Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

SuÇlu Çocuk Mu, SuÇa YÖnlendİrİlen Çocuk Mu?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-05-2010, 09:19   #1
Nesl-i Han

 
Varsayılan SuÇlu Çocuk Mu, SuÇa YÖnlendİrİlen Çocuk Mu?

Son yıllarda çocuklar tarafından işlenen suçların yer aldığı haberlerin artmasının ardından kafalardaki soru şu:

“Biz onları “ilk anlaşmazlıkta ilk tartışmada, ilk hayal kırıklığında veya ilk yenilgide, sebepleri ortadan kaldır ve kurtul, kimsenin senden bir şey almasına izin verme” öğretisiyle mi yetiştiriyoruz ki, sonuçta kendilerini kontrol edemeyen, bir gün önce yan yana oturduğu sıra arkadaşının hayatına son verme hakkını kendinde bulabilen çocuklar haline gelebiliyorlar? Sahi hatayı biz yetişkinler mi yapıyoruz; yoksa gerçekten de bu çocukların içinde birer canavar mı var?”
Son zamanlarda çıkan haberler, çocuk yaşta “katil” damgası yiyen çocukların ve çocuk yaşta hayatlarını kaybeden insanların görüntüleriyle dolu. Televizyonun başına oturduğumuzda ya da bir gazetenin üçüncü sayfasını açtığımızda, anaların feryatlarının ve genç bedenlerin cenazelerinin yer aldığı karelerin yanı sıra; küçük bir karede, boynu bükük bir gencin, allak bullak olmuş bakışlarındaki umutsuzluğa takılıyor gözümüz…

O genç ki, hayatının baharında en büyük acılardan biri olan “vicdan azabıyla” yaşanacak bir ömrü sürmek zorunda olan bir yetişkindir artık. O toplum gözünde bir katil olarak yerini alırken, vicdan sahibi duyarlı yürekler, kendilerine şu soruyu sormaktalar;
“O bir katil mi, yoksa bir kurban mı?” daha yalın bir ifadeyle bu sorunu çözme aşamasında sorulması gereken soru şu: “Bu çocuklar suçlu muydu, yoksa suça yönlendiriliyorlar mıydı?

Belki de en başından başlamalı söze. Suç nedir, çocuk kimdir ve birbirinden bu kadar uzak iki kavram nasıl bir araya gelebilir? Gelişim psikolojisi açısından baktığımızda on dört yaşına kadar olan insanlara çocuk denmekte, bu dönemden sonra ergenlik dönemi başlamaktadır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesine göre ise; “daha erken reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır” .[1]
Suç kavramına baktığımızda da birçok tanımla karşılaşmaktayız. En basit tanımla suç; “törelere, ahlak kurallarına ve hukuk düzenine aykırı davranışlar” şeklinde özetlenebilirken, Prof. Dr. Haluk Yavuzer, suçu “bilinç altına itilen arzu ve isteklerin simgesel ifadesi” olarak tanımlamaktadır. Ona göre suç birtakım komplekslerden kaynaklanmaktadır. Hırsızlık yapan bir çocuk, yiyecek ya da para çalarken, yalnızca fizyolojik gereksinimlerini gidermek için değil, muhtemelen sevgi eksikliğini gidermek üzere bu yola başvurmaktadır. Çünkü suç, bir öfkenin dışa yansımasıdır.
Çocuk ve suç kavramı bir araya geldiğinde, daha hassas bir bakış açısı gerekiyor elbette. Çocuk ve suç ilişkisinde kalıtımsal ve bedensel özellikler, toplumsal nedenler, sosyolojik, ekonomik, psikolojik vb. etkenlerin biri, birkaçı bir arada olabildiği gibi bunların hepsi de olabilir [2].
Sorunun çözümünü araştırırken tanımlardan yola çıktığımızda (Sn. Yavuzer’in de işaret ettiği gibi) anne-baba-eğitmenler başta olmak üzere “öfke” adını verdiğimiz duygunun kontrol edilmesini öğrenmek ve öğretmek gerekliliği ortaya çıkmaktadır. . Daha yürümeye başlamadan ilk algılarında çocuk; çevresindekilerin öfke patlamalarıyla karşılaşır. Sinirlendiği zaman eşyalara zarar veren bir annenin çocuğu da, öfkelendiğinde aynı tepkiyi gösterir. Sözü dinlenmeyen baba evdekileri dövmeye kalkarsa, çocuk da ileride sözünü dinlemeyenleri dövecektir doğal olarak. Büyükler çocuklar için model olduklarını unuttukları sürece, çocuklar (doğru yanlış) önündeki kişiyi taklit edecektir. Çünkü çocuğa göre dünyanın en iyi annesi kendi annesi, en güçlü insanı kendi babasıdır. Ve bir ebeveyn çocuğuna “eğer bir daha bunu yaparsan senin kemiklerini kırarım, seni öldürürüm” derse çocuk kesinlikle kemiklerinin kırılacağından emin olur ve öldürülmekten korkar. Zaman içinde kemiklerini kırmayan, kendisini dövmeyen ya da cezalandırmayan ebeveynine karşı güvenini yitirmeye başlar. Anne baba veya eğitmen (dadı, bakıcı, öğretmen vs) ne derse, çocuk için ilk beş yılda bunlar yüzde yüz doğrudur. Çocuk kendisine vaad edilenin ve tehditlerin mutlaka yerine geleceğine inanır. Yalan söyleyen ebeveynin çocuğu, yalan söylemenin yanlış bir davranış olduğunu bilemez ve yalan söyler.
Günümüzde birçok ana baba çocukların daha iyi bir dünyada yaşamalarını sağlamak için yetiştirmek üzere kendilerine verilmiş birer emanet olduklarının bilincindeler. Eskidendi o “eti senin, kemiği benim” diyerek çocuğu bir öğretmenin veya bir zanaat ustasının kollarına teslim etmek. Artık kimse çocukların sosyal yaşamın kurallarına uyumlu hale getirilmesi gereken küçük vahşiler olduğu görüşüne katılmamaktadır.[3]
Küçük yaşta suç işleyen çocukları toplum dışına itmek, onları yok saymak veya bütün problemlerin onların kişiliklerinden kaynaklandığını düşünmek son derece kısır bir düşünce tarzıdır. Bu görüş aynı zamanda haksızlıktır. Bir çocuğun sosyalleşmesi sırasında yaşadığı idrak yoksunluğu,bozuk aile yapısı, ailesiz oluşu, ana babanın ayrı olmaları, ergenlik dönemindeki fiziki ve ruhi değişimin hızla gelişmesi, eğitimdeki eksiklikler ve yanlışlıklar, eğitim alamama durumu, değişen değer yargıları, aşırı ilgi veya ilgisizlik, ahlak kurallarının toplum bazında bozulması, göçler, ekonomik bunalımlar ve çocuğun nörotik-psikolojik bozuklukları suç işlemesinde rol alan etkenler olarak sıralanabilir.

Dünyaya bir çocuk getirirken yüzlerce kez düşünmek zorundayız; bu seferki erkek olur belki diyerek, Yeterleri, Songülleri sıralamaya hakkımız yok.
Gayri meşru heveslerin sonucu dünyaya gelen yavrulara sahip çıkmalıyız.
Sokak çocuklarının yanından geçerken içimizi bir sızı kaplamalı, onların açlıklarını kendi midemizde hissedebilmeli, onlar kadar üşümeli, onlar kadar yardıma muhtaç olmalıyız.
Kimsesizler yurdunda görevliysek, elimizi kaldırdığımızda o minik bedene indirememeliyiz şamarı, elimiz taş kesilmeli, yüreğimizin yerine.

Yazacak o kadar çok şey var ki, kime kızmalı, neye dokunmalı? Her şey öylesine birbirine bağlı, hayat o kadar içiçe ki. Hiçbir insan bir başkasından ayrı yaşayamaz. Hepimiz istesek de istemesek de, kabul etsek de etmesek de birbirimize muhtacız ve birlikte yaşamak zorundayız. Kendi özgürlüğümüz, bir başkasının özgürlüğünün başladığı noktada bitiyor. Bunu bilmek, benimsemek ve buna göre yaşamak durumundayız.

Bir ana baba olarak, çocuklarımızın çayıra salınacak kendi halinde nasıl olsa büyüyecek canlılar olmadığını fark edebilmeliyiz, okutmak için taş taşımalı,merdiven silmeli, saçları süpürge etmeliyiz, ya da kumar masalarından kalkmalı, içki şişelerini kırmalı, kabul günlerinden fedakarlık etmeliyiz, gecelere akmak yerine yavrumuzun hayal dünyasına yelken açmalıyız. Onunla engin denizlerde yeniden yüzmeyi öğrenmeliyiz. Sabahtan akşama kadar çocuğun yanında fakirlik edebiyatı yaparak onu özgüvenden yoksun, aşağılık kompleksleri olan birine dönüştürmemeli veya ne kadar zengin ne kadar asil olduğunuzu her fırsatta yineleyerek onun burnunu Kaf Dağı’na değdirmemeliyiz. Şükür, kanaat önce bizim dilimizde olmalı, biz komşumuz açken tok yatamamalıyız ki, çocuğumuz elindeki çikolatayı arkadaşına uzatmayı öğrensin.
Suç işleyen çocuk yoktur. Suça itilen çocuk vardır.
Sonuç olarak uzmanların hemfikir olduğu konu şudur; “Suç işleyen çocuk yoktur. Suça itilen çocuk vardır. Suça yönelen çocuk ailedeki ve toplumdaki düzensizliklerin bedelini ödeyen ve sonra da topluma ödeten çocuktur. Suçlu denen çocuk, daha baştan vazgeçilmez bir çok hakkından yoksun bırakılan, dolayısıyla yasadışı yollardan hakkını almaya zorlanan çocuktur.” Bir çocuğu suça iten etkenleri irdelediğimizde bunların fiziki, psikolojik ve sosyal açılardan olabileceğini bazen birinin bazen ikisinin bazen de tamamının bir çocuk üzerinde etki oluşturabileceğini söylemiştik. Onlarca etken tek tek incelendiğinde ortak payda tek bir kavramda birleşmekte: Çocuğun dünyaya gözlerini açtığında kendisini bulduğu (ya da çoğu zaman bulamadığı) bir kurum olan ailede.
Sn. Atalay Yörükoğlu’na göre suç işleyen çocuk iki kez cezalandırılır. Önce kendi oluşturmadığı koşulların kurbanı olduğu için yeterine cezalandırılmıştır. Sonra da suçlu damgası vurularak toplum dışına itildiği için. [4] Önemli iki noktayı vurgulamakta yarar var. Birincisi suçu önlemek için gerekli tedbir ve erken tanı çabaları, ikincisi ise suç işleme eğiliminin ortaya çıkışındaki ilk belirtilerin çocuklukta görüldüğü gerçeğidir. Burt, çocuk suçluluğunu, “bir çocuktaki anti sosyal eğilimlerin, yasa müdahalesi gerektirecek bir duruma dönüşmesi”[5] şeklinde tanımlarken gözden kaçan en büyük gerçeği göz önüne sermektedir ki bu da bizi “aile” kavramına götürmektedir. Hepimizin bildiği gibi mutlu bir dünya için mutlu toplumlar, mutlu toplumlar için mutlu insanlar, mutlu insanlar için de mutlu aileler oluşturmak gerekmektedir. Yani bütün iş anne babada düğümlenmekte ve yine onlarda çözülmektedir. Bu da bir insanın kişiliğinin oluşmasında ve bir toplumun meydana gelişinde ailenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.
Sebepler belirtilmiş, sorun çözülmüş gibi görünse de yeni bir soru aklımızı kurcalamaya başlamıştır. Suçlu damgası yiyen, o yada bu sebeple suç işleyen çocuk o karade boynu bükük, allak bullak olmuş gözlerle bizlere aslında şu soruyu sormaktadır;
“Bundan sonra ne olacak?”

Neslihan Sultan PALA

not:
Suç işleme oranlarının her geçen gün arttığı ülkemizde cezaevleri doldu. Türkiyede’ki 458 ceza ve infaz kurumunun toplam mahkum kapasitesi 78 bin 318 kişiyle sınırlı. Ancak, 2007’nin haziran verilerine göre cezaevlerinde toplam 82 bin 742 hükümlü bulunuyor. Cezaevlerinde 76 bin 693 kadın ve 2 bin 784 çocuk, tutuklu, hükmen tutuklu ve hükümlü olarak kalıyor. ANKA.



[1] Polat, Prof. Dr. Oğuz “Çocuk Suçluluğu” adlı makale, www.kriminoloji.com 2002
[2] Yavuzer, Haluk, “Çocuk ve Suç” s.132, Remzi Kitabevi, 9. Basım, İstanbul 1998
[3] Onsekizinci yüzyıl düşünürlerinden Jean Jaques Rousseau çocukları doğru ve yanlışı ayırt edebilen soylu vahşiler olarak tanımlamıştır. Çünkü doğuştan gelen bir ahlak anlayışları vardır. Ona göre çocukların gelişmeleri de doğanın işleyişine uygun ve olumlu yönde olacaktır. Bu nedenle yetişkinlerin yönlendirmesi veya eğitim, çocuğun doğal gelişimine müdahale etmek anlamını taşımaktadır.
[4] Yörükoğlu, Atalay, “Değişen Toplumda Aile ve Çocuk”,s.214-215, Özgür Yayınları, 6. Basım, 2000
[5] Burt, C. L., The Young Dlinquent, Appleton, New York, 1925
DİREKSİYONDAKİ SİNSİ TEHLİKE
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Suçlu da Olsa Bir Çocuk Projesi- Kırşehir Av.Elvan Akkaya Çocuk Hakları Çalışma Grubu 0 03-12-2009 15:26
Suça Sürüklenen Çocuk - 5395 Sayılı Kanun justicewarior Meslektaşların Soruları 7 03-03-2009 09:44
Gerçek Yaşı Tespit Edilen Çocuk Suçlu Yargılanıyor! Kemal Yıldırım Hukuk Haberleri 1 24-02-2007 18:33
Suça Sürüklenmiş Çocuk Av.Elvan Akkaya Çocuk Hakları Çalışma Grubu 5 09-11-2006 11:15


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03942704 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.