Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Kardeşler arasındaki inançlı işlemlere dayalı tapu tescil davası

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 17-05-2007, 13:52   #1
Av.F. Gürkan

 
Varsayılan Kardeşler arasındaki inançlı işlemlere dayalı tapu tescil davası

Merhaba, öncelikle tüm yanıt verecek ve ilgilenecek arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Müvekkillerim 3 kardeşler.Uzun yıllar ağabeyleri ile birlikte ortak çalışmış ve daha sonra hepsini bölüşmek kaydı ile her birinin adına sırayla çeşitli taşınmaz satın almışlar, ancak bunların en değerlileri büyük kardeş olduğundan davalı adına tescil edilmiş.Daha sonra büyük kardeş kardeşleriyle ortaklığı sona erdirmek istediğini söylemiş ancak adına tescilli taşınmazlardaki hisselerini kardeşlerine vermekten kaçınmış.Müvekkillerde söz konusu taşınmazda hepsinin eşit hisse sahibi olduğunu ikrar ve imza altına alan bir protokol düzenleyip şahitler huzurunda ağabeyleri ve kendileri imzalamışlar.Sormak istediğim, imzalanan bu belgeye dayanarak büyük kardeş aleyhine açılacak tapu tescil veya bedelinin tazminine ilişkin davanın kazanılma şansının ne olduğu ve burdaki ilişkinin nam'ı müstear veya düzenlenen belgenin bir inanç sözleşmesi olarak kabul edilip edilemeyeceği, inanç sözleşmesinin yazılı olması şartının olup olmadığı. Saygılarımla
Old 17-05-2007, 14:41   #2
av.fundasin

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ


Esas No.
2006/3653
Karar No.
2006/5292
Tarihi
08.05.2006


İLGİLİ MEVZUAT
818-BORÇLAR KANUNU/162/19/20/81
4721-TÜRK MEDENİ KANUNU (MK)/873


KAVRAMLAR
TAPU İPTAL VE TESCİL
İNANÇ SÖZLEŞMESİ
İNANÇLI İŞLEM İLE TEMLİK EDİLEN TAŞINMAZIN DEVRİ


ÖZET
DAVA, İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTAL-TESCİL İSTEĞİNE İLİŞKİNDİR. DAVA KONUSU DÜKKAN DAVACI İLE DAVALI ARASINDA DÜZENLENEN TARİHSİZ SÖZLEŞME UYARINCA DAVALIYA SATIŞ SURETİ İLE TEMLİK EDİLMİŞ DAHA SONRA AYNI YER AKİTLE BAŞKA BİR KİŞİYE İNTİKAL ETTİRİLMİŞTİR. ÖTE YANDAN, DAVACI 818 SAYILI BK'NIN 162. MADDESİ UYARINCA DAVADAKİ HAKKINI TEMLİK ETMİŞTİR. DAVACI, TEMLİK ETTİĞİ TAŞINMAZA İLİŞKİN İSTEĞİNİ İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYANDIRMAKTADIR. İNANÇLI İŞLEMİN İSPATI, ŞEKLE BAĞLI OLMAYAN YAZILI DELİLDİR. İNANÇ SÖZLEŞMESİ OLARAK ADLANDIRILAN BU BELGENİN SÖZLEŞMEYE TARAF OLANLARIN İMZASINI İÇERMESİ VE EN GEÇ SÖZLEŞME KONUSU İŞLEM TARİHİNDE DÜZENLENMİŞ OLMASI GEREKLİDİR. OLAYDA, TARAFLAR ARASINDAKİ SÖZLEŞME İNANÇ SÖZLEŞMESİ NİTELİĞİNDEDİR. İNANÇ SÖZLEŞMESİ İLE TAŞINMAZI TEMELLÜK EDEN KİŞİNİN TAŞINMAZI 3. KİŞİYE TEMLİKİNE BİR ENGEL YOKTUR. NİTEKİM DAVALI TAŞINMAZI SATIŞ SURETİYLE DEVRETMİŞTİR. BU TEMLİKİN TARAFLAR ARASINDA MEVCUT OLAN SÖZLEŞMEYİ HÜKÜMSÜZ KILMAYA YÖNELİK OLDUĞU İDDİASI DA KANITLANMIŞ DEĞİLDİR. BUNA GÖRE, DAVACININ DAVALIDAN ALDIĞI BORCUN SÖZLEŞMEDE BELİRLENEN ÖDEME TARİHİNDEN İTİBAREN DAVA TARİHİNE KADAR ULAŞTIĞI FAİZLİ BAKİYESİ İLE O TARİH İTİBARİYLE TEMLİK KONUSU TAŞINMAZIN DEĞERİNİN BELİRLENMESİ, BORCUN TAŞINMAZIN DEĞERİNDEN MAHSUBU İLE BAKİYESİNİN İNANÇ SÖZLEŞMESİNİN TARAFI OLAN DAVALIDAN TAHSİLİ İLE TEMLİK ALAN DAVACIYA ÖDENMESİ GEREKİR


Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, kayden malik olduğu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu dükkan vasfındaki bağımsız bölümü davalı Mehmet'ten aldığı 78 milyar lira borca karşılık teminat olarak verildiği halde satış gibi gösterildiğini, borcunu ödeyebilmek için dava konusu taşınmazı satılığa çıkarıp alıcılarla bedel konusunda anlaştıklarını, ancak alıcının taşınmazın davalı Mehmet adına kayıtlı olduğunu öğrenip, kendisinin devreden çıkarılarak gerçek değerinin çok altında bir bedelle temlik edildiğini ileri sürerek tapunun iptali ile adına tescilini, olmadığı takdirde rayiç değerin tespiti ile borcu olan 78 milyar liranın mahsubundan sonra bakiyesinin reeskont faizi ile tahsilini istemiş, haklarını yargılama sırasında Nazife'ye temlik etmiştir.

Davalı Mehmet, davacı ile aralarında düzenledikleri adi sözleşmede tarafların iradesinin rehin sözleşmesi düzenlemek olduğunu, bunun da şekil şartları bulunmadığını, davacının 2000/1158 esas sayılı dosyada taşınmazın tarafına satıldığını açıkça belirttiğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.

Diğer davalı, iyiniyetli 3. kişi olduğunu, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının davalı Mehmet'e olan borcunun yasal faizi bedelinin depo ettirilerek davacı iddiası sabit görülüp tapunun iptali ile temlik alan adına tesciline karar verilmiştir.

Karar, davalılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal-tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, sözleşme uyarınca alınan borç para miktarının belirtilen ödeme tarihinden yasal faizi ile birlikte davalı Mehmet'e ödenmek suretiyle çekişmeli taşınmazın tapusunun iptali ile temlik alan Nazife adına tesciline karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu dubleks dükkanın davacı Serkan ile davalı Mehmet arasında düzenlenen ""sözleşme"" başlıklı tarihsiz belge uyarınca davalı Mehmet'e 12.12.2000 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği, bilahare anılan yerin 21.03.2002 tarihli akitle dava dışı taşınmazlarla birlikte vekili Nihat aracılığıyla Yüksel'e satış yoluyla intikal ettirildiği görülmektedir.

Öte yandan davacının Borçlar Kanunu'nun 162. maddesi uyarınca eldeki davadaki hakkını Nazife'ye temlik ettiği de anlaşılmaktadır.

Davacı, sözkonusu ilişki içerisinde temlik ettiği taşınmaza ilişkin isteğini inanç sözleşmesine dayandırmıştır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme ( iade ) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana ( alacaklıya ) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın ( borçlu ) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan MK'nın 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulu'nun 23.05.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir ( Borçlar Kanunu m. 81 ). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunu'nun 19 ve 20. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi ""ifa uğruna edim"" olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Sözkonusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, "kötüniyetli ve haksız gizlemeler" dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu'nun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur" hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasası'nın 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi ve en geç sözleşme konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

Somut olaya gelince; taraflar arasındaki "sözleşme" başlıklı belgenin yukarıda açıklanan 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında belirtilen anlamda inanç sözleşmesi niteliğini taşıdığı sonucuna varılmaktadır.

Yine yukarıda ifade edildiği üzere, inanç sözleşmesi ile taşınmazı temellük eden kişinin taşınmazı 3. kişiye temlikine bir engel yoktur. Nitekim davalı Mehmet, taşınmazı Yüksel'e satış suretiyle devretmiştir. Bu temlikin taraflar arasında mevcut olan sözleşmeyi hükümsüz kılmaya yönelik olduğu iddiası da kanıtlanmış değildir.

Bütün bu olgular karşısında mahkemece yapılacak işin; davacı Serkan'ın davalı Mehmet'ten aldığı borcun sözleşmede belirlenen ödeme tarihinden itibaren dava tarihine kadar ulaştığı faizli bakiyesi ile o tarih itibariyle temlik konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi, borcun taşınmazın değerinden mahsubu ile bakiyesinin inanç sözleşmesinin tarafı olan davalı Mehmet'ten tahsili ile temlik alan davacı Nazife'ye ödenmesinden ibaret olacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan hususlar gözetilmek suretiyle gerekli araştırmanın yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ : Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nın 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 08.05.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 17-05-2007, 15:30   #3
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

5.2.1947 T. 20/6 ve 7.10.1953 tarih, 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarına göre,inançlı işlemlerin yazılı delille kanıtlanması mümkündür ve yazılı şekil yeterlidir. Sorunuza konu olay tipik bir inançlı işlemdir. Yazılı belgesi ve delili de mevcuttur. İnançlı işlem doğrultusunda ve kapsamına göre tapu iptal ve tescil davası açılması,yazılı belgeniz yazılı delil veya en azından yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilerek tanık delili ile desteklenebilecek ve ispata yeter bu delillerle davanın halli mümkün olabilecektir.(Olayınıza benzer konuda : 14. HD.,5.10.2001-2001/5299-6360;25.9.2001 T 2001/4734-5933;3.7.2001 T. 2001/4699-5077 ve aynı doğrultuda çok sayıda içtihat mevcuttur.Ancak, Yine Yargıtay 14. H.D. nin 14.3.1989 T. 1989 1474/2661 S içtihadına göre ,taraflar kardeş olduklarından HMUK m. 293 uyarınca inanç sözleşmesinin her türlü kanıtla kanıtlanması mümkündür. Yazılı delil başlangıcı sayılan bir belgeniz bulunduğuna göre tanık dahil her tür delil ile,kanıtlanması mümkün olacaktır. 1989 yılında kardeşler arasında yazılı belgeyi aramayan 14. HD. 5.10.2001 tarihli içtihadı ile kardeşler arasındaki inançlı işlemin yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı teşkil eden bir belge var ise tanık desteği ile ispatının mümkün olabileceğine,dolayısı ile kardeş olmaktan ötürü HMUK m. 293 hükmüne göre yazılı delil aranmayacağı görüşüne aykırı bir karar vermiştir. Konuya genel bir bakış açısı oluşturması açısından uygulamaya ait bu örneklerin birarada değerlendirilmesi faydalı olacaktır.
Old 17-05-2007, 17:05   #4
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yine Yargıtay 14. H.D. nin 14.3.1989 T. 1989 1474/2661 S içtihadına göre ,taraflar kardeş olduklarından HMUK m. 293 uyarınca inanç sözleşmesinin her türlü kanıtla kanıtlanması mümkündür.

Gerçekten de böyle bir karar verilmiş. Kararın tamamını inceledim. Yani İBK kararlarına rağmen, Daire tanık dinlenebileceğini kabul etmiş. Başka bir karar olacağını da sanmam.

Sayın Olguner'e teşekkür etmekle birlikte; hem İBK, hem de diğer bir çok kararda, yazılı sözleşmenin zorunlu olduğu hüküm altına alınmıştır. Kafa karışmasın diye yazdım.

Saygılarımla
Old 18-05-2007, 10:02   #5
HÜLYA ÖZDEMİR

 
Varsayılan

Yargıtay HGK 16.10.1996 T, 1996/14-435 E, 1996/692 K.

" 1. İnançlı muamelelerde taraflar kardeş olsalar dahi tesçile karar verilebilmesi için aralarında yazılı bir delil veya davalının elinden çıkmış aleyhlerine delil olabilecek yazılı bir belgenin bulunması gerekir. Bu tür davalar tanıkla ispat edilemez.

2. Dava arkadaşlarından birisinin kabulü ancak kendisini bağlar. Vekili veya yasal temsilcisi bulunmadığı davaya karşı çıkan diğer davalıyı bağlayacağı düşünülemez. "
Old 22-05-2007, 10:10   #6
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Değerli Meslektaş Suat Bey;

Gerçekten de, kardeşler arasındaki inançlı işlemlerin dahi yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı teşkil edebilecek bir belge varsa tanık ve diğer yan delillerle ispatının mümkün olabileceğine,tarafların kardeş olmasının
yazılı delille kanıtlama yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığına dair bir tek istisna içtihat dışında içtihat bulunmadığı gibi,uygulamanın bu genel kurala göre yerleştiğini ortaya koyan çok sayıda içtihat mevcuttur. Tanıkla ispatı mümkün bulan karardan sonra daire ve HGK nunun kararları genel kuralı sürdürmüştür.
Old 29-06-2016, 17:28   #7
eser_29

 
Varsayılan

Bu konuda değişiklik var mı yoksa Yargıtay hala aynı görüşte mi?
Old 01-11-2018, 11:42   #8
ugurduman52

 
Varsayılan

-Olayda namı müstear durumu yok.
-İnançlı işlem var.
-Kardeşler arasında, alınan bir taşınmazın birinin adına yazılması hayatın olağan akışına uygun.
-İrade fesadına dayanmayan yazılı kabule rağmen davanın kaybedilmesini anlamak zor. Ancak Kader diye izah edilebilir.))
-İnançlı işlem doğrudan tapunun ağabey üzerine yapılmasıdır. Sonraki sözleşme ise önceden yapılmış inançlı işlemi belgeleyen kanıttır.
Kolaylıklar dilerim sayın meslektaşım.)))
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Tapu İptali ve Tescil Davası mı Alacak Davası mı? Kamaz Meslektaşların Soruları 5 05-01-2010 18:26
Kazandırıcı Zamanaşımı/ Tapu Tescil Davası/ Yenİ İBGK Kararı yoncanaz Hukuk Haberleri 0 02-03-2007 12:55
Tapu Tahsis Belgesine Dayalı Ecrimisil Talebi levent1936 Meslektaşların Soruları 2 22-01-2007 10:19
tapu iptali ve tescil davası-tanıklar-ispat nisa Meslektaşların Soruları 3 18-12-2006 03:15
tapu tescil davası johnross Meslektaşların Soruları 3 02-12-2006 14:00


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05815911 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.