Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Kadastro Tespiti ve Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğunda Zamanaşımı

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 04-06-2024, 09:43   #1
buraki

 
Varsayılan Kadastro Tespiti ve Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğunda Zamanaşımı

Sayın meslektaşlarım merhabalar. Aşağıda izah edeceğim konuda değerli görüş ve yardımlarınızı almak isterim.

Müvekkilin murisinin üzerine kayıtlı taşınmazda murisin ölümünden sonra 1975 kadastrosuyla kamu adına tespit yapılmış ve müvekkillerde yurt dışında yaşadığı için bu husustan haberdar olamamışlar. Şimdi bu tespite itiraz süresi ve dava zamanaşımı süresi olan on yıllık süre geçmiş durumda. Fakat Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli 2009/4-383 E., 2009/517 K. sayılı kararı ile önceki içtihatlardan dönülerek kadastro tespitleri sırasında yapılan hataları da devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan sorumluluğu kapsamında TMK'nın 1007. maddesi uyarınca değerlendirilebileceğini ifade etmiştir. Böylelikle Anayasa mahkemesinin muhtelif kararlarında da belirtildiği üzere kadastro tespitlerine karşı artık yeni bir başvuru yolu tanınmıştır. Fakat araştırdığım kadarı ile 2009 yılında verilen bu karar öncesi bu başvuru yolu olmadığından hak kaybına uğrayan kişilerin nasıl bir yol izlemesi gerektiğine ilişkin bir netlikte mevcut değil.
Gelinen noktada 1975 yılında kadastro tespiti ile kamu ve 3. şahıs adına yazılan taşınmazlar için dava açmak istiyoruz. Fakat tapu iptal davası için davanın zamanaşımına uğradığını fakat devletin TMK m.1007 kapsamındaki sorumluluğu gereği tazminat davası açılabileceği kanaatindeyim. Bunda da zamanaşımı konusunda tereddütlerim var.
Bu konuya ilişkin güncel bir yargıtay kararı, görüş ve düşüncesi olan meslektaşlarım yardımda bulunabilirseniz çok sevinirim. İyi günler dilerim.
Old 05-06-2024, 19:24   #2
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

TMK 1007 m. dayalı olarak açılan davalarda TBK m. 146’da öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı ve bu sürenin tapu malikinin mülkiyet hakkı kaybının kesinleştiği (kadastro tespitine dayalı davalarda, kadastro tespitinin kesinleştiği) tarihten başlayacağı Yargıtay tarafından kabul edilmektedir .( Aşağıdaki HGK’nun 07.10.2021 T. 2017/2384 E. 2021/1172 K. , Anayasa Mahkemesinin 11.12.2019 T. 2017/15121 Başvuru nolu kararı)

Anayasa Mahkemesi aşağıdaki kararında; soruda geçen, HGK’nun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383E. 2009/517 K. sayılı kararı ile , kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilebileceği kabul edildiğinden, 18.11.2009 dan önce zamanaşımı süresi dolan davacılara, bu tarihten sonra makul bir süre içinde TMK’nın 1007. maddesi uyarınca dava açabilme imkânı tanınmış olmasına karşın, bu görüş aşağıdaki HGK kararında azınlık görüşü olarak kalmış ve çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.

Sorudaki olayda, 10 yıllık zamanaşımı süresi 1985 yılında dolmuştur. 18.11.2009 gününden önce dolan zamanaşımı süresinin,anılan tarihten itibaren makul bir süre için uzatılması görüşü Yargıtay HGK tarafından benimsenmediğinden olaya uygulanması imkanı bulunmamaktadır. Bir an için olayda makul süre uzatılmasına dair görüşün uygulanacağı kabul edilse dahi 18.11.2009 tarihinden bu güne kadar 14 yılı aşkın süre geçmiştir. Makul olarak tanımlanabilecek 1,2 yıllık süre çoktan aşılmıştır. Bu durumda davanın zamanaşımı nedeni ile reddi ihtimali oldukça fazladır.Diye düşünüyorum.
------------------------

YARGITAY HGK. 7.10.2021 T. 2017/2384 E. 2021/1172 K. SAYILI KARARI

...41. TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin BK’nın 41 ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına göre, aynı Kanunun 60. maddesinde (TBK m. 72) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği dikkate alındığında, BK’nın 125. maddesindeki (TBK m. 146) on yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için uygulanması gerekir.

42. Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler karşısında somut olay incelendiğinde; davacıların da hissedar olduğu dava konusu taşınmazların orman sınırları içerisinde kaldığından bahisle Orman Genel Müdürlüğünce meni müdahale ile tapu iptali ve tescil davası açıldığı, ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1972/1000 E. 1979/856 K. sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonucunda; 917 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 37.632 m2’lik, 969 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 14336 m2’lik, 971 ada 1 parsel sayılı taşınmazın ise 5376 m2’lik kısmının orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapu maliklerinin müdahalelerinin men’ine, taşınmazların belirtilen bölümlerinin tapu kayıtlarının iptali ile orman içine alınmasına karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden de geçerek 28.06.1982 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.

43. Bu nedenle eldeki davanın (21.02.2012), tapu kaydının iptaline ilişkin kararın kesinleştiği (28.06.1982) tarihten itibaren on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığının kabulü gerekir.

44. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383E. 2009/517 K. sayılı kararından önce zamanaşımı süresi dolan davacılara, bu tarihten sonra TMK’nın 1007. maddesi uyarınca dava açabilme imkânı tanınmış olmasına göre, bu tarihten, dava tarihine kadar yaklaşık 2 yıl 3 aylık süre geçtiği, anılan sürenin somut olay özelinde, adalete erişim hakkı kapsamında, dava açma hakkının kullanılabilmesindeki bireysel yarar ile hukukî güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasındaki denge, Hukuk Genel Kurulu içtihadının toplum tarafından bilinebilir hâle geleceği zaman dilimi hususları birlikte değerlendirildiğinde makul olduğu, açıklanan gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğu, tazminat miktarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

ANAYASA MAHKEMESİNİN 11.12.2019 T. 2017/15121 BAŞVURU NOLU KARARI

...39. Yargıtay, 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 6098 sayılı Kanun’un 146. Maddesi (818 sayılı mülga Kanun’un 125. Maddesi) gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir (bkz. § 22). Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir (Yaşar Çoban, § 69).

40. Somut olayda, başvurucuların murisine ait taşınmazın bir kısmı 1958 yılında orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmiştir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 1958 yılında Hazine adına tescil edilen taşınmaz hakkında 2011 yılında 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesine dayanılarak açılan davada 6098 sayılı Kanun’un 146. Maddesindeki (818 sayılı mülga Kanun’un 125. Maddesi) on yıllık genel zamanaşımı süresinin geçtiğine ve bu nedenle davanın reddi gerektiğine hükmetmiştir.

41. Başvurucuların murisi tarafından 1958 yılında yapılan kadastro tespitine karşı dava açılmamıştır. Dolayısıyla Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin kararına göre en son 1968 yılında dava açılmış olması gerekmektedir. Ancak anılan tarihteki Yargıtay içtihadı 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinin tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı biçimindedir. Diğer bir ifadeyle o tarihteki içtihat itibarıyla 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinde düzenlenen sorumluluk davası, başvurucuların tazminat iddiasını incelemeye ve gerekirse başvurucular lehine tazminata hükmedilmesine elverişli bir yol değildir. Bu dava, Yargıtay HGK’nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra başvurucuların tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hâle gelmiştir (Yaşar Çoban, § 71).

42. Yaşar Çoban kararında ifade edildiği üzere 18/11/2009 tarihinde oluşan bu hukuki yol için zamanaşımı süresinin bu tarihe kadar dolduğunun tespit edilmiş olması 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinde öngörülen tazminat yolunu etkisizleştirmektedir.Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte 6098 sayılı Kanun’un 146. Maddesi (818 sayılı mülga Kanun’un 125. Maddesi) gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına matuf olduğu gözetildiğinde bu sürenin tamamen gözardı edilmemesi gerektiği de açıktır. Başvurucuların dava açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulmalıdır. Bu denge kurma çabasının, on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18/11/2009 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlayacağının kabulünü zorunlu kılmadığının altı çizilmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi anlamsız hâle gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacaktır. Önemli olan husus 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunanlar yönünden 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkân tanınmış olmasıdır (Yaşar Çoban, § 72-73).

43. Yaşar Çoban kararında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiği belirtilmiş ve bu sürenin ne kadar olacağının takdiri derece mahkemelerine ve Yargıtaya bırakılmıştır. Ancak anılan karar sonrasında derece mahkemeleri ve Yargıtay tarafından 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak ve öngörülebilir makul bir süre belirlenmediği anlaşılmaktadır (bkz. §§ 23-29).

44. Bu durumda yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan somut başvuruya konu davanın, bu tarihten sonra makul bir süre içinde açılıp açılmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Belirlenecek bu sürenin dava açılmasını mümkün kılacak yeterliliğe sahip ve öngörülebilir olması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Fakat bu süre, dava açma hakkının kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasındaki dengeyi de bozmamalıdır. Hesaplamada uyuşmazlığın dava edilebilmesini süreye tabi kılan zamanaşımı düzenlemesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim uyuşmazlık için belirlenen on yıllık zamanaşımı süresi kadar veya daha fazla bir sürenin öngörülmesi hâlinde hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedeleneceği açıktır. Ayrıca bu dava, Yargıtay HGK’nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hâle geldiğinden bu tarihten hemen sonra davanın açılmasını beklemek de hakkaniyete uygun düşmeyecektir. Zira bu süre, Yargıtay HGK içtihadının toplum tarafından bilinebilir hâle geleceği bir zaman diliminden daha kısa da olmamalıdır.

45. Sonuç olarak 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, somut olayda derece mahkemelerinin bu yönde bir değerlendirmeye yer vermedikleri ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gitmedikleri anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri başvurucular tarafından 3/10/2011 tarihinde açılan davada, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresinin dolduğunu tespit etmişlerdir. Yukarıda yer verilen değerlendirmeler de dikkate alındığında, 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra açılan davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle başvurucular tarafından açılan davanın 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfet, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozmuş ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Tapu Sicilinin Tutulmasindan Devletin Sorumluluğu halit pamuk Eşya Hukuku Çalışma Grubu 2 12-10-2015 15:45
tapu sicilinin tutulmasında devletin sorumluluğu av.telat Meslektaşların Soruları 1 18-03-2015 21:30
Tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan davalarda zamanaşıı Av.Figen Koç Meslektaşların Soruları 2 13-02-2015 13:42
Tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan devletin sorumluluğu - Taşınmazın bedelinin değerlendirme tarihi aLLequal Meslektaşların Soruları 0 21-02-2014 18:11
tapi sicilinin tutulmasından dolayı tazminat davasında zamanaşımı Av.Aslan Veysanoğlu Meslektaşların Soruları 3 10-05-2012 17:43


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04875708 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.