktır.

Ne var ki, bu ikincisinde insanlar sadece güçlerini, zamanlarını, hayal ve umutlarını, içgüdülerini kaybetmekle kalmayıp kendi öz değerlerini de kaybederler, fakirleşirler...

Bunların gelecekleri, daima dünlerinden kötü olacaktır.

Milena Jesenka
________________________________________
Çeviri: Dr. Kriton Dinçmen



Old 19-10-2007, 16:21   #441
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

"İki yaşam şekli mevcuttur" cümlesine dek katıldığım yazı, bu cümleden sonra yukarıda anlatılanlara aykırı düşüyor, bence tabii

Yazgıyı aramak üzere yola çıkmanın cennet bahçesi vaad etmediği bir gerçek. Ancak Milena'nın söylediği gibi, yazgıyı aramak üzere yola çıkmanın "güç, zaman, hayal, umut, içgüdü (?-her okuyuşumda canım sıkılır, insanlarda içgüdü olmaz, hayvanlarda olur, insanlardakinin adı olsa olsa iç dürtüdür, çevirmenin talihsizliği olmalı) ve öz değerleri kaybedip, fakirleşmek anlamına geldiğini söylemek, yalnızca iki seçenek halinde sunulan kısır yaşam algısı çerçevesinde, bence, cesaretsizliğin ve öz güvensizliğin altını koyu kalemle çizmek ve mevcut koşullarını 3.kişiler gözünde onaylatma ihtiyacı demek.


Yaşam denen nehirle uyum içerisinde akmak önemli elbette. Ama şu ayrım iyi yapılmalı: Akıntı seni zorladığında, bulduğun ilk dala tutunup dalgayla mücadele etmek, yaşamını o iğreti dal üzerine inşa etmek, kaderini teslim etmek, ya da akıntıyla birlikte sürüklenmeyi göze alıp, suların dinginleşeceği anı beklemek. Bu farkı iyi tanıyanlar, dahası göze alanların fakirleşeceğini söylemek güç.

Saygılarımla...
Old 19-10-2007, 16:35   #442
Gülümse

 
Varsayılan

Bugün kendim için sayın Ege'nin paylaşımını okudum..
Old 19-10-2007, 21:42   #443
ege

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Şehper Ferda DEMİREL
"İki yaşam şekli mevcuttur" cümlesine dek katıldığım yazı, bu cümleden sonra yukarıda anlatılanlara aykırı düşüyor, bence tabii
.....


Saygılarımla...

evet bende işte tam oradaki çelişkide takılı kaldığım için özellikle koyultarak yazmaya çalıştım.

benimde içsel bir karşı duruşum oldu,
insan eğer kabullenişlerini mutluluk olarak yaşamayı başarsaydı içgüdüleri ile hareket eden diğer canlılardan pek de bir farkı kalmazdı.

ama iç dürtüleri ile hareket eden "insan"ın,
kendi yazgısını /-ne kadar sınırlanmış bir yaşam ölçeğinde olsa da-/ aramak için yola çıkışları,
düşünme, hissetme, uygulama , başarma yada yenilme duygularını da tanımaya
bu sebeple de onu diğerlerinden ayırt etmeye başlangıçtır.

bana göre fakirleşmek değil, tam tersine insan olmanın zenginlikleri bunlar.

ya da Milena 'ya göre fakir insanlardanız biz ama, çok da umurumda değil
Old 19-10-2007, 22:11   #444
Gülümse

 
Varsayılan

Aslında bugün kızım ile birlikte sinemaya gidecektik.. Hatta gitmeyi düşündüğümüz 3 tane film var. Ama nedense bir uyuşukluk bir uyuşukluk.. Baktık olacak gibi değil..

Düşündük taşındık kendimize tembel olma hakkını tanımaya karar verdik
Old 23-10-2007, 11:44   #445
NÜANS

 
Varsayılan

Bugünlerde kendim (ve canım ailem) için okulu bitirdim..
sabah erkenden kalkıp evimi temizledim.. şimdi de kısa tembelliğimin tadını çıkarmak için bi kahve aldım ve ths yi ziyarete geldim..
Şiddetle tavsiye ederim, keyfime eşlik eden Colin James Hay - Waiting for my real life - dinlemekteyim..
Güpppgüzel günler..
Old 28-10-2007, 19:22   #446
ege

 
Varsayılan

Son günlerde kendim için yaptığım en iyi şeylerden biriydi

THS İstanbul toplantısına katıldım

(itiraf ediyorum)
Old 15-11-2007, 17:29   #447
Gülümse

 
Varsayılan

Bugün kendim için gülyüzlü kızım ile birlikte hoş bir program hazırladım..
Old 09-12-2007, 23:28   #448
ege

 
Varsayılan


yıllar önce bugün kendim için mi bilmem dünyaya geldim
Old 09-12-2007, 23:34   #449
Gülümse

 
Olumlu isabetli bir olay

Alıntı:
Yazan ege

yıllar önce bugün kendim için mi bilmem dünyaya geldim

Bu olaya kim karar verdiyse emin olun isabetli bir karar olmuş..
Old 10-12-2007, 11:37   #450
Gülümse

 
Varsayılan

Kedim Huzur'un hasta olması yüzünden hergün bir saatmi veterinerde geçirmek zorunda kalıyorum.. Huzur yanında olduğumda hırçınlaşmadan kendisine verilen serumu kabul ediyor ve iğneleri yaptırıyor..

Umarım çarşamba günü bu gidiş gelişlerden kurtulacağım..
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 3 (0 Site Üyesi ve 3 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Dün / Bugün Av. Hulusi Metin Site Lokali 3 16-10-2009 15:57
bugün buketoz'un yaş günü Armağan Konyalı Site Lokali 0 24-05-2006 12:27
Ayışığı Bugün Doğdu Armağan Konyalı Site Lokali 6 29-12-2004 11:54
İlamsız İcra Takibi Başlatabilmem İçin Neler Yapmalıyım, Alacağım İçin Nasıl Dava Aça ufukgenturkoglu Hukuk Soruları Arşivi 3 02-03-2002 00:10


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10097289 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.