Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Anayasa Mahkemesi Soybağının Reddi Davasında 5 Yıllık Hak Düşürücü Süreyi İptal Etti‏

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-07-2009, 21:16   #1
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Anayasa Mahkemesi Soybağının Reddi Davasında 5 Yıllık Hak Düşürücü Süreyi İptal Etti‏

Anayasa Mahkemesi
25 Haziran 2009 Perşembe Günü Saat 9.30’da Yapılan Mahkeme Toplantısında Görüşülen Dosyalar ve Sonuçları

Sıra No :6
Mahkemesi:Çelikhan Asliye Hukuk Mahkemesi
Esas Sayısı:2006/30
Konusu :22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin iptaline karar verilmesi istemi.

- 4721 sayılı Yasa’nın 289. maddesinin;
1- Birinci fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl …” ibaresinin İPTALİNE,

http://www.anayasa.gov.tr/general/ha...asp?contID=696

Alıntı:
Mevcut TMK Düzenlemesi:
III. Hak düşürücü süreler

MADDE 289.- Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorundadır
Old 09-07-2009, 12:33   #2
av.kadirpolat

 
Varsayılan Süre ile sınırlamanın mantığı yok

Alıntı:
Yazan Av.Habibe YILMAZ KAYAR
Anayasa Mahkemesi
25 Haziran 2009 Perşembe Günü Saat 9.30’da Yapılan Mahkeme Toplantısında Görüşülen Dosyalar ve Sonuçları

Sıra No :6
Mahkemesi:Çelikhan Asliye Hukuk Mahkemesi
Esas Sayısı:2006/30
Konusu :22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin iptaline karar verilmesi istemi.

- 4721 sayılı Yasa’nın 289. maddesinin;
1- Birinci fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl …” ibaresinin İPTALİNE,

http://www.anayasa.gov.tr/general/ha...asp?contID=696


Söz konusu evlilik süreçlerinde, çocuğun, kocaya ait olup olmadığını kısa zamanda öğrenmek mümkün değil. uzun yıllar sonra hasbelkader öğreniliyor. Bu haliyle 30 yıl sonra çocuğun kendisine ait olmadığını öğrenen kocanın, hiçbir şey yapamaz olmasını düşünmek ve bunu süreyle kısıtlamak mümkün değil. Bu konuda Yargıtay'ın verdiği kararlarda da, durum itibariyle davaq açmayı kısıtlamaya alan 5 yıllık süreye ilişkin aykırı kararları da mevcut.
Old 07-10-2009, 22:05   #3
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

7 Ekim 2009 ÇARŞAMBA Resmî Gazete Sayı : 27369

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2008/30
Karar Sayısı : 2009/96
Karar Günü : 25.6.2009
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:
1- Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı: 2007/8)
2- Çelikhan Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı: 2008/30)
İTİRAZLARIN KONUSU: 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Bakılmakta olan soybağının reddi davalarında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali için başvurmuşlardır.
II- İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ
A- 2007/8 esas sayılı itirazın gerekçe bölümü şöyledir:
“Türk Medeni Kanunun 289. maddesinde “Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır. Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar” Hükmü bulunmaktadır. Söz konusu madde hükmünde iki tür süreden bahsedilmektedir ve madde başlığından anlaşılacağı üzere bu süreler hak düşürücü sürelerdir. Birinci süre, kocanın, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayan bir yıllık süre, ikinci süre ise her halükarda (hiçbir mazerete dayanılarak uzayamayacak olan) doğumdan itibaren işleyecek 5 yıllık süredir. Kanun koyucu birinci süreyi koyarken, çocuğun nesebinin uzun süreler tartışma konusu olmasını engellemek, babanın bir yıl geçmesine rağmen kendisinden olmadığını bildiği çocuğun nesebine ses çıkartmayıp beklemesini eş aleyhine değerlendirme altına almış, sonradan başka mülahazalarla çocuğun kendinden olmadığını iddia etmesini muteber görmemiştir. Ancak maddede öngörülen ikinci süre, yani 5 yıllık süre ile, eşin ister öğrensin ister öğrenmesin dava hakkını doğumdan itibaren başlayacak olan 5 yıllık süre ile sınırlamıştır. Bu durumda; kötü niyetli olan anne çocuğun doğumunu 5 yıldan fazla bir süre eşinden gizlemişse, eşin dava hakkı düştükten sonra nüfusa tescil ettirerek, eş ile çocuk arasında aslı olmayan bir soy bağını kurabilecektir. Eş 5 yıllık süre geçtiği içinde soy bağının reddi davası açamayacaktır. Zira TMK.nun 289/son maddesinde 1 yıllık sürenin dava açmamakta haklı bir nedene dayanması halinde, sebebin kalkmasından itibaren işleyecek tarzda uzaması mümkünken, 5 yıllık hak düşürücü sürenin uzaması mümkün değildir. Burada öngörülen 5 yıllık sürenin doğumdan itibaren işlemesi hak arama hürriyetini engellemektedir. Zira bu 5 yıllık süre doğumdan itibaren değil de, her halükarda nüfusa tescilden itibaren işlemeye başlasa idi, herhangi bir sakıncalı durumun meydana geleceğinden bahsedilemeyecekti.
743 Sayılı Eski Türk Kanunu Medenisi’nin 242. maddesinde “Koca, doğduğuna muttali olduğu günden itibaren bir ay içinde çocuğu reddedebilir. Red davası, çocuk ile anası aleyhine ikame olunur” hükmü bulunmakta, maddede geçen 1 aylık sürenin aynı Yasanın 246/1 maddesi gereğince uzayabileceği düzenlenmiştir. Yani 743 Sayılı Medeni Kanunda 1 aylık sürenin haricinde ayrıca dava hakkını tamamen düşüren herhangi bir süre öngörülmemiştir. Eşin, 1 aylık süreyi yanıltılmak suretiyle geçirmesi halinde 1 aylık süre şartı aranmaksızın, yanıltılmak suretiyle dava açma suresini geçirdiğini iddia ederek dava açabilecektir.
Anayasa’nın 41. maddesinde “Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü vardır. Anayasamızın 41. maddesi ile Türk toplumunda ailenin önemi belirlenmektedir. Aile insanın tabii olarak içinde yaşama, ihtiyacı duyduğu ilk topluluk türüdür. Bu ihtiyaç bugün de sürmektedir. Toplumsal olgu ve müesseselerin her biri gibi aile de zaman içinde değişip gelişmiştir. Günümüzün ailesi “küçük aile” denilen eşler ile evlenmemiş çocuklardan oluşan aile tipidir. Dolayısıyla eş ile kan bağı olmayan çocuğun aileden olduğunun, eşin iradesine rağmen varsayılması Anayasa’nın koruduğu bir sonuç değildir. Eşin TMK.nun 289. maddesinde öngörülen 5 yıllık süre geçtikten sonra bir çocuğunun olduğunu öğrenmesi toplumumuzda yaygın olarak görülmektedir. Zira devlet, her doğan çocuğu hemen nüfusa çeşitli nedenlerle geçirememekte, yıllarca nüfusa kaydolmaksızın yaşayan birçok insan, hukuki bir işlem yapacağı zaman veya okula yazılacağı zaman gerçek yaşına uygun olmayacak şekilde nüfusa tescil edilmektedir. Ayrı yaşayan eski erkek eşin, boşanmış olduğu eşin hamile olduğunu veya doğum yaptığını dahi öğrenemediği vakalar olmaktadır. Zira boşanan eşlerin, boşandıktan sonra birbirlerini takip etmeleri beklenemez, aksi halde bu durum özel hayata müdahale halini alacaktır. Boşandığı eşinin hamile kaldığını veya doğum yaptığını öğrenen eşin, TMK.nun 287. ve 288. maddelerinde öngörülen karinelerin sürelerinden hayli zaman sonra doğan çocuğun boşanılan eski eşin nüfusuna yazılacağını eşin tahmin etmesi ve bilmesi de mümkün değildir. Bu durumu ancak, kendi nüfusuna bu doğan çocuğun tescil ettirilmesinden sonra öğrenmesi mümkündür. Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir” hükmü ile kişilerin dava ve savunma hakları düzenlenmiştir. Gerçekten de Hukuk Devletinin genel ilkesi herkesin mahkemeler önünde meşru sınırlar içerisinde şikayet, iddia ve savunma hakkına sahip olmasını gerektirir. Ayrıca hukukun genel ilkelerinden olan hak arama hürriyeti gereğince kişinin bu hürriyetinin daha doğmadan yasa gereğince engellenmesi kabul görmesi mümkün değildir.
TMK.nun 289. maddesinde öngörülen doğumdan itibaren başlayacak olan 5 yıllık süre ile, eşin dava hakkı elinden alınmaktadır. Anayasa ile güvence altına alınan aile kavramı zedelenmekte, bu şekilde, eş tarafından istenmediği halde, bir çocuk ile eski koca arasında nesep bağı kurulmasına sebebiyet vermektedir, eşin dava hakkı daha doğmadan TMK.nun 289. maddesi gereğince kaybettirilmiş bulunmaktadır.
Mahkememizde görülmekte olan dosyada, davacı eski eşin iddiası, davalı eski eşinin evlilik esnasında da başka erkeklerle cinsel ilişkiye girdiği yönündedir. Mahkememizce davacının iddialarının ve davalının savunmalarının irdelenmesine girilememiştir, zira gerçekte Nurten Arslan’ın, İbrahim Arslan’ın kızı olmadığı tartışma götürmez şekilde kanıtlansa bile doğumdan itibaren işlemeye başlayan 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeni ile soybağının iptali yönünde bir karar verilemeyecektir.
NETİCE: Yukarda izah edilen ve mahkemenizce resen nazara alınacak nedenlerle; 4721 Sayılı TMK.nun 289. maddesinde öngörülen “her halde doğumdan başlayarak 5 yıl” tabirinin, Anayasa’nın 36. ve 41. maddelerine aykırı olduğundan iptaline karar verilmesi arz olunur.”
B- 2008/30 esas sayılı itirazın gerekçe bölümü şöyledir:
“T.C. Anayasanın 2. maddesinde - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır,
T.C. Anayasasının 5. maddesinde - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu vurgulanmış,
T.C. Anayasanın l0. maddesinde ise - Herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilerek, kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip oldukları Devletin, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu, Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı, Devletin organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları belirtilmiştir.
T.C. Anayasanın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasa’nın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiş,
T.C. Anayasanın 36. maddesinde - Herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip oldukları ve hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı hususu belirlenmiştir.
T.C. Anayasanın 40. maddesinde -Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 20 Mart 1950’de Roma’da imzalanarak Eylül 1952’de yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından 18 Mayıs 1954’de onaylanarak yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8. maddesinde ise; Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen yasal mevzuat ve T.C. Anayasasının 90/son maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan ve bu nedenle yasal mevzuatımız dahilinde bulunduğu kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ışığında dava dosyası değerlendirildiğinde;
Dava dosyası nitelik itibariyle soy bağının reddine ilişkindir. Soy bağının reddi, konu itibariyle, çocuk ile ana ve babası arasındaki hısımlık ilişkisinin ortadan kaldırılmak istenmesini irdelediği için aile ve dolayısıyla toplum üzerinde önemli etkilere sahiptir, zira, hem aile içinde yani ana, baba ve çocuklar açısından yarattığı sonuçlar hem de aile dışındaki kişiler, özellikle mirasçılar bakımından taşıdığı önem izahtan varestedir.
Çocuk ile ebeveyni arasındaki hısımlık ilişkisi, aile hukukunun en önemli ve en hassas konularından birini oluşturmakta olup, bu nedenle bu ilişkinin ortadan kaldırılmasının sebep ve sonuçlarıyla en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi erekmektedir.
Soy bağının reddi, yenilik doğurucu bir dava olan soy bağının reddi davası açılmak suretiyle adi bir karine niteliği taşıyan babalık karinesinin çürütülmesini ve bu sayede çocuk ile baba arasındaki soy bağının ortadan kaldırılmasını ifade eder. “Evlilik devam ederken veya evliliğinin sona ermesinden itibaren üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.” şeklindeki babalık karinesi ile buna dayanan soy bağının, Medeni Kanun’un 286 ve devamı maddelerine göre reddedilmesi mümkündür. Eski Medeni Kanun döneminde “nesebin reddi” olarak adlandırılan soy bağının reddine yer verilmesi, kocanın menfaatlerini koruma düşüncesinin sonucudur.
Kanunkoyucu, soy bağının reddine yer vermek suretiyle soy bağında istikrarı sağlamak ve çocuğun çıkarlarını güvence altına almak için benimsemiş olduğu bir karinenin soya sopa bağlılık uğruna yıkılmasını göze almaktadır. Yani “genetik (biyolojik) kökene bağlılık ilkesi”, çocuğu ve istikrarı koruma kaygılarından daha ağır basmıştır
Hak Düşürücü Süreler Türk Medeni Kanunu 289 maddesinde düzenlenmiş olup, koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır. Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak baba veya çocuk dava açmaları gerektiğini bilmiyorlarsa veya geç öğrenmişlerse, bu durum kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği kuralına aykırıdır. Devlet hak ve adalete uygun hareket etmek zorunda olduğundan, bu durum adalet ve hukuk devleti ilkesinin yer aldığı Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 5. maddesinde devletin temel amaç ve görevlerinden birisinin kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik engelleri kaldırmaya çalışmak olduğu belirtilmektedir.
Davacının davaname yolu ile C. savcısı olduğu düşünüldüğünde, aradan ne kadar süre geçerse geçsin, hak düşürücü süreler göz önüne alınmayacak ve davanın görülmesine mani bir durum olmayacaktır ki, bu husus kanun koyucunun soybağına ilişkin verdiği önemi ortaya koymaktadır. C. Savcısınca davanın açılması halinde dava açma hakkına bir kısıtlama getirilmezken, hak sahibi baba ve çocuk tarafından davanın hak düşürücü sürelere bağlanması, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik kuralına aykırıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasa’nın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8. maddesinde ise; Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy bağı kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni Kanunu 289. maddesi Anayasa’nın 13. maddesine aykırı düşmektedir.
Soybağının reddine ilişkin davanın süre ile sınırlandırılması Anayasa’nın 36. maddesinde garanti altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına aykırıdır. Anayasa’nın 40. maddesi Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkese yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanını vermektedir. Bu madde ile tanınan anayasal koruma, hak düşürücü sürenin Başlangıcı için Kocanın, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarih ve her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak şeklindeki düzenleme ile engellenmiş olmaktadır.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ışığında mahkememizde görülmekte olan 2007/18 esas sayılı; Soy bağının reddine ve yeniden nüfusa tescile ilişkin davada, neseplerinin reddi talep edilen çocukların doğum tarihleri gözetildiğinde 1996 doğumlu Fatma, 1998 doğumlu Mehmet’in, (yasa koyucunun TMK 289. maddede doğrudan “doğum tarihine” yaptığı atıf dikkate alındığında) “doğum” tarihlerinin üzerinden 5 yıldan fazla bir zaman geçtiği anlaşılmakla, gerçekleşen somut olayda uygulanma ihtimali bulunan TMK 289. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varılmakla aşağıdaki şekilde hükmün tesisi yoluna gidilmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi Yukarıda izah edildiği üzere;
Mahkememize ait 2005/7 esas sayılı, “soy bağının reddine” ve yeniden nüfusa tesciline ilişkin davada uygulama ihtimali bulunan Türk Medeni Kanunun 289. maddesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2, 5, 10, 13, 36 ve 40. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmakla, anılan Yasanın 289. maddesinin Anayasaya aykırılık yönünden incelenmek üzere dosyanın suretinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, T.C. Anayasa’nın 152/1. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar ve 5 ayı geçmeyecek süre ile sınırlı olmak üzere davanın geri bırakılmasına, karar verildi.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun itiraz konusu 289. maddesi şöyledir:
“III. Hak düşürücü süreler
MADDE 289.- Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorundadır.
Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.
Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar.”
B- İlgili Yasa Kuralları
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 282., 285., 286., 287. ve 288. maddeleri şöyledir:
“A. Genel olarak soybağının kurulması
MADDE 282.- Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.
Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur.”
“A. Babalık karinesi
MADDE 285.- Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.
Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür.
Kocanın gaipliğine karar verilmesi hâlinde üçyüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.”
“B. Soybağının reddi
I. Dava hakkı
MADDE 286.- Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.
Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve kocaya karşı açılır.”
“II. İspat
1. Evlilik içinde ana rahmine düşme
MADDE 287.- Çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır.
Evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.”
“2. Evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşme
MADDE 288.- Çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse, davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmez.
Ancak, gebe kalma döneminde kocanın karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa, kocanın babalığına ilişkin karine geçerliliğini korur.”

C- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine dayanılmış, 17. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
A- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 2007/8 esas sayılı dosyanın 31.1.2007 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
B- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 2008/30 esas sayılı dosyanın 8.4.2008 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur.
Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
İtiraz konusu 4721 sayılı TMK.’nın 289. maddesinin birinci fıkrasında kocanın, ikinci fıkrasında ergin olan çocuğun soybağının reddi davasını hangi süreler içinde açabileceği düzenlenmiş, üçüncü fıkrada ise, gecikmenin haklı bir nedene dayanması halinde bir yıllık sürenin haklı nedenin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Bakılmakta olan davanın koca tarafından açılan soybağının reddi davası olması karşısında, TMK.’nın 289. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları davada uygulanacak kurallardır. Ancak, ergin olan çocuk tarafından açılan bir dava bulunmadığından maddenin ikinci fıkrası davada uygulanacak kural değildir.
Bu nedenle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin ikinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkraya ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddine, dosyada eksiklik bulunmadığından, 4721 sayılı TMK.’nın 289. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının esasının incelenmesine, oybirliği ile karar verilmiştir.
V- BİRLEŞTİRME KARARI
22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl…” ibaresinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin 2007/8 esas sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2008/30 esas sayılı dava ile birleştirilmesine, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2008/30 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
VI- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- İtiraz Konusu Kuralın Anlam ve Kapsamı
Soybağı terimi, 743 sayılı önceki Medenî Kanundaki nesep sözcüğünün yerine 4721 sayılı yeni Medenî Kanun tarafından hukuk diline kazandırılan bir terim olup biri geniş diğeri dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır.
Geniş anlamda soybağı, bir kimse ile onun ecdadı, üstsoyu arasındaki biyolojik ve doğal bağlantıyı ifade eder. Dar anlamda soybağı ise, sadece çocuklar ile ana ve babaları arasındaki bağlantıyı, başka bir deyişle çocuğun ana ve babasına nisbetini ifade eder ki, Medenî Kanunun aile hukuku kitabında düzenlenmiş olan soybağı da bu dar anlamdaki soybağıdır.
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun soybağının hükümlerini düzenleyen 282. maddesinin ikinci fıkrasında çocuk ile baba arasındaki soybağının, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulacağı, 285. maddenin birinci fıkrasında evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babasının koca olduğu, 286. maddesinde de kocanın soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebileceği hüküm altına alınmıştır. TMK’nın 287. maddesine göre, çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacının, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorunda olduğu, evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuğun evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılacağı, 288. maddeye göre de çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse, davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmediği, ancak, gebe kalma döneminde kocanın karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa, kocanın babalığına ilişkin karinenin geçerliliğini koruyacağı öngörülmüştür.
TMK.’nın 286. ve 291. maddelerinde, soybağının reddi davasının koca, çocuk, kocanın alt soyu, anası, babası veya baba olduğunu iddia eden kişi tarafından açılabileceği belirtilmektedir.
İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında; kocanın soybağının reddi davasını, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorunda olduğu, üçüncü fıkrasında ise gecikmenin haklı bir sebebe dayanması halinde bir yıllık sürenin bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren işlemeye başlayacağı öngörülmektedir.
Soybağının reddi davası için öngörülmüş olan süreler, yenilik doğurucu hak olduklarından nitelikleri gereği hak düşürücü sürelerdir.
B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1- 4721 sayılı Yasa’nın 289. Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, ... içinde açmak zorundadır.” İbaresi İle Aynı Maddenin Üçüncü Fıkrasının İncelenmesi
Başvuru kararında, itiraz konusu kurallar ile soybağının reddine ilişkin davanın süre ile sınırlandırılarak kocanın dava açma hakkının engellenmesinin hukuk devleti ilkesine ve hak arama özgürlüğüne aykırı olduğu, Cumhuriyet savcısına herhangi bir süre sınırlaması olmadan soybağının reddi davası açma hakkı tanınırken, koca tarafından açılacak olan davanın hak düşürücü sürelere bağlanmasının eşitsizlik oluşturduğu belirtilerek, itiraz konusu kuralların Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu birinci fıkradaki ibare ile kocaya, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl içinde soybağının reddi davasını açma hakkı tanınmaktadır. Üçüncü fıkrada ise dava açmakta gecikmenin haklı bir nedene dayanması halinde bir yıllık sürenin bu nedenin ortadan kalkmasından sonra başlayacağı öngörülmektedir.
Anayasanın hak arama özgürlüğüne ilişkin 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu belirtilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımanın ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
Anayasa’nın 40. maddesinde; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...” . “Ailenin Korunması” başlıklı 41. maddesinde de, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar” denilmektedir.
Soybağının reddi davası, çocuğun babası ile arasındaki soybağını ortadan kaldırmaya yönelik olduğundan, yaratacağı sonuçlar göz önüne alındığında, aile ve toplum hayatı üzerinde önemli etkilere yol açacağı açıktır. Soybağının reddi davasında öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre, çocuğun nesep durumunun uzun süre askıda kalmaması, ailenin temelini teşkil eden soybağının süresiz olarak dava tehdidi altında tutulmaması, böylece soybağında istikrar ve kamu düzeninin sağlanarak ailenin korunması amacını gerçekleştirmeye yöneliktir. İtiraz konusu kurallarla dava açma sürelerinin bir yılla sınırlandırılması Anayasa’nın 41. maddesindeki ailenin ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alma yönünde Devlet’e verilen görevin yerine getirilmesi gereğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, dava açma hakkının süre ile sınırlandırılması adil yargılanma açısından ön koşul olan dava açma hakkını ortadan kaldırmamaktadır.
Öte yandan, itiraz konusu kurallar ile kişinin genetik-biyolojik kökeni kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkı engellenmediği gibi, bu hakkın kim tarafından, nasıl ve hangi süre içinde kullanılacağına ilişkin düzenlemeler Anayasa’nın 40. maddesi ile uyum içindedir.
Açıklanan nedenlerle, kurallar Anayasa’nın 36., 40. ve 41. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
İtiraz konusu kuralların Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 13. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
2- Yasa’nın 289. Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “...her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl...” İbaresinin İncelenmesi
Başvuru kararlarında; itiraz konusu ibare ile soybağının reddine ilişkin davanın doğumdan itibaren beş yıllık süre ile sınırlandırılarak kocanın dava hakkı doğmadan ortadan kaldırılmasının hak arama hürriyetini engellediği, bu şekilde eş tarafından istenmediği halde çocuk ile koca arasında soybağı kurulmasına sebebiyet verilerek Anayasa ile güvence altına alınan aile kavramının zedelendiği belirtilerek, itiraz konusu ibarenin Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmaya mecbur değildir, taleple bağlı kalmak kaydıyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle itiraz konusu ibare Anayasa’nın 17. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasa’nın 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevleri belirlenirken, Devlete, kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insana maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak görevi verilmiştir.
Madde gerekçesinde; “...Devlet aynı zamanda milletin huzurunu sağlamak ve fertlerini mutlu kılmak görevi ile de yükümlüdür. Devlet, ferdin hayat mücadelesini kolaylaştıracak, ferdin, insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Ferdin hayatında, onun temel hak ve özgürlüklerden olduğu gibi yararlanmasını engelleyen sebepleri ortadan kaldırmak, sosyal devletin görevidir.” açıklamasına yer verilmiştir.
Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” başlıklı 17. maddesinde, “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” denilmektedir. Buna göre kişinin yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara karşı her türlü engelin ortadan kaldırılması da devlete görev olarak verilmiştir. Güçlüler karşısında güçsüzleri koruyacak olan devlet gerçek eşitliği sağlayacak, toplumsal dengeyi koruyacak ve böylece sosyal niteliğine ulaşacaktır. Bu itibarla kişilerin yaşayışlarına ilişkin yasal düzenlemeler “yaşama hakkı ile maddî ve manevî varlığını koruma hakları”nı önemli ölçüde zedeleyecek veya ortadan kaldıracak kuralları içermemelidir.
Kişinin genetik-biyolojik kökeni kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkı en temel haklarından biridir. İtiraz konusu ibare ile bu hak doğumdan itibaren beş yıllık süre ile sınırlandırılmakta ve bu sürenin haklı neden olmadan geçmesi halinde dava açma hakkı henüz doğmadan kocanın elinden alınmak suretiyle kendisine ait olmayan çocuğu sahiplenmek zorunda bırakılmaktadır. Hukuk devleti ilkesi, kocanın temel hak ve hürriyetlerinden olan genetik-biyolojik kökeni kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkının önündeki bu hak ile bağdaşmayan engelleri kaldırmayı da içerir.
İtiraz konusu ibare, kişinin maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkının özünü zedeler nitelik taşıdığı gibi, kocanın temel hak ve özgürlüklerini hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu ibare Anayasa’nın 2., 5. ve 17. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Anayasa’nın 2., 5. ve 17. maddelerine aykırı görülerek iptal edilen itiraz konusu ibarenin, ayrıca 10., 13., 36., 40. ve 41. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.
A. Necmi ÖZLER bu görüşe katılmamıştır.
VII- SONUÇ
22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin;
1- Birinci fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, A. Necmi ÖZLER’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Birinci fıkrasının kalan kısmı ile üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
25.6.2009 gününde karar verildi.

Başkan
Haşim KILIÇ Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye
Sacit ADALI

Üye
Fulya KANTARCIOĞLU Üye
Ahmet AKYALÇIN Üye
Mehmet ERTEN

Üye
A. Necmi ÖZLER Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR Üye
Şevket APALAK


Üye
Serruh KALELİ Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ

KARŞIOY YAZISI
Türk Medeni Kanunu’nun 289. maddesinin üçüncü fıkrasındaki soy bağının reddi davasında haklı bir sebebe dayanılmak suretiyle dava açılabilmesi olanağının, maddenin gerek birinci gerek ikinci fıkrasında belirtilen hak düşürücü süreleri kapsadığı maddenin düzenleniş biçiminden anlaşılmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.12.2004 tarih ve E:2-554, K:742 sayılı kararı ile ilgili Daire kararlarında da, itiraz konusu maddenin birinci fıkrasındaki bir ve beş yıllık sürelerin haklı bir nedenle kaçırılmış olması durumunda üçüncü fıkra uyarınca soy bağının reddi davası açılabileceği kabul edilmektedir.
Haklı sebebin neler olabileceği ise maddede belirtilmemiş bu konu hakimin takdirine bırakılmıştır.
Madde bu çerçevede değerlendirildiğinde; iptaline karar verilen ibarenin, kişinin kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkını engellemediği, haklı bir nedenin bulunduğu haller hariç olmak üzere dava açma süresini belirlediği açıktır. Soy bağının süresiz olarak dava tehdidi altında tutulması, Anayasa’nın, ailenin ve çocuğun korunmasını öngören 41. maddesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle, yasakoyucunun soy bağı konusundaki dava açma süresini beş yıl ile sınırlandırmasında Anayasa’ya aykırılık bulunmadığı sonucuna vardığım için aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmadım.
Üye
. Necmi ÖZLER
Old 07-02-2011, 00:15   #4
av.ilyasmeral

 
Varsayılan

gazete de okumuştum hatırlıyordum soybağına ilişkin olarak bir iptal kararı verildiğini ancak iptal kararını okumamıştım. dönüp forumu aramasam nerdeyse bi davayı açmaktan vazgeçecektik çünkü tbmm'nin sitesinde hala iptal edilmemiş olan hükmün yazılı durmaktadır.

aynı şekilde 300. madde de 5 yıllık bir süreden bahsedilmektedir. zannedersem iptal davasına konu olması durumunda iptal edilecektir. zira mahkemenin iptal gerekçesini okuyunca 300. maddede 5 yıllık sürenin durmaması gerekir.
Old 19-01-2012, 13:41   #5
avturgayk

 
Varsayılan

Uzun zaman önce tartışılan bu konu hakkında bir soru sormak istiyorum. Anayasa Mahkemesi "...beş yıllık süreyi.." iptal etti ancak maddenin başında yer alan öğrenmeden itibaren 1 yıllık süre halen yürürlükte mi? Bu konuda görüş verirseniz sevinirim. saygılarımla avturgay
Old 27-03-2013, 11:44   #6
UNLUTURK

 
Varsayılan

Evet durmaktadır. maddenin 27.03.2013 tarihi itibariyle son hali şöyle.

Madde 289 - Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, (...)(*) içinde açmak zorundadır.

Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.

Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar.

((*) Burada yer alan "her halde doğumdan başlayarak beş yıl" ibaresi, 07/10/2009 tarih ve 27369 sayılı R.G.de yayımlanan, 25/06/2009 karar günlü, E: 2008/30, K. 2009/96 sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiştir.)

Kolay gelsin.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Ankara 3. İdare Mahkemesi, Ankara'nın Amblemindeki Değişikliği İptal Etti Doç. Dr. Özge Yücel Hukuk Haberleri 13 25-04-2009 15:23
ACİL..Nesebin reddi davasında hak düşürücü süre sumeyra Meslektaşların Soruları 2 05-03-2009 19:59
Soybağının Reddi Davasında Küçük Çocuğa Kayyum Ataması Nasıl Olacaktır? Av. Selcan Meslektaşların Soruları 2 13-11-2008 17:13
Anayasa Mahkemesi Ek Taşıt Vergisini İptal Etti Ve Yürürlüğü Durdurdu Av.Habibe YILMAZ KAYAR Hukuk Sohbetleri 9 08-10-2003 19:06


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06562591 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.