15-07-2007, 22:36 | #31 |
|
Sn.Av.Turan
Zina ve suç olarak düzenlenip düzenlenemeyeceği Kadın Hakları Çalışma Grubunda oldukça geniş olarak tartışılmıştı.Dilerseniz katkıda bulunabilirsiniz. http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=2852 İnanç özgürlüğü ve insan hakları ilişkisi konusunda söylemek istediklerinizi ve görüşlerinizi, site kurallarına uygun biçimde ilgili forumda elbette yazabilirsiniz. Hasta Hakları ve Sağlık Hukuku alanında zina tartışma konusu yapılamayacağı gibi inançlar da tartışma konusu yapılamaz. Sadece hukuki dayanakların tartışma konusu yapılması beklentisi ile Saygılar |
15-07-2007, 22:44 | #32 |
|
sayın Kayar, ben burada insan hakları ve düşünce özgürlüğü anlamında görüşlerimi belirttim.bunda rahatsız olunacak yön yoktu sanırım. zira herkes kendi görüşünü yazmıştı. doktor beyin görüşünün hukukla alakası yoktu. ama doktor olarak görüş yazdı. anlamadım ondan rahatsız olunmadıüı halde benim görüşümden neden rahatsız olunuyor?
|
15-07-2007, 22:51 | #33 | |||||||||||||||||||
|
Sn.Av.Turan
diyorsunuz. Ben de Sn.Av.Turan'ın hukukla çok yakından alakası olduğunu biliyorum ve hukukcu olarak hukuki dayanaklarla görüş yazmanızı beklemekteyim..Bunu rica ediyorum. Saygılar |
15-07-2007, 22:54 | #34 |
|
bende hukukçu olarak insan hakları ve inanç özgürlüğü alanından bakarak yazdım diyorum.
|
15-07-2007, 23:23 | #35 | |||||||||||||||||||
|
Sn.Av.Turan
Sünnet operasyonunu hukuken nasıl değerlendirdiğinizi ,bu değerlendirmede,temel insan hakları,çocuk hakları ve hasta haklarının nasıl yer aldığını hala anlayamadığımı yazma ihtiyacı duyuyorum. Saygılar |
16-07-2007, 09:02 | #36 |
|
Sayın Kayar, inanç özgürlüğü insan haklarındandır. İslam dinine inanan kimseler için sünnet inancın bir parçasıdır. nasıl ki bir rahibin kendini kiliseye kapatmasını yada israillli dindarların kafalarına taktığı takkelerini eleştiremiyorsanız yada diğer kendilerine özgü yaşamlarına mudahele edemiyorsak buna da mudahele hakkımız olmadığını düşünüyorum.inanç özgürlüğü anlamında sanırım bu kadar açıklama yeterlidir.
|
16-07-2007, 13:28 | #37 |
|
Sünnetin hukuki olarak tartışılması ayrı şeydir.
Sünnet gereksizdir,olmamalı demek ayrı şeydir. Dinsel,kültürel kabuller ile yapılagelmekte, yapılmaya da devam edileceği açık olan sünnetin , özelde ,bireysel bazda ebebeynlerce tartışılması daha çok kültürel ve dinsel farklılıklı evlenmeler de başgöstermekte; Yoksa bu toplum da yerleşmiş,uygulama kazanmış ,toplumun dokusu içine yerleşmiş, bir uygulamanın olmamalıdır,gereksizdir ,açıklaması bunun toptan reddine yönelik açıklamalar, kanımca yersizdir. Özelde ise konu yargılama konusu haline geldiğinden tartışılmıştır.Bu tartışma da doğrudur.Hukukçu önüne böyle bir olay geldiyse elbetteki tartışır.Ama hukukçu toptan redde bulunursa,sünnetin anlamı olmadığını ,belirtirse bu da toplumsal değerlere bir saldırı olarak başkalarınca nitelenebilir. Türk Milleti demek , kendi özünde ve sözünde farklı unsurları taşımak demektir.Kültürel dokumuzu yadsımak,elimizin bir kenarıyla reddetmek ,reddi miras ta bulunmak, bu tarihin ve coğrafyanın evladı olarak bize yakışmaz. Özelde tartışmaya evet ,genel de yadsımaya hayır. |
16-07-2007, 14:51 | #38 |
|
İnanç özgürlüğü ile konumuzu ilişkilendirerek tartışmak ,korkarım yanılgılara yol açacaktır.
Tartıştığımız konu saik ne olursa olsun; kendi dışımızdaki bir kişinin vücut bütünlüğüne tıbbi bir zorunluluk olmaksızın müdahale edilip edilemeyeceğidir. Bunun yanıtı için referanslarımız da hak bildirgeleri ve yasal düzenlemedir. Bu sınırlarda tartışma konusunda ben kendi adıma ısrarlıyım. Bu konuyu hukuki dayanaklar ile tartışmak;inanç özgürlüğüne müdahale anlamına gelmediği gibi,inanç özgürlüğü kavramının , hukuki tartışmanın duracağı yer olarak sunulması da doğru değildir. "bu tarihin ve coğrafyanın evladı olarak"neyin yakışıp neyin yakışmayacağını söylemek ise, hiç kimsenin hakkı olmadığı gibi amacını aşan bir ifadedir. Saygılar |
16-07-2007, 15:02 | #39 |
|
Yazının tamamını okumak lazım.O cümle reddi mirasçıların; dokuyu tümden redlerine yönelik söylenmiştir.
Amacını aşmamıştır.Aynı görüşteyim. |
16-07-2007, 15:15 | #40 |
|
Sn.Medenikal
İfade ve kanaat açıklama özgürlüğü ,ifade özgürlüğü kadar insana yakışan bir şeydir. Hukuki bir sorun tartışılırken de gözetilecek tek kaygı yanıtın hukuki olup olmamasıdır. Herkesin bunu gözetmesi dileği ile Saygılar |
16-07-2007, 16:02 | #41 | |||||||||||||||||||
|
Sayın Kayar;
İfade özgürlüğünü kullandım.İfadeleri kısıtlamadım.Görüşümü ifade ettim.Benim görüşüm tek doğrudur.Herkes buna katılmak zorundadır. Yada bu konu tartışılmamalıdır.Demedim. Sünnet özelde, hukuki değerlendirme içine alınabilir.Bunu da yukarda açıkladık.Bizim belirttiğimiz düşüncemiz, toptan reddine yönelik düşünce belirtmenin yakışıksız olacağıdır. Toplumun bir değeri, hem de dini içerikteyse ,bunu genel bir varolmalı , yok olmalı tartışmasına getirmek,reddetmek kabul edilemez. Bunun tartışması genel planda yapılırsa; tartışma başka boyutlara ilerler, Bu da bir hukukçu'nun işi olmaktan çıkar, diyanet konusu olur. Yoksa olayı hukuksal değerlendirme; ölçme biçme yapılabilir. Hukuki nitelemenin, araştırmanın geldiği evre ,eğer
Hukuki tartışma ile; Diyanet konusuna giren bir meselenin; Bir toplumun dinsel olarak kabul ettiği bir gerçekliğin; hukuki tartışması olay babında yapılır. Genel de tartışması bize düşmemekle birlikte; Bizim itirazımız da belirttiğimiz görüşümüz hukuki çerçevenin dışına çıkılarak; sünnetin sanki hiç gereği ve anlamı olmayan bir inançmış gibi gösterilmesine yönelik bildirilen bir görüştür. Var olanı bireysel olarak tanımama ,yerine getirmeme ayrıdır.Bu kişisel özgürlüktür.Kimse kimseyi zorla sünnet ettirmiyor. Tüm toplum katmanlarının, dinsel,kültürel olarak kabul ettiği sünnetin reddine yönelik duruş ise ayrıdır. Bireysel tercih ile Toplumsal tercih tartışması yapılırken, hukuk büyük çoğunluğun tercihlerini elinin kenarıyla itemeyeceği gibi; hiç bir hukukçu da çoğunluğun kabulüne yönelik ,sınırı aşan beyanlar da bulunamaz. Bireysel tercih olarak da ,sünnet konusunda genelin dışında düşünene de sen niye böyle düşünüyorsun deme hakkımız da yoktur. Şikayetim genelin değerlerine ,kabullerine yönelik redlerdir.Buna kimsenin hakkı yoktur. |
16-07-2007, 17:40 | #42 |
|
Değerli bir arkadaşım, "18 yaşından küçük bir kişinin bir organına,
onun isteği gözönüne alınmaksızın yapılacak olan - geri dönüşümsüz- bir müdahale" hakkında tıp açısından yaptığım bir yorumun, "hukuki niteliği olmadığını" iddia etti sanırım (yanlış yorumlamışsam özür dilerim). Burada tartışılan konunun, herhangi bir erkeğin, herhangi bir zamanda kendi bedenine yapılacak geri dönüşümsüz bir müdahaleye, kendi özgür iradesi ile izin vermesi olduğunu sanmıyorum. Burada tartışılan konunun, reşit olmayan bir insana yapılacak geri dönüşümsüz bir müdahalenin çocuk hakları bağlamında etik olup olmayacağı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir müdahalenin haklı olduğunu gösterecek temel kriter ne olmalı sizlerce? |
16-07-2007, 21:06 | #43 | |||||||||||||||||||
|
Hukuksal tartışmalarda,tüm hukukçuların aynı şeyi anlayacağı ortak ölçütlere ihtiyaç bulunmaktadır. Herkesin farklı biçimde anlayacağı ve hukuk kaynağı olarak uygulanmayan dayanakların hukuk tartışmasında yeri olmamalıdır. Tüm toplum katmanlarının dinsel,kültürel olarak kabul ettiği tutumu savunanlar ,gelenekselin gücünü arkaya aldığında,gelenekselin dışında olanları kolaylıkla "yakışıksız" olmakla itham edebilmektedir. Dinsel ve toplumsal kabulleri tartışma dışı bırakmak ,tartışanları da eşitleyecektir. Saygılarımla |
17-07-2007, 00:31 | #44 |
|
Degerli Üyeler,
öncelikli olarak, Sayin Yilmaz Kayar’i, tartismalar sirasinda gösterdigi, saygin tavri sebebiyle, bu sitenin bir üyesi olarak hem tebrik ediyorum hem de, kendisine tesekkürlerimi gönderiyorum. Kendisinin de baslangic iletisinde belirttigi gibi (konunun, sosyal ve dinsel yanini bir yana birakilir), konu sadece hukuki acidan ele alinirsa; konunun, hem ceza hukuku acisindan hem de temel haklarin korunmasi acisindan cok önemli, bir o kadar da tartismali oldugu görülmektedir. Ceza hukuku acisindan, kücügü sünnet yaptirmak fiili (her tibbi müdahale gibi), kücügün vücut dokunulmazligini ihlal eden, etkili eylem (yaralama) sucunun, maddi tipiklik unsurlarini olusturmaktadir. Suc olusturan bu eylem, vücut bütünlügü ihlal edilen „kisinin“ rizasiyla hukuka uygun hale gelebilecektir. Bir hukuka uygunluk sebebi olarak „riza“, TCK Madde 26’da su sekilde düzenlenmistir:“Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez”. Demek ki, ceza hukukuna göre, aslinda sadece hakki ihlal edilen kisinin rizasi bir hukuka uygunluk hali yaratmaktadir. Hasta Haklari Yönetmeligi madde 24’de de riza konusu su sekilde düzenlenmistir: „Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur (kisitli) ise velisinden veya vasisinden izin alınır“. Bu hükme göre, kanun koyucu, kücügün veli veya vasisine, tıbbi müdahaleler sebebiyle, kücük adina onun vücut bütünlügünü koruma hakki üzerinde bir karar verme –kullanma- yetkisi (hakki) taninmistir (bu hakli olarak, kücüklerin tibbi konular söz konusu oldugunda, cogunlukla "riza ehliyetlerinin" olmadiklari düsüncesinden kaynaklanmaktadir). Ancak, Yönetmelik, 26. maddesinde cocugun rizasinin önemini bir kez daha vurgulama geregi duymustur. “Kanuni temsilcinin muvafakatinin gerektiği ve yeterli olduğu hallerde dahi, mümkün olduğu ölçüde küçük veya mahcur olan hastanın dinlenmesi suretiyle tıbbi müdahaleye iştiraki sağlanır”. Bu noktada, rıza açıklamasında bulunan kücügün, akli ve ahlaki belli bir olgunluğa erişmiş olması, haktan vazgeçmenin anlamını ve neticesini bilmesi ve somut olaya uygun olarak değerlendirmesi gerekmektedir. Önemli olan, kücügün „akli olgunluğuna ve hükümetme yeteneğine“ göre, hakkına dokunan saldırının niteliğini, etkilerini ve neticesini tamamıyla kavrayabilmiş olmasıdır. Dolayısıyla, rıza veren gidişat üzerinde bir öngörü sahibi yani idrak sahibi olmak zorundadır. Ancak, idrak sahibi olmayanların, kanuni temsilcileri onlar adına rıza göstermek durumundadırlar. Zaten sünnet olayinda, kücügün riza ehliyetinin olmamasi sebebiyle durumun hukuki boyutunu tartistigimizdan, bundan sonraki aciklamalarimi bu durum göz önünde bulundurarak yapacagim. Vücut dokunulmazliginin korunmasi hakki, aslinda kisiye sIki sIkiya bagli, devredilemez bir haktir. Ancak kanun koyucu bu hükümle sadece „tibbi müdahalelerle“ sinirli olmak üzere bu hakkin veli ya da vasi tarafindan kullanilmasina yasal olarak izin vermistir. Ancak bu izin sinirsiz degildir. Hem hakkin önemliligi (vücut büt. ve neticeleri itibariyle yasama) sebebiyle hem de baskasi adina kullanilmasi sebebiyle bu yetki kullanilirken, yasal düzenlemelerce belirlenen, sinirlar kesinlikle asilmamali, hakkin kötüye kullanilmamasi gerekmektedir. Cocugun vücut bütünlügünün korunmasi hakki üzerinde tibbi müdahaleye izin verme yasal bir yetkisini elde eden vasinin, bu hakkinin sinirlari nasil belirlenmelidir ve ne zaman hakkin kötüye kullanilmasi söz konusu olmaktadir? Bunun icin öncelikle, somut olayda tibbi müdahale kavraminin acikliga kavusturulmasi gerekmektedir. „Sünnet“ bir tibbi müdahale midir? Sonrasinda her tibbi müdahalenin bu hakkin sinirlarinda kalip kalmayacagi incelenmelidir. Tibbi müdahalenin sinirlarini ise, ayni Yönetmeligin, 12. maddesinde belirtilen, riza olmadigi hallerde (yani eylmenin riza disinda hukuka uygun olabilmesi icin) aranan sartlarin gerceklestirilmek istenen tibbi müdahale acisindan aranmasi gerekir. Bu sartlar, müdahalenin „teşhis, tedavi veya korunma“ amacina yönelik olmasi“dir. Bunlardan konumuz acisindan önemli olan ise „tibbi müdahalenin koruma amaci“ kavramidir (tartismalardan cikardigim sünnetin daha cok koruma amacina yönelik tibbi bir müd. olmasi varsayimi sebebiyle??). Bu kavramin (tibbi mudahalenin koruma amaci) ise, cok genis yorumlanmamasi gerekir kanaatindeyim (korunan hukuki degerlerin ehemmiyeti sebebiyle). Korumadan, kisinin sagliginin bozulmadan, iyilik halinin devaminin saglanmasi anlasilmali (ki bence burda sadece fiziksel degil ruhsal anlamda da iyilik hali) kisiye bu tibbi müdahale yapilmazsa, kisinin hayati üzerinde yasamini tehdit eden tehlikeli bir durum meydana gelecek, ya da sagligi (fiziksel veya ruhsal) büyük oranda bozulacak olmalidir. Bu durumda, tibbi müdahele, bu kötü neticenin olusmasina engel olacak, „koruyucu“ bir amaca hizmet eden bir arac niteligi tasiyacaktir. Ancak aracin da amaca ulasma da etkinligi ve tehlikeliligi de arastirilmalidir (ameliyatin da yan etkisi vs.) Sonuc olarak, sünneti koruyucu bir tibbi müdahale olarak degerlendirirsek (ki bu konuda bence hekimlerin görüsleri belirleyicidir), kücügün hem fiziki hem ruhsal sagligini (bunu toplumsal olarak cocugun toplumdan sünnet olmadigi icin dislanmasi ihtimalinin cocuk üzerindeki olumsuz etkilerini de düsünerek yaziyorum-ancak bu da tartisilabilir bir varsayimdir) koruma amacina yönelik yapilacak koruyucu tibbi müdahale, yani sünnet etmekle ulasilacak zarar ile, cocuga sünnet yapilmazsa elde edilecek yarar arasinda oranti yapilmasi, bu oranti neticesine göre degerlendirmede bulunulmasi gerekir. Eger, sünnet yapilmakla vericek zarar sünnet yapilmamasinin sagladigi yarara agir basiyorsa, eylem hukuka aykiri addedilecek, yok tam tersi, sünnet yaptirmakla ulasilacak zarar, yapilmamasiyla elde edilecek hukuki yarara göre hafif kaliyorsa eylem hukuka uygun olacaktir. Dolayisiyla, kücügün temel haklarina da bir saldiri yapilmamis olacaktir. Bence bu yarar-zarar dengesi konusunda da, özellikle hekimlerin konuyu degerlendirmesi cok önemlidir, cünkü konu direk onlarin bilim alanina girmektedir. Bilemiyorum, sizce benim degerlendirmem ne kadar katkida bulunabilir tartismalara. Saygilarimla Gülsün Aygörmez |
17-07-2007, 08:41 | #45 | |||||||||||||||||||
|
Zarar/yarar hesabı açısından tıbbi görüşün hukuk açısından önemli olduğunu, bu konuda görüş belirten hekimlere "toplumun manevi değerlerine saldırıyor" etiketi yapıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. saygılarımla Mahmut Gürgan |
18-07-2007, 13:17 | #46 | |||||||||||||||||||||||
|
Tıbbi açıdan yararlı mı, zararlı mı?
Diğer katılımcılar ve Sayın Gürgan'ın bu konudaki yorumlarını merakla izliyorum. Ancak Sayın Gürgan'dan konunun tıbbi yorumunu biraz daha açmasını, steril (yanlış uygulamalar ayrık olmak üzere) şartlarda yapılan sünnetin tıbbi açıdan yarar/zarar hesabını daha ayrıntılı yapmasını rica ediyorum. Selam ve Saygılar... |
18-07-2007, 16:59 | #47 | |||||||||||||||||||||||
|
Daha önce de belittiğim gibi burada tartışılan konu bir hukuk meselesidir. Konunun tıbbi boyutunu burada tartışmanın kısmen yararı olsa da, tıbbi görüşleri belirtmenin tartışmanın farklı boyutlara taşınmasına vesile olduğunu üzüntü ile izliyorum. Yine de size yanıt vermemin gerekli olduğunu sanıyorum. "sünnet" adı ile bilinen girişimin tıbbın yeterince gelişmediği dönemlerde, infeksiyon ve diğer bazı hastalıklara karşı koruyucu bir yöntem olarak kullanılması akılcı idi. Günümüzde ise böyle bir müdahaleyi yaygın ve istisnasız olarak uygulamayı gerektirecek "endikasyonlar" (=tıbbi gereklilik) oldukça daralmıştır. Antibiyotiklerin çıkması infeksiyonların kontrolü için yeterlidir. Bunun dışındaki tıbbi gerekliliklerde de zaten uygulanmaktadır. Ne var ki, AIDS benzeri cinsel yolla bulaşan hastalıklar "sünnet"i yeniden bilimsel gündeme taşımıştır. Her ne kadar AIDS cinsel yollar dışında bulaşsa da, AIDSin sünnetli kişilere daha zor bulaştığında dair ciddi bilimsel araştırmalar yayınlanmaktadır. Ancak henüz cinsel olgunluğa ulaşmamış, AIDS gibi hastalıkları cinsel yoldan almasına -normal koşullarda- imkan olmayan erkek çocukları için böyle bir problem zaten gündemde değildir. "Sünnet" gibi bir koruyucu önleme gerek duyulacaksa, cinsel olgunluğa ulaşmış erkeklere (Cinsel olgunluk yaşı 18 den küçükse -ki bu bir kaç yıl civarındadır-, bu durum göz önüne alınabilir) durum anlatılarak ve rızaları alınarak bu faydalı girişim uygulanabilir. Bu durumlar dışında "sünnet"in uygulanması için gerçek bir endikasyon olmadığını söyleyebilirim. Tabii ki, toplumun bu kadar hassas olduğu bir konuda, bu görüşün kabul edilmesi zor olacaktır. Dogmatik ve bilinçsiz kişiler, hiç gerek olmadığı kadar direnç gösterecek, hukukun üstünlüğünü bir kenara atmada mahzur görmeyeceklerdir. Sünnetin zararı var mıdır denilirse, erkek cinsel organının cinsel zevk bölgesini koruyan ve "Yaradan"ın bu amaçla yerleştirdiği bir dokuyu kesip atarak bu bölgenin hassasiyetini yitirmesi doğal bir yöntem değildir. Bunun erkek cinselliğini olumlu olarak etkilemediğini düşünüyorum. Sünnet olan erkeğin bilinçaltında gelişebilecek kastrasyon kompleksinin ileriki yaşlarda yaratabileceği psikolojik etkilere de dikkati çekmek istiyorum. saygılarımla |
19-07-2007, 09:30 | #48 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Gürgan, hukuksal düzenlemeler, toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenirler. Bu düzenlemeler yapılırken bilimsel veriler ilk planda tutulur/tutulmalıdır. Gelenekler, dogmalar her zaman bilimle çatışma halinde olmuştur. Ölüm cezası verilse de herkes dünyanın döndüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Bilim adamları, toplumun hassasiyeti, siyasal sosyal görüşler ve dogmalardan çekinmeden, bilimsel gerçekliği toplumun hizmetine, bilgisine sunmalıdır. Emek ve yanıt verme nezaketinizden dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım... |
19-07-2007, 14:07 | #49 | |||||||||||||||||||||||
|
Bunu söylemek bu coğrafyanın ve bu tarihin her evladının hakkıdır. Amacını aştığına yönelik eleştiriyi de kabul etmiyorum. Saygılar. |
19-07-2007, 14:47 | #50 |
|
konuya hukuki olarak bakmak gerektiğinde tıbbi bakış açısının göz ardı edilmeden tartışılması gerektiğini savunuyorum.mevcut durumda tıbbi bakış açısının hukuken önem arzettiği kanaatindeyim.Ve bu bakış açısını sağlayan hekimler değil midir?saygılarımla
|
03-08-2007, 22:01 | #51 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu konu öyle sadece salt hukuk açısından değerlendirilemez. Bu konuda asıl amaç gizlidir. Yani muvazaa vardır. |
04-08-2007, 12:27 | #52 | |||||||||||||||||||
|
Konuyu salt hukuk açısından değerlendirmek mümkündür. Ancak birden çok boyutu olan bir hususun tek boyutu esas alınarak irdelenmesi de çok sağlıklı olamaz. Konunun buraya aktarılmasına neden olan olay anlayabildiğim kadarıyla, "Velayet Hukuku" temellidir. "Velayetin bırakıldığı eş'in çocuk üzerindeki yetkilerinin sınırı..." öncelikle irdelenmelidir, kanaatini taşıyorum. (Bu anlamda ifade etmek gerekirse başlıkta yer alan "hasta hakları" ifadesi konu ile biraz uyumsuz gibi...) Daha sonra "Vücut bütünlüğünü koruma" dahil tüm haklar bakımından irdelenebilir... Tabiki olaya fantezi katmak istersek tarihi, kültürel, ahlaki, sosyal, ekonomik ve diğer boyutlardan da irdelemek olasıdır. Fakat konunun bu olduğunu sanmıyorum. Sayın Habibe Hanımı güzel bir konu seçtiği için kutluyorum. Saygılarımla.. |
04-08-2007, 14:15 | #53 | |||||||||||||||||||||||
|
Olaya fantastik bir yaklaşımımız söz konusu değildir. Kaldıki biz de hukuken velayet hakkını kullanan kişinin çocuğun sünnetini engelleme yolunda aldığı ihtiyati tedbir kararını eleştirebiliriz. Mahkemelerin her verdiği karara kutsaldır nazarı ile bakmamız mümkün değildir. kaldıki verilen sonuçta bir ara kararıdır. Ne varki forumu baştan sona incelediğimizde bu konunun tartışılmadığını görmemek mümkün değildir. Ben burada iyi niyet olmadığı kanaatindeyim. Bu kanaatimi de muhafaza ediyorum. |
04-08-2007, 16:19 | #54 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Sn.Dikici "Çocuğun" "tıbbi zorunluluk olmaksızın""vücut bütünlüğüne yönelik" eylem olan sünnet aynı anda bir kaç hukuk dalını birden ilgilendiriyor.Bu başlığı çocuk hakları alanına almış olursak bu kez hasta hakları bakımından itirazların olması kaçınılmaz olacaktı.Hatta belki de ; hekimin ve ailenin cezai sorumluluğu bakımından da ceza hukuku çalışma grubu bu başlığı ayrıca tartışmaya açabilir. Tıpkı kürtajda eşin rızası kavramında ,tartışma yerinin hem kadın hakları hem de hasta hakları olabileceği gibi. Sn.Yıldırım
Diyorsunuz. Yazılmadığını düşündüğünüz "iyi niyetli olmayan gizli amaçlar "yerine ,açıkça yazılanları tartışma konusu yapabilirsek ,kaygılarınızdan da uzaklaşmak belki de mümkün olabilir. Saygılarımla |
04-08-2007, 16:44 | #55 |
|
Benim hiç bir kaygım yoktur. Büyük Türk milletinin sağ duyusuna da güvenim sonsuzdur.
|
11-08-2007, 18:29 | #56 | |||||||||||||||||||||||
|
SeÇİm SÜrecİ Durumuna ErİŞme Hakkinin Korunmasi
Devletlerin, daha biz istemeden bizim için çok önceden koydukları kurallara uymakla zorunluyuz. Şimdi veli veya vasiyi aynen devletin yerine koyalım. Bu bir. İkincisi anne ve baba çocuğun herhangi bir hastalığı karşısında çocuk acı çekmeyi istemese ve sonuçta iğne vurunmayı istemese bile elbette zorla ona iğnesi miğnesi yapılır. Veya belki de öyle bir hastalığa yakalanmayacak iken önceden bazı aşılar yaptırılır çocuk istemese bile zorla yapılır bu iş. Çünkü toplumun içinde olacaksan tek yolun budur adeta. Bu konu apaçık bir inanç meselesidir ve hukukun inancı koruyup korumaması meselesidir. Anne ve babaya değil de bunun kararı için somut olayın istisna olmasından dolayı çocuğa bırakılması gerektiği kanaatindeyim. Hukuk ve devlet inancın seçimi aşamasını korumakla mükelleftir. Kanaatimce artık anne ve babanın değil daha üstün güç olan devletin bunu sağlama görevi somut olayda apaçık belirmiştir. Sosyal devlet anlayışının algılamasında benim için bu da var. Yukarıda okuduğum bir çok yerde, sünnetin sağlık konusunda yararı olmadığı ve yıkılması gereken bir tabu olduğu beyan edilmiştir. Bu konuyu herkes kendileri için öngörebilir, kültür emperyalizmine vardırmaya da gerek yoktur bu konuyu. Artık dünya biliyor ki HIV virüsüne karşı sünnet bir ön koruma görevi görmektedir. Günün hijyenik şartları artar iken DEV GÜCE SAHİP hastalık türleri de kendini daha güçlü göstermektedir. Üniversiteye ilk başladığım yıllarda oğlum olsa sünnet ettirmem diyordum, bugün iyi ki babam böyle düşünmemiş diyorum. İnsanın ömrü belli mevsimlere ayrılır ve bu mevsimlerde bazı esintiler gelir geçer ve her mevsimde ortak olması gerekeni yaşatmak gerektiğini farkeder bir zaman sonra insan bizzat kendisi. Ve ben hayata artık öyle bakıyorum, bir genç delikanlı karşımda her türlü değere karşı isyanlar etse haklısınız demekten öteye gitmem artık, çünkü aynı dönemlerden ben de geçtim ve onun içindeki fırtınayı kolaylıkla algılayabilirim. Yukarıdaki olayda, bence hakim davayı açan taraf sanırım erkek tarafı olduğuna göre hakim ister istemez davayı açanın dini değerlerini gözetmek zorundadır ve buna göre diğer tarafın da inançları konusunda gerçek bir sabitlemeye varıp AYNEN KENDİLERİ İÇİN İSTEDİKLERİNİ ÇOCUKLARI İÇİN İSTİYORLAR MI BUNA BAKILMALIDIR görüşündeyim. Eğer anne ve baba birer taraf olarak kendi değerlerini korumak adına dava yoluna başvurmuşlar ise hakim bu yönü ile karara varmak zorundadır. İstisnalar kaideyi bozmaz diyerek, iş bu somut olayda taraflar kendi aralarında anlaşamazlar ise çocuğun 18 yaşını veya aklı yetecek seviyeye gelmesini beklemek hem dava tarafları için hem de çocuk için en iyi çözümdür diye düşünmekteyim. Fakat elbette ki 18 yaşındaki kararını göz önüne alırsak çocuk o yaştan itibaren toplumsal kültürün baskını beynine alarak kararı doğrultusunda diğer taraftan nefret etmeye başlayabilir ama bu o yaşlara gelen çocuğa uygun bir dil ile izah etmek icab eder. Esasta olması gereken ise şu olmalıdır elbette ki, her birey seçim yapabileceği yaşta iken kendi seçimlerini yapmalı ve hem devlet ve hem anne baba çocuğun seçim yapma sürecini koruma altına almalıdır. Ki esasta böylece taassubi fikirlenmeler yerine samimi fikirlenmeler her bireyde belirsin. Eğer sünnet edilirse geri dönüşümü olmayan bir sonuç elde edilecek yok eğer sünnet edilmez de çocuk uygun görülen yaşına gelince kolaylıkla tıbbi müdahalesini olur. Bu bu denli büyütmenin anlamı da yoktur kanaatindeyim, İSTİSNALAR HİÇ BİR ZAMAN GENEL GEÇER OLAMAYACAKTIR. Hele kuralı koruma isteğinin az olup daima tarafı koruma(siyasi) isteklerinin çok olduğu bu dönemde bile bu böyle olacaktır kanaatindeyim ki doğal hayat her geçen gün insan için en uygun olanı göstermeyi bizzat başarmaktadır. SAYGI VE SEVGİLERİMLE(somut olaydaki istisna esaslara halel getirmez...18 yaş beklenebilir) |
13-08-2007, 10:17 | #57 |
|
-- Hukuksal olarak olması gereken, çocuğun bedeni üzerinde zaruret hasıl olmadığı sürece velinin müdahale yetkisine haiz olmadığı.-- Reşit kişi sünnet olup olmamakta özgürdür.
-- Meğer ki tıp(bilim ) bize sünnettin mutlaka erken yaşlarda yapılması gerektiğini söylesin. |
13-08-2007, 16:13 | #58 |
|
-- Antropologlar sünnetin başlangıcı hakkında görüş birliğine varamamıştır. Sünnetin tarihini M.Ö. 15000 yıllarındaki taş devrine kadar götürenler varsa da, antropolog Ashley Montagu’nun da savunduğu gibi, 6000 yıl önce antik Mısır’da sünnetin varolduğu kesinleşmiştir. 4000 yıl önce Eski Ahit’te ise, doğumun sekizinci gününde dini sünnet uygulamasına atıf yapılmıştır (bris milah veya brit milla). Eski ve Yeni Ahit’te, sağlıkla ilişkilendirmeden sünnete yapılan çok sayıda atıf vardır.
Hastalıklara karşı profilaksi amacıyla rutin yenidoğan sünnetinin yaygınlık kazanması 19. yüzyıla rastlar. Özellikle ingilizce konuşulan ülkelerde sünnet, kısa sürede kabul görmüştür. -- Her yıl sünnet edilen erkek sayısının 13.3 milyon olduğu tahmin ediliyor, kız sayısı ise 2 milyon civarında. Her iki cinste de sünnet edilenlerin çoğu çocuklar. (Denniston, 1997; DeMeo, 1997). -- ABD'de sünnet, kesilen prepusların ilaç ve kozmetik sanayinde değerli bir malzeme olarak satıldığı gerçektir (Bir Amerikan Sağlık Uydurmacası (1980) adlı kitabında Wallerstein) -- Sünnet, cinsel ilişki sırasında zevk duyusunu beyne gönderecek olan sinir ve sinir uçlarını da tahrip eder. Nöroanatomist Dr. Ashley Montagu, 25 sent büyüklüğündeki "normal" bir insan derisinin 3.66 metre uzunluğunda sinir, ve 50'den fazla sinir ucu içerdiğini belirtmektedir. sünnet ile yetişkin bir erkeğin yaklaşık olarak 73.2 metre sinir, ve 1000'den fazla sinir ucundan mahrum kaldığını göstermektedir. Dr. Taylor'un araştırması, sünnet derisinin normal deriden daha fazla sinir yüklü olduğunu gösterdiği için, sünnet edilmiş erkeğin 1000'den fazla sinir ucunu kaybettiğini rahatlıkla söylenebilir. Bir erkek sünnet derisi yaklaşık 15 adet Amerikan 25 sentini rahatlıkla içine alabilecek büyüklüktedir. (Montagu A., Matson F. The Human Connection. NY: McGraw Hill 1979) -- Penis Üst-Derisinin Görevleri Nelerdir? Üst-derinin pek çok duyusal, koruyucu, ve cinsel işlevi vardır. • Koruyucu: Göz kapakları gözleri nasıl korursa, üst-deri de glansı korur ve onu nemli, yumuşak ve duyarlı tutar. Aynı zamanda ortalama ısıyı, pH dengesini ve temizliği sağlar. Glansın kendisi (penis başı) sebaceous bezlerini (derimizi nemlendiren sebum veya yağ maddesini üreten bezler) bulundurmaz. Glansın yüzeyini sağlıklı tutan sebumu üstderi üretir. • Bağışıklık Sistemindeki Görevi: Bütün vücut deliklerini çevreleyen mukoz zarlar, vücudun ilk savunma duvarıdır. Üstderideki bezler, lizozim gibi antibakteriyel ve antiviralleri üretirler. (12) Lizozim aynı zamanda göz yaşlarında ve anne sütünde de bulunur. Özelleşmiş epitelyal Langerhans hücreleri, bağışıklık sisteminin bir parçası olarak, üstderinin dış yüzeyinde bolca bulunurlar (13). Üst derinin mukozal kaplamasında bulunan plazma hücreleri, enfeksiyona karşı mücadele eden antikorlarları, yani immunoglobinleri salgılarlar. (14) • Erojen Duyarlılık: Üst-deri parmak uçları, ya da dudaklar kadar duyarlıdır. Özelleşmiş sinir alıcılarından, penisin başka hiçbir yerinde olmadığı kadar çok sayıda ve çeşidini barındırırlar.(15) Bu özelleşmiş sinir alıcıları hareketi, sıcaklıklardaki çok küçük değişiklikleri ve yüzeydeki hassas değişiklikleri algılayabilirler. (16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23) • Sertleşme Sırasında Penisi Kaplama: Serleştiğinde penis gövdesi daha uzun ve kalın olur. İki katlı üst-deri tabakası, büyüyen bu organı içine alacak gerekli deri yüzeyini sağlar. Böylece penis derisi yumuşak ve rahat bir şekilde gövde ve glans üzerinde kayabilir. • Kendi-kendini Uyaran Cinsel İşlevi: Üst-derinin iki katlı kılıfı, penis gövde derisinin, penis gövdesi üzerinde ileri geri kaymasını sağlar. Normalde üstderi penisin başladığı yere kadar tamamen çekilebilir ve ayrıca glansın ilerisine de çekilebilir. Bu geniş hareket mesafesi penis, frenulum, üstderi, ve glanstaki orgazmik tetikleyicilerin uyarılma şeklidir. • İlişki Sırasında Cinsel İşlevler: Üstderinin görevlerinden biri, iki cinsin ilişki sırasında mukozal yüzeylerinin birbiri üzerinde hareket etmesini sağlamaktır. Üstderi penisin kendi hareketli, yağlı kılıfı içersinde vajina içine girip çıkmasını sağlar. Dolayısıyla dişi, erkeğin sünnet derisi eksik olduğu zamanki gibi sürtünme sonucu değil, hareket eden basınç ile uyarılır. • Üstderi, glansı içine alıp onu bir iç organ haline getirerek, erkek ve kadın arasındaki samimiyeti artırır. Cinsel ilişki tecrübesi, erkeğin bir iç organı olan glans, üstderi geri çekilip, kadının cinsel organı ile temas ettiğinde arttırılır. Üstderinin henüz bilinmeyen veya anlaşılamayan işlevleri olabilir. Avrupalı bilimciler, bazal epidermal hücrelerinde estrojen alıcılarını henüz yeni keşfetmişlerdir. University of Manchester'daki araştırmacılar, insan üst-derisinin apokrin bezleri içerdiğini keşfettiler. Bu özelleşmiş bezler feremon denilen doğanın kimyasal habercilerini üretiyorlar. Üstderinin bu özelliklerini ve oynadığı rolü anlayabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. -- Sünnetle Ne Kaybedilir Gary L. Harryman Bir bebeğin doğal ve sağlıklı penisi sünnet edildiğinde sonsuza dek ne kaybedilir? 1. Dartos Fascia adındaki ısıya duyarlı yumuşak kas tabakasının yaklaşık olarak yarısı. 2. Bağışıklık sisteminin bir parçası olan özelleşmiş Epitelyal Langerhans hücreleri; 3. İçinde dorsal sinirin uzantıları da olan yaklaşık olarak 75 metre uzunluğunda mikroskobik sinir. 4. Yavaş hareketleri, sıcaklıklardaki düşük oynamaları, ve yüzeydeki ince farklılıkları hissedebilen, çeşitli tipte 10,000 ile 20,000 arasında özelleşmiş erotojenik sinir uçları. Bu kayıp üst derideki (sünnet derisi) en önemli duyusal alıcılar olan Maysner yuvarlarının da (meissner's corpuscles) binlercesini içerir. 5. Amacı ve değeri henüz tam olarak anlaşılmamış olan estrojen alıcıları. 6. Hareketli penis derisinin %50'sinden fazlası; penis başının penisi kurumadan, aşırı sürtünme ve tahrişten, ve keratinleşmeden koruyan çok amaçlı kaplaması. Penis başının keratinleşmesinin zarar verici cinsel sonuçları henüz araştırılmamıştır. 7. Yumuşak sırtların frenar bantları (the frenar band of soft ridges); insan vücudunda en fazla zevk yaratan bölge. Yoğun olarak sinirlerle bezenmiş olan bu bölgenin kaybedilmesi, geri kalan penisin hassasiyetini normal bir deri tabakasının hassasiyeti ile aynı hale indirir. 8. Anne sütü ve plazma hücrelerinde de bulunan, bağışıklık antikorlarını, antibakteriyel ve antiviralleri salgılayan, yumuşak mukozanın bağışıklık savunma sistemi. 9. Lenfatik kanallar; bunların kaybı vücudun bağışıklık sistemi içerisinde lenf akışını olumsuz yönde etkileyebilir. 10. Frenulum; glansın aşağı kısmında, "V" şekilli, ağ-görünümlü, genelde üst-deri ile birlikte kesilen veya zarar görerek işlev göremez hale gelen çok duyarlı bir yapı. 11. Feremonları salgılayan iç üstderinin "apokrin bezleri". Feromonların kaybının yol açtığı sonuçlar henüz araştırılmamış olmakla birlikte, olası cinsel eşlere sessiz, görünmeyen, ama güçlü sinyaller yolladığı sanılmaktadır 12. Penisi nemlendirip kayganlaştıran ectopic sebaceous bezleri. 13. Gerekli "kayma" mekanizması. Eğer açılır ve düz olarak yayılırsa, ortalama yetişkinin üstderisi 104 santimetrekare yer kaplar.(yaklaşık olarak bir posta kartı kadar) Kendi kendini kayganlaştıran ve hareketli olan bu deri, penise kendi içinde kayma özelliğini kazandırır; bu da vajinayı kurutmadan, yapay kayganlaştırıcılara ihtiyaç duymadan cinsel ilişkiyi sağlar. 14. Glansın pembe-kırmızı-koyu mor arasındaki rengi. Glans normalde tıpkı dil gibi bir iç organdır. 15. Penis çevresinin önemli bir kısmı. Gevşek üstderinin penise kazandırdığı önemli bir hacim vardır. Bu da sünnetli penisi, sünnet edilmemiş penise göre oldukça ince yapar 16. Sünnet sırasında üstderiyi penise bağlayan doku yırtılarak koparıp atıldığı için, sertleşmiş penis uzunluğunun 2.5 cm kadarı da kaybolur. Bu paylaşılan zar, üst deri ve glansı penis gelişirken sıkıca birbirine bağlar. Onu koparmak glansa zarar verir; ham, enfeksiyona, sürtünmelere ve tahrişe açık hale getirir. Bu durum penisin büzülüp ufalmasına neden olur. 17. Frenular atardamar ve dorsal atardamarı da içeren metrelerce uzunluğunda damar. Bu yoğun kan dolaşımının kesilmesi, penisin gövdesine ve glansına yeterli kan akışını sınırlar, bu da açık bir şekilde penisin doğal işlevine ve gelişimine zarar verir. 18. Her yıl pek çok erkek kötü operasyonlarda ve enfeksiyonlarda penislerini kaybederler. Bazı durumlarda bu da yapay olarak hormon vs, ile cinsiyetin değiştirilmesine yol açar ve erkekler kadın olarak yaşamaya zorlanırlar. 19. Her yıl pek çok erkek tıbben gereksiz sünnet operasyonlarında hayatlarını kaybederler. Bu ölümler milyar dolarlık sünnet endüstrisi tarafından saklanır. 20. Henüz bilimsel olarak kanıtlanmamasına rağmen, penis ile vajinanın mukozal dokusu arasında gerçekleşen elektrik transferi orgazmın oluşumuna yardım eder. Sünnet ile erkekteki mukozal tabakanın kaybedilmesi, bunu engeller. Gary L. Harryman 14 Şubat 1999 -- Sünnet Nasıl Zarar Verir? Sünnetin "tıbbi yararları"(!) hakkındaki tartışma, nadiren sünnetin gerçek sonuçlarına değinir. • Sünnet Köreltir: Kesilen deri miktarına bağlı olarak, sünnet, erkeği penis derisinin %80 veya daha fazlasından mahrum bırakır. Sünnet derisinin uzunluğuna bağlı olarak, kesmek, penisi %25 veya daha fazla kısa yapar. Özenli anatomik araştırmalar göstermiştir ki, sünnet bir metreden fazla damar, arter, ve kılcal damarları, 80 metreye yakın sinir uzunluğunu, ve 20,000'den fazla sinir ucunu yok eder. Üstderinin kasları, bezleri, mukoz tabakası, ve epitelyal dokusu da bunların yanında tabii ki yok olmuştur. • Sünnet Hissizleştirir: Sünnet penisi radikal şekilde hissizleştirir. Üstderi amputasyonu, üstderinin kendisindeki zengin sinir ağını ve sinir alıcılarını yok etmek anlamına gelir. Sünnet, neredeyse her zaman frenulumu ya yok eder ya da büyük zarar verir. Koruyucu üstderinin kaybedilmesi glansı hissizleştirir. Sürekli dışarda kalan glansı (penis başı) kaplayan membran şimdi sürekli aşınma ve irritasyon ile karşı karşıya olduğundan keratinleşir, sert ve kuru olur. Normal, sağlam bir peniste, mukoz zarın tam altında olan glanstaki sinir uçları, şimdi birbiri üstüne oluşan keratin tabakalarının altına gömülmüştür. Köreltilmiş glans(penis başı) şimdi donuk, gri ve sklerotik bir görünüm alır. • Sünnet Etkisiz Kılar: Sünnet ile büyük miktardaki penis derisinin amputasyonu, geri kalan deriyi kalıcı olarak hareketsiz hale getirir. Bu hareket kaybı, glansın normal olarak uyarıldığı mekanizmayı yok eder. Sünnetli penis sert hale geldiğinde, geri kalan hareketsiz hale gelmiş deri gerilir, bazen bu o kadar sıkı olur ki tüm penisi kaplamaya yetmez. Normalde penis gövdesi üzerinde kıl yoktur, ama bu şekilde, torba vs. üzerindeki kıllı deri de penise kadar çekilir. Cerrahi olarak dış ortama maruz hale getirilen glansın mukozası sebaceous bezlerini içermez. Üstderinin emolyantları ve koruması olmadan, galns(penis başı) kurur, çatlamaya ve kanamaya meyilli hale gelir. • Sünnet Şekli Bozar: Sünnet, penisin görünüşünü büyük ölçüde değiştirir. Normalde bir iç organ olan glansı, kalıcı olarak bir dış organ haline getirir. Sünnet üstderiyi yırtmayı gerektirdiğinden, glansın da bazı parçaları kopabilir. Üstderinin parçaları ham glansa yapışabilir ve yerinden kopmuş, sarkan deri parçaları ve köprüleri oluşturabilir. Yara oluşumuna ve kesilen deri miktarına bakarak, sünnetli deri kalıcı olarak eğik bir hal alabilir, ya da sertleşme sırasında eğilebilir. Yara dokusunun büzülmesi, penis gövdesini karnın içine doğru çekebilir, bu da gerçekte penisin kısalması, hatta bazen tamamen kaybolması anlamına gelir. • Sünnet Dolaşıma Zarar Verir: Sünnet, penis derisindeki ve penis başındaki normal kan dolaşımını bozar. Ana penis arterlerine akmak isteyen kan, yarma noktasındaki yara dokusu ile engellenir, bu da kanın daha ilerdeki diğer kılcal damarları beslemek yerine geri doğru akmasına neden olur. Kandan yoksun olan olan meatus büzülüp yara oluşturabilir, bu da idrar akışını engeller. Meatal Stenosis denen bu durum, genellikle düzeltici cerrahi müdahale gerektirir. Bu hastalık neredeyse tamamen sünnetli çocuklara özeldir. Sünnet, aynı zamanda lenf kanallarını da keser, lenfin dolaşımı bozulur ve bazen lymphedema denen, penisin geri kalan derisinin, sıkışıp kalan lenf ile dolup şiştiği, acı verici ve şekil bozucu rahatsızlık ortaya çıkar. • Sünnet Gelişen Beyne Zarar Verir: Önde gelen tıbbi dergilerde yayınlanan yeni yapılan çalışmalar, sünnetin beyin üzerinde, gelişen beyin merkezlerini olumsuz yönde etkileyerek, uzun süreli zararlı etkileri olduğunu söylemektedir. Sünnetli erkeklerin sünnetsiz erkekler ya da kızlara göre daha düşük bir acıya dayanma eşikleri vardır. Gelişim nörofizyolojisti Dr. James Prescott, sünnetin daha derin ve daha ciddi nörolojik zararlara yol açmış olabileceğini de söylemektedir. • Sünnet Hijyen ve Sağlık Dışıdır : Sünnet hakkında en yaygın olan efsanelerden biri, sünnetin penisi daha temiz ve bakımı daha kolay yaptığıdır. Bu doğru değildir. Gözkapakları olmadan gözler daha temiz olmaz, penis de üstderi olmadan daha temiz olmaz. Yapay olarak dış organ haline getirilen glans (penis başı) ve meatus, kire ve aşınmaya sürekli açık haldedir, bu da sünnetli penisi daha kirli yapar. Koruyucu üstderinin kaybolması, üriner yolu bakteri ve viral patojenlere karşı korumasız bırakır. Sünnet yarası pek çoklarının sandığından daha büyüktür. Bu yalnızca geri kalan derinin iç ve dış birleşme noktaları değildir. Sünnet olmadan önce bir bebeğin üstderisi penis başında ayrılır, tam anlamıyla söylemek gerekirse, bu canlı canlı derisini yüzmek, yırtmaktır. Bu da geriye kanayan, geniş ve açık bir alan bırakır. En iyi ihtimalle, bu geniş alan yalnızca bir çeşit proto-mukoza tarafından korunmaktadır. Hastalık yapıcılar bu açıklıktan kolaylıkla içeri girebilirler. Yara iyileştikten sonra bile, dış koşullara açık hale gelen glans ve meatus, artık idrar, dışkı, bebek bezlerinin kimyasal maddeleri ve bunun gibi diğer kirleticilerle doğrudan temasa zorlanmıştır. Sünnetli erkeklerin kadın partnerleri daha düşük bir rahim kanseri oranına sahip değildirler. Ne de sünnet penis kanserini önler. Yeni bir çalışma göstermiştir ki, penis kanseri oranı ABD'de, penis kanserinin neredeyse hiç duyulmadığı Danimarka'ya göre daha yüksektir. Gerçekte araştırmacılar, aslında sünnetin bu hastalık oranlarını artırıp artırmadığını kontrol etmelidirler. Sünnet cinsel yolla bulaşan hastalıklara veya bunları yaymaya engel olmaz. Gerçekte ABD, Batı dünyasında hem en yüksek sünnetli erkek oranını barındırır, hem de AIDS dahil en yüksek cinsel yolla bulaşan hastalık oranını. Çok sıkı şekilde kontrol edilen çalışmalar göstermiştir ki, Amerikanın sünnetli erkeklerinin, bakteriyel ve viral enfeksiyonlara yakalanma riski daha yüksektir, özellikle şu hastalıklara: bel-soğukluğu ,nongonoccal urethritis, insan papilloma virüsü herpes simplex virüs tipi 2, ve chlamydia. • Sünnet Her Zaman Risklidir: Sünnet her zaman ciddi, hatta trajik sonuçları olan bir müdahaledir. Cerrahi komplikasyon oranı 500'de birdir. Bu komplikasyonlar kontrol edilemeyen kanama ve ölümcül enfeksiyonları içerir. ( Sünneti takip eden kangren ile ilgili pek çok yayınlanmış olay vardır. Staphylococcus, Proteus, Pseudomonas gibi hastalıklı bakteriler ve diğer koliformlara, hatta tüberküloza ve ölüme götürecek diğer enfeksiyonlara yol açabilir. Bu organizmalar vücuda girmek kolay olduğu için ordadırlar, bebek enfeksiyona yatkın olduğu için değil. Tıbbi dergiler, sayısız defalar sünnet edilirken kısmen veya tamamen penis başları kesilen bebeklerin hikayesini yayınlamıştır. Diğer bir kısım anestezi edilmemiş bebek de, uyanık durumdayken, bütün penislerinin "electrocautery tabanca" denilen aletle yakıldığına tanık olmuşlardır. Journal of Urology'nin Eylül 1989 sayısı, bu tür olayların bir raporunu yayınlamıştır. Makale, "feminizing genitoplasty" denen, penisini kaybetmiş bebeklerin zorla dişiye değiştirilme operasyonunu anlatmıştır. Archives of Pediatrics and Adolescent Medicine Mart 1997 sayısı, erkek doğan, fakat sünnetçinin penisini kesmesi nedeniyle dişiye çevrilen genç bir insanın bunu öğrendiğinde duyduğu dehşeti anlatmıştır. Pek çok benzeri durum belgelenmiştir. Bebek sünnetinin 500,000'de bir olan kaydedilmiş ölüm oranı vardır. • Sünnet Annelere Zarar Verir: Bilimsel araştırmalar sürekli bir şekilde göstermiştir ki, sünnet bir çocuğun davranışsal gelişimini bozar. University of Colorado Tıp fakültesinde yapılan çalışmalarla sünneti olan bebeklerin non-REM uykularının rahat olmadığı belgelenmiştir. Sinir yollarına karşı yapılan ve dayanılmaz bir acı veren uzun bombardımana karşı sünnetli bebekler bir yarı-koma durumuna girerler. Bu koma günler, hatta bazen haftalar sürebilir. Pek çok diğer araştırma sünnetin, doğumdan sonraki kritik dönemde anne-çocuk bağını bozduğunu kanıtlamıştır. Araştırmalar sünnetin yeme alışkanlığını bozduğunu da göstermiştir. Sünnet, Hasta ve İnsan-Haklarının Bir İhlalidir: Hiç kimsenin, bir başkasının cinsel organlarını, o kişinin tam olarak bilgilendirilmiş rızası haricinde kesmeye hakkı yoktur. Sonuçlara katlanacak olan çocuk olduğuna göre, sünnet onun hem tedaviyi reddetme hem de alternatif tedaviler arama hakkının bir ihlalidir. 1995'te Amerikan Pediatri Akademisi Komitesi, yalnızca bilgili bir ana-babanın bir tedaviye "rıza" gösterebileceği hükmüne vardı. Bir bebek açıkçabellidir ki bir şeye rıza göstermek için çok küçüktür. Onun zayıflığından faydalanmak isteyeceklere karşı korunmalıdır. Bilgilendirilmiş anne-babanın rızası kavramı, yalnız travma, hastalık, sakatlık gibi acil durumlarda tıbbi müdahale hakkı tanır. İnsan penisi, normal, sünnetsiz halinde bu durumlardan hiçbirini sağlamaz -- Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan, cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanırlar ki, sünnet, erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir - ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir : Nasıl olur da tabiatta yaratıklar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar eksik olabilirler, hele bu özellikle üstderi (sünnet derisi) gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Ibn Meymun, filozof, (1190) -- Viktorya döneminin doktorları sünnetin penisi hissizleştirdiğini, mahrum ve etkisiz bıraktığını çok iyi biliyordu. Ne var ki çok geçmeden sünnetin sarayı, felci, tutulmaları, elephantiasisı, veremi, ekzemayı, yatak-ıslatmayı, kalça çıkığını, ıslak rüyaları, siğilleri, baş ağrısını, tedirginliği, histeriyi, göz bozukluğunu, aptallığı, geri zekalılığı, ve deliliği tedavi ettiğini ileri süreceklerdi. Aslında tıp tarihinde hiçbir prosedürün sünnetten daha fazla hastalığı tedavi ettiği veya iyileştirdiği ileri sürülmemiştir. Bugün sünnet için ileri sürülen gerekçeler güncel korku ve endişelerle oynayacak şekilde yenilemiş durumda, ama birgün bunlar da mantık dışı olarak kabul edilecekler. En son sünnetin kanseri ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları engellediği iddiası tamamen çürütüldüğüne göre, sünnetçiler hiç şüphesiz yenilerini bulacaklardır. Eğer sünnetçiler gerçekten sadece tıbbi-gerekçelerle hareket ediyor olsalardı, bu uygulamanın kafatası delme, hadım etme, ve sülükle kan çekme ile birlikte çoktan tarih olması gerekirdi. Paul Fleiss, Doktor (1997) -- Cinsel zevk ve cinsel aşkın ifadesi için tasarlanmış beyin sisteminin daha başlangıçta korkunç derecede büyük bir acı ile şartlandırılmasının psikobiyolojik sonuçlarının olmaması düşünülemez. Bu tür bireylerde, daha sonraki bütün cinsel zevk deneyimleri, artık bilinçaltı-bilinçdışına gömülmüş bir cinsel acı zemininde yaşanmak zorundadır. Bu nörofizyolojistin kanaati, erken zamanda yaşanan bu tür jenital acı deneyimlerinin, beyindeki sado-mazoşist davranışların şartlandırmasına katkı sağladığıdır. Öfke ve intihar davranışlarının, ister yenidoğan döneminde, isterse çocukluk-ergenlik öncesi dönemde yapılsın, ne kadarının sünnet ile tetiklendiğinin sorusunun sorulması gerekir James Prescott, nörofizyolog (1989) -- "Mastürbasyon konusunda yapmamız gereken bence şu : ilgili vücut organlarını öyle bir hale getirmeliyiz ki, alışkanlığa devam etmek ağrı verici olsun, bu durum da vazgeçirici olsun. Bu amaçla, eğer penis üst derisi uzun ise, erkeği bugün ve belki de gelecek için mahrum bırakacak şekilde sünnet etmeliyiz. Operasyon ayrıca, kloroform altında yapılmamalı, öyle ki hissedilen acı çocuğun zihninde, yok etmeye çalıştığımız alışkanlık ile hatırlansın." Athol A. W. Johnson, ünlü tıp dergisi "The Lancet" cilt. 1 (7 Nisan 1860) -- Tıp literatürü insan prepusundan (sünnet derisi), doğrudan ya da dolaylı olarak; "bir deri parçası" diye söz eder. Anatomik olarak bu tanım, yanlıştır. İnsan prepusu sinir uçları açısından zengindir, ve holokrin bezlerini içerir. (ör., Tyson bezleri) (insan penisindeki duyusal sinir uçlarının gelişimi için Sommerova, 1976; Halata ve Munger, 1986; Dail ve Evan, 1974 çalışmalarına bakılabilir). Yüzey alanı açısından insan üstderisi penisin yaklaşık olarak %36'sını, yani üçte biri demektir. (Ritter, 1992). İnsanın üreme organlarının bir parçası olarak prepus önemsiz olmaktan çok uzaktır. Ronald S. Immerman ve Wade C. Mackey, "Sünnetin Biyokültürel Açıklaması" (1997 |
15-08-2007, 12:14 | #59 |
|
Yetkili hekimin tıbbi müdahalesi yapabilmesi için tıbbi endikasyon olması gerekir.sünnetin tıbbi bir endikasyonu olmasada sosyal endıkasyon sayılır.Toplumumuzda yaygın dini inançlarımızın doğrultusunda sünnet sosyal endikasyondur.Sünnette çocuğun rızasınagelevek olura 7 yaşından büyük çocuklara tıbbı müdahele yapılacağı zaman rıza aranması gerektiği görüşündeyim. Ama uygulamad baktığımızda hekimlerin çoğu çocuğun rızası değil velisinin rızasını almakta hatta ameliyata giren yetişkin biri için rızayı hasta yakınlarından almaktalarAmeliyat olan hastamı hasta yakınları mı?
|
29-08-2007, 14:21 | #60 |
|
Bir haber
29.8.2007 tarihli GÜNEş gazetesinden bir haber:
" Acemi sünnetçi tamamını kesti Bursa'nın Dikkaldırım Mahallesi'nde oturan 10 yaşındaki çocuğun sünnet töreni kabusa dönüştü. Akıllara durgunluk veren olay şöyle gelişti: Baba C.N, oğlunu sünnet ettirmek için sağlık ocağında çalıştığı öne sürülen 'ehil olmayan sünnetçi'' ile anlaştı. Sünnetçinin sitenin otoparkında yaptığı sünnet sırasında, çocuğun cinsel organının üçte biri kesilerek koptu. Acı içinde bağırmaya başlayan, bir anda kanlar içinde kalan çocuk, yakınları tarafından kopan parçayla birlikte hastaneye kaldırıldı. KANLAR İÇİNDE KALDI Talihsiz çocuğun cinsel organı yerine operasyonla yerine dikildi. Olayın şokunu atlatamayan baba C.N, dışarıda beklerken, 'koptu, çekilin'' diye bir ses duyduğunu, ardından da ağlayan oğlunun kanlar içinde odadan çıkarıldığını söyledi. C.N, ''Çevredekiler 'çok iyi sünnetçidir' dediler. Nerden bileyim böyle olacağını? Sünnetçi oğlumun pipisini koparmış'' dedi.(aa)" Hukukçu arkadaşlara bir sorum var; Bu durumda savcılığın babaya dava açması gerekir mi? saygılar |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
selcuk üni.hukuk fakültesi ögrencisiyim: konyada hukuk bürosunda çalışmak istiyorum | rabia. | Adliye Duvarı | 0 | 16-06-2007 23:56 |
sünnet için tedbir | attorneytalay | Meslektaşların Soruları | 1 | 04-06-2007 11:02 |
Sünnet, sağlık güvencesi kapsamına alınıyor | Seyda | Hukuk Haberleri | 9 | 13-04-2007 22:37 |
Hukuk ve Adalet Eleştirel Hukuk Dergisi Kış 2007 sayısı Makaleler Listesi | Av. Ramazan Çakmakcı | Ceza Hukuku Çalışma Grubu | 0 | 09-02-2007 21:09 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |