Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Bir Dünya Kadın

Yanıt
Old 13-11-2012, 14:40   #1
ersintoker

 
Varsayılan Bir Kadının Hatıra Defterinden

(…) “Korunmuyorduk çünkü onun cinsel sorunları vardı. Bunu hiç konuşmadık, görmezlikten geldik. Prezervatif kullanamayacağını bildiğim için zorlamadım onu. Cinsel sorunları olmasa bile hangi erkek prezervatif kullanmak isterdi ki. Erkeklik gururu incinsin istemedim. Korunması ve önlem alması gereken bendim. Doktorum, bendeki yan etkilerinden dolayı doğum kontrol hapı kullanmamı yasaklamıştı. İçime kuşku düştüğü günlerde ‘ertesi gün hapı’ alıyordum, ancak bu hapların adet görmeyi çok geciktirebildiğini bilmiyordum. İşte bu arada hamile kaldım. Bunu anlatmadım ona. Kendimi uzaklaştırdım. Kürtaj olduğumda da yanımda olmasını hiç istemedim.”


“Kürtajdan iki gün sonra telefonuna cevap verdim. Görüşmek istiyordu. Hayır, diyemedim. Eve geldi, yemek yedik, pek konuşmadık ama. Bana sarılınca, hayır diyemedim. Birlikte olmak istiyordu. Hayır diyemedim, sadece doktorun ilişkiyi yasakladığını söyledim. Beni dinlemiyordu bile. Onu durdurmak istiyor, ama hayır diyemiyordum. İçim acıyordu, ağlamak istiyordum ama onu engellemiyordum da. Sürekli konuşuyor, beni suçluyordu, hepsi benim yüzümdendi, neden hamile kalmıştım ki? Kulaklarıma inanamıyordum, sustum. Onu suçlamadım. Sonunda kendimden uzaklaştırdım, çünkü canım yanıyordu artık. Ne sanıyordu kürtajı, diş çektirmek gibi bir şey mi? Nasıl bu kadar düşüncesiz ve acımasız olabilirdi? İyi ama ben niye izin veriyordum bunlara?”
“Neden onu üzmemeye çalıştım ben? Günlerce ağladıktan sonra, yüz yüze geldiğimizde, neden ağzımı açıp iki çift laf edemedim? Benden soğur, uzaklaşır diye mi korktum? Beni istememesine dayanamaz mıydım? Neden, hayır diyemedim ona? İlişki yasak dedimse de, benim hayır diyemeyeceğimi bildiği için durmadı. Bu istismar değil miydi? Peki neden, hayır diyemedim ben? Bir erkeğin beni istismar etmesine izin veriyordum, neden? Onu kaybetmek korkusu muydu? Sanırım bundan her zaman korktum, bir erkeğin beni istememesinden... Bunun için sustum herhalde. İstemediğim halde onunla birlikte oldum. Ya istemeseydi? Daha çok bundan korkmuştum işte…”


“Günlerce ağladım, kafamda hep aynı sorular… Neden istemediğim ilişkilerin içindeydim? Neden istemediğim şeyleri yapmak zorunda kalıyor, karşı koyamıyordum? Asıl önemlisi, neden susuyordum?”


“Hiçbir şeyden zevk alamaz olmuştum, hayat anlamsızdı, intihar etmek düşüncesi zihnimde giderek netleşmeye başlamıştı. Sonra nasıl olduysa hayat bana kapısını açtı yeniden.”


“Evet bu yaşadığım ilişki, ilişkiler, susmalarım, istismarlar bunların hepsi aynı nedene dayanıyor: babamın bana yaptıkları... Ben sevgiyi, cinselliği, güveni, bunların hepsini babamdan öğrenmiştim. Babamın -hâlâ tanımlayamadığım- ihtiyaçlarını karşılarken öğrenmiştim. Sevgiyle cinselliği doğru tanımlayamazdım ben. Babasının sevgisini kazanmak için babasının cinsel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan bir çocuk, sevgiyle cinselliği doğru tanımlayabilir miydi?”


“Suçlu ben değildim. Duygularım, düşüncelerim çok karmaşıktı ve bu yüzden sağlıklı ilişkiler kuramazdım. Yaşamak istiyorsam bunu çözmeliydim önce. Bana sadece bir kişinin yardımcı olabileceğini düşünüyordum. Yıllarca izini sürdüğüm, bulup konuştuğum ama desteğini reddettiğim sevgili psikologum... Böylece görüşmeye başladık."


"Bu süreçte ilk farkına vardığım şey mağdurların maruz kaldıkları ensesti saklamak zorunda bırakılmalarıydı.

Ben böyle yapmayacaktım…”

Not: Adı saklı, şimdilik…
Old 14-11-2012, 21:56   #2
ersintoker

 
Varsayılan Bir Dünya Kadın

Bir film izledim, adı “Bir Günlüğüne Erkek”di. New Yorklu performans sanatçısı Diane Torr’un dünyanın farklı yerlerinde uyguladıklarının, Alman yönetmen Katarina Peters ile işbirliği yaparak Berlin’de gerçekleştirdiği bir atölye çalışmasıydı filmin teması. Çeşitli alanlardan seçilen gönüllü kadınların katılımıyla sahnelenen bir hayat oyunu gibiydi bir bakıma… Bir haftalık provada kadınlar, önce kendilerine uygun erkek giysileri seçiyorlar, sonra dışarı çıkarak bir dedektif gibi kendilerine rol model alacakları erkekleri aramaya başlıyorlar; yolda, taşıtlarda, parkta vb, onların davranışlarını izleyip, kendilerinde içselleştirmeye çalışıyorlar; yürürken, otururken, sigara ya da içki içerkenki hallerini gözlemliyorlardı. Tekrar atölyeye döndüklerinde Diane Torr’un hayatı boyunca titizlikle izleyip ortaya koyduğu erkek tavırlarına dair anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlardı sonra: Erkekler, yürürken adımlarını -neredeyse ses çıkartacak derecede- güvenli bir biçimde yere basmaktadırlar ki bu onların adım attıkları her toprak parçasını kendi egemenlik alanlarına kattıklarının ilanıdır,,, sonra çok fazla gülmez erkekler, hafifçe mırıldanır gibidir gülümsemeleri,,, gözlerini sağa sola aşağı yukarı kaydırırken de bunu baş hareketleriyle birlikte yaparlar; gözler ne tarafa bakacaksa baş da onunla birlikte o yöne döner,,, sesleri de hep güçlü çıkar erkeklerin, bu da bir iktidar megafonu gibidir…

Diane Torr’un hareket noktası, tüm canlılarda olduğu gibi insanların da kaynağının sudaki bir hücreli canlılar olduğudur,,, cinsel kimlik sonradan giydirilmiştir üstlerine…

“Gender Lab” adı verilen deney sonrası Berlinli kadınlar bir günlük de olsa kendilerince içselleştirdikleri tarzda bir erkek gibi yaşarlar hayatı… Bu deney onlarda, toplum içinde özgüvenlerini daha da pekiştirme, hayattan paylarını daha bir istedikleri gibi koparıp alma enerjisi yaratmıştır,,, ama onlar kadınlık hallerinden memnundurlar; biri karnındaki çocuğunu tek başına dünyaya getirip, onu yetiştirirken hem annelik hem de babalık rolünü üstlenmiş olacaktır; bir diğeri ise, bu sadece birkaç günlük erkek olma deneyinden sonra, “şöyle kalçalarımı sallayarak yürümeyi özledim” diyecektir.

Diane Torr’un erkek egemen toplumla bir şekilde baş edebilmenin yolları arayışında ortaya koyduğu çalışma ilginç bir deneydi.

Belki farklı deneylere de ihtiyaç var, dünyayı herkes için yaşanılabilir hale –en azından bugünden başlayarak- getirebilmek için… Güçlülerin rollerine soyunma yerine, güçsüzler adına yapsak bunları,,, erkekler, bir günlüğüne kadın olsalar örneğin ya da herkes, bir günlüğüne engelli; kör, topal, sağır dilsiz, vb, hatta çocuk olsa, olabilse, değişir mi bir şeyler?
Old 17-11-2012, 22:15   #3
ersintoker

 
Varsayılan Dipsiz göl

Çoğumuzun hayatında vardır dipsiz göller,,, darbeler alıp sendelediğimizde,,, toparlayabilmek için kendimizi,,, onarabilmek üzere yaralarımızı,,, alıp başımızı yalnızlığımızla çekildiğimiz…
Kimseler ulaşmasın isteriz,,, sözüm ona uzatılan yardım ellerinin,,, hele hele iyi niyet taşlarına sarılmış sorgu suallerin,,, daha da derinleştireceğini biliriz yaralarımızı,,, yapabilirsek kendi başımıza becermek isteriz ilk ve son yardım pansumanlarını,,, kalbimizi kapatırız,,, beynimizi de,,, sonra zamanın kendi kabuğumuz üzerinden bizi yeniden sarıp sarmalamasını bekleriz,,, dipsiz gölümüzün kıyısında,,, ya da usulca kendini bırakıverdiğimiz derinliklerinde,,, dipsiz olması iyidir,,, “dibe vurup çıkmak” gibi anlamsızlıklara yer yoktur burada,,, sonsuzluğun sularında, gidebileceğimiz kadar derinliklere dalar,,, vurgun yemenin sarhoşluğunu ararız…

Bir genç kadın,,, yakını bir erkeğin dokunmasıyla, altüst olmuşsa hayatı,,, kaçıp gittiği dipsiz gölün kıyılarında,,, yine oraya sığınmış bir başka erkeğin yardımına ne denli güven duyar,,, onun “vicdan” adına zorlamasıyla, nasıl kabullenir, içine düşürüldüğü,,, henüz çok erkenden,,, kendi hayatıyla baş etmenin yollarını ararken,,, kucağında buluverdiği yeni bir hayatı sığdırabilir mi içine,,, ki geleceğin ona biçtiği sorgulamalar ayan beyan ortadayken,,, “vicdan” kimlerin bekçisidir ki,,, sağanak yağmurun ortasında düşürdüğü yıldırımla kopardığı hayat ağacından kocaman bir dalı yakıp kül edivermiştir,,, hemen oracıkta,,, dipsiz gölün yakınlarında bir yerde…

Gözetleme Kulesi / Beyoğlu Sineması
Old 21-11-2012, 17:24   #4
ersintoker

 
Varsayılan Bir Dünya Kadın

Güzel kadındı ya…


Güzel kadındı,,, farklıydı bizim bildiklerimizden,,, giyimi kuşamı da serbestti hani,,, altında kot pantolon, üstünde kolları çıplak fanila gibi bir şey,,, hep gülüyordu,,, bir gözleri vardı, iri zeytin karası,,, gözlerimizin içine içine bakıyordu,,, biz de ona tabii,,, arada bir sigara içiyordu, dumanını bir tüttürüyordu ki dudaklarının ucundan,,, bizim de içtikçe içesimiz geliyordu uçuca ekleyerek,,, her birimizle ayrı ayrı ilgileniyordu, halimizi hatırımızı soruyordu,,, her bir şeyden haberdardı,,, zırcahil olduk çıktık yanında,,, kadınlarımıza nasıl davrandığımızı sordu,,, şaşırdık tabii, nasıl olabilirdi ki, “kadın gibi işte” diye cevapladık,,, nasıl diye üsteledi,,, diyecek bir şey bulamadık,,, “peki” dedi, “benimle konuştuğunuz gibi konuşur musunuz onlarla da,,,” “haşa” dedik hep bir ağızdan,,, hiç olur mu,,, siz başkasınız,,, “nasıl başkayım” dedi,,, anlatamadık,,, anlatamazdık,,, kadınlarımız bize aitti sadece,,, başka gözlere, kulaklara kapalı,,, ama o herkese aitti sanki,,, her birimiz ayrı ayrı iç geçirip durduk… Bir tek Zübeyr’den ses çıkmadı,,, bir kez olsun başını kaldırıp bakmadı kadına,,, yüzünü düşürüp öylece oturakaldı…


Sonra, kadınlarla konuştu hep,,, akşam eve vardığımızda sorduk bizimkilere,,, bir şey demeyip, geçiştiriverdiler,,, neyse, üzerinde fazla durmadık biz de…



Günün birinde, geldiği gibi gidiverdi,,, ardında kocaman bir sessizlik bırakarak…
Aradan bir ay geçti geçmedi bizim Zübeyr kayboluverdi ortalıktan,,, bundan sonrası belki tevatür belki gerçek,,, kulağımıza gelen duyumlara göre,,, bu Zübeyr, kaşla göz arasında karısını boşamış,,, valizini aldığı gibi, büyük şehre varıp bu kadının kapısını çalmış,,, “karımı boşadım, ben sana geldim” deyivermiş ayaküstü,,, kadın da, “ne yaptın sen” diye kahkahayı basıvermiş,,, o anda valizini kaptığı gibi kaçmış ordan Zübeyr,,, uzunca bir zaman sesi soluğu duyulmamış,,, çok sonraları, birileri Almanya’da rastlamış ona,,, “pişman değilim” demiş,,, cahillik işte, ne yaparsın,,, laf aramızda,,, güzel kadındı ama…
Old 26-11-2012, 10:56   #5
ersintoker

 
Varsayılan Bir Dünya Kadın

Kadınlar vardır



Dün İstiklal’in orta yerinde kadınlar vardı,,, dünyanın her yerinde olduğu gibi,,, Kürt kadınlarını gördüm önce,,, başlarında beyaz tülbentleriyle,,, zılgıtlar ve türküler eşliğinde halaya durmuşlardı,,, “Jin jiyan azadi!”,,, sonra feminist gruplar geldiler, mor renkleriyle bağırarak,,, “Kadına karşı şiddete son!”,,, tuhaftır,,, aynı anda Genç Türk pankartıyla peydah olan grubun içindeki kadınlar ise,,, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atıyorlardı…

Dün, “Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü”nde yine sokaklarda, meydanlardaydı kadınlar,,, evde, işte, sokakta, hayatın her alanında, erkek egemenliğinin kendilerine yönelik şiddetine karşı seslerini yükseltmek için…

Onları tanıyordum,,, eşlerinden, sevgililerinden gördükleri şiddetin yarattığı travmalardan geçip gelmişti çoğu…

Onları tanıyordum,,, karşı durmaları bir nebze alıyordu acılarını,,, ama sesini duyuramayıp, sessiz kalanları da vardı,,, içimizde büyüyen bir yara gibiydiler…

Onları tanıyordum,,, Mamak, Metris; Diyarbakır ve diğerlerinde olmak üzere 12 eylül zindanlarında ve sonrasında,,, bedenlerine ve ruhlarına yapışan işkencelere değil sadece,,, iktidara,,, onun da ötesinde egemenliğin erkekliğine de direnmişlerdi…

Onları tanıyordum,,, aynı saflarda yer alan erkeklerden gördükleri şiddet, acıtmıştı en çok içlerini…

Onları tanıyordum,,, ama ne kadar?..
Old 28-11-2012, 22:18   #6
ersintoker

 
Varsayılan Moral şiddet

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin giriş bölümünde yer alan;

Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğunu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığını ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğunu kabul ederek;”
sözlerine ithafen…


***
Her şey güzel başlamıştı,,, kadın erkeği, erkek de onu seviyordu,,, hayatı derinlemesine paylaştıklarını hissettikleri an gelip çattığında,,, mutlu birlikteliklerini evlilik kurumuna teslim etmekte bir sakınca görmediler…
Her ikisi de bir üniversitede öğretim üyesiydiler,,, bir gün kapılarını minik bir el çalıverdi,,, tabii kadının bedenine yerleştiği yerden,,, tam da doktoralarını vermeye hazırlanıyorlardı, o günlerde,,, erkek odasına kapanıp çalışmalarını sürdürdü,,, kadın da aynı şeyi denedi,,, ama günler geçtikçe gördüler ve anladılar ki,,, anne olma süreci ve sonrası, kadının doktora çalışmalarını erteletmektedir hep,,, sonra oturup konuştular,,, çevrelerindekilere danıştılar,,, “gönüllü bir mutabakat” çıkarıverdi ortaya bu süreç,,, erkek doktora çalışmalarına devam edecek,,, kadınsa, hiç olmazsa doktorasını “şimdilik” erteleyip,,, çocuğun sağlıkla dünyaya gelmesine adayacaktı kendini,,, ancak bu “şimdilik” süreci, çocuk aralarına katıldıktan sonra kalıcı bir şekilde meşrulaştırıverdi kendini,,, erkek doktorasını vermiş,,, çocuk 3 yaşına geldiğinde profesörlük tezini hazırlamaya koyulmuştu…
Bu arada yaş farkı fazla açılmadan ikinci çocuk projesi de her nasılsa devreye girivermiştir,,, kadının doktora hayalleri, kaldırıldıkları raftan kanatlanıp,,, mutfağın penceresinden, bir gece ansızın yıldızlara doğru bir yolculuk başlatırlar,,, o gece yarısı uykusu bölünen kadın,,, günlüğüne şu notu düşer:
İyi bir ilişkim oldu,,, sevdim, sevildim,,, eşim çok anlayışlı oldu bana karşı hep,,, pek çok kadının yakındığı, aile içi şiddet bir an olsun görülmedi bizim evimizde,,, peki ama,,, birlikte çıktığımız bu yolculukta şimdi eşim nerede ben neredeyim,,, o yakında profesör olacak,,, ben değil doktor olmak,,, öğretim üyeliğinden bile ayrılmak zorunda kaldım,,, benim payıma neden bu düştü,,, neden ikimizden biri adına mesleğini feda eden ben oldum,,, her şey doğruydu baştan,,, ama şimdi,,, şu anda,,, yanlış olan ne?
Old 01-12-2012, 14:30   #7
ersintoker

 
Varsayılan Bayan yanı

Geçen gün Radikal gazetesinde “Trende kadına seçme hakkı yok” başlığıyla verilen haberde,,, erkek yolcuların diledikleri yeri seçebilirken, bu hakkın kadınlara sadece ‘bayan yeri’ tek koltuklardan ya da müsait ‘bayan yanı’ yerlerden tanındığı, duyuruluyordu.
1 Aralık (bugün) tarihli Radikal gazetesi, daha önce verdikleri haberden sonra, söz konusu uygulamanın ‘kadınlar lehine’ de düzeltildiği haberini verdi.

Şehirlerarası yolculuklardaki oturma düzeni konusundaki toplum olarak ‘duyarlılığımıza’a yönelik bu haber,,, Murat Belge’nin ‘Tarihten Güncelliğe’ adlı kitabında yer alan, 1980 haziranında Demokrat gazetesinde yayınlanmış ‘Bayan yanı’ adlı yazısını hatırlattı bana,,, döndüm bir kez daha okudum.

Şimdi kadınları haremde filan zaptetmek mümkün değil. Onun için mahremiyet de ‘seyyar’ bir nitelik aldı, bayanın yanında, onunla birlikte geziyor. Bayan otobüse binince mahremiyeti de yanındaki koltuğa yerleşiyor. Eskiden somut bir gerçeklik olan ayrı mekânın ayırıcı duvarının manevi bir kalıntısı sanki” diyerek konunun kaynaklandığı ‘mahremiyet’ anlayışına vurgu yaparak, şöyle devam ediyordu:

“(…) ’kadın yanı’ demek hiç yakışık almazdı. Erkeğin bilinçaltı, ‘kadın’ kavramını öylesine kirletmiş ki, yüksek sesle ‘kadın’ dendiğinde sanki ona hakaret etmiş gibi hissediyor kendini. ‘Hanım yanı’ da olmuyor, ‘hanımeli’, ‘hanımgöbeği’ gibi, biraz daha kuştüysel çağrışımları var, otobüs kültürüne gitmiyor. Ama ‘bayan yanı’ deyince bir yandan sahip çıkılıyor ‘bayan’a ‘koruyucu’ tavır belirginleşiyor kelimenin bir türlü kurtulamadığı soğukluktan ötürü. Yani araya gerekli nesnellik ve soğukluk konmuş oluyor: ‘kadın’ın karmaşık dürtüsel potansiyeline karşı, ‘bayan’ın nötr soğukluğu. Bu soğukluk, ‘bayan’ın ‘yanı’nı da nötralize ediyor bir ölçüde. Dramatik cinselliği, gramatik cinse indirgiyor.”

Belge, ‘kadın’ ve ‘hanım’ kavramlarıyla iki uca savrulan ‘cins’ tanımlamasına, ortalama bir çözüm olarak ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Türkçecilik akımının önermelerine de uygun olduğu için ‘bayan’ sözcüğüne yol veren bu uygulamaya dair görüşlerini açıklarken,,, nedense o yıllarda (ve yakın zamana dek) tren yolculuklarında böyle bir ayrımın yapılmadığına hiç değinmemişti. Bunun neden böyle olduğuna dair sosyolojik bir bakışa gereksinim var belki,,, ama en azından kendi adıma kısaca şunu söyleyebilirim. Demiryollarının, dünyanın pek çok yerinde sahip olduğu demokrat ve ilerici geleneğin yanı sıra; Türkiye’de ilk ve o yıllarda tek kamu (ve toplu) taşımacılığını yapıyor olmasıydı. Bu günlerde, özelleştirme kapısının demiryolları için de (ki simgesel bir özelliği olan Haydarpaşa ile başladı bu süreç) açılmakta oluşu,,, özel otobüs şirketlerindeki ‘bayan yanı’ uygulamasını şimdiden tren yolculuklarına da taşıyıvermiş anlaşılan…

Murat Belge yazısını şu görüşleriyle sonlandırıyor:

Gelelim sorunun gelecek açısından anlam ve önemine. Şimdi otobüs şirketinin ‘bayan yanı’ konusunda gösterdiği titizlik, ‘bayanın kurtuluşu’ açısından yararlı sayılabilir. Çünkü bir otobüs yolculuğu boyunca bir ‘bay’ın bir ‘bayan’ı ne kadar rahatsız edebileceği pek kestirilemez önceden. ‘Bayan’dan yana doğru yayılan imkânlar karşısında ‘bay’ın da o yana ‘kaykılması, çok ciddi bir saldırı olmasa bile, bir yolculuk boyu epey rahatsızlık verebilir.
… ‘bayan yanı’ ayrımı, bir otobüs seferinde ‘bayan’ı kurtarabiliyor ama ‘kadının kurtuluşu’ yönünde çok önemli bir ‘kazanım’ getirdiği herhalde söylenemez. Çünkü ‘bay’la ‘bayan’ arasında ‘tampon bölgelere’ gerek duyuldukça, kadının da, erkeğin de kurtuluşu gerçekleşemez.”

Belge’nın bu yazısını kaleme aldığı yıllarda,,, soldan toplumsal muhalefetin öngörüsüydü; kadınların ve erkeklerin birlikte kurtuluşu… O günlerden bugüne köprülerin altından çok sular aktı,,, kadın hareketleri, erkeklerin kurtuluşunu, kadınların kurtuluşuna bağlıyorlar artık…

‘Bayan yanı’ uygulamasının, erkeklerin kadının namus bekçiliğini üstlenmelerinden ortaya çıktığı aşikâr…
Özellikle gece yolculuklarında, yanıbaşında tanımadığı bir erkeğin oturmasından rahatsız olan kadınların sayısı da az değil ama…

Biraz çetrefil bir yanı da var konunun anlaşılan,,, öncelik ve söz ‘bayanlarda’ olsun yine de…

Haa, kısa bir not: Yolcularının başlangıçtan bu yana seçkin sınıflardan olduğu varsayılan havayolu ulaşımcılığında bu ayrım yok,,, yakında oraya da el atabilir birileri,,, belki…
Old 11-12-2012, 16:17   #8
ersintoker

 
Varsayılan Hayatı bırakmamışlardı ellerinden

Kış yüzünü gösterince başlar yaz hayalleri,,, hele eksikliği varsa,,, yaşanmamışlığı yani, bir önceki mevsimden kalma,,, daha da ağır basar,,, erken olduğuna bakmadan,,, gelir oturur,,, zamanlı,,, zamansız,,, zihnin başköşesine…

Bana da böyle haller olduğunda ilk aklıma orası gelir,,, güneyin boz kuytuluğunda tomurcuk vermiş çiçeğe benzeyen, işte orası,,, ilk buluştuğumuzda,,, ki yaz sıcağında Arizona benzeri manzaralardan geçip,,, yol yerine taşların üzerinden sekerek,,, ama neşelendirerek de kendini uçarı bir kelebek misali,,, kona göçe alıp götürmüştü bizi, posta minibüsü,,, işte orada kaptan alıp bizi,,, üstü tenteli piyadenin kıçtan takma motorunun patpatlarıyla, yanaştırıvermişti pansiyonzadenin iskelesine…

Begonvil şenlikli bahçenin çardak altında karşılayan kadına teslimdik artık,,, önce kahveler geldi,,, sohbet arasına orta şekerli,,, sonra odamıza çıktık,,, tahta sedir üstünde pamuk yataklar, duş-wc ortak,,, ama ne gam,,, kendi evinde bir konukluk hali var ya ilk başta size hissettiriliveren,,, her şeyin başıydı o,,, bahçenin domatesi biberi mutfaktaki buzdolabında,,, kahvaltıya sunulan bir tabak sigara böreği,,, sohbete izinsiz dalmak yok,,, sen ne zaman kapı aralarsan o zaman,,, 4’leri 5’leri, tatilköylerini görmeden anlayamazdı insan oradaki konforun ayrıcalığını…

Orada her işin başındaydı kadınlar,,, pansiyonlarda, kafelerde, marketlerde, pastanelerde, keçi sürülerinin peşinde, onlar vardı,,, balığa çıkan onlardı,,, irice teknelerin gıcırtıları arasında denize ağ salıp toplayan,,, ve oradan alıp yarımadanın öteki ucundaki tatil kasabasına götürüp satan da onlardı,,, kavruk tenleriyle ve gülümsemeleriyle güneş gibiydiler…

Onlar Karya’ya yakındılar,,, ama vardı aralarında Likya ile bir alışveriş,,, sanırım bu yüzden tarihseldi,,, unutturulmaya çalışandan yakasını kurtarıp hayatı bırakmamışlardı ellerinden,,, belki bir tek fark vardı aralarında,,, Likya’da her insan, kadın analarının adlarıyla anılagelirken,,, burada erkek atalar ad vermişti soylarına…
Old 17-12-2012, 14:56   #9
ersintoker

 
Varsayılan Hayata açılmak

Bir kadın ve bir erkek,,, yürüyorlar elele,,, kadın durup soruyor ansızın,,, nereye gidiyoruz,,, erkeğin beklemediği,,, hazırlıksız yakalandığı,,, ama daha çok rahatsız olduğu bir soru bu,,, dolaşıyoruz işte,,, ikisi de çalışıyor,,, haftasonunu birlikte ortak bir şeyler yapmak üzere çıkmışlar dışarı,,, erkek, biraz zoraki gönüllü,,, evde kalsalar, şöyle uzansalar tv’nin karşısına daha mutlu olacak belki,,, kadın, hiç olmazsa bir gün rutin hayatlarının dışına çıkarak değerlendirmek istiyor o günü,,, önceleri program falan yapmalara yeltenmiyor,,, istiyor ki erkek, düşünsün bunları,,, hatta sürprizli de olsun,,, ama ilk “sürprizi” hatırlayınca da geriliyor hemen,,, “hadi bu hafta sonu annemlere gidelim!”,,, sürpriz mi bu da şimdi,,, daha geçen haftasonu gitmemişler miydi,,, hatta bir önceki ve daha önceki haftasonları da,,, sinemaya gitsek?,,, ya da bir yerlerde konsere,,, hiç olmazsa adalara,,, ya da Boğaz kıyısında bir yerlere,,, bir şeyler yesek içsek karşılıklı,,, önemlisi de konuşsak biraz,,, birbirimizden,,, her günkülerin dışında ama,,, yani,,, ev taksiti, çocuğun okul masrafları, yeni alınacak eşyalar falan değil,,, ne yapıyoruz biz,,, ne katıyoruz birbirimize,,, eksilen ne, asıl önemlisi…

Erkek yanındaki kadını, hep güvenli sularda tutmak istiyor,,, kadınsa, açılmak, hayat denizini kulaçlamak istiyor,,, bazen bir başına,,, sevdiğiyle birlikte bazen,,, işler o zaman karışıyor işte,,, tahakkümcü bir el tutup çekiyor eteğinden,,, kendi bildiği sığlıklara…

İnsan bir olguyu birden açık seçik kavrayınca, o zamana kadar kuşkulanmadığı bir sürü şeyin de aslında bu olguyu desteklediğini görüyor” demiş, Borges…Yalnız çıktığım geçen yaz tatilinde farkına vardım,,, kadınlar, eşlerinin yanında da daha dışarıya açık, daha sosyal, daha dayanışmacılar,,, kolayca iletişim kuruyorlar, cinsiyet farkı gözetmeksizin,,, neden acaba?
Old 21-12-2012, 11:54   #10
ersintoker

 
Varsayılan Kardanadam mı?

İlk kardanadamı kadınlar yaptı bence,,, erkekler farkında değiller bunun,,, oyuncak olduklarının,,, hem de ilk baştan kendileri ortak oldular oyuna, işin en eğlenceli yanı da bu zaten!

Kadınlar istedikleri gibi yapmışlardı onu,,, en başta kocaman bir göbek yakıştırdılar,,, yine öyle bir kafa,,, havuçtan burun boşuna değil tabii,,, uzun çünkü, yalancılık timsali,,, aldatmacanın burunsal göstergesi,,, şapka, atka ise hikâyeden giysiler,,, sonunda çıplak, hem de çırılçıplak adam,,, evden öylesine kapı dışarı edilivermiş gibi,,, gözlerinde kömür parçaları,,, taş olsun da göremesin bizleri, demeye sanki,,, eline verilen çalı süpürgesi niye?,,, evde yan gelip yatıyor ya, çıksın dışarının tozunu alsın bari…

İstediği gibi oynadı onunla kadınlar,,, kartopu attılar, yanaklarından kesme aldılar, sonra el ele tutuşup etrafında şarkılarla dönerek dans ettiler,,, ta ki, güneş çıkıp,,, suyunu çıkarıncaya dek kardan adamın,,, o eriyip küçüldükçe, yağ bağladı yürekleri kadınların,,, sonra hep birlikte koşarak evlerine döndüler,,, evlerindeki kardanadamlara…
Old 22-12-2012, 23:41   #11
ersintoker

 
Varsayılan Ah Theodora!

Ben, kendisinin hatırlama takıntısı olduğunu söyleyen Galeano’nun yalancısı olmayı seviyorum,,, biraz bende de var çünkü böyle takıntılar,,, ve onu okudukça sadece soluklanmak değil,,, keyifleniyorum da…

Şehirdeki sivri diller bu kadının karışık geçmişini, Konstantinapolis’in batakhanelerindeki danslarını, çıplak vücudundan arpa tanelerini yiyen kazları, zevk inleyişlerini ve halkın öfkesini dillerine dolamadan büyük zevk alsalar da, Ravenna şehri, İmparator Jüstinyen’e ve onun eşi İmparatoriçe Theodora’ya itaat etmek zorundaydı.

Ancak püriten Ravenna şehrinin asla affedemeyeceği günahlar bambaşkaydı. Bu günahlarıysa imparatorluk tacını başına taktıktan sonra işlemişti, Theodora’nın hatası yüzünden Hıristiyan Bizans İmparatorluğu;
kürtaj hakkının olduğu,
zinanın ölümle cezalandırılmadığı,
kadınların mirs hakkının olduğu,
kadının boşanmasının öyle gerçekleşmesi imkânsız bir hayal olmadığı
ve soylu Hıristiyanların alt sınıflardan ya da başka dinlerden kadınlarla evlenmelerinin yasaklanmadığı dünyada ilk yer oldu.


Hangi topraklarda yaşıyoruz şimdi biz?
Old 02-01-2013, 14:46   #12
ersintoker

 
Varsayılan Cinnet cinnet dedikleri...

Bir anne, çocuklarını neden öldürür?,, nefret duygularını ayaklandırmadan,,, nasıl anlaşılabilir bu durum?,,, bir anne nasıl kıyar yavrularına? Kim anlar ve kim dinler ki onu,,, önce savcıya ve sonrasında avukatına anlattıkları,,, daha ilk anda ağzından dökülüveren,,, “ben nasıl yaptım bunu?”dan başka neler olabilir?

Kadınlar var,,, istemeden evlendirilen,,, ya da farkına varamadan gençliğinin, bir erkeğin kurtkapanına kaptırıveren kendini,,, cehenneme dönüvermiştir hayat onun için,,, şiddetin binibirparadır,,, cinselliği zorakiliğin pençesinde her defasında onarılmaz yaralar açmaktadır benliğinde,,,ki farkına bile varamaz içinde kıpırdanan bir şeyin canlandığının,,, sonra aylar geçip de karnıburnuna dayandığında bir an önce kurtulmak ister ondan,,, kurtulmak istediği kanıyla canıyla beslediği kendisinin bir parçasından çok,,, erkeğin zorla içinde yeşerttiği onun bir varlığıdır,,, yabancılaşmak kendine değil, ona karşıdır işte,,, dünyaya gelen çocuğa hep bu gözle bakar,,, onda kendi işkencecisini görür,,, sonra yavaş yavaş alışır, pışpışlar, emzirir, büyütür onu,,, sakınır gözünden,,, sahiplenir,,, ancak evdeki cehennemin ateşi bir türlü düşmez,,, belki ikinci bir çocuğa yolculuk başlar,,, aynı süreç silbaştan yaşanır yeniden,,, çıkmaz sokaklar içinde kaçıp gidilesi bir yol arar kadın,,, nereye olursa oraya,,, hayata yeniden bağlanmanın değil,,, onunla bağını kesmesinin ruh halidir bu,,, yolculuğa yalnız çıkmak istemez ama,,, o gittiğinde ne olacaktır çocukların hali?,, en iyisi onları da yanına almaktır,,, cehennemin kapıları “cinnet”le açılacaktır artık,,, sonsuza dek…

Şiddetin karşısındaki duvara çarpıp geri dönmesindeki hedef her zaman onun kaynağı olmaz işte,,, hedefin şaştığı saptaması da pek anlaşılır bir şey değildir,,, suya atılan taşın halka halka yayılmasıdır bu bir bakıma,,, kendini sirayet ettiği herkeste farklı derecelerde yeniden yaratmaların pusuya yatmış halidir…

Çocuklarını öldüren de,,, ve yarıyolda kaldığında, “ben nasıl yaptım bunu” diyen de aynı kadın değil midir?
Old 18-01-2013, 15:27   #13
ersintoker

 
Varsayılan Kim unutabilir sevgilim...

Yarın 19 ocak,,, Hırant Dink’in katledilişinin altıncı yıldönümü,,, Rakel’in eşinden ayrılışının belki altmışaltıncı yıldönümü,,, ve işte onu, yüzbinlerin uğurladığı gün Rakel Dink’in eşine,,, sevgilisine,,, son seslenişi:

“Ah Sevgilim!

Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarım, ailem ve sizler, çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor, kederli bir sevinç yaşatıyor. İncil’den Yuhanna 15:13’te 'Hiç kimsede, insanın dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur' der.

Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, ailemizin büyüğünü, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine, soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık, saygısızlık vermeden, sloganlar atmadan, pankartlar açmadan, sessiz bir saygı yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlikle büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır.
Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.

Kardeşlerim, onun doğruluğa olan sevgisi, şeffaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki 'O büyük bir adamdı'. Size sorarım, o büyük mü doğdu? Hayır. O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi, o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden, fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup, gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı.
İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı yaptıkları büyük yapar. Evet, o büyük oldu. Çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz, sessizce büyük konuştunuz. Siz de büyüksünüz. Bugünle kalmayın, bu kadarla yetinmeyin.
O bugün Türkiye’de milat yaptı. Sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, onunla yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi.

Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek, Hrantlara inanarak olur. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşısındakini kendin gibi görerek, kendin gibi sayarak olur.
Ah kardeşler, Hisus’un yardımıyla ev cennetinden ayırdılar. Göksel ve ebedi cennete kanat açtırdılar. Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete. Biz de geleceğiz sevgilim. Biz de geleceğiz o eşsiz cennete. Oraya yalnız ve yalnız sevgi girer. İnsanların ve meleklerin dillerinden üstün olan, peygamberlikten üstün olan, bütün sırları bilmekten üstün olan, dağları yerinden oynatacak imandan üstün olan, varını yoğunu sadaka vermekten üstün olan, bedenini yakılmaya teslim etmekten üstün olan, yalnız ve yalnız sevgi girecek o cennete.
Orada gerçek sevgi ile bir arada ebedice yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan sevgi, kimsenin malında gözü olmayan sevgi, kimseyi öldürmeyen, kimseyi aşağılamayan sevgi, kardeşini kendinden üstün tutan sevgi, kendi hakkından vazgeçen sevgi, kin tutmayan sevgi, bağışlayan sevgi, kardeşinin hakkını savunan sevgi, Mesih’te bulunan sevgi, bize dökülmüş olan sevgi.

Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevkü sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz.

Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisus’a borçluyum sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim.
Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın, burada seni uğurlayanlardan ayrıldın. Kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın.”
Old 05-02-2013, 21:20   #14
ersintoker

 
Varsayılan Aileye mahsus

Sierra’yı katletti ya yine bizim erkek ellerimiz,,, ürkünç ağızlar boşalıverdi ortalığa Amerika’dan da,,, Türkiye’den de tabii daha çok,,, “ne işi varmış kadın başına yalnız yolculuklarda,,,” “eşi ve çocukları da varmış hele,,,” ailesinden ayrılanı kurt kaparmış hemencecik yani,,, kutsal aile nasıl da bir sığınaksa!,, oysa kollar en acımasızca onun içinde kırılıveriyor da kimselerin haberi yok sanki,,, “kol kırılır yen içinde kalır” misali,,, buradaki “yen”den kasıt “aile” oldu çoktandır… aileyi korur ve kollarız o yüzden, elbirliğiyle her yerde ve her zamanda,,, ona özel yerler ayırırız kamusal boşanmışlıkta…

Var hâlâ Anadolu’da böyle yerler,,, belki çokça değil ama büyük kentlerde de,,, aile mekânları, yani,,, “aileye mahsustur”,,, “ aile çay bahçesi” vb…

Dört beş yıl öncesiydi Urfa’ya düşmüştü yolum sabahın erken vakti,,, Balıklı göle uzanıp, ordaki çay bahçelerinden birinde,,, sakin masalardan birine kurulup kitabımı çıkardım, okumaya başlayacaktım ki garson bitiverdi yanımda,,, sevindim, bir çay, dedim,,, şey, dedi burası aileye mahsus da,,, sizi şu tarafa alsak,,, gösterdiği yeri beğenmedim,,, üstelik henüz benden başka kimsecikler de yoktu görünürde,,, kabullenmeden suyuna gitmek için, “gelecek” dedim,,, peki deyip uzaklaştı,,, neyse, çayımı getirdi, bir daha da “nerde kaldı yenge?” filan diye sormadı,,, belki aramız biraz açıktı da son anda gelmekten vazgeçti yengehanım diye düşünmüştür…
Daha eski yıllarda da yollar Malatya’ya düşürmüştü bir defasında,,, şehrin tek sinemasına gittim bir akşam,,, gişeden bilet alıp içeri girince, bana verilen yerin, salonun sağ tarafında silme erkek izleyici arasında olduğunu anlayıverdim,,, sol tarafımızdaki blokta “aileler” oturmaktaydı…
Bursa’daki öğrencilik yıllarımda,,, sınav zamanı olan yaz aylarında havalar çok sıcaktı,,, kendimizi dışarı atar Kültürpark’taki geniş ağaçlıklı çay bahçelerine giderdik ders çalışmaya,,, orada da ön taraftaki masalar aileye mahsustu,,, neyse yanımızda kız arkadaşlarımız olduğu için biz de aileden sayılıp, o bölüme rahatça kurulurduk da sorun çıkmazdı…

Yakın zamanlara dek oteller, aileden olmayan çiftleri aynı odaya almazlardı,,, sonraları turizmin, konukseverliği paraya havale edivermeye başlamasıyla, güneydeki otellerden başlayarak kırılıverdi bu anlayış,,, ama hâlâ öğretmenevlerinde aile bağını kimlikleriyle beyan edemeyenleri almıyorlar aynı odaya… Kanbağı gerekiyor aileden sayılmak için ya da devletin gözetiminde nikahınız kıyılmış olmalı,,,

Sierra’yı katletti ya yine bizim erkek ellerimiz,,, ürkünç ağızlar boşalıverdi ortalığa Amerika’dan da,,, Türkiye’den de tabii daha çok,,, “ne işi varmış kadın başına yalnız yolculuklarda,,,” “eşi ve çocukları da varmış hele,,,” ailesinden ayrılanı kurt kaparmış hemencecik,,, hele başlarında kırmızı şapkaları da varsa!
Old 22-02-2013, 14:48   #15
ersintoker

 
Varsayılan Sierra'yı asıl öldürenler kim?

Sierra ortadan kaybolur kaybolmaz,,, neler oldu?

Birinci gün: Bilgisayarına otopsi yapıldı önce,,, Sierra kimlerle,,, neler konuşmuştu,,,
İkinci gün: Sierra'nın daha Türkiye’ye gelmeden İstanbul'dan bir erkekle yazıştığı ortaya çıktı,,, fotoğrafçıymış,,,
Üçüncü gün: o fotoğrafçının ifadeleri saçıldı ortalığa,,,
Dördüncü gün: Biz Sierra’yla önce yazışmıştık da,,,
Beşinci gün: sonra buluşmuştuk da,,,
Altıncı gün: Hatta bir barda konuşmuştuk da,,, sonra da,,,

Bunların üzerine namusbekçilerinden görüşler çıkageldi,,, Hem Amerika’dan hem Türkiye’den,,, “gördün mü bak, hep erkeklerle, yazışmış da,,, konuşmuş da,, buluşmuş da,,, hatta,,,? ne işi varmış canım iki çocuk annesi bir kadının tek başına Türkiyelerde,,, hıı,,, ne arıyormuş ki? Hıı,,,”

Yedinci gün: Mobese kafaların kayıtları çıktı ortaya,,,
Sekizinci gün: “Sierra, İstiklal caddesinde yürürken,,,”
Dokuzuncu gün: “Sierra bir büfeden su alırken,,,”
Onuncu gün: “Sierra, fastfood restoranda yemek yerken,,, sonra orda wc’ye girerken,,,”
On birinci gün: “Sierra Galata köprüsünde,,,”
On ikinci gün: “Sierra Eminönü’nde,,, üzerinde hep aynı kahverengi mont var,,,”

On üçüncü gün: “Sierra’nın ölüsü bulundu…”

Oysa Sierra ortadan kaybolduğu on iki gün içinde,,, her gün öldürülmüştü,,, bilgisayar, telefonlar ve mobese kafaların kayıtlarıyla…
Old 23-05-2013, 16:33   #16
ersintoker

 
Varsayılan Kızılaboyalıydı saçları (!)

Kapıyı kapatıp içeri girdiğinde,,, salondan gelen duvar saatinin tiktak sesleri karşıladı onu,,, sessizliğin içine yalnızlığın sokulması gibi bir şeydi bu,,, doğruca yatak odasına gitti,,, kendi evini kurduğunda özenle alıp yatak odasının duvarına astığı çerçevesi yaldızlı boyaynasının karşısına geçti,,, soyundu,,, omuzlarına dökülmüş kızılaboyalı saçlarıydı gördüğü sadece,,, uzun uzun seyretti onları,,, elleriyle yanlarından arkasına doğru toplayıp bir de öyle baktı,,, başını hafifçe yana çevirdi boynunun arka tarafındaki iri ben, hâlâ yerinde duruyordu,,, gülümsedi,,, artık hayatta olmayan eşinin dudaklarını hisseder gibi oldu orada,,, bir ürperti geldi geçti,,, sonra yatağına uzandı,,, uyumak için değil ama,,, gece saçlarıyla sevişmenin doygunluğunda geçti,,, her susadığında aynanın karşısında buldu kendini,,, yatak odasının ışıkları o gece hiç sönmemişti…

Sabah,,, ışıkları kapattığında havanın karardığını fark etti,,, çantasından çıkardığı başörtüsünü çıkarıp taktı,,, gözleri kapalıydı,,, apartman koridoruna çıktığında bir kez daha dönüp açık kapıdan evinin derinliklerine doğru baktı,,, sonra karşı dairenin kapısını çaldı,,, onu üzerinde geceliğiyle karşılayan yaşlı kadın gülümsedi,,, “bak,” dedi “ne de yakışmış,,, rabbim böyle güzel kılmış seni”,,, elini öpülmek üzere uzattı,,, akşamdan kalma eskimiş kolonya kokusunda, kendi babaannesini hatırladı,,, sonra sokaklarda koşup oynadığı çocukluğunu,,, yürek çarpıntılarında başını döndüren gençlik yıllarını,,, ilk aşkını hatırladı, hiç konuşmadan bakışmalarını,,, mektuplarla dokunmuş ve eldeğmemiş saflığıyla yaşanmışlığını,,, ve onun, hiç unutulmamak üzere saklanmış adını… evlilik yılları iyiydi başlangıçta,,, sevilmeler içindeydi,,, sonra her şey nasıl olduysa bir alışkanlıklar silsilesi haline dönüşüvermişti,,, onun ölümü gelip yüzüne çarptığında,,, yeni alışkanlıklar edinmek için çok geç olduğunu düşünmüş,,, ve yalnızlığın kuytuluğunda yeni bir hayatın yolculuğuna bırakıvermişti kendini,,, bir köşede biriktirdiği parayla gezmelerde oyalanmak iyi geliyordu önceleri,,, sonra bu küçük apartman dairesine sığınmak zorunda kaldı,,, eski arkadaşlarıyla zaman içinde görüşmez olmuştu,,, özellikle evli olanlar nedense daha bir uzak duruyorlardı ona,,, bu evi sevmişti,,, yeni bir sığınaktı onun için,,, ne var ki komşular bir türlü yaklaşmıyorlardı,,, her karşılaştıklarında o selam vermek istese, aldığı karşılık hep yarım ağızla oluyordu,,, günün birinde kapı komşusu yaşlı kadın,,, “örtün kızım” deyiverdiğinde,,, her şey anlaşılır oluvermişti,,, o zaman farkına vardı ve hatırladı,,, diğerlerinin de örtülü olduğunu,,, oysa hiç önem vermezdi buna,,, herkes insan,,, her kadın dosttu onun için,,, komşuları onu kabul edip aralarına alacaklardı artık,,, o güne dek hiç çalınmayan kapısından içeri girip konukluğa geleceklerdi…


Sokağa çıktığında yağmur yağıyordu,,, şemsiyesini açmadan yürüdü,,, bir bakkal dükkânının tentesi altında durup telefonunu çıkardı,,, kayıtlı numaralar akıp gitti gözlerinin önünden,,, içlerinden biri bir süre ekranda kalakaldı,,, telefonu kapatıp çantasına koydu sonra,,, yağmur sularını sıçratarak gelip geçen otomobillere aldırmadan yola attı kendini,,, köşedeki fırının önünde sarılı yeşilli şemsiyesi altında gülümseyen çiçekçi kadına o da güldü,,, kırmızı çiçeklerden bir demet aldı, ayrıldı,,, sonra dönüp seslendi,,, “adı ne bu çiçeklerin?”,,, “açelya abla!”,,, gülüştüler yine,,, yağmur hafiflemiş, ılık bir rüzgâr çıkmıştı şimdi,,, “açacak” diye geçirdi içinden “güneş açacak”,,, “birazdan…”
Old 17-09-2013, 15:23   #17
ersintoker

 
Varsayılan Suskunluk

“Anne niye içerde yattın sen dün gece, ışıkları da söndürmemişsin”,,, topuklularını güvenle yere vurarak yürüyen genç kadın, annesini uyandırmış, telefonda “halini sorar” gibiydi,,, “Osman, annenle aranızda bir şey mi geçti diye sordu, az önce telefonda, rahatsızsa doktora götürsen bari, dedi,,, neyin var anne”,,, annenin bir şeyi yoktu, sanırım,,, ama kızının evindeyken, huzursuz hissediyor kendini olmalıydı,,,öyle olunca da, ufacık bir nedenden alınıvermiş olmalıydı…


Böyle durumlarda ne yaparız, hani en yakınımız olsa da karşımızdaki, sözle ya da davranışla bir şeyler dokunduğunu hissedersek bize, hemen çekeriz kendimizi, yüzümüzün ifadesi değişir,,, bu da yetmez protestolar çıkarır bayrak çekeriz içimizden,,, böyle durumlarda, tartışan hatta kavga çıkaranlar da var,,, onları bir kenara koyup geçelim şimdilik,,, kaldı ki bu da çare olmaz çoğu zaman,,, ve bir süre sonra onlar da protesto tavırları geliştirmekte gecikmezler,,, ama bu herhalde aradaki ilişkiyi sona erdirmeye- hadi bir adım geri düşelim de tadını kaçırmaya diyelim- doğru çıkılmış bir yolculuk halinde tezahür eder daha çok,,, konuşmanın, tartışmanın anlamı kalmamıştır,,, suskunluğa yazılacaktır dilekçeler artık,,, insan insanı yorduğunda, dinlenmenin ve huzura kavuşmanın yol ayrımında verilen molanın buruk tadı kendini hissettirir,,, gidilecek yer ya kendi derinliklerindir,,, ya da bir başkasının…
Old 25-10-2013, 11:33   #18
ersintoker

 
Varsayılan Anafor

Milliyet gazetesinin internet sitesindeki haber şöyle başlıyor:
Skandal sitedeki ilanlar kan donduruyor
Türkiye, bebeğini ölüme terk eden annenin travmasını yaşarken yeni şok... Evlilik dışı çocuklarını başından atmak isteyen kadınlar evlatlikarayanlar.com adlı site kurdu. Skandal sitedeki ilanlar kan donduruyor: 20 güne doğacak kızımdan kurtulmak istiyorum...”

Tabii bu haber, geçen hafta Gölcük'te yaşanan olay üzerine gidilerek yapılmış,,, haberi yapan arayıp tarayıp, söz konusu siteyi bulmuş ve sansasyonel haberi patlatıvermiş,,, ne demeli!

O anlatmıştı,,, gözlerini gözlerime dikip,,, karşısındaki ben değildim muhtemelen,,, berberin taşıyamadığı sırrını Midas’ın, üzerinden atıp boşalıverdiği derin kuyuydu…
Meşruydu ilişkisi,,, yasalar karşısında da kutsal toplum karşısında da,,, neler olduysa olmuş,,, sevgi çemberinden çıkıvermişlerdi,,, ister sistemin bir karabasan gibi insanların üzerine çöktüğü dönemin arızalarından biri olsun,,, ister iki insan arasında akıp giden suların çarptığı kayaların ardında horlayan anaforlardan biri,,, anlaşamıyorlardı artık,,, erkek, her fırsatta şiddet uygular olmuştu kadına,,, küçücük bahaneler tekme tokat olup yağmaya başlamıştı,,, sevişmeler tek taraflı şiddetin arzusunda parçalıyordu kadının benliğini,,, ve günün birinde kar yağar gibi içine yağmıştı yeni bir hayat onun,,, hiç istemediği…

Hikâyenin bundan sonrası, “çok sansasyonel” değil,,, o yüzden değil ama yine de saklı kalsın…

Suyun üzerinde gezinirken ahkâm kesmek kolay,,, arada bir dalmak gerek derinliklere,,, bu herkesten önce kendisine iyi gelir insanın…
Old 13-11-2013, 17:00   #19
ersintoker

 
Varsayılan Pencereden

Kadın pencereden bakıyor daha çok,,, perdesi hep yarıaçıkta bırakılmış,,, saçlarını boyamaktan da vazgeçti epeydir,,, yolunu gözlemiyor ya artık kimsenin,,, sadece iki apartman arasındaki boşluktan denize bakıyor,,, denizden gemiler daha az geçiyor,,, farkında bunun,,, oraya perde çekmeye gerek yok şimdilik,,, öyle düşünüyor, her gece kendini çekerken kendine,,, çiçek saksılarını pencere denizliğinden alıp, balkona taşıması sadece, kedileri rahatça görebilmek içindi,,, ama son günlerde pencereden yiyecek atmıyor onlara,,, her sabah, henüz üzerini giyinmeye zaman vermeden, kahverengi uykututmaz sabahlığını geçirip üstüne sokağa iniyor,,, sahibi, öylece orada bırakıp kaçmış uzunca bir duvarın önünde bekliyor kediler onu şimdi, sessiz bir anlaşma var aralarında…

Kadın pencereden bakıyor daha çok ve gökyüzüne zaman zaman,,, yeni ay doğduğunda tarihi yarımadanın ucundan,,, günün ışığı sönüp de geceye aydınlanmadan önce ve düşünmüyor artık,,, içinden şiirler de geçirmiyor,,,
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım / Bana dönesin diye bir bir kapattım / Şimdi otobüs gelir biner gideriz” diyen Turgut Uyar’ı hatırlamıyor bile…
Old 10-12-2013, 17:43   #20
ersintoker

 
Varsayılan Bankta...

İskele meydanındaki banklardan birinde görmüştüm onu ilk kez, güleç yüzlü ve sağlıklı bir görünüşü vardı,,, yanındaki büyükçe bir çekçekvaliz ve naylon torba dikkatimi çekmişti,,, yola gidecek sandım,,, meğer öyle değilmiş,,, aynı yerde değişik zamanlarda da rastlayınca anladım bunu,,, o bank ya da ötekisi,,, her neyse, onun ikametgahıydı,,, ama sadece gündüzleri,,, çünkü geceleri yoktu…

Her defasında elinde bir dergi ya da kitap olurdu,,, yüksek sesle okurdu,,, bir gün yanından geçerken yavaşlayıp kulak misafiri oldum,,, sözcükleri tersinden seslendiriyordu, anlayamadım,,, kırmızı yanaklarının üzerinden gözlerini kaldırıp bana güldü,,, değilmiş,,, ben öyle sanmışım,,, karşılık gülümsemem havada asılı kalakaldı,,, dikkatimi çeken bir durum da sürekli kilo almasıydı,,, onu görmelerimin arası açıldığı zamanlarda fark ediyordum bunu,,, bir bakıma iyiydi,,, havalar soğumaya başlamıştı çünkü,,, üzerindeki kaban yeterli olmayabilirdi…

Bazen kendimi kaptırır karşısında bakakalırdım,,, nasılsa umurunda değilim ya,,, öyle olmadı bir defasında,,, “olmaz ki Nurettin bey” deyiverdi,,, gözlerini gözlerime dikerek,,, hemen arkamı dönüp, uzaklaşmak istedim oradan,,, “size diyorum Nurettin bey” diye seslendi,,, başımı çevirip baktım,,, gözleri üzerimdeydi,,, elini yukarıdan aşağıya doğru bir yay gibi indirdi, “çok şımartıyorsunuz onları,,,” ona doğru bir iki adım attım, anlayamadım dedim cılız bir sesle,,, “kedileri” diye devam etti,,, “çok şımartıyorsunuz ama,,,” yanına iyice yaklaşmıştım,,, bana bakıyor ama Nurettin beyle konuşuyordu,,, çaresiz ayrıldım, son vapur da kalkmak üzereydi zaten…

Ertesi gün işten çıkar çıkmaz, oyalanmadan iskele meydanına gittim,,, onunla iletişim kurmaya kararlıydım,,, bunun için Nurettin bey olmaya bile hazırdım,,, yoktu,,, boş banklardan birine oturup bekledim,,, gelmedi,,, hava karardı, son vapur son yolcularını alıp gitti,,, aynı köşeyi parsellemiş simitçiye sordum,,, “sabah geldiğimde uyuyordu şu bankta” diye eliyle gösterdi,,, “uyanmadı sonra, son uykusuymuş,,, haber verdik ambulans geldi, alıp götürdü”,,, öylece kalakalmıştım,,, “yakını mısınız, sorarlar belki,,, adınız neydi?”,,, simitçinin ilgilenmesine şaşırmıştım,,, Nurettin dedim,,, sorarlarsa Nurettin, dersin…
Old 08-01-2014, 15:18   #21
ersintoker

 
Varsayılan Bimala

Anayasa mahkemesi kararı çıktı, oybirliğiyle,,, kadın, artık evlendiğinde sadece kendi soyadını kullanabilecek,,, kendi soyadı mı,,, yoksa babasından, yine bir erkekten aldığı soyadı mı,,, bana göre “kadının adı” değil, soyadı yok aslında,,, ta, soyları ana tarafından anılan Likyalı kadınlardan bu yana,,, belki de Kybele’den beri…

“Soy” nedir diye baktım,,, bir hayalkırıklığı,,, her zaman TDK’ya yeğlediğim Dil Derneği’nden,,, “soy”un karşılığında şunları yazmış,,, “Bir atadan gelen kimselerin topluluğu”, “Sülale”, “Ecdat: Hükümdar soyu.” Bir tümcede kullanma adına bu sonuncu örnek ki,,, tüy dikmenin dik alâsı: “Bu soydan şimdiye kadar öyle ‘adam’ çıkmadı.”,,, belki kadın çıkmıştır???

“Kadının adı” değil, soyadı yok dedim ya,,, haksızlık yaptım bazılarına,,, biliyorum gerçekten adı olmayanlar var,,, yani var bir adları da kendilerinin değil,,, ya da adları kendileri değil, bir başkası,,, çoğu kez de kardeş,,, kendinden önce doğmuş ve sonra yaşama veda etmiş,,, arkalarında bir kimlik bırakmışlar,,, yeni doğan için yenisine ne gerek var, yeni bir ad önemli mi çok,,, hem git nüfus idaresine uğraş,,, boşuna zahmet,,, elde hazır olan kimliği al giydir üzerine,,, ne de olsa zaman konfeksiyon zamanı şimdi,,, ne fark eder,,, üstelik büyüyüp yaşı ilerleyince itiraf da ederler bunu,,, “bu senin değil, kardeşinin adıydı, ölünce senin oldu”,,,

o zaman soğur gidersin adından,,, boşlukta, adsız sansız biri gibi hissedersin kendini,,, sonra toparlar, yeni bir ad bulursun kendine,,, hiç olmazsa senin seçtiğindir,,, ama sadece yakınlarına söyleyebilirsin bunu,,, ötekiler hep ilk adınla tanımış olacaklardır seni, bütün resmi, gayrıresmi kayıtlar da öyle,,, ölmüş kardeşinin adıyla,,, sonra şehre bir film gelir, kalkar ona gidersin “Gökyüzünde bir ayna”dır adı,,, Katmadu’nun hep bilinen gizemli ve çekici dünyasında değil, sefalet çemberinin içinde Bimala çıkar karşına,,, erkek kardeşi dünyaya geldikten sonra kimse adını anmamıştır bu küçük kadının ve bu yüzden unutmuştur adını,,, o günden sonra ilk defa, kendi yüzünün resmini çizdiğinde öğretmenin verdiği beyaz kağıda, hatırlar ancak,,, “Bimala” olduğunu…
Old 06-02-2014, 16:36   #22
ersintoker

 
Varsayılan Bağırmak geliyor içinden...

Sabahları canı yataktan kalkmak istemiyor,,, miskinliğinden değil,,, kendi kendini götürüp teslim ettiği için her gün,,, yine de güç bela giyinip sokağa atıyor kendini,,, çaresiz çünkü,,, otobüse, dolmuşa binmek istemiyor,,, yürüyor,,, kendisini geri geri götüren adımları üzerinde,,, kestirmeyi değil, en dolambaçlı yolları tercih ediyor,,, ilgisini çeken ne varsa durup biraz oyalanıyor,,, market ve kafelerden başka dükkân da yok ki, büyük şehrin bu uzak ilçesinin bu köşesinde,,, vitrinlere baksın,,, ağaçların yüksek ve kurumuş dallarına, orada topluca cıvıldaşan sığırcıklara kaldırıyor başını,,, duvar diplerine sinmiş kedileri okşuyor,,, annelerinin elinden tutmuş okula giden karşı kaldırımdaki çocuklara bakışında, hep bir burukluk var,,, istemiyor ki eşi, ne yapsın,,, yürüyor işte öyle…

Ne kadar geri giderse gitsin ayakları,,, sonunda o meşum, çirkin, karabasan kılıklı yerel yönetim yapısının önünde buluveriyor kendini,,, daha kapıdaki güvenlikçiden başlıyor sorgulayıcı bakışlar,,, oda arkadaşları, yarımağızla karşılık veriyorlar günaydınına,,, laf çarpmalar için akşamdan kalma haberlere gelmesi gerek sıranın,,, o ise biriktirdiklerini, sık sık kaçtığı lavaboya tükürüp rahatlamaya çalışacak,,, şef var, müdür var daha,,, ya başkan, en fenası da o,,, onu odalarına çağırdıklarında buz gibi terler içinde buluyor kendini…

İşi olan insanlar gelsin istiyor,,, her gün daha fazlası,,, onlarla ilgilenirken unutuyor her şeyi,,, hem zaman daha hızlı geçiyor böylece,,, arada bir iki satır laf ettikleri de var,,, iş üzerinden, havadan, sudan da olsa yüzünü yıkamak gibi geliyor bunlar ona…

Akşam olup da kaçınca o meyus yapıdan, atınca kendini dışarı,,, içindekileri anadilinden bağırıyor, ıssız bir yola, bazen sahile kaçarak,,, küfür etmesini, bu zamanlarda öğrenmişti,,,, yerlere tükürmeyi yediremediğinden kendine…
Old 26-02-2014, 15:40   #23
ersintoker

 
Varsayılan Yabancı bir üzüntü

Bir sabah gazetelerde haber olmuş,,, öldürülmüş çünkü,,, yoksa olmazdı,,, tanıdık geliyor adı ve yüzü,,, bir hatırada canlanıveriyor,,, ne hissedersin?
Uzaklarından kırılan bir dalın acısı,,, örtülü bir üzüntü,,, ama çok gençti daha,,, nasıl olabilir,,, daha çok sorular gelir üstüne,,, anlasan ne olacak ki,,, merak mı,,, hayır, daha çok ortak tanıdığın üzerinden,,, onun adına bir parça da olsa üstlenilen gözyaşından yoksun, yabancı bir üzüntü işte,,, onun gözleri ağlayacak ve yüreği şimdi uzak bir ülkede ve uzaklaşıp gittiğin çoktan,,, bunu anlaman kolay değil,,, iyisi mi hiç zorlama kendini…

Bir erkek öldürmüş onu,,, hukuksal akrabalığın yakınlarından,,, sorumlusu kılmış onu, kendi içine düşürüldüğü durumun,,, sözleri, ikna edici düşünceleri ve davranışları bitivermiş anlaşılan ya da hiç yokmuş ki bunlar,,, çekip silahını vurmuş, öldüresiye…

Erkekler öldürüyor kadınları,,, kendi içlerindeki erkekle hesaplaşıp, öldüremediklerinden onu…

Yıllar önce bir dostluk masasında tanımışsın onu,,, sözler unutulmuş, zaman unutulmuş, sadece o anın hatırası kalmış demek belleğinin tozlu raflarında,,, o gazete haberinde yankısını bulan,,, hepsi o kadar…
Old 11-03-2014, 16:08   #24
ersintoker

 
Varsayılan Mahkeme kapısında

Kolay değildi sana zulmeden “eş”inden kurtulmaya çalışmak,,, kolay değildi, yapma etme diyenlerin arasından sıyrılıvermek,,, kolay değildi kendini içinden çıkarıp hayata başını uzatıvermek,,, kolay değildi mahkeme kapılarına gidip gelmek ve aşağılanan bakışlara hedef olmak her defasında,,, kolay değildi…

Sen zor olanı seçtin, boşanmaya kalkıştın yani “eş”inden,,, ama sadece o yoktu ki karşında,,, feodal zamanların artığı namus bekçileri vardı,,, içinden çıkardığın,,, belki elini öpmek için ya da öper gibi yapmak için sokulan, koynunda beslediğin vardı,,, devletin resmi koruması da yetmedi engel olmaya,,, o kadar yakındın ki,,, hayata ve ölüme,,, ah geçebilseydin bıçağın sırtından düşebilmeden eğer,,, değerdi başın belki göğe,,, olmadı ama…

Kolay değildi sana zulmedene başkaldırmak,,, çünkü bir tek o yok ki karşında,,, binyılların tortusunu taşıyan zihinlerinde namusa prangalı bir toplumun erkekleri var,,, ama yine de,,, başkaldırmanın güzelliği ışıyor bedeninde…
Old 04-04-2014, 15:53   #25
ersintoker

 
Varsayılan İtiraf

Nasıl değiştin,,, zamanla nasıl tutsak ettin beni kendine,,, gözaltıların en acımasızıyla bağladın elimi kolumu,,, içinde pusu kurmuş canavarı çıkarıp üstüme saldın,,, utanmazca, her akşam yaklaşırken yanıma hep sorular yanan gözlerinle bakmıyor musun bana,,, bıktım artık,,, nefret ediyorum senden,,, sonra indiriyorum gözkapaklarımı üzerine,,, sana dair ne varsa, bana bulaştığın, bulaştırdığın her yerin her şeyin üzerine,,, seni yok edip kendimi varettiğim bir dünyaya açılıyorum,,, sen anlayamazsın, kimse anlayamaz belki ama,,, hayal değil, rüya değil bu,,, usulca araladığım kapının koluna değdirdiğim anda içim ürperiyor, bilinen ve yaşanan heyecanlardan çok farklı bir şey,,, sonra tanımlanamaz, anlatılamaz sanki, bir yerde buluyorum kendimi,,, mavi çayırları hatırlıyorum,,, bir ağaç, gövdesi buzdan ışıl ışıl,,, kollarını bana doğru açmış iri dallarından birinde ibrişim kanatlı bir salıncak,,, sonra o geliyor,,, tanıyorum onu, ta çocukluğumdan,,, hatta lise yıllarımdan çıkıp da,,, ürperiyorum,,, yüzünde, unutamadığım o gülümsemesi,,, biraz çekingen, yanaklarında pembemsi bir çağrı,,, ama içinde hoyrat bir fırtınayı sakladığını biliyorum ben,,, ellerini arıyor gözlerim,,, iri kemikli, geniş ayalı, ince uzun parmaklarıyla açılmış bir yumruk gibi sert,,, çağırıyor,,, çağırıyorum,,, kollarım dolanıyor bedenine,,, nefesi kulağımda fısıldıyor adımı,,, ah diyorum ah,,, işte hep bu anı beklemiştim,,, salıncak,,, bir kucak gibi çekiyor kendine bizi,,, işte o anda…

Sen aldanıyorsun,,, aldatıyorum seni,,, anlıyor musun,,, işte tam o anda!
Old 30-05-2014, 13:15   #26
ersintoker

 
Varsayılan Başka kareler...

Akşam vapuru,,, mayısta temmuz sıcağı bunaltıyor,,, en üstteki güverte revaçta bu yüzden,,, püfür püfür Boğaz rüzgârı iyi geliyor,,, adam geldi, etekleri kısa, bacakları çorapsız kadının çapraz karşısına oturdu,,, arada yol var sadece,,, beyaz, büyükçe telefonunu çıkardı, bir süre oynadı,,, sonra, kadının olduğu yöne çevirip fotoğraflar çekmeye başladı,,, yüzüne baktım, teninde eski yanıkların izi vardı kızıl saçlının, arada bir telefonuyla gözleri yer değiştiriyordu,,, sapık mıydı?


Birkaç yıl öncesiydi,,, yine bir akşam vapurunda,,, bu kez yeni vapurlardan birinin üst salonundaydım, pencere kenarında,,, bir genç kadın gelip oturmuştu karşıma,,, arada masa var,,, bir genç çocuk gelip benim tarafıma oturdu, onbeşinde ya var ya yok,,, vapur hareket etti gidiyoruz,,, bir baktım çocuk bana doğru yaklaşmış,,, elindeki telefonu masanın altına doğru uzatmış, başı yerde,,, telefonda kırmızı ışık yanıyor sürekli,,, ne yapıyorsun sen, dedim,,, bir şey yapmıyorum deyip, çekildi telefonuyla birlikte kanepenin öteki ucuna…


Kadınların ikisinde de tepki yoktu,,, fark etmemişlerdi sanırım,,, kimbilir nerelere dalmış, kimleri geçiriyorlardı zihinlerinden…


Vapur iskeleye yanaştı,,, önce kadın kalktı yerinden,,, bir süre sonra da adam,,, yolları ayrıydı,,, kadının adamdan hiç haberi yoktu,,, adamın telefonunda ise Haydarpaşa doklarının, mendireğin fotoğraflarının yanı sıra başka kareler de vardı.
Old 13-06-2014, 14:52   #27
ersintoker

 
Varsayılan Kına yak!

“Öğrencilerinize, kınanın gelin olacak kızın yeni evine bağlı kalacağını sembolize etmek üzere yakıldığını, gelinin evinin ve kocasının yoluna gerekirse kurban olacağının vurgulandığını söyleyiniz.” Pasifik Yayınlarına ait olan Sosyal Bilgiler Öğretmen Kılavuz Kitabı’nın ‘Adım Adım Türkiye’ başlıklı ünitesinde böyle yazıyormuş…

Oysa anneannemin özene bezene ellerine ve saçlarına yaktığı kınaları çok beğenir,,, günümüz kozmetik anlayışına bir alternatif gibi görürdüm,,, ne kadar masum muşum…

Çocukluğumda tanık olduğum kına yakma törenlerinde, neden acıklı türküler söylenerek gelinin ağlatılmaya çalışıldığını ise bir türlü anlayamamış,,, anne evinden ayrılıyor olmasına yormuştum hep,,, meğer öyle değilmiş,,, hayvanpazarından satın alınıp getirilen ve bahçenin bir köşesine bağlanan kurbanlık hayvanların üzerlerine sürülmüş kınayla aralarında hiç bağ kuramamıştım…

Bu toplumda kadınların öldürülmelerine buyruk çoktan çıkarılmış baksanıza,,, bir internet sitesine göre kına, “Türk inanç sistemine göre adanmış olmanın” işaretiymiş,,, yani “vatana kurban olsun” diye asker adayına, “Allaha kurban olsun” diye kurbanlık koçlara, “eşine kurban olsun” diye geline kına yakılırmış.

Şimdi anladım kınanın aslında bir ölüm işareti olduğunu,,, tıpkı Nazi Almanyasında Musevilerin evlerine ve Maraş’ta Alevilerin evlerine konan işaretler gibi…
Old 23-07-2014, 16:13   #28
ersintoker

 
Varsayılan Filistin'de bir çiçek bahçesi

Kadın Filistinli,,, kurak topraklardan ayırdığı küçük bahçesini el bombalarıyla donatmış,,, çünkü taştan çok onlar varmış her yerde,,, sokaklarda, boş arsalarda, evlerin duvarlarında, çatılarında,,, hatta unutulmuş odalarında bile,,, bir bir toplamış onları eteğine alıp getirmiş,,, bir avuç toprak koymuş içlerine, sonra çiçekler dikmiş,,, bir sabah ve bir akşam su vermiş onlara,,, önce toprak kanmış suya, sonra çiçeğin gövdesi...

Salazar’a başkaldıran Portekiz’in karanfilli devrimine Ortadoğuvari bir selam var, Filistinli bu kadının yaptığında,,, bombalar var demeye getirmiş, her birimizin kanayan yüreğinde,,, patladıkça tomurcuklar açar!



#ThePoeticMundane#MakeItBloomNotBoom
Old 20-08-2014, 21:08   #29
ersintoker

 
Varsayılan Kadın isterse...

Kadın sevmez,,, yanındaki erkeğin kavga çıkarmasını birileriyle,,, sokakta özellikle, bir restoranda, çay bahçesinde, kafede, barda, otobüste, vapurda, metroda, trafikte ya da istemez, olur olmaz nedenle dalaşmasını,,, tutar kolundan çeker alır bir kenara,,, eğer bunu başaramaz da ısrarla dalarsa kavgaya erkek, külahlar değişecektir az sonra,,, ama tatlı ama sert,,, bu yüzden ayrılanları biliyorum,,, kadındır bu yolu çizen…

Kadın barışçıdır,,,, olay anında kim haklı kim haksız sorgulamaz, onu sonraya bırakır,,, ilk yardımcı, sakinleştiricidir, yatıştırıcıdır, yaraları sarmasını, gönülleri iyileştirmesini bilir,,, aslında kaba saba gibi görünen pek çok erkek bir kadın varsa yanında çeki düzen verir kendine, birine hafifçe omuzu dokunsa, pardon der, en azından,,, yani böyle bir durum da var ama,,, sigortasının teli her daim atmaya hazırdır yine de…

Amaaaa,,, yeri geldiğinde savunmasını bilir yanındaki erkeği, kadın,,, iyi de yapar bunu,,, daha kapsayıcı, daha örgütleyici, daha isyancıdır da,,, onunki erkeğin fevri kabadayılığına benzemez,,, daha hesaplı kitaplı,,, daha ağırdan akıp, sonra patlayan suyun gücü gibidir,,, gerektiğinde yıkar geçer…

Beğenelim beğenmeyelim,,, eğer bir kadın asıl intifadayı ben başlatacağım diyorsa,,, öyledir…
Old 23-09-2014, 15:27   #30
ersintoker

 
Varsayılan Kadının beyanı

-Hep dövdü beni,,, evli kaldığımız üç yıl boyunca, hep dövdü…
-Neden döverdi sizi eşiniz?
-Bilmem unuttum,,, vardı mutlaka bir nedeni, unuttum ama,,, hem eşiniz demeyin lütfen,,, koca demenizi tercih ederim, öyleydi çünkü,,, eş değildi o, kocaydı işte…
-Peki, hiç kimseye anlatmadınız mı, ailenize, arkadaşlarınıza?
-Hayır, korkuyordum çünkü,,, bir şekilde haberi olur, ya da ne bileyim onlar müdahale etmeye kalkarlar diye,,, o zaman daha kötü davranırdı bana…
-Biliyorum bunu anlatmak zor ama…
-Yoo, sonraları anlattım zaten herkese, daha doğrusu yeni bir ilişkim olduktan sonra,,, sanki biraz olsun rahatlamış hissettim kendimi,,, döverdi işte,,, banyoya sokar, çırılçıplak soyar, kemeriyle döverdi, duşun altında,,, bazı geceler yataktan tekme yumruk aşağı atar, sonra gidip kapının arkasında dikilmemi isterdi sabaha dek…
-Nasıl bitti evliliğiniz?
-O bitirdi,,, bir arkadaşımla yatakta yakaladım bir gün onun evinde,,, ben böyle başladı biliyorum ama kocam benim hayal gördüğümü, zaten hep öyle olduğumu söylüyordu,,, uzun süre ben de inandım ona,,, ama bir gün arkadaşımla evleneceğini söyleyince anladım ancak gördüklerimin gerçek olduğunu,,, evet arkadaşımla evlenmek için benden ayrıldı…
-Daha önce psikolojik yardım aldınız mı?
-Evet, ayrıldıktan sonra,,, ilaç kullanıyorum hâlâ…
-Şu andaki şikayetiniz nedir?
-Doğrusu tam bilemiyorum,,, kavga ettik işte...
-O da mı dövdü sizi?
-Hatırlamıyorum,,, içmiştik, nasıl olduysa kavga etmişiz,,, sarhoştum, uyandığımda gözüm morarmıştı, boynumda parmak izleri vardı,,, ama onun da yüzünde yaralar vardı,,, önce ben vurmuşum ona,,, o kendini savunmuş…
-Bunu siz mi söylüyorsunuz yoksa o mu?
-Bilmiyorum, önce kimin söylediğini hatırlamıyorum,,, ikimiz de aynı işyerinde çalışıyoruz,,, çalışma arkadaşlarım, bu durumun kabul edilemez olduğunu söylediler,,, sana şiddet uygulandığı belli, gizlemeye çalışma diyorlar,,, düşünüyorum düşünüyorum bir çıkış yolu bulamıyorum,,, hem kadının beyanı esastır diyorlar hem de bana inanmıyorlar,,, kadının beyanı pozitif ise geçerlidir mi ne, öyle söylüyorlar,,, oysa ben onu seviyorum, kaybetmek istemiyorum,,, onunla geçmişime bir sünger çekip yeni bir hayat kurmak istemiştim…
-Bana başvuran arkadaşlarınız oldu biliyor musunuz?
-Evet biliyorum, hemen hemen her gün bu konu üzerinde konuşuyoruz, onlar böyle bir çözüm önermişlerdi…
-Pekala, sizin düşündüğünüz bir çıkış yolu var mı?
-İlişkim bozulsun istemiyorum, onunla mutluydum çünkü, evlilik planları yapıp onu ikna etmeye çalışıyordum,,, bilemiyorum, belki biraz şiddet de vardır ilişkimizde,,, aşkın şiddeti yani,,, olamaz mı?
-Tamam, şimdilik bu kadar yeter,,, zamanla daha derinlemesine konuşuruz bunları,,, üç gün sonra yine bekliyorum,,, ben size yardıma hazırım,,, siz de bana yardımcı olun,,, bir süre sonra onu da getirirsiniz, birlikte konuşuruz…
-Teşekkür ederim, görüşmek üzere,,, konuştukça, daha doğrusu ben anlattıkça, önceden fark edemediğim şeyleri de hatırlamaya başlıyorum,,, teşekkür ederim tekrar,,, hoşçakalın!
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İstanbul Yerel Yönetimler Kadın Çalışmaları Ağı Kadın Çalıştayı Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 28-02-2010 23:43
İstanbul Kadın ÇalişmalariıYerel Yönetimler Ağı Kadın Çalıştayı Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 1 06-02-2010 01:28
Dünya Güzeldir ! Sibel Site Lokali 14 08-11-2007 18:47
Dünya küçük mü? yağmurdamlası Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. 0 19-09-2006 12:26


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06641889 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.