Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Ön Alim Hakki

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 02-06-2012, 16:42   #1
Av.Levent Bozkurt

 
Acil Ön Alim Hakki

Ön Alım (Şufa) nedenine dayalı Tapu İptali Tescil Davalarında BEDELDE MUVAZAA iddiasının davacının ileri sürmesi (Satış Bedelinin Gerçek Değerinin Üzerinde Tapuda Bildirilmesi halindei) ve her türlü delil ile ispat etmesi Yargıtay uygulamalrı ile açıktır. Ancak Bedelde muvazaa iddiasını davalının taşınmazı satın alan kişinin ileri sürmesi mümkünmüdür? Bu konuda Yargıtay kararı var mıdır? Bir diğer husus da ,ALICI DAVA AÇILMADAN ÖNCE İYİNİYETLİ OLARAK SATIŞTAN HEMEN SONRA VUK 271 gereği taşınmazın gerçek değerini düzeltmesi durumunda , tapuda gösterilen bedel mi yoksa bu bedel mi davacı tarafından depo edilmelidir?
Old 02-06-2012, 17:24   #2
egemen48

 
Varsayılan

karşı oy yazısında sordugunuz sorunun cevabı var,altını cizdim,umarım işinize yarar


T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 1993/6-507
Karar: 1993/605
Karar Tarihi: 27.10.1993


ŞUFA DAVASI - ÖNALIM HAKKI - ŞUFA BEDELİNİN TESPİTİNDE HANGİ TARİHİN ESAS ALINACAĞI - YASAL ÖNALIM HAKKI - TAPU SİCİLİNDEKİ KAYDIN GERÇEĞİ YANSITMAMASI

ÖZET: Hakikatı yansıtmayan sicildeki düşük satış bedelinin kabul edilmesi, şuf'a hakkının kullanıldığı tarih ile satış günü arasında geçen sürede taşınmazın değerinde, enflasyon ve diğer objektif nedenlerle meydana gelen artışların gözetilmemesi hukukun amacı olan adaletin somutlaşmasını önlediği ve çıkarlar dengesini bozduğu tartışılamayacak kadar açık bir olgudur. Zira ön alım hakkı sahibi, sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşmektedir. Şuf'a (önalım) hakkının kullanılması nedeniyle şuf'a hakkı sahibi davacının, bedele ilişkin yükümlülüğü, hakka konu olan payın kullanıldığı tarihteki (önceden kullanılmamış ise dava tarihi) değeri olmalıdır. Nitekim bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun 5.5.1993 gün 761-192 sayılı emsal nitelikteki kararında da aynen benimsenmiştir.

(743 S. K. m. 659) (1086 S. K. m. 73, 74, 75)

Dava: Taraflar arasındaki "şuf'a" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Polatlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 23.1.1992 gün ve 1991/179-1992/7 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 28.5.1992 gün ve 6679-7207 sayılı ilamı:

(... Şuf'alı pay 7.3.1989 tarihinde davalıya satılmış, davacı ise 17.4.1990 günü dava açarak, payın iptal ve adına tescilini istemiştir. Davalı, bir aylık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olduğunu savunmuş, ancak dinlettiği tanıklarla bu savunmayı ispatlayamamıştır. Bu durumda davanın süresinde açıldığının kabulü gerekir.

Uyuşmazlık, şuf'a bedelinin satış tarihinde tapuda gösterilen bedel mi, yoksa dava açıldığı tarihte saptanacak bedel mi olacağının tespitinde toplanmaktadır. Şuf'a bedelinin satıcı ile davalı arasındaki anlaşmada kararlaştırılan bedel olması gerekeceğine dair Yasa'da bir açıklık yoktur. Bu nedenle objektif olayların yarattığı kıymet değişikliklerinin, bir aylık hak düşürücü süre geçirildikten sonra açılan şuf'a davalarında, davayı açan paydaşın ödeme borcuna yansıtılması icab eder. Bu itibarla, davalı yargılama sırasında açıkça savunmamış olsa bile, hakimin kendiliğinden bu hususu gözönünde tutması gerekir. 20.6.1951 gün ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, hakimin hükümden önce re'sen nazara alarak tayin edeceği uygun bir süre içinde şuf'a bedelinin yatırılmasına karar vereceği, daha sonra kaydın düzeltilmesine hükmedeceğini açıklanması, bu görüşü doğrulamaktadır. Re'sen dikkate alınacak hususlar, hem uygun süre ve hem de onun esas bağlantısı olan Şuf'a bedelidir. Kaldıki, payı alan davalı satış akdinin tarafı olduğu için ondan şuf'a bedelinin, tapuda gösterilenden daha fazla olduğu şeklinde savunma yapmasını beklemekte, Yasa'nın ve özelliği olan şuf'a davasının amacına ters düşer.

Özellikle, diğer paydaş ile, davalı arasında gerçekleştirilen ve şuf'a hakkının kullanılmasına yol açan satış sözleşmesinden ve bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan şuf'a davalarında, davacı paydaşın ekonomik ve objektif nedenlerle değişmiş yeni bedeli ödemeksizin, tapuda gösterilen eski bedelle, payın tescilini talep etmesi M.K.'nun 2. maddesinde tanımlanan objektif iyi niyet kuralı ile de bağdaştırılamaz. Böyle bir davranış, davalıyı zorunlu olarak elinden çıkardığı gayrimenkul payı yerine, eline geçen para ile aynı nitelik ve değerde bir başka gayrimenkul edinmek imkanından yoksun bıraktığı için fevkalade adaletsiz ve hakkaniyet duygusunu zedeleyici bir sonuç yaratır. 8.11.1991 gün 1990/4-991/3 İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da, iyi niyet iddiasının hukuki mahiyeti itibariyle def'i değil, itiraz niteliğinde bulunduğu vurgulandığından, bu nitelikteki bedele yönelik iddianın yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan, davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkündür.

Açıklanan nedenlerle, şuf'a hakkının kullanıldığı tarihte şufalı payın karşılığının ve davalının şuf'alı payda kullanma nedeniyle yararlanma oranının saptanıp, davacının ödeme borcunun tayini ve bu bedelin yatırılmasına hükmedilmesi gerekirken, satış tarihindeki şuf'a bedelinin yatırılmasına karar verilerek davanın kabulü hatalı görülmüştür..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Taşınmaz mal mülkiyetinin yasadan doğan daraltımlarından (takyitlerinden) biri de önalım (şuf'a) hakkıdır. Yasal önalım hakkı, yenilik doğuran (inşai) bir hakdır. Paydaşa bir payı üçüncü kişiye satılması durumunda o yer, alıcıya neye mal olmuş ise o miktar ile belirli süre içerisinde satın alma yetkisi verir.

Bu husus 20.6.1951 gün 13/5 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında da aynen vurgulanmıştır. Dava hakkının kullanılması için öngörülen belirli süre ise, satışın öğrenildiği tarihten itibaren başlayan ve niteliği gereği hakkın özünü etkileyen bir aylık hak düşürücü süredir.

Olayda, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, şuf'a hakkına konu yapılan payın, satış tarihi ile dava tarihi arasında bir yılı aşan bir sürenin geçmiş olması dolayısıyla, bu zaman kesiti içerisindeki ekonomik ve objektif nedenlerle meydana gelmesi kaçınılmaz bulunan değer düşüklüğünün, şuf'a bedelinin belirlenmesinde nazara alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Genel Kurul müzakerelerinde öncelikle H.U.M.K.'nun 73-74-75. maddeleri hükümleri göz önüne alınarak davalı alıcı tarafından tapuda gösterilen satış bedeline, itirazda bulunup bulunulmadığı hususu ön sorun olarak ele alınmıştır. Bir kısım üyeler, davalı alıcı tarafından satış tarihi ile dava tarihi arasında geçen süre itibariyle özellikle yaşanan ağır enflasyon koşullarından söz edilerek şuf'alı payın tapuda gösterilen satış bedeline itiraz da bulunulmadığını ifade ile, bunun re'sen bozma nedeni yapılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş çoğunluk tarafından davalı alıcının gerek cevap layihasında, gerekse muhakeme safhasında açıklıkla olması dahi çekişmeli pay için, tapuda gösterilen değerin çok düşük kaldığı savında bulunduğu, bu ileri sürüşün objektif olayların yarattığı kıymet değişikliğinin, belirlenecek ödenmesi gereken şuf'a bedeline yansıtılması isteğini, dolayısıyla bedele itirazı kapsadığı gerekçesiyle paylaşılmamıştır. Gerçekten hakikatı yansıtmayan sicildeki düşük satış bedelinin kabul edilmesi, şuf'a hakkının kullanıldığı tarih ile satış günü arasında geçen sürede taşınmazın değerinde, enflasyon ve diğer objektif nedenlerle meydana gelen artışların gözetilmemesi hukukun amacı olan adaletin somutlaşmasını önlediği ve çıkarlar dengesini bozduğu tartışılamayacak kadar açık bir olgudur. Zira ön alım hakkı sahibi, sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşmektedir. Şuf'a (önalım) hakkının kullanılması nedeniyle şuf'a hakkı sahibi davacının, bedele ilişkin yükümlülüğü, hakka konu olan payın kullanıldığı tarihteki (önceden kullanılmamış ise dava tarihi) değeri olmalıdır. Nitekim bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun 5.5.1993 gün 761-192 sayılı emsal nitelikteki kararında da aynen benimsenmiştir. Bu itibarla mahkemece, hükmü temyiz eden davalı vekilinin temyiz dilekçesindeki isteği de göz önüne alındığında yukarıda açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun olmayan direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA), 27.10.1993 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davacı, şuf'alı paşın ilişkin bulunduğu taşınmazda paydaş olduğunu, paydaşlardan Mehmet'in 1/4 payını 7.3.1989 tarihinde davalıya sattığını, bu satışın 10.4.1990 tarihinde öğrenildiğini ileri sürerek Sulh Hukuk Mahkemesine açtığı dava ile, şuf'alı payın iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Sulh Hukuk Mahkemesi payın satış değeri ile tapu harç ve masrafları toplamı 2.160.000..- lira olduğundan bahisle görevsizlik kararı vererek dosyayı Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir.

Davalı vekili gerek Sulh ve gerekse Asliye Hukuk Mahkemelerinde, davacının satıştan haberi olduğunu, davanın süresinde açılmadığını savunmuş; 17.12.1991 tarihli oturumda ise satış bedeli hakkında beyanda bulunacağını, mehil verilmesini istemiştir. Davacı vekili bu beyanın savunmanın genişletilmesi olduğu gerekçesiyle genişletmeye karşı çıkmış; davalı vekili daha sonraki oturuma gelmemiştir.

Mahkeme süre konusunda taraf delillerini topladıktan sonra davanın bir aylık hak düşürücü süre içerisinde açıldığını kabulle istem gibi karar vermiştir. Hükmü davalı vekili temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, sürenin geçirildiği savunmasını tekrarla birlikte şuf'alı payın ikimilyon liraya değil, onmilyon'a satıldığını (yani muvazaa olduğunu) ileri sürmüştür. Görülüyorki, davalının tüm aşamalardan şuf'alı payın aradan geçen zaman içerisinde arttığı yolunda bir savunması yoktur. Davalı vekilinin anılanbeyanında belirtilen biçimde savunmanın var olduğu yolundaki yüce çoğunluğun görüşüne bu açıldan katılamıyoruz.

Bir an için bedelde muvazaa iddiasının varlığı kabul edilse dahi, davalının satış aktinin tarafı olması nedeniyle, böyle bir iddiada bulunmasına olanak yoktur.

Davanın, satışının öğrenilmesinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde açıldığı kesinleştiğinden kanımızca davada, öncelikle halli gereken husus, şuf'a bedelini tespitinde, bir itiraz bulunmadığı halde mahkemece bu konuda re'sen araştırma yapılıp yapılmayacağı, yapılacak ise şuf'a bedelinin ne olacağıdır.

Yargı sistemimize göre, hakim kendiliğinden bir davayı inceleyip uyuşmazlığı çözemez. Bunun tabii sonucu da hakimin incelemesini tarafların kendisine bildirilmiş olduğu vakıalar üzerinde yapmasıdır. Bildirilmeyen vakıaları kendiliğinden incelemeyeceği gibi hatırlatmada dahi bulunamaz. Kanunda açık hükmün bulunduğu hallerle, kamu yararının gerekli kıldığı durumlar, kuralın istisnasını oluşturur.

Kanuni şuf'a hakkı, mülkiyetin kanuni takyitlerinden olmakla beraber, kamu menfaati için değil, hissedarların şahsi menfaatlerini korumak gayesi ile kabul edilmiştir.

HGK.nun 4.3.1992 gün, 1991/6-523 Esas, 1992/147 sayılı kararında;
(..şuf'a bedelinin özellikle paranın ülkede yaşanan enflasyon sonucu alım gücünün düşmesi nedeniyle azaldığı belirtilerek yeni duruma göre değer tespiti yapılıp, bunun davacının şuf'a borcuna yansıtılması istenilmediği o itibarlada açık usul hükümleri karşısında mahkemede ileri sürülmeyen hususların olayda usuldeki ayrık hallerde bulunmadığından bozma sebebi yapılamayacağı) denilmekle de kanuni şuf'a hakkında, kamu menfaatinin bulunmadığı kabul edilmiştir.

Olayımızda, istisna hallerinin hiçbirisi olmadığına göre talep dışına çıkılarak mahkemenin kendiliğinden araştırma yaparak şuf'alı payın değerine dava tarihine göre tespit edememesi, Yüce Genel Kurul'un önceki kararlarına ters düşecek şekilde varlığı sonucuna bu nedenlerle de katılmıyoruz.

Şuf'a müessesesi; çok eskiye dayanmakta olup, Mecelle'de etraflıca ele alındığı halde, Medeni Kanunumuzda yeterince hüküm bulunmaktadır. Şöyle ki tarifin dahi yapılmasını, bu müessesenin gelişmesini öğretiye ve mahkeme içtihatlarına bırakılmıştır. Nitekim öğretide de çeşitli tarifler yapılmıştır. Mecelle, "Şuf'a bir mülkü müşterayı müşteriye her kaça mal olduğu ise o miktar temellük etmektir" diye tarif etmiştir. Yargıtayımız ondan esinlenerek 20.6.1951 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında (Gayrimenkul mülkiyetinin kanuni takyitlerinden olan şuf'a hakkı gayrimenkulde hisse sahibi bulunan şahsa diğer bir hissenin üçüncü şahsa satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın alma hakkı veren aynı bir haktır) demiştir. Aradan bunca yıllar geçmesine rağmen şuf'a bedelinin ne olacağı bu gün hala tartışılabiliyorsa bunun başlıca nedeni mevzuatın yetersizliğidir. Merhum Ali Himmet Berki 11.6.1947 gün 5/18 sayılı İçtihadı Birleştirme müzakerelerinde aynen (çok gariptirki 1200 sene evvel ihtilaf mevzuu olan bu mesele aynı ihtilaflarla karşımıza çıkıyor) demiştir ki bu söz bu gün de geçerliliğini korumaktadır.

Şuf'a hakkının, müşterek payın maliki tarafından üçüncü bir şahsa satılması halinde diğer müştereklere tek taraflı irade beyanı ile ve satıştaki şartlar dairesinde tercihen satın almak yetkisi veren, inşai bir hak olduğu bilinmektedir. Şef'i tek taraflı olarak iradesini bildirdiği anda şef'i ile şuf'a mükellefi arasında satış akdi meydana gelir. Bu hukuki ilke yönünden mukaveleden doğan şuf'a (MK.nun 658) ile kanuni şuf'a (MK.nun 659) arasında hiçbir fark yoktur. Akdi şuf'ada hak, tapu siciline şerh verildiği hallerde bu şerhte tayin olunan müddet zarfında ve sicilde ayrı bir şart gösterilmeişse payın davalıya satışındaki şarta itibar olunur (MK.nun 658/2) kanuni şuf'a için yasa ayrı bir esas getirmemiştir. Burada, bir ön sözleşme ve sicile şerh verilme söz konusu olmamakla beraber, payın davalıya satışındaki şartlar tapudaki akit tablosunda açıkça bellidir. Bu şartlara itibar olunması kanunun sair hükmü nedeniyle zorunludur. Öyleyse, şuf'a hakkı kullanılmakla davacı ile davalı arasında doğan satış aktinin bedelinin, davalı ile satıcısı arasındaki satışın şartlarından olarak tapuda belli olan miktar olduğunu kabul etmek kaçınılmaz olmaktadır.

Açıklanan esaslar sebebiyle yıllardır istikrarla uygulanagelen Yargıtay kararlarında ve özellikle 20.6.1951 gün, 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, Şef'i ödenecek şuf'a bedelinin, satış bedeli şefie ait olması gereken satış masrafları tutarından ibaret olduğu ve 658. maddedeki hükümlerin kaffesinin 659. maddeye tatbiki lüzumu açıkça belirtilmiştir. İçtihadı Birleştirme kararları, benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurulları, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar (2797 sayılı kanunun 45. maddesi) Kanuni şuf'ada da uygulanan sükutu hak süresi içinde açılan dava, ister satış tarihinden itibaren bir ay içerisinde, ister öğrenmeden itibaren bir ay içerisinde açılmış olsun şefiin ödenmesi gereken şuf'a bedeli değişmez. Aksinin kabulü satış akdinin ve şuf'a hakkının hukuki niteliklerini zedeleyeceği gibi gerek maddi hukuk gerekse usul hukuku açısından çok değişken ve sakıncalı haller oluşturmasına neden olur. Bu şekildeki olgular, yargıya ve kararlarına olan güvenini sarsar. Çoğunluğu bu kararı almaya zorlayan tek neden, satış tarihinden itibaren uzunca bir zaman sonra şuf'a hakkının kullanılması durumlarında şuf'a borçlusu alıcıları enflasyonunu etkisinden uzak tutmaktır. Enflasyon bugünün konusu değildir. Asırlardan beri devam edegelmektedir. Bu halin kabulü şuf'a bedeli yönünden değişik ve tutarsız durumlar yaratır. Şöyleki; Satıştan kısa bir müddet sonra şuf'a hakkının kullanılması hallerinde şuf'a bedeli tapuda gösterilen satış bedeli olduğu halde, elinde olmayan nedenlerle pay satışını geç öğrenen şuf'a hakkı sahibinin geç öğrenmeden dolayı açtığı davada, davalı hak düşürücü sürenin geçirildiği savunmasını kanıtlayamamış ise aradan geçen zaman davalının yararına, bunun tabii sonucu da, kanundan doğan şuf'a hakkını kullanan şuf'A alacaklısı davacının zararı olacaktır ki elde edilmesi istenen yasanın amacınada ters düşer.

Öte yandan şuf'a hakkı dava yolu ile kullanılabileceği gibi dava dışı irade bildirimiyle de kullanılabilir. Bunu önleyen yasal bir engel yoktur. Satıştan hemen sonra irade bildirimi ile bu hakkı kullanılmasında şuf'a borçlusu payı devretmez, şuf'a alacaklısı da çok sonradan dava açarsa veya satıştan bir ay sonra şuf'a davası açılıp da dosya işlemden kaldırılır, yasal süre geçmeden dava yenilenir ise hangi tarihteki bedel şuf'a bedeli kabul edilecektir. Yine dava satıştan itibaren bir aylık sürede açıldığı halde yıllarca devam etmesi durumunda ne olacaktır. Misalleri çoğaltmak tabiki mümkündür.

Kanımızca meselenin yegane hal tarzı yasalarda gerekli değişikliğin yapılması, bu değişiklikler yapılıncaya kadarda pay satışının şuf'a hakkı sahibine bildirilmesidir. Yasalarımızda buna müsaittir.

Federal mahkemeye göre de; Sözleşmeden doğan şuf'a hakkının koşullarına ve kullanılmasına ilişkin hükümler paydaşın kanuni şuf'a hakkı hususunda uygulanır. Mesela "sözleşmeden doğan şuf'ada olduğu gibi kanuni şuf'ada da satıcı şuf'a hakkı sahibine ihbar etmelidir" denilmektedir (B.G.E. 73 II 162 = jdt 1948 I 209).

Açıkladığımız nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadığımızdan kararın Onanması gerektiği oyundayız.
Old 03-06-2012, 17:53   #3
denizizm

 
Varsayılan

işlemi gerçekleştiren tarafın kendi muvazaasından yararlanamayacağını düşünüyorum.satış bedelinin dava açılmadan önce düzeltilmesi durumunda bence düzeltilen kısım göz önüne alınmalıdır.zira dava açıldıktan sonra bu işlem yapılırsa kötüniyet olarak adlandırılabilir.ancak dava açılmadan önce kişi kanunun vermiş olduğu bir imkandan yararlanıyor kötüniyetli olarak nitelendirilemeyeceğini düşünüyorum.son olarak önalım davalarında yargıtay ın içtihat birliği yok sanırım son zamanlarda taşınmazların gerçek değeri mi göz önüne alınmalı yoksa tarafların belirttikleri bedel mi bu sorunun yanıtını ben netleştirmiş değilim.burdan çıkarak sorunuzun cevabının net olmadığını düşünmekle beraber taşınmazın gerçek değerini göz önüne alarak sonuçlanan davaların olduğunu gözeterek düzeltilmiş değerin göz önüne alınabileceğini düşünüyorum.
Old 03-06-2012, 22:25   #4
Av.Şenol Saltık

 
Varsayılan

Sayın Meslektaşım;

Konu tamamen hukuki yoruma dayanıyor. Olayınızla bire bir örtüşen Yargıtay kararı bulmanız zor görünüyor. Bu durumda, davanıza bakacak Hakimin hukuki ve vicdani kanaati öne çıkıyor.

Ancak, alıcı olan kişi iyiniyetli üçüncü şahıs konumunda olduğundan, dava açılmadan yapılacak düzeltme işleminin esas alınması gerektiğini düşünüyorum.
Old 04-06-2012, 10:08   #5
Av.Levent Bozkurt

 
Varsayılan

Yorum yapan meslektaşlarıma teşekkür ediyorum.İncelemelerimde 1976 tarihli bir Yargıtay Kararı bulabildim.Doktrinde ise Fikret Eren'in Gazi Ün. Hukuk Fakültesi Dergisinde2008 yılında yayımlanmış bir makalesinde
Davalının da muvazaa iddiasında bulunabileceğini ancak bu iddiasını yazılı delil ile ispat edebileceğine dair görüşünü gördüm. Ayrıca Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 2010/8834 E. sayılı 24/01/2011 tarihli bir kararı ile de MK 734 de yer alan Satış bedeli kavramını geniş yorumlayarak davalı tarafından ödenene ipotek ve haciz bedelinin de davacı tarafından ödenmesi gerektiği yönünde bir içtihadını buldum.
Ben dava açılmadan önce iyi niyetli olarak tapuda belirtilen satış bedelinin yükseltilmesi halinde bu bedelin depo edilmesinin hakkaniyete uygun düşeceği kanaatindeyim.aksi bir düşüncenin kabulü davacının haksız bir şekilde zenginleşmesi sonucunu doğurur ki bu da hukuk ve adalet duygusu ile bağdaşmayacaktır.
Old 15-04-2016, 01:16   #6
Avukat2234

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Levent Bozkurt
Yorum yapan meslektaşlarıma teşekkür ediyorum.İncelemelerimde 1976 tarihli bir Yargıtay Kararı bulabildim.Doktrinde ise Fikret Eren'in Gazi Ün. Hukuk Fakültesi Dergisinde2008 yılında yayımlanmış bir makalesinde
Davalının da muvazaa iddiasında bulunabileceğini ancak bu iddiasını yazılı delil ile ispat edebileceğine dair görüşünü gördüm. Ayrıca Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 2010/8834 E. sayılı 24/01/2011 tarihli bir kararı ile de MK 734 de yer alan Satış bedeli kavramını geniş yorumlayarak davalı tarafından ödenene ipotek ve haciz bedelinin de davacı tarafından ödenmesi gerektiği yönünde bir içtihadını buldum.
Ben dava açılmadan önce iyi niyetli olarak tapuda belirtilen satış bedelinin yükseltilmesi halinde bu bedelin depo edilmesinin hakkaniyete uygun düşeceği kanaatindeyim.aksi bir düşüncenin kabulü davacının haksız bir şekilde zenginleşmesi sonucunu doğurur ki bu da hukuk ve adalet duygusu ile bağdaşmayacaktır.

Sayın Levent Bozkurt,

Acaba dava açılmadan önce "satış bedelinin yükseltilmesi halinde bu bedelin depo edilmesinin hakkaniyete uygun düşeceğine" dair görüşünüzü destekleyen bir karar çıktı mı? Benzer durumla karşı karşıyayız.
Old 15-04-2016, 11:34   #7
byztkbr

 
Varsayılan

ben satış tarihindeki tapuda gösterilen değer diye biliyorum. malesef değerinin kat kat aşağısının depo edilmesi söz konusu oluyor. daha sonra yükseltilmesi bir fayda sağlamaz kanımca.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Patent Hakki / Tekel Hakki .. ege Fikri Haklar ve Bilişim Hukuku Çalışma Grubu 4 13-11-2013 18:44
Ön Alım Davası avukat_12 Meslektaşların Soruları 12 12-07-2012 11:48
MÜlkİyet Hakki Av. Aysun GÖĞÜŞ Meslektaşların Soruları 1 20-07-2010 08:29
GeÇİt Hakki av.sultannn Meslektaşların Soruları 1 09-07-2010 19:02


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03176689 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.