Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Boşanma-Kusur-Maddi -Manevi Tazminat Yargıtay Kararları

Yanıt
Konu Notu: 7 oy, 4,57 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 27-08-2016, 18:19   #61
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

YHGK Esas : 2014/2-433 Karar : 2016/63 Tarih : 22.01.2016 BOŞANMA TALEBİ
NAFAKA
VELAYET VE TAZMİNAT

Dava, Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesi uyarınca evlilik birliğinin temelden sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer`isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, tarafların henüz uyuştukları ve ayrıştıkları hususlar belirlenmeden tensip ile birlikte kesin süre verilerek tanıkların bildirilmesinin evliliği sonlandıran ve istenmesi kamu düzenini ilgilendiren boşanmaya dair 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 184. ve 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 7. maddesinde düzenlenen usul kuralları ve özellikle Anayasanın 41. maddesinde yer verilen amaç gözetildiğinde doğru olmadığı gibi tensip tutanağı ile verilen kesin süreye rağmen tanıklarını bildirmeyen davacı tanıklarının dinlenmesine karar verilmesine karşın davalı tanıklarının bildirilmesi isteminin reddine karar verilmesi silahların eşitliği ilkesi gereğince de doğru bulunmamıştır.
TMK.166, 184
82An.41
4787 Sa.Ka.7
HMK.137, 138, 139, 140

Taraflar arasındaki “boşanma, nafaka, velayet ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Batı 1. Aile ( Kapatılan Sincan 1.Aile ) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.01.2013 gün ve 2012/198E., 2013/27 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay

2. Hukuk Dairesinin 03.07.2013 gün ve 2013/6356 E., 2013/18904 K. sayılı ilamı ile;

( ... Mahkemece; " davalının cevap dilekçesinde tanık deliline dayanmadığı, daha sonra dilekçeler teatisinde de tanık ve delil bildirmediği" gerekçesiyle davalı tarafın delilleri toplanmadan davacı delilleri ile sonuca gidilmiştir. Davalının davaya süresinde cevap vermemiş olması, delil bildirme ve savunmasını ispat etme hakkını ortadan kaldırmaz. Davaya süresinde cevap verilmemesinin sonucu, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamının inkar edilmiş olmasıdır ( HMK. madde 128 ). Bu böyle olmakla birlikte süresinde davaya cevap vermeyen davalı, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 145/1. maddesindeki hal dışında, davacıya kusur isnat edemez ise de, davacının iddiasını dayandırdığı vakıaların gerçekte vukuu bulmadığına, diğer bir ifade ile evlilik birliğini temelinden sarsar nitelikte bir hadisenin mevcut olmadığına yönelik olarak kanunda belirtilen süre içinde olmak koşuluyla delil bildirebilir. Aksinin kabulü, bir kez cevap süresini kaçırmış veya davaya cevap vermemiş olan davalının bundan sonra delil bildirememesi sonucunu doğurur. Bu ise Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde yer alan hukuki dinlenilme hakkını zedeler. Tarafların, dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları "belge" niteliğindeki delillerini sunmaları için ön inceleme duruşmasında iki haftalık kesin süre verilmesi yasal olarak mümkün ( HMK. madde 140/5 ) iken, uyuştukları ve ayrıştıkları hususlar henüz belirlenmeden tarafların, ön inceleme duruşmasından önce davanın daha başında ( tensiple ) " tanık bildirmelerini" beklemek doğru olmadığı gibi, bu yönde tensiple kesin mehil verilse bile, bu hukuki sonuç doğurmaz. Çünkü delil çekişmeli vakıalar için gösterilir ( HMK. madde 187/1 ).Taraflar arasındaki çelişmeli hususlar ise ön inceleme duruşmasında belirlenir ( HMK. madde 140/1 ). Tahkikat tespit edilen çekişmeli hususların çözümü için yürütülür. O halde davalıya tanıklarını göstermesi için süre verilmeli, gösterdiği takdirde, tanıkları savunması çerçevesinde dinlenmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucu uyarınca karar verilmelidir. Bu yapılmadan eksik inceleme ile hüküm tesisi doğru bulunmamıştır… ), Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesi uyarınca evlilik birliğinin temelden sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer`isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat isteklerine ilişkindir.

Davacı vekili, eşinin şiddet uyguladığını, ailesini ziyarete göndermediğini, anne, baba ve kardeşleriyle birlikte yaşadıklarını belirterek evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayalı olarak boşanmalarına, 1.000,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, çocukların velayetlerinin babalarına bırakılmasına, 50.000,00`er TL maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, mahkemenin yetkili olmadığını, davacının hasta olan annesini ziyarete geldiğini, onların etkisi ile dönmediğini, ileri sürülen iddiaların doğru olmadığını, evine dönmesi şartıyla davacı eşini affettiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi ile Yozgat 2 Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan karşı davanın sonucunun beklenilmesi aksi takdirde birleştirilmesine karar verilmesini, müşterek çocukların velayetlerinin kendisine bırakılmasını savunmuştur. Yerel Mahkemece, davalı tarafa 29.03.2012 tarihli tensip ara kararı ile birlikte davaya dair cevapları ile varsa tüm delillerinin ibrazı için süre verildiği, bu süre içerisinde tanık deliline dayanılmadığı gibi davanın uzamasına sebebiyet vermeyecek şekilde ön inceleme duruşmasının bitimini müteakip dinletmek istedikleri tanıkları hazır edilmediğinden ve istenilen süre usule uygun olmadığından reddine karar verildiği, davacı tarafından gösterilen ve dinlenilen tanık anlatımları, nüfus aile kayıt tablosu ile tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan hadiselerde Serhat Altın`ın tamamen kusurlu olup Sevgi`den kaynaklanan herhangi bir kusurun varlığının ispat edilemediği, TMK`nın 166/1-2 maddesi koşullarının davacı bakımından gerçekleştiği anlaşılmakla tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetlerinin babaya bırakılmasına, müşterek çocuklardan Yasin yararına dava tarihinden geçerli olmak üzere 200,00 TL tedbir nafakasının, hüküm kesinleşinceye kadar davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacı yararına dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 250,00 TL tedbir ile hükmün kesinleşmesini müteakip 300,00 TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,TMK`nın 174/1-2 maddesi gereğince 7.000,00 TL maddi 6.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya dair taleplerin reddine dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarda yazılı olan karar ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilip genişletilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ön inceleme duruşması yapılmadan tensip tutanağı ile davalının delillerini sunması için süre verilip verilemeyeceği, cevap dilekçesinde delil bildirmeyen davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği, mahkemece usulüne uygun olarak ön inceleme duruşmasının yapılıp yapılmadığı, tahkikat aşamasında davalıya delillerini bildirme hakkının tanınıp tanınamayacağı; varılacak sonuca göre davalının hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile; dilekçelerin karşılıklı verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır.

Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi; mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere "ön inceleme" adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir ( H. Pekcanıtez/O. Atalay/ M.Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11 Bası, 2011, s.375-376 ).

6100 Sayılı HMK`nın 137. maddesinde, ön incelemenin kapsamı, HMK 138. maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, HMK 139. maddesinde ön inceleme duruşmasına davet, HMK 140. maddesinde ise yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşması düzenlenmiştir. 6100 Sayılı HMK`nın ön incelemenin kapsamı başlıklı 137. maddesinde, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz.

HMK`nın 137. maddesinin ikinci fıkrasında ise ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği düzenlenmiştir. Gereksiz duruşmalara dair uygulamadaki eski alışkanlıkların devam etmesinin kesin olarak önüne geçilmesi amacıyla kanun koyucu, ön inceleme aşaması tamamlanmadan ve bu aşamada alınması gereken kararlar alınmadan tahkikat aşamasına geçilmesini ve tahkikat için duruşma günü belirlenmesini kesin bir ifade ile ( emredici nitelikteki bir düzenlemeyle ) yasaklamıştır ( H. Pekcanıtez/O. Atalay/M.Özekes, a.g.e., s.375-376 ).

Tüm bu hususlar dikkate alındığında, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenmesi; bu konularda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi, dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar verilmek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi, 6100 Sayılı HMK 137 ve 140 maddelerine göre ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan sonra, tahkikat duruşmasına geçilmesi gerekir.

HMK`nın 145. maddesi;

“ Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” hükmünü içermektedir. Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41. maddesi gereğince toplumu oluşturan en temel kurumlardan biri olan ailenin korunması ve sağlıklı bir şekilde devamı için aile hukukundan doğan ilişkiler esas itibariyle özel hukuka girmesine rağmen diğer özel hukuk dallarına oranla devletin daha fazla müdahalesini gerekmiş bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5133 Sayılı Kanun ile değişik 4/1. maddesinde; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu`nun üçüncü kısmı hariç olmak üzere ikinci kitabından ( TMK. madde 118-494 ) doğan bütün dava ve işlere Aile Mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir.

Buna göre davaya konu uyuşmazlık, boşanma ve fer`ilerine dair olup bu tür uyuşmazlıkların Aile Mahkemelerinde görülmesi gerekir.

Anılan Kanunun Aile Mahkemelerinin görevi ve görevine giren işlerdeki yargılama usulüne dair 7. maddesi: “ Aile mahkemeleri, önlerine gelen dava ve işlerin özelliklerine göre, esasa girmeden önce, aile içindeki karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörünün korunması bakımından eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunları tespit ederek bunların sulh yoluyla çözümünü, gerektiğinde uzmanlardan da yararlanarak teşvik eder. Sulh sağlanamadığı takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında karar verilir.

Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu Kanunda hüküm bulunmayan konularda Türk Medeni Kanununun aile hukukuna dair usul hükümleri ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir.

Diğer taraftan 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun “Boşanmada Yargılama Usulü” başlıklı 184. Maddesi ile boşanma veya ayrılık davasında hakimin vicdanen kanaat getirmesi gerektiği, taraflara yemin öneremeyeceği, tarafların ikrarının hakimi bağlamayacağı, hakimin kanıtları serbestçe takdir edeceğine dair düzenlemeler içermekte olup madde metni aynen:

“ Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabidir:

1. Hakim, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz.

2. Hakim, bu olgular hakkında gerek resen, gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez.

3. Tarafların bu konudaki her türlü ikrarları hakimi bağlamaz.

4. Hakim, kanıtları serbestçe takdir eder.

5. Boşanma veya ayrılığın fer`i sonuçlarına dair anlaşmalar, hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz.

6. Hakim, taraflardan birinin istemi üzerine duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilir.” şeklindedir. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ışığında somut olayın incelenmesinde; dava 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra 27.03.2012 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, 29.03.2012 tarihli tensip tutanağının “ Ç,D,E” bendi ile davalıya tüm delillerini ve varsa tanıklarını bildirmesi için iki hafta süre verilmiş, 18.10.2012 tarihli ön inceleme duruşmasına tarafların vekilleri davet edilmiş, davalı vekilinin mazereti kabul edilmemiştir.20.12.2012 tarihli oturumda ise davacı her ne kadar tanık bildirmemiş ise de hazır olan tanıklarının dinlenmesini istemiş, davalı taraf da delillerini bildirmek için süre istemiştir. Mahkemece, davacı tarafın tanıkları dinlenmiş, tensip tutanağı ile verilen kesin sürede tanık ve delil bildirmediği gerekçesiyle davalı tarafa delillerini bildirmek için talep ettiği süre verilmemiştir.

Mahkemece, tarafların henüz uyuştukları ve ayrıştıkları hususlar belirlenmeden tensip ile birlikte kesin süre verilerek tanıkların bildirilmesinin evliliği sonlandıran ve istenmesi kamu düzenini ilgilendiren boşanmaya dair 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 184. ve 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 7. maddesinde düzenlenen usul kuralları ve özellikle Anayasanın 41. maddesinde yer verilen amaç gözetildiğinde doğru olmadığı gibi tensip tutanağı ile verilen kesin süreye rağmen tanıklarını bildirmeyen davacı tanıklarının dinlenmesine karar verilmesine karşın davalı tanıklarının bildirilmesi isteminin reddine karar verilmesi silahların eşitliği ilkesi gereğince de doğru bulunmamıştır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, delil gösterme ve sunma zamanı ile ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunundan ayrılmayı gerektiren boşanma davalarına özgü bir boşluktan sözedilemeyeceği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir. O halde Özel Daire bozma ilamında ve yukarıdaki belirtilen ilave gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararın bozulması gerekir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda belirtilen ilave gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcın yatırana iadesine, oyçokluğuyla karar verildi.






KARŞI OY :

Özel Daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık boşanma davasında cevap dilekçesinde delillerini göstermeyen davalının daha sonra sunduğu delillerin değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi de “yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi” ilkesidir.

Anayasa`nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.

Adil yargılanma hakkı bağlamında usul hukuku, çabuk, basit ve ucuz yargılamayı amaç edinmiştir. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması, sonradan yeni delil bildirme imkânının tanınmaması yargılamayı çabuklaştıracak ve uyuşmazlığı kısa sürede çözüme kavuşturacaktır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla hâkimi, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli biçimde yürütmekle yükümlü tutmuş; dava ve cevap dilekçesinin içeriği ve özellikle delillerin bildirilme zamanını özel olarak düzenlemiştir.

HMK.m.30`a göre “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür”.

HMK.m.119/1-f hükmü uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin, dava dilekçesinde belirtilmesi gerekir.

“Belgelerin birlikte verilmesi” başlığını taşıyan 121. maddeye göre “Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur.” “Cevap dilekçesinin içeriği” başlığını taşıyan 129.maddenin ( e ) bendinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde bulunması gerektiği belirtilmiş; 2.fıkrada “121. madde hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır” denilerek delillerin gösterilme zamanı bakımından dava dilekçesi için öngörülen zorunluluğun cevap dilekçesi için de aranacağı düzenlenmiştir.

HMK`nın 140/5. maddesi uyarınca: “Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi halinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir.”

Yukarıda belirtilen hükümlerden de anlaşılacağı üzere gerek davacı gerekse davalı bakımından delil gösterme ile delil sunma ayrı olarak ele alınmış; dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, eldeki belgelerin dilekçelere eklenmesi, elde bulunmayan belgeler için ise nereden getirtileceği konusunda bilgi verilmesi gerektiği açıkça öngörülmüştür. HMK.m.140/5 dilekçelerde belirtilen ve fakat henüz sunulmayan belgelerin süresinde sunulmaması halinde uygulanacak yaptırımı da düzenlemiştir. HMK.m.145 “Taraflar, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler” şeklinde emredici bir düzenleme öngördükten sonra bunun istisnalarını da belirtmiştir. Buna göre “…Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.”

Somut olayda, davalının cevap dilekçesinde delillerini belirtmediği tartışma dışıdır. Sonradan delil gösterilmesi için HMK.m.145`te belirtilen istisnai hallerin mevcudiyeti ileri sürülmediğine göre mahkemece davalının gösterdiği tanıkların dinlenmemesi usule uygundur. Belirtmek gerekir ki, davacı taraf da süresi içinde tanık deliline dayanmadığı halde mahkemece davacı tanıklarının dinlenmiş olması da usule aykırı olmakla birlikte, bu yanlışlık o tanıkların beyanlarının hükme esas alınmaması ile giderilebilir. Davalı tarafa da usule aykırı olarak aynı imkânın sağlanması ile yanlışlığın giderilmesi doğru olmaz. Başka bir anlatımla, “iki yanlış bir doğru etmez”.

Boşanma davalarının özelliği sebebiyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun delil gösterme süresini sınırlayan hükümlerinin uygulanamayacağı yönündeki görüşe de katılmak mümkün değildir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu``nun “Boşanmada yargılama usulü” başlıklı TMK.m. 184`te “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tâbidir” denildikten sonra boşanma davalarına özgü alt usul kuralına yer verilmiştir. Belirtilen istisnai kurallar arasında delillerin gösterilme ve sunulma zamanı ile ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunu ilkelerinden ayrılmayı gerektiren bir düzenleme bulunmamaktadır. Boşanma davaları devam ederken iddia ve savunmayı genişletme yasağı çerçevesinde yeni vakıaların ileri sürülebilmesine imkân veren uygulamalar dahi HMK.nın öngördüğü ilkelerin dışına çıkılmasını gerektirmez. Yeni vakıalar için delil gösterilmesine izin verilebilirse de somut olayda yeni bir vakıanın varlığı da ileri sürülmüş değildir. Dava tarihinden önceki vakıalar için süresinde gösterilmeyen delillin dikkate alınması ancak HMK.m.145 şartlarında mümkündür.

Delil gösterme ve sunma zamanı ile ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleri ayrıntılı olup, bu konuda bir boşluktan da söze edilemez. Belirtmek gerekir ki, Anayasamızın 142.maddesinde mahkemelerin yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği belirtilmekle, hâkime bu hususta inisiyatif bırakılmak istenmemiş; her hâkimin ayrı bir usul icat etmesinin önüne geçilmek istenmiş, adeta “oyunun kuralı önceden belli olmalı” denilmiştir. Kanunun açıkça izin vermediği durumlarda usul kuralları değiştirilemez.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle mahkemenin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu, direnme kararının onanması gerektiği kanaati ile Sayın Çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyorum.






KARŞI OY :

Davacı ile davalı arasındaki 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu`nun 166/1. maddesindeki evlilik birliğinin sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer`isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat istemine dair davada, davanın kabulüne dair ilk derece mahkemesi kararının özel dairece temyiz incelemesi sonucu, davalının davaya süresinde cevap vermemiş olmasının delil bildirme ve savunmasını ispat etme hakkını ortadan kaldırmayacağı, davaya süresinde cevap verilmemesinin sonucunun, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamının inkar edilmesi olup süresinde davaya cevap vermeyen davalının, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 145/1. maddesindeki hal dışında, davacıya kusur isnat edemez ise de, davacının iddiasını dayandırdığı vakıaların gerçekte meydana gelmediğine yönelik olarak kanunda belirtilen süre içinde olmak şartıyla delil bildirebileceği, aksinin kabulü halinde, bir kez cevap süresini kaçırmış veya davaya cevap vermemiş olan davalının bundan sonra delil bildirmesinin mümkün olmayacağı sonucunu doğuracağı, bu durumun 6100 Sayılı Kanun`un 27. maddesinde yer alan hukuki dinlenilme hakkını zedeleyeceği, tarafların, dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları "belge" niteliğindeki delillerini sunmaları için ön inceleme duruşmasında iki haftalık kesin süre verilmesinin kanuni olarak mümkün iken, anlaştıkları ve anlaşamadıkları konular henüz belirlenmeden taraflardan, ön inceleme duruşmasından önce davanın daha başında ( tensiple ) " tanık bildirmelerini" beklemenin doğru olmadığı gibi bu yönde tensiple kesin süre verilse bile, hukuki sonuç doğurmayacağı,çünkü delilin çekişmeli vakıalar için gösterileceği, taraflar arasındaki çekişmeli hususların ise ön inceleme duruşmasında belirleneceği, tahkikatın tespit edilen çekişmeli hususların çözümü için yürütüleceği, davalıya tanıklarını göstermesi için süre verilmesi, gösterdiği takdirde, tanıkları savunması çerçevesinde dinlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozma kararı verilmiştir.

İlk derece mahkemesince, davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri, savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde yer alması gerektiği, cevap dilekçesinde savunmanın dayanağı bütün vakaları göstermediği gibi bunları hangi delille ( tanık ) ispat edeceğini de yazmadığı, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkimin, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamayacağı ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamayacağı, kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkimin, kendiliğinden delil toplayamayacağı tarafların, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceği, taraflarca getirilme ilkesi ile 6100 Sayılı Kanun`un 145. maddesi birlikte değerlendirildiğinde davalının 4721 Sayılı Kanun`un 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı içerisinde davranmadığı, cevap dilekçesi ile delil bildirebileceği en azından tanık delilinin mevcut olduğunu belirtip isim yazmaması halinde istenen sürenin verilebileceği, özellikle boşanma davalarında davayı uzatarak boşanmanın ferileri bakımından vazgeçme yolu ile sonuçlanması için usul hükümlerini hiçe sayacak şekilde yargılamayı uzatmaya yönelik istek ve taleplerin savunma hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği, tanık deliline süresi içerisinde dayanılmadığı sonradan getirilen bu savunmanın da davayı uzatmaya yönelik hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçeleri ile önceki hükümde direnilmesi ve davanın kabulü kararı verilmiştir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddesinin birinci fıkrasının f bendindeki iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği, “Belgelerin birlikte verilmesi” başlıklı 121. maddesindeki dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunluluğu, “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddesinin e bendindeki savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği, “Tarafların ikinci dilekçeleri” başlıklı 136. maddesinin 2. fıkrasındaki davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine dair hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacağına dair hüküm, “Ön incelemenin kapsamı” başlıklı 137. maddesinin 1. fıkrasındaki dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı ön incelemede, dava şartlarını ile ilk itirazların incelenip, uyuşmazlık konularının tam olarak belirlenerek, hazırlık işlemleri ve tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir, “Ön inceleme duruşması” başlıklı 140. maddesinin 5. fıkrasındaki ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir, bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir, “Sonradan delil gösterilmesi” başlıklı 145. maddesinde taraflar, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler, ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir, “İspat hakkı ve karşı ispat” başlıklı 189. ve 191. maddelerinde taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir, diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir, “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesinde taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur, “Tanık gösterme şekli” başlıklı 240. maddesinin 2. fıkrasındaki ve 243. maddesinin 1. fıkrasındaki tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar, bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez, tanık davetiye ile çağrılır, ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir, şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir, biçimindeki hükümler dikkate alındığında, dosya kapsamına göre, taraflar arasındaki boşanma davasının yargılaması sırasında davaya cevap veren davalının cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunarak davacının iddialarını inkara yönelik açıklamalar yaptığı, ancak dava ile ilgili herhangi bir delil bildirmediği, mahkemece dosya kapsamındaki mevcut delillere göre davacı davasını ispatladığından davanın kabulüne karar verildiği, yukarda açıklanan 6100 Sayılı Kanun hükümlerinin değerlendirmesinden mahkemece ulaşılan kabul hükmü yerinde olduğundan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum. İlk derece mahkemesi kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.
Old 24-11-2017, 14:19   #62
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

YHGK Esas : 2014/2-936 Karar : 2016/597 Tarih : 11.05.2016 BOŞANMA SEBEBİYLE MANEVİ TAZMİNAT
MANEVİ TAZMİNAT MİKTARININ TAKDİRİ ( Boşanmada Tam Kusurlu Eş Aleyhine )
TEDBİR NAFAKASI

Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık; tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları ile kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırının ağırlığı dikkate alındığında, TMK`nun 174/2. maddesi uyarınca davalı kadın yararına takdir edilen 200.000,00 TL manevi tazminatın fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Somut olayda, 1979 yılından beri evli olan ve yetişkin iki çocukları bulanan taraflardan davalı kocanın genç yaştaki sekreteri ile ilişkiye girerek evini terk etmesinin,
evlilik birliği devam ederken başka bir kadından çocuk sahibi olmasının,
bu durumun her ikisi de öğretmen olan ve eğitim camiasında tanınan çiftin çevrelerince duyulmuş olmasının ve sadakatsiz davranışların uzun yıllar boyunca devam etmiş olmasının TMK’nun 174/2. maddesi anlamında kadının kişilik haklarına saldırı oluşturacağı her türlü duraksamadan uzak olup,
davacının yaşadığı olayların ve aldatılmış olmanın verdiği üzüntü ve utanç duygusu nedeniyle ruhsal dengesinin bozulduğu, sosyal çevresinde onur kırıklığı yaşadığı açıktır.

Bu durumda, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, yaşam koşulları ve paranın alım gücü de dikkate alındığında, yerel mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yerinde ve dosya kapsamına uygundur.fk
TMK.174, 197
---
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI: ---

Taraflar arasındaki “nafaka ile karşılıklı boşanma ve ferîleri” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

İstanbul 1. Aile Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, davacı kadın tarafından açılan ve birleştirilerek görülen boşanma davasının kabulüne, kocanın açtığı boşanma davasının ise reddine dair verilen 28.02.2012 gün ve 2009/866 E., 2012/64 K. sayılı kararın incelenmesi davalı- davacı (koca) vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi`nin 21.03.2013 gün ve 2012/20573 E., 2013/7758 K. sayılı ilamı ile;

(...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Boşanmada manevi tazminatın amacı, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın, bozulan ruhsal dengesini telafi etmek, manevi değerlerindeki eksilmeyi karşılamaktır. Onun için, kişilik haklarını ihlal eden fiille, tazminat miktarı arasında makul bir oranın bulunması gerekir. Bir tarafın zenginleşmesine yol açacak sonuçlar doğurur miktarda manevi tazminat takdiri, müesseseyi amacından saptırır.

Hakim, tazminat miktarını saptarken, bir yandan kişilik hakları zedelenen tarafın, ekonomik ve sosyal durumunu ve boşanmada kusuru bulunup bulunmadığını ve varsa kusur derecesini, fiilin ağırlığını; öbür yandan da, kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusur derecesini, ekonomik ve sosyal durumunu göz önünde bulundurmak zorundadır. Açıklanan ilkeler gözetildiğinde davacı-davalı kadın yararına takdir edilen manevi tazminat miktarı orantısız ve çoktur. Daha uygun miktarda tazminat takdiri gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır...)

gerekçesiyle hüküm manevi tazminat yönünden oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl dava; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu`nun (TMK) 197/3. maddesi uyarınca tedbir nafakası, birleştirilen davalar ise ayrı ayrı evlilik birliğinin sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma ve ferîlerine ilişkindir.

Davacı (kadın) vekili, asıl dava dosyasında davalı kocanın kusuru nedeniyle tarafların uzun süredir ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tedbir nafakası isteğinde bulunmuş,

Mahkemenin 2011/71 esasında açılıp eldeki dava ile birleştirilen dava dosyasında ise; tarafların 1979 yılında evlendiklerini, reşit iki çocuklarının bulunduğunu, eşlerin matematik öğretmeni olarak hayata başladıklarını, evliliklerinin ilk yıllarında olağanüstü çalışarak ailenin yaşam standardını yükselttiklerini, özel ders verdiklerini, davalının bu konuda uzmanlaşarak eşinin de desteği ile kitaplar çıkardığını, tüm Türkiye`de tanınan bir kişi olduğunu,
bu arada davacının l990 yılında eşinin baskılarıyla öğretmenlikten ayrıldığını, kurdukları şirketin bütün işlerini yüklenerek günün l0-12 saati çalıştığını, ayrıca çocukların bakımını üstlendiğini, oturdukları evi ve davalı adına kayıtlı olan taşınmazları satın aldıklarını,
ancak davalı kocanın l999 yılında evi terk ederek çocuğu yaşındaki sekreteriyle birlikte yaşamaya başladığını, birlikte yaşadığı hanımdan bir çocuğunun olduğunu,
davacının yaşananları öğrendiğinde kocasının sevgilisi tarafından dershaneden tartaklanarak kovulduğunu, davalının ise duruma seyirci kaldığını, olaylar sonucunda davacı ve çocuklarının depresyona girdiklerini, tedavi görmek zorunda kaldıklarını,
davalı eşi ve birlikte yaşadığı kadının hakaretlerine maruz kalan davacının, kendi şirketinden kovulduğunu, onuru ve kişilik haklarının ağır şekilde zedelendiğini, ortağı olduğu şirketin tüm gelir ve hesaplarının davalı kocanın tasarrufunda olduğunu,
davalının iki adet villadan oluşan binaların birinden 5.000 USD civarında kira aldığını, diğer villada ise özel ders vererek ayda 40.000 TL gibi bir gelir elde ettiğini, yüklü banka hesapları bulunduğunu, son derece lüks bir hayat yaşadığını, birlikle yaşadığı kadına ev ve araba aldığını, ona yüksek mali standart sağladığını,
çocukları ve eşine ise zaman içerisinde tüm maddi-manevi desteğini kestiğini, davalı kocanın tek taraflı ve ağır kusuru nedeniyle evlilik birliğinin çekilmez bir hal aldığını belirterek, davalı kocanın açtığı boşanma davasının reddi ile kendi açtıkları davanın kabulüne; tarafların boşanmalarına, davacı kadın için 500.000,00 TL maddi, 500.000,00 TL manevi tazminat ile nafakaya hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı (koca) vekili, davacının gelirlerinin bulunduğunu, mevcut imkanları ile sosyal yaşamını rahatlıkla sürdürdüğünü, nafakaya ihtiyacının bulunmadığını belirterek asıl davanın reddine karar verilmesini talep etmiş,

Mahkemenin birleştirilen 2009/991 esas sayılı dosyasında ise; tarafların 10 yılı aşkın süredir ayrı yaşadıklarını, yoğun ve sıkıntılı çalışma temposuna sahip olan müvekkilinin eşi ile aralarındaki uyumsuzluklar nedeniyle müşterek hayatı sürdüremez hale geldiğini ve evden ayrıldığını, müşterek hayatın yeniden kurulmasının mümkün olmadığına kanaat getirdikten sonra da başka bir kadınla hayatını birleştirdiğini, bu birliktelikten bir çocuğunun olduğunu,davacı eşinin bu durumu bildiği halde boşanma davası açmadığını,
evlilik birliğinin yeniden kurulmasının mümkün olmadığını, usulen var olan birliğin sonlandırılması gerektiğini belirterek, tarafların TMK`nun 166. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece; davalı kocanın sadakatsiz davranışları nedeniyle evlilik birliğinin çekilmez hal aldığı ve kocanın ağır kusurlu olduğu gerekçesi ile
davacı Öğretmen tarafından açılan boşanma davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına,
yine davacı kadın tarafından açılan nafaka davasının kısmen kabulüyle aylık 2.000,00 TL tedbir nafakasına,
boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren aylık 2.500,00 TL yoksulluk nafakasına, 350,000,00 TL maddi tazminat ile 200,000,00 TL manevi tazminatın davalı kocadan tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine,
davacının 600,000 TL nakit para ya da emsal taşınmaz istemine ilişkin olarak karar verilmesine yer olmadığına, davalı - davacı ... tarafından açılan boşanma davasının ise reddine karar verilmiştir.

Davalı- davacı (koca) vekilince hüküm; kusur belirlemesi, nafakalar ve tazminatlar yönünden temyiz edilmiş,

Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece; tarafların İstanbul gibi pahalı bir şehirde yaşadıkları, takdir edilen manevi tazminatın orantısız olmadığı, zenginleştirmeye neden olmayacağı, davacı kadının uzun yıllar boyunca davalının kusurlu davranışlarına maruz kaldığı, kusursuz olan kadının yaşam şartları, paranın alım gücü ve ekonomik koşullara göre takdir edilen manevi tazminat miktarının uygun olduğu gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı- davacı (koca) vekili temyize getirmiştir.

Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık; tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları ile kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırının ağırlığı dikkate alındığında, TMK`nun 174/2. maddesi uyarınca davalı kadın yararına takdir edilen 200.000,00 TL manevi tazminatın fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Görüldüğü üzere, boşanmaya neden olan olaylarda davalı kocanın tamamen kusurlu olduğu yönündeki yerel mahkemenin kabulü onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, uyuşmazlık hükmedilen manevi tazminatın miktarı ile sınırlıdır.

Boşanmanın fer`i sonuçlarından biri olan manevî tazminat TMK`nun 174/2. maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan düzenlemeye göre;
“ Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

Manevi tazminat, bozulan manevi dengenin yeniden sağlanması için kabul edilmiş bir tatmin (veya telafi) yöntemi olup, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi halinde manevi tazminata hükmedilir.

Kocanın eşini, başka bir kadınla aldatması, ağır hakaret hallerinde, kişilik haklarına saldırının varlığı kabul edilmektedir. Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde ise, kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ve tarafların sosyal ve ekonomik durumları etkili ölçüttür.( Hukuk Genel Kurulu`nun 14.04.2010 gün ve 2010/2-203 E., 2010/220 K. sayılı ilamı).

Somut olayda, 1979 yılından beri evli olan ve yetişkin iki çocukları bulanan taraflardan davalı kocanın genç yaştaki sekreteri ile ilişkiye girerek evini terk etmesinin, evlilik birliği devam ederken başka bir kadından çocuk sahibi olmasının, bu durumun her ikisi de öğretmen olan ve eğitim camiasında tanınan çiftin çevrelerince duyulmuş olmasının ve sadakatsiz davranışların uzun yıllar boyunca devam etmiş olmasının TMK’nun 174/2. maddesi anlamında kadının kişilik haklarına saldırı oluşturacağı her türlü duraksamadan uzak olup, davacının yaşadığı olayların ve aldatılmış olmanın verdiği üzüntü ve utanç duygusu nedeniyle ruhsal dengesinin bozulduğu, sosyal çevresinde onur kırıklığı yaşadığı açıktır.
Bu durumda, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, yaşam koşulları ve paranın alım gücü de dikkate alındığında, yerel mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yerinde ve dosya kapsamına uygundur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, takdir edilen manevi tazminat miktarının tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına nazaran orantısız ve çok olduğu, yerel mahkemece verilen direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen sebeplerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Açıklanan bu nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

S O N U Ç : Davalı- davacı (koca) vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, oyçokluğuyla karar verildi.


YHGK 11.05.2016 - K.2016/597
____________ oOo ____________
Old 29-06-2018, 17:29   #63
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
Y A R G I TA Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO: KARAR NO:
2016/16231 2018/5005
TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I


3- Tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
a-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-davacı erkeğin tüm, davalı-davacı kadının ise aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

b-Mahkemece; davalı-davacı erkeğin, davacı-davalı kadına fiziksel şiddet uyguladığı iddiasının, kesinleşen ceza dosyası dikkate alınarak davacı-davalı erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği belirtilerek tarafların belirlenen diğer kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları kabul edilmiştir. Davacı-davalı kadın tarafından delil olarak dayanılan ceza davası dosyası incelendiğinde; kadının olay tarihinden üç gün sonra adli rapor alması sebebiyle kadına ait adli raporda belirlenen yaralanmanın erkek eş tarafından gerçekleştirildiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle davalı-davacı erkeğin beraatine karar verildiği anlaşılmaktadır. Türk Borçlar Kanununun 74. maddesi gereğince, ceza mahkemelerinin beraat kararları hukuk hakimini bağlamaz.

Yapılan yargılama ve toplanan deliller ve tanık beyanları ile de desteklendiği üzere, tarafların mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında davalı-davacı erkeğin davacı-davalı kadına fiziksel şiddet uyguladığı da anlaşılmaktadır. O halde; boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-davacı erkek davacı-davalı kadına nazaran ağır kusurludur. Bu husus gözetilmeden tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü doğru olmamıştır.

c-Yukarıda 3/b bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Boşanmaya sebep olan olaylar kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gibi, davacı-davalı kadın boşanmakla en azından eşinin maddi desteğini yitireceğinden, kadın yararına TMK m.174/1-2 koşulları oluşmuştur. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m.4, TBK. 51) dikkate alınarak davacı- davalı yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
d-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı-davalı kadın yararına takdir edilen yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanununun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

e-Davacı-davalı kadının yoksulluk nafakasına her yıl (ÜFE oranında) artırım uygulanması talebi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi de (HMK m.26) usul ve kanuna aykırı olup, hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 3-b, 3-c, 3-d ve 3-e bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, ..... karar verildi. 16.04.2018(Pzt.)
Old 07-08-2018, 18:15   #64
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/2-1576
K. 2018/207
T. 14.2.2018
• BOŞANMA SONUCU MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Hâkim Tazminat İsteyen Taraftan Gerekli Açıklamaları Aldıktan Sonra Koşulları Varsa TMK'nın 174. Md.sinin Birinci Fıkrası Gereğince Oluşacak Zararı Takdir Edeceği )
• ZARAR KAVRAMI (Mal Rejimi Eşya veya Ziynet Alacağına Dair Talepler Yine İşten Ayrılma Sebebiyle Tazminat Kira Eşe Verilen Borcun Geri Ödenmesi Düğün Doğum Nikah Gideri Gibi İstemler TMK'nın 174. Md.sinin Birinci Fıkrası Kapsamında Oluşan Zarar Kavramı İçinde Sayılmadığı )
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Boşanma Sonucu - Hâkim Tazminat İsteyen Taraftan Gerekli Açıklamaları Aldıktan Sonra Koşulları Varsa TMK'nın 174. Md.sinin Birinci Fıkrası Gereğince Oluşacak Zararı Takdir Edeceği )
4721/m.174
6098/m.50
ÖZET : Dava, boşanma sonucu maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Yargıtay uygulamasında mal rejimi, eşya veya ziynet alacağına dair talepler, yine işten ayrılma sebebiyle tazminat, kira, eşe verilen borcun geri ödenmesi, düğün, doğum, nikah gideri gibi istemler TMK'nın 174 maddesinin birinci fıkrası kapsamında oluşan zarar kavramı içinde sayılmamaktadır. Bu nedenledir ki, hâkim tazminat isteyen taraftan gerekli açıklamaları aldıktan sonra, koşulları varsa TMK'nın 174. maddesinin birinci fıkrası gereğince oluşacak zararı yukarda belirten ölçütleri de dikkate alarak takdir edecektir.

-----

KARAR :
....

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacı ( kadın ) lehine TMK'nın 174/1. maddesi uyarınca hükmedilen 40.000 TL maddi tazminatın çok olup olmadığı noktasındadır.

Görüldüğü üzere, boşanmaya neden olan olaylarda davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu, davacı kadının ise az kusurlu olduğu yönündeki yerel mahkemenin kabulü onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Uyuşmazlık konusu olan ve boşanmanın feri sonuçlarından biri olan maddi tazminat 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 174/1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hüküm, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini...” düzenlemiştir. Bu hüküm gereğince, maddi tazminata hükmedilebilmesi için temel koşul, tazminat isteyen tarafın boşanmada kusursuz veya daha az kusurlu olması ve boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmiş bulunmasıdır.

Hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış sonucu hakkı ihlal edilenin zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir. Ancak, TMK'nın 174/1. maddesi, genel tazminat esaslarından ayrılmış ve kendisine özgü kural getirmiştir.

Haksız fiil tazminatının temel unsuru olan “gerçek zararın belirlenmesi” koşulu, aile hukukunda, borçlar hukukundaki düzenlemeden farklıdır. Eşler arasındaki ilişkinin özelliği itibarıyla burada gerçek zararı tam olarak belirlemek her zaman mümkün olmamaktadır.

Bu özelliği nedeniyle, Kanun, menfaati zedelenene, uygun bir tazminat verileceğini açıklamıştır. Hâkim tazminat miktarını takdir ederken kusurun ağırlığını, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını, evlenme şanslarını, ortalama yaşam sürelerini, yaşam seviyelerini ve geçim koşullarını göz önünde tutarak makul ve herkesçe kabul edilebilir bir miktar belirlemelidir.

Kanun mevcut veya beklenen menfaatin neler olduğunu göstermemiştir. Mevcut menfaatin belirlenmesinde ölçü, genel olarak evlilik birliğinin eşlere sağladığı yararlardır. Beklenen menfaatler de evliğin devamı hâlinde eşlerden birinin diğerine gelecekte sağlaması muhtemel olan çıkarlardır. Bu bağlamda şunu ifade etmek gerekir ki boşanmakla bir eş, en azından, diğer eşin desteğini kaybedecektir. Boşanan eş, kurulu bir evlilik düzeni içinde sağlayabileceği her ekonomik yarardan yoksun kalarak yeni bir düzen kurması zorunda kalmaktadır. İlişkinin niteliği itibariyle ekonomik yararlar da değişeceğinden, mevcut ve beklenen menfaatler itibariyle zararı belirlemek güç olsa da hakkaniyet eksenli olarak hâkime fikir de verecektir.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Yargıtay uygulamasında mal rejimi, eşya veya ziynet alacağına dair talepler, yine işten ayrılma sebebiyle tazminat, kira, eşe verilen borcun geri ödenmesi, düğün, doğum, nikah gideri gibi istemler TMK'nın 174 maddesinin birinci fıkrası kapsamında oluşan zarar kavramı içinde sayılmamaktadır.

Bu nedenledir ki, hâkim tazminat isteyen taraftan gerekli açıklamaları aldıktan sonra, koşulları varsa TMK'nın 174. maddesinin birinci fıkrası gereğince oluşacak zararı yukarda belirten ölçütleri de dikkate alarak takdir edecektir. Somut olayda; tarafların 28.04.2007 tarihinde evlendiği ve ilk boşanma davasının eldeki dosya davalısı erkek tarafından 2010 yılında açıldığı, o tarihten beri ayrı yaşadıkları, dosyada bulunan sosyal ve ekonomik durum araştırma raporlarına göre; davacı kadının İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Tanıtım Bölümü Bölgeler ve Rehberlik İletişim Müdürü olarak görev yaptığı, 2012 yılı Ekim ayı itibariyle net 5431.18 TL maaş aldığı, davalının ise ilaç mümessili olduğu, aylık 3.640,-TL brüt maaş aldığı, işyeri uygulamasına göre çalışanın hedeflerine ulaşması hâlinde 20.000,-TL yıllık brüt prim ödendiği anlaşılmaktadır.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde dosya kapsamına, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre, davacı kadın yararına hükmedilen maddi tazminat miktarı çok olup, mahkemece TMK'nın 4. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu'nun 50. vd. maddeleri dikkate alınarak daha uygun bir tazminata hükmedilmesi gerekir.

Açıklanan sebeplerle Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.02.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kazancı
Old 10-01-2019, 15:16   #65
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/2-1905
K. 2017/1220
T. 25.10.2017

• BOŞANMA DAVASI (Davalı Kocanın Bağımsız Konut Temininden Kaçındığı - Ailesinin Davacıya ve Tarafların Evliliğine Müdahalelerine Kayıtsız Kaldığı/Eşini Baba Evine Gönderip Birlikte Yaşamaktan Kaçındığı/Davanın Kabul Edilmesi Gerektiği)

• BAĞIMSIZ KONUT EDİNMEYEN KOCA (Davalı Kocanın Annesinin Davacı Eşe Karşı Olumsuz Söz ve Davranışlarda Bulunduğu - En Son Davacı Kadının Baba Evine Bırakıldığı Bu Suretle Davalının Birlikte Yaşamaktan Kaçındığı/Boşanma Davasının Kabulü Gerektiği)

• BABA EVİNE BIRAKILAN KADIN (Davalı Kocanın Bağımsız Konut Temininden Kaçındığı - Ailesinin Davacıya ve Tarafların Evliliğine Müdahalelerine Kayıtsız Kaldığı/Eşini Baba Evine Gönderip Birlikte Yaşamaktan Kaçındığı/ Boşanma Davasının Kabulü Gerektiği)
4721/m.166

ÖZET : Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma ve ziynet alacağı istemine ilişkindir. Davalı erkek tarafından bağımsız bir konut açılmadığı, davalının annesinin davacı eşe karşı olumsuz söz ve davranışlarda bulunduğu, bu hususun mahkeme gerekçesinde de “…davacının evden ayrıldığı gün davacının annesine "kızınız ocağımızı yıktı, zaten çocuğun ölmesini bekliyoruz, ocaktaki yemeği bile alıp pişiremiyor.” şeklindeki olumsuz ve kabul edilemez konuşması dışında…” şeklindeki cümlelerle kabul edildiği, en son davacı kadının baba evine bırakıldığı, bu suretle davalının birlikte yaşamaktan kaçındığı ve tüm bu olguların tanık beyanlarıyla doğrulandığı anlaşılmaktadır. Bu hâlde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde ret kararı verilmiş olması doğru değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki “boşanma ve ziynet alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Rize Aile Mahkemesince her iki davanın reddine dair verilen 22.04.2014 gün ve 2013/216 E., 2014/133 K. sayılı kararının davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 03.03.2015 gün ve 2014/19103 E., 2015/3342 K. sayılı kararı ile:

(… 1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı (kadın)'ın ziynet eşyasının iadesi talebinin kabulü gerektiği yönündeki temyiz itirazları yersizdir.

2-)Davacı (kadın)'ın diğer yönlere dair temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davalı (koca)'nın bağımsız konut temininden kaçındığı, ailesinin davacıya ve tarafların evliliğine müdahalelerine kayıtsız kaldığı, eşini baba evine gönderip birlikte yaşamaktan kaçındığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre boşanmaya (TMK.md 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma ve ziynet alacağı istemine ilişkindir.

Davacı kadın vekili davalının bağımsız ev açmadığını, davalının ailesinin müvekkilini hor gördüğünü, davalının da buna ses çıkarmadığını, gördüğü manevi şiddetin etkisiyle müvekkilinin hamileliğinin düşükle sonuçlandığını, 22.05.2013 tarihinde müvekkilinin baba evine bırakıldığını ve tarafların bu şekilde ayrıldıklarını ileri sürerek boşanma kararı verilerek 500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 30.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini, ziynet eşyalarının da kendisine verilmemesi sebebiyle ziynet eşyalarının aynen iadesi olmadığı takdirde bedelini istemiştir.

Davalı erkek vekili tarafların kaçarak evlenmeleri üzerine ani gelişen bu durum karşısında ve müvekkilinin sabit bir gelirinin olmaması sebebiyle tarafların davalının ailesi ile birlikte yaşadıklarını, davacının düşük yapması yönündeki iddiaların da doğru olmadığını, ziynet eşyalarının davacıdan hiçbir zaman alınmadığını, taraflar arasında herhangi bir geçimsizlik olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel Mahkemece müşterek evde bulunan ve davacının da kendisine ait olduğunu kabul ettiği günlükte açık olarak taraflar arasında bir sorun olmadığı, davacının davalıyı çok sevip her yönüyle ona destek olduğunun belirtildiği, davalının ailesine yönelik bir olumsuzluktan bahsedilmediği, aksine davacının kendi babasının baskıcı birisi olduğuna dair olumsuz ifadelerin bulunduğu, dinlenen tanık beyanlarında da taraflar arasında geçimsizlik olduğuna dair bir beyan olmadığı, tarafların kaçarak evlenmiş olmaları ve davalının düzenli maaş ve gelirinin olmaması karşısında bağımsız bir konutta oturamayacaklarının davacı kadın tarafından bilindiği, kadının bu yönde TMK'nın 195. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bir talebinin de olmadığı, davalının annesinin, davacının annesine ”kızınız ocağımızı yıktı, zaten çocuğun ölmesini bekliyoruz, ocaktaki yemeği bile alıp pişiremiyor.” şeklindeki konuşması dışında olumsuz tutumunun dosyaya yansımadığı, davalının bunu tasvip edip “ailemin aldığı karara saygılıyım, boşanacağız.” dediğinin de var kabul edilmediği, zira davalının evden bilerek babasının evine gönderilip ardında da telefonların kapatıldığı hususunun hayatın olağan akışına uygun olmadığı gerekçesiyle davacı tarafça açılan boşanma davasının ve ispat edilemeyen ziynet alacağı davasının reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle boşanma davasının reddine dair direnme kararı verilmiş, verilen kararı davacı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının dava açmakta haklı olup olmadığı; burada varılacak sonuca göre davacının boşanma davasının kabul edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce mahkemece davacı kadın lehine ara kararla TMK'nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakası yönünden 22.04.2014 tarihli ilk kararın hüküm kısmında olumlu-olumsuz bir ibare bulunmamasına rağmen, direnmeye konu 30.06.2015 tarihli kararda “Mahkememizin 21/07/2013 tarihinde hükmettiği tedbir nafakasının karar tarihi olan 30/06/2015 tarihinden olmak üzere 250,00 TL'ye indirilmesi ile; hükmün kesinleşmesi tarihine kadar bu bedelin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine” şeklinde hüküm kurulduğu, bu suretle önceki kararla direnme kararının hüküm fıkralarındaki uyumsuzluğun usuli bir sorun teşkil edip etmediğ ön sorun olarak tartışılmış, direnme hükmünün davanın reddine dair olduğu, tedbir nafakası hususunu kapsamadığı, en önemlisi TMK'nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakasının talebe bağlı olmaksızın (re'sen) takdir edilmesi ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınabilmesi özelliği karşısında ilk karar ile direnme kararı arasındaki bu farklılığın bir çelişki yaratmayacağı, dolayısıyla ön sorun bulunmadığı oyçokluğu ile kabul edilmiş ve işin esasına geçilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır:

4721 Sayılı Türk Medenî Kanunu (TMK)'nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.”

hükmünü içermektedir.

Anılan madde gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanmaya karar verilebilmesi için; başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hale gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alıntılanan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş bir çok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hakime takdir hakkı tanımaktadır.

Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Nitekim benzer ilkeye HGK'nın 04.12.2015 gün ve 2014/2-594 E., 2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olması durumunda, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı bulunmaktadır (TMK m. l66/II).

Bu düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir.

Gerçekten, TMK. m. l66/II son cümleye göre itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı erkek tarafından bağımsız bir konut açılmadığı, davalının annesinin davacı eşe karşı olumsuz söz ve davranışlarda bulunduğu, bu hususun mahkeme gerekçesinde de “…davacının evden ayrıldığı gün davacının annesine "kızınız ocağımızı yıktı, zaten çocuğun ölmesini bekliyoruz, ocaktaki yemeği bile alıp pişiremiyor.” şeklindeki olumsuz ve kabul edilemez konuşması dışında…” şeklindeki cümlelerle kabul edildiği, en son davacı kadının baba evine bırakıldığı, bu suretle davalının birlikte yaşamaktan kaçındığı ve tüm bu olguların tanık beyanlarıyla doğrulandığı anlaşılmaktadır.

Bu hâlde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde ret kararı verilmiş olması doğru değildir.

Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.10.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kazancı
Old 09-09-2019, 20:54   #66
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Dilekçelerin verilmesi aşamalarında usulüne uygun olarak süresinde ileri sürülmeyen ve dayanilmayan vakialar kusur belirlenmesinde nazara alınamaz... Yargıtay 2 hukuk dairesi 2019/328 esas 2019/4155 karar.
Old 19-10-2023, 18:10   #67
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Aile konutunun anahtarini ailesine vererek evin manevi bagimsizligini ihlal eden eş kusurlu olup bosanma karari verilmelidir.
Yargitay 2.H,D. 2020/2101 esas 2020/3085 karar
Old 05-11-2023, 22:58   #68
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Esiyle ilgilenmeyen,hamilelik ve dogum surecinde yaninda olmayan koca tam kusurlu olup bu kusur ayni zamanda kadinin kisilik haklarina saldiri teskil etmektedir.
Yargitay 2. HD 2020/1277 Esas
2020/2521 Karar
Old 26-02-2024, 20:44   #69
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Haklı bir neden yokken Evi terkeden ve birlikte yaşamaktan kaçınan kadın /eş tam kusurludur. Yargıtay 2.HD 2015/5079 esas 2015/21791 Karar
Old 19-03-2024, 01:01   #70
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Müşterek çocuğa şiddet uygulamak kusur ve boşanma sebebidir.

Yargıtay 2. HD 2021/2156 esas 2021/3489 karar

Yargıtay 2.HD 2022/4440 esas 2022/6723 karar
Old 02-04-2024, 22:44   #71
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

HGK 2017/1906 Esas 2018/112 Karar

Sadakatsizlige tepki olarak sarfedilen hakaretler kadına kusur olarak yüklenemez.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İŞ KAZALARI ve maddi manevi tazminat davaları tunca07 İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Çalışma Grubu 13 26-12-2014 18:50
boşanma maddi ve manevi tazminat av.asen öznur Meslektaşların Soruları 2 28-02-2009 18:21
maddi-manevi tazminat olcsvl Meslektaşların Soruları 5 14-05-2007 13:56
Boşanmada Maddi Ve Manevi Tazminat sumru Hukuk Soruları Arşivi 4 17-10-2003 11:00
Maddi Ve Manevi Tazminat Davası kamilserdar Hukuk Soruları Arşivi 1 17-02-2002 01:50


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07239199 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.