Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Haberleri Hukuk Haberleri, duyuruları, güncel hukuki gelişmeler. [Haber Ekleyin]

Erdoğan'dan Tuncay Özkan'a dava

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 12-01-2007, 12:45   #1
Seyda

 
Varsayılan Erdoğan'dan Tuncay Özkan'a dava

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, KanalTürk televizyon kanalında yayınlanan "Politika Durağı" adlı programda, "kişilik haklarına saldırıda bulunduğu" iddiasıyla, programı hazırlayan Tuncay Özkan aleyhine 10 bin YTL’lik manevi tazminat davası açtı.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Erdoğan’ın avukatları Fatih Şahin ve Muammer Cemaloğlu tarafından açılan davanın dilekçesinde, Özkan’ın, 7 Ocak 2007 tarihinde yayınlanan programda, "Başbakan Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı kastıyla tahkir ve tezyif edici beyanlarda, fevkalade ağır, katlanılması ve tahammülü gayrı kabil hakaret, iftira ve suç isnadında bulunduğu" iddia edildi.
Özkan’ın programda yaptığı konuşmanın da aktarıldığı dilekçede, söz konusu ifadelerin, "hukuk düzeninin himaye etmeyeceği derecede ağır ve haksız bir saldırı" niteliği taşıdığı savunularak, Tuncay Özkan ve KanalTürk televizyonundan 10 bin YTL manevi tazminat talebinde bulunuldu.

ÖZKAN HAKKINDA SUÇ DUYURUSU
Başbakan Erdoğan’ın avukatları, Tuncay Özkan’ın programda Erdoğan’a yönelik "hakaret" ve "iftira" niteliği taşıyan ifadelere yer verdiğini öne sürerek, ayrıca Özkan hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundular.
Suç duyurusu dilekçesinde, Özkan’ın Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenen "hakaret" ile 267. maddesinde yer alan "iftira" suçlarından cezalandırılması talep edildi.

http://www.milliyet.com.tr/2007/01/12/son/sonsiy07.asp
Old 12-01-2007, 18:10   #2
v.o.

 
Varsayılan

aslında Sayın Tuncay ÖZKAN'ın hükümetin, iktidar olmasından bu yana yapmış olduğu şeyler hakkındaki olumsuz eleştirileri yerden göğe kadar haklı.

Ancak, Sayın Başbakanın açmış olduğu tazminat davasını uygun ve haklı görüyorum... Çünkü, o programı geçen hafta sonu ben de izledim. Ve gerçekten sayın tuncay ÖZKAN'a yakıştıramadığım ifadelere şahit oldum. Mesela ( affınıza sığınarak) şer....szler...

Bence, olay ve konu ne kadar hassas olursa olsun ve her ne kadar sayın özkan'ın, kişilik haklarına ağır hakaret ve iftiralarda parti mensuplarının bazıları tarafından bulunulmuş olursa olsun; en nihayetinde meşru bir seçimle gelmiş bir başbakana bu şekilde ifadeler kullanılması hoşgörü sınırlarını zorlamakla birlikte; milli iradeye bir saygısızlıktır.
Sayın Özkan, bu ifadeleri ile maalesef hataya düşmüştür.

Saygılarımla....
Old 12-01-2007, 19:37   #3
ibreti

 
Varsayılan

Haber siyasi bile olsa olayın TARTIŞILABİLİR HUKUKİ BOYUTU var

Tuncay Özkan bu davada İSPAT HAKKINI kullanabilir mi?

Bir başka deyişle Anayasa ile tanınan bir hak, kamu düzeni mülahazaları ile Yargıtay İBK ile ortadan kaldırılabilir mi?
-

İBK'nı sunuyorum

T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1948/24
K. 1949/3
T. 16.3.1949
• YAYIN YOLUYLA BAKANLIĞA HAKARET ( Sanık Olanların Hakareti İçeren Eylemi Kanıtlama İddiasının Aynı Mahkemeden İncelenememesi )
• KANITLAMA HAKKI VE YARGI YERİ ( Özel ve İstisnai Soruşturma ve Yargılama Mercilerine Tabi Olanlara Karşı Yapılan Hakaret )
• ÖZEL VE İSTİSNAİ YARGILAMAYA TABİ OLANLAR ( Bunlara Karşı Yapılan Hakaretlerden Dolayı Açılan Davalarda Kanıtlama Hakkı ve Yargı Yeri )
765/m.279,480,481
ÖZET : Özel ve istisnai soruşturma ve yargılama merciine tabi olanlar tarafından kendilerine yapılan isnat nedeniyle açılan hakaret davalarında sanık olanların hakareti içeren eylemi kanıtlama iddiası aynı mahkemede incelenemez.
DAVA : Yayın yoluyla Milli Eğitim Bakanı H.A.Y.`ye hakaretten sanık K.Ö ve C.S.`nin yapılan yargılamaları sonunda; Türk Ceza Kanunu`nun 480/2, 481 inci maddelerine göre davanın düşmesine dair evvelce verilen hükümde ısrara mütedair Ankara Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 3.7.1948 tarih ve 144 sayılı hükme karşı C. Savcılığı ve müdahil H.A.Y. tarafından verilen ve şartı yerine getirilen dilekçelerle Yargıtaya başvurulmuş ve bu işe müteallik dava dosyası C. Başsavcılığının 10.9.1948 tarih ve 8/229 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlık dairesine gönderilmiş olmasına mebni 22.11.1948 tarihinde toplanan Ceza Genel Kurulunca yapılan tartışmada:
KARAR : Vekillerin suçlarının Anayasayla istisnai tahkik yoluna tabi bulunmasına rağmen sanık tarafından isnat olunan maddelerin ispat edileceği yolundaki talebin asliye mahkemesince kabule şayan olduğu noktasından ısrar kararının kabulüne mütemayil ve evvelce Ceza Genel Kurulundan verilmiş olan 23.9.1946 tarihli ve 141/150 sayılı karara muhalif bir ekseriyetin tehassül ettiği görülmüş olmakla bu suretle meydana gelen uyuşmazlığın; Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair Olan Kanunun 8 inci maddesi uyarınca evvel emirde içtihatların birleştirilmesi yoluyla çözülmesi Genel Katibliğin 25.11.1948 tarih ve 4/367 sayılı yazısıyla istenilmiş olmakla zikri geçen yazı ve ilam örnekleri çoğaltılarak 9.2.1949 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9,30 da müzakerenin başlayacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti.
Bugün toplanan Kurula ellibir zatın iştirak ettiği görülerek müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla Birinci Başkan Halil Özyörük`ün Başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar Birinci Başkan tarafından okundu ve olayın özeti anlatıldı.
...
SONUÇ : Türk Ceza Kanunu`nun 480 ve 481 inci maddelerinin hadiselere tatbikinde iki türlü görüşün meydana çıktığı anlaşıldığı için bunların birleştirilmeleri zımnında keyfiyet Genel Heyete tevdi edilmiştir.
Birbirine uymayan bu kararlardan ilki, bazı Yargıçlar hakkında neşren vaki suç isnadından dolayı açılmış bulunan davalarda hakaret suçlusunun, isnat eylediği maddenin ispatı hakkında ileri sürdügü ispat kaziyesi, Yargıcın, Hakimler Kanunu hükümlerine göre evvelemirde Adalet Bakanlığınca hakkında yaptırılacak tahkikat sonunda mahkemeye sevkini gerektirecek kanunsuz bir hareketinin ve suç mahiyetini iktisap eden fiilinin mevcudiyeti halinde verilecek izne bağlı olması sebebiyle kendisini bu haktan ve teminattan mahrum bırakmaya imkan olamayacağı için kabule değer mahiyette görülemiyerek reddedilmesi şeklinde mütezahir idi ki: Bu içtihat ve noktai nazar, hiç bir arızaya uğramaksızın muhalif içtihadın ortaya çıkmasına kadar istikrar bulmuş ve devam etmiştir.
İkinci içtihat; Bir Bakan hakkında vaki neşren hakaret suçunun yapılan yargılaması sırasında iddia edilen ispat hususunun kabulüne müteallik asliye mahkemesi kararının temyizen müstakar içtihada dayanılarak bozulması üzerine ısraren verilen kararın kabulüne mütedair bir çoğunluğun ortaya çıkması suretiyle belirmiştir.
Bu iki kararın dayandığı gerekçeler ve kanun hükümlerinin yapılan uzun tartışmalarında bilhassa mevzua temas eden 480 ve 481 inci maddeler ve bunlara ilişkin 266, 267, 268 ve 279 uncu maddeler üzerinde durulmuştur.
Ceza Kanunu`nun 480 inci maddesi; her kim toplu veya dağınık bir kaç kişi ile ihtilat ederek diğer bir kimse aleyhine halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak veya namus ve haysiyetine dokunacak maddei mahsusa tayiniyle vaki bir fiilin isnadını tecziye etmektedir. Madde; ihtiva eylediği kayıtlar itibariyle isnadın, tecavüz olunan kimsenin gıyabında vaki olmasını istihdaf ediyor. Maddei mahsusa tayin ve tasrihi suretiyle vaki hakaretler için, başka maddelerde hükümler sevkedilmediğinden bu maddenin umumi bir mahiyet taşıdığını kabul etmek zarureti vardır. Buna göre gerek fert ve gerek memur veya her hangi bir vazife ve makam sahibi hakkında maddede yazılı şekilde yapılacak isnattan dolayı ancak bu maddedeki cezanın tatbiki iktiza etmekte ve memur hakkında vaki olduğu takdirde 273 üncü madde ile cezanın artırılması icap eylemektedir.
480 inci maddeyi takip eden 481 inci maddenin daha ziyade usuli bazı hükümleri ihtiva eylediği görülüyor. Gerçekten bu maddenin ilk fıkrası genel bir prensipten bahsetmektedir. ( 480 inci maddede beyan olunan cürmün faili, beraat etmek için isnat ettiği fiilin sıhhatını veya şayi ve mütevatir olduğunu ispat etmek isterse bu iddiası kabul olunmaz. Kanun Koyanın bu prensibi tespit etmek ihtiyacını hissetmesinin sebep ve illeti açıktır; ancak bu temel kaidenin istisnaları; fakat edatının takip eylediği üç bendde zikredilmiştir ki:
Birincisi: Tecavüz olunan şahıs bir memur olup da: 266, 267 ve 268 inci maddelerde beyan olunan ahval müstesna olmak üzere isnat olunan fiil icrayı memuriyetine taalluk eylediği.
İkincisi: İsnat olunan fiilden dolayı tecavüz olunan şahıs hakkında takibat icrasına başlanmış olduğu,
Üçüncüsü: Müşteki ikame ettiği davadan dolayı icra kılınan muhakemeyi kendisine isnat olunan fiilin sıhhat ve ademi sıhhatına dahi, teşmil etmeği sarih surette bizzat talep eylediği, halleridir.
( Bu takdirde hakikatı maddenin ispatı idddiası aynı mahkemece kabul ve tetkik olunur ). Binaenaleyh hakarete maruz kalan kimse memur olup da isnat olunan madde o memuru halkın hakaret ve husumetine maruz bırakdığı veya namus ve haysiyetine dokunduğu ve bir maddei mahsusa olduğu, yani umumi mahiyette muhakkirane bir sözden ibaret olmayıp da bir fiili mahsusu tazammun eylediği ve gıyabında vukubulduğu takdirde mütecaviz olan suçlunun ispat iddiasının aynı mahkemece kabul ve tetkikine mesağ verilmektedir.
Maddenin açık hükümlerine göre memur olan mütecavizünaleyhe isnat olunan fiil için maddede belli şartların mevcudiyeti halinde ispat iddiasının kabulü, bir tereddüde mahal vermiyecek derecede sarahaten hüküm altına alınmış olduğu için bu keyfiyet tabiatiyle tartışmaların mevzuu haricinde kalmış gibidir. Bu sebepten ortada: içtihatları birleştirecek bir aykırılık bulunmadığı yolunda ileri sürülen iddialar Bakanın da ceza kanunu tatbikinde memur sayılması hakkındaki çoğunluk görüşü müvacehesinde üzerinde durulmağa değer bir mahiyet taşımadığı için reddedilmiştir.
Bakanların Ceza Kanunu`nun zikri geçen 481 inci maddesindeki memur mefhumuna dahil olup olmadığı hakkındaki telakkiler iki noktada telhis edilebilir.
1 - Bakanlar memur değildir. Ceza Kanunu`nun tatbikinde de memur sayılmazlar,
2 - Bakanlar yalnız Ceza Kanunu`nun tatbikinde memur sayılır.
Birinci noktai nazara göre, Memurin Kanunu`nun birinci maddesindeki tarife bir veçhile girmeyen Bakanların Ceza Kanunu tatbikinde de memur sayılmasına imkan yoktur; çünkü Ceza Kanunu`nun 279 uncu maddesinin amme vazifesi görenlerden bahseden birinci kısmının 1 numaralı bendine girebileceği ileri sürülen Bakanların durumunu bu bendin ihtiva eylediği kayıtlara intibak ettirmeğe ( Devlet memur ve müstahdemleri ) sözü manidir. İdari, adli veya teşrii bir amme vazifesi gören Devlet memur ve müstahdemleri esas itibariyle Memurin Kanunu hükümlerine tabi olarak o kanun ile belli usul dairesinde tayin edien kimseleri şümulü dairesine aldığı ve iki numaralı bent ile sair kimseler arasına da giremiyeceği için Ceza Kanunu tatbikatında memur sayılmaları mümkün olamaz.
İkinci noktai nazara göre; Anayasa hükümlerine nazaran da cezai mesuliyetleri muhakkak olan Bakanların bu mesuliyetlerini doğuran fonksiyonlarının siyasi vasfı yanında idari mahiyeti de mevcut olabileceğine ve bu takdirde 279 uncu maddenin hükmüne girmesi iktiza eylediğine binaen kendilerini Ceza Kanunu tatbikinde memur saymak zaruridir.
Bu iki görüşten ikincisi çoğunluk tarafından kabul edildiği cihetle Bakanların Ceza Kanunu tatbikatında memur telakki edilmeleri gerekli bulunmuş ve bu veçhile 481 inci maddenin memur tabiri içine girdiği derpiş olunarak maddedeki kayıt ve hükümlerin bu vasıf itibariyle mülahaza ve mütalaası icap etmiştir.
Bu sebeple memur kelimesinin Ceza Kanunundaki medlulü bakımından çoğunluk kararı veçhile tatbikatında memur sayılmaları gereken Bakanlar ve emsali hakkında ispat iddiasının aynı mahkemede kabul ve tetkik edilip edilemiyeceği bahsine gelince:
Burada hareket noktası, siyasi mesuliyet sahibi olan Hükümet mensuplarının mevcut normal kaza cihazları haricindeki merciler huzurunda yargılanması düşünce ve gayesidir.
Bu keyfiyetin bir Anayasa meselesi olduğu şüphesizdir. Hatta yazılı bir Anayasa Kanununa sahip bulunmayan memleketlerde dahi böyle mülahaza edilmektedir.
Bu itibarla, Anayasa ile umumi kaza cihazından ayrı olarak kurulmuş bulunan siyasi mahkemenin ve diğer memleketlerdeki kuruluşların tesisine hakim olan fikir, mücerret amme intizamı düşüncesidir.
Siyasi mesuliyet sahibi olan kimsenin bu sıfatla ifa edeceği faaliyetleri, kemaliyle değerlendirerek yargılama yapma işi doğrudan doğruya amme intizamına taalluk eden bir faaliyet sayılmıştır.
Gerçekten amme intizamı, yalnız muayyen bir Devlet faaliyetini ifa ile vazifeli makamın açıkca diğer bir makamın vazifesi içinde olan işi yapması halinde sarsılır.
Bir mahkemenin, siyasi faaliyet ifa eden bir Bakanı yargılayarak onun faaliyetinin hedefini tayin edebilmesi müşkül ve bir çok ahvalde adimülimkandır. İhtisas yönünden, Devlet kuvvetlerinin birbirine tedavül etmemesi bakımından ayrılmış olan kaza faaliyetlerinin ifasında güdülen başlıca gaye, amme intizamı meselesi olunca, bir Bakan veya bunun gibi istisnai bir teşekkülde yargılanması gerekenler hakkında muayyen bir suçluluk fiilinin ispatı iddiası ortaya konulduğu zaman şüphesiz iki menfaat taarruz haline gelmiş oluyor. Bunlardan biri ispat iddiasında bulunan kimsenin müdafaa hakkı, diğeri Anayasa ile hüküm altına alınmış olan hususi kaza merciinin kurulmasına mesnet olan amme intizamı mülahazasıdır. Bütün mesele bu iki menfaatten birini tercihe müncer oluyor.
Amme intizamı mülahazası, hürriyeti tahdit edici ve fakat binnetice fert hürriyetlerinin, anarşiye düşmeksizin ahenkli bir surette kullanılması gayesini güden bir düşünüştür. Devletin ve Devletin ana faaliyetlerinin hayatı ve devamı icabı olarak kabul edilmiş bir esastır.
Fert hak ve hürriyetleri, mutlak ve mücerret şekilleriyle amme intizamı muvacehesinde tercih olunmazlar; çünkü hakların kullanılması, amme intizamına uygun olmalariyle tecviz edilir.
Şu halde; Amme intizamı, hukuk devleti bütünü içinde tekmil fert haklarını kucaklayan zaruri bir kalıptır. Bu kalıba uymayan haklar kanunsuz olurlar.
Bu itibarladır ki, hukuk nizamları, amme intizamı karşısında daimi ve istisnasız ferdi hakkı ikinci plana atmışlar ve hatta feda etmişlerdir.
Bu sebep ve mülahazalara binaen hususi ve istisnai tahkik ve muhakeme merciine tabi olanlar tarafından kendilerine vaki isnat sebebiyle açılmış hakaret davalarında sanık olanların, isnat eyledikleri hakareti mutazammın fiil ve hareketleri ispat iddiasını aynı mahkemede kabul ve tetkikine imkan olamayacağına 16.3.1949 tarihinde ve ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
şiddetli geçimsizliğe dayalı dava kesinleşmeden yeni bir dava açılabilirmi? avukatyildiz Meslektaşların Soruları 17 25-09-2006 13:56
İdari Dava Karar Temyizi İçin Dava Dilekçe Örneği LİON Hukuk Soruları Arşivi 1 14-05-2003 13:06
Başkana Dava... Av. Hulusi Metin Hukuk Sohbetleri 3 09-07-2002 12:28
Ego İle Aramdaki Dava snl Hukuk Soruları Arşivi 0 07-06-2002 11:47
Ego İle Aramdaki Dava snl Hukuk Soruları Arşivi 2 16-05-2002 22:52


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05733490 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.