Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

muvazaalı boşanma yetim aylığı

Yanıt
Konu Notu: 4 oy, 4,75 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 28-05-2012, 15:13   #31
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Bu davanın idari dava olarak görüleceği görüşüne katılmıyorum. İnşaallah av.ebru kararı temyiz etmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi ve diğer içtihatlar elinde olanlar varsa yayınlarsa sevinirim. Çünkü "boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamak" nedeniyle yetim aylığının kesilmesi hükmü 5510 sayılı yasanın 56.maddesi ile getirilmiştir. Daha önce sosyal güvenlik yasalarında böyle bir hüküm yoktu. 5510 sayılı yasanın 101.maddesi "bu kanun hükümlerinden doğan uyuşmazlıklara iş mahkemelerinde bakılacağını" hüküm altına almıştır. av.ebru'nun sunmuş olduğu Yargıtay kararının bu olayla birebir uygun olmadığını düşünüyorum. Yani bana göre aylığın kesilmesi işlemi 5434 sayılı yasadan kaynaklanıyorsa o zaman idari yargı, "boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaktan" kaynaklanıyorsa görevli iş mahkemesidir.
Yargıtay bu davalarda mernis adres kayıtları, seçmen kütükleri, polis ve jandarma kayıtları, tanıklar ile fiilen birlikte yaşama olgusunun olup olmadığının araştırılmasını istiyor. Res'en de araştırmaya tabi.
Maalesef kurum memurların yemin dışında her türlü araştırma, tanık dinleme yetkisi yasa ve yönetmelik ile verilmiş. Bu durumda "ben maaşı keseyim de, o gitsin haklılığını mahkemede ispat etsin" noktasına gelindi.
Old 28-05-2012, 16:21   #32
Av.Rıdvan Ergün

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Evran KIRMIZI
Maalesef kurum memurların yemin dışında her türlü araştırma, tanık dinleme yetkisi yasa ve yönetmelik ile verilmiş. Bu durumda "ben maaşı keseyim de, o gitsin haklılığını mahkemede ispat etsin" noktasına gelindi.
Belki hukuki bir yorum olmayacak, ama örnek bazı tecrübeler sebebiyle içimden şunu söylemek geliyor:
"Oğlunu evlendirirken karısını boşayıp, daha uzun süre aylık alabilsinler diye gelinine nikah kıyan kayınpederlerin olduğu bir millete böyle idari uygulamalar müstehaktır"
Old 28-06-2012, 11:15   #33
av.ebru

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
10.Hukuk Dairesi

Esas: 2002/5436
Karar: 2002/6003
Karar Tarihi: 02.07.2002

ÖZET: Yargı yeri yanılgısı nedeniyle Sulh ceza mahkemesine süresinde açılan davanın görevsizlik ile sonuçlanması üzerine, görevli mahkemede açılan dava, görevsiz mahkemedeki davanın devamıdır. Görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü sürelerin de görevsiz mahkemede davanın açıldığı zamana göre hesaplanması hukuksal bir gerekliliktir.

(506 S. K. m. 140) (1412 S. K. m. 293) (1086 S. K. m. 7) (2577 S. K. m. 14, 15) (2247 S. K. m. 10, 18, 22)

Davacı, prim borcu ve faizinin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacıya ait bina inşaatı işyerinde çalışan bazı işçilerin bu çalışmalarının Kuruma eksik bildirildiğini saptayan müfettiş raporuna dayalı olarak tahakkuk ettirilen idari para cezası ve eksik bildirilen primlere ilişkin borcun kaldırılmasına yönelik olarak davalı Kurum nezdinde yapılan başvurunun reddedilmesi üzerine, Kurum ünitesinin bu kararına karşı süresi içinde Sulh Ceza Mahkemesine yapılan itirazın anılan mahkeme tarafından incelenerek, idari para cezalarının kaldırılmasına, prim ve gecikme zammına ilişkin başvuruyu inceleme görevinin ise iş Mahkemesine ait bulunduğu belirtilerek Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizliğine karar verilmesi karşısında, davacı tarafça görevli iş Mahkemesinde işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkeme, görevsiz Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın süresinde olup olmadığını irdelemeksizin, iş mahkemesine açılan bu davayı süresinde açılmadığı gerekçesiyle red etmiştir. Olayda öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, prim borcu ve gecikme zammının iptaline ilişkin davanın "yargı yeri yanılgısı" nedeniyle Sulh Ceza Mahkemesine süresinde açıldığı halde, davanın "görevsizlik" ile sonuçlanması üzerine görevli mahkemede açılmış bulunan iş bu davanın görevsiz mahkemedeki o davanın devamı olup olmadığı ve süresinde açılmış sayılıp sayılmayacağı meselesidir.

Bilindiği üzere öğretide; görev uyuşmazlığı, ayni yargı yoluna tabi mahkemeler arasındaki ilişkide söz konusu edildiği halde, İdari, askeri ve adli yargı yerleri ile yine adli yargı içerisinde yer alan ceza ve hukuk mahkemeleri arasındaki İlişki ise (görev değil) yargı yolu uyuşmazlığı olarak nitelendirilmektedir. (Kuru, 1974-158) Oysa bu konudaki uygulamaya bakınca Hukuk ve Ceza Mahkemeleri arasındaki ilişkiye de "görev" münasebeti denildiği görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında ceza mahkemesince görevsizlik kararı yerine, yargı yeri yanılgısı nedeniyle dinlenmesi mümkün bulunmayan "dava dilekçesinin REDDİNE" karar verilmesi gerekir idi ise de, esasen aşağıda anlatılan yasal düzenlemeler ışığında, Hukuk Tekniği ve usul hukuku açısından Vargı yolu uyuşmazlığının dahi "görev uyuşmazlığı" ile aynı sonuçları doğurduğunda kuşku yoktur.

Gerçekten de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 7. maddesinde "diğer bir mahkeme yahut idari makam veya yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan (görevsiz) mahkeme ... görevsizlik kararı verebileceğine işaret edilmekte,

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 293. maddesine göre "kabule şayan müracaatta... merciinin tayininde yapılan hata müracaat edenin hukukunu ihlal etmeyeceği" gibi 3622 sayılı Yasa ile değişik 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/3-a ile 15/1-a ve 2, fıkralarında "görevsiz mahkemeye yapılan başvuruların Danıştay veya ilgili (görevli) mahkemeye başvurma tarihi olarak kabul edileceği" öngörülmektedir. Esasen uygulamada idari yargılama usulünde anılan yasa maddeleriyle belirtilen düzenlemeler getirilmeden önceki yasal boşluk, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 7 ve 193 maddelerinin kıyasen uygulanması suretiyle giderilmekte olduğunu görmekteyiz. Bu konuda 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanun'un 10 ve devamında yer alan 18. ve 22. maddelerinde de "başvuru ile ... zaman aşımı ve öbür kanuni sürelerin duracağı" belirtilmektedir. Öte yandan bütün bu yasal düzenlemelere paralel olarak da Borçlar Kanunu'un 137. maddesinde görevsizlik nedeniyle davanın reddi halinde zaman aşımı bakımından alacaklıya "munzam süre" tanındığı, zaman aşımı konusunda getirilen bu munzam sürenin "hak düşürücü" sürelere de kıyasen uygulanmasında hiçbir yasal engel bulunmadığı gibi,

Hukuk Genel Kurulu'nun 13.2.1963 tarih ve 4/51-19 sayılı kararında da belirtildiği veçhile, görevsizlik kararı üzerine Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 193. maddesine uygun olarak görevli mahkemede görülmekte olan bu dava, görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı olup, görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü sürelerin de görevsiz mahkemede davanın açıldığı zamana göre hesaplanması hukuksal bir gerekliliktir. Bu arada, görevsiz mahkemede eksik bırakılan hususların (Harçlandırma, ve benzeri hukuki ve usuli işlemler vs.) görevli mahkemede tamamlanması doğaldır.

Yukardan beri açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetildiğinde, davanın süresinde açıldığının kabulü ile işin esasına girerek sonucuna göre hüküm kurmak gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 2.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Bu kararı ekleyip İdare Mahkemesi'nde dava açacağım.Zira kurumun kararının müvekkilime tebliğinden bir gün sonra İş Mahkemesi'nde dava açmıştık.60 günlük idare mahkemesine başvurma süresi Yargıtay kararına göre (ve de benim hukuk mantığıma göre) kesilmiş oluyor. İş Mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra 60 günlük süre takrar işlemeye başlıyor. Bu durumda önümde bir aylık bir süre daha var.En azından idare mahkemesinde tanık dinletemeyecektik,böylesi sanki daha hayırlı oldu Neticeyi paylaşacağım...
Old 28-06-2012, 11:23   #34
av.ebru

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.ebru
T.C. YARGITAY
10.Hukuk Dairesi

Esas: 2002/5436
Karar: 2002/6003
Karar Tarihi: 02.07.2002

ÖZET: Yargı yeri yanılgısı nedeniyle Sulh ceza mahkemesine süresinde açılan davanın görevsizlik ile sonuçlanması üzerine, görevli mahkemede açılan dava, görevsiz mahkemedeki davanın devamıdır. Görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü sürelerin de görevsiz mahkemede davanın açıldığı zamana göre hesaplanması hukuksal bir gerekliliktir.

(506 S. K. m. 140) (1412 S. K. m. 293) (1086 S. K. m. 7) (2577 S. K. m. 14, 15) (2247 S. K. m. 10, 18, 22)

Davacı, prim borcu ve faizinin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacıya ait bina inşaatı işyerinde çalışan bazı işçilerin bu çalışmalarının Kuruma eksik bildirildiğini saptayan müfettiş raporuna dayalı olarak tahakkuk ettirilen idari para cezası ve eksik bildirilen primlere ilişkin borcun kaldırılmasına yönelik olarak davalı Kurum nezdinde yapılan başvurunun reddedilmesi üzerine, Kurum ünitesinin bu kararına karşı süresi içinde Sulh Ceza Mahkemesine yapılan itirazın anılan mahkeme tarafından incelenerek, idari para cezalarının kaldırılmasına, prim ve gecikme zammına ilişkin başvuruyu inceleme görevinin ise iş Mahkemesine ait bulunduğu belirtilerek Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizliğine karar verilmesi karşısında, davacı tarafça görevli iş Mahkemesinde işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkeme, görevsiz Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın süresinde olup olmadığını irdelemeksizin, iş mahkemesine açılan bu davayı süresinde açılmadığı gerekçesiyle red etmiştir. Olayda öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, prim borcu ve gecikme zammının iptaline ilişkin davanın "yargı yeri yanılgısı" nedeniyle Sulh Ceza Mahkemesine süresinde açıldığı halde, davanın "görevsizlik" ile sonuçlanması üzerine görevli mahkemede açılmış bulunan iş bu davanın görevsiz mahkemedeki o davanın devamı olup olmadığı ve süresinde açılmış sayılıp sayılmayacağı meselesidir.

Bilindiği üzere öğretide; görev uyuşmazlığı, ayni yargı yoluna tabi mahkemeler arasındaki ilişkide söz konusu edildiği halde, İdari, askeri ve adli yargı yerleri ile yine adli yargı içerisinde yer alan ceza ve hukuk mahkemeleri arasındaki İlişki ise (görev değil) yargı yolu uyuşmazlığı olarak nitelendirilmektedir. (Kuru, 1974-158) Oysa bu konudaki uygulamaya bakınca Hukuk ve Ceza Mahkemeleri arasındaki ilişkiye de "görev" münasebeti denildiği görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında ceza mahkemesince görevsizlik kararı yerine, yargı yeri yanılgısı nedeniyle dinlenmesi mümkün bulunmayan "dava dilekçesinin REDDİNE" karar verilmesi gerekir idi ise de, esasen aşağıda anlatılan yasal düzenlemeler ışığında, Hukuk Tekniği ve usul hukuku açısından Vargı yolu uyuşmazlığının dahi "görev uyuşmazlığı" ile aynı sonuçları doğurduğunda kuşku yoktur.

Gerçekten de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 7. maddesinde "diğer bir mahkeme yahut idari makam veya yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan (görevsiz) mahkeme ... görevsizlik kararı verebileceğine işaret edilmekte,

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 293. maddesine göre "kabule şayan müracaatta... merciinin tayininde yapılan hata müracaat edenin hukukunu ihlal etmeyeceği" gibi 3622 sayılı Yasa ile değişik 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/3-a ile 15/1-a ve 2, fıkralarında "görevsiz mahkemeye yapılan başvuruların Danıştay veya ilgili (görevli) mahkemeye başvurma tarihi olarak kabul edileceği" öngörülmektedir. Esasen uygulamada idari yargılama usulünde anılan yasa maddeleriyle belirtilen düzenlemeler getirilmeden önceki yasal boşluk, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 7 ve 193 maddelerinin kıyasen uygulanması suretiyle giderilmekte olduğunu görmekteyiz. Bu konuda 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanun'un 10 ve devamında yer alan 18. ve 22. maddelerinde de "başvuru ile ... zaman aşımı ve öbür kanuni sürelerin duracağı" belirtilmektedir. Öte yandan bütün bu yasal düzenlemelere paralel olarak da Borçlar Kanunu'un 137. maddesinde görevsizlik nedeniyle davanın reddi halinde zaman aşımı bakımından alacaklıya "munzam süre" tanındığı, zaman aşımı konusunda getirilen bu munzam sürenin "hak düşürücü" sürelere de kıyasen uygulanmasında hiçbir yasal engel bulunmadığı gibi,

Hukuk Genel Kurulu'nun 13.2.1963 tarih ve 4/51-19 sayılı kararında da belirtildiği veçhile, görevsizlik kararı üzerine Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 193. maddesine uygun olarak görevli mahkemede görülmekte olan bu dava, görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı olup, görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü sürelerin de görevsiz mahkemede davanın açıldığı zamana göre hesaplanması hukuksal bir gerekliliktir. Bu arada, görevsiz mahkemede eksik bırakılan hususların (Harçlandırma, ve benzeri hukuki ve usuli işlemler vs.) görevli mahkemede tamamlanması doğaldır.

Yukardan beri açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetildiğinde, davanın süresinde açıldığının kabulü ile işin esasına girerek sonucuna göre hüküm kurmak gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 2.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Bu kararı ekleyip İdare Mahkemesi'nde dava açacağım.Zira kurumun kararının müvekkilime tebliğinden bir gün sonra İş Mahkemesi'nde dava açmıştık.60 günlük idare mahkemesine başvurma süresi Yargıtay kararına göre (ve de benim hukuk mantığıma göre) kesilmiş oluyor. İş Mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra 60 günlük süre takrar işlemeye başlıyor. Bu durumda önümde bir aylık bir süre daha var.En azından idare mahkemesinde tanık dinletemeyecektik,böylesi sanki daha hayırlı oldu Neticeyi paylaşacağım...


Ek olarak Av.Evran KIRMIZI meslektaşıma ben de katılıyorum. Görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğunu düşündüğümden ve Yargıtay Kararına katıldığımdan değil, sadece Uyuşmazlık mahkemesinin gerekçesinii anlamaya çalıştığımdan bulabildiğim kararları paylaşma gereği görüyorum,tartışmaya açmak bakımından...Dün bir meslektaşım da şöyle mantıklı bir açıklamada bulundu. "SGK tahakkuk ettirdiği borcu icraya koyarsa ve itiraz edersek, itirazın iptali davasını İş Mahkemesi'nde açmayacak mı?"
Old 26-07-2012, 18:54   #35
av.alper tunker

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.ebru
Ek olarak Av.Evran KIRMIZI meslektaşıma ben de katılıyorum. Görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğunu düşündüğümden ve Yargıtay Kararına katıldığımdan değil, sadece Uyuşmazlık mahkemesinin gerekçesinii anlamaya çalıştığımdan bulabildiğim kararları paylaşma gereği görüyorum,tartışmaya açmak bakımından...Dün bir meslektaşım da şöyle mantıklı bir açıklamada bulundu. "SGK tahakkuk ettirdiği borcu icraya koyarsa ve itiraz edersek, itirazın iptali davasını İş Mahkemesi'nde açmayacak mı?"
yetim aylıgının kesilmesine ilişkin açılacak davada yargılama giderleri neye göre hesaplanıyor bilgi verecek arkadaşlara şimdiden teşekkürler
Old 27-07-2012, 10:21   #36
Av. Musa TAÇYILDIZ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.alper tunker
yetim aylıgının kesilmesine ilişkin açılacak davada yargılama giderleri neye göre hesaplanıyor bilgi verecek arkadaşlara şimdiden teşekkürler

Başka herhangi bir davada neye göre hesaplanıyorsa aynı şekilde meslektaşım hiçbir farkı yok.
Old 27-07-2012, 10:22   #37
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Bu sorunun birden çok cevabı var. Yetim aylığının kesilmesi işleminin iptali davası maktu harç ve vekalet ücretine tabidir. Yani "biz eşimle birlikte yaşamıyoruz,yetim maaşımı kesmeniz hukuki değil, maaşımı tekrar bağlayın" denmesi maktu harç ve masrafa tabidir. Bu taleple birlikte henüz ödeme emri gönderilmemiş olması halinde borçlu olmadığının tespiti istemi de maktu harç ve masrafa tabidir.
Fakat icra dairesinden ödeme emri gönderildikten ve itiraz edilmeyip takip kaesinleştikten sonra açılacak menfi tespit davası veya borçlunun vaki itirazı üzerine açılan itirazın iptali davası nispi harç ve masraflara tabidir.
Old 19-10-2012, 17:23   #38
davuterkan

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım,
Yetim aylığının hukuka aykırı olarak kesilmesi durumunda birçok talep söz konusu olabilmektedir.
Bunlardan ilki kesilen maaşın yeniden bağlanması gerektiğinin tespitidir.
İkincisi kesilme tarihinden yeniden bağlanma tarihine kadar ödenmeyen aylıkların yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebidir.
Üçüncüsü ise, icra takibine girişildiği takdirde (borçlu olunmadığının tespitine ilişkin) menfi tespit istemidir.
Bu taleplerden ilki tespit, ikincisi alacak, üçüncüsü ise menfi tespit davasının konusunu oluşturmaktadır.

Bu talepler aynı dava içerisinde ileri sürülebilir mi?

Bulabildiğim bir yargıtay kararına göre ilk ve üçüncü taleplerin aynı dava içerisinde ileri sürülmesi konusunda bir hukuka aykırılık tespit edilmemiş.

Y A R G I T A Y
10.Hukuk Dairesi
2010/11457 Esas
2012/929Karar

Dava, boşandığı eşiyle birlikte yaşadığının anlaşılması üzerine, hak sahibi konumunda yer alan davacıya bağlanan ölüm aylığının 5510 sayılı Kanunun 56/2 fıkrası uyarınca kesilmesi sebebiyle; davacıya, davalı Kurum tarafından 24.10.2008-23.10.2009 tarihleri arasında ödenen aylıklara ilişkin olarak davacının, davalı Kuruma borçlu olmadığının ve aylığın kesilme tarihi itibarıyla yeniden bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.


Ancak kesilen aylıkların ödenmesi konusunda tespit davası sonuçlandıktan sonra idarenin re'sen işlem yapması gerekli olmakla, idare işlem tesis etmediği takdirde alacak davası olarak açılabileceğini düşünüyorum.
Nitekim eda davaları ile tespit davaları birlikte açılamıyor.

Bu konuda dava deneyimi olan ya da elinde yararlanabileceğimiz yerel mahkeme, yargıtay kararı olan veya farklı düşünen meslektaşların görüşleri bizleri aydınlatacaktır.
Selamlar, İyi çalışmalar.
Old 19-10-2012, 17:29   #39
davuterkan

 
Varsayılan

DİKKAT: Aşağıdaki karar yalnızca Emekli Sandığından emekli olan kişiler bakımından İdare Mahkemesinin görevli olduğunu hüküm altına almaktadır.

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/38
KARAR NO : 2012/76
KARAR TR : 9.4.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :Yaşlılık aylığı alan davacının, bu aylığının kesilmesine ve daha önce ödenen aylıkların geri istenilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H. T.
Vekili : Av. E. K.
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. M. A.
O L A Y : Davacı, 2022 sayılı 65 yaşını Doldurmuş Muhtaç Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun Uyarınca 60.507.005.1 Y sicil no ile 1.7.1981 tarihinden itibaren maluliyet (yaşlılık) aylığıalmaktaykan, davacının Sosyal Sigortalar Kurumuna kaydının olduğunun anlaşıldığından bahisle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü Emekli Sandığı Yaşlılık Sosyal Güvenlik Dairesi Başkanlığı (Devredilen)’nın 24.2.2007 gün ve 60.507.005.1 sayı ile Sarıoğlan Kaymakamlığına gönderdiği “yersiz ödeme” konulu yazıda, “2022 sayılı Kanun uyarınca 1.7.1981 tarihinden itibaren aylık bağlanan H. T.’in bu defa 1.7.1981 tarihinden 380101285’494 sicil numarası ile SSK’ya tabi çalışmaya başladığı tespit edildiğinden Genel Müdürlüğümüzün 25.4.2007 gün ve 4145221 sayılı işlemleri ile yaşlılık aylığı 1.7.1981 tarihinden itibaren kesilmiştir.
1.7.1981 – SON.05.2007 tarihleri arasında aylığı hak kazanmadığı halde yersiz ödenen 7.015,83 YTL’nin yönetmeliğin 23.maddesi gereğince ilgili tarafından ikametgahına en yakın Maliye Teşkilatına yatırılması suretiyle tahsilinin sağlanması için gereğini arz ve rica ederiz” denilmiştir.
Davacı vekili, davalı kurumun 20.4.2007 günü “yersiz ödeme” konulu yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin tesis etmiş olduğu işlemin ve aynı zamanda, daha sonra davalı kurumca 5.6.2007 tarihinde başvurularının reddedildiğine ilişkin tesis edilen işlemin iptal edilerek, müvekkiline yaşlılık aylığı bağlanması yönünde karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili savunmasında, davaya bakma görevinin idari mahkemelerinin görevi dahilinde olduğu, 2022 sayılı Kanunun 1.maddesi ile, ayın Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin 19/ç maddesi ve 22.maddesi hükümleri gereği Sosyal Sigorta Kurumuna tabi olduğunun dolayısıyla davacı hakkında yapılan aylık kesme ve yersiz ödenen aylıkların tahsili cihetine gidilmesi yönünde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğunu belirtmiştir.
Kayseri 1. İş Mahkemesi: 14.11.2008 gün ve E:2007/717, K:2008/1186 sayı ile, taraf vekili beyanları, tanık beyanları, bilirkişi raporu ve tüm dosya münderecatının birlikte değerlendirilmesiyle dosya kapsamında davacıya 1.7.1981 tarihi itibariyle 2022 sayılı Yasa gereği aylık bağlandığı, davacının SSK kaydının olduğunun anlaşılması üzerine aylığın başlangıç tarihi itibariyle kesildiği ve ödenen aylık tutarı olan 7.015,83 YTL’nin davacıdan iadesinin istendiği, davacının 1981 yılından 270 gün SSK’lı çalışması olduğu anlaşılmış olup 2022 sayılı Yasadan çalışmaya başlanması halinde aylığın kesileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmamakta olup, kaldı ki davacının çalışması 1981 yılındaki 270 gün ile sınırlı olduğundan ve 2022 sayılı Yasa gereği bağlanan aylıklar prim esasına dayanmamakta olup yardım esaslı olup ve davacının muhtaçlık durumunun devam ettiği anlaşıldığından, bu nedenlere istinaden davacıya 2022 sayılı Yasa gereği bağlanan aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş ve bu kararı temyizen inceleyen Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 8.4.2010 gün ve E:2009/5964, K:2010/4051 sayı ile, davanın Yasal dayanağının 2022 sayılı Yasa'nın Ek1/1-a maddesi olup anılan madde de başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde özürlü olduklarını tam teşekküllü hastanelerden alacakları sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan 18 yaşını dolduran ve kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan özürlülerden her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1. maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutardan dahi az geliri olanlara, bu Kanunun 1. maddesine göre belirlenecek aylık tutarının %300'ü tutarında aylık bağlanacağının, 2. maddesinde bu aylıklar ve kanunda yazılı diğer ödemeler için her yıl Devlet Bütçesine gerekli ve yeterli ödenek koyulacağı ve aylıkların hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (TC Emekli Sandığı) aracılığıyla bağlanıp ödeneceğinin 1. maddesinin de muhtaçlığın İl veya İlçe İdare Heyetlerinden alınacak belge ile kanıtlanacağının, 8. maddesinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının (TC Emekli Sandığı) İl veya İlçe İdare heyetlerinin soruşturma ve kararları dışında gerektiğinde ilgililerin gelir ve kazanç ve malları hakkında çeşitli soruşturma yaptırmaya, resmi ve özel idare müessese ve ortaklarından ve şahıslarından bilgi istemeye yetkili olduğunun, bu Kanun uyarınca tam teşekküllü hastanelerinden alınan sağlık kurulu raporlarının merkezde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Başkanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (TC Emekli Sandığı) tarafından görevlendirilecek üç uzman hekimden oluşan bir sağlık kurulunca karara bağlanacağının bildirildiği, 5434 sayılı TC Emekli Sandığı Kanununun 8/son maddesinde tahakkuk ve ödeme işlemleri ve bunlara ilişkin düzeltme, kaldırma, iptal ve ret işlemleri ile yönetmeliklerde belirtilen sair işlerin Genel Müdürlükçe yürütüleceğinin ilgililer hakkında alınmış kararlar ile Genel Müdürlükçe yapılan tahsis işlemlerine ait bildirimlerin ilgililerin adreslerine taahhütlü olarak gönderileceğinin, bunlara karşı ilgililerin idari dava açabileceklerinin 5502 sayılı 15/b maddesinde ise TC Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından yapılması gereken tazminat ve yardım işlerinin Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğüne yapılacağını bildirildiği, görüldüğü gibi davacı ile SGK Başkanlığı (TC Emekli Sandığı) arasında sosyal güvenlik kurumu-sigortalı ilişkisi bulunmamakta olup SGK Başkanlığı (TC Emekli Sandığı) Devletin 2022 sayılı Yasa gereğince muhtaç durumda bulunan özürlülere yaptığı parasal yardım işinde bu yasanın kendisine açıkça verdiği görev nedeniyle aracılık yapmakta olup SGK Başkanlığının da 2022 sayılı Yasa gereğince yaptığı işlemler teşkilat yasası olan 5502 sayılı Yasa'ya dayandığından SGK Başkanlığının davacının 2022 sayılı Yasa gereğince aldığı yardımı kesmesine ilişkin işlemi idari bir tasarrufa müncer olup, idari işlemlerden doğan ihtilafların çözüm yerinin ise idari yargı olduğu, davaya bakmaya adli yargı yeri görevli olmayıp idari yargı yeri görevli olduğundan dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece işin esasına girilerek karar verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
KAYSERİ 1. İŞ MAHKEMESİ: 25.6.2010 gün ve E:2010/382, K:2010/446 sayı ile, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda mahkemelerin görevsizliğine, görevli ve yetkili mahkemenin Kayseri Nöbetçi İdare Mahkemesi olduğu sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle, Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Kayseri 2. İdare Mahkemesi: 29.1.2010 gün ve E:2010/578, K:2010/916 sayı ile, davacının 1.7.1981-(…)05.2007 tarihleri arasında hak etmediği halde yaşlılık aylığı aldığı gerekçesiyle ödenen aylıkların iadesi istemini içeren 20.4.2007 tarih ve bila sayılı işlemin ve bu işleme yapılan itirazın reddi işleminin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmakta ise de; genel yetkiye ilişkin 2577 sayılı Yasanın 32/1.maddesi hükmü uyarınca dava konusu uyuşmazlığın çözümünün işlemleri tesis eden Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü’nün bulunduğu yerdeki Ankara İdare Mahkemelerinin yetkisine girdiği gerekçesiyle 2577 sayılı Kanunun 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.
ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ: 7.7.2010 gün ve E:2011/30, K:2011/1319 sayı ile, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 96. maddesinde yersiz ödemelerin geri alınmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiş olup, 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve "Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri" başlığını taşıyan 101. maddesinde; bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği; 106. maddesinin 8. fıkrasında; 8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun konuyla ilgili 121 ve Ek 57 nci maddelerinin yürürlükten kaldırıldığı, 104. maddesinin 1. fıkrasında ise; 8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna yapılan atıflar ile ilgili mevzuatında emeklilik, malullük, vazife malullüğü ve sosyal sigorta haklarına, yardımlarına ve yükümlülüklerine, iştirakçiliğine ve sigortalılığına, dul, yetim ve hak sahipliği şartlarına, emekli ikramiyesine, ek ödemelere, sağlık hizmetleri veya tedavi bedellerinin ödenmesine ilişkin yapılan atıfların bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılacağının kurala bağlandığı, dolayısıyla fazla ve yersiz olarak ödemeyle ilgili borç çıkarılmaya ilişkin olan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekilinin olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle Ankara 1. İdare Mahkemesi Başkanlığına yaptığı başvuru üzerine dava dosyaları Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nunkatılımlarıyla yapılan 9.4.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, yaşlılık aylığı alan davacının bu aylığının kesilmesine ve daha önce ödenen yaşlılık aylıklarının geri istenilmesine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğünün 20.4.2007 günlü işlemi ile bu işleme karşı yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali isteminden kaynaklanmıştır.
2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde,
“65 yaşını doldurmuş, kendisine kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan, sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birisinden her ne nam altında olursa olsun bir gelir veya aylık hakkından yararlanmayan, nafaka bağlanmamış veya bağlanması mümkün olmayan, mahkeme kararıyla veya doğrudan doğruya kanunla bağlanmış herhangi bir devamlı gelire sahip bulunmayan ve muhtaçlığını İl veya İlçe Sosyal Yardımlaşma ve DayanışmaVakıflarından alacakları belgelerle kanıtlayan Türk Vatandaşlarına hayatta bulundukları sürece, 300 gösterge rakamının her yıl bütçe kanunu ile tespit edilecek katsayı ile çarpımından bulunacak tutarda aylık bağlanır.
Herhangi bir şekilde bu maddede yazılı miktardan fazla devamlı gelir sağlayan veya sağlaması mümkün olan kimselerin geçim kaynağı var sayılır ve kendilerine aylık bağlanmaz.
65 yaşın bitiminin tespitinde, ilgililerin, bu kanun yayımlandığı tarihte, nüfus kütük kayıtlarındaki doğum tarihleri esas alınır. Doğum tarihlerinde yapılacak düzeltmeler ile bu kanunun yayımlandığı tarihten geriye doğru bir yıl içinde yapılmış düzeltmeler nazara alınmaz.”
2. maddesinde,
“Bu aylıklar ve kanunda yazılı diğer ödemeler için her yıl Devlet bütçesine gerekli ve yeterli ödenek konur ve aylıklar haksahiplerine Emekli Sandığı aracılığı ile bağlanır ve ödenir.”
3. maddesinde,
“Bu aylıkların başlangıç tarihi, ilgililerin Emekli Sandığına yapacakları yazılı müracaatlarını takip eden aybaşıdır.
Bu aylıklar, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından belirlenecek ödeme gün ve dönemlerinde peşin olarak ödenir. Aylığa hak kazanma başlangıç tarihi ile ilk aylık ödemesinin yapıldığı ödeme döneminin ilişkin olduğu aya kadar olan haklar için ise defaten ödeme yapılır.
Peşin verilen gelir ve aylıklar durum değişikliği veya ölüm halinde geri alınmaz.
Ancak, aylık bağlama ile ilgili geçim şartının kalkması halinde, aylıklar bu şartın kalktığı tarihi takibeden dönem başından itibaren kesilir.”
8. maddesinde,
“Sosyal Güvenlik Kurumu, İl veya İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının alacakları muhtaçlık kararlarını esas alarak aylık bağlar. Kurum gerektiğinde, aylık almaya başvuranların gelir, yaşam düzeyi ve varlıkları hakkında, belirleyeceği yöntemlerle inceleme yapmaya ve yaptırmaya, resmi ve özel idare müessese ve ortaklarından ve şahıslardan bilgi ve belge istemeye yetkilidir.
Aylık bağlanmasında İl veya İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının alacakları muhtaçlık kararlarıyla birlikte bu Kanunun gerektirdiği hallerde yetkili hastanelerden alınan sağlık kurulu raporları esas alınır. Aylık bağlanmasına esas belgelerin eksik olmaması halinde aylık bağlama işlemi yapılır.
Birinci ve ikinci fıkralar çerçevesinde aylık bağlama işleminden sonra yapılacak incelemeler sonucunda, aylık bağlama kararını etkileyecek durumların tespit edilmesi halinde, tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için durum aylık bağlanana iadeli taahhütlü, ilgili idareye de adi posta ile bildirilir. Eksikliklerin giderilmemesi halinde tebligat tarihinden itibaren üç aylık sürenin sona erdiği tarihin içinde bulunduğu ödeme döneminin sonunda aylık kesme veya düzeltme işlemi yapılır ve fazla ödenen tutarlar geri alınır. Gerçeğe aykırı sağlık kurulu raporu düzenlediği veya bu nitelikteki raporlara dayanarak aylık aldığı tespit edilenler hakkında Türk Ceza Kanununun ilgili hükümlerine göre işlem yapılır.
Bu madde kapsamında aylık bağlamaya esas sağlık kurulu raporlarını düzenlemeye yetkili sağlık kuruluşlarının belirlenmesi ile bu raporların alınmasına ilişkin diğer usul ve esaslar Sağlık Bakanlığı ile Kurum tarafından birlikte hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.”
Ek 1. maddede,
65 yaşını doldurmamış olmakla birlikte;
a) Başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde özürlü olduklarını tam teşekküllü hastanelerden alacakları sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan, 18 yaşını dolduran ve kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan özürlülerden; her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutardan daha az geliri olanlara, bu Kanunun 1 inci maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 300'ü tutarında,
b) 18 yaşını dolduran, kanunen bakmakla mükellef kimsesi olmayan ve herhangi bir işe yerleştirilememiş olan özürlülerden; her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutardan daha az geliri olanlara, bu Kanunun 1 inci maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 200'ü tutarında,
c) Her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutardan daha az geliri olduğu halde, kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını tamamlamamış özürlü yakını bulunanlara, bakım ilişkisi fiilen gerçekleşmek kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 200'ü tutarında,
Aylık bağlanır.
65 yaşın doldurulmasından önce bu madde hükümlerine göre bağlanmış olan aylıkların aynı şekilde ödenmesine devam olunur. Bu Kanunun 1 inci maddesine göre aylık bağlananlardan başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek kadar özürlü olduklarını tam teşekküllü hastaneden alacakları sağlık kurulu raporu ile kanıtlayanlara da birinci fıkranın (a) bendine göre aylık bağlanır. Aylık bağlanmasına esas özürlülük oranı değişenlerin aylıkları durumlarına göre yeniden tespit olunur. Özürlülük oranı, bu Kanuna göre aylık bağlanması gereken oranın altına düşenler ile birinci fıkrada belirtilen aylık ortama gelir tutarından fazla gelir elde etmeye başlayanların aylıkları kesilir.
Aylık hakkından yararlanan 18 yaşından küçük özürlülerin yalnızca kendileri bu Kanunun 7 nci maddesinde belirtilen tedavi hakkından yararlanır. Ancak, bu madde hükümlerine göre aylık alanlardan herhangi bir sosyal güvenlik kurumunun tedavi yardımı kapsamında bulunanlara tedavi yardımı yapılmaz.
Bu Kanunun 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 inci maddeleri birinci fıkra hükümlerine göre aylık ödenecekler hakkında da uygulanır.
(Değişik son fıkra: 17/4/2008-5754/92 md.) Bu maddenin birinci fıkrası hükümlerine göre aylık almaya hak kazanacak şekilde özürlü olduğunu belgeleyen ve herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yetim olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan bu kurumlardan aldıkları aylık veya gelir toplamı tutarları bu madde gereğince durumlarına göre ödenebilecek tutardan daha az olanlara; aradaki fark ilgili sosyal güvenlik kurumu tarafından (birden fazla sosyal güvenlik kurumundan aylık veya gelir alanlar için yalnızca tercih edecekleri bir sosyal güvenlik kurumu tarafından) ödenir ve bu şekilde ödenen tutarlar Hazineden tahsil edilir.” hükümlerine yer verilmiştir.
2022 sayılı Yasanın 4. maddesine dayanılarak hazırlanan 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmeliğin işlem tarihinde yürürlükte olan 23/4.maddesinde, “aylık bağlama işleminden sonra yapılacak incelemeler sonucunda, aylık bağlama kararını etkileyecek durumların tespit edilmesi halinde, tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için durum aylık bağlanacak ve ilgili idareye tebliğ edilir.Eksikliklerin giderilmemesi halinde tebligat tarihinden itibaren üç aylık sürenin sona erdiği tarihin içinde bulunduğu ödeme döneminin sonunda aylık kesme veya düzeltme işlemi yapılır ve fazla ödenen tutarlar geri alınır” denilmiştir.
31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı iştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “… bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redlesonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “… 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”
Dosyanın incelenmesinden, rahatsızlığından dolayı çalışamayacak durumda olması nedeniyle 1.7.1981 tarihinden itibaren maluliyet(yaşlılık) aylığı alan davacının, Sosyal Sigortalar Kurumuna kaydının olduğunun anlaşılması üzerine, yaşlılık aylığına hak kazanmadığı halde 1.7.1981-(…).5.2007 tarihleri arasında ödenen yaşlılık aylıklarının geri ödenmesinin istenilmesine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'nın 20.4.2007 gün ve 60.507.005.1 sayılı işlemi ile bu işleme yapılan itirazın reddine ilişkin işlem ile fazla ve yersiz olarak ödemeyle ilgili borç çıkartılmaya ilişkin işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.
5510 sayılı Yasanın “Diğer Kanunlardaki Atıflar” başlıklı 104.maddesinde, 5434 sayılı Kanuna yapılan atıfların bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılacağı belirtilmiş ise de, olayda uyuşmazlığın, davacının 2022 sayılı Yasa uyarınca bağlanmış olan aylığının 2022 sayılı Yasaya dayanılarak hazırlanan Yönetmeliğin 23. maddesi uyarınca kesilmesinden kaynaklandığı ve 5754 sayılı Yasanın yürürlük tarihinden önce (01.10.2008), davacının 5434 sayılı Yasa uyarınca aylık almaya hak kazandığı açıktır.
Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Adli ve idari yargı organlarının görevsizlik kararlarına konu ihtilafın muhatabının memur ya da kamu görevlisi olmadığı, 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk Vatandaşlarına bağlanan aylık imkanından istifade eden bir kişi statüsünde bulunduğu anlaşılmaktaysa da; 1.7.1976 tarih ve 2022 sayılı Kanunun 2 nci maddesi uyarınca bu aylıkların T.C. Emekli Sandığınca bağlanacağı gerçeği karşısında, “Emekli Sandığı emeklisi” statüsünde değerlendirilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Bu nedenle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden önce sandık emeklisi statüsünde bulunan ilgili hakkında ihtilafın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği açıktır.
Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.
Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliye hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan 2022 sayılı Kanun uyarınca, maluliyet aylığı alan kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1. İdareMahkemesi’nin 7.7.2010 gün ve E:2011/30, K:2011/1319 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 9.4.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Old 20-10-2012, 09:51   #40
Av.MAK

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.ebru
İŞ MAHKEMESİ KARARININ GEREKÇESİ BELLİ OLDU:
.....Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 19/12/2011 tarih 2011/2001 Esas, 2011/284 Karar nolu kararı ile; 5434 sayılı Yasa'nın iştirakçisi iken vefat eden babasından dolayı almakta olduğu yetim aylığının kesilmesi nedeni ile açılan davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
Davacı Mehtap Sertel ise, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununa tabi olan Nefzat Sertel'den dolayı yetim aylığı almakta iken muvazaalı boşanma sebebi ile yetim aylığının kesilmesi nedeni ile, mahkememizde görülen iş bu davayı açmış olduğundan, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 19/12/2011 tarih 2011/2001 Esas, 2011/284 Karar nolu kararı gereği mahkememiz görevli değildir, yargılamanın İdari Yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.
Bu nedenle; mahkememizce yargı yolu yanlışlığı nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.

BU NASIL OLABİLİYOR ŞAŞIYORUM. UYGULAMA ARTIK İŞ MAHKEMELERİNİN GÖREVLİ OLDUĞUNU GÖSTERİYOR. NİTEKİM BEN İŞ MAHKEMESİNDE AÇTIĞIM DAVAYI KAZANDIM VE ŞU AN YARGITAY DÖNÜŞÜNÜ BEKLİYORUZ.
Old 20-10-2012, 09:54   #41
Av.MAK

 
Varsayılan

SAYIN DAVUTERKAN'ın eklediği kararı yeni gördüm bakalım bizim dosya nasıl sonuçlanacak...
Old 20-10-2012, 14:03   #42
davuterkan

 
Varsayılan

Bu karardaki önemli nokta, emekli sandığı ilişkili aylıklarla ilgili olarak idare mahkemesinin, diğer (bağkur-ssk) ilişkili olanların iş mahkemesinin görevli olacağı yönünde karar verilmiş olmasıdır.
Sizin dosyanızda Emekli Sandığı söz konusu değilse iş mahkemesi görevlidir.
Old 05-11-2012, 15:32   #43
av.ebru

 
Varsayılan Yetkİ YÖnÜnden Red!

İzmir 3.İdare Mahkemesi, dava konusu işlemi tesis eden davalı idarenin bulunduğu yerdeki Ankara İdare Mahkemesi'nin yetkili olduğuna karar verdi.
Old 05-11-2012, 22:31   #44
Av.MAK

 
Varsayılan

Yaptığınız açıklama için teşekkürler zira benim dosyamda davalı SSK. önemli bir ayrıntı.
Old 14-11-2012, 13:05   #45
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Arkadaşlar meseleyi şöylece netleştireyim müsaadenizle:
Bağlanan yetim aylığı Emekli Sandığı'ndan bağlanmışsa (yani yetim kadının babası Emekli Sandığı emeklisi ise) yetkili ve görevli Ankara İdare Mahkemesi'dir.
Bağlanan yetim aylığı SSK veya Bağkurdan bağlanmışsa (yani yetim kadının babası SSK yada Bağkur emeklisi ise) dava aylık kesme ve borç çıkarma işlemini yapan yerdeki iş mahkemesinde açılmalıdır.
Bu konudaki Yargıtay yorumu 5510 SK/101. madde "bu kanun hükümlerinin uygulanmasından doğan davalar iş mahkemesinde bakılır" dediği ve Emekli Sandığı emeklisinin yetim kızına yetim aylığı verilmesi 5434 sayılı kanuna dayandığı için böyle karar veriyor. Bence bu görüş yanlış olmakla beraber son durum bu.
Üstelik sadece yetim aylığı ile ilgili değil, diğer Emekli Sandığı uygulamalarında da bu şekilde görevli mahkeme belirleniyor.
Old 14-11-2012, 15:45   #46
Av. Ceyhun Doğan Küçükçil

 
Varsayılan

Esas Sayısı: 2009/86
Karar Sayısı: 2011/70
Karar Günü: 28.4.2011
5510 SAYILI SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU'NUN 56. MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KARAR
Resmi Gazete Tarihi: 15 Aralık 2011
Resmi Gazete Sayısı: 28143

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :

1- Diyarbakır İkinci İş Mahkemesi (Esas Sayısı: 2009/86)

2- Zonguldak Birinci İş Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/86)

3- Malatya İş Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/87)

İTİRAZIN KONUSU : 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır” şeklindeki son fıkrasının, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 17., 20., 35., 60. ve 138. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Boşandıkları eşleriyle ortak ikametgâhta yaşamaya devam ettikleri Sosyal Güvenlik Kurumunca tespit edilen kadınların, babalarından bağlanan ölüm aylıklarının itiraz konusu kural gereğince Kurum tarafından kesilmesi ve ödenmiş olan aylıkların geri istenmesi üzerine, Kurum kararının iptali için açılan davalarda itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali için başvurmuşlardır.

II- İTİRAzların GEREKÇEleri

A- 2009/86 Esas Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir :

“Anayasanın 10. maddesi 1. fıkrası “Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir “4. fıkrası devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” hükmünü içermektedir. 5510 sayılı yasanın 56. maddesi son fıkrası gereğince, Eşinden boşandığı halde fiilen boşandığı eşi ile birlikte yaşayan eşe ve çocuklara bağlanan gelir ve aylıklar kesilirken, boşandığı eşi dışında başka bir şahıs ile evlilik birliği olmaksızın fiilen yaşayan eş ve çocuklar ise gelir ve aylıklarını almaya devam edecektir. Bu da mahkememizce Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen ilkesine aykırı görülmüştür.

Anayasanın 60. maddesi gereğince herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Eşinden boşandığı halde boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşayan eş ve çocuklara 5510 sayılı Yasa gereğince bağlanan gelir ve aylıklardan sırf boşandığı eşi ile birlikte fiilen yaşıyor olmaları nedeni ile mahrum bırakılmaları Anayasanın 60. maddesine aykırı görülmüştür.

Anayasanın 138. maddesi 4. fıkrası “yasama yürütme organlar ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükmünü içermektedir. Mahkemeler tarafından verilmiş ve kesinleşen boşanma kararı üzerine 5510 sayılı Yasanın 33. 34. 35. maddeleri gereğince aylık ve gelir bağlanan kişilerin boşandıkları eşleri ile fiilen birlikte yaşamaya devam etmeleri nedeni ile aylık ve gelirlerinin kesilmesi mahkemelerce verilen boşanma kararını uygulamamak anlamına gelir ki bu da mahkememizce Anayasanın 138. maddesi 4. fıkrasına aykırı görülmüş olup;

Davacı vekilinin Anayasaya aykırılık iddiası Mahkememizce ciddi görülmekle bu hususta karar verilmek üzere dosya örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine 03/09/2009 tarihli ara kararı gereğince karar verilmiştir.”

B- 2010/86 Esas Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir :

“Anayasanın 2. maddesine göre; T.C.’nin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı Atatürk milliyetçiliğine bağlı başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.

Anayasanın 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevleri; “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklinde tanımlanmıştır.

Anayasanın 10. maddesinde kanun önünde eşitlik; “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” şeklinde kanun önünde eşitlik tanımlanmıştır.

Anayasanın 12. maddesinde; “Herkes, kişiliğine bağlı dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”

Şeklinde temel hak ve hürriyetlerin niteliği tanımlandıktan sonra kişinin hakları ve ödevleri başlığı ile Anayasanın 2. Bölümünde kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlığı altında 17. maddesinde; “herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu”, 20. maddede ise, herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı...”, ancak, “...millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak...” belirtilen usulde sınırlama getirilebileceği düzenlenmiştir. Getirilen sınırlamalar ise üst arama, özel kâğıtları ile eşyasının aranması ve el koyma olarak tek tek sayılmıştır.

Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarında 2. madde ile 5. madde birlikte değerlendirilmiş olup, sosyal güvenliğe ilişkin çerçeve tanımlanmıştır. Mahkeme kararlarında; “...Devletin temel amaç ve görevleri arasında insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamaya çalışmak, kişiyi mutlu kılmak, onun hayatını kolaylaştırmak, insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamalarını sağlamak gibi hususların yer aldığı, sosyal güvenliğin temin edilmesinin o araçlardan biri olduğu, yasa hükmünün gelecek güvencesini mutluluk ve huzuru tehlikeye düşürmek gibi sonuçlar yaratması durumunda sosyal güvenlik hakkının, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmak yerine, engeller getirmemesi gerektiğini işaret edilmiştir. Yine, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen sosyal hukuk devletinin, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde gerçekleştiren ve güvence altına alan toplumsal gereklerin ve toplum yararlarını gözeten, kişi ve toplum yararı arasında denge kuran, toplumsal dayanışmayı en üst düzeyde gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak, sosyal devleti sağlayan çalışma hayatının gelişmesi için önlemler alarak çalışanları koruyan sosyal güvenlik sorunlarını çözmeyi yüklenmiş, ülkeyi kalkınması ile birlikte ulusal gelirin sosyal katmanlar arasında adaletli biçimde sağlanmasını amaç edinmiş devlet olduğu, güçsüzleri güçlülere ezdirmemek ilkesi, herkesi, durumlarına uygun düzenlemelerle, sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşatması gerektiğine işaret edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin kararlarında; Devletin, tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğu; Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı şeklinde yorumlanmayacağı, durum ve konumlardaki özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralların ve uygulamaların yapılabileceği, kadının toplum ve aile yaşamında üstlendiği sorumluluk, görev ve paylaşım gibi toplumsal gerçeklerin kadınlar yararına değişik kural ve uygulamaları gerektirdiği, eşitlik ilkesi gereğince, zayıf durumda bulunanı diğerleri ile eşit duruma getirilmesi için gerektiğinde pozitif ayrımcılık yapılması gerektiği, Anayasanın ve uluslararası sözleşmelerin sosyal hukuk devleti ve eşitlik ilkesi kapsamında devlete bu yönde müspet düzenlemeleri yapma yükümlülüğü yüklediği belirtilmiştir. Nitekim yargı kararları, uluslararası sözleşmelerde kabul gören anlayışın, Anayasa hükmü haline getirilmesi amacıyla 10. maddeye ek fıkra ile “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” şeklindeki düzenleme çalışmaları yasal sürecini sürdürmektedir.

Ülkemizin de imzaladığı ve 1985 yılından bu yana yürürlükte olan Kadınlara Karşı Her türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme kadınlara şimdiye kadar geride kalmış olmalarının olumsuz sonuçlarını gidermek ya da kaybettiklerinin yeniden kazandırmalarını sağlamak için yapılacak işlerin başında onlara bazı olanakların tanınması gerektiği, bunun eşitlik ilkesine aykırı düşmeyeceği, geçici nitelikteki bu tür olumlu farkların olduğu kabul edilmiştir. Bu kapsamda gerek 5510 sayılı gerekse, yürürlükten kalkan 506 sayılı yasada kız çocukları yararına aylık bağlanması öngörülmüştür. 506 sayılı yasanın 68/VI maddesinde kız çocuklarına bağlanan aylıkların, Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi işlerde çalışmaya başlama veya evlenme halinde kesileceği düzenlenmiştir. 01 Ekim 2008’de yürürlüğe giren 5510 sayılı yeni yasanın 34.maddesinde ise, yaşları ne olursa olsun, evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlara ölüm aylığı bağlanacağı, 56.madde de ise gelir ve aylık bağlanamayacak haller başlığı altında, maddenin son fıkrasında boşandığı halde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların bağlanmış olan gelir ve aylıkların kesileceği düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme önceki yasada mevcut değildir.

Devlet bu noktada yaşı ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan bayanları ekonomik olarak koruma altına almıştır. Evlenmekle yeni bir hukuki durum ortaya çıktığından ve evlenme kapsamında eşin çalışabileceği ve evlendiği bayana bakabileceği, bakılmadığı takdirde yasada tanınan haklar çerçevesinde (nafaka gibi) yaşamını bir nebze olarak başka bir hukuki koruma çerçevesinde sürdürebileceği gözetilerek gelirin kesilmesi yerinde görülebilirse de, boşanmakla aynı çatı altında yaşanılsa dahi hukuki anlamda herhangi bir güvencesi bulunmadığından, gelirin kesilmesi yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmesi yönündeki ifadesi ile çelişmektedir. Yasa Koyucu bu durumda boşanmaya ilişkin kesinleşmiş karar ile ortaya çıkan hukuki durumu yok sayarak, fiilen bir arada yaşama olgusu ile hukuken var olan evliliği aynı statüde değerlendirmiş, bir nevi kadının kanuna karşı hile yoluna gittiğini kabul etmiştir. Maddi anlamda kesin hüküm karşısında böyle bir durumu varsaymak mümkün değildir. Anayasanın 138/IV. maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, kesin hükme uymak zorundadır. Kaldı ki, aynı çatı altında eski eşle fiilen birlikte yaşama yasal bir yaptırıma bağlanmasına rağmen, eski eşin dışında bir başkası ile fiilen birlikte yaşama durumu aynı yaptırıma (gelirin kesilmesi) tabi tutulmamıştır. Yine fiilen bir arada yaşamalarına rağmen hiç evlilik gerçekleştirmeyen bayanlar ile de boşanıp eski eşle birlikte yaşayan bayanlar arasında da eski eşiyle yaşayan için aleyhe durum yaratılarak eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir.

Anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali, aynı hukuki statüde olup da farklı uygulamalara tabi olunması durumunda gerçekleştiği kabul edilmektedir. Kişisel durum ve nitelikleri özdeş olanlar arasında yasalarla konulan kurallarla değişik uygulamaların yapılmaması gerektiği, aynı hukuksal durumları aynı, ayrı hukuksal durumlara da ayrı hukuksal kuralların uygulanması gerektiği, Anayasa Mahkemesince 10. maddeye yönelik aykırılık iddialarında en önemli kıstas olarak kabul edilmektedir.

Somut durumda gerçekleşebilecek olasılıklar göz önüne alındığında, 1. olasılık kadının hiç evlenmeden fiilen birlikte yaşaması, 2. olasılık, boşanmış olup eski eşi dışında fiilen birliktelik yaşaması, 3. olasılık boşanmış olup eski eşi ile fiilen birlikte yaşaması, 4. olasılık ise boşanmış veya boşanmamış yalnız yaşamını sürdürmesi olup, tüm olası durumlarda hukuki statü aynıdır. Hiç evlenmemiş veya dul olan kadın, hukuken bekâr statüsündedir. Aylık bağlamada hiç evlenmeyen veya dul olan bayanlar için bir ayırım yapılmadığı halde, birlikte yaşama durumunda eski eşiyle birlikte yaşayan dul bayan için ayrı ve aleyhe düzenleme yapılmıştır. Olasılıklardan 1, 2 ve 4. olasılıklarda yetim aylığı almak hakkı bulunduğu halde, 3. olasılıkta bu hak yasayla engellenmiştir. Dolayısıyla hukuki statüleri aynı olduğu halde özel yaşamlarında yeniden birlikte olmaya başladıkları eski eşlerinden ötürü kadınlar hukuki bir haktan yararlanamama ile karşı karşıya kalmışlardır. Oysa resmi evlilik yeniden tesis edilmediği sürece aylık bağlanmasını gerektiren pozitif ayırıcılığa götüren nedenler ortadan kalkmamıştır.

Söz konusu hüküm ailenin bir araya gelmesine veya yeniden evliliğin tesisini de engelliyecek niteliktedir. Olası duruma göre böylesi bir yaptırım karşısında hiç evlenmeme veya boşanıldıktan sonra eşlerin aile hayatı kapsamında rutin görevlerin yerine getirilememesine sebebiyet verecek, en azından bu hususta çekince yaratacaktır. Kanunda fiilen birlikte yaşamanın tanımı da yapılmamıştır. Bu anlamda da belirsizlik mevcuttur. Yine birlikteliğin süresinin ne kadar doğacağı kadar yasa metninden anlaşılamamaktadır. Açılan davalarda bu belirsizlikler nedeniyle kişinin özel hayatı tartışma konusu yapılacaktır ki bu da insan hakları sözleşmesinin 8. maddesine ve Anayasanın 20. maddesine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin 1999/33 esas 1999/51 sayılı kararında belirtildiği üzere; “...demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların, bu sınırlamalarda güdülen amacın gerektiğinden fazla olmasının düşünülemeyeceği, demokratik hukuk devletinde güdülen amacın ne olursa olsun kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gereğine...”, 1996/15 esas, 1996/34 sayılı kararında “...hak ve özgürlüklerden yararlanmada ortak çıkış noktasının “eşitlik” ilkesi olduğu, eşitliğin zaman içinde insana verilen değerin artmasına bağlı olarak hak ve özgürlükler listesinin genişlemesi ile soyuttan somuta indirgenerek birçok alanda düzenlemelerin kaynağını oluşturduğuna, eşitliğe aykırı durumların giderilmesi gerektiğini...” işaret edilmiştir.

Bu kapsamda 5510 sayılı Yasanın 56/son fıkrasının Anayasanın 2, 5, 10, 12, 17 maddelerine aykırı olduğu açıktır.

Anayasanın 20. maddesi kapsamında değerlendirme yapıldığında, madde gereği herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8.maddesindeki düzenlemeye göre de; “...1- Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 2- Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşulu ile söz konusu olabilir...”.

İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında; “... özel hayat bütün unsurları ile tanımlanamayacak geniş bir kavramdır. Bu kavramın açık bir biçimde mahrumiyet hakkından daha geniş olduğu ve herkesin özgür olarak kişiliğini oluşturmasını ve geliştirmesini sağlayan bir alan içerdiği, bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alanla kısıtlamak ve bu alanın dışında kalan dış dünyayı o alandan tamamen hariç tutmanın aşırı sınırlayıcı bir yaklaşım olduğu, henüz evli olmayan taraflar arasındaki ilişkilerin özel hayat kapsamında olduğu, (Appl.No: 15817/89, 1 Ekim 1990, 66 DR 251 sayılı kararı), kapalı kapılar ardında yaşananların, özel hayat kapsamında değerlendirmesi gereğine işaret etmektedir. Bu kapsamda kişinin kiminle yaşadığı hususunun özel hayat kapsamında olduğu tartışmasızdır. Yine mahkeme kararlarının aile hayatı dahi geniş yorumlanarak aile hayatının, devletin keyfi müdahalesinden serbest bir şekilde özgür olarak devam edebileceği, tamamen özel bir alanın içinde olduğu kabul etmektedir. Hatta mahkeme daha da ileri giderek aile hayatının bir defa oluştuktan sonra boşanma ile veya tarafların birlikte yaşamaya başlaması ile sona ermeyeceği...” belirtilmiştir.

Kuşkusuz özel hayat İnsan Hakları Mahkemesi kararları kapsamında boşanma ile dahi olsa varlığı kabul edilen aile hayatı dokunulmazlığı sınırsız değildir. Hangi hallerde özel hayata dokunulabileceği sınırlı olarak ve ancak mahkeme kararıyla olabileceği Anayasanın 20. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiş olup, sayılan düzenlemeler arasında sosyal güvenceden yoksun bırakma bulunmadığı gibi, özel hayata müdahaleyi gerektiren 20/II. maddedeki nedenlerde mevcut değildir.

İnsan Hakları Sözleşmesi 8. maddesinin 2. fıkrasında getirilen sınırlamada esas alınan kriterler ise müdahalenin yasal dayanağının bulunması, meşru bir amacının bulunması, Demokratik bir toplumda gerekli olması olarak gösterilmiştir. Burada öngörülen kriterlerden yasal dayanak koşulu 56. madde ile getirilen düzenleme ile sağlanmıştır. Ancak meşru bir amaç ve demokratik bir toplumda gereklilik koşulları oluştuğunu kabul etmek mümkün değildir. Kaldı ki düzenleme hangi yaşta olursa olsun boşanmalar sonucunda çocukların anne babaları ile tekrar veya zaman zaman bir araya gelmelerine dahi engel teşkil edecek nitelikte çekince yaratabilir. Bu durum insan haklan mahkemesince kabul edilen nihai amacına ailenin birleştirilmesi yününde devletin pozitif yükümlülüğüne de aykırıdır.

Sonuç olarak; Davacı tarafça ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi bulunduğu, kamuoyunda da söz konusu hükmün Anayasaya aykırılığın tartışma konusu yapıldığı, sırf bu hususun dahi Anayasaya Aykırılık iddiasının Anayasa Mahkemesine götürülmesini gerektirdiği, iddianın davayı uzatma gayesi ile yapılmadığının anlaşıldığı, mahkememizce de, yukarıda ayrıntılarıyla belirtilen gerekçeler doğrultusunda, söz konusu düzenleme kadınlar yararına getirilen pozitif düzenleme ile yukarıda sayılan diğer temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak sonuçlar doğuracağı ortadadır.

Yasanın yürürlüğünden önce dahi gerçekleşen boşanmalar sonucu, evlenmemekle birlikte yeniden tesis edilen aile ortamının yok edilmesi ile sosyal güvenceden vazgeçme hususunda kişileri seçim yapmak zorunda bırakacağı, ayrıca maddenin uygulanması kapsamında, fiili birlikteliğin tespiti gayesi ile Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel ve aile hayatın gizliliğinin ihlali edilerek bu hususta, kurum görevlilerince araştırma yapılacak, araştırma sonuçları tutanaklara bağlanacak, Anayasanın 20. maddesinin II paragrafındaki sebepler olmaksızın ve aynı maddedeki sınırlamalar dışında yetki Anayasa’da düzenlenmediği halde kurum elemanlarınca işlem yapılması sonucu doğurduğundan; hüküm Devletin temel amaç ve görevlerinden, kişinin maddi ve manevi varlığının gelişmesine gerekli koşulları hazırlamak biryana engel teşkil ettiğinden Anayasanın 2. ve 5. maddelerine, evlenmemiş, evlenip boşanmış ancak başka biriyle (eşi dışında) yaşayan veya boşanıp kadınlar ile aynı hukuki statüde olmasına rağmen eski eşle yaşayan kadın aleyhine yaptırım getirmesi yönüyle, Anayasa’nın 10. maddesine, maddi ve manevi koruma ve geliştirmeye engel olması ile temel hak ve özgürlükler kapsamında, aile hayatına ve özel hayata saygı gösterilmemesi nedeniyle Anayasanın 17. ve 20. maddelerine aykırı olduğu, bu nedenlerle yasa hükmünün iptali gerektiği kanaatine varılmıştır.

İptali istenen hüküm, iptal edildiğinde, ödenmiş olan aylıkların 90. maddeye göre geri alınır şeklindeki düzenleme, hukuki dayanaktan yoksun kalacağından, bu kısmında iptali gerekmektedir.”

C- 2010/87 Esas Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir :

“ANAYASAYA AYKIRILIK NEDENLERİ VE İLGİLİ ANAYASA MADDELERİ

1- ANAYASANIN 10. MADDESİ YÖNÜNDEN:

‘Herkes kanun önünde eşittir.’

5510 sayılı Yasanın 56. maddesinin (b) fıkrasına göre aylığı kesilen kadın eğer eski kocası ile değil ama başkan bir erkekle aynı evde yaşamaya devam ederse aylığın kesilme riski yoktur. Çünkü kanun sadece boşandığı eşiyle birlikte yaşaması halinde dul-yetim aylığının kesilmesini öngörmektedir.

Muvazaa borçlar hukukunun konusu olup kişilerin herhangi bir sözleşmede gerçek iradelerini gizlemeleridir. Mahkeme kararları ile ilgili olarak muvazaadan söz edilemez.

5510 sayılı Yasanın 56/b maddesinin son fıkrasını gerekçe gösterilerek babasından dolayı aldığı dul ve yetim aylığı kesilen bir şahıs, eşinin ölümü halinde mahkeme kararı ile boşandığı eşinden dolayı da dul ve yetim aylığı alamayacak ve mirasçı olamayacaktır. Bir mahkeme kararı ya vardır ve geçerlidir ya da yoktur ve geçersizdir. Onun için “babandan dolayı yetim aylığı alamazsın, eşinden boşandığın için de evliliğin sağladığı sosyal güvenlik haklarından yararlanamazsın” demek hakkaniyete uygun değildir.

Bir mahkeme kararını hem geçerli hem geçersiz sayılması hukukun genel ilkelerine ve hakkaniyet kurallarına uygun düşmez.

2- ANAYASANIN 11. MADDESİNİN 2. FIKRASI YÖNÜNDEN:

‘Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.’

‘Sigortalı hak sahibinin aylığının sadece bir denetim elemanının raporu ile kesmek yasaya ve Anayasaya uygun değildir. Olması gereken, tespiti yapan denetim elemanının raporu ile SGK’nun aylığı kestirmek için İş Mahkemesine dava etmesidir. Ancak SGK mahkeme yolunu es geçip bir tespit raporu ile aylığı kesmektedir.

3- ANAYASANIN 35. MADDESİ YÖNÜNDEN:

‘Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir’

a- Medeni kanunumuza göre taraflar arasında mal rejimi konusunda bir anlaşma yoksa edinilmiş mallar ortaktır. Boşanan eşlerin bir tek evi varsa ve boşanma kararı ile birlikte mahkeme kararı ile her bir eşe evin yarısı verilmişse boşanan eşlerin her biri kendi evinde oturma hakkına sahiptir. Bu hakkın kısıtlanması Anayasada güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlalidir.

b- Evlilik iki kişi arasında, resmi makamlar önünde yapılan sözleşmedir ve kadın ve erkek resmi nikâh ile evlenmekle Medeni Kanun gereğince karı-koca sıfatlarını alır. Böylece miras hukuku açısından birbirlerinin mirasçısı olurlar; yani kim vefat ederse, sağ kalan onun mirasçısı olur. Sosyal güvenlik hukuku açısından da hak sahibi veya bakmakla yükümlü kişi olurlar. Yani her ikisinin sağlığında arasında olması sebebiyle çalışan, çalışmayanın sosyal güvencesini sağlar. Ölümle de hak sahibi olurlar ki sağ kalan, ölenin aylığını dul sıfatıyla almaya devam eder.

c- Evlilik bir sözleşmedir, ama bunu sona erdiren boşanma ise mahkeme kararıdır. Yani evlilik sözleşmesini ancak ve ancak mahkeme sona erdirebilir. Boşanma halinde evliliğin iki önemli sonucu ortadan kalkar. Fakat bu kez başka haklar ortaya çıkar. Medeni Kanun açısından evlilikle edinilmiş tüm mallar, ortak paylaşıma konu edilmek zorundadır. Mesela karı-koca nikâhlı iken ev edinmişlerse ev kimin adına kayıtlı olursa olsun boşanma ile yarı yarıya bölüşülmek zorundadır.

d- 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 202.maddesine göre, yasal mal rejimi, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejimi olup, 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanununun 10. maddesine göre, eşler; “Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılır. Boşanma halinde de edinilmiş mallar yarı yarıya pay edilir.’

4- ANAYASANIN 60. MADDESİ YÖNÜNDEN:

Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.

Sosyal Güvenlik hukuku gereğince, boşanma ile resmi nikâhı bitiren kadına varsa vefat etmiş ana-babası üzerinden yetim aylığı bağlanabileceği gibi, eğer ilk evliliği varsa ve ilk eşi vefat etmişse onun üzerinden dul aylığı alma hakkı ortaya çıkmaktadır. Boşanan kadın, boşanma tarihinden sonra SGK’ ya müracaat ederse dul veya yetim aylığı bağlanacaktır. Kocasından boşanan ve Medeni Kanun gereğince edindikleri evi yarı yarıya paylaşmak zorunda kalan kadın, eski kocasıyla yaşıyorsa bu durumun SGK denetim memurları tarafından tespiti halinde dul-yetim aylığını kaybeder. Bu durumda 5510 sayılı yasanın 56 maddesinin (b) fıkrası; ‘Boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş...’ tabiri kullanılmıştır. Bu tabir ‘..boşandıkları halde aynı evi (mecburen de olsa) paylaşan kadın-erkeğin cinsi münasebette bulunup bulunmadıkları da araştırma konusu olur mu, aynı evde yaşamaları yeterli mi?’ sorusuna cevap vermemektedir. Bu konuda SGK’nun açıklayıcı bir genelgesi de yoktur. Yani eve giden denetim elemanları için sadece aynı evde ikamet etmek yeterli mi yoksa aralarında karı koca hayatı var mı araştırmalılar mı belli değildir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Anayasanın 152/1 maddesi uyarınca;

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56. Maddesinin (b) bendinde yer alan; “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” ibaresinin Anayasanın başlangıç hükümleri ile 10, 11, 35, 60 ve 138 maddelerinin amir hükümlerine aykırı düştüğü iddiası ile res’en Anayasa Mahkemesine gidilmesi, dava dosyasının tüm belgeleri ile onaylı suretinin dosya oluşturularak Anayasa Mahkemesine sunulmasına, iş bu karar aslı ile dosya suretinin Yüksek Mahkemeye tebliğinden itibaren 5 ay beklenilmesine, 5 ay içinde netice gelmezse mevcut mevzuata göre davanın görüm ve çözümüne devam edilmesine, 28/07/2010 tarihinde karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

17.4.2008 günlü, 5754 sayılı Yasa’nın 36. maddesiyle değişik, 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun itiraz konusu son fıkranın da yer aldığı 56. maddesi şöyledir:

“Gelir ve aylık bağlanmayacak haller

MADDE 56- (Değişik birinci fıkra: 17/4/2008-5754/36 md.) Ölen sigortalının hak sahiplerinden;

a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hale veya malûl duruma getirdiği,

b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,

hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır.

Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır.”

B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları

Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 17., 20., 35., 60. ve 138. maddelerine dayanılmış; 65. maddesi ise ilgili görülmüştür.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 3.12.2009 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, 2009/86 esas sayılı; 7.12.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında ise 2010/86 ve 2010/87 esas sayılı dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

v- birleştirme kararları

31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin son fıkrasının iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan 2010/86 ve 2010/87 esas sayılı itiraz başvurularına ilişkin davaların, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2009/86 esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, 2010/86 ve 2010/87 esas sayılı dosyaların esaslarının kapatılmasına, esas incelemenin 2009/86 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 7.12.2010 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

Vı- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararlarında, boşandığı halde fiilen boşandığı eşi ile birlikte yaşayan eşe ve çocuklara 5510 sayılı Yasa’nın 33., 34. ve 35. maddelerine göre bağlanan gelir ve aylıkların itiraz konusu kurala dayanılarak kesildiği, boşandığı eşi dışında başka bir kişiyle evlilik birliği olmaksızın fiilen yaşayan eş ve çocukların ise gelir ve aylıklarını almaya devam edecekleri, bunun eşitlik ilkesine ve sosyal güvenlik hakkına ilişkin düzenlemeye aykırı olduğu, mahkemeler tarafından verilip kesinleşen boşanma kararı üzerine bağlanan aylık ve gelirlerin kesilmesinin, mahkemelerce verilen boşanma kararını uygulamamak anlamına geldiği,

Birleştirilen E.2010/86 sayılı başvuru kararında ayrıca, boşanmış kadının önceki eşiyle aynı çatı altında yaşasa bile hukuki anlamda bir güvencesinin kalmadığı, yasa koyucunun kural kapsamındaki birlikte yaşama olgusu ile resmi evliliği aynı statüde değerlendirdiği, bir nevi kadını kanuna karşı hile yoluna yönelttiği, düzenlemenin ailenin bir araya gelmesini ve yeniden evliliğin tesisini engelleyici nitelikte olduğu, özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği, boşanma olsa dahi varlığı kabul edilen bir aile hayatının dokunulmazlığa sahip bulunduğu, SGK elemanlarınca boşanan eşlerin fiilen yaşadıklarının tespit edilmesiyle kişinin maddi ve manevi varlığının gelişiminin engellendiği,

Birleştirilen E.2010/87 sayılı başvuru kararında ayrıca, borçlar hukukunun konusu olan muvazaanın, mahkeme kararlarına karşı ileri sürülemeyeceği, boşanan eşin yetim aylığının kesilmesi ve eşinden boşandığı için de evliliğin sağladığı sosyal güvenlik haklarından yararlanamamasının hakkaniyete uymadığı, aylığın denetim elemanlarınca yapılan bir tespit raporuyla kesilmesinin uygun olmadığı, evlilikte aksine anlaşma yoksa edinilmiş mallara ortaklığı esas olmakla boşanan eşlerin tek evi varsa her birinin kendi evinde oturma hakkının kısıtlandığı,

belirtilerek itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 17., 20., 35., 60. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle iptali istenen kural Anayasa’nın 65. maddesi yönünden de incelenmiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, her türlü işlem ve eylemi hukuka uygun, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık olan devlettir.

İtiraz konusu kural, sigortalı için değil, sigortalının hak sahiplerinden olan “eşi ve çocukları” için düzenleme öngörmektedir. Düzenlemede, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların ise 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesindeki hükümlere göre geri alınacağı öngörülmüştür.

Ölüm aylığı alabilecek eşin dul olması ve kız çocuğun evli olmaması şartı itiraz konusu kuralda değil, 5510 sayılı Kanunun 34. maddesinde düzenlenmiştir. Ölüm aylığının hak sahiplerine paylaştırılmasına dair 5510 sayılı Kanunun 34. maddesinde, çalışmayan veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanlara; kız çocuklar için ise yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızların her birine yetim aylığı bağlanması kural altına alınmıştır. Buna göre yasa koyucunun, bir geliri bulunmayan ve evli olmayan kadınları yaşa bağlı olmaksızın ölüm aylığından yararlandırmak suretiyle korumayı amaçladığı anlaşılmaktadır.

İtiraz konusu kuralın madde gerekçesinde “eşinden boşanmak suretiyle babasından maaş bağlanan, ancak boşandığı eşleriyle fiilen beraber yaşayanların gelir ve aylıklarının kesilmesi ile ilgili hususların, uygulamada hakkın kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla yeniden düzenlendiği” vurgulanmıştır.

İtiraz konusu kuralın gerekçesinde de belirtildiği gibi ölüm aylığı alma hakkının kötüye kullanılmasının engellenmesi amaçlanmaktadır. Uygulamada ölüm aylığı almaya hak kazanmak için gerekli olan “evli olmama” koşulu, boşanma ile aşılarak yasa koyucunun bir geliri bulunmayan dul veya bekâr kadınları koruma gayesi istismar edilmektedir. Bu şekilde gerçekleştirilen boşanmadaki erkek bir ailede koca olarak kendisine düşen sorumluluklardan kurtulma çabasına girmekte, eşler sanki resmi evliliklerini sürdürüyor gibi bir arada yaşamaya devam etmektedirler. Başka bir ifadeyle, ölüm aylığı alabilmek için gerçekleştirilen boşanmada, taraflar iyi niyetli davranmamaktadırlar.

5510 sayılı Yasa’nın 34. maddesinde öngörülen ölüm aylığını alabilmek için “evli olmamak” koşulunu aşmak amacı ile iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez.

Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.

Resmi evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmi evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz.

Anayasa’nın 60. maddesinde, “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilmektedir.

Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza, ölüm ve işsizlik gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.

Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması halinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği halde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz.

Bunun yanında ölüm aylığı, sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal yapısıyla doğrudan ilgilidir. Anayasa’nın 65. maddesine göre, “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” Ölüm aylığı alabilmek için boşanarak eşiyle birlikte fiilen yaşamaya devam eden kadınlara haksız ve yersiz ödeme yapılması ile oluşacak maliyetin, SGK’nın aktüeryal dengelerini olumsuz etkilememesi için yasa koyucunun bu düzenlemeyi getirdiği anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 2., 10., ve 60. maddelerine aykırı değildir, itiraz isteminin reddi gerekir.

İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 5., 11., 12., 17., 20., 35. ve 138. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

Fulya KANTARCIOĞLU, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamışlardır.

VII- SONUÇ

31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin son fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Engin YILDIRIM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 28.4.2011 gününde karar verildi.

Başkanvekili

Serruh KALELİ

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

Üye

Ahmet AKYALÇIN

Üye

Mehmet ERTEN

Üye

Fettah OTO

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

Üye

Alparslan ALTAN

Üye

Engin YILDIRIM

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Üye

Hicabi DURSUN

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Erdal TERCAN

KARŞIOY GEREKÇESİ

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34. maddesinde, ölen sigortalının, yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarına ölüm aylığı bağlanması öngörülmüş, 17.4.2008 günlü 5754 sayılı Yasa ile değiştirilen 56. maddesinin iptali istenen son fıkrasında ise, eski düzenlemede bulunmayan bir kurala yer verilerek, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği; bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı hükme bağlanmıştır. Böylece, yasa koyucu eşlerin boşanması sonucu ortaya çıkan hukuki sonuçları göz ardı ederek bunların fiilen bir arada yaşamalarını evlilikle ayni hukuki statüde değerlendirmiş, başka bir anlatımla kadının ölüm aylığı alabilmek amacıyla kanuna karşı hile yoluna başvurduğunu var saymıştır. Oysa, birisiyle evlenmeden birlikte yaşayan veya boşandığı eşinden başkasıyla birlikte yaşayan ya da boşanıp, eski eşiyle birlikte yaşayanla yalnız yaşayan kadınlar, yasalar karşısında bekâr sayılmaları nedeniyle aynı hukuki statüde olmalarına karşın, bunlardan sadece boşandıktan sonra eski eşiyle birlikte yaşayan kadının farklı kurallara bağlı tutulması eşitlik ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Boşanmaya ilişkin kesinleşmiş bir yargı kararı ile ortaya çıkan hukuki statü göz ardı edilerek evli eşlere uygulanan kuralların birlikte yaşamaları halinde evlilik birliği sona ermiş olanlara da uygulanması farklı konumda bulunan kişilerin, aynı kurallara tâbi olmaları sonucunu doğurduğundan itiraz konusu düzenleme bu yönüyle de eşitlik ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Öte yandan, Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiştir. Bu özgürlüğün, Madde’de belirtilen sınırlama nedenleri arasında yer almadığı halde, itiraz konusu kuralın uygulanabilmesi için Kurum yetkililerince yapılacak araştırma ve tespitlerin özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine müdahale oluşturacağı açıktır.

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Sosyal hukuk devletinde, kamu yararı ile temel hak ve özgürlükler arasında denge kurulurken, insanın onuruna ve manevi varlığının korunmasına verilen değer, kamu yararı düşüncesinin önünde yer almadıkça çağdaş bir demokrasi anlayışına ulaşılamayacağında duraksamaya yer yoktur.

Anayasa’nın 60. maddesine göre, herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir; devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar. Bu kuralın uygulamaya geçirilmesinde devlet, sosyal güvenlik kuruluşlarının, kurulup işletilmesini düzenlerken kuşkusuz, aktuaryel dengeleri gözetmek ve bu kuruluşların sağladığı olanaklardan herkesin adil ve eşit biçimde yararlanmalarını sağlamakla yükümlüdür. Ancak, bunu yaparken öncelikle Anayasa’nın, 17. maddesi uyarınca herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile 20. maddesi doğrultusunda özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu gerçeğini dikkate almak zorundadır.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

KARŞI OY GEREKÇESİ

1- 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin itiraz istemlerine konu son fıkrası, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği; bu kişilere ödenmiş olan tutarların, bu Kanun’un 96. maddesi hükümlerine göre geri alınacağını hükme bağlamaktadır.

5510 sayılı Kanundan önce yürürlükte olan 506, 1479, 2925 ve 5434 sayılı Kanunlarda bu yönde bir düzenleme bulunmadığı, iptali istenen hükmün ilk kez 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi ile yürürlüğe konulduğuna işaret etmek gerekir.

2- “Boşanma”, Medeni Kanunun düzenlediği, evliliğe son veren bir hukuki kurumdur. Kesinleşmiş bir boşanma kararı (ilâmı), kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını doğurur ve Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca da boşanmaya ilişkin bir mahkeme kararı karşısında yasama ve yürütme organları ile idare, bu karara uymak ve icaplarına uygun davranmak mecburiyetindedir. Hukukun öngördüğü yol ve esaslar dışında, kesinleşmiş bir mahkeme kararı konusunda “muvazaa” tabirinin kullanılması, başta Anayasa olmak üzere, hukukun genel ilkelerine de aykırı düşer. Esasen itiraza konu kuralda da bir “muvazaa”dan söz edilmemekte, buna mukabil “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” hali, evvelce bağlanmış olan gelir ve aylığın kesilmesi nedeni teşkil etmektedir.

Boşanılan eşle yeniden birlikte yaşama hali (durumu), Anayasa’nın 20. maddesinin koruması altındaki bir “özel hayat” tercihidir. Bu madde uyarınca da, herkesin bu özel hayat tercihine saygı göstermesi ve bu hayatın gizliliğine dokunamaması ve sorgulayamaması gerekli bulunmaktadır. Oysa 5510 sayılı Kanun’un 55. maddesi “yoklama” adı altında, Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerine özel hayatların sorgulanması ve irdelenmesi, bu konuda tutanak (rapor) düzenlenmesi görevini yükleyerek; itiraza konu 56. maddenin son fıkrasının tatbikatını sağlamaktadır. Kural, bu şekliyle Anayasa’nın 20. maddesine açıkça aykırı düşmektedir.

Diğer yandan, kural boşandığı eşiyle bir arada yaşayan kişiyi aylıktan yoksun bırakırken, eşinden boşanmış, ancak gayri ahlâki ilişkiler ve yaşam tarzını benimsemiş kişiler yönünden hiçbir yaptırım öngörmediğinden, bu kişiler aylıklarını almaya devam edeceklerdir. Diğer bir deyişle, yasakoyucu Anayasa’nın koruması altındaki özel hayat biçimlerinden bir bölümünü bir hak yoksunluğu nedeni sayarken, kalanını bu kapsamda değerlendirmemektedir. Bu düşünce ve yaklaşım biçiminin toplumsal, ahlâki ve etik yönlerden haklı yönleri olabileceği düşünülebilir ve savunulabilirse de, Anayasa’nın koruması altındaki tüm özel hayat biçimlerinin toplumsal ve insani yaptırımlar (kınama, ayıplama v.b) dışında hukuki yaptırımlarla ve hak yoksunluğu sonucunu doğuran kurallarla cezalandırılması, aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Hukuk Devleti” ilkesine de aykırıdır.

3- Kurumun aktüeryal dengesi, haksız maaş alma, diğer çalışanların haklarının ihlâl edilmesi vb. nedenlerin gerçekte var olması, Anayasa’ya aykırı kurallar koymak suretiyle bu “haksızlığın” giderilmesini haklı kılamaz. Anayasa’nın 60. maddesinin öngördüğü sosyal güvenlik hakkının yitirilmesi sonucunu doğuran bir olgunun aynı zamanda yine Anayasa’nın meşru gördüğü hukuki bir nedene dayanması gerekir. Dava konusu kural, bir sosyal güvenlik hakkının (aylık) haksız biçimde yitirilmesi sonucunu doğurduğundan, Anayasa’nın 60. maddesine aykırıdır.

4- Açıklanan nedenlerle, itiraz istemlerine konu kuralın Anayasa’nın 2., 20. ve 60. maddelerine aykırı düşmesi nedeniyle iptali gerektiğini değerlendirdiğimizden; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Engin YILDIRIM
Old 07-12-2012, 15:38   #47
gorkembora

 
Varsayılan

Şuan son durum nedir acaba..? yetim aylığı emekli sandığından bağlanan ve eski eşiyle birlikte yaşadığı iddiasıyla maaşı kesilenler için davayı nerede açıyoruz?
Old 07-12-2012, 21:30   #48
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Emekli Sandığı'ndan bağlanmışsa aylığı kesip borç çıkaran emekli sandığıdır. Davayı 60 gün içinde Ankara idare mahkemesinde açmalısınız.
Old 08-12-2012, 09:08   #49
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Bu konuda bir şeyi daha hatırlatmak isterim. Yetim aylığının kesilmesi ile birlikte ödenen aylıkları kurum geri istiyorsa; Yersiz ödemelerin tahsili ile ilgili 5434 Sayılı Kanun'da hüküm bulunmuyordu. Bu nedenle kurumun geri isteme hakkının yasal dayanağı 5510/96.maddesidir. Her ne kadar Emekli Sandığı'na tabi olsa da bir kişi hakkında 5510 SK uygulanmışsa aynı kanunun 101. md gereği İş mahkemeleri görevlidir. Ben sizin yerinize olsam yine de dediğim gibi idarede açardım.
Old 08-12-2012, 11:33   #50
Av.Turhan Demiroğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Evran KIRMIZI
Emekli Sandığı'ndan bağlanmışsa aylığı kesip borç çıkaran emekli sandığıdır. Davayı 60 gün içinde Ankara idare mahkemesinde açmalısınız.

Katılıyorum.

T.C. Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü
Esas: 2012/38
Karar: 2012/76
Karar Tarihi: 09.04.2012:”…
...5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…

Saygılarımla...
Old 06-04-2013, 09:55   #51
Matrix

 
Varsayılan

Arkadaşlar, (SGK'nın mağduriyeti karşısında), Yerel mahkemelerce Anayasa Mahkemesi'ne taşınan konu hakkında, Anayasa Mahkemesi, SGK'yı haklı bulacak şekilde karar ittihaz ettiğini okumuştum ama gelinen noktada son durum nedir?Bilgi sahibi olanlar paylaşırlar mı?
Old 06-04-2013, 11:52   #52
Av. Ceyhun Doğan Küçükçil

 
Varsayılan anayasa mahkemesi kararı 5510 madde 56

Alıntı:
Yazan Matrix
Arkadaşlar, (SGK'nın mağduriyeti karşısında), Yerel mahkemelerce Anayasa Mahkemesi'ne taşınan konu hakkında, Anayasa Mahkemesi, SGK'yı haklı bulacak şekilde karar ittihaz ettiğini okumuştum ama gelinen noktada son durum nedir?Bilgi sahibi olanlar paylaşırlar mı?

her ne kadar ( SGK'nın mağduriyeti karşısında) ifadenezi doğru bulmadı isem ede anayasa mahkemesi dahi görüşünüzü oy çokluğu ile paylaşmış

aşağıda paylaştığım karşı oy gerekçeleri vicdana ve hukuka daha uyar gözükmektedir. Bir mahkeme kararına muvazza demek öncelikle Anayasa Mahkemesi gibi bir kuruma yakışmamıştır. o vakit kuruma yetki verelim bu boşanma kararlarını da bi zahmet iptal etsin

KARŞIOY GEREKÇESİ


5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34. maddesinde, ölen sigortalının, yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarına ölüm aylığı bağlanması öngörülmüş, 17.4.2008 günlü 5754 sayılı Yasa ile değiştirilen 56. maddesinin iptali istenen son fıkrasında ise, eski düzenlemede bulunmayan bir kurala yer verilerek, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği; bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı hükme bağlanmıştır. Böylece, yasa koyucu eşlerin boşanması sonucu ortaya çıkan hukuki sonuçları göz ardı ederek bunların fiilen bir arada yaşamalarını evlilikle ayni hukuki statüde değerlendirmiş, başka bir anlatımla kadının ölüm aylığı alabilmek amacıyla kanuna karşı hile yoluna başvurduğunu var saymıştır. Oysa, birisiyle evlenmeden birlikte yaşayan veya boşandığı eşinden başkasıyla birlikte yaşayan ya da boşanıp, eski eşiyle birlikte yaşayanla yalnız yaşayan kadınlar, yasalar karşısında bekâr sayılmaları nedeniyle aynı hukuki statüde olmalarına karşın, bunlardan sadece boşandıktan sonra eski eşiyle birlikte yaşayan kadının farklı kurallara bağlı tutulması eşitlik ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Boşanmaya ilişkin kesinleşmiş bir yargı kararı ile ortaya çıkan hukuki statü göz ardı edilerek evli eşlere uygulanan kuralların birlikte yaşamaları halinde evlilik birliği sona ermiş olanlara da uygulanması farklı konumda bulunan kişilerin, aynı kurallara tâbi olmaları sonucunu doğurduğundan itiraz konusu düzenleme bu yönüyle de eşitlik ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Öte yandan, Anayasa’nın 20. maddesinde herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiştir. Bu özgürlüğün, Madde’de belirtilen sınırlama nedenleri arasında yer almadığı halde, itiraz konusu kuralın uygulanabilmesi için Kurum yetkililerince yapılacak araştırma ve tespitlerin özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine müdahale oluşturacağı açıktır.

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Sosyal hukuk devletinde, kamu yararı ile temel hak ve özgürlükler arasında denge kurulurken, insanın onuruna ve manevi varlığının korunmasına verilen değer, kamu yararı düşüncesinin önünde yer almadıkça çağdaş bir demokrasi anlayışına ulaşılamayacağında duraksamaya yer yoktur.

Anayasa’nın 60. maddesine göre, herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir; devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar. Bu kuralın uygulamaya geçirilmesinde devlet, sosyal güvenlik kuruluşlarının, kurulup işletilmesini düzenlerken kuşkusuz, aktuaryel dengeleri gözetmek ve bu kuruluşların sağladığı olanaklardan herkesin adil ve eşit biçimde yararlanmalarını sağlamakla yükümlüdür. Ancak, bunu yaparken öncelikle Anayasa’nın, 17. maddesi uyarınca herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile 20. maddesi doğrultusunda özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu gerçeğini dikkate almak zorundadır.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.



Üye
Fulya KANTARCIOĞLU


KARŞI OY GEREKÇESİ

1- 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin itiraz istemlerine konu son fıkrası, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği; bu kişilere ödenmiş olan tutarların, bu Kanun’un 96. maddesi hükümlerine göre geri alınacağını hükme bağlamaktadır.

5510 sayılı Kanundan önce yürürlükte olan 506, 1479, 2925 ve 5434 sayılı Kanunlarda bu yönde bir düzenleme bulunmadığı, iptali istenen hükmün ilk kez 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi ile yürürlüğe konulduğuna işaret etmek gerekir.

2- “Boşanma”, Medeni Kanunun düzenlediği, evliliğe son veren bir hukuki kurumdur. Kesinleşmiş bir boşanma kararı (ilâmı), kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını doğurur ve Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca da boşanmaya ilişkin bir mahkeme kararı karşısında yasama ve yürütme organları ile idare, bu karara uymak ve icaplarına uygun davranmak mecburiyetindedir. Hukukun öngördüğü yol ve esaslar dışında, kesinleşmiş bir mahkeme kararı konusunda “muvazaa” tabirinin kullanılması, başta Anayasa olmak üzere, hukukun genel ilkelerine de aykırı düşer. Esasen itiraza konu kuralda da bir “muvazaa”dan söz edilmemekte, buna mukabil “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” hali, evvelce bağlanmış olan gelir ve aylığın kesilmesi nedeni teşkil etmektedir.

Boşanılan eşle yeniden birlikte yaşama hali (durumu), Anayasa’nın 20. maddesinin koruması altındaki bir “özel hayat” tercihidir. Bu madde uyarınca da, herkesin bu özel hayat tercihine saygı göstermesi ve bu hayatın gizliliğine dokunamaması ve sorgulayamaması gerekli bulunmaktadır. Oysa 5510 sayılı Kanun’un 55. maddesi “yoklama” adı altında, Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerine özel hayatların sorgulanması ve irdelenmesi, bu konuda tutanak (rapor) düzenlenmesi görevini yükleyerek; itiraza konu 56. maddenin son fıkrasının tatbikatını sağlamaktadır. Kural, bu şekliyle Anayasa’nın 20. maddesine açıkça aykırı düşmektedir.

Diğer yandan, kural boşandığı eşiyle bir arada yaşayan kişiyi aylıktan yoksun bırakırken, eşinden boşanmış, ancak gayri ahlâki ilişkiler ve yaşam tarzını benimsemiş kişiler yönünden hiçbir yaptırım öngörmediğinden, bu kişiler aylıklarını almaya devam edeceklerdir. Diğer bir deyişle, yasakoyucu Anayasa’nın koruması altındaki özel hayat biçimlerinden bir bölümünü bir hak yoksunluğu nedeni sayarken, kalanını bu kapsamda değerlendirmemektedir. Bu düşünce ve yaklaşım biçiminin toplumsal, ahlâki ve etik yönlerden haklı yönleri olabileceği düşünülebilir ve savunulabilirse de, Anayasa’nın koruması altındaki tüm özel hayat biçimlerinin toplumsal ve insani yaptırımlar (kınama, ayıplama v.b) dışında hukuki yaptırımlarla ve hak yoksunluğu sonucunu doğuran kurallarla cezalandırılması, aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Hukuk Devleti” ilkesine de aykırıdır.

3- Kurumun aktüeryal dengesi, haksız maaş alma, diğer çalışanların haklarının ihlâl edilmesi vb. nedenlerin gerçekte var olması, Anayasa’ya aykırı kurallar koymak suretiyle bu “haksızlığın” giderilmesini haklı kılamaz. Anayasa’nın 60. maddesinin öngördüğü sosyal güvenlik hakkının yitirilmesi sonucunu doğuran bir olgunun aynı zamanda yine Anayasa’nın meşru gördüğü hukuki bir nedene dayanması gerekir. Dava konusu kural, bir sosyal güvenlik hakkının (aylık) haksız biçimde yitirilmesi sonucunu doğurduğundan, Anayasa’nın 60. maddesine aykırıdır.

4- Açıklanan nedenlerle, itiraz istemlerine konu kuralın Anayasa’nın 2., 20. ve 60. maddelerine aykırı düşmesi nedeniyle iptali gerektiğini değerlendirdiğimizden; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.


Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Engin YILDIRIM



kararın tam metni : http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id= 10000141&content=
Old 19-07-2013, 09:29   #53
kardelen58

 
Varsayılan

İyi çalışmalar dileyerek mesleğe yeni atılan bir meslektaşınız olarak açacağım bir dava ile ilgili olarak öneri ve görüşlerinizi istirham edeceğim.
Müvekkilim ssk emeklisi babasından dolayı bağlanan maaşı boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespiti gerekçesi ile kesiliyor ve SGK' dan toplamda 17.000 tl borç bildirim belgesi gönderiliyor.
Davamızda özel bir kaç husus var:
1-) Müvekkilim 3 yıllık bir ayrılıktan sonra eski eşi ile yeniden evleniyor. Bu durumun davaya etkisine olur.
2-) Boşanılan 3 yıllık sürede eş bir başka kadınla dininikah ile evlenip 1 çocuğu oluyor ve çocuk babanın nüfusuna kayıtlı
3-)Müvekkilim ssk dan herhangi bir yetkilinin evegelmediğini bir kontrol işlemiyle karşılaşmadığını söylüyor.Kurum yetkililerihakkınızda şikayet var demişler.
İş mahkemesinde dava açmayı düşünüyoruz. Davakonumuz ne olmalı?
Tekrar evlendikleri için haliyle aylığın tekrar bağlanmasını istememiz sözkonusu değil.
Kurumun yaptığı tesbitin ve tahakkuk ettirilen borcun iptalini birlikte isteyebilir miyiz?
Dava maktu harca mı tabidir?
Görüş ve önerilerinizi rica ediyorum.
Old 19-07-2013, 15:52   #54
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Borç bildirim belgesine itiraz için 7 gün süreniz var. Fakat hiçbir sonuç alamazsınız. Dava kurum işleminin iptali ve borçlu olmadığının tespiti davasıdır.
Maktu harca tabidir. Dava devam ederken yersiz ödeme borcu için icradan ödeme emri gelebilir. Ona da açtığınız davayı göstererek süresi içinde itiraz edersiniz. Müvekkilinizin bekar olduğu süredeki almadığı yetim aylıkları ile çıkarılan borcun iptalini talep edeceksiniz. Özellikle bu sürede başka bir erkekten çocuk olması muvazaalı boşanmadığı konusunda elinizi güçlendirir. Boşanma sonrasında ikametgahlarının farklı yerler olması önemlidir.
Old 19-07-2013, 17:12   #55
Av.Funda Vural

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım SGK ilamsız icra takibi yapıyor ;süresi içinde borca itiraz edip takibi dudurun,ayrıca SGK Dolandırıcılıktan suç duyurusunda bulunuyor,vatandaş genellikle beraat ediyor,müvekkilinizin beraat etmesi halinde karar da kesinleştiğinde SGK icra takibini devam ettirmiyor,muvazalı boşanma olmadığı maddi vakıalar ile olayınızda mevcut.Borçlu olmadığınızın tesbiti davasını ceza davası olur da müvekkiliniz beraat eder ve karar kesinleşir ise açmanız doğru olur kanaatindeyim.Genel mahkemelerde açılan bir dava olduğundan nisbi harca tabidir diye düşünüyorum,kolay gelsin,selamlarımla.
Old 19-07-2013, 23:15   #56
av.ebru

 
Varsayılan

son yargıtay kararlarından sonra beraat kesin olduğundan artık kurum şikayet yapmıyor,fakat beraatten sonra takip açmıyor takibe devam etmiyor görüşüne katılmıyorum.İkisi ayrı şeyler.açacağınız davayla ilgili meslektaşların görüşlerine ek olarak emekli maaşını almakta olduğu bankadan adres bilgileri istensin, eşinin ayrı oldukları dönemde banka hesabı varsa adres bilgileri istensin,oy kullanıldıysa
adres istensin (mahkeme tensip kararı ile re'sen de isteyebiliyor), muhtar tanık olarak dinlenilse de genelde tarafları hatırlamıyor,ben aile hekimini dinletmiştim.bir dosyamda mahkeme zabıtaya gizli tahkikat yaptırdı. kurum memuru ihbar üzerine gelip 2 komşuya sorup rapor düzenliyor,uygulamada olan bu.
Old 26-10-2013, 14:19   #57
yalcingulsum

 
Varsayılan

Boşanmadan sonra dünyaya bir çocuğun gelmiş olması fiili birlikteliğin tek başına ispatı olabilir mi? Adres kayıtlarının farklı olması durumu lehe çevirir mi?
Old 26-10-2013, 22:56   #58
haksun

 
Varsayılan

Yargıtay, babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" dava açılan binlerce kadının özel hayatını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile savundu.

ANKARA

Yargıtay, babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" dava açılan binlerce kadının özel hayatını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile savundu.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi, daha önce babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" hapis cezası verilen kadınların cezasını bozmuş ve "kişilerin birlikte yaşamaya özgür iradeleri ile karar verebileceklerine" vurgu yapmıştı.

Dairenin bu kararı üzerine yerel mahkemeler artık dolandırıcılıktan dava açılan kadınlar hakkında beraat kararı veriyor. Ancak Sosyal Güvenlik Kurumu, kadınlar hakkındaki beraat kararlarını temyiz etmeye devam ediyor.

Düzce'de vefat eden babasından yetim aylığı almak için eşinden muvazaalı boşanan ve aynı evde yaşadıkları tespit edilen çift hakkında dolandırıcılık suçundan dava açıldı. Çiftin, hileli boşanarak, aynı evde yaşamaya devam ettikleri, Sosyal Güvenlik Kurumundan maaş aldıkları ve haksız menfaat sağladıkları iddia edildi.

Dairenin daha önce verdiği kararlar nedeniyle Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların beraatına karar verdi. Bu kararın SGK tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 15. Ceza Dairesi geçen hafta bir karar daha verdi.

Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için, failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, yarar sağlaması gerektiği belirtilen kararda, hilenin nitelikli bir yalan olduğu vurgulandı.

Fail tarafından yapılan hileli davranışın belli oranda ağır, yoğun ve ustaca, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olması gerektiğine işaret edilen kararda, "Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır" ifadesi kullanıldı.

Milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğuna ve Anayasanın 90. maddesine göre de milletlerarası anlaşmaların kanunlardan üstün tutulacağına işaret edilen kararda, buna göre, iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan uluslararası sözleşmelerin, yasalar üstü konumda oldukları ve iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı bağladığı vurgulandı.

İç hukukun parçası AİHS'in, insan haklarının korunması ve haklara yönelik ihlallerinin engellenmesini amaçladığı belirtilen kararda, "İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın doğuştan var olan hak ve özgürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar" ifadesine yer verildi.

Kararda, davaya konu olayda, sanığın resmi nikahlı evliyken vefat eden babasından yetim maaşını alabilmek için muvazaalı olarak kocasından boşandığı ancak aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, SGK'dan maaş almak suretiyle haksız menfaat temin ederek kamu kurumunu dolandırdıklarının iddia edildiği kaydedildi.

Hukuken geçerli bir mahkeme kararıyla boşandıktan sonra, eşlerin bir arada yaşamasını engelleyen, birlikte yaşamanın suç olduğuna dair kanuni bir düzenleme bulunmadığı ifade edilen kararda, bu durum karşısında, eşlerin bir arada yaşamasının, boşanmanın maaş almak amacıyla yapıldığının ve hileli davranışın kanıtı olamayacağı vurgulandı.

Sanıkların eyleminin hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu gözetilerek, dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığına yönelik yerel mahkeme kararında, Anayasa, AİHS ve kanuni düzenlemeler dikkate alındığında bir isabetsizlik görülmediği bildirildi.
Old 26-10-2013, 22:57   #60
haksun

 
Varsayılan

14 bin kadına müjde!

Yetim aylığı için hileli boşanan 14 binden fazla kişinin aylığını keserek haklarında "dolandırıcılıktan" suç duyurusunda bulunan Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) Yargıtay'tan şok karar. Yargıtay 15. Ceza Dairesi, boşanarak yetim maaşı alanların eşiyle yaşamasını 'hileli boşanma' saymazken, maaşları kesilen 14 bin kadına paralarını alma yolu açıldı.

Yargıtay, boşandıktan sonra birlikte yaşamayı, aile yaşamına saygı hakkı kapsamında saydı. Takvim'in haberine göre, Yargıtay 15. Ceza Dairesi, eşinden boşandıktan sonra babasından ölüm aylığı bağlanan ve eşiyle yaşamaya devam eden ancak, hileli boşandığı ileri sürülerek haklarında dolandırıcılıktan dava açılan binlerce kadını savundu. Yargıtay kararında, "Aile yaşamına saygı hakkı, anne-baba arasındaki ilişki sona ermiş, artık birlikte yaşamıyor veya boşanmış olsalar bile çocukla eşler arasında birlikte yaşama ve kişisel ilişki kurma hakkını da içermektedir" denildi.

FAİZİYLE İADE OLUR

Boşandıktan sonra eşlerin bir arada yaşamasını engelleyen, birlikte yaşamanın suç olduğuna dair kanuni bir düzenlemenin bulunmadığı vurgulanan kararda, "Eşlerin bir arada yaşaması, boşanmanın maaş almak amacıyla yapıldığı bir hileli davranışın kanıtı olamaz" denildi. Bu da 2008 yılından bu yana hileli boşanma gerekçesiyle, SGK tarafından maaşı kesilen ve hakkında cezai işlem başlatılan 14 bin kadına müjde olarak yorumlandı. Avukat Kerim Altıntaş, "Hileli boşandığı ileri sürülerek maaşı kesilen ve haklarında cezai işlem başlatılan 14 bin kadın, dava açarak hem maaşlarına tekrar kavuşabilir, hem de ödedikleri cezaları faiziyle birlikte geri alabilirler" dedi. Altıntaş, ayrıca bu kadınların bugüne kadar alamadığı maaşları da SGK'dan talep edebileceğini kaydetti.

KADINLAR NASIL YETİM AYLIĞI ALIR?

SGK'dan yetim maaşı alabilmek için kız çocuklarının evlenmemiş olması gerekiyor. Kız çocukları evlenmemiş olmaları kaydıyla yaş sınırı olmaksızın yetim aylığından yararlanabiliyor. Ancak evlenmeleri halinde yetim aylıkları kesiliyor.

BİNLERCE KADIN BERAAT ETTİ

Yargıtay daha önce, hileli boşanma gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılan kadınların cezasını bozmuş ve 'Kişilerin birlikte yaşamaya özgür iradeleri ile karar verebileceklerine' vurgu yapmıştı. Bu karar üzerine yerel mahkemeler dolandırıcılıktan dava açılan kadınlar hakkında beraat kararı veriyor. Ancak SGK, temyize gitmeye devam ediyor. Son karar ile artık bu konuda içtihat oluşmuş oldu.

14 BİN KİŞİ BELİRLENMİŞTİ

SGK, boşanma nedeniyle gelir veya aylık bağlandıktan sonra boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen kişileri bir süredir takip ederken; SGK Başkanı Yadigâr Gökalp de geçtiğimiz günlerde "2008'den bu yana 14 binden fazla kişinin aylığını kestik" açıklaması yapmıştı. Devletin buradaki zararı ise 9 milyon 800 bin lira olarak belirlenmişti.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Hem Emekli aylığı hem de yetim aylığı almak mümkün müdür? av.gzm Meslektaşların Soruları 2 17-03-2016 18:03
SSK'dan dul aylığı alırken Bağ-Kur'dan da aynı anda yetim aylığı alınabilir mi? Av.Nur Hayat BURAN Meslektaşların Soruları 12 19-02-2015 10:05
Boşanma/ yetim aylığı/ mal rejimi tasfiyesi Konuk Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) 1 30-09-2009 20:05
yetim aylığı avukat44 Meslektaşların Soruları 1 25-05-2009 14:06
yetim aylığı advocat63 Meslektaşların Soruları 0 21-08-2008 17:17


THS Sunucusu bu sayfayı 0,12505102 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.