03-01-2008, 17:57 | #1 |
|
Islah yoluyla zamanaşımı def'inin ileri sürülmesi ve içtihatların birleştirilmesi iht
Doktrinin büyük çoğunluğu ıslah yoluyla zamanaşımı def'inin ileri sürülmesini kabul etmektedir. ( Örneğin Medeni Usul Hukuku – Prof.Dr.Baki Kuru – Prof.Dr.Ramazan Arslan – Prof.Dr.Ejder Yılmaz -Yetkin yayınları, Ankara, 2005, sayfa 660, Medeni Usul Hukuku – Prof Dr.Hakan Pekcanıtez – Prof.Dr.Oğuz Atalay – Doç Dr.Muhammet Özekes Yetkin Yayınları, Ankara, 2006 sayfa 353 ) Ancak uygulamada Yargıtay dairelerinin ve hatta aynı dairenin farklı uygulamaları olduğu görülmektedir. İçtihatların birleştirilmesine ihtiyaç olan bu konuda öncelikle Yargıtay dairelerinin görüşlerini inceleyelim:
Yargıtay 3.Hukuk Dairesi'ne göre ıslah suretiyle zamanaşımı def'inde bulunulabilir. Ancak kabul edilebilmesi için, ıslahın davalı savunmasının niteliğinde değişiklik meydana getirmesi gereklidir. Örneğin cevap dilekçesinde sözleşmenin varlığını kabul eden davalı tarafın, cevap dilekçesini ıslah etmek suretiyle savunmasını bu kez haksız eyleme dayandırması ve bu arada zamanaşımı def'ini de ileri sürmesi halinde kabul edilmesi mümkündür. ( Y.3.HD 1987/2621 e. 1987 / 11529 k. sayılı ve 30.11.1987 tarihli kararı ) Görüldüğü gibi bu görüş ile ıslah yoluyla zamanaşımı def'i ilke olarak kabul edilirken, uygulama açısından çok dar bir alana sıkıştırılmaktadır. Yargıtay 2.Hukuk Dairesi'nin kararlarında ise muhalefet şerhi bulunmasına rağmen, kararlara hakim olan görüşe göre yargılama bitene kadar, ıslah yoluyla zamanaşımı savunması mümkündür. Hatta muhalefet şerhlerinden anlaşılacağı gibi, dairenin karşısına gelen ve içtihatlara konu her iki olayda, davalı süresi geçtikten sonra verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunmuş, davacı süresi geçtikten sonra yapılan bu zamanaşımı def'ine karşı çıkmış, davalı bunun üzerine ıslah dilekçesi vererek zamanaşımı savını yinelemiştir. Dairenin çoğunluğu, süresinde yapılmayan zamanaşımı itirazının ıslahla yenilenebileceğini ve davacının bu işleme karşı çıkamayacağını savunarak, mahkemenin davayı zamanaşımı nedeni ile reddetmesini onaylamıştır. ( Y. 2.HD. 1995/13659 e. 1996/537 k. 19.01.1996 tarihli, Y. 2.HD 2004/1098 e. 2004/2590 k. 02.03.2004 tarihli kararları. ) Daire kararlarına muhalif görüşler ise şu şekilde özetlenebilir: “1.) İlk itirazlar, cevap için öngörülen on günlük süre (m. 195) içinde veya hakim bir süre belirlemiş ise belirlenen süre içinde bildirilmelidir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 198.maddesinin ön gördüğü ayrıcalıklardan yararlanma halinde, öngörülen süre içinde itirazın yapılmış olması gerekir. Davalı cevap vermek zorunda değildir. Davayı cevapsız bırakabilir. Bu halde uygulamada davanın tümüyle red edildiği kabul edilmektedir. (m. 201) Ancak cevap verilmiş ise cevabın yasal süre içinde yapılmış olması ve davalının dayandığı tüm olayları ve yasal dayanaklarını, iddia ve savunmalarını kapsaması gerekir. (m. 201 - 202) Yasanın belirlediği süreler kesindir. Bu süreler içinde yapılması gereken işlem yapılmamış ise bu hak sakıt olur. Hakim belirlediği sürenin kesin olduğunu kararlaştırabilir. Aksi halde süreyi geçiren taraf yenisini isteyebilir. (m. 163) Yasanın belirttiği süreler ve hakimin kesin olduğuna karar verdiği süreler, hak düşürücü niteliktedir. Bu husus yasada “bu hak sakıt olur” ve “ ikinci süreyi kaçıran tarafa yeniden süre verilmez” şeklinde açıklanmıştır. Hak düşürücü süreleri, hakim tarafların ileri sürmesini beklemeksizin doğrudan dikkate alır. Zira yasa koyucunun hak düşürücü süreyi koymasında kamu yararı egemendir. Hukuki işlemin ıslahla düzeltilmesi, geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirir. O halde dava dilekçesi olmaksızın davacının, cevap dilekçesi olmaksızın davalının, ıslah işlemine başvurması mümkün değildir. Dava belirlenen zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılmış ise davalının yukarıda belirtilen ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 163.maddesi uyarınca, hak düşürücü olan on günlük cevap süresi içinde zamanaşımı itirazı ile karşı çıkmış ise hakim, esasa girmeden davayı red etmekle yükümlüdür. Hakim süresi içinde zamanaşımı itirazı yapılmamış ise davanın esasına girecektir. Süresinden sonra yapılmış olan zamanaşımı itirazı hiç yapılmamış gibidir. (2.HD. 31/03/1995 gün 2932/3861 ve 12/06/1995 gün 6121/6916 s. kararları) Belirtilen bu kabul şekli, yargının kararlılık kazanmış görüşüdür. (15.HD. 19/12/1975 gün 4013 - 5019 s. karar) Bu düşünceler çerçevesinde, süresi geçtikten sonra yapılmış ve karşı çıkılmış bir savunma hiç yapılmamış gibidir. Aynı hukuki sonucu doğurur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 83.maddesi, taraflardan birinin usule ilişkin işleminin ıslah yolu ile düzeltmesini mümkün kılmıştır. Davalı, davaya cevap vermemiş veya verdiği cevap verilmemiş hükmünde kabul görmüş ise ortada yapılmış bir işlem olmadığından, o işlemin düzeltilmesi de söz konusu edilemez. Zamanaşımı itirazı, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 187.maddesinde sayılan ilk itirazlardan olmamakla beraber öğreti ve uygulamada, zamanaşımı itirazının da on günlük cevap süresi içinde yapılması gerektiğinde görüş birliği vardır. O halde cevap süresi içinde yapılmamış olan zamanaşımı itirazının dikkate alınması, davacının karşı çıkmaması ile olasıdır. (m.202/2) Diğer taraf onay vermemiş ise zamanaşımı itirazı yapılmamış gibidir. Dikkate alınmaz. Somut olayda birinci cevap dilekçesi ve bu dilekçe ile yapılan zamanaşımı itirazı, on günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra yapılmış ve davacı bu itiraza süresinde karşı çıkmıştır. O halde yukarıdaki açıklamalar gereği zamanaşımı itirazı yapılmamış gibidir. Yapılmamış hukuki bir işlemin ıslahla düzeltilmesinin düşünülmesi temel hukuk kurallarıyla bağdaşmaz. ( Üstündağ, Süresinde cevap vermemenin müeyyidesi vardır, İstanbul barosu dergisi 1962, sayı 4, sh.34) 2-) Süresinde yapılmayan zamanaşımına karşı çıkılmakla, karşı koyan taraf için yasadan kaynaklanan kazanılmış hak doğmuş olur. Kazanılmış bir hak ıslahla ortadan kaldırılamaz. Zira bir tarafa hak tanınırken, diğer tarafın hakkı ortadan kaldırılmakla, Anayasal eşitlik hakkı zedelenmektedir. (Anayasa Md.10) 3-) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 202 / son fıkrası cevap dilekçesini süresi içinde verenlere tanınmış bir olanaktır. Süreyi geçirmiş olanlar bu haktan yararlanamaz.(Üstündağ a.g.e. sh.35) 4-) Yargının kararlılık kazanan uygulamalarında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 202 / son fıkrasının zamanaşımı itirazlarında, uygulanma olanağı bulunmadığı yönündedir. 5-) Yasal sürelerin ıslahla etkisiz hale getirilmesi mümkün değildir.” Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, süresinde verilmeyen cevap dilekçesini süresinde verilmiş hale getirmek için ıslahın mümkün olmadığını, sonuç doğurmayacağını belirtirken diğer yandan “bir davada cevap dilekçesi verilmesinin de bir usuli işlem olduğunu, davalının cevap dilekçesinde ileri sürmediği bir savunmayı özellikle zamanaşımı defini, cevap dilekçesini ıslah ederek ileri sürebileceğini, ancak davalının bu nitelikte bir ıslah işlemini yapabilmesi için herşeyden önce süresinde verilmiş bir cevap dilekçesinin varlığının gerektiğini içtihat etmektedir. ( Y.13.HD 2000/9903 e. 2000/10802 k. sayılı ve 01.12.2000 tarihli kararı ) Yargıtay 4.Hukuk Dairesi ise davalının süresi içinde vermiş olduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı defiinde bulunmadığı, ancak daha sonra ıslah dilekçesi ile ileri sürdüğü zamanaşımı defi dolayısıyla; aşağıdaki gerekçelerle ıslahın mümkün olmadığını belirtmektedir. “HUMK.nun 83 ve devamı hükümlerine göre, davalının da usule ilişkin olarak yapmış olduğu muameleyi tamamen ıslah edebilme hakkı vardır. Ancak, genel usul kurallarına göre ıslah yoluyla da olsa kazanılmış haklar ortadan kaldırılamaz. Esasen davalının yapmış olduğu işlem HUMK.nun 83. maddesine uygun bir ıslah da değildir. Çünkü ıslahla ancak usule ilişkin bir işlemin düzeltilmesi amaçlanabilir. Somut olayda, davalının bu istemi usule ilişkin olmayıp, buradaki amacı savunmanın niteliğinde herhangi bir değişiklik yapmaksızın, sadece cevap dilekçesinde ileri sürülmesi unutulmuş bulunan zamanaşımı defini eklemek suretiyle savunmayı genişletip, davanın bu nedenle reddini sağlamak ve böylece davacı yararına oluşmuş bulunan kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaktır. Buna usulen olanak yoktur. Bu doğrudan doğruya savunmanın genişletilmesi olup, kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaya yönelik bir davranıştır. Somut olayda, davacı genişletilen savunmaya karşı çıktığına ve HUMK.nun 202. maddesi hükmünce, davalı cevap dilekçesini hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun izni olmaksızın savunma nedenlerini genişletemeyeceğine göre, davalının zamanaşımı definin reddine karar verilerek işin esasının incelenmesi gerekirken davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmakla, kararın bozulması gerekmiştir.” ( Y.4.H.D 2002 / 5913 e. 2002 / 10502 k. 30.09.2002 tarihli kararı ) Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 1992/6461 e. 1992/11475 k. sayılı ve 18.12.1992 tarihli kararı ile itirazın iptali davasında, ıslah dilekçesiyle zamanaşımı defi'nde bulunulmasını dairenin uygulaması itibarıyla mümkün görmüştür. Aynı daire bir başka kararında; cevap dilekçesinde zamanaşımı def'i bulunmayan davalı tarafın, sonraki bir aşamada ileri sürdüğü zamanaşımı def'inin, davacı tarafından savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşmasından sonra, bu kez cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürmesini uygun bulmamıştır. ( Y.11.HD. 2003/11314 e. 2004/6003 k. sayılı ve 28.05.2004 tarihli kararı ) Kararın gerekçesi şöyledir: ” davalı taraf, ( bildiği halde ) cevap dilekçesinde zamanaşımı def'inde bulunmadıktan ve mahkemece işin esasına girilip, taraf delilleri toplanıldıktan sonra ve davalının riskli bir usulü yol olan savunmanın genişletilmesi yolu ile ileri sürmeye çalıştığı zamanaşımı def'ini, davacı tarafın karşı çıkması ile ileri sürememesi sonucu, bu usulü sorun kendi mecrasında davacı taraf yararına bu şekilde çözülmüş bulunmaktadır. Bu aşamadan sonra, davalı tarafın yasanın öngördüğü koşulları dahi yerine getirmeden, bu defa ıslah yolu ile sürdüğü zamanaşımı def'in kabulü yoluna gidilmesi isabetsizdir. HUMK'nın 202/3. maddesinin ancak aynı maddenin 2. fıkrasındaki yola başvurmayan davalı tarafa tanınan bir usul müessesesi olduğunun kabulü yargılamanın kısa sürede ve adil bir çözüme kavuşturulması ilkesinin bir sonucu olmalıdır. Kaldı ki, somut olayda yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere, davanın esasına girildikten ve taraf delilleri toplanıldıktan sonra, zamanında kullanılması gereken bir hakkın bu aşamadan sonra kullanılmış olması, somut olay adaleti yönünden MK'nın 2. maddesinde öngörülen dürüst davranma ilkesine de aykırı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim, Yargıtay 3 ve 4. Hukuk Daireleri'nin uygulamalarının bu yönde olduğu dosyaya mübrez içtihat örneklerinden anlaşılmaktadır. Dairemizin örnek olarak gösterilen kararı da somut olayın özelliği bakımından bu davada emsal olarak dikkate alınamayacağı anlaşılmaktadır.” Adı geçen daire, kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan alacağın rücuan tahsili istemine ilişkin bir başka davada ise bu kez yerel mahkemece, ıslah yoluyla zamanaşımı savunması yapılamayacağı gerekçesine dayalı davanın reddi kararını, bu kez davalı yararına aşağıdaki gerekçelerle bozmuştur. “Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesine denir. Mümeyyiz davalı vekili zamanaşımı def'ine ilişkin savunmasını daha önceki beyanlarında ileri sürmemiş, ilk kez ıslah sırasında bu hususu öne sürmüştür. Buna göre, esasa cevap süresi içinde ileri sürülmediğinden, davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazıyla karşılaşması mümkün olan zamanaşımı def'inin böyle bir itiraza uğramadan doğrudan ıslah yolu ile yapılmasında usule aykırı bir yön bulunmadığı gibi, somut olayda ıslah yolu ile ileri sürülen zamanaşımı def'ine karşı davacı vekili verdiği cevapta, davanın zamanaşımına uğramadığı yönünde açıklamalarda bulunarak, zamanaşımının esasına ilişkin cevap vermek suretiyle davalı tarafın savunmasını değiştirmesine zımnen muvafakat göstermiştir. ( Y.11.HD 2004/246 e. 2004/9811 k. sayılı ve 14.10.2004 tarihli kararı ) Yargıtay 9.Hukuk Dairesi, “davalı süresinde verdiği cevap dilekçesini ıslah ettiğine göre zamanaşımı savunmasının süresinde yapıldığının kabulu gerekir.” görüşündedir. ( Y.9.HD 2003/1869 e. 2003/13096 k. sayılı ve 10.07.2003 tarihli kararı ) Dairenin başka kararlarında, ıslahın taraflardan birinin yaptığı herhangi bir usul işleminin karşı tarafın oluruna bağlı olmaksızın tamamen veya kısmen düzeltilmesi olduğu, Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanununun 83 ve devamı maddelerinde düzenlenen ıslah müessesesinin, sadece davacıya hak tanımadığı, usulünce yapılmış davalı ıslahının da geçerli bulunduğu, esasa cevap süresi içinde ileri sürülmediğinden davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazı ile karşılaşması mümkün zamanaşımı def'inin ıslah yoluyla yapılmasında usule aykırı bir yön olmadığı gerekçelerine dayalı olarak, ıslah yoluyla zamanaşımı def'inin kabul edilmesi gerektiği istikrarlı biçimde belirtilmektedir. ( Y.9.HD 2005/29189 e. 2006/7967 k. sayılı ve 29.03.2006 tarihli, Y.9.HD. 2006/23813 e. 2007/8905 k. sayılı ve 02.04.2007 tarihli kararları ) Özetlemek gerekirse; Yargıtay 9 ve 13.Hukuk Daireleri, süresinde verilmiş cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla zamanaşımı def'inin ileri sürülebilmesini kabul etmektedirler. Yargıtay 2.Hukuk Dairesi ise bu hakkı daha da geniş yorumlayarak, süresi geçtikten sonra verilen cevap dilekçesinin sözkonusu olması durumunda dahi,yargılama bitene kadar ıslah yoluyla zamanaşımı savunmasının yapılmasını kabul etmektedir. Bu görüşlere karşılık; Yargıtay 4.Hukuk Dairesi, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin görüşünü biraz daha genişleterek, süresinde ileri sürülmeyen zamanaşımı defi dolayısıyla ıslah isteminin usule ilişkin bir işlem olamayacağını, bu yolla savunmanın niteliğinde herhangi bir değişiklik meydana gelmediğini, sadece cevap dilekçesinde ileri sürülmesi unutulmuş zamanaşımı def'ini ekleyerek savunmayı genişletip, davanın bu nedenle reddini sağlamayı ve böylece davacı yararına oluşmuş kazanılmış hakkı ortadan kaldırmayı hedeflediğini, sonuç olarak kabul görmemesi gerektiğini belirtmektedir. Nihayet, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi ise ilke olarak, esasa cevap süresi içinde ileri sürülmediğinden davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazıyla karşılaşması mümkün olan zamanaşımı def'inin böyle bir itiraza uğramadan, doğrudan ıslah yolu ile yapılmasında usule aykırılık görmemektedir.Ancak somut olay adaleti yönünden verdiği, Yargıtay 3. ve 4. Hukuk Dairesinin uygulamalarına paralel kararı da bulunmaktadır. Bilindiği gibi Yargıtay'ın en önemli görevlerinden birisi tüm yurtta hukuk kurallarının adliye mahkemeleri tarafından aynı şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Bir başka tanımla, adli yargı alanında içtihat birliğini gerçekleştirmek, mahkemelerin görüş ve uygulamaları arasında aykırlık ve çelişkiyi gidermektir.Aksi takdirde, benzer olaylar hakkında birbiriyle çelişkili kararların bulunması kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyecektir. Konu 20 yıla yakın bir zamandır çeşitli yönleriyle tartışılmış olup, içtihat birliğinin gerektiği düşünülmektedir. Saygılarımla. |
09-05-2008, 08:49 | #2 |
|
Bu konudan sayın hocamın Ejder Yılmaz bahsetmişti.Zamanaşımını gözden kaçıran bir insanı bu denli yasak altında bırakmak bence de doğru değil.
|
27-06-2008, 10:24 | #3 |
|
içtihatların birleştirilmesi talebi
Sayın Yavuz, Yargıtay Kanununun 45. maddesi hükümleri gereği avukatların da içtihatların birleştirilmesi talebinde bulunmaları mümkün.
Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna yapılacak olan müracaat ile içtihatların birleştirilmesi gerektiği yönünde alınacak karar ile konu HGK'na aktarılacaktır. Aktarmış olduğunuz çeşitli daire kararlarını da ekleyerek yapacağınız müracaat ile belki de içtihatların birleştirilmesini sağlar ve bize de bu sayfada sunarsınız. saygıyla. |
14-07-2009, 11:41 | #4 |
|
4. Hukuk dairesinin görüşü bana yatkın geldi.
Unutulan bir zamanaşımı def'i artık ıslahla dahi ileri sürülememelidir. Çünkü ıslahın mantığında yapılan bir usul işleminin değiştirilmesi söz konusudur. Eğer ortada yapılmamış bir usul işlemi varsa artık karşı taraf lehine usuli kazanılmış bir hak doğar ve zamanaşımı iddiası dinlenmez. |
15-07-2009, 14:33 | #5 |
|
İçtihatların birleştirilmesine şu aşamada henüz gerek ve yer yokmuş.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu 2007/2 e. 2008/1 k. 14.11.2008 “Islah ile zamanaşımı def'inin ileri sürülemeyeceğini içtihat eden Yargıtay Daire Kararları 7(Yedi) adet olup, en yakın tarihli olanı 22.10.2002 tarihlidir.Yeni tarihli bir karar yoktur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun konu ile ilgili hiç bir kararı bulunmamaktadır. Islah ile zamanaşımı def'inde bulunulabilir kararı veren daireler ise bu görüşlerini uygulamaya devam etmektedirler. Karşı görüşte olan kararların en yenisi 2002 tarihli olup, bu tarihten sonra verilen karara rastlanmamıştır. Bu nedenlerle henüz içtihatların birleştirilmesini gerektirir düzeyde içtihat aykırılığı bulunmadığından , “Süresinde verilen cevap layihasında zamanaşımı savunmasının ileri sürülmemiş olması veya süresinde cevap layihası verilmemiş olması halinde zamanaşımı savunmasının ıslah yoluyla ileri sürülüp sürülmeyeceği” konularında yukarıda tek tek isimleri yazılı Yargıtay Daireleri kararları arasında içtihatların birleştirilmesi yolu ile aykırılığın giderilmesine şu aşamada henüz gerek ve yer bulunmadığına karar verilmiştir.” Kaynak : Öğreti ve Uygulamada Islah – Mahmut Bilgen ( Yargıtay 19.Hukuk Dairesi Üyesi ) Adalet yayınları – Ankara, 2009 baskı, sayfa 299 – 300 Saygılarımla. |
08-02-2010, 17:27 | #6 |
|
Hadi bakalım,dosyamızın 4. Hukuk dairesine gitmesi için dua edeceğiz artık.
|
09-02-2010, 23:33 | #7 |
|
Medeni usul hukuku dersine gelen değerli hocamız Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES bunu dersinde anlatmıştı. eğer sınavda böyle bir soru sorarsam ve bana bunu cevap olarak yazarsanız 0 veririm size demişti. ıslahla zamanaşımı definin ileri sürülememesi kararı veren dairelerden birindeki yargıtay üyesi bir arkadaşıyla konuştuğu söylemişti. Hocamızın anlattığına göre zamanaşımı defini bu daireler ilk itiraz olarak görüyorlarmış. İlk itirazlar da ıslaha konu olamayacağı için kabul etmiyorlarmış.
|
28-04-2010, 09:14 | #8 |
|
Arkadaşlar benimde böyle bir sıkıntım var.İşçi alacakları nedeniyle açılan davada zamanaşımını ileri sürmemişim oysa 4857 sayılı yasnın 32.maddesinde 5 yıllık bir zamanaşımından bahsediliyor.Islah ile zamanaşımını ileri sürebilir miyim sizce?
|
19-05-2010, 22:15 | #9 | |||||||||||||||||||||||
|
Meclis gündemindeki, 1/574 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun Tasarısı'nın 180.maddesi gerekçesinden; “ Uygulamada, zamanaşımının ıslah yolu ile ileri sürülüp sürülemeyeceğine dair bazı tereddütler var ise de zamanaşımı ilk itiraz olmayıp, ıslah yolu ile de ileri sürülebileceğinde tereddüt etmemek gerekir. ” Saygılarımla. |
14-05-2011, 21:38 | #10 |
|
Aradan geçen zamanda, yukarıda belirtilen gerekçe 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Yasası'nın 176.maddesinin gerekçesinden bir bölüm olarak yer aldı.
Saygılarımla. |
17-06-2011, 15:55 | #11 | |||||||||||||||||||||||
|
Ne tuhaf bir karar bu... |
17-06-2011, 16:05 | #12 |
|
Humk'un 86. maddesi yeni 178. maddesinin uygulamasına rastlayanınız oldu mu? ... bir kaç kere ıslaha karşı teminat yatırılması talebinde bulundum ama bu da nerden çıktı muamelesi ile karşılaştım
|
18-09-2012, 15:22 | #13 |
|
konuya denk gelince cevaplamak istedim.Ben Yargıtay Hukuk Genel kurulu kararı ile birçok dosyada cevap dilekçemi ıslah ederek zamanaşımı definde bulundum ve mahkemece de kabul edilerek yeniden hesaplama yapılması için rapor alınmasına karar verildi.
T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU, E. 2010/9-629, K. 2011/70, T. 6.4.2011 • İŞÇİLİK ALACAĞI ( Cevap Dilekçesinde İleri Sürülmeyen Zamanaşımı Def'inin Islah Yolu İle İleri Sürülebileceği ) • ISLAH ( İşçilik Alacağı - Davalı Sağlık Bakanlığı Vekilinin Cevap Dilekçesinde İleri Sürmediği Zamanaşımı Def'ini Islah Yolu İle İleri Sürülebileceği ) • ZAMANAŞIMI DEFİ ( İşçilik Alacağı - Davalı Sağlık Bakanlığı Vekilinin Cevap Dilekçesinde İleri Sürmediği Zamanaşımı Def'ini Islah Yolu İle İleri Sürülebileceği ) • SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ ( Cevap Dilekçesinde İleri Sürülmeyen Zamanaşımı Def'inin Islah Yolu İle İleri Sürülebileceği ) 1086/m. 82, 482 ÖZET : İşçilik alacakları davasında; zamanaşımı def’i, unutma veya benzeri nedenlerle, davanın başında ileri sürülmemiş olabilir. Daha sonra bu durumun farkına varılırsa, ıslah yoluyla ileri sürülebilmesi gerekir. Aynı zamanda silahların eşitliği ilkesinin zorunlu bir sonucu olarak; davalının ıslah yolu ile savunmasını genişletebilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalı; dolayısıyla zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yolu ile ileri sürülebileceği kabul edilmelidir. O halde, davalı Sağlık bakanlığı vekilinin yasal süresi içerisinde ibraz edilen cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def’ini, sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinde usule aykırı bir yön bulunmayıp; ıslah edilmiş bu yeni savunmaya karşı tarafın ( davacının ) itiraz etmesinin de, sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. DAVA : Taraflar arasında “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabul ve kısmen reddine dair verilen 07.05.2009 gün ve 2005/59 E., 2009/247 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 15.12.2009 gün ve 2009/27349 E., 35131 K. sayılı ilamı ile; ( ... 1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalılardan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tüm temyiz itirazları ile diğer davalı Sağlık Bakanlığı’nın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Yargılama sırasında davalı vekili 25.3.2009 tarihli dilekçesi ile savunmasını ıslah ederek dava konusu alacakların bir kısmının zaman aşımına uğradığını belirterek zaman aşımı definin dikkate alınmasını istemiştir. Mahkemece, usulüne uygun olmadığı ve süresi içerisinde yapılmadığı gerekçesi ile davalının zaman aşımı defi nazara alınmamıştır. Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işleminin karşı tarafın oluruna bağlı olmaksızın tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir. Hukuk Usulü HUMK 83 ve ardından gelen maddelerde düzenlenmiş olan ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır. ( Yargıtay HGK 14.4.2004 gün, 2004/4-200E, 2004/227 K ). Usulünce yapılmış davalı ıslahı da geçerlidir. Esasa cevap süresi içinde ileri sürülmediğinden davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazı ile karşılaşması mümkün olan zaman aşımı defi’nin ıslah yoluyla yapılmasında usule aykırı bir yön bulunmamaktadır. Dairemizin ve Yargıtay’ın diğer dairelerinin kökleşmiş uygulaması bu yöndedir ( Yargıtay 9.HD. 2007/23744 E.2007/31371 K. Ve 02.04.2007 gün, 2006/ 23813 E, 2007/ 8905 K.; Yargıtay 2. HD. 02.03.2004 gün, 2004/ 1098E, 2004/2590 K ). Bu nedenle davalının ıslah yoluyla zaman aşımı defi’nin kabulü gerekirken bu husus gözetilmeden hüküm kurulmuş olması hatalıdır... ), Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin hizmet sözleşmesiyle 1998/Ağustos ila 2000/ Nisan tarihleri arasında Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nde fizyoterapist olarak çalıştığını belirtip; fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak ücret farkı ek ödeme ( fazla mesai ), ikramiye, bayram ve hafta tatili, giyim yardımı ve kıdem tazminatı toplam 500,00-YTL alacağın tahsilini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, yargılama aşamasında ibraz edilen bilirkişi raporu doğrultusunda istemini ıslah etmiştir. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ( SGK ) vekili, davanın reddini istemiştir. Davalı Sağlık Bakanlığı vekili, davanın reddini talep etmiş; daha sonra ise 25.03.2009 havale tarihli ıslah dilekçesiyle, bir kısım işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığını ileri sürmüştür. Yerel mahkemece; davalı Bakanlığın ıslah dilekçesine konu yaptığı zamanaşımı def’inin esasa cevap süresi içerisinde ileri sürülmediği, sonradan ileri sürülen bu def’in savunmanın değiştirilmesi niteliğinde olduğu, ancak karşı tarafın ( davacının ) muvafakatının bulunması halinde dikkate alınabileceği, değiştirilmiş bu yeni savunmaya ( zamanaşımı def’ine ) davacı vekilinin süresinde karşı çıkması nedeniyle dikkate alınmadığı, gerekçesiyle diğer davalı SGK yönüyle de davanın husumet yönüyle reddine; davacının istemi konusunda da bilirkişi raporu benimsenmek suretiyle hakkaniyet inidirimi de yapılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalılar SGK ve Sağlık Bakanlığı vekillerinin temyizleri üzerine Yüksek Özel Dairece; yukarıda açıklanan gerekçelerle SGK vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, diğer davalı Bakanlık yararına karar oyçokluğuyla bozulmuş; mahkemece, önceki hükümde direnilmiştir. Direnme hükmünü, davalı SGK ve Sağlık Bakanlığı vekilleri temyize getirmiştir. I-Davalı SGK vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Özel Dairece temyiz itirazlarının reddine karar verilerek hakkında hüküm kesinleşmiş olan davalı SGK’nın temyizde hukuki yararı bulunmadığından direnme hükmüyle yönelik temyiz dilekçesinin reddi gerekir. Bu nedenle 09.02.2010 günü yapılan ilk görüşmede davalı SGK vekilinin temyiz dilekçesi reddine oybirliği ile karar verilmiştir. II-Davalı Sağlık Bakanlığı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; esasa cevap süresi içerisinde ileri görülmeyen zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yoluyla ileri sürülüp sürülemeyeceği, noktasında toplanmaktadır. Öncelikle belirtilmelidir ki, tarafların sıfatı ve uyuşmazlığın niteliği dikkate alındığında iş mahkemesinin görevli olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Buna göre, anılan mahkemede uygulanacak usul hükümleri, 5521 sayılı iş Mahkemeleri Kanunu’nunda düzenlenmiştir. 5521 Sayılı Kanunun 7/1. Maddesinde iş mahkemelerinde şifahi ( sözlü ) yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmekte olup; anılan Kanunun 15. maddesinde ise, bu kanunda açıklık olmayan hallerde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmektedir. 5521 Sayılı Kanun hükümleri arasında uyuşmazlıkla doğrudan ilgili olan “sözlü yargılama usulü” ile “ıslah” kurumuna yer verilmemiştir. Öyleyse, 5521 Sayılı Kanunun 15.maddesinin yaptığı atıf dolayısıyla , 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK )’un konumuza ilgilendiren hükümlerine değinmek gerekir. Buna göre, HUMK’un 473. maddesi, sözlü yargılama usulünün sulh mahkemelerinde uygulanacağını öngörmüş, kanunda açıkça belirtilen hallerde ise, asliye mahkemelerinde de uygulanacağını belirtmektedir. Yine aynı maddenin ( m.473 ) ikinci fıkrasında, sözlü yargılama usulünde açıkça düzenlenmeyen hallerde, HUMK’un ikinci babında ( m. 178 ila m. 426 arası ) bulunan yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağını öngörmektedir. Bu arada sözlü yargılama usulünün uyuşmazlığı ilgilendiren yönüne ilşişkin kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır. Sözlü yargılama usulü, yazılı yargılama usulüne benzer ise de, bazı konularda yazılı usulden ayrılmaktadır. İşte HUMK, sözlü usulün yazılı usulden ayrıldığı özelliklerini ayrıca düzenlemiş ( m.473 ila 491 ), Bunun dışındaki konular bakımından yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlere yollama yapmakla yetinmiştir ( HUMK. M473/II ). Bu usulde, layihalar aşamasının olmaması tarafların iddia ve savunmalarını mahkemeye sözlü olarak bildirebilmeleri ( m.479, m.482 ) ve mahkemenin tarafların sözlü açıklamalarından edineceği sonuca göre hüküm vermesi asıldır. Sözlü yargılama usulünde yazılı yargılama usulünde olduğu gibi ( on gün ) belirli bir cevap süresi yoktur. Çünkü davalı, belirli bir süre içinde cevap vermek zorunda olmayıp,, ilk itirazlarıda dahil olmak üzere, bütün savunmasını birinci oturumda mahkemeye sözlü olarak bildirebilir ( m.478,m.479 ). Görüldüğü üzere, davalı cevaplarını ilk oturumda sözlü olarak mahkemeye bildirebileceğinden, davalının ayrı bir cevap dilekçesi vermesine gerek yoktur. Fakat davalının, gerek ilk oturumda gerekse daha önce cevaplarını bir cevap dilekçesi ile mahkemeye bildirmesine bir engel de bulunmamaktadır. Davalının sözlü savunması ( davaya cevapları ) birinci oturumda tutanağa yazılır. Bundan sonra, karşı tarafın ( davacının ) rızası ( açık veya zımni ) olmadıkça, davalı ( tutanakta yazılı olan ) savunmasını değiştiremez ve genişletemez. Sözlü yargılama usulündeki savunmayı genişletme yasağı da, yazılı yargılama usulündeki gibidir. Ne var ki, sözlü yargılama usulünde savunmayı genişletme yasağının başlangıcı değişik olup, davalının savunmasının ilk oturumda tutanağa yazıldığı ( geçirildiği ) andır. Dolayısıyla, sözlü yargılama usulünde davalı, daha önce bir cevap dilekçesi vermiş ise, ilk oturuma kadar ( en geç ilk oturumda ) karşı tarafın iznine gerek olmadan, savunmasını genişletebilir veya değiştirebilir; ilk oturumdan ( Savunmanın tutanağa geçmesinden ) sonra, savunmasınısavunmayı genişletme yasağının istisnaları hariç olmak üzere-genişletemez veya değiştiremez ( HUMK. M.482 ). Bu aşamada “ıslah” kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır. HUMK’un 83. ve ardından gelen maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş; 83. maddede, davanın her iki tarafın da, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sasdece bir kez başvurabileceği; 84. maddede, ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikatın, tahkikata tabi olmayan davalarda ise yargılamanın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Sonraki hükümler, ıslahın şekline ve sonuçlarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Bilindiği üzere, ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Eş söyleyişle, ıslah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrenildiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur ( YİBK’nun 04.02.1948 gün ve E.1944/10, K1948/3;HGK’nun 16.03.2005 gün ve E:2005/13-97, K:150 sayılı ilamları ). Öğretide ise ıslah, yukarıdaki tanıma benzer, tarafların birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesi olarak tanımlanmıştır ( Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: IV, İstanbul 2001, s.3965; Benzeri tanımlar için bakınız: Alangoya/Yıldırım/Deren Yıldırım:Medeni Usul İstanbul 2001, s.3965; Benzeri tanımlar için bakınız: Alangoya/Yıldırım/Deren Yıldırım: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2009, s.266; Pekcanıtez/ Atalay/Özekes: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2009, s.361; Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: I-II, İstanbul 1997, s.549; Bilgen: Hukuk Yargılamasında Islah, Ankara 2010, s.1’de aktarılan tanımlar ve yazarlar; Yılmaz Medeni Yargılama Hukukunda Islah, Ankara 2010, s.49-50’de aktarılan tanımlar ve yazarlar ). Öte yandan, öğretide hukuk yargılamasının amacının adaletli karar vermek olduğu belirtildikten sonra, biçimselliğin maddi gerçeğin bir yana bırakılmasına neden olmaması ve ıslahın amacı bakımından “usul ekonomisi” ve “usuli hakkaniyet” ilkelerinden hareket edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Usuli hakkaniyet ilkesinin, biçimselliği hakka varmaya, maddi gerçeği bulmaya, onu adeta yutmasına engel olacak bir anlayış olduğu belirtilmiştir. ( Yılmaz:a.g.e., 30, 74, 81 ). Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu gerçek olduğuna göre ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. ( Kuru:a.g.e., s.4035;HGK’nun 14.3.2007 gün ve E:2007/2-99, K:141 sayılı ilamı ). Islahın amacı, yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkrabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan hak ve alacağı bu sürecin dışında, ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi, elbetteki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırıklarından, usul işlemi olduğu kadar ( davayı etkilediği için usul işlemidir ) maddi hukuk işlemi mahiyeti taşomaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin de ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz ( HGK’un 14.01.1953 gün ve E:1/8, K:3;14.03.2007 gün ve E:2007/2-99,K:141 sayılı ilamları ). Öte yandan, özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. 818 sayılı Borçlar Kanunu ( BK )’nın 125-140. maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı hakkın ileri sürülmesi engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından , yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç ( Obligatio naturalis ) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir ( HGK’nun 05.05.2010 gün ve E:2010 ( 8-231, K:255 sayılı ilamı ). İşte, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır ( Kuru:a.g.e., Cilt2, s.1761;Von Tuhr: Borçlar Hukuku ( C.Edege Çevirisi ), Ankara 1983, Cilt1-2, s.688 vd;Vanbolatef’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHFDergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd. ). Konuyla ilgisi bakımından HUMK’un 202 ve 482 maddelerine de değinmek gerekir. Anılan Kanun’un 202; maddesi;”Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur. Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksınız müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez. Ancak ıslah haliyle 186. madde hükmü müstesnadır.” Hükmünü içermektedir. Yukarıda belirtilen madde metninden anlaşılacağı üzere, davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra, savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi yasağı” veya” savunmayı genişletme yasağı” olarak adlandırılan bu yasağın istisnaları da aynı maddede gösterilmiştir. Bunlar; davacının muvafakati, ıslah ve müddeabbihin temlikidir. Az yukarıda değinildiği üzere, “savunmanın genişletilmesi yasağı”nı düzenleyen HUMK. 202. maddenin 3. Fıkrasında, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilebileceği veya değiştirilebileceği açıkça belirtilmiştir. HUMK’un 202. maddesinin 3. fıkrasında “Ancak ıslah hali…müstesnadır” ifadesini yer aldığına göre, ıslah yolu ile savunmanın genişletilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalı; dolayısıyla zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yolu ile ileri sürülebileceği kabul edilmelidir. Aksi takdirde, m.202/3.fıkrasındaki “ Ancak ıslah hali…müstesnadır” hükmünün hiçbir anlamı kalmayacaktır. Öte yandan sözlü yargılama usulür.de savunmayı genişletme yasağının düzenlediği HUMK.un 482. Maddesinde ise;”İki tarafın neticei iddiaları zapta kaydolunur. Bundan sonra feragat, ıslah, münazaalı şeyin ahara temliki halleri müstesna olmak üzere, iki taraf ittifak etmedikçe neticei iddialarını tepdil veya tevsi edemezler. Fakat tahkikat bitinceye kadar neticei iddialarını teyiz için yeni delil ibraz ve ikame edebilirler. “hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, HUMK’un 482. maddesi yukarıda yazılı yargılama usulünde savunmayı genişletme yasağını düzenleyen 202. maddesi ile paralel bir düzenlemeyi içermekte olup; maddede genişletme yasağını düzenleyen 202. maddesi ile paralel bir düzenlemeyi içermekte olup; maddede ( m.482 ) “…ıslah… müstesna olmak üzere…” ila ilavesine yer verildiğine göre, yukarıda varılan sonuç gibi, sözlü yargılama usulünde de ıslah yolu ile savunmanın genişletilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalı; dolayısıyla zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yolu ile ileri sürülebileceği kabul edilmelidir. Aksi takdirde, 482. maddenin ikinci cümlesinde geçen “…ıslah…müstesna olmak üzere…” ibaresinin de bir anlamı olmayacaktır. Yukarıda belirtildiği üzere, zamanaşımı ( HUMK. M187 kapsamında bir ilk itiraz olmayıp ) maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olup, davanın başında , süresinde verilecek maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olup, davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde ( veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce ) ileri sürülmelidir. Zamanaşımı def’inin, yukarıda belirtilen aşama geçildikten sonra ileri sürülmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelir. Bu durum ise, karşı tarafın izni ( açık veya zımni ) olmaksızın yada ıslah yoluna gidilmeksizin yapılırsa geçerli değildir. Görüldüğü üzere, zamanaşımı def’i, unutma veya benzeri nedenlerle , davanın başında ileri sürülmemiş olabilir. Daha sonra bu durumun farkına varılırsa, ıslah yoluyla ileri sürülebilmesi gerekir. Öğretide, yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmiş olup olmamasına göre bir ayırıma gidilmiş ise de, genellikle zamanaşımı def’i, unutma veya benzeri nedenlerle, davanın başında ileri sürülmemiş olabilir. Daha sonra bu durumun farkına varılırsa, ıslah yoluyla ileri sürülebilmesi gerekir. Öğretide, yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmiş olup olmamasına göre bir ayırıma gidilmiş ise de, genellikle zamanaşımı def’inin ıslah yoluyla sonradan ileri sürülebilmesi olanağının bulunduğu kabul edilmektedir. ( Postacıoğlu:Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 1979, s.177;Ansay:Hukuk Yargılama Usulleri, Ankara 1960, s.192-193;Berkin:Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 1969, s.145;Kuru:a.g.e.,s.3970;Yılmaz:a.g.e.,s.402;Pekca nıtez/ Atalay/Özekes:a.g.e,s.362;Alangoya/Yıldırım/Deren Yıldırım:a.g.e., s.262;Tanrıver:Makalelerim II “Yazılı Yargılama Usulü Bağlamında Islaha Başvuru Sureti İle Zamanaşımı Def’inin İleri Sürülüp Sürülemeyeceği Sorunu Üzerine Bazı Düşünceler” adındaki makalesi, Ankara 2011, s.242 ). Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 19.02.1958 gün ve E:4-23, K:16;13.02.1963 gün ve E:4-51,K:19 sayılı kararlarında da, sonradan ıslah yoluyla zamanaşımı def’inin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmelerde bu konu değişik yönleriyle tartışılmış, azınlıkta kalan görüş sahipleri; “Esasa cevap süresi içerisinde verilen cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen zamanaşımı def’inin, sonradan ıslah yoluyla ileri sürülmesine karşı tarafın ( davacının ) hiç veya hemen karşı çıkmaması halindeki bu yeni ve genişletilmiş savunmanın zımnen kabul edilmiş savulacağı ve davalı yararına kazanılmış hak oluşturacağı, davacının daha sonra bu savunmayı genişletmeye itiraz ederek, kazanılmış hakkı ortadan kaldıramayacağı gibi, süresinde ileri sürülmeyen zamanaşımı def’inin karşı taraf ( davacı ) yararına kazanılmış hak oluşturacağı, kazanılmış hakların ise ıslah yolu ile bertaraf edilemeyeceği, aksi halde davacıya tanınmayan bir olanağın davalıya verilmesinin “menfaatler dengesine” ve Anayasanın 10.maddesindeki “eşitlik ilkesine” aykırı oluşturacağı; Zamanaşımı savunmasının ıslah yolu ile ileri sürülebileceğinin kabulü halinde; süresi içinde zamanaşımı savunması ile karşılaşmayan veya süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı savunmasına karşı çıkarak bu yöndeki savunmanın reddini sağlayan ve davayı yürütmek için masraf ve emek harcayan davacının, davada ıslah yoluna gidilip gidilemeyeceği, harcadığı emek ve masrafların boşa gidip gitmeyeceği endişesine kapılmasına neden olunacağı, ıslahın kabul edilmesi ile de aylarca veya beklide yıllarca süren işlemler yok sayılacak, bu suretle hukuki güvenliğin zedeleneceği, yapılar masraflar ve harcanan emeğin boşa gideceği, bu durumda, zamanaşımına uğramış bir borcun dava edilmesinde davacının kusuru olduğu ve bunun sonuçlarına katlanması gerektiği gibi bir düşünce ileri sürülebilir ise de, zamanaşımına uğrayan borcun sona ermeyip, dava ve takip edilebileceği; ödenmesi halinde, ödenen miktarın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri istenemeyeceği gözetildiğinde, bu yöndeki düşüncenin doğru olmayacağı; bu durumda, ıslahın geçerli kabul edilmesi, usul kurallarının amacı ile de bağdaşmayacağı; Zamanaşımı def’inin, hak ve düşürücü nitelikte olan on ( 10 ) günlük esasa cevap süresi içerisinde ileri sürülmesi gerektiği, yasal sürelerin ıslahla etkisiz hale getirilemeyeceği; Nihayet, zamanaşımı def’inin ıslah yolu ile sonradan ileri sürülebilmesinin kabulü halinde, bunun “ yargılamayı uzatabileceği” gibi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ( TMK )’nın 2. maddesindeki “hakkın kötüye kullanılması” olarak bile değerlendirilebileceği,” Gerekçeleriyle, ıslah yolu ile zamanaşımı def’inin sonradan ileri sürülebilmesine karşı çıkmışlar ise de; çoğunluk bu görüşe katılmamıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, ıslah kurumu, gerçekten iyi niyetli ve fakat davayı açarken veya dava sırasında istemeyerek haytalı davranan veya durumu iyi değerlendiremeyen taraflar bakımından yararlı bir yoldur. Ne var ki, ıslah kötüniyetli tarafın amaçları için de “kullanılmaya” açık olup; bu olgu, ıslah kurumuna gölge düşürecek niteliktedir. Buna paralel olarak, ıslah belirtilen yararlarına karşın, davanın uzamasına da neden olabilir. Kanunkoyucu bu gibi sakıncalarıda düşünerek, ıslahı sıkı koşullara bağlamaya çalışmıştır. İşte, HUMK’un 23.01.2008 tarih ve 5728 Sayılı Kanun’un 11.maddesi ile değişik 90. maddesi, bu sakıncayı gidermeye yönelik bir hükümdür. Alınan 90.madde; “Islahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle yapıldığı deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ıslahı dikkate almadan karar verir. Ayrıca, mahkemece kötüniyetle ıslaha başvuranai karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarının tazmininin yanı sıra ikiyiz Türk Lirasından beşyüz Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.” Hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre, ıslah hakkının salt olarak karşı tarafı rahatsız etmek veya davayı uzatmak gibi kötü bir amaçla kullanıldığı, delillerle veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, bu durumda ıslahı hiç yapılmamış gibi kabul edip; ıslah öncesindeki hukuki durumu dikkate alarak bir karar vermelidir. Ayrıca mahkeme, ıslah isteminde bulunan tarafı, diğerinin her türlü zararını ödemeye mahkum ettikten başka, idari para cezası ile de mahkum eder. Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için, ıslaha başvuranın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi bir amacı bulunmalıdır. Kanun, karşı tarafın kötü amacını “gibi” kelimesini kullanarak geniş bir yorumla ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Islah yoluna başvuran tarafın, kötü niyetle davrandığının kesin ispatı gerekmez. Mahkemeye, bu konuda geniş bir takdir hakkı tanınmıştır. Dava dosyasında ıslah yoluna başvuran tarafın, kötü niyetinin bulunduğunu gösteren belirtilerin bulunması, 90. maddenin uygulanması için yeterlidir. Nitekim, anılan madde hükmünde geçen “belirtilerle anlaşılırsa” ibaresi bu durumu teyit etmektedir. Anılan madde hükmü, TMK’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “dürüstlük kuralı” nın özel bir düzenlemesi niteliğinde olup; davada dürüstlük kuralı çerçevesinde ele alınmalıdır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 04.02.1948 gün ve E:1944/10, K:1948/3 Sayılı kararın gerekçesinde, “iyi niyet sahibi olan taraflar”, “iyiniyetli tarafın” denilmek suretiyle, davada dürüstlük kuralına vurdu yapılır; ıslah kurumunun bu çerçevede değerlendirilmesi halinde amacına ulaşacağı belirtilmektedir. Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; davacının hizmet sözleşmesiyle çalıştığı işyerinde bir kısım işçilik alacaklarının tahsili istemiyle 05.01.2005 harç tarihli dava dilekçesiyle davalı SGK aleyhine eldeki davayı açtığı; bu arada 19.01.2005 tarihinde Resmi Gazete yayımlanan 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’un yürürlülüğe girdiği, anılan Kanunun 4/1- ( c ) bendi gereği husumetin Sağlık Bakanlığına yöneltilerek yargılamaya devam edildiği; davalı Bakanlığa dava dilekçesi 22.06.2005 tarihinde yapılan oturumda tebliğ edilmiş ve bir sonraki oturumun 11.10.2005 tarihine ertelendiği; davalı Sağlık Bakanlığı vekili, dava dilekçesinin tebliğ edildiği oturum tarihinden ( 22.06.2005 ) sonra ve fakat bu oturumun ertelendiği tarihin ( 11.10.2005 ) öncesinde cevap dilekçesini 07.07.2005 tarihli hakim havalesi ile dosyaya ibraz ettiği, anlaşılmaktadır. Bu aşamada, Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmelerde, dava dilekçesinin tefhim tarihi dikkate alındığında, husumetin yöneltildiği davalı Sağlık Bakanlığının cevap dilekçesinin yasal süresi içerisinde mahkemeye ibraz edildiği oybirliği ile benimsenmiş ve tartışmalar da bu kabul çerçevesinde yapılmış olup; yasal süresinden sonra cevap dilekçesinin ibrazi ile hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması hallerinde, ıslah yolu ile sonradan zamanaşımı def’inin ileri sürülüp sürülemeyeceği konusunun tartışma dışında bırakıldığının belirtilmesi gerekir. Öte yandan, davalı Sağlık Bakanlığı vekili 25.03.2009 havale tarihli ıslah dilekçesiyle; davacının dava dilekçesinde bir kısım işçilik alacaklarını talep etmiş ise de, bu dalebinin hangi yıllara ait olduğunu açıkça belirtmediğini, bu nedenle cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inin göz önünde bulundurulamadığını kıdem tazminatı dışındaki taleplerin zamanaşımına uğradığı belirterek, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı Sağlık Bakanlığı vekilinin 25.03.2009 tarihli zamanaşımı def’ini içeren ıslah dilekçesi, davacı vekiline 08.04.2009 tarihinde tebliğ edilmiş; davacı vekili de, 05.05.2009 havale tarihli dilekçesinde ve tebliğ tarihinden sonraki ilk oturumda ( 07.05.2009 tarihinde ) zamanaşımı def’inin yasal süresi içerisinde ileri sürülmediğini belirterek, bu ıslah edilen yeni savunmaya karşı çıktığı belirgindir. Yukarıda belirtildiği üzere, zamanaşımı maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olup, davacının başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde ( veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişmeden önce ) ileri sürülmelidir. Zamanaşımı def’inin, yukarıda belirtilen aşama geçildikten sonra ileri sürülmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelir. Bu durum ise, karşı tarafın izni ( açık veya zımni ) Olmaksızın yada ıslah yoluna gidilmezse geçerli değildir. Zamanaşımı def’i, unutma veya benzeri nedenlerle, davanın başında ileri sürülmemiş olabilir. Daha sonra bu durumun farkına varılırsa, ıslah yoluyla ileri sürülebilmesi gerekir. Aynı zamanda silahların eşitliği ilkesinin zorunlu bir sonucu olarak; davalının ıslah yolu ile savunmasını genişletebilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalı; dolayısıyla zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yolu ile ileri sürülebileceği kabul eidlmelidir. O halde, davalı Sağlık bakanlığı vekilinin yasal süresi içerisinde ibraz edilen cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def’ini, sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinde usule aykırı bir yön bulunmayıp; ıslah edilmiş bu yeni savunmaya karşı tarafın ( davacının ) itiraz etmesinin de, sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Ayrıca eldeki dava dosyasında, davalı tarafın savunmayı genişletmek ve değiştirmek için başvurduğu ıslahın, davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi bir kötüniyetli düşüncelerle yapıldığına ilişkin delil veya bu yönde herhangi bir belirtiye de rastlanmamıştır. Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve davalı tarafın, esasa cevap süresi içinde ileri sürülemediğinden davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazı ile karşılaşması mümkün olan zamanaşımı defi’ni, sonradan ıslah yoluyla ileri sürebiliceğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : 1 ) Yukarıda ( I ) nolu bentte gösterilen nedenden dolayı davalı SGK vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, 09.02.2010 gününde yapılan ilk görüşmede oybirliği ile, 2 ) Yukarıda ( II ) nolu bennte belirtilen nedenlerden dolayı davalı Sağlık Bakanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429 maddesi gereğince BOZULMASINA, 06.04.2011 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi. |
05-11-2012, 15:36 | #14 | |||||||||||||||||||||||
|
|
25-09-2016, 03:04 | #15 |
|
Islah Yoluyla Zamanaşımı Defi
ISLAH YOLUYLA ZAMANAŞIMI DEFİ
ÖZET: Zamanaşımı def’inin ıslah yoluyla ileri sürülmesi mümkündür.* * Ancak, bu kuralın uygulanması için cevap dilekçesi verilmesi gereklidir. Y. HGK E:2012/10-1633 K:2013/825 T:12. 06. 2013 (...Dava, yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının sigortalının mirasçıları olan davalılardan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar vermiştir. İnceleme konusu somut olayda; davalıların, 20.11.2004 tarihinde ölen murisine, 01.08.1993 tarihinden itibaren, 3201 Sayılı Yasa’ya göre borçlandığı süre de gözetilerek yaşlılık aylığı bağlandığı; sigortalının, yurtdışında 05. 08. 1988 ve öncesi dönemde çalıştığı, 06.04.1990- 05.04.2000 tarihleri arasında ikamete dayalı olarak yardım aldığı, 14.08.2000 tarihinden itibaren de kendisine yurtdışından yaşlılık aylığı bağlandığı anlaşılmıştır. 3201 sayılı Yasa gereği yurtdışında geçen sürelerin borçlandırılabilmesi için, yurda kesin dönüş şartı bulunmakta olup; anılan yasanın 6. maddesi gereğince, borçlanılan süreler gözetilerek yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için, yurtdışındaki çalışma ve çalışmaya dayalı yardım iliş- kisinin sona ermesi gerekmektedir. Mahkemece, 05. 04. 2000 tarihine kadar ikamete dayalı yardım aldığı anlaşılan davalılar murisine, 05. 04. 2000 tarihinden sonra ödenen yaşlılık aylıkları istirdat edilemez ise de; sigortalının, 05. 04. 2000 tarihi ve öncesinde ödenen aylıklara hak kazanamayacağı, ilk itirazdan olan zamanaşımı itirazının da delillerin toplanmasına ilişkin ara karar gereğinin yerine getirilmesine kadar ile- ri sürülmediği gözetilerek; Kurum’un, istirdada konu alacağı 5510 sa- yılı Yasanın 96. maddesinde belirtilen şartlara göre belirlenip, sonuca göre karar verilmesi gerekirken; sigortalının sağlığında ödenen aylıkla- rın tüketildiği ve terekeye dahil olmadığı gerekçesi ile, davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları ka- bul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.... ) Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü: Dava; yersiz ödenen aylıkların istirdadı istemine ilişkindir. Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, davalılar murisin yaşlılık aylıklarının başlangıç tarihi itibarıyla iptal edildiğini, yapılan 14. 573,00 YTL. Ödemenin, muris p. D. ’nin kesin dönüş şartını yerine getirmediğinin tespit edildiğini belirterek, her bir ödemenin ödeme tari- hinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte mirasçılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, davalıların murisine davalı Kurumca yersiz olarak ödendiğini ileri sürülen emekli aylıklarını, hayatta iken tüketmiş olması sonucu, terekeye dahil olmayan bu aylıkların mirasçılardan istenemeyeceğini, bu nedenle davanın reddi gerektiğini; bu talebin kabul edilmemesi halinde, yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle çalışmayacak durumda bulunan davalıların murisine, İngiltere tarafından kredili sistem uyarınca yapılan prim ödenmesinin, aylıklarının kesilmesini gerektirmeyeceğini, belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalılar vekili, 11.11.2008 tarihli dilekçe ile de 01.10.2007 tarihli savunma dilekçesinde dile getirdikleri nedenlerin yanında, davanın BK 66 maddede düzenlenen zamanaşımı uyarınca, öğrenmeden itibaren bir yıl içinde açılmaması nedeniyle davanın tümden reddine; bu husus mümkün görülmediği takdirde, davanın açıldığı 23.05.2007 tarihinden 10 yıl önceki 23.05.1997-21.04.2000 tarihleri arası yapılan ödemeleri için dava hakkının bulunduğuna dair ıslah talebinin kabulü ile, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce yukarıdaki yazılı gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece önceki karar gerekçelerine ilaveten; “davalılar vekili 10.10.2008 tarihli dilekçesi ile ıslah yoluyla zamanaşımı itirazında bu- lunduğunu, davalılar vekilinin zamanaşımı itirazının da kabulü gerektiğini, bu nedenle muris p. D.’ye 01. 08. 1993-21.04.2000 tarihleri arasında fuzulen ödendiği belirtilen yaşlılık aylıklarının büyük bir kısmı yönünden dava tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçeleri ile direnme kararı verilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; esasa cevap süresi içerisinde ileri sürülmeyen zamanaşımı definin sonradan, ıslah yoluyla ileri sürülebilip sürülemeyeceği, noktasında toplanmaktadır. Somut olayda; davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın, da- valıların murisine yersiz ödenen 14.573,00 YTL’nin tahsili istemiyle 23.05.2007 tarihli dava dilekçesiyle davalılar aleyhine eldeki davayı açtığı; davalılara dava dilekçesi 06.06.2007 tarihinde tebliğ edildiği ve davayı açtığı; davalılara dava dilekçesi 06.06.2007 tarihinde tebliğ edildiği ve davalılar vekilinin (02.10.2007) ilk oturum öncesinde cevap dilekçesini 02. 10. 2007 tarihli hakim havalesi ile dosyaya ibraz ettiği, anlaşılmaktadır. Davalılar vekili 11.11.2008 tarihli zamanaşımı def’ini içeren ıslah dilekçesi, davacı Kurum vekiline 11.11.2008 tarihinde tebliğ edilmiş; davacı Kurum vekili de, 18.12.2008 havale tarihli dilekçesinde ve tebliğ tarihinden sonraki ilk oturumda (18.12.2008 tarihinde) zamanaşımı def’ine yasal süresi içerisinde ileri sürülmediğini belirterek, bu ıslah edilen yeni savunmaya karşı çıkılmıştır. Zamanaşımı maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olup, davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde (veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce) ileri sürülmelidir. Zamanaşımı def’inin, yukarıda belirtilen aşama geçildikten sonra ileri sürülmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelir. Bu durum ise, karşı tarafın izni (açık veya zımni) olmaksızın yada ıslah yoluna gidilmezse geçerli değildir. Aynı zamanda silahların eşitliği ilkesinin zorunlu bir sonucu olarak; davalının ıslah yolu ile savunmasını genişletebilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalı; dolayısıyla zamanaşımı def’inin sonradan ıslah yolu ile ileri sürülebileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun kabulünden önce zamanaşımı savunmasının, ıslah yolu ile ileri sürülüp sürülemeyeceği konusunda, özellikle Yargıtay’ın bazı daireleri arasında görüş farklılıkları bulunmaktaydı. 6100 sayılı HMK bu konuda açık bir düzenleme getirmemekle beraber, HMK’nın 176. maddesinin gerekçesinde; “uygulamada, zamanaşımının ıslah yolu ile ileri sürülüp sürülemeyeceğine dair bazı tereddütler var ise de, zamanaşımı ilk itiraz olmayıp, ıslah yolu ile de ileri sürülebileceğine de tereddüt etmemek gerekir” ifadesine yer verilmiş; bundan sonra zamanaşımının ıslah yolu ile giderilebileceği konusundaki tereddütler büyük ölçüde giderilmiştir. Islah, “tarafların yaptıkları usul işlemlerini kısmen veya tamamen de- ğiştirilmesi” ne ilişkin bir usul kurumu olduğundan, süresinde davaya cevap vermekle beraber, zamanaşımı savunmasında bulunmayan davacının bu savunmasını ıslah yoluyla sürebileceğinin kabulü gerekir. Nitekim HGK’nın 16.04.2011 gün ve 2011/9-629 E., 2011/70 sayılı kararında da aynı görüş kabul edilmiştir. Görüşmeler sırasında bazı üyeler, zamanında yapılmayan ve bu ne- denle davacı tarafından karşı konulduğundan zamanaşımı savunmasının ıslaha mümkün olmadığı görüşü ileri sürülmüşse de bu görüş çoğunlukça kabul edilmemiştir. Bu durum karşısında, davalılar vekilinin yasal süresi içerisinde ibraz edilen cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def’ini, sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinde usule aykırı bir yön bulunmayıp; ıslah edilmiş bu yeni savunmaya karşı tarafın (davacının) itiraz etmesinin de sonucu bir etkisi bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, mahkemenin davalının ıslah yoluyla zamanaşımı def’ine bulunabileceğine ilişkin kabulü yerindedir. Ne var ki, geçerli olan zamanaşımı def’ine göre 5510 Sayılı Kanun’un 96 maddesi yönünden temyiz itirazları Özel Dairesince incelenmediğinden, dosyanın bu yönlerden, inceleme yapılmak üzere Özel Dairesine gönderilmesi gerekir. SONUÇ Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. Hukuk Dairesi'ne, 5521 Sayılı Kanun’un 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12. 06. 2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi. İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 89 • Sayı: 1 • Yıl: 2015 |
24-02-2017, 17:01 | #16 |
|
Merhabalar,
Konuyla ilgili olarak bir husus sormak istiyorum. Davalı tarafın ıslah ile zamanaşımı defiinde bulunabildiğini genel kabul olarak kabul edersek doğacak farktan oluşacak davalı lehine vekalet ücretinden davacının sorumlu olması MK 2. maddesi kapsamında ne kadar doğru olacaktır. Uygulamada karşılaştığım kadarı ile davayı ıslah ettikten sonra davalının cevap dilekçesini ıslah edip zamanaşımı defiinde bulunmasına müteakip ek rapor alınmakta ve oluşan fark nedeni ile davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmektedir.Yukarıda belirtmiş olduğum itirazlarıma dayanak olacak,tamamı ile konuya örtüşen,bir Yargıtay kararı tüm aramalarıma rağmen bulabilmiş değilim.Bu konuya ilişkin Yargıtay karar var mıdır? Yargıtay tüm bu bahse konu kararların sonucunda ortaya çıkan bu duruma değinmiş midir? Saygılarımla |
14-05-2017, 22:30 | #17 |
|
T.C.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi Esas No:2017/99 Karar No:2017/567 K. Tarihi: MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan yargılaması sonucu verilen hükmün temyizi üzerine Dairemizin bozmasına karşı, yerel mahkemenin direnme kararının temyiz edilmesi ve dosya Hukuk Genel Kurulunca Dairemize gönderilmiş olmakla gereği düşünüldü: - K A R A R - Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında imzalanan 01.10.2003 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca müvekkiline teslimi gereken bağımsız bölümlerin alanında ve bir kısım imalatlarında eksiklik ve sözleşmeye aykırılıklar bulunduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin talep hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 8.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Mahkemece davanın zamanışımı nedeniyle reddine dair verilen kararın davacı vekilinin temyizi üzerine; HMK'nın 116. maddesi kapsamında bir ilk itiraz olmayıp, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i ve savunma aracı olduğu ve davanın başında süresinde verilecek cevap dilekçesinde ileri sürülebilceği, bu aşama geçildikten sonra ileri sürülmesinin savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına geleceği, zamanaşımı def'inin ileri sürüldüğü tarihte yürürlükte bulunan HMK'nın 141. maddesi uyarınca savunmanın genişletilip değiştirilebilmesinin, karşı tarafın açık muvafakati ile mümkün olduğu, somut olayda, davalının savunmayı genişletmesi üzerine davacı tarafça açık muvafakat verilmediği gibi, aksine savunmanın genişletilmesine muvafakat edilmediği gerekçesiyle, karar bozulmuştur. Mahkemece, hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan zamanaşımı def'inin ilk itirazlardan olmadığı, süresinden sonra cevap dilekçesi verilmesinin ya da hiç cevap dilekçesi verilmemesinin ıslahen zamanaşımı def'i hakkını ortadan kaldırmayacağı, ıslah yolu ile zamanaşımı def'inin ileri sürülebilmesi için süresinde cevap dilekçesi verilmiş olup olmadığı gibi ayrım yapılmasının ıslah kurumunun amacına ve eşitlik ilkesine de aykırı olduğu,somut olayda davanın açıldığı tarihe kadar TBK'nun 147/6. (EBK'nun 126/4.) maddesinde öngörülen 5 yıllık süreninde geçtiği belirtilerek, önceki karar gerekçesini genişletmek suretiyle önceki kararında direnmiştir. Direnme üzerine dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir. Ancak, 6100 sayılı Kanuna eklenen geçici 4/4. madde/fıkrası gereğince dosya Dairemize gönderilmiş olmakla, direnme kararının davacı vekilince süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra, Mahkemece davanın reddine dair verilen karar olayın hukuki niteliğine, uygun bulunduğundan hükmün onanması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 03.06.2014 tarih 2016/65 E., 2016/160 K. sayılı direnme kararı yasaya uygun ve yerinde görüldüğünden direnme kararının ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.02.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. * |
07-06-2017, 10:44 | #18 |
|
“Yasal süresi içinde cevap dilekçesi VERMEYEN davalının ISLAH İLE CEVAP DİLEKÇESİ vererek ZAMANAŞIMI DEFİNDE BULUNMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR”. (Hukuk Genel Kurulunda bugün (7 Haziran 2017) aldığımız çok önemli karar. – ÖMER UĞUR GENÇCAN, Y.2 HD. Başkanı Facebook Özel Sayfasından)
|
25-09-2017, 11:36 | #19 |
|
HMK m.178; davalı yanın ıslahında harç ve teminat uygulaması ile karşılaşan Meslektaşımız oldu mu?
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Boşanmada davacı ileri sürmediği sebepler i karşı davada ileri sürülebilirmi? | Av.fatboz | Meslektaşların Soruları | 13 | 02-09-2010 12:56 |
Davaların Birleştirilmesi | Av. Başak SANCAR | İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Çalışma Grubu | 4 | 18-03-2010 00:47 |
Islah zamanaşımı gayrimenkul | netya | Meslektaşların Soruları | 2 | 11-07-2007 12:04 |
davaların birleştirilmesi ve İBK | Av.Bektaş Salim Topbaş | Meslektaşların Soruları | 1 | 30-03-2007 13:17 |
Islah Yoluyla Müddeabihin Artırılması | turev | Meslektaşların Soruları | 4 | 12-10-2002 21:24 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |