|
Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun] |
16-11-2013, 21:26 | #361 |
|
Tamam iade ettik diyelim bahse konu maddenin iptali için dava açıldı diye biliyorum, madde iptal olursa iade ettiğimiz ücreti nasıl geri istiyeceğiz?
Bir de iade ederken idare iadeyi nasıl talep edecek icra takibi ile mi? Bir de icra vekalet ücreti ödersek şaşmam inanın. |
19-11-2013, 14:37 | #362 | |||||||||||||||||||||||
|
Üstad, bence Yargıtay 5. H.D. size iyilik yapmış.Zira daha önce sıklıkla yaptığı gibi vekalet ücreti yönünden kararı düzelterek onayabilir ve kararınız da kesinleşirdi.
Tahmin ediyorum, Anayasa Mahkemesi kararının da beklenildiğini düşünerek "Bozma" kararı vermiş ve size biraz daha zaman kazandırmış.
|
19-11-2013, 18:03 | #363 |
|
Pekiii. 1983'den sonra imar planında önce okul sonra (2011'de) otopark alanı olarak ayrılan gayrimenkul için idari yargıya gideceğiz. Ama nasıl. Sadece kullanamamaktan dolayı tazminat mı? Yada arazinin idare adına tescili talepli tazminat mı? Dava değeri "ne kadar" ve "neye oranla" belirtilecek.(önce değer yönünden tespit mi yaptırılmalı)
Kısacası; şu an itibari ile 1983 ve sonrası hukuki el atmada açılacak davadaki aşamalar ve sonuç nasıl olacak?... Yada olmalı... Saygılarımla... |
20-11-2013, 17:29 | #364 |
|
Merhaba,
Bu hafta içinde RED kararı ile sonuçlanan bir davamda, dosyaya Yargıtay 5HD'nin 2013/14809 Esas - 2013/18368 Karar sayılı ilamı sunuldu. Buna göre Yargıtay, hukuki el atmalarda, hiçbir tarih ayrımına girmeksizin; Anayasa Mahkemesi'nin 25.09.2013 tarihli kararındaki "kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyedliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerektiği, imar kısıtlamalarında taşınmaz zilyedliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yazlnızca malikin tasarruf yetkisinin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kaldığı, bu nedenle imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılabileceği" yolundaki saptamasına atıf yaparak adli yargının görevsiz olduğuna hükmetmiştir. Böylece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun devrim niteliğindeki 15.12.2010 tarihli kararından sonra, kanaatimce siyasi baskı ile yargıya geri adım attırılmıştır. Bu noktada, bahsi geçen davaların açılabilmesi için tamamlanması gereken "idari başvuru yollarının" ne olduğu (Kamulaştırma Kanunu'nun 6487 sayılı Kanun'la değişik Geçici 6. Madde hükmü) idare mahkemelerinde nasıl çözüme kavuşturulacağı, idare hakiminin sadece gelirden mahrum kalmak vb. gibi nedenlerle cüz'i bir tazminata mı yoksa taşınmazın gerçek bedeline mi hükmedeceği, idare adına tescilin ne şekilde olabileceği vs. gibi birçok soru ile başbaşa kalmış bulunuyoruz. Sürecin başından sonuna bakıldığında, Yargıtay 5 HD'nin hukuka bağlı kalma yolunda önemli bir irade sergilediğini ancak siyasi baskıyla sindirildiğini düşünüyorum. |
21-11-2013, 16:36 | #365 |
|
1983 sonrası el atmalarda uzlaşmanın dava şartı olup olmadığına dair bir gelişme var mı acaba? işimi garantiye almak için başvuruyorum ama zahmetli ve uzun bir süreç
|
22-11-2013, 09:54 | #366 |
|
Şu anda 6487 sayılı yasa kapsamında elimize ulaşmış herhangi bir yargıtay kararı bulunmamakla beraber gelinen noktada durum şu şekilde :
1- Yasanın yürürlük tarihinden (11 Haziran 2013) sonra açılacak davalarda (9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 arası fiili el atmalar için) uzlaşma dava şartı oldu. Bu husustaki davalarda uzlaşma başvurusu yapılmadan dava açılması halinde usulden red kararı verilmektedir. Bu tarihten(11 haziran 2013) önce açılmış davalar için yargılamaya devam edilecek. 4/11/1983 tarihinden sonra fiili el atma söz konusu ise bu davalar yasa kapsamı dışında sayılacak ve uzlaşma şartı aranmaksızın yargılamaya devam edilecek. 2-Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında(hukuki el atma), 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilecek. (Bu tür davalar artık idari yargıda görülecek, eldeki davalar için görevsizlik kararı verilecek) |
10-12-2013, 13:48 | #367 |
|
Sayın meslektaşlarım;
Hukuki el atmalara ilişkin olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinden görevsizlik kararlarını almış bulunmaktayım. Bilindiği üzere iyuk çerçevesinde 1 ay içerisinde idare mahkemesine dava açma süresi belirlenmiştir. Kafamı kurcalayan husus uzlaşma prosedürü. 1983 sonrası Hukuki el atmalarda uzlaşmanın dava şartı olduğunu kabul etmezsek sorun yok bu 1 aylık sürede idare mahkemesinde direk davamızı açabiliriz. Bir diğer görüşe uyup uzlaşmak için idareye başvurduğumuz da idare mahkemeleri "uzlaşma dava şartı değildir 1 aylık dava açma süresini geçmiştir" derse? Ayrıca zaten Asliye Hukuk Mahkemelerin de ki davaların ön inceleme aşamasında hepimiz uzlaşamadığımızı beyan etmedik mi Bu aşamadan sonra sizler ne şekilde yol izlemeyi düşünüyorsunuz? |
10-12-2013, 14:24 | #368 | |||||||||||||||||||||||
|
İYUK.m.13/2 birinci fıkraya öngörülen başvuru şartı aranmaz, demektedir. Eğer idare mahkemeleri özel düzenlemeyi bu kapsamda görürse, sıkıntı çıkmayacaktır. Ancak, İmar Kanunun 10. maddesi kapsamında tadilat ve kamulaştırma yapılması başvurusu ve bu talebin reddi işlemin iptali şeklinde bir gelişme yaşanacaksa; İYUK.m.10 kapsamında bir başvuru arayabilirler... |
10-12-2013, 15:34 | #369 |
|
Bence görevsizlik kararını temyiz edin böylece uygulama yerleşene kadar zaman kazanmış olur riske girmezsiniz
|
10-12-2013, 18:23 | #370 |
|
görevsizlik kararından sonrası
Mahkemeler 5.HD nin görüş değiştirmesinden sonra görevsizlik kararı vermeye başladılar Ancak bugün dönen bir dosyada 5.HD İSKİ aleyhine olan davayı görevden dolayı değil vekalet ücreti ve mahkeme masrafı yönünden bozmuş.Ayrıca Anayasa Mahkemesinin karar verme süresi Aralık Ayında doluyor.Temyiz etmekte fayda var diye düşünüyorum.Henüz oturmuş bir uygulama yok.
|
11-12-2013, 07:13 | #371 |
|
5.hd Karari
T.C.
YARGITAY 5. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2013/6544 KARAR NO : 2013/17585 Y A R G I T A Y İ L A M I MAHKEMESİ : Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 17/02/2011 NUMARASI : 2010/111-2011/114 DAVACI : ______ DAVALILAR : 1-DSİ Genel Müdürlüğü 2-İSKİ Genel Müdürlüğü Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi, davalı idareler vekilleri yönünden verilen dilekçeler ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: - K A R A R – Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idareler vekillerince temyiz edilmiştir. Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Büyükçekmece Gölü Havzası Mutlak Koruma Alanında kalan arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve bedelinin davalı İSKİ Genel Müdürlüğü'den tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; 1) Dava konusu 528 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi raporunda B harfi gösterilen 2232 m2'lik bölümü nedeniyle davacı tarafından davalı DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine Çatalca Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1988/258 esas 1991/37 karar sayılı dosyasında kamulaştırmasız el atma nedeniyle dava açıldığı ve taşınmazın 2450 m2'lik bölümüne el atılması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiği ve kararının kesinleştiği, dava konusu 529 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi raporunda D harfi ile gösterilen 2200 m2'lik bölümü içinde davacı tarafından yukarıda sözü edilen dosyasında 2150 m2'lik bölümü için verilen kararın kesinleştiği, yine dava konusu 530 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen 2167 m2'lik bölümü için, davacı tarafından davalı DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davalarında Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1988/258 esas 1991/37 karar ve Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/166 esas 1998/1324 karar sayılı dosyalarında sırası ile 1900 m2 ve 267 m2'lik bölümlerinin bedellerinin tahsiline karar verildiği ve 534 parsel sayılı dava konusu taşınmazın fen bilirkişi raporunda J harfi ile gösterilen 4793 m2'lik bölümü için davacı tarafından davalı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında Çatalca Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1988/258 esas - 1999/37 karar sayılı dosyası ile kabul kararı verildiği ve hükmün kesinleştiği anlaşıldığından, dava konusu 528, 530 ve 534 parseller yönünden davanın reddine, 529 parsel yönünden ise sadece daha önce bedeline hükmedilen bölümü dışında kalan bölüm yönünden kabulüne karar verilmesi gerekirken tümü yönünden davanın kabulüne karar verilmesi, 3) Kabule göre de; Davalı DSİ Genel Müdürlüğü harçtan muaf olmadığı halde aleyhine harca hükmedilmemesi, Doğru olmadığı gibi, 2) 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde değişiklik yapan ve 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21.maddesi ile "kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde, harç ve vekalet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınması gerektiğinden; Mahkeme kararının açıklanan nedenlerle davalı idareler vekillerinin temyiz itirazları doğrultusunda BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 10.10.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye N.Başsorgun E.Buyurgan A.Z.Tepedelenlioğlu Y.Tosun Ö.Avcı .../... |
11-12-2013, 15:02 | #372 |
|
Sayın Meslektaşlar,
Yargıtay 5. HD'nin 28.10.2013 tarihinde vermiş olduğu görevsizlik kararı bende mevcut ancak tarattığım için resim formatında olduğundan buraya ekleyemedim.Yardımcı olan olursa memnuniyetle kararı paylaşabilirim. Ayrıca bu kararla birlikte özellikle Gaziosmanpaşa, Çatalca mahkemelerinde ki dosyalarımız teker teker reddedilmeye başlandı.Hatta bekletici mesele olarak duran dosyalarımızı dahi reddetmek için yeniden gün vermeye başlayan kalemler de mevcut. |
14-12-2013, 15:30 | #373 |
|
Yeni açılacak davalarda, 1983 sonrası fiili el atmaya ilişkin bir taşınmaz için uzlaşma şartı aranıyor mu bilgisi olan arkadaşlar cevap verirseniz sevinirim.
Bunu şundan soruyorum karar düzeltmede olan 1983 sonrası fiili el atmaya ilişkin bir davam Y. 5.HD. tarafından vekalet maktu olacak diye bozuldu. |
16-12-2013, 12:13 | #374 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Ümitkar 6487 Sayılı Kanunda 09.10.1956-04.11.1983 tarihleri arasında olan fiili el atmalar için uzlaşma dava şartı olarak öngörülmüştür. 1983 tarihinden sonraki fiili el atmalarda ise aynı kanunun 10. fıkrasında "Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı, bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler.." gereğince, biz tüm derdest dosyalarımıza mahkemeye ve idareye uzlaşmak istemediğimize dair beyan sunduk. Maktu vekalete gelince bizde de kurumların beyanları doğrultusunda maktu çıkanlar oldu ancak yine 6487 sayılı kanunda geçen "Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir" fıkrası uyarınca nispi miktarda yatırdığımız harçların iadesini talep ettik ve mahkemeler olumlu karar verdi. |
17-12-2013, 15:07 | #375 |
|
Değerli meslektaşlarım, öncelikle herkese iyi çalışmalar dilerim.
Hukuki el atmadan kaynaklanan kamulaştırmasız el atma davalarının bundan böyle idari yargıda görüleceği hususunda artık bir tereddüt kalmadı. Zira gerek 5. Hukuk Dairesi'nin gerekse 18. Hukuk Dairesi'nin kararları bu yönde. Sayın meslektaşalarıma idari yargıda açılacak davalarında yardımcı olması bakımından Danıştay 6. Dairesi'nin kararının bir kısmını sayın meslektaşlarımızın bilgilerine sunmak istedim. (Karar 5 sayfa olduğu için ve oldukça yer kaplayacağı için tamamını değil, bir kısmını burada paylaşıyorum). Herkese iyi günler dilerim.. T.C. Danistay 6.Dairesi Esas: 2011/8152 Karar: 2013/2702 Karar Tarihi: 17.04.2013 "..imar planında kamusal kullanıma ayrılmış olması nedeniyle davacının taşınmazının yapılaşmaya kapatıldığı, imar haklarını kullanma olanağının kalmadığı, dolayısıyla davacının mülkiyet hakkı kullanımının engellendiği görülmektedir. Bunun yanında, idarece belirsizliği telafi edecek herhangi bir hukuki karar alınmayarak arsa üzerindeki kısıtlama devam ettirilmiştir. Bu durumda, davacıya ait taşınmazın imar planında <yol ve otopark> olarak belirlenmesi nedeniyle 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programının belediyece hazırlanmaması ve bunun sonucunda taşınmazının kamulaştırılmaması nedeniyle davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın idarece bir karar alınarak kaldırılmadığının sabit olması karşısında, taşınmaz malın değerinin hesaplanarak ilgilisine ödenmesi dışında başka bir yol kalmamıştır. İdarece taşınmaz kamulaştırılmış olsaydı taşınmaz bedelinin mahkemece Kamulaştırma Kanunu hükümleri çerçevesinde tespit edilerek hak sahibine ödenmesi gerekecekti; bu nedenle taşınmaz değerinin belirtilen Kanun hükümleri dikkate alınarak saptanması gerekmektedir. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11. maddesinde, taşınmaz mal bedelinin tespiti esasları belirtilmiş, 15. maddesinde ise, taşınmazın niteliğine göre bilirkişi kurulunun nasıl oluşturulacağı açıklanmıştır. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle aralarında emlak değerleme uzmanının da bulunduğu bilirkişi kurulunca, taşınmazın cins ve nevi, yüzölçümü, kıymetini etkileyecek bütün nitelik ve unsurları, her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, varsa resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, taşınmazın mevkii, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, bedele etki eden tüm kanuni veriler, imar verileri, taşınmazın özgün nitelik ve kullanım şekli, değeri etkileyen hak ve yükümlülükleri, gayrimenkul üzerinde aynı ve şahsi ittifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri vb. bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin belirlenmesi suretiyle taşınmaz bedeli tespit edildikten sonra davacıya ödenmesine karar verilmesi icap etmektedir. Belirtilen açıklamalar karşısında, İdare Mahkemesinin tazmin edilecek zararın doğmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararında hukuki isabet görülmemiştir." |
20-12-2013, 23:16 | #376 |
|
Anayasa Mahkemesinin karar zamanı geldi sanırım.?
|
23-12-2013, 11:49 | #377 |
|
Anayasa Mahkemesinin Aralık ayında yasayı görüşmesi gerekiyordu ama halen ses yok...
Şu an hızla gelen Yargıtay 5.Hukuk Dairesinde olan Kamulaştırmasız el atma dosyalarımın hemen hemen birçoğu vekalet ücreti maktu olacak şekilde Düzelterek Onama yada vekalet ücreti yönünden Bozma olarak geliyor. Karar düzeltmede olan dosyalarımın hepsi İncelemede Hukukçu arkadaşlarımızda Karar Düzeltme sonucu dosyası biten Arkadaşlar var mı?
|
23-12-2013, 12:16 | #378 |
|
Karar düzeltmeden vekalet ücreti yönünden bozma geldi dosyam. (Fiili el atma)
|
23-12-2013, 12:17 | #379 |
|
Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlar bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahallinde yapılan keşif sonucu alınan rapor uyarınca taşınmazların dava tarihindeki değerinin biçilmesi ve bedelinin davalı idareden tahsiline karar verilmesi doğru olduğu gibi, el atılan taşınmazlar, yol durumuna dönüştürüldüğünden, 4721 sayılı T.M.K’nun 999.maddesi uyarınca tapudan terkinine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde değişiklik yapan ve 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21. maddesi ile"kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde, harç ve vekalet ücretininmaktu olarak hüküm altına alınması gerektiğinden; Mahkeme kararının açıklanan nedenle davalı idare vekilinin temyiz itirazı doğrultusunda BOZULMASINA,davalıdan peşin alınan temyiz ve karar düzeltme harçlarının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 07.10.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi. Başkan V. Üye Üye Üye Üye E.Buyurgan A.Z.Tepedelenlioğlu Y.Tosun Ö.Avcı D.M.Cevher |
31-12-2013, 11:46 | #380 |
|
Adli yargıda açtığımız vevyasa gereği idari yargı görevli olduğundan görevsizlik kararı verilen dosyada; görevsizlik kararının kesinleşmesine müteakip 1 ay içinde idari yargıda yeniden dava açmamız gerekiyor. Bu halde ;
1. İdare mahkemesi önüne gelen dosyada "öncelikle idareye başvurulmadığından (ya da uzlaşma için başvuru yapılsa bile idari yargıda dava açma sürelerine riayet edilmeden adli yargıda dava açıldığından)davamızı reddedebilir endişesini taşımaktayım. İdari yargının görevli olacağını bilmemiz mümkün olmadığından adli yargıda açılmış davamızdan önce idareye başvuru yapmamıştık. Ancak idari yargı da dava açabilmenin şartı öncelikle idareye başvurmak. 2. Bu arada idareye başvuru yapar ve dava açmak için gerekli süreleri beklerim akabinde dava açarım diye düşündüğüm de ise ; adli yargıda açtığım dava kesinleşecek ve idari yargı da dava açmak için öngörülen 1 aylık süreyi kaçırmış olacağım. Yukarıda eklenen Danıştay kararı dikkate alındığında sorun idari yargı da çözüme kavuşacak gibi görünüyor ancak daha önce açılmış davalar açısından usuli bir sıkıntı var gibi görünmektedir. Bu hususta değerli fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim. |
01-01-2014, 18:27 | #381 |
|
Benim de dosyam karar düzeltme aşamasında kanun değişikliğine denk geldi ve malumun ilanı oldu ve karar vekalet ücreti yönünde bozuldu.
|
07-01-2014, 23:57 | #382 |
|
Sayın meslektaşlarım,
Müvekkilin taşınmazında idarenin 1983 sonrası enerji hattı geçirilmesi ve pilon dikilmesi şeklinde fiili el atması bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal kararı verilmeden önce kanun maddesi gereği uzlaşmaya tarafımızca başvurulmuş idi. Şimdi dava açacağım. Adli yargıda tazminat davası açmama engel bir durum var mıdır? |
08-01-2014, 11:48 | #383 |
|
İmar kısıtlamalarından kaynaklanan kamulaştırmasız el atma nedeni ile açılan tazminat davalarının idari yargıda açılmasına dair Hukuk Genel Kurulu Kararı..
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas : 2013/5-603 Karar : 2013/1503 tarih : 30.10.2013 İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : İstanbul 11.Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 08/11/2012 NUMARASI : 2012/... E-2012/... K. DAVACILAR : ..... DAVALI : ..... Belediye Başkanlığı Taraflar arasındaki “Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 11.Asliye Hukuk (Şişli 2.Asliye Hukuk) Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 05.04.2011 gün ve 2010/91 E.-2011/162 K sayılı kararın incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 5.Hukuk Dairesi’nin 06.12.2011 gün ve 2011/12327 E.-2011/20105 K sayılı ilamı ile; (...Mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme ve işlem yapılarak hüküm kurulmuş, karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan kanıt ve belgeler ile mahallinde yapılan keşif sonucu alınan rapordan, dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığı ve taşınmaza ilişkin 1/1000 ölçekli uygulama imar planının onay işlemlerinin devam ettiği anlaşıldığı gibi 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun 7/s maddesi gereğince mezarlık alanlarını tespit etmek, mezarlıklar tesis etmek, işletmek, işlettirmek ve defin ile ilgili hizmetleri yürütmek Büyükşehir Belediyesi'nin görevleri arasında bulunduğundan davalı belediye hakkında açılan davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi, Doğru görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici 3.madde" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı H.U.M.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile hüküm bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, dava dilekçesinde, imar öncesi 3242 parselden bahsedildiği, Özel Daire bozma ilamında ise, dava konusu edilmeyen imarla oluşan 5 parsel sayılı taşınmazla ilgili hukuki nitelendirme yapılmış bulunması karşısında davacıların davasının hangi parsel hakkında olduğu, sonucuna göre davacının aktif dava ehliyeti önsorun olarak tartışılmıştır. Yapılan görüşmeler sonucunda Hukuk Genel Kurul çoğunluğunca; 6100 sayılı HMK’nun 33 (1086 sayılı HUMK’nun 76.) maddesi uyarınca; hakimin Türk Hukukunu resen uygulaması (hukuki niteleme ile uygulanacak kanun maddesini tespit etmesi) gerektiğinden ve dava dilekçesi bir bütün olarak değerlendirilip, davacının zarara uğradığını belirtip, tazminat istediği gözetildiğinde, dava dilekçesinin içerdiğinden davacıların amacının gerek imar öncesi malik oldukları parsel, gerekse imar sonucu verilen parselin işlerine yaramadığı, bu taşınmazları kullanma imkânlarının kalmaması nedeniyle, tazminat istemine ilişkin olduğu, Özel Daire bozma ilamında imar parseli ile ilgili nitelendirmeden sonra davacılar vekilinin bozma ilamına uyulmasını talep ettiği, dava dilekçesinin netice-i talep bölümünde eski parsel numarası yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu dolayısıyla davacının talebinin yeni parsele ilişkin olduğu oyçokluğu ile kabul edilmiştir. İkinci önsorun olarak; 11.06.2013 günlü resmi gazete yayınlanarak yürürlüğe giren 24.05.2013 günlü, 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21.maddesi ile değişen 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6'ncı maddesinin eldeki davaya etkisinin ne olacağı ve eldeki davaya adli yargı yerinde mi yoksa idari yargı yerinde mi bakılacağı hususu değerlendirilmiştir. Öncelikle uyuşmazlığa ilişkin hukuki kavram ve kurumlar ile ilgili mevzuatın irdelenmesinde yarar vardır: A-Kamulaştırmasız Elkoyma Kavramı, Niteliği ve Yasalarımızdaki Süreci: Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır. Gerek 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nda, gerekse bu Kanunu kaldırarak, kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemiştir. Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştır. Bu noktada, 04.11.1983 tarihinde kabul edilip 08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38.maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalarda süre yönünden yirmi yıllık bir sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesi’nin 04.11.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 10.04.2003 gün ve 2002/112 Esas, 2003/33 karar sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak düşürücü süre ortadan kalkmıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi; İptal Kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 gün ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” la 2942 sayılı kamulaştırma kanununa geçici 6.madde eklenmiş ve malikçe tazmin talebinde bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür. Bu düzenlemeden sonra 25.02.2011 tarihinde yayınlanan 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un geçici 2.maddesi ile “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6'ncı maddesi hükmü, 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6'ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır” hükmü getirilmiştir. Nevarki, anılan bu madde, Anayasa Mahkemesi'nin 01.11.2012 Tarih, 2010/83 Esas, 2012/169 Karar sayılı ilamı ile iptal edilmiş ve iptalin 30.05.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği karar altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, 30.05.2013 tarihinde kabul edilip 11.06.2013 günlü resmi gazete yayınlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21.maddesi ile 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapılmıştır. Diğer taraftan, Kamulaştırmasız el atma müessesesi, kaynağını ve dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir. Ancak, kamulaştırmasız el atma ile kamulaştırmanın, konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır; her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el atılmış olması gereklidir. Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın, gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır. Az yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır. Kamulaştırmasız el atma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden). B-Mülkiyet Hakkı, Kavram ve İçeriği: Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri, hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Modern mülkiyet anlayışına göre, hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir. Görülmektedir ki, mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 1982 Anayasası'nın 35/2.maddesinde sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz. 1982 Anayasasında modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir. 1982 Anayasası, mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir. Anayasanın mülkiyet hakkını düzenleyen ve aynı başlığı taşıyan 35.maddesinde, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” hükmü bulunmaktadır. 35.madde de mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır: Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el atması durumunda onun el atmasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını isteyebilir. Dava edebilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2. ve 3.fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır. İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır, denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Yasanın olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır. Anayasa’nın 35.maddesinin İkinci fıkrasında kastedilen, kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46.maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Ancak, anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır. 1982 Anayasasının 35.maddenin 3.fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir. Dikkat edilecek olursa; 1982 Anayasasında mal sahibinin kullanma hakkı, 35.maddenin 2.fıkrasında “kamu yararı”, 3.fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir. Anayasanın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35.maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (743 sayılı TKM m.618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılacak sonuç, Türk Hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur. Öyleyse, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683.maddesi (743 sayılı TKM m.618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf eder. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsar. Böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşur. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır. Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683.maddesine (743 sayılı TKM m.618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el atmaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir. Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur. Kanunun deyimiyle, “istihkak ve elatmanın önlenmesi” istemleri mülkiyet hakkından doğup, varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler. Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir. Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır. O halde, malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el atmanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır. Burada, davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 gün ve E:2010/5–662, K:2010/651 sayılı ilamı). Az yukarıda vurgulanan Anayasa hükmüne (m.35) paralel olarak yasakoyucu taşınmaz mülkiyetinin kullanımına, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile sınırlama getirmiştir. Anılan Kanun'unun 5.maddesi gereğince, özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazların bizatihi kendisi değil, bu taşınmazlarda varlığı bilinen veya daha sonra ortaya çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının Devlet malı niteliğinde olduğu belirtilmiş; aynı Kanun'un 11/2.maddesinde ise, maliklerin bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilecekleri düzenlenmiştir. C-İmar Planlarının Hukuk Kuralları Arasındaki Yeri, İmar Planlarına Hakim Olan İlkeler ve Doğurduğu Hukuki Sonuçlar: Bir idari fonksiyon olarak planlama, “içeriği ne olursa olsun, önceden saptanmış hedef ya da hedeflere, yine önceden saptanmış sürede ulaşmak için izlenecek yön ve yöntemleri belirleme eylemi” olarak tanımlanmaktadır (Ö.Bozkurt, T.Ergun, S.Sezen, Kamu Yönetimi Sözlüğü, 1.Basım, Ankara 1998, s.206). Niteliklerine göre planlar, emredici, özendirici ve yol gösterici olmak üzere üçe ayrılırlar. Emredici planlarda; idare, plan ile amaçladığı hedeflere ulaşılmasını şart koşar ve tüm kesimler buna uymak zorundadır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8.maddesi gereğince, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediyeler, dışında ise valiliklerce (İl Özel İdarelerince) yapılması zorunlu kılınan imar planları (nazım ve uygulama imar planları) emredici planlardandır (H. Kalabalık, İmar Hukuku, Ankara 2005, s.63). İmar planlamasının amacı, belediye ve mücavir alanlar ile bu alanların dışında, kamu ve toplum yararını gerçekleştirecek hukuki çerçevenin oluşturulmasıdır. Bu amacın gerçekleştirilmesinde hukuki boyut, başta Anayasa olmak üzere, İmar Kanunu, diğer ilgili kanunlar ve imar yönetmelikleri olup; planlama mevzuatının amacı, Anayasanın belirlediği ilke ve hedefler doğrultusunda kamu yararını sağlamak olmalı, planlar da aynı ilke ve hedefler doğrultusunda uygulanmalıdır. İmar planları, hemen hemen tüm hukuk sistemlerinde yerel planların yapılması ve uygulanması sırasında uyulması gerekli görülen ilkeleri taşıması gerekli olup; “açıklık”, “genellik”, “üst dereceye bağlılık”, “kamu yararı”, “esneklik”, “geniş kapsamlılık”, “uzun süreli olma”, “bilimsellik” ve “katılım” ilkelerinin yanı sıra, “hukuk devleti” ve “zorunluluk” ilkeleri ayrıca önem arz etmektedir. Hukuk devleti ilkesi gereğince, imar planları ve bunları uygulanması amacıyla idarece yapılan düzenlemeler keyfi ve indi olmamalı; makul bir şekilde, meşru ve kamusal amaçların gerçekleştirilmesiyle ilgili, Anayasanın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlerle uyumlu, özellikle 35.maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygılı olmalıdır. Ayrıca, idare imar planları ve bunları uygulamak amacıyla idari işlemler yaparken, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, Anayasa ve kanunlarca belirlenen usullerin takip edilmesi gerekir (H. Kalabalık, age, s.101). Zorunluluk ilkesi gereğince de, onaylanmış imar planlarının dışına çıkılması olanaklı değildir. Bu planlar, herkes için uyulması zorunlu belgelerdendir. Diğer bir ifadeyle, kesinleşen yerel planlar, idare ve vatandaşlar açısından bağlayıcı hukuki sonuç doğurur. Kent ya da kasabaların mevcut durumunda bir takım değişiklikler meydana getirmek amacında olan yerel planların bu amaca ulaşılabilmeleri için, planlarca getirilen yükümlülüklerin ilgili idareler, vatandaşlar ve devlet tarafından mutlaka yerine getirilmeleri zorunludur. Yerel planların kabul edilmesinden sonra ilgili idare için bunları uygulamak zorunluluğu doğar (H. Kalabalık, age, s.118-119). Denilebilir ki, imar planları onaylanarak bağlayıcılık kazandıktan sonra, idare ve bireyler açısından bir takım hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle imar planları, idare ve halk açısından kimi yükümlülükler meydana getirmekte ve haklarına sınırlamalar koymaktadır. İdare açısından en belirgin yükümlülük, imar planına aykırı davranışta bulunulamamasının yanı sıra, planların uygulanması için gerekli olan imar programlarını ve yönetmelikleri, Kanunda öngörülen süre içerisinde hazırlamaktır (İmar Kanunu m.10). Belediyelerin, imar programı yapma yükümlülüğünü hiç yerine getirmemeleri halinde bunun müeyyidesi, İmar Kanununda öngörülmemiştir. Özel hukuk gerçek ve tüzel kişileri açısından ise, imar planlarının onaylanmasından sonra, imar sınırları içinde girecekleri her türlü imar ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve imar programlarına uygun davranmak, her türlü yapı için ilgili idareden izin almak ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa etmek yükümlülüğü doğmaktadır. İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerde kişilerin taşınmaz malları üzerindeki haklarına, imar programı süresince bir takım kısıtlamalar getiren 3194 sayılı İmar Kanununun 13.maddesinin; imar plânlarında, resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlarda, inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceğine dair düzenlemeyi içeren birinci fıkrası ile; imar plânlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra parsel sahibinin, başvuruda bulunarak imar plânlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanların yapımından ilgili kamu kuruluşunca vazgeçildiğine dair görüş alması koşuluyla tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapabileceğini öngören üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.1999 gün ve 1999/33 Esas 1999/51 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Gerekçesi özellikle Anayasa’nın 13. ve 35.maddelerine dayandırılan, iptal kararında; “Anayasa’nın 35.maddesinde mülkiyet hakkı düzenlenmiştir. Kişinin bir şey üzerindeki hâkimiyetini ifade eden mülkiyet hakkı, malike dilediği gibi tasarruf olanağı verdiği ve ona özgü olduğundan mutlak haklar arasındadır. Anayasa’nın 35.maddesinde, ‘Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz’ kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırını gösteren 13.maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği, temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı, bu maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilmelidir. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir. 3194 sayılı Yasa’nın 13.maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar plânlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa’nın 10.maddesinde de belediyelerin, imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa’da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13.maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır. İmar plânlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.09.1981 günlü Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.” İfadeleri ile iptali istenen maddelerin Anayasa’nın 13. ve 35.maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır (Bkz.HGK'nun 15.12.2010 gün ve E:2010/5–662, K:2010/651 ve 11.09.2013 gün ve E:2012/5–1826, K:2013/1298 sayılı ilamları). D-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına Göre Kamulaştırmasız El Atma: Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek Protokol imzalanmıştır. Protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki; mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi; mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmanın meşruluğu; nihayet üçüncüsü de, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir. Bu bağlamda kamulaştırmasız el atma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemektedir; meşru bir müdahale yoksa, mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir. E: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Uygulaması: 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21.maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun, geçici 6.maddesi değiştirilmeden önce, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca: İmar planlarında kamu alanı olarak tahsis edilmiş bulunan taşınmazlar üzerinde malikinin ileriye yönelik inşaat yapma gibi kişisel tasarruflarda bulunma, rayiç değeri üzerinden satma, kiralama, yararlı değişiklikler yapma gibi, mülkiyet hakkının sahibine verdiği yetkileri kullanma hakkı kısıtlandığı kabul edilmiştir. Ayrıca, İdare, kamu yararı nedeniyle, kamusal amaçların gerçekleştirilmesi için bir takım işlemler yaparken, Anayasanın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlerle uyumlu, özellikle 35.madde ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygılı olmak gerektiği kabul edilmiş ve buradan hareketle, imar planlarında uzunca bir süre kamu alanı olarak tahsis edilmiş bulunan taşınmaların kamulaştırmayarak veya takas yoluyla davacıya başka bir yerden taşınmaz vermeyerek pasif kalmak suretiyle tasarrufunu engelleyen davalı idarelerin, Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetlerle, bireyin mülkiyet hakkına saygılı olmadığı, dahası, böyle bir durumda idarece, kamu yararı savında bulunulamayacağı, eş söyleyişle, imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan alanların yıllarca uygulamaya dökülmemiş olması ve bunun da süregelen bir hal alması, ortada bir kamu yararının bulunmadığının kabulünü gerektirdiği, bu durumdaki taşınmaz maliklerinin, mülkiyet hakkının kendisine verdiği yetkilerle donatılmış olarak, dilediği gibi tasarrufta bulunmasının idarece yıllarca engellenmiş olmasının, “Hukuk Devleti” ilkesinin en önemli unsurlarından biri olan “hukuk güvenliği”ni zedelediği, mülkiyet hakkına kamusal yarar, sebep gösterilerek getirilen sınırlama, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılmaz hale getirerek bir hukuk devletinde kişinin hak ve özgürlükleri ile kamu yararı arasında bulunması gereken dengenin bozulmasına yol açarak hukuk güvenliğini yok ettiği kabul edilmiştir. Bu bağlamda; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma, ya da, takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz malikinin mülkiyet hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiği kabul edilmek suretiyle, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683.maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Diğer taraftan, bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile, imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmadığı, her ikisinin de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurduğu, bundan öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma, ya da, takas cihetine gitmeyen idarenin, pasif ve suskun kalmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale etmiş sayılacağı; bu haliyle idarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu ve kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının doğal sonucu, idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini adli yargı yerinden isteyebileceği kabul edilmiştir. (Bkz.HGK'nun 15.12.2010 gün ve E:2010/5–662, K:2010/651 sayılı ilamı) F: Uyuşmazlık Mahkemesi Uygulaması: Anayasa’nın 158.maddesiyle, adlî, idari ve askerî yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yönde olup, Uyuşmazlık Mahkemesi benzer bir olayda görevli mahkemenin idari yargı olduğunu kabul etmiştir. (Bkz; Uyuşmazlık Mahkemesi 04.02.2013 gün ve 201/107 E- 2013/230 K sayılı kararı) G: Anayasa Mahkemesi Kararları: - Bireysel Başvuru sonucu verilen karar; , Uyuşmazlık Mahkemesi’nce benzer bir olayda görevli mahkemenin idari yargı olduğuna ilişkin verdiği kararın kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulmuş, Yüksek Mahkeme’nin 18.09.2013 tarih ve 2013/1586 başvuru numaralı kararı ile başvurunun, adil yargılanma hakkının ve kanuni hâkim güvencesi ilkesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. -Anayasaya aykırılık nedeniyle verilen karar; 04.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun, 24.05.2013 günlü, 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 21.maddesiyle değiştirilen geçici 6.maddesinin yedinci, onbirinci ve onüçüncü fıkralarının Anayasa’nın 10. ve 38.maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemi ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itiraz sonucu Yüksek Mahkeme’nin 25.09.2013 tarih ve 2013/93 esas 101 karar sayılı ilamı ile “...2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları”nın idari yargıda görüleceği hükme bağlanmıştır. Buna göre, özel kanunlarda adli yargının görevli olduğu belirtilmedikçe, idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. Bununla birlikte, Türk Hukukunda, Fransız uygulamasının etkisiyle idarenin, hiçbir hukuki temeli bulunmayan bazı eylemlerinden doğan zararların tazmininin idari yargıda değil, adli yargıda görülmesi gerektiği doktrin ve yargısal içtihatlarda kabul edilmektedir. Bu eylemler, şeklen idareden sadır olmalarına rağmen eylemlerdeki ağır hukuksuzluk, bunların fonksiyonel açıdan idari eylem olma niteliğini ortadan kaldırmakta ve fiili yola dönüştürmektedir. Bu derece ağır hukuksuzluklar içeren fiiller, öteden beri idari eylem olarak değil haksız fiil olarak yorumlamakta ve uygulanmaktadır. Türk hukukunda “fiili yol”un en karakteristik örneği, “kamulaştırmasız elatma”lardır. Kamulaştırmasız el atma, idarenin, bir kişiye ait taşınmazı bilerek veya bilmeyerek kamulaştırmaya ilişkin usul ve kurallarına uymaksızın ve bir bedel ödemeksizin işgal ederek kamu hizmetine tahsis etmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Buna göre, kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için, kişiye ait gayrimenkulün idarece (kamu hizmetinde kullanılmak amacıyla) işgal edilmiş olması ve bu işgalin kanunda öngörülen usul ve esaslara uyularak tesis edilmiş bir kamulaştırma işlemine dayanmadan gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Bu şekilde, idarenin hukuk dışı eyleminden kaynaklanan fiili el atmaların, özel kişilerin haksız fiil teşkil eden eylemlerinden hiçbir farkının bulunmadığı, bu nedenle bu tip eylemlerden doğan zararların da özel kişilerin haksız fiilinden doğan zararlarda olduğu gibi adli yargıda dava konusu edilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Başvuran Mahkemede görülen davaya konu olayda, davacıya ait taşınmaz, imar planlarıyla ‘‘dere mutlak koruma alanı ” sınırları içine alınmış ve bu nedenle davacının taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisi kısıtlanmıştır. Davacının tasarruf yetkisinin kısıtlanmasının, davacının mamelekinde azalma meydana getirebileceği tartışmasızdır. Ancak, davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan, kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa Mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi “imar kısıtlamaları”nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup yalnızca malikin tasarruf yetkisinin, ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır...” Hususları açıklanarak geçici 6.maddenin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinde de, “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir” hükmüne yer verilerek imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılacağının teyit edildiği belirtilmiştir. H-Sonuç: Anılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya bakıldığında; davacıların ½ oranında paydaşı oldukları Kâğıthane 3242 parsel sayılı, 288 m2'lik arsalarının ıslah imar planı ile yol yapıldığı, bu yere karşılık davacılara Kâğıthane 4742 ada, 5 parsel sayılı taşınmazda 144/2184’er pay olmak üzere toplam 288/2184 hisse verildiği, bu taşınmazın ise imar planında ağaçlandırılacak alan olarak planlandığından kullanılmasının mümkün olmadığı, tahsis edilen yerin, yürürlükte olan imar planına göre özel mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğu ileri sürülerek kamulaştırmasız el atıldığı gerekçesi ile tazminat isteğinde bulunulduğu gözetildiğinde, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta ise de, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planıyla davacıların mülkleri üzerindeki tasarruf etme hakları kısıtlandığı gibi kamulaştırma, ya da, takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin, maliklerin taşınmaz üzerindeki tasarruf haklarını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla maliklerin taşınmazlarından mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının idari bir işleme dayalı olarak idarece engellendiği sonucuna varılmıştır. Önsorun olarak tartışılan geçici 6.maddenin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinde de, “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. ” hükmüne yer verilerek imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılacağının teyit edildiği, eldeki davanın da idari yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılması nedeniyle önsorun kabul edilerek, hükmün görev yönünden bozulması Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca benimsenmiştir. Bozma nedenine göre işin esasına yönelik inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir. S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazları yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden, direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre şimdilik sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/I.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.10.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi. |
10-01-2014, 17:10 | #384 |
|
Mahkeme Masrafları
Görevsizlik kararı sonrasında gerekçeli kararlar da gelmeye başladı ancak bazı mahkemelerce tarafımıza yargılama giderleri ve karşı vekalet ücreti yüklendi.
Gerekçelerinde ise Y.5. HD. 04.11.2013 tarihli 2013/6395-18488 ve 07.11.2013 tarihli 2013/7205-19003 sayılı kararlar gösterilmekte. Bildiğim kadarıyla kanun veya içtihat değişikliği sebebiyle davaların red olması sebebiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamız gerekli. Hatta şöyle bir genel kurul kararı da mevcut. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2004/14-38 K. 2004/45 T. 28.1.2004 "Bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata veya içtihat durumuna göre davasında veya savunmasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren ( geçmişe etkili ) yeni bir kanun hükmü veya yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince davada haksız çıkarsa , davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerine mahkum edilemez; çünkü dava açıldığı anda haklı durumda idi." Yukarıda, gerekçede ki yargıtay kararlarına ulaşabilen var mı acaba? |
10-01-2014, 18:21 | #385 |
|
Yargıtay sayfasında duyurularda böyle birşey var ayrıntıları bilen varmı acaba alınan kararlarla ilgili
Yargıtay 5. ve 18.Hukuk Daireleri Kamulaştırma Toplantısı 08-Ocak-2014 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren “Hukuk Muhakemeleri Kanunu”nun uygulaması ile karşılaşılan sorunların tartışılması, birden çok heyetin birlikte çalışmaları nedeniyle ortaya çıkabilecek içtihat farklılıkları ile 5. Hukuk ve 18.Hukuk Dairelerinin uhdelerinde bulunan Kamulaştırma Hukukuna ilişkin davalar hakkında oluşturulan içtihatlar arası farklılıkların en aza indirilmesi, dairede görev yapan Tetkik Hakimlerinin yetkinliklerinin artırılması amacıyla, Yargıtay 5. ve 18. Hukuk Daireleri “kamulaştırma toplantısı” 02-05 Ocak 2014 Afyonkarahisar Anemon Otel’de gerçekleştirilmiştir. |
16-01-2014, 17:05 | #386 |
|
karar düzeltme aşamasında olan dosyamız yargıtayca bozularak yerel mahkemeye yollandı ve yeni esas alarak maktu vekalet ücreti (1.320,00 TL) olarak değiştirildi, kamulaştırma bedeli yönünden ilk karar ile aynı karar verilerek sonlandı.
|
16-01-2014, 20:42 | #387 | |||||||||||||||||||||||
|
Son derece haklısınız. Her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Usul hukukunun temel ilkelerindendir.
Yargılama giderleri kavramına aynı zamanda ücreti vekalet de dahildir (04.09.1957 Tarihli ve 4/16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Bu itibarla, sizin durumunuzda da yargılama giderleri ve ücreti vekaletten sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Yargıtay 1HD 25.03.2010 Tarih, 2010/2719 Esas - 2010/3404 Karar sayılı ilamını bulabilirseniz yukarıdaki görüşü teyit edecektir. Karar metni bende pdf formatında olduğundan buraya koyamıyorum. Genel Kurul kararını ekleyebilirseniz sanırım tüm meslektaşların işine yarar. Bu hukuksuzluk içinde, en azından "selam verip borçlu çıkmayalım". İyi çalışmalar...
|
16-01-2014, 21:07 | #388 | |||||||||||||||||||||||
|
Ben yardımcı olayım..:))
Davacı Kurum, davalının kayden malik olduğu çekişmeli 35 parsel sayılı taşınmazın 878,92 m2’lik bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan yerlerin özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek, kıyı kenar çizgisi içinde kalan bölünün tapu kaydının iptali ile terkinine karar verilmesini istemiştir. Davalı, bedeli karşılığında çekişmeli taşınmazı temellük ettiğini, kayden malik olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı yasa ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesine eklenen 3. fıkra 2 ve 3. cümle ve geçici 10. maddedeki düzenlemeler karşısında 10 yıllık hak düşürücü sürenin hazine yönünden dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı Hazine tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi İ. A.’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Duruşma istemi değerden reddedildi. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Karar: Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan iptal, sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir. Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli 35 parsel sayılı taşınmazın 22.7.1955 tarihli kadastro tespit çalışmaları sırasında senetsizden dava dışı K. G. adına tespit ve tescil gördüğü, kadastro tespitine itiraz üzerine Kadastro Mahkemesinde açılan davanın yargılaması sırasında tarafların sulh olmaları ile K. G. adına yapılan tescilin 01.06.1959 tarihinde kesinleştiği, K. G.'nun mirasçıları tarafından satış yoluyla 27.4.2007 tarihinde davalı şirkete temlik edildiği, davanın ise 19.10.2007 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12. maddesinin üçüncü fıkrasına "Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır." cümlesi ve aynı Yasa’nın 3. maddesi ile de 3402 Sayılı Yasa’ya "Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır." şeklindeki geçici 10. madde eklenmiştir. Somut olayda, tescilin dayanağı olan tespit tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği açıktır. Hak düşürücü süre kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece davanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır. Özellikle, bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı Hazine vekilinin diğer temyiz itirazı yerinde değildir, reddine. Ancak, hemen belirtilmelidir ki; her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Bir taraf dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihada göre davasında haklı olduğu halde dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da İnançları Birleştirme Kararı nedeniyle davayı kaybederse yargılama giderlerinden sorumlu tutulamaz. Anılan bu kural yargısal uygulamada da kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri 5. cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10.HD 24.02.1976, 6296/1297). Bunun yanında, avukatlık ücreti de yargılama giderlerinden sayılır(04.09.1957 tarih ve 4/16 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı). Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa da değinmiştir. Taşınmazın kısmen belirlenen kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı saptandığından davacı Hazinenin dava tarihinde dava açmakta haklı olacağı dikkate alındığında ve yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa gereğince dava reddedildiğine göre davalının tüm yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerekeceğinde kuşku yoktur. Hal böyle olunca, mahkemece yapılan keşif sonucu çekişmeli taşınmazın kısmen kıyıda kaldığının saptandığı, böylelikle dava tarihinde davacı Hazinenin haklı olduğu anlaşıldığına, ne var ki, yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa gereğince dava reddedildiğine göre yargılama giderlerinin ve davacı, davada vekille temsil ediliyorsa avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir. Sonuç: Davacı Hazinenin, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlere hasren HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 25.03.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. |
01-02-2014, 13:25 | #389 |
|
Sessizlik
Tüm meslektaşlarıma selamlar;
Uzun zamandır bir sessizlik mevcut Anayasa Mahkemesinden halen ses yok mahkemeler dahi beklemekte |
05-02-2014, 12:39 | #390 |
|
vekalet ücreti iadesi
Oncelikle kolay gelsin meslektaşlarim,degisen kanunla vekalet ucretinin maktu olmasi gerekcesiyle vekalet ucreti iadesi yapan oldumu,bu konuda nasil bir prosedur isliyor?
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Kamulaştırmasız El Atma Davasında Müstakbel El atma Olur Mu? | avukat.derviş.yıldızoğlu | Meslektaşların Soruları | 4 | 19-08-2011 15:04 |
6111 sayılı ( TORBA ) kanun kapsamında yapılandırılması öngörülen kamu alacakları | Muhsin KOÇAK | Mali Hukuk Çalışma Grubu | 3 | 21-03-2011 10:29 |
6111 sayılı kanun kapsamında yapılandırma yapılırken dikkat ! | Muhsin KOÇAK | Mali Hukuk Çalışma Grubu | 0 | 16-03-2011 00:35 |
İdari para cezası -6111 sayılı yasa | ekinheval | Meslektaşların Soruları | 1 | 02-03-2011 18:07 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |