15-10-2003, 09:08 | #31 |
|
Drama da trajedi de değilse bu oyun Sayın Ege,
Komedi olsun (sizin mutluluk oyunu dediğiniz türden) hem de, abartıların ,taklitlerin yoğun olduğu komedi türü (fars diyorlar herhalde).Yine de kulisteki oyuncu," bu rolümden kim gardiyan'lık veya özgürlük ölçütü " olarak pay almış" diye düşünür mü? Ya da oyun pandomima olsun.Sahnede ses yok.Seyirci katılmamış oyuna. Gülmemiş,bağırmamış,alkışlamamış.Yine de oyuncu kulise çekilince aynı düşüncelere dalar mı? Sonra niye ses olsun ki,niye oyuna tepki gösterilsin ya da niye pay alınsın ki?(gardiyanlık payı demiştiniz değil mi, o pencereden pay çıkarılır belki). "Düzenin yıldızlı aferim alanı" demiştiniz değil mi? İşte orada olup koltukları işgal edenler niye sesli olsunlar,niye tepki versinler ki Sayın Ege? Seneca gibi düşünenler ya da o'na benzer yaşam sürenler sessiz olamazlar imiş,pay çıkarır,ders alırlar, işgalden feragat ile koltuğu boşaltır karşı safa geçer ve de tıynetleri gereği savaşı tercih ederler,çoğunlukla da -kendi hesaplarına- kaybederler. Ama düşünceleri - 2000 yıl da geçse -küllenmez,hatırlanır.Belki de sallanarak,sarsılarak yeşerir,kimbilir. Sağlıkla kalın. |
15-10-2003, 10:44 | #32 |
|
yasam bir tiyatro mudur?
hele bir de sergilenen oyunun bir de kulis kismi mi vardir? salt tiyatro, salt bir oyun denseydi sn.ege anlamam olanakli olacakti. (kisilerin ustlendikleri rolleri istemsizce oynamalari gibi ya da bilincinde olmamalari oynadiklarinin) ama kulis var ise farkindalik da vardir iste bu noktada, bu kabullenisten sonra aradigimiz "ozgurluk nerededir" sorusunun bir anlami kalmayacaktir gibime geliyor, varsayalim ki oyun duzenegi icinde bir yanit bulduk; bu da ozgurlugun kendisi disinda hersey olabilir farkindalik onemlidir. hepimizin yasami zaman zaman bir gosteriye donusebilir bazi kesitlerde ve istemeyerek..(kimimiz katlanilir kilmak adina isteyerek). gercek ben i ortaya koymadigimizi ayrimsadigimiz anda; gercegin pesine dusmek, gosteri duzenegini kirmak, gercek ben icin savasmak esas olmalidir, ki o andan itibaren , sartlar bize pek oyle gorunmese de, gercekte ozguruzdur. ama kulis esliginde surup giden bir oyun varsa ozgurluk yoktur aksine esaret vardir. av. sehper |
15-10-2003, 11:48 | #33 |
|
Merhaba
düşünceye kafa yordukça pencerelerin çoğalması kaçınılmaz tabi ki ve çok güzel. Bu konu bana hep keyifli geldi. Bir başka forumda aşağıdaki alıntıyı ekleyip tartışmaya sunmuştum . İnsanın sorgulamaları öncelikle hep kendine olmalı ki; "ne kadar özgürüz?" sorusu da Seneca'dan yola çıkılsa da aslında bir kendimize bir sorgu. Ben şimdilik aynı alıntımı aşağıya ekleyip ,buna göre de düşüncelerimizi yönlendirip fırsat bulunca da kendi yorumlarımı ekleyeyim. ---------- "..Marjinalleşme "herhangi bir toplumda bir grup yada bireyin önemli iktisadi,dini ya da siyasal güç konumlarına sembollerine ulaşmasının engellendiği süreç"olarak tanımlanabilir. bell Hooks'a göre "marjinal "olmak bütünün parçası olmakla birlikte esas gövdenin dışında kalmaktır.Bu şekilde dışarıda kalan/bırakılan insanlar gerçeği hem içerden hem de dışardan bakarak algılar. Marjinallik ilişkisel bir kavram olduğundan,marjinalin tanımı kaçınılmaz olarak bir "merkez" tanımını da gerektirir.Bu merkez ,üstü kapalı bir biçimde de olsa,onlara uymayanları "öteki" olarak tanımlayıp, toplumun genelinden çeşitli şekillerde tecrit edecek standartları belirleme gücünü elinde tutmaktır..." .. "ya dışardakiler? Bizzat sözcük ihmal edilmişliği,horgörülmüşlüğü çağrıştırıyor. Elbette bu yolu,içerde varolan güçlü rekabet koşullarından ya da yüksek kalite standartlarından kurtulmak için seçenler de olacaktır. Ancak, dışardakjileri ilgi odağı haline getiren onlar değildir. Yeteneklerini içerde klamanın getirdiği rehavetle köreltmek yerine,zorlayanlar,bilinmeyeni deneme cesaretini gösterenlerdir. O nedenle; sık sık-hatta kuaral olarak diyebiliriz- yeni fikirler dışarıdakilerden gelir.Örneğin bilimsel gelişmede öyle olur.Bilim camiası tarafından genellikle kabul gören görüşler aynı zamanda belirli bir tutuculuğa tekabül eder. İçerdekiler,mevcut hipotezlerin ayrıntıları ile uğraşır,onları inceltmeye çalışır.O arada büyük dönüşümlere direnme eğilimi taşırlar. Bu durumda yeniliği,dışardan birileri zorlamaya başlar. .. Fakat; yaşam orada durmaz.Paradigmayı değiştirirken,dışardan olanın kendisi bir süre sonra paradigma kurucusuna dönüşür. Böylece başkalarına,eskiden genellikle kabul edilene karşı başkaldırmışken, şimdi kendisine karşı başkaldırılan niteliğine bürünen teorilere "karşı çıkma" fırsatı verirler..." kaynak: "dışarıda kalanlar/bırakılanlar" başlığıyla (bağlam yayıncılık-Nabi Avcı-Deniz Derman-Süheyla Kırca-Arus Yumul ) |
15-10-2003, 23:26 | #34 |
|
yaşam bir tiyatro mudur?
bu tiyatroda oyuncu -seyirci mi vardır? Bence sayın Karaca ; bireysel kimliğimizde baktığımıza ,yaşam tiyatrosunun sadece oyuncularıyız biz. Edindiğimiz kimlikler, üstlendiğimiz roller,bulunduğumuz toplumun bir parçası olmaya zorlamakta sadece bizi. anne-baba- avukat- doktor-işçi-dilenci...her ne isek üstlendiğimiz rolü iyi oynamak zorunda bırakıyor. Rollerimizi seçmekte özgürmüyüz peki? kadın-yada erkek olmayı seçmediğimize göre en baştan kadın yada erkek olmanın öğretilmişliklerini ezberlemek zorundayız. toplum dersini iyi ezberlemiş bir öğretmendir çünkü. öğretir. sonrasındaki rollerimizi ise seçme şansımız ne kadar? seçme şansı özgürlüktür çünkü. sunulan seçeneklerden mi seçiyoruz, kendimiz mi seçenek belirliyoruz? pratik yaşam bana hiç de öyle gelmiyor. Örneğin ben eczacı olmak için sınavlara girdim ama tombaladan hukuk çıktı.. toplumsal kimliğimiz ve rolümüz belirlendikten sonra kendimiz için belirleyebildiklerimiz de ancak bu ölçütler içinde .. bana kalırsa "seyircisi" olmayan bir tiyatro bu. hepimiz sadece sahne alıyoruz. Sn Sehber, kulis varsa farkındalık da vardır demiş. evet buna bende katılıyorum.Çünkü farkındalık aynı zamanda "nerdeyim" sorusunu getirir. yakamıza taktığımız kimlikleri kendimizle özdeşleştirmeyi önler.. tam da burda özgürlüğün ifadesi ortaya çıkar. sonradan alıntıladığım yazıda dışarıda kalan/bırakılanlar içinde toplumsal yaşamın dışına itilenlerden daha çok ,toplumsal paradigmanın kurucularının konumları ilgimi çekmişti.. Toplumsal paradigmanın "öteki" olarak tanımlandırdığı davranış biçimleri(belki de biçilen rolleri düzgün oynamayanlar), ve paradigma karşıtı olarak duranın kendisinin bir süre sonra paradigma kurucusuna dönüşmesi gerçeği de ilginç ti. Kuliste kendisiyle kalan insanın kimlere özgürlük ölçütü öğretirken kimlere gardiyanlık yaptığını da düşünmesi diye kendimce ifade ettiğim de buydu. Yine seneca'ya dönersek; düşünceleri ile toplumsal paradigmaya karşı çıkan, ve öteki konumundaki bir insan. Ama kendi paradigmasının kurucusu olduktan sonra kendi inançları için yaşamını bile feda edebilen sıkı bir korumacı.. bu bağlamda ölme özgürlüğü-yaşama özgürlüğü ile çelişmekte ve özgürlük yine askıda bir soru olarak kalmakta derim sesli düşünüyorum. |
16-10-2003, 07:30 | #35 |
|
sn.ege güne başlarken son yazınız oldukça anlamlı geldi bana, bugün bazı şeyleri tersine çevirebileceğimi hissettim, az sonra duruşmalara gideceğim mesela.. duruşmada yine birşeyler hoşuma gitmezse avukatlık rolümü bırakıp hakimi benim yerime onu da benim masama davet etmeyi deneyeğim elbette şaka, akşama doğru ben de sesli düşünmeye eşlik edeyim |
02-06-2006, 22:14 | #36 |
|
Gün nihayet akşam oldu.
Sesli düşünmeye devam ediyorum 02.06.06-16.10.2003=Aşağı yukarı 3 yıl deyip,geçelim. Öncelikle THS nin yeni bülteni hayırlı olsun. Verdiğimiz arada geçirdiğimiz günler ve geceler de , forum başlığı sorusunun ve insanoğlunun asırlardır sorup da yanıtını aramaya hala devam ettiği diğer tüm sorularının gerçek yanıtlarına ulaşabilmek ya da doğru yanıtlar her ne ise onlara mümkün olduğunca yaklaşabilmek adına, verimli ve işlevsel yeni soruların birer aracı olsun. (bakın,yanıtlara ulaşmak demiyorum,yani ütopyadan bahsetmiyorum) Bülten özeti beni eskilere götürdü. Yaşamanın yazmakla eşdeğer olmadığı, yazmanın kişiyi yaşamdan uzaklaştırdığı , okumanın bilmeye, bilmenin yaşamaya, yaşamanın anlamaya yetmediği ve her bir yazının birer mühür olduğu yönünde, tuhaf bir felsefe geliştirdim son zamanlarda. Ve en başta biz hukukçular bilmekteyiz ki, her mühür, ama legal ama illegal biçimde, bir gün bir biçimde, birilerince bozulur. Yarınlara düşmez olanca varlığınca hiç bir mühür, ama gölgesi düşer, ama maddesinden parçaları. Ne gam, en kötü bakış açısıyla bile, yine de kişisel tarihlerin, toplumsal tarihlerin içinde, tümüyle olmasa da, az ya da çok, yine de varlığından barındırır. Bu anlamda yazılara/mühürlere, yarınların yapı taşları,kilometre taşları da diyebiliriz elbet. Öyleyse yanılmayı hesaba katarak, hatta elde bir kabul ederek, mühürlere devam. Bülten aracılığıyla öğreniyoruz ki, site forumlarının en çok okunan sorularından biri olmuş "ne kadar özgürüz" sorusu. "Akıl" yolu ile özgürüz diye mühürlemişim kendi payıma geçmişte. Sevgili Ege ile azıcık çatışmışız da özde ayrılmaksızın kafa yorarken. Devam edelim mi sevgili Ege, buralarda mısınız? Aynaları futursuzca selamlayabilmek ve bir de teatral bir yaşam sergileyip sergilemediğimizi anlayabilmek adına, kulislere dikkat etmek... Geçmiş yazılarda özgürlüğün ayırıcı elemanları olarak -nasıl da inatçı ve ısrarlı imişim- verdiğim bu örneklemelere, onları es geçmeden, bugün bir yenisini daha eklemek istiyorum. Öncekileri de açabileceğine, onlara ufuk kazandırabileceğine inanarak: Korkmamak. Ne kadar özgürüz? 1-Aynalarımızla yüzleşebildiğimiz (aynaları kişiselleştirmekte fayda var, sayısız çoklukta sonradan üretilmiş insani doğrunun birbiriyle çarpıştığı yeryüzünde-, 2-Kulislerden kaçındığımız (bütünlüğümüzü parçalamadığımız)ve 3-"Korkmadığımız" müddetçe, özgürüz, diyorum. Son elemanı nasıl atladığıma, farketmediğime, hayretle bakıyorum bugün. Korkmanın (ama kaybetmekten, ama yaşamaktan, ama ölümden, ama seçmekten, ama kararlardan, kendimizden,başkalarından, güneşten,böcekten vs vs) korkmanın, insanı başlıbaşına özgürlüksüz ve nefessiz bırakabildiğini nasıl görmezden gelebildiğimize... Korkunun bizatihi kendisinin nasıl bir hapishane olduğu gerçeğini, nasıl olmuş da es geçebilmişiz. Korkudan arınarak yaşamak , göze almakla başlıyor. Korkmak, başlı başına kaybetmekle eşdeğer. Korkmayan insan (ki tümel bir korkusuzluk bir insanoğlu için elbette ütopya, hani mümkün olduğuncası sözünü ettiğim) ortaya azımsanamayacak bir özgürlük formu koyabiliyor. Elbette özgürlük, ille de = mutluluk ya da kayıpsızlık anlamı barındırmıyor. Ama aksi, ille de mutsuzluk ve kayıp neticesi doğuruyor. İlle de. Bence elbette. Sevgili Ege, Seneca' dan örnekleyerek, son satırlarında, yaşama özgürlüğü ve ölüm özgürlüğü arasında bir paradigmaya işaret etmiş. Bu karşıtlığa da, kendi inançları için ölümü yani yaşama özgürlüksüzlüğünü seçmek zorunda kalmayı örnek olarak göstermiş.Çelişki var demiş. Bence çelişki yok. Kendi inanç sisteminin kurucusu ve korumacı bir savunucusu olup da , bu uğurda ölmeyi seçebilen insan, yine özgürce bir seçmede bulunmuştur. İnançlarından caymak zorunda bırakılarak yaşanan veya yaşatılan bir yaşam da, ölmekle eşdeğer değil midir? Bir mühür (Elbet, ama legal ama illegal fekke mahkum:-) Selamlarımla Şehper Ferda DEMİREL |
04-06-2006, 08:42 | #37 |
|
ölçü..?
Sn Demirel..
Ne kadar mı özgürüz.. ***************** Yaşadığım dünya,karşılaştığım ve kimi zaman katı koşullarına yenik düştüğüm yaşam akışı bana şunu anlatmıştır ki.. PARAN KADAR ÖZGÜRSÜN... ********************* Yazdığım duygu yüklü dizelerle hiç örtüşmedi biliyorum ama böyle işte.. ************************************************** **** Para =yaşam kalitesi Para=mükemmel satandartlar Para =zafer para =eğitim grafiğindeki yükseliş Para=tatil para=spor para=hakimiyet Para=istikrar Para=kariyer Para=statü Para=karizma Para=söz söyleme hakkı+kendini ifade edebilme hakkı+kendini savunma hakkı kısaca..para..para..para..para..=ÖZGÜRLÜK.... Aksini idda edenler hödri meydan..yapınız savunmanızı.. HAYIR deyiniz..parasız da vasat bir liseden MEZUN bir genç;.. dershanelere kucak dolusu para dökmeden ,..dilediği tercihte bir okulu kazanabilir.. Hadi kazandı diyelim..parasız okunabildiğini idda ediniz.. Ayın 1i ile 31 i arasında cenk eden bir vatadaşa bodrumda tatil yapılabileceğini söyleyiniz.. Sağlık masraflarının parasız da yapılabiildiğini söyleyiniz.. İyi bir okulda okuyarak..iyi bir evde oturarak,iyi bir mevkide olarak.. bütün bu mucizelerin..parasız olabildiğinden bahsediniz.. asla olmaz..hiç kimse -söz söyleme ve yaşama özgürlüklerimizin -para ile ilintisinin buunmadığını idda edemez.. Hatta şurada şu frekansta yazışabilmemiz bile ;maliyeti küçümsenemeyecek meblağlarla sınırlıdır.. Yani kısa ve öz...özgürlüklerimizin %100 ü paradır.. 04.06.2006/09.42 BURSA |
06-06-2006, 11:00 | #38 | |||||||||||||||||||||||
|
bence bu biraz seszilik olmuş epeydir bende susmuştum. sessiz düşünceleri bir yerlere biriktirebilseydik keşke, merhaba geçen yıl sinemalarda ödüllü bir film vardı. "içimdeki deniz" seyrettiniz mi bilmiyrum ölme özgürlüğü diye düşününce o filmi hatırladım. boynundan altı felç olan adam "ölme özgürlüğü" istiyordu. ve diyor du ki, "sağlıklı bir insanın bu hakkı var ve kimse engel olamaz. ben hastayım ve ölmemi kendim sağlayamıyorum. ve bu özgürlüğümü toplum olarak yasalar olarak siz kısıtlıyorsunuz..." beni çok etkilemişti. bireysel tercihlerimiz her zaman bize sunulanlar içinde olmalı mı diye. sevgili sehber, düşünürüz |
06-06-2006, 15:51 | #39 |
|
Hoşgeldiniz sevgili Ege,
Sessiz düşünceler , ister istemez bir yerlerde birikmiştir. Yavaş yavaş sese dönüştürürüz el birliğiyle. Filmi izlemedim, önce izlemeliyim...Sonra devam ederim |
06-06-2006, 17:06 | #40 |
|
Üç yıl mı olmuş ara vereli Sayın Sehper?
Düşünceye vefa, konuya vefa . Üç yıl önce yazılanlara yaklaşım muhteşem.Hoş geldiniz mi diyelim hoş bulduk mu daha yerinde olur bilmiyorum . Merhaba dostlarım. "Yani kısa ve öz...özgürlüklerimizin %100 ü paradır" demiş Sayın NİLGÜN ÇAKICI. Öyle diyorsa öyle midir? Yoksa, "istemek biraz da bulmak demektir" diye mi yaklaşalım? |
06-06-2006, 21:09 | #41 |
|
Sn. Karaca,
Hoşgeldiniz, hoşgeldiler, hoşbulduk cümleten Vefa önemli değil mi, önemli bence de. Ama sanırım artık çoğumuz onu bozacı sanıyor. Sn.Çakıcı, Para=Özgürlük, ya da önce para ki ancak özgürlük demişsiniz. Bu, göreceli olarak değişiyor. Hepimiz, ister istemez, görece yaşıyoruz çünkü. Bana soracak olursanız, para kendi başına esaret nedeni olabiliyor. Hele de onu kaybetmekten "korkuyorsanız". Sahip olduklarınız içinde, en öne para (ve onun sağladıkları) oturtulduğu takdirde, madde sizi ele geçiriyor. Ve geriye bırakın özgürlüğü, insanlık namına hiç bir şey kalmayabiliyor. Parasız bir yaşam zorluklarla dolu elbette. Karnınız aç, çocuğunuz hasta ve siz hastane parasını ödeyemediğiniz için çocuğunuzu taburcu edemiyor iseniz, özgürlük nedir ne değildir diye düşünmez, ne eder ne yapar da çocuğumu buradan çıkarabilirim diye düşünürsünüz elbette. Bu örnekte parasızlık, esaretin en güzel örneğini ortaya koyar sizin dediğiniz gibi.Ama bu örnekleme, paranın özgürlük aracı olduğu anlamına da gelmez. Neden, çünkü elma ile armutun toplamı bizi ne elmaya ne armuda ulaştırır. Karaca'nın dediği gibi, devam edersek, çalışmak da bir özgürlüktür. Her çalışma bizi lükse, rahat bir yaşama götürmez. Ama özgürlük, çok rahat, zevk-ü sefa içinde yaşamak da değildir. Bunların yoksunluğuna veryansın etmek, öncelikle istek ve tutkulardan, dünyevi hırslardan arınmayı gerektirir. Dünyevi istek ve beklentilerimize koşullanmışsak, dünyanın parasını önümüze yığsalar, beklentilerimiz ve isteklerimiz azalmayacak, aksine artacaktır. Asgari bir çalışma (elbet kişinin sağlık sorunları yoksa),bize bir hırka bir lokma yaşamı sağlayabilir. Kişi kanaat etmeyi biliyor ise, Sabancı ailesinden daha özgür olabilir. Ama kürk içindekine öfke duyuyor ve niye benim de olmasın diyor isek, yavaş yavaş hem karşımızdakilere ve hem de kendimize tel örgülerimizi örmeye başlamışızdır. Yine, bence tabii... Selamlarımla |
07-06-2006, 01:09 | #42 |
|
küçük bir dip not...
"hayat bazen tatlıdır..." |
07-06-2006, 13:23 | #43 |
|
korkuyu konuşmalı sevgili sehper,
korku nedir? tanımlamasını yapabilirmiyiz her birimiz kendi içinde? |
07-06-2006, 14:07 | #44 |
|
"Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan Ölmemek elimizde değil ki bizim İyi yaşamamak, beni tek korkutan.." Müsaadenizle Sayın Ege Hayyam'la yaklaştım kıyıya ama. Ölümden korkmam diyorsa da ,bunu söylerken dahi ölümden çok korktuğunu görüyorum nedense Hayyam'ın |
07-06-2006, 21:55 | #45 |
|
Beynimizin içinde dikenli tel örgülerle örülmüş karanlık ve kör labirentlerde dolaşacak kadar özgürüz.
Egolarımızın, korku ve komplekslerimizin, hırs ve alt benliklerimizin ördüğü taş duvarlar arasında dolaşacak kadar özgürüz. Hiddet ve öfkemizin, gücümüzün ve şiddetimizin baskılayabildiği insanların var olduğu, en yakın çevremizde kurabildiğimiz despot imparatorluğu sınırları içinde, kendimizi olduğumuzdan farklı ve büyük görebilecek kadar özgürüz. ………. Bir de tabii, “özgür irademizle” seçtiğimiz yönetenlerimizin, “demokrasi“ adına bizim için uygun gördükleri kadarına razı olup , onlar için, “iyi ve uysal ve verilenle yetinen vatandaşlar” olacak kadar özgürüz. !!! Tabii ki düşünmeme özgürlüğümüz de var, en rahat kullanacağımız özgürlük…Düşünmeden yaşama özgürlüğü… Yaşasın özgürlük.!!! Merhaba. |
08-06-2006, 13:22 | #46 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
sayfa sizin karaca "özgürlük" ve "korku"yu konuşuyoruz. en büyük kayıp yaşam demekki. en büyük korku da bunu kaybetme. bir yukarda anlattığım "içimdeki deniz" filminde yatağa bağlı bir insanın ölüm hakkı talebini anlatmıştım. yaşamı kaybetmek kadar iyi yaşayamamak daha büyük korku bence Hayyam haklı
demişsiniz Merhaba. bebekler korkularıyla doğmuyorlar ki.. bizler kokuları egoları kompleksleri, hırsları, sevgi ve nefreti öğreniyoruz. sadece öğretmenlerimizin farkına biraz geç varıyoruz |
08-06-2006, 13:31 | #47 |
|
Savunma
Sn SEHPER..
BANA SÖZ HAKKI DOĞDUĞU İÇİN YAZIYORUM.. Öncelikle varsıl bir ailenin kızı olduğum için ben de kürk giydim...bu nedenle kürk giyenlere asla garezim kinim yoktur.. Ama benim için özgürlük eğitimden geçer..siz hiç dershaneye gitmeden arzuladığı bir tercihi yapmış birini gördünüz mü..ben görmedim.. peki dershane ücretleri nasıl tahsil ediliyor.. para ile.. işte bu yüzden para dedim.. hala daha para demekteyim.. Yaşama bakış merceklerimiz farklıdır..sizi kırmak gibi bir düşüncede de değilim.. ama yaşadığımız sistemin mimarı kim ise onu sorgulayınız.. ayrıca parayı ben de sevmem.. parayı aşmış bir kişilikteyim.. gördüğüm budur.. AYRICA ZEVK-Ü SEFADAN DA BAHSETMEDİM.. ben kannatkar bir insanım..6 yıldır ticaretin içindeydim..ekonomik hayatı tanıyorum.. itham ederken bunları da gözönünde bulundurun lütfen.. Ben imalathanemde gece 3 lere kadar boyumdan ağır kolileri çemberleyerek sabah kahvaltı bile etmeden masamdaki tonlarca kağıdı katlayan bir insanım.. sabahları 6 da kalkarım..alınterini ve emeği iyi tanırım..rafyalar elimi jilet gibi keserken..ağır torna makineleri ile elimde balyoz..tamir etmeye çalışırken de saatlerce presin önünde kalıpla mukavva keserken de para vardı hayatımda.. Kapital olmadan ne ticaret olabiliyor ne eğitim ne tatil ne de kaliteli bir yaşam.. Siz bunun adına zevk-ü sefa diyorsanız sağlık olsun ama ben insan gibi yaşamak demek istiyorum.. Çünkü kaliteli bir yaşam herkesin hakkıdır.. sevgiyle kalınız.. Para benim için amaç değil salt bir araçtır. Ben böyle bir dünyada olmaktan hiç de mutlu değilim.. sevgiler.. BURSA/08.06.2006-14.29 |
08-06-2006, 13:37 | #48 |
|
Sn. Çakıcı
Elbette size söz hakkı doğar. Burada herkesin söz hakkı var. Ben de hiç kürk giymedim. Artık ünlemlerinizden ve konu başlıklarınızdaki "savunma" başlığınızdan vareste tutulmak istiyorum izninizle. Yazdıklarımı şahsınıza alıp duruyorsunuz.Y o r u l d u m. Suçlama varsa savunma vardır. Kimse kimseyi "suçlamıyor". |
08-06-2006, 13:50 | #49 |
|
yanıt
Sn sehper siz SN.ÇAKICI diyerek yazınıza başlamışsınız..ben ona ithafen yanıtladım..kaç paragrafı banaydı o yazının..?
Bunu bilemezdim..Bu sitede düşündüklerimi gördüklerimi yazamamaya başladığımı hissediyorum..hayatımda en nefret ettiğim şey geri adım atmaktır.. Ve ilk defa bunu bu sitede yaptım..ve bu beni çok üzdü..bedenimden bir organımın eksildiğini hissettim.. saygılar.. |
08-06-2006, 14:00 | #50 |
|
İyi okuyunuz..
Lütfen yazdıklarımı harf harf tekrar okuyunuz..Ben hiçbir zümreyi hiç bir kimseyi hedef almadan sadece kendi kişisel düşüncemi ve gözlemlerimi yazdım..üstteki yazımı tekrar okuyunuz..
üzerime alınmadım zaten ben emekçi bir insanım..alınterinin yanında..,bir anneyim..kızım ünüversiteyi kazansın diye final dershanesine 3 milyar ödendi..halen daha 5.sınıftaki oğlumun özel dersleri ve okul masrafları korkutucu meblağlar taşımakta.. Elbetteki özgürlüğe giden tek kanal eğitimden geçer.. 1-düşünce özgürlüğü 2-yaşama özgürlüğü 3-söz söyleme özgürlüğü.. KALİTELİ BİR EĞİTİM DE ancak para ile olabilir.. nilgün BURSA |
08-06-2006, 22:17 | #51 |
|
Özgürlük filosofları, düşünürleri ve daha nicelerini uğraştırmış ve uğraştıran bir konu. Seneca'nın kast ettiği anlamdaki özgürlük, daha doğrusu özgürlüğe getirilen kısıtlama, bizim kendi kendimize koyduğumuz, daha doğrusu bizim ruhumuzdan, içimizden gelen kısıtlama. Birde özgürlüklerimizin başkaları tarafından kısıtlanması var.
Dışarıdan özgürlüklerimize getirilen kısıtlamları kötü olarak nitelendirdiğimiz ve onları kırıp özgürlüğümüzü elde etmek için uğraştığımız halde, içimizden gelen kısıtlamalara kuzu kuzu boyun eğiyoruz. İçimizden gelen kısıtlamanın bir kısıtlama olduğunun çoğu zaman farkında bile değiliz. * Bilinçaltımız bize hangi kısıtlamaları getiriyor dersiniz? * Eğitimimiz hangi kısıtlamaları getiriyor? * Alışkanlıklarımız hangi kısıtlamaları getiriyor? Sadece Sigara içki gibi alışkanlıklar değil elbette. * İçgüdülerimiz hangi kısıtlamaları getiriyor? * Çevremizin bizden beklentileri hangi sınırlamaları getiriyor? Bütün bunları düşününce insanın aklına ister istemez 'Sırf aklımızla ve özgür olarak kararlaştırarak gerçekleştirdiğimiz herhangi birşey var mı?' demek geliyor. Saygılarımla |
09-06-2006, 16:01 | #52 |
|
Bedenin kölesi olan hiç kimse özgür değildir demişti Seneca.Forum başlangıcına dönersek...
Bir söz de benden :-) Salt kendi inançlarının kölesi olan, düşünmeyen, diğer pencereleri anlamaya çalışmayan,algılamayan insan da özgür değildir. Bazen diretilen ve doğruluğunda dayatmacı olunulan, hiç şüphe edilmeyen akıl/düşünce/söylem de, bizatihi kişinin gardiyanı olabilir. Kendini Bilmek/Bulmak/Olmak... Yani dünyanın en zor işi. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu kendimiz öğreninceye dek, bedenin ve hatta belki de kendi aklımızın kölesi olmaktan kurtulamayacağız ... Selamlar |
09-06-2006, 16:31 | #53 |
|
Seneca;Tanrı'ya yakarmış ve kendisine cesaret (değiştirmek istediği şeyleri değiştirmek için),metanet (değiştiremediği şeyleri kabullenmek için) ve akıl (ikisi arasındaki farkı fark edebilmek için)vermesini istemiş.
Bu Kordobalı İspanyol'un sevilmesinin sebeplerinden biri de bu farklı yaklaşımı. Ve onu sevenler, toplum yaşamının bu erdeme göre düzenlenmemiş olmasını bir kayıp olarak görürler. Onun için Sayın Sehper,ne kadar haklısınız; "Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu kendimiz öğreninceye dek, bedenin ve hatta belki de kendi aklımızın kölesi olmaktan kurtulamayacağız ..." derken. Selam ve saygılar |
09-06-2006, 18:17 | #54 |
|
Özgürlük
Çoğu zaman özgürlük;
EVET VEYA HAYIR LARIMIZI.. yaşadığımız dünyada hissettirebilmektir.. Bu ikisi arasında..-BELKİ-lere tutsak kalmak da özgürlüğün yitirilmeye başlanmasıdır.. Bedenimize..beynimize ve de yüreğimize yönelik tüm etkilere verdiğimiz yaşamsal tepkilerimizde..keskin yanıtlarda.., buna ne denli drenç ve güç geliştirebilmişsek eğer <<o oranda özgürüz..>> sevgiyle kalınız 09.06.2006/19.16 |
10-06-2006, 01:02 | #55 |
|
Sayın Av. Sehper,
aklın kölesi olmak! Biraz garibime gitti, belki de şimdiye kadar üzerinde durmadığımdan. Biraz daha açarmısınız? Özgürlük bir his'mi dir yoksa seçenek mi ? Saygılarımla |
10-06-2006, 02:09 | #56 |
|
Sn. Gemici,
Aslında anlatmaya çalıştım yukarıdaki mesajda: "Salt kendi inançlarının kölesi olan, düşünmeyen, diğer pencereleri anlamaya çalışmayan,algılamayan insan da özgür değildir. Bazen diretilen ve doğruluğunda dayatmacı olunulan, hiç şüphe edilmeyen akıl/düşünce/söylem de, bizatihi kişinin gardiyanı olabilir." Biraz daha somutlaştırmaya çalışayım. Sadece kendi düşüncelerimizdeki ısrarcılığımız, kendi gözümüzdeki gözlükleri çıkarmamakta ve bir kez olsun dünyaya bir başkasının gözlüğüyle -hatta mümkün olsa da tümden gözlüksüz,keşke- bakmayı denememekteki inadımız nedeni ile, kendi kendimize hapishaneler inşa edebiliriz. Bizim için gerçekte neyin iyi veya doğru olduğunu kendi kendimize koyduğumuz sınırlar,nedensiz ve sorgusuz kabuller nedeniyle öğrenemeden, kendi kurduğumuz hücrelerin içinde, hem kendimizin, hem başkalarının ömrünü yararsızca zehirleyerek tüketebiliriz. Katı ve dayatmacı uslüplarla, salt kendi aklımızın -bazen kendimize karşı dahi sorgusuzca- doğruluğuna inanarak, göremediğimiz parmaklıklar içinde yaşayabilir ve yaşatabiliriz. Demek istediğimin bir kısmı bu idi. Özgürlük bir his midir, yoksa bir seçenek mi demişsiniz. Her ikisi de diyebilirim. Özgür olmadığınızı hissettiğinizde, özgürlüğün yolunu ararsınız, aramaya başladığınız andan itibaren de, özgürlük karşınızda bir seçenek olmaya başlar. Şüphe iyidir. Tartışmak ve daha güzeli bulmaksa, çok daha iyi. Saygı ile. |
10-06-2006, 08:19 | #57 |
|
Konuşabilmek..!
Dünden bugüne yaklaştığımız mesafeye bakarsak eğer..;
korkmadan utanmadan çekinmeden.., acaba kınanır mıyım..tutuklanır mıyım..yanlış yorumlanır mıyım.. ya da dışlanır mıyım ..diye..paniğe kapılmadan..sukünetle.., birçok konuyu böyle masaya yatırarak biopsisisini yaparak ,neşter atabiliyorsak ..,bu da büyük bir -ÖZGÜRLÜKTÜR-DÜŞÜNCE VE SÖZ SÖYLEME ÖZGÜRLÜĞÜ- ÇÖZÜME GİDEN TEK YOLUN DA MESELELERİN ÖNCE TANINMASI VE TANIMLANABİLMESİ OLDUĞU DÜŞÜNÜLECEK OLURSA ŞAYET.., ben bunun katedilmiş olumlu bir yol olduğunu düşünüyorum.. SEVGİYLE KALIN 10.06.2006 09.17 |
14-06-2006, 14:33 | #58 | |||||||||||||||||||||||
|
"... Şüphecilik, soru sorulamayan bir yerde şüphelenmeye kalkışınca ,çürütülemez değil ,açıkça saçmadır. Çünkü şüphe bir sorunun bulunabildiği yerde bulunabilir ancak ; birsoru, bir yanıtın olduğu yerde ; bu da ancak birşeyin s ö y l e n e b i l d i ğ i yerde..." " Üzerine konuşulamayan konusunda , susmalı. " Ludwig Wittgenstein |
14-06-2006, 14:55 | #59 |
|
Sevgili ege,
Şüphe iyidirden kastım, sayın Gemici'nin, "aklın kölesi olmak da ne ola ki", şeklindeki sorusuna, onun şüphesine yönelik idi. Mesajin ilk halinde "biraz garibime gitti, ne kadar ugrastiysam da buna uyacak bir örnek bulamadim" gibi ifadeleri vardı, sonra değiştirmis sayın Gemici. Konular birbirine karisti, ben de son mesaji anlayamadim Tum unlu filozoflar intihar etmis, boyle demisti bir dostum. Felsefe boyle bir sey iste. Once arapsaci ediyor galiba, ilk merhalesi mi acaba?)) Son paragraf latife beyanidir. Saygilarimla |
24-10-2007, 23:59 | #60 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Bu Kadar Sevebİlİrmİsİnİz? | PINAR YILMAZ | Site Lokali | 36 | 04-06-2009 13:40 |
Ne kadar başarı istiyoruz? | yağmurdamlası | Hukuk Lisans Eğitimi | 7 | 29-12-2007 13:40 |
Hukukçular Ne Kadar İdealist? | Admin | Konumuz : Hukukçular | 63 | 03-04-2007 00:18 |
O Kadar | Av.Emel Nişlioğlu | Site Lokali | 1 | 12-08-2006 13:23 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |