![]() |
|
![]() |
|
Üyemizin Notu:
Sözleşmenin Kuruluşunda İrade Beyanların Birbirine Uygunluğu : Beyan Prensibi - İrade Prensibi - Anlam Verme Prensibi Bir sözleşmenin kurulması için sözleşmeyi kuran irade beyanlarının, yani icap ve kabulün, birbirine uyumlu olması bir zorunluluktur. Bu zorunluluk BK.m.1’de de dile getirilmektedir. Burada aranan uygunluğun sadece şeklî (görünüşte) bir uygunluk mu, yoksa aynı zamanda iradî bir uygunluk mu olacağını irdelemek gereklidir. İradî uygunluk ile, irade beyanının uygunluğu farklı kavramlardır. Örneğin, A’nın B’ye kalemini (X) TL bedelle satın almayı önermesi üzerine, B’nin bu icabı kabulü durumunda taraflar arasında şeklî, irade beyanlarının görünüşünde, bir uygunluk olduğu tartışmadan varestedir. Bununla birlikte A’nın satın almayı düşündüğü kalem B’nin mavi tükenmez kalemi iken, B’nin ona satmayı kabul ettiği kalem kurşun kalem ise ve böylece taraflar sözleşmeyi kuran irade beyanlarını takas ederken esasında iradeleri birbiri ile uyuşmuyorsa, sözleşmenin kurulup kurulmadığı ve eğer kurulmuşsa hangi kalemin sözleşmenin konusunu teşkil ettiğini tesbit etmek gereklidir. TUNÇOMAĞ’a göre beyanlar birbirine uygunsa, iradeler birbirine uygun olmasa bile sözleşme kurulur. Bu “Beyan Prensibi” olarak bilinmektedir ve beyan prensibine göre sözleşenleri yükümlü kılan onların birbirlerine verdikleri sözlerdir, yoksa gerçek iradeleri değil. Böylece irade esasından uzaklaşılarak onun yerine beyan esası konulmaktadır.(1) Bu nedenle de beyan prensibi bu ihtilaflı durumlarda iradeler uyuşmasa bile, beyanlar uyuştuğunda sözleşmenin kurulacağını kabul etmektedir.(Keza İngiliz Hukuk Sisteminde benimsenen anlayış da budur.) Ortaya çıkan ihtilaf irade beyanlarının objektif anlamlarına, bir diğer deyişle bir üçüncü kişinin bu beyanları nasıl yorumlayacağı dikkate alınarak çözümlenir.(TEKİNAY bu görüşte) Verdiğimiz örnekten hareket edersek A ile B arasında akit beyan prensibine göre kurulmuştur, zira taraflar arasında şekli beyan uyuşması mevcuttur. Bununla beraber, irade beyanları arasındaki uyuşmazlık ise, üçüncü bir kişinin bakış açısı dikkate alınarak çözülecek ve söz konusu beyanlar üçüncü bir kişi tarafından hangi kalemin sözleşmenin konusunu teşkil ettiği kabul edilecekse ona göre yorumlanacaktır. Bu prensibin tam zıttı kabul edebileceğimiz “İrade Prensibi” ise sözleşmenin kuruluşu açısından irade beyanlarını değil, gerçek iradeyi ön planda tutmaktadır ve dolayısıyla buna göre irade beyanları birbirine uygun olsa dahi, eğer tarafların iradesi uygun değilse sözleşme kurulmamış sayılmaktadır. Verdiğimiz örnekte A ve B arasında beyan uyuşması mevcut olduğu halde, irade uyuşması mevcut olmadığından sözleşme hiç kurulmamış kabul edilmektedir. Bu konudaki bir diğer yaklaşım “Anlam Verme Prensibi”dir ve sözleşmeler bu prensip açısından yorumlandığında irade açıklamasına muhatabın verdiği anlam dikkate alınmakta ve sözleşme bu anlama göre kurulmaktadır. Bu prensibe göre A ve B arasında sözleşme kurulmuştur ve sözleşmenin konusunu muhatap B’nin iradesine göre kurşun kalem oluşturmaktadır. Son yıllarda doktrinde en ağırlıklı olarak kabul gören prensip ise “Güven Prensibi” olarak adlandırılmaktadır. Dürüstlük kuralına dayanan bu prensip, “Beyan Prensibi” ile “Anlam verme prensibinin” bir karması olarak da nitelendirilebilir. Buna göre irade beyanlarının yorumunda muhatabın yorumu esas alınmakta, ancak bu yorum şahsi bir yorum olarak değil, halin özelliklerine göre muhatabın yerinde olacak objektif bir kişinin yorumu olarak dikkate alınmaktadır. Örneğin, “Anlam Verme Prensibi”ne göre örneğimizde sözleşmenin konusunu her zaman tükenmez kalem oluşturmaktadır, zira (doğru ya da yanlış!) muhatap B’nin yorumu bu şekildedir. Beyan prensibine göre ise sözleşmenin konusunu neyin oluşturduğu bir üçüncü kişinin gözünden bakılarak saptanacaktır, ancak bu durumda üçüncü kişi hem A’dan, hem B’den farklı bir açıdan bakabileceğinden sözleşmenin konusu olarak ne tükenmez kalem ne de kurşun kalemin kabul edilmesi ve bunun yerine sözleşmenin her iki tarafının da hiç aklında olmayan bir üçüncü kalemin kabul edilmesi olasıdır. Bununla birlikte güven prensibine göre ise yorum gene objektif üçüncü kişi tarafından yapılacaksa da, bu kişinin sözleşmenin muhatabı olması durumunda ne şekilde yorum yapacağı dikkate alınarak ihtilaf çözülecektir. Bu sonuç oldukça adalete uygun olduğundan, güven prensibi özellikle son yıllarda giderek ağırlık kazanan baskın görüş haline gelmiştir. Kişisel kanaatime göre de bu prensipler arasında en fazla ağırlık verilmesi gereken ve diğerlerine göre en adaletli sonuçları doğuran prensip güven prensibidir. Sözleşmeyi oluşturan irade beyanlarının güven prensibinin getirdiği ilke doğrultusunda yorumlanması pek çok örnekte en sağlıklı sonuçları vermektedir. Bununla beraber bazı durumlarda sözleşmenin güven prensibi ile dahi yorumlanmasında zorlama yorumlar yapılması gerekebilir ve bu açıdan bu yorumlarda sınırın nerede çizildiğine dikkat etmek gerekmektedir. Bu gereklilik özellikle irade beyanlarının bir üçüncü kişinin gözünden yorumlandığı durumlarda dahi irade beyanını sağlıklı tahmin etmenin mümkün olmadığı ya da çok güçleştiği durumlarda doğmaktadır. Örneğin bir kişinin bir gazete satıcısına girerek bir gazete istemesi ve satıcının da kabul beyanında bulunması durumunda, sözleşmenin konusunu hangi gazetenin oluşturduğunu tesbit etmek konusunda güven prensibi çok yetersiz kalabilmektedir. Zira eğer söz konusu kişiler daha önce tanışmıyorlarsa, dolayısıyla icapçının hangi gazeteyi istediğini tahmin etmek mümkün değilse, bu durumda güven prensibine göre bir üçüncü kişinin muhatap adına yapacağı objektif yorum dahi rastgele bir tahmin olmaktan öteye gidemeyecek ve sözleşmenin konusunun tesbiti son derece güçleşecektir. Gerçi bu gibi durumlarda ileri sürülebilecek iddialardan birisi “esasında bu sözleşmenin kurulmadığı çünkü tarafların esaslı şartlarda anlaşmadığı” iddiasıdır. Ancak bu iddia çok sağlam temellere oturmamaktadır, zira böyle bir mantık yürütülecek olursa söz konusu prensiplerin uygulandığı her durum için aynı mantığı yürütmek mümkündür. Bu örnek de esasında yukarıda verilen A ve B arasında kalem satışı ile ilgili sözleşmeden hukuken çok farklı değildir. Bu nedenle kanaatimce ihtilafın bu iddia doğrultusunda çözümü mümkün değildir. Bununla birlikte, güven prensibi de bu durumda çok yetersiz kalmaktadır, çünkü üçüncü bir kişinin -muhatabın yerine geçse dahi- sözleşmenin konusu yorum yoluyla tahmini bu örnekte adeta imkansızdır. Bu durumda yapılacak zorlama bir tahmin, konunun güven prensibinin sınırları içinde çıkıp, anlam verme prensibinin sınırları içine girmesine neden olacaktır, çünkü bu durumda yapılacak tahmin, objektif üçüncü kişinin yorumu ile hiçbir ilgisi olmayan, doğrudan muhataba ait tek taraflı bir seçme hakkı niteliği kazanacaktır. Kanaatimce güven prensibinin sınırlarının çok zorlandığı ve üçüncü kişinin yapacağı yorumun artık objektif bir yorum olmaktan çıkıp, hiçbir temele dayanmayan “rastgele bir tahmine” dönüştüğü bu gibi durumlarda anlam verme prensibi yerine, beyan prensibine sığınmak ve sözleşmeyi hiç kurulmamış kabul edilmek daha doğru olacaktır. Objektif üçüncü kişinin, kendisini muhatabın yerine koyması durumunda dahi sağlıklı olarak yorumlayamadığı bir irade beyanına dayanan sözleşmelere hukuki geçerlilik vermenin hukuk sistemi açısından savunulacak bir faydası olmadığı görüşündeyim. Bu sözleşmeleri doğrudan hiç kurulmamış saymak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. İrade beyanlarının uygunluğun kapsamı açısından dikkat edilecek noktalardan biri de, irade beyanlarında sözleşme kurma iradesinin bulunmasıdır. OĞUZMAN - ÖZ sözleşmenin kurulabilmesi için “HER İKİ TARAFIN DA borçlanma iradesinin bulunması” gerektiğini belirtiyorsa da, kanaatimce bu zorunlu değildir. Taraflardan birinin iradesinin sözleşmeyi kurmaya yönelik olması, diğerinin ise örneğin “şaka” niteliği taşıması durumunda da, güven prensibi doğrultusunda bu sözleşmenin kurulmuş kabul edilmesi mümkündür. Her örnekte bu sonuca ulaşmak mümkün değilse bile, üçüncü bir kişinin muhatap olarak yorumuna göre “şaka” olduğunun anlaşılamayacağı ve ciddi bir irade beyanı olarak yorumlanacak bir icap veya kabule dayanarak sözleşmenin hukuki açıdan kurulmuş kabul edilmesi mümkündür. Bu nedenden bu kuralı “her iki tarafın DA sözleşmeyi kurma iradesinin bulunmadığı durumlarda sözleşmenin kurulmamış olacağı” şeklinde yorumlamak doğru olacaktır. 1) Turhan ESENER, “Borçlar Hukuku: I.Akitlerin Kuruluşu ve Geçerliliği” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 246, Ankara 1969, s.22 (*) Sinan Öztürk Elektronik Sözleşmeler (Kuruluş ve Geçerlik Şartları) – İ.Ü.SBE.Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002, sf.113 |
|
Şerh Son Güncelleme: 09-02-2010
|
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |