Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. Üyelerimizin yazdığı ve bizlerle paylaştığı şiir, öykü, deneme ve diğer yazınsal türler.

Kısaca

Yanıt
Konu Notu: 3 oy, 5,00 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 01-07-2009, 22:56   #1
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan Kısaca

Durdu.
İnsanların ya manzarayı izlemek ya da atlamak için geldikleri bir uçurumun kenarındaydık. Aşağıya baktı, başını iki yana salladı.
"Ya öne bakıyorlar ya da aşağıya. Yukarıya bakmak akıllarına gelmiyor." dedi.
Benim de aklıma gelmemişti; baktım: Bulutlar...
Güzeldi gerçekten.
"Yukarıdakiler, hiç bir an hiç bir yerde aynı olmayan, insandan sonra dünyadaki en değişken varlık." dedi.
Bir süre bulutları izlediken sonra döndük. Yapılacak işlerim vardı.

(Ocak 2009)
Old 01-07-2009, 22:57   #2
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Mutfak penceresinden baktım dünyaya. Martılar yine yuva yapmış baca dibine. Karşı bahçedeki erik ağacı gelin olmuş, salınıyor nazlı nazlı. Deniz sakin, çarşaf gibi derler ya, öyle. Adalar net görülüyor. Telaşlı serçeler, itfaiye binasının kadrolu kırlangıçları, yavrularını temizleyen anne kedi, pazara giden yaşlı çift...
Havayı içime çekiyorum; sanki bir tadı var. İlkbaharın geldiğine bugün inandım.

(Mart 2009)
Old 01-07-2009, 22:57   #3
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Gün gerçekten aydın. Güneş, bugünü bekliyormuş, tüm gücüyle ışıldıyor. Havayı lodos bozuyor ki, İstanbul'un felaketlerinden biridir o. Denizotobüsü seferleri iptal ediliyor lodos yüzünden; martılar bile, rüzgara karşı uçma yeteneklerini unutmuş, çatıları mesken tutuyorlar. Kırlangıçlar için hava hoş; sokak aralarında ve bahçeli evlerin ev dışındaki heryerinde yine saklambaç oynuyor, sanki aralarında hiç yetişkin yokmuş gibi, çocuklaşıyorlar. Karşıdaki erik kararsız; güneşe bir kez daha aldanıp çiçek açmakla temkinli davranmak arasında gidip geliyor. Hasan bakkalın neşesi yerinde, her zamanki gibi; şiş yanaklarını daha da şişirerek "Oooo" diyor, şanslı olduğumdan sözediyor, ekmek yeni gelmiş diye. Bir ekmek, beş yumurta alıp çıkıyorum. Mahallenin kedilerinin yarısı hamile; diğer yarısıysa başka kedilerin peşinden başka mahallelere gitmiş olsa gerek. Güneşe bakamıyorum, çok parlak. Bir tek bulut yok. Gölgem, boyumdan uzun. Boyasam, tam da bu rengi seçerdim gökyüzü için. Maviden ne kadar alıp, beyazdan ne kadar katardım bilmiyorum ama deneye deneye tuttururdum bu açık maviyi.

Ne diyordum? Güzel bir gün. Günaydın.

(25.03.2009)
Old 01-07-2009, 22:58   #4
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

İşte gece!
Söylenecek tüm sözler söylendi, tüm kapılar açıldı, kapandı. Gözlerimiz ve yüreklerimiz yoruldu.
Kimsenin düşünmediklerini düşünüp, kimsenin yapmadıklarını yapıp, yine de istatiksel bir veri olarak varolduk bu yaşamda.

İşte gece!
Gözlerimizi ve yüreklerimizi dinlendirme vakti. Bedenden çok beyin yorgunluğunun bizi, mekan ve zamandan ayırma vakti.

İşte gece!
Gitme vakti...

(26.03.2009)
Old 01-07-2009, 22:59   #5
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Baba,
Kısa gelse de ömür, yaşanırken öyle kolayca geçmedi ardımda bıraktığım yıllar.
Senden çok kadın sevdim, senden çok içtim sigarayı, senden çok ağladım.
Senin sarı saçların aklaşırken, 23 yıl arkadan takip etsem de seni, artık bendeki beyazları da sayamaz oldum.
Doğduğun gün belli değil diye, Bahar'ın uydurduğu günde kutluyoruz ya senin doğumgününü, son birkaç yıldır; inanma baba.
Ben her 27 Haziran'da senin doğumgününü kutladım aslında. Hep, senin kadar yaşayacağımı düşündüm. Hep, senin ölmenden -senden daha çok- korktum.
Baba,
İyi ki varsın, iyi ki babamsın.
Baba,
Doğumgünün kutlu olsun.

(27.06.2009)
Old 01-07-2009, 22:59   #6
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Kıyıdaki tek boş masayı kaptım; sırtımı kente verip, denize doğru oturdum.

Kent arkada kalınca yokoldu sıkıntılar. Bu, "bana ait" dünyada, şu mavi tuzlu su, kimi adlı kimi adsız tekneler, suyun altında kalış süresiyle herkesi şaşırtan karabatak, direklere tünemiş tok martılar, az kanat çırpışıyla çok yol alan aç martılar, göğsü belediye armalı turuncu gömleği ile çayın yanına taze simidi yetiştiren amca, çocukluğumdan bu yana Kabotaj Bayramı'nın simgesi yağlı direk, festival için çardağa asılmış onlarca ülke bayrağı, uzaktan görünen ve artık yetişmek olanaksızsa da "gidiyorum ha!" dercesine iki kez sirenini öttüren denizotobüsü, susamların dökülüşünü boşa çıkarmayan serçeler ve yaşamdaki yalnızlıklarını sohbet ederek, tavla oynayarak, resim yaparak, uzağa mı yakına mı olduğu anlaşılmadan denize bakarak unutmaya çalışan, hatta bunu başarmış görünen onlarca insandan başka bir şey yok.

Ortam öyle uygun ki, insan öykü bile yazabilir; örneğin burayı, şu huzurlu görüntüyü anlatabilir. Belki yazarım bir gün.

(01.07.2009)
Old 24-08-2009, 07:52   #7
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Dallar izin vermiyor güneşe. Hafif hafif esiyor poyraz. Çayımı karıştırırken yorgun yorgun bakıyorum etrafa. Karşımdaki çocuk parkında boş salıncağı sallayan bir çocuk ve az ilerisinde çimlerde yatan yaşlı adam, ne hayaller kuruyorlar, bilmiyorum. Kalkıp gitmek ve çalışmakla, o çocuk bıkana ve yaşlı adam yerinden doğrulana kadar burada kalmak arasında kararsızım. Hep kestirme çözümler bulan aklım, onları da alıp gitmemi söylüyor. Adının Ağustos olduğunu söyleyen çocuğu sol, Perşembe amcayı sağ gözüme yerleştirip, çay bahçesini terkediyorum.
Bir işgünü daha başlıyor...
20.08.2009
Old 24-08-2009, 21:16   #8
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Her sabah "Ne giysek?", her akşam "Ne yesek?" sorunu. Yaşam, bu iki soru arasında geçen zaman.

Erken kalktım, bugün önemli bir işle uğraşacağım. Hazırlanmaya başladım ama sıra ne giyeceğime gelince yine sıkıldı canım: Ütülü gömleğim yok.

Daha zaman var nasılsa diye mutfağa yönelip bir kahve yaptım. Pencere önünde tüttürdüm sigaramı. Yarıladığım kahvemle arka odaya gittim sonra. Ütü masasının üstü, kızımın giysileri ile dolu. Onları odasına taşıyıp geri döndüm. Hangi gömleği ütüleyip giymeli? Şu, ince ama zor ütüleniyor, şimdi çok uğraştırır beni. Ya bu? O da çok kırışmış, keşke makine tam kurutmasaydı da nemli assaydım. Öbürü? Yok, onun da düğmesi koptu geçenlerde. Peki bu?

Kırmızı gömleğim elimde, kalakaldım. Aylar öncesi geçti aklımdan. Yaşamayı istediğim ama yaşamadığım iki gün, kırmızı bir sabah, kırmızı bir düş...

Bıraktım elimden kırmızı gömleğimi.

Onu giymiyorum artık...

24.08.2009
Old 09-09-2009, 23:54   #9
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Yürüyor adam. Uzakta ve daha uzağa doğru yürüyor. Siz yalnızca bakıyorsunuz.

Ayaklarını görüyorsunuz adamın. Ayakkabılarını; biraz eskimiş, siyah ayakkabılarını. Pantalonunun her adımda sallanan paçalarını. Rüzgarın karşıdan estiğini anlıyorsunuz, saçları arkaya doğru biraz dağılıyor çünkü. Elleri iki yanda, yürüyüşün ritmini tutuyorlar. Gözleri yola mı bakıyor, uzaklara mı; emin değilsiniz. Beyaz ya da beyaza yakın açık bir gömleği var. Adımları düzenli ve hızlı. Aklından neler geçirdiğine ilişkin birşeyler sezemiyorsunuz. Belki varacağı yeri, belki de hiç ilgisiz başka düşünceleri taşıyan kafası, öne arkaya gidip geliyor. Sırtı azıcık kambur; belki yorgunluğun işareti. Ama hızlı yürüyor adam, birazdan ufku aşıp görünmez olacak.

Yürüyor adam. Nereye gittiği hakkında en ufak bir bilginiz yok. Yağan yağmuru izler gibi bakıyorsunuz adama ve gidişine. Sizi ilgilendirmiyor amacı ve varış yeri. Hatta adamı da umursamıyorsunuz, önemli olan tek şey yürümesi. Zamanın akışı kadar doğal geliyor size bu ve izliyorsunuz.

Şimdi sorsam size, acaba ne dersiniz? Bu adam mı daha gerçek, adamı ve yürüyüşünü uzaktan izleyen siz mi?

Yoksa adamın yürümesini, sizin yürüyüşü izlemenizi ve bu soruya yanıt aramanızı isteyen ben mi?

(12.08.2009)
Old 03-10-2009, 10:54   #10
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Her dönüşte, sabah serinliğine rağmen sımsıcak karşılar beni bu kent. Ağaçları, dallarını açıp beni beklemiş gibi kucaklanırım. Denizi ve çiçekleri yarışır kokularını bana duyurmak için. Güneş günaydın der, ıhlamurlar hoşgeldin ve dünyanın en güzel çayını getirir Mecit, hiç konuşmadan. Martılar kayalara, güvercinler tellere konar. Tekneler mırıldanır gibi sallanır. Özlem gideririz bu kentle.

Hoşbuldum Atatürk'ün şehri...

(27.09.2009)
Old 14-11-2009, 03:23   #11
Refya

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Baba,
Kısa gelse de ömür, yaşanırken öyle kolayca geçmedi ardımda bıraktığım yıllar.
Senden çok kadın sevdim, senden çok içtim sigarayı, senden çok ağladım.
Senin sarı saçların aklaşırken, 23 yıl arkadan takip etsem de seni, artık bendeki beyazları da sayamaz oldum.
Doğduğun gün belli değil diye, Bahar'ın uydurduğu günde kutluyoruz ya senin doğumgününü, son birkaç yıldır; inanma baba.
Ben her 27 Haziran'da senin doğumgününü kutladım aslında. Hep, senin kadar yaşayacağımı düşündüm. Hep, senin ölmenden -senden daha çok- korktum.
Baba,
İyi ki varsın, iyi ki babamsın.
Baba,
Doğumgünün kutlu olsun.

(27.06.2009)
Babammm
Old 14-11-2009, 09:14   #12
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Penceremden adaları ve denizi, martıları, yandaki evin bahçesini, orada hiç ses çıkarmadan oynayan akıllı köpekleri, ağaçları, ağaçlarda oynaşan ve cıvıldaşan kuşları, bir de bulutları izliyorum. Serin bir hava var. Deniz sakin, rengi gri gibi. Adalarla Kartal arasında demirli duran tek gemi, yalnızlığı simgeliyor. Yan bahçede ayvalar olmuş, zeytinler irileşmiş, incirin yaprakları dökülmüş.
Derken yağmur bastırıyor. Gömlekle, ceketle yakalananlar koşturuyor sokakta iki yöne. Kuşların sesi kesiliyor, köpekler çardak altına sığınıyor, sigaram sönüyor tam ucuna düşen iri bir damla ile.

(Ekim 2009)
Old 14-11-2009, 09:15   #13
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Yaz yaza benzememişti, bakalım kış kışa benzeyecek mi? Kardançocuk yapabilecek miyiz kızımla, gözlerine kömür yerine zeytin koyarak? Yağmuru ıslatıp, rüzgarı dağıtacak mı saçlarımı? Martılar kanat çırpmadan süzülüp, karabataklar dalgaların arasında bir görünüp bir kaybolacak mı? Hasta olup ateşler içinde yanacak, pencere önünde bir sigara içimi sürede donacak mıyım? Geceleri hayaller kuracak mıyım, sokak lambalarının ışığında gezinen iri kar tanelerine bakıp? Suskunlukların koyulaştırdığı karanlıkta, bir şimşeğin yardımıyla denizi görür gibi olup sonra yine karanlığa gömülecek miyim? Ben bu kışı görüp, yaşayıp, bahara erecek miyim?

(Kasım 2009)
Old 15-11-2009, 15:22   #15
üye25928

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Adnan Koray
Çok güzel yazılar...
Evet, gerçekten çok güzel.
Old 23-12-2009, 23:03   #16
gökyüzü

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Gün gerçekten aydın. Güneş, bugünü bekliyormuş, tüm gücüyle ışıldıyor. Havayı lodos bozuyor ki, İstanbul'un felaketlerinden biridir o. Denizotobüsü seferleri iptal ediliyor lodos yüzünden; martılar bile, rüzgara karşı uçma yeteneklerini unutmuş, çatıları mesken tutuyorlar. Kırlangıçlar için hava hoş; sokak aralarında ve bahçeli evlerin ev dışındaki heryerinde yine saklambaç oynuyor, sanki aralarında hiç yetişkin yokmuş gibi, çocuklaşıyorlar. Karşıdaki erik kararsız; güneşe bir kez daha aldanıp çiçek açmakla temkinli davranmak arasında gidip geliyor. Hasan bakkalın neşesi yerinde, her zamanki gibi; şiş yanaklarını daha da şişirerek "Oooo" diyor, şanslı olduğumdan sözediyor, ekmek yeni gelmiş diye. Bir ekmek, beş yumurta alıp çıkıyorum. Mahallenin kedilerinin yarısı hamile; diğer yarısıysa başka kedilerin peşinden başka mahallelere gitmiş olsa gerek. Güneşe bakamıyorum, çok parlak. Bir tek bulut yok. Gölgem, boyumdan uzun. Boyasam, tam da bu rengi seçerdim gökyüzü için. Maviden ne kadar alıp, beyazdan ne kadar katardım bilmiyorum ama deneye deneye tuttururdum bu açık maviyi.

Ne diyordum? Güzel bir gün. Günaydın.

(25.03.2009)
Sayın Aladağ; Betimlemeleriniz çok güzel. Her bir yazı da öykü gibi. Kısacık öyküler sanki. ( yoksa, yarım kalmış öyküler mi desek ) Yazılarınızın hepsindeki anlatımınız doğal, sade ve duygusal. Sizi tebrik ederim. Saygılarımla
Old 02-01-2010, 03:12   #17
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Gün doğmadan neler doğacağını görmek için uyandım gün doğmadan önce. Evde sessizlik, dışarıda yalnızca martıların bağırtısı. Bende... Bende umut...

Bugün oğlumun geometri sınavı var; eminim bilecektir üçgenin iç açıları toplamının umut olduğunu, hipotenüsün dik açılardan hangisini sevdiğini ve yaşamda dört doğrudan kare yapmanın olanaksızlığını.

Kızımın okulunda tiyatro günü; akşam da O bize oynayacaktır aynı oyunu: "Çok çok alkışlayın bakalım..."

Günlerden Perşembe. Tatsız tuzsuzum. Yorgunluğum uyku istiyor, canım kahve. Hava durumuna baktım az önce, ne ısıtacak ne üşütecek.

Peki, keyifsiz de olsa başlayalım yeni oyuna. Turuncuya boyansın doğuda bulutlar, gök ve deniz griyken böyle, dağların ardından yükselsin güneş. Sokak lambaları sönerken aydınlansın altmışdört kare. Ve ilk hamleyi güneş yapsın: e4

(24.12.2009)
Old 22-02-2010, 16:02   #18
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Epey oldu, Armağan abiye sormuştum neden artık KHS'ye girmediğini. "KHS'ye girince kendimi lunaparktaki çocuk gibi hissediyorum, çıkmak istemiyorum." biçiminde özetlenebilecek bir yanıt vermişti.

Doğru söylüyordu; ben de birbuçuk yıldır lunaparkta bir çocuk gibi hissediyordum kendimi burada. Halka atıyor, uçan sandalyelerde uçuyor, dönme dolapta dönüyor, 3 penaltı çekiyor, atlıkarıncaya biniyordum; eğleniyordum.

"Olmamış şiir"lerime, pencere önü izlenimlerime ve "Kısaca"larıma ilk evsahipliğini yaptı KHS. Kiminin beğendiği, kiminin dalga geçtiği "günaydın"larıma da...

Dertleştiğimiz, paylaştığımız oldu. Kızımın hastalıklarına "geçmiş olsun"ları da buradaki dostlarımdan aldım, oğlumun sınav başarısına "kutlarız"ları da...

Resmi olmayan toplantıları burada organize ettik, toplantı sonrası değerlendirmeleri burada yazdık. Toplantı dedik ama aslında yedik, içtik, eğlendik.
Gevezelik ettik burada, şakalar yaptık, güldük. Kimi zaman da kırıldık, üzüldük ama çok uzatmadık. Güzel haberler aldık bazen, sevindik. Ferudun askere gitti, burada merak ettik, özledik hiç görmediğimiz birini. Özge'nin başarısını burada kutladık. Süperkardeşin Cuma günü günaydınlarına ve forum programının izin verdiği kadar kullandığı imlere hepimiz burada aşina olduk. Balık sevmeyen kardeşimiz, burada kurduğumuz dostluk nedeniyle geldi balık lokantasında yapılan toplantıya. Adli Tip'in espri yeteneğini ve zekasını burada gördük, takdir ettik, bedava "stand-up" izledik. Nur ablayla takışmak güzeldi, birimiz diğerine sataşmadığımız zaman nedenini merak ettik, özledik tatlı kavgaları. Martı kardeşin topuk kırığını doktoru bile bizim kadar ayrıntılı izlememiştir, dışarı çıkabildiğinde bizim kadar sevinmemiştir.

Ve bunun gibi yüzlerce güzel şey...

Aramıza sonradan katılanlar da hemen kaynaştılar. Örneğin Sandman; sanki aylardır tanışıyormuşuz gibi içten, sıcak...

Sıcak bir yerdi KHS. Dostçaydı.

Ama en son, çarpışan arabalara bindim lunaparkta. Sevmedim çarpışmayı, iniyorum zil çalmadan.

Ve çıkıyorum lunaparktan. Annem "eve geç kalma oğlum" demişti...

(21.02.2010)
Old 22-02-2010, 16:04   #19
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

gençler sevdiler birbirlerini
ikisi de sevdiğinin fotoğrafını masaüstüne koydu bilgisayarda
ve telefon ekranına
telefon numarasını "aşkım" diye kaydedip
o aradığında en sevdikleri şarkı
çalacak biçimde ayarladı
facebook'a ekledi onu
msn'e ekledi
twitter'a ekledi
skype'e ekledi
mail adresini mailine ekledi
blogunu sık kullanılanlara kaydedip
blogundan link verdi
herşey tamamdı işte
aşk böyle birşeydi

sonra ne olduysa
ayrıldılar
önce fotoğrafını kaldırdı bilgisayardan
aramaz ya
arasa da "connecting people" çalacak artık telefonda
ekranında en sevdiği artistin bir pozu
sonra facebook'dan sildi onu
msn'den sildi
twitter'dan sildi
skype'den sildi
mail adresini sildi
blogunu sık kullanılanlardan sildi
linki kaldırdı blogundan
bitmişti işte
aşk böyle biterdi

(15.02.2010)
Old 23-03-2010, 17:03   #20
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Günler gerçekten birbirinin üstüne eklenmiş basamaklar gibi. Uflaya puflaya çıktığımız, sonunda nereye varacağımızı bilmediğimiz ama bir gün biteceğinden emin olduğumuz bir merdiven hayat. İlk birkaç basamaktaki gücümüzün, ayağımızı sertçe vura vura çıkışımızın yerini, yorgun ve bıkkın bir rutin alıyor sonra. Hep aynı şeyi tekrarladığımızın farkına vardığımızda bir zevki kalmıyor merdiven çıkmanın. Üstlere doğru trabzana tutunmadan duramıyor, kamburlaşıyor, kollarımızla bedenimize ivme vermeye çalışıyor, giderek bitkinleşiyoruz. Ve bir gün bir basamakta yığılıp kalıyoruz.


(20.03.2010)
Old 23-03-2010, 17:04   #21
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Artık bahar gelmeli. Hem eriğe hem bana yazık, dökeceğiz çiçeklerimizi. Satır satır taradığım gökyüzünde bir tek olsun uçurtma görmeliyim. Denizin kokusunu, kirazın tadını, dostluğun güvenini unutacağım yoksa. Artık bahar gelmeli. Kırlangıçlar uyanmalı benden önce. Kahveme ortak olmalı Büyükada'ya giden motor. Tarçın yavrularıyla koşuşturmalı, havlayıp hizaya getirmeli yaramazları. Artık bahar gelmeli. Yağmuruyla, güneşiyle, lodosuyla gelip yaşamımın ortasına yerleşmeli. Tezgahlarda görünmeli çağla. Biraz daha erken ötmeli horoz. Ne giyeceğini şaşırıp insanlar, bir üşüyüp bir terlemeli. Başımı döndürmeli nergislerin kokusu. Artık bahar gelmeli.

(22.03.2010)
Old 23-03-2010, 17:05   #22
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Adalete en çok gereksindiğimiz yıllar, yaşanan.

Hızla kirlenen yeryüzünde çamura bulaşmamak; yalnızca üstümüzün değil, beynimizin de kirlenmemesi için çaba göstermek... Adaletin önündeki setlerin kaldırılmasına çalışmak...

Zor iş... Yapabilir misiniz?

İnsanın yaşamıyla kanıtlamadığı düşüncelere gerçekten inanmadığını düşünürüm ben.

Mangalda kül bırakmazken özgürlüğü, barışı, birçok güzel düşünceyi savunup da, evinde eşini döven, çocuklarına baskı yapan, çalışanına hakkını vermeyen, kısaca savunduğu düşüncelere ters davrananları çok gördüm.

Adalet konusunda da öyle...

Yaşamınızda adil değilseniz, yazarken ya da konuşurken adaleti savunuyor olmanız bir kandırmacadan ibarettir.

Göstermeliktir...

Para için adaletten vazgeçer kimi... Siyasi başarı, makam, ün için adaletten uzaklaşır... Hatta görünürde bir neden yokken (ya da kimsenin bilmediğini sanırken), çok daha basit nedenlerle adaleti hiçe sayar...

"Her koyun kendi bacağından..." der... Ve "Bana dokunmayan..."

Adalet, bir yaşam ilkesi değil, araç olduğunda, özünü yitirir...

(23.03.2010)
Old 25-03-2010, 21:36   #23
Nur Deniz

 
Varsayılan

“Her toplumda yönetim kimde ise, güçlü odur. Her yönetim, kanunlarını işine geldiği gibi koyar. Demokratlar demokratlığa uygun kanunlar, zorbalar zorbalığa uygun kanunlar, ötekiler de öyle… Bu kanunları koyarken kendi işlerine gelen şeylerin, yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler, kendi işlerine gelenlerden ayrılanları da kanuna, doğruluğa aykırı diye cezalandırırlar… Doğruluk her yerde birdir; yönetenin işine gelendir. Güç de yönetende olduğuna göre, düşünmesini bilen her adam bundan şu sonuca varır: Doğruluk güçlünün işine gelendir.”
Eflatun

Kısacaların güzelliğini bozmamak adına buraya yazmıyordum.

Adalet:
adalet Ar. ¤ad¥let a. (ada:let) 1. Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe. 2. Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme: “Hiçbir kuvvet beni adaletin tecellisi için çalışmaktan menedemeyecektir.” -N. Hikmet. 3. Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları: Suçlular adaletin pençesinden kurtulamazlar. 4. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk: “Germiyan'da Süleyman Şahımız adaletle hüküm sürer.” -F. F. Tülbentçi.
Adalet Köken: Ar. Söyleyiş: (ada:let) Cinsiyet: Kız
1. Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe. 2. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme.

Hukuk:hukuk Ar. §u®°®
ç. a. (huku:ku) 1. Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze: “Hukuk daima âdetlerin peşinden gider, önüne geçmez.” -P. Safa. 2. Bu yasaları konu alan bilim: “Kaldı ki böyle bir hareket, milletlerarası hukuka taban tabana zıttı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yasaların ceza ile ilgili olmayıp alacak verecek vb. davaları ilgilendiren bölümü: Hukuk davası. Hukuk mahkemesi. 4. Haklar: Hukukumdan vazgeçmem. 5. mec. Ahbaplık, dostluk: “Hukukumuz, doktor hasta ilişkisinden daha önemlisi, kişiseldir; eski dostuz.” -A. Boysan.

hukuk
1) haklar. 2) töre. ~ -ı âmme: bk. âmme hukuku. ~ -ı husûsiyye: bk. husûsî hukuk.

Hukukçu:
hukukçu
a. Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan kimse: “Görsün bir hukukçuyu başından savmak kolay mı imiş!” -M. Ş. Esendal

TDK nun tanımı bu şekilde.Oysa günümüzde Hukukçuların Hukuk un ve Adalet in tanımını adım attığı her alanda, hayatının her aşamasında yeniden yapmasına ihtiyaç var iken malesef, hukuk da adalet de kendi kendini sömürüp bitirmekle meşgul.

Sizi bilmem de,ben vazgeçtim her ikisinden de. Dün rüşveti yerin dibine sokanlar bu gün hatırın bir rüşvet olduğunu unuttu.Mantıklarının yerine duygularını koyarak (kıskançlık, sevgi açlığı, kendini ifade etmekte yetersizlik, yoksunluk duygusu, mızmızlanmak, acındırmak ) adaletten de hukuktan da ayrılmış durumdalar.

Adalet duygusunun varlığı için eğitim tek başına gerekli değildir. Bu bir yetenektir. Bu bir sağ duyu, bu bir olgunluktur.

Adaletsiz insan her açıdan topluma zararlı, dostluklarını menfaat üzerine kuran, bencil ve zavallıdır. Acınacak haldedir. Öyle ki, iki kişi görüştüğü zaman kendilerini konuştuklarını sanıp, iki kişinin bir birine değer verdiğini görünce de hiç hakları olmayan bu resimde yer almak isterler. Yancıdırlar.

Adaletsiz insanlar bağımlıdır. Kolayca vazgeçemezler. Plan yapar, zamanla yandaş toplar ve günün birinde kendilerini bile adil olduklarına inandırırlar. Hatta savunmaya geçer (sorulmadığı halde) açıklamaya çalışır, giderek hırçınlaşır, bir taş, bir taş daha atmak isterler.Oysa ki kimseyi kandıramazlar.

Hırslıdırlar.Takdir toplamak ister, mütevazi maskelerinin altında takdir edilme arzusu içinde yanıp biten içi boş davul, kraldan çok kralcılardır.

Ben zayıf, sevgisiz, zavallı, kıskanç ve adaletsiz insanlardan hep korkmuşumdur.Hayatımın her hangi bir alanında olmalarını istemem.En çok yaşadığım şey ise, ne yazık ki, gelip ağlayıp sızlanıp daha sonra da kendisine acındırdığı kişiyi kendisi gibi sanıp korkmalarıdır. Durmadan havadan nem kapmaya, önce ben söyleyeyim diye hata yapmaya başlarlar.

Oysa kendine dürüst olanın korkacağı bir şey yoktur.Kişi adaleti önce kendisinde yaşar.En güzel belirtisi ise sevilmektir.Kendine adil olmayan zavallıların başkasına adil olmasını beklemek akıl işi değildir.

Old 26-03-2010, 20:03   #24
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Ne eriğin çiçeği, ne bademin... Ne de günlerin uzaması. Baharın müjdecisi, kırlangıçların dansıdır bence. Sabah serinliğinde öyle bir yaygara koparırlar ki, yataktan fırlar, pencereyi açarsınız...

Karşı binanın çatısında, bir bacanın tam altına kuruyor yine martılar yuvalarını. Çalı çırpı getirip, kötü sesleriyle cümle aleme ilan ediyorlar: Bu, bizim yuvamızdır.

Tarçın'ın yavruları, nereden buldularsa, bir ayakkabıyı dişliyorlar. Biri alıp kaçırıyor, diğer ikisi "hevleyerek" peşinden koşup yetişiyor... Dünyanın en mutlusu onlar şu an.

Bulutlar kuzey rüzgarına binmiş, güneye göç ediyorlar.

Zambaklar, yaseminler daha açmamış, papatya bile görmedim. Ama biliyorum ki, bahar geliyor. Ben kırlangıçlara inanırım...

(26.03.2010)
Old 26-03-2010, 22:43   #25
Av.H.Sancar KARACA

 
Varsayılan

Benim "Kısaca"m Üstad;

Çağlar önce söylendiği gibi.

Önce;
“Yaşlanmadan önce iyi yaşamak”

Baharda ve de Ankara’da.

“Yaşlandıktan sonra da iyi ölmek”

O İspanyol'un dediği gibi.
Old 05-04-2010, 09:28   #26
Nur Deniz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
İnsanın yaşamıyla kanıtlamadığı düşüncelere gerçekten inanmadığını düşünürüm ben.
....
Yaşamınızda adil değilseniz, yazarken ya da konuşurken adaleti savunuyor olmanız bir kandırmacadan ibarettir.
(23.03.2010)

Hayatının her alanında adil davranan avukatların ''Avukatlar Günü'' nü kutlarım.
Old 20-05-2010, 22:37   #27
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Kentin dar ve karanlık sokaklarında rastgele konmuş sandıklar. İçlerinde ne olduğu belli değil. Açmak için uzunca süre o sokaklarda kalmayı, gölgelerin ve seslerin ürkünçlüğüne dayanmayı göze almak gerekiyor. Sandıkların bir kısmının boş ya da işe yaramaz şeylerle dolu olduğu, açanlara bir getiri sağlamadığı, bazılarındansa tehlikeli varlıklar çıktığı anlatılıyor; sandığı açanı da sandığa çeken canavarlar, insanı buharlaştıran iksirler, dokunanı yakan ya da taşa dönüştüren mücevherlerle ilgili efsaneler yayılıyor. Bu yüzden kimi hiç girmiyor o sokaklara, merak bile etmiyor sandıklarda ne olduğunu, etse de bilmemenin huzuru ağır basıyor; kimi de hızlı adımlarla yanından geçip gidiyor sandıkların, merakını bastırıyor, geniş ve ışıklı caddeden yola devam ediyor. Bazılarınınsa elinde değil, merakını yenemiyor, bilme isteğinin önüne geçemiyor korku, ürkü ve söylentilerden saçılan huzursuzluk duygusu; deniyor açmayı.
Sonuç?
Çoğu kez yalnız olduklarından gerçekte ne olduğunu kimse bilmiyor.
Sandıklar duruyor orada, dar ve karanlık sokaklarda...

(19.05.2010)
Old 01-06-2010, 13:46   #28
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Sabahları birkaç dakikayı güne hazırlanmaya ayırmalı insan.
"Bugün başkaları için ne yapabilirim?" diye düşünmeli, pencerede kuş seslerini dinlerken.
Gece, muhasebesini yapmak zorunda kalmayacağı bir günü yaşamaya başlamadan önce aynaya bakmalı, gülümsemeli, dil çıkarmalı kendine.
Sevdiklerini ve dostlarını çıkardığında şu güzel dünyadan kalanın "şu güzel dünya" olamayacağını, bir dua gibi, yalnızca dudaklarını kıpırdatarak üç kez yinelemeli.
Kendisinin, hem koskoca bir ormanda sadece bir ağacın ufacık bir kovuğu kadar değersiz ve önemsiz, hem de o ağaçta yaşayan karınca, tırtıl ve sincaplar için çok önemli ve değerli olduğunu da. Derin bir soluk alıp, derin bir soluk alamamanın ne demek olduğunu bir dakika hayal etmeli.
İnsan güne, günün insana hazırlandığı gibi hazırlanmalı.

Ömrümüzün ilk ve tek 3 Eylül 2009'u güzel olsun!

(03.09.2009)
Old 01-06-2010, 13:57   #29
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Hiçbir deniz böyle değil gün doğarken. Marmaram, yuvam. Dibinde derin çukurlarınla, boyundan büyük dalgalarınla, lodosun ve poyrazınla ne çok severmişim seni. Bu yıl kucaklamadın, koynuna almadın beni. Olsun. Hep orada olduğunu bilmek tuzunun, martılarının; bilmek ve ara sıra görmek de güzel. Hiç çağırmasan da, sana gelmek güzel. Marmaram, yuvam...

(Ekim 2009)
Old 03-12-2010, 09:40   #30
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Lodos, poyraz, karayel, yıldız, keşişleme...
Rüzgar gereğinden çok yer kaplıyor yaşamımızda.
Yelkenlileriz, yeldeğirmenleriyiz, rüzgargülleriyiz... Rüzgarla yol alır, işe yararız. Ve rüzgar yüzünden batar, bozulur, kırılırız.
Ya da çınar dalından düşen kahverengi yaprağız; rüzgarla savruluruz...
Kimi zaman direniriz rüzgara, aksi yöne gitmeye çalışır, hatta bazen başarırız. Kimi zamansa bırakıveririz kendimizi, nereye götürürse...
Umut dediğimiz şey, meteorolojik bir tahmindir aslında.
Rüzgarların yön değiştirmeye başladığı, mevsimin döndüğü bugünlerde, ülserimin azdığı o çok eski günlerdeki gibi bir ağrı, bir huzursuzluk, bir isteksizlik... Dışarı çıkamamış, boğazımı yakan bir “yeter artık!” çığlığı...
Bir yürek üşümesi...
Sanki rüzgar içimden içime esiyor gibi...

Not: THS'deki 5000. mesajımda güzel birşeyler yazmak istedim, olmadı. Suç rüzgarda.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08476591 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.