![]() |
|
![]() |
![]() |
#1 |
|
![]() İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARI
HODA JABARİ/TÜRKİYE DAVASI ![]() Başvuru No : 40035/98 Karar Tarihi: 11 Temmuz 2000 Strazburg USULİ İŞLEMLER 1. Davanın nedeni, bir İran Vatandaşı olan Hoda Jabari'nin ("başvuran"), 26 Şubat 1998 tarihinde, İnsan Haklarını ve Temel Hakları Korumaya Dair Sözleşme'nin ("Sözleşme") eski 25. maddesi uyarınca Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na ("Komisyon") yaptığı başvurudur (başvuru no. 40035/98). 2. Başvuranı Mahkeme huzurunda, Ankara'da faaliyet gösteren, Av. Selahattin Esmer temsil etmektedir. Türk Hükümeti, Mahkeme önündeki işlemler için bir görevli atamamıştır. 3. Başvuran, Türkiye'den sınırdışı edildiği takdirde kötü muameleye maruz kalacağını ve taşlanarak öldürüleceğini; dolayısıyla sınırdışı edilmesini engellemek için kendisine etkili bir iç hukuk yolu sunulmadığını iddia etmektedir. Bu iki şikayete ilişkin olarak da Sözleşme'nin 3. ve 13. maddesini öne sürmektedir. 4. Başvuru, Mahkeme'ye, Sözleşme'nin 11 No'lu Protoklü'nün yürürlüğe girdiği (11 No'lu Protokol'ün 5. maddesinin 2. fıkrası) tarih 1 Kasım 1998 tarihinde gönderilmiştir. 5. Başvuru, Mahkeme'nin 4. Kısım'ına verilmiş (İçtüzük, 52. madde, 1. fıkra) ve bu bölüm içinde Davayı inceleyecek olan daire (Sözleşme'nin 27§1 Maddesi), İçtüzüğün 26§1 Maddesine uygun olarak teşekkül etmiştir. Mahkeme'de Türkiye'yi temsil eden Sn. Yargıç Rıza Türmen davadan çekilmiştir (İçtüzük 28. madde). Bunun üzerine Hükümet Sn. Feyyaz Gölcüklü'yü Sn. Rıza Türmen'in yerine atamıştır (Sözleşmen'nin 27§2 ve İçtüzüğün 29§1 maddeleri). 6. Komisyon, eski içtüzüğün 36. maddesi uyarınca tarafların çıkarı gözetilerek ve adaletin doğru olarak tecelli edebilmesi için Hükümet'ten başvuranın sınırdışı edilmesi işleminin Komisyon karar verene değin uygulanmamasını istemiştir. 11. Protokol'ün yürürlüğe girmesini müteakip, m. 5/2 uyarınca Mahkeme, ikinci bir bildiriye kadar İçtüzüğün 39. maddesinin uygulanmasını teyid etmiştir. 7. 28 Ekim 1999 tarihli bir kararla davaya bakan Daire başvuruyu kısmen kabul edilebilir bulmuştur. 8. Başvuran ve Hükümet, esaslara ilişkin görüş bildirmişlerdir (İçtüzü m. 59/1). Daire, taraflarla istişarede bulunduktan sonra duruşma yapılmasına gerek olmadığına (İçtüzük m. 59/2) ve tarafların birbirlerinin görüşlerine yazılı cevap vermelerine karar vermiştir. OLAYLAR I. Davaya Esas Teşkil Eden Olaylar 9. Başvuran 1995 yılında, 22 yaşında ve bir sekreterlik okuluna devam etmekte iken İranlı bir adam (X) ile tanışmış ve ona aşık olmuştur. Bir süre sonra da evlenmeye karar vermişlerdir. 10. Fakat X'in ailesi evlenmelerine karşı çıkmıştır. Haziran 1997'de X başka bir kadınla evlenmiştir. Başvuran onu görmeye ve onunla cinsel ilişkiye girmeye devam etmiştir. 11. Ekim 1997'de başvuran ve X, birlikte caddede yürürlerken polis tarafından durdurulmuşlar ve X evli olduğu için gözaltına alınmışlardır. 12. Başvuran, gözaltındayken bir bekaret testine tabi tutulmuş ve birkaç gün sonra da ailesinin yardımıyla serbest bırakılmıştır. 13. Kasım 1997'de başvuran yasadışı yoldan Türkiye'ye girmiş, Şubat 1998'de İstanbul'a geçmiş ve oradan sahte bir Kanada pasaportuyla Fransa üzerinden Kanada'ya uçmayı denemiştir. 14. Başvuran, Paris havaalanına indiğinde Fransız polisi kendisini sahte pasaportla yakalamıştır. 15. 4 Şubat 1998'de başvuran bir İstanbul uçağına bindirilmiş, İstanbul'a gelişini müteakip, 5 Şubat 1998 günü saat 1'de Türkiye'ye sahte pasaportla giriş yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştır. Pasaportu incelenmek için alıkonulmuştur. 16. 6 Şubat 1998'de başvuran, havaalanındaki karakoldan alınarak, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesine götürülmüştür. Başvuran, Pasaport Kanunu'na aykırı olarak Türkiye'ye sahte pasaportla giriş yaptığı gerekçesiyle Bakırköy Cumhuriyet Savcısı'nın huzuruna çıkarılmış daha sonra da sınırdışı edilmek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne gönderilmiştir. Başvuran Yabancılar Şubesi'nde Irak'a gönderileceğini anladığında kendisinin İran vatandaşı olduğunu söylemiş ve iltica talebinde bulunmuştur. Başvuru süresinin geçmesi nedeniyle polis başvuruyu reddetmiştir. Zira, 1994 tarihli Mülteciler Yönetmeliği uyarınca başvuran Türkiye'ye girişinden itibaren 5 gün içinde iltica talebinde bulunması gerekmektedir. 17. Başvurana göre, kendisi 26 Mart 1998 tarihine kadar Yabancılar Şubesi'nde gözaltında tutulmuştur. Bu tarihten sonra, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüsek Komiserliği'nin (BMMYK) müdahalesini müteakip başvuran İstanbul'da bir otele yerleştirilmiştir. 18. 12 Şubat 1998'de BMMYK'dan bir memur, yetkililerin izniyle, 1951 Mültecilerin Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi (Cenevre Sözleşmesi) uyarınca, başvuranla iltica talebine ilişkin olarak görüşmüştür. 16 Şubat 1998 tarihinde, İran'a gönderildiği takdirde kendisini gerçek anlamda işkence ve ölüm tehlikesi beklediğinden dolayı başvurana, BMMYK tarafından mülteci statüsü verilmiştir. 19. 8 Mart 1998 tarihinde başvuran sınırdışı edilme kararına karşı Ankara İdare Mahkemesi'ne başvurmuş ve yürütmenin durdurulmasını istemiştir. 20. 16 Nisan 1998'de adı geçen mahkeme, başvuranın dilekçesini sınırdışı etme kararında kanuna aykırı bir durum olmadığı için reddetmiş ve kararın uygulanması halinde onarılması mümkün olmayan zararların meydana gelmeyeceği gerekçesiyle de yürütmenin durdurulmasına gerek olmadığı sonucuna varmıştır. 21. 4 Kasım 1998 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca başvurusu sonuçlanana kadar ikamet izni verildiği için sınırdışı edilme tehlikesinin kalmadığı gerekçesiyle başvuranın serbest bırakılmasına karar vermiştir. II. İlgili İç Hukuk A. İdare Hukuku Hükümleri 22. Türk Anayasası m. 125 aşağıdaki gibidir: "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır (...) İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir (....)" 23. Anayasa'nın 155. maddesi aşağıdaki gibidir: "Danıştay, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. (....)" 24. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 5. maddesi aşağıdaki gibidir: "İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki (a) (a) iptal davalarını (b) (b) tam yargı davalarını (c) (c) (...) çözümler." 25. Danıştay Kanunu'nun 25. maddesi aşağıdaki gibidir: "İdare mahkemeleri ile vergi mahkemelerince verilen nihai kararlar ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülen davalarla İlgili nihai kararlar Danıştayda temyiz yoluyla incelenir ve karara bağlanır." B. Sığınma Arayanlarla İlgili Hukuk ve Uygulama 26. Türkiye, 1951 Mültecilerin statüsüyle ilgili Cenevre Sözleşmesi'ni ve ona bağlı 1967 tarihli Protokolü onaylamıştır. 1951 Sözleşmesi uyarınca Türkiye, sığınmacı statüsünün verilişini Avrupa'dan gelenlerle sınırlamak amacıyla, coğrafi tercih seçeneğini uygulamaktadır. İnsani nedenlerle, Avrupa dışındaki ülkelerden gelen ve 3. bir ülkeye yerleştirilene kadar kendilerine BMMYK tarafından "sığınmacı" statüsü verilen kişilere Türkiye, geçici ikamet izni vermektedir. 27. İçişleri Bakanlığı'nca 30 Kasım 1994 tarihinde mülteciler ve 3. bir ülkeye yerleştirilecek olanlarla ilgili bir yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmeliğe göre Türkiye'ye sığınma aramak için gelen yabancılar, Türkiye'ye gelişlerinden itibaren 5 gün içinde sığınma taleplerini polise bilidirmek zorundadırlar. Yasadışı yollarla girenlerin bu taleplerini, ülkeye giriş yaptıkları yere en yakın noktadaki yerleşim birimindeki polise bildirmeleri gerekmektedir. Ülkeye yasal olarak giren sığınma arayanlar, sığınma taleplerini ülkeye girdikleri tarihten itibaren 5 gün içinde yapmak koşuluyla herhangi bir şehirde yapabilirler. 28. Ülkeye yasadışı yollardan giren ve girişinden itibaren yetkili makamlara 5 gün içinde sığınma başvurusunda bulunmayanlar sığınmacı olarak kabul edilmezler. 29. Sığınma talepleri içişleri Bakanlığı tarafından incelenir. Avrupa dışı bir ülkeden Türkiye'ye gelip de sığınma arayanlardan olumlu yanıt alanlar, başka bir yere yerleştirilmek için durumlarını BMMYK'ne iletebilirler. İçişleri Bakanlığı, sığınma başvurusunu, Türkiye'nin 1951 Cenevre Sözleşmesi uyarınca yükümlendiği sorumluluklar açısından değerlendirir ve Dışişleri Bakanlığı ile ilgili bakanlıkların ve kuruluşların görüşlerine başvurur. Talepleri kabul edilmeyen yabancılar yerel makamlar tarafından sınırdışı edilirler. 30. Ocak 1999 tarihinde 1994 tarihli Mülteciler Yönetmeliği'nde bir değişiklik yapılmış ve sığınma talebinin yapılması gereken 5 günlük süre 10 güne çıkarılmıştır. Dahası sığınma talebi reddedilen bir sığınma arayan, artık red kararından itibaren 15 gün içinde yetkili valiliğe itiraz edebilmektedir. İtiraz başvurusu bir üst makam tarafından değerlendirilmektedir. C. İran'da Zina Suçuna Verilen Cezayı Yorumlayan Uluslararası Belgeler 31. Uluslararası Af Örgütü 1999 yılı raporunda, işkence ya da eziyet cezasının veya insanlık dışı ya da onur kırıcı cezaların verilmeye devam edildiğini bildirmektedir. Falaka cezası, ölüm cezasıyla birlikte en fazla verilmekte olan cezalardandır. Raporda, yabancı bir işadamıyla suç ortaklığı yapmakla suçlanan İranlı bir kadının, yasadışı, cinsel ilişkiye girdiğini itiraf etmesindan sonra 100 değnekle cezalandırıldığı bildirilmektedir. Cezanın uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir. Kasım 1999'da yine bir İranlı, zina suçu işlediği iddiasıyla, Lahijan kasabasında, taşlanarak öldürülmek üzere beline kadar gömüldüğü çukurdan kaçtıktan sonra beraat etmiştir. 32. 25 Şubat 2000 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı'nın açıkladığı İnsan Hakları Uygulamalarına İlişkin 1999 Ülke Raporlarının İran hakkındaki bölümünün ortaya koyduğu gibi, taşlama ve falaka da dahil olmak üzere İran'da çok sert cezalar verilmektedir. İslami Ceza Kanunu'nun 102. Maddesi yetkililerin recm cezasını yerine getirirken yapması gerekenleri ayrıntılı bir biçimde saymıştır: "Zina edenin taşlanma cezası, kadın ise göğüslerinin üstüne kadar, erkek ise beline kadar bir çukura gömüldükten sonra yerine getirilir." Basında çıkan haberlere göre Hazar Denizi kıyısındaki Babol kasabasında bir adam Nisan 1999'da taşlanarak öldürülmüştür. Bu kişinin üç oğlunu öldürdüğü iddia edilmektedir. Taşlanmanın öncesinde kendisine 60 değnek vurulmuştur. İlk taş, zanlıyı ölüm cezasına çarptıran hakim tarafından atılmıştır. Sözkonusu kanun ayrıca, cinayet mağdurlarına ölüm cezasının yerine getirilmesinde yer almak hakkı da tanımıştır. HUKUK I. Sözleşmenin 3. Maddesinin İhlali İddiası Başvuran İran'a gönderilmesinin, kendisinin, Sözleşme'nin 3. maddesiyle yasaklanan muameleye maruz kalmasına yol açacağını iddia etmektedir. 3. madde hükmü şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." 33. Başvuran İran'da zina suçu işlediğini ve kendisine karşı cezai takibat başlamadan önce oradan ayrılmak zorunda kaldığını söylemektedir. Muhtemelen, bundan dolayı yargılanacağını ve insanlık dışı bir cezaya çarptırılacağını da eklemektedir. Bu iddiasını da desteklemek için Uluslararası Af Örgütü'nün hazırladığı rapora dayanarak İran'da zina suçu işleyen kadınların taşlanarak öldürülme cezasına çarptırıldıklarını dile getirmektedir. Başvuran, kendisine, BMMYK tarafından ortada sağlam gerekçeli bir öldürülme korkusu mevcut bulunduğu için sığınmacı statüsü verildiğini vurgulamaktadır. 34. Başvuran Mahkeme'nin yerleşmiş içtihatlarına dayanarak İran hukukunda zina suçunun cezası olarak öngörülen falaka, kırbaç ve taşlanarak öldürme cezalarının Sözleşme'nin 3. maddesi bağlamındaki yasaklanmış mumale tarzları içersinde değerlendirilmesi gerektiğini de iddia etmektedir. 35. Hükümet cevaben, Türkiye'nin 1951 Cenevre Sözleşmesi'ne taraf olduğunda sadece Avrupa ülkelerinden gelen sığınma arayanlara sığınmacı statüsü vermeyi taahhüt ettiğini, yani sözleşmenin taraf devletlere tanıdığı coğrafi tercih seçeneğinden yararlandığını söylemektedir (bkz.26.paragraf) Fakat insani sebeplerle, başvuranın durumunda olduğu gibi, 3. bir ülkeye yerleştirilene kadar kendilerine BMMYK tarafından sığınmacı statüsü tanınan Avrupa dışından sığınma arayanlara, geçici ikamet izni verilmektedir. Başvuran 1994 tarihli Sığınmacılara ilişkin Yönetmelik tarafından öngörülen 5 günlük süre koşuluna uymadığı için geçici ikamet imkanı kendisine tanınamamıştır. 36. Hükümet başvuranın korkularının nedenini sorgulamaktadır. Hükümete göre başvuranın 1997'de Türkiye'ye geldiğinde yetkililere veya BMMYK'ne başvurunda bulunmamış olması Sözleşmenin 3. maddesi bağlamındaki iddialarıyla çelişmektedir. Kendisi Paris Havaalanına inince de iltica talebinde bulunmamıştır. Hükümet'e göre başvuran Kanada'ya girebilmeyi başarsaydı bile orada iltica talebinde bulunup bulunmayacağı şüphelidir. 37. Mahkeme Sözleşmeci tarafların, uluslararası andlaşmalarla yükümlendikleri zorunluluklar saklı kalmak üzere, yabancıların ülkelerine giriş, ikamet ve sınırdışı edilmelerini düzenleme hakları bulunduğunu teyit eder. Ayrıca, siyasi iltica hakkı ne Sözleşme'nin ne de ona bağlı protokollerin kapsamına girmektedir (bkz. 30 Ekim 1991 tarihli Vilvarajah vd. İngiltere kararı, A seri no. 215, s. 34, §.102). Fakat, Mahkeme'nin yerleşmiş içtihadına göre, söz konusu kişinin, sınırdışı edildiği takdirde kabul eden ülkede 3. maddeye aykırı bir muameleyle karşılaşma tehlikesi bulunmaktaysa, sınırdışı etme işlemi 3. madde uyarınca bir soruna yol açmakta ve dolayısıyla bu durum Sözleşme'ye göre devletin sorumluluğunu teşkil etmektedir. Bu şartlar altında, 3. madde, söz konusu kişinin o ülkeye sınırdışı edilmemesini zorunlu kılmaktadır (bkz. 7 Temmuz 1989 tarihli Soering-İngiltere kararı, A Seri no. 161, s. 35, §§ 90-91, 20 Mart 1991 tarihli Cruz Varas vd.-İsveç kararı, A Serisin no. 201, s. 28, §§ 69-70, ve 15 Kasım 1996 tarihli Chahal-İngiltere kararı, RD 1996-V, s. 1853, §§ 73-74). 38. Mahkeme'ye göre, 3. maddenin demokratik bir toplumdaki temel değerlerden birini içerdiği ve mutlak ifadelerle işkenceyi ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezayı yasakladığı göz önünde bulundurularak, bir bireyin 3. bir ülkeye sınırdışı edildiği takdirde o ülkede 3. madde tarafından yasaklanmış bir muameleye maruz kalacağına ilişkin iddiası mutlaka titiz bir irdelemeden geçirilmelidir (bkz. üstte adı geçen, Chahal kararı, s. 1855, §79, ve s. 1859, §96). 39. Mahkeme, davalı Devlet görevlilerinin başvuranın iddiasına ilişkin olarak anlamlı bir değerlendirmede bulunmadıkları kanaatindedir. Başvuranın 1994 Mülteciler Yönetmeliğ'nce öngörülen koşulları yerine getirmemesi onu, İran'a sınırdışı edilmesinden kaynaklanan korkularının gerçek nedeninin irdelenmesinden mahrum bırakılmıştır (bkz. 16. Paragraf). Mahkemeye göre, bir iltica başvurusunda bulunmak için bu tür kısa süreli otomatik ve mekanik bir sınırlama Sözleşme'nin 3. maddesinde öngörülen temel hakkın korunmasıyla çelişmektedir. Başvuranın iltica talebinin arkasında yatan nedenleri araştırmak ve kendisine isnad edilen suç ışığında maruz kalacağı tehlikeyi değerlendirmek BMMYK'nin görevidir. Ankara İdare Mahkemesi başvuranın temyiz başvurusu üzerine, sınırdışı edilme kararını, daha zorlayıcı bir sorun olan başvuranın korkuları bakımından değil şekli bir yasallık bakımından değerlendirmiştir. 40. Mahkeme, BMMYK'nin başvuranın sınırdışı edilseydi yüzyüze kalacağı tehlikeye ilişkin yaptığı değerlendirmeye gereken önemi vermelidir. BMMYK başvuranla görüşmüş ve korkularının sağlamlığını ve zina suçu nedeniyle İran'da kendisine yönelik olarak başlatılan cezai kovuşturma iddiasının gerçekliğini değerlendirme fırsatı yakalamıştır. Hükümet'in başvuranın güvenilirliğini Uluslararası Af Örgütü'nün İran'da zina suçu işleyen kadınlara verilen cezalarla ilgili bulgulara dayanarak değerlendirmediği gözlemlenmektedir (bkz. 34. paragraf). Başvuranın karşı karşıya kaldığı tehlikenin davaya bakılma zamanındaki tehlike olduğunu gözönünde bulunduran Mahkeme, başvuranın ülkesinin zina suçuna hala çok kötü bir biçimde ceza verdiği ve daha insancıl ceza verme yönünde bir gelişim kaydetmediği kanaatindedir. Mahkeme İran'daki mevcut durumu ve zina suçuna verilen recm cezasının hala kanunlarda yer aldığını ve bu cezaya yetkililerin başvurabildiğini göz önünde bulundurmaktadır (bkz. 31. ve 32. paragraflar). 41. Üstteki mülahazalardan hareketle, Mahkeme, başvuranın İran'a döndüğü takdirde 3. maddeye aykırı bir muameleye maruz kalacağını kanıtladığı sonuca varmıştır. Dolayısıyla, başvuranın İran'a sınırdışı edilmesi işlemi, eğer icre edilirse, 3. maddenin ihlaline yol açacaktır. II.II. Sözleşme'nin 13. Maddesinin İhlali İddiası 42. Başvuran, İltica başvurusunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle verilen red kararını temyiz edebileceği etkili bir iç hukuk yolu mevcut bulunmadığı için Sözleşme'nin 13. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. 13. madde aşağıdaki gibidir: "Bu Sözleşme'de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir." 43. Başvuran, iltica başvurusunun süresinin geçmesi nedeniyle kendisine, İran'a sınırdışı edilmekten niçin korktuğunu açıklama fırsatı sunulmadığını söylemektedir. Kendisine iltica başvurusunun reddi kararını temyiz etme olanağı da sonulmamıştır. Başvuranın Ankara İdare Mahkemesi önündeki davası da, bu mahkeme sınırdışı etme kararına ilşikin olarak yürütmenin durdurdulması kararı almadığı için etkili bir iç hukuk yolu olarak değerlendirilemez. Anılan Mahkeme başvuranın sınırdışı edilme işleminin yürütülmesinin durdurulmasına gerek olmadığı yönündeki kararına, bu karar geçici nitelikte olduğu ve ayrı bir karar alınması gerektiği için ayrıntılı gerekçeler de göstermemiştir. 44. Hükümet, Ankara İdare Mahkemesi'nin başvuranın, yürütmenin durdurulması ve sınırdışı edilme kararının iptali istemini reddettiğini kabul etmektedir. Fakat, başvuran, iltica talebinin reddi kararının iptalini talep etmemiştir. Anakara İdare Mahkemesi, henüz sınırdışı etme kararı alınmadığı için başvuranın bu kararla ilgili talebini reddetmiştir. 45. Anayasa'nın 125. maddesindeki hükümlerle ilgili olarak (bkz. 22. paragraf) Hükümet, mahkemelerin, idari bir işlem eğer davacıya onarılamaz zararlar verecekse ve açıkça hukuka aykırı ise o karara ilişkin olarak yürütmeyi durdurma kararı almakla yetkilendirildiklerini söylemektedir. Dahası, idare mahkemelerinin vermiş oldukları kararlar Danıştay'da temyiz edilebilmektedir (bkz. 25. paragraf). 46. Bu sebeplerden dolayı, Hükümet başvuranın önünde sınırdışı edilme kararını temyiz edebileceği etkili içi hukuk yollarının mevcut olduğunu iddia etmektedir. 47. Mahkeme, 13. maddenin sözleşmedeki temel hak ve özgürlüklerin iç hukuk düzeninde uygulanmasını sağlayacak bir iç hukuk yolunun mevcudiyetini güvence altına aldığını hatırlatır. Söz konusu madde, bu nedenle, sözleşmeci taraflara bu hüküm uyarınca yükümlendikleri taahhütlere ne şekilde uyacakları hususunda belli bir takdir hakkı tanımış olmasına rağmen, Sözleşme uyarınca yapılan bir şikayeti araştırmak ve bu şikayetin sebebini ortadan kaldırmakla görevli bir ulusal makamın mevcudiyetini sağlayan bir iç hukuk yolunu gerektirmektedir. 48. Mahkeme, iç hukuk makamlarının başvuranın İran'a gönderildiği takdirde tehlikede olacağı iddiasını değerlendirmediklerini tekrarlar. Şekil şartlarını yerine getirmediği için başvuranın iltica talebinin reddi kararı temyiz edilememiştir. Elbette başvuran sınırdışı edilme kararının hukukiliğini de temyiz etme olanağına sahipti. Fakat bu tür bir dava başvurana ne yürütmenin durdurulmasını ne de tehlikede olduğuna ilişkin iddiasının esaslarının incelenmesini sağlamaktadır. Ankara İdare Mahkemesi başvuranın sınırdışı edilmesi kararının bütünüyle iç hukuk doğrultusunda alındığı kanaatindedir. Bu tür bir karara vararak adı geçen mahkeme, BMMYK'nın başvuranı Cenevre Sözleşmesi uyarınca mülteci olarak tanıma kararı karşısında bile başvuranın şikayetinin gerçekliğini değerlendirmeyi gerekli görmemiştir. 49. Mahkeme'ye göre, işkence ve kötü muamele iddiası gerçekleştiği takdirde zararın onarılamazlığı ve 3. maddeye atfedilen önem göz önünde bulundurulduğunda, 13. madde uyarınca etkili bir iç hukuk yolu kavramı, 3. maddeye aykırı bir muameleyle karşılaşma korkusuna ilişkin haklı gerekçeler mevcutsa, bağımsız ve kapsamlı bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. Ankara İdare Mahkemesi bu tür koruma önlemlerinden herhangi birini almadığı için Mahkeme, Hükümet'in dayandığı temyiz yollarının 13. maddenin öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmekten uzak olduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla 13. madde ihlal edilmiştir. II.III. Sözleşmenin 41. Maddesinin İhlali 50. 41. madde hükmü şöyledir: "Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder." A. Zarar 51. Başvuran, başvuru formunda adil tatmine ilişkin talebini belirtmiştir. Bu talebini kabuledilebilirlik öncesinde sunulan 17 Haziran 1999 tarihli görüşlerde de yinelemiştir. Sözleşme'nin 41. maddesine yönelik talepleriyle ilgili olarak ayrıntılı bilgi sunulmamıştır. 52. Hükümet, yargılamanın hiçbir aşamasında başvuranın taleplerini açıkça cevaplamamıştır. 53. Mahkeme, işbu dava koşullarını göz önünde bulundurarak, Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlali tehlikesinin tespiti ve sözleşmenin 13. maddesinin gerçekten ihlalini tek başına başvuranın uğramış olduğu manevi zararın adil tatminini gerektirdiğini düşünmektedir. B. Masraflar 54. Başvuran, başvuru formunda davasını Sözleşme organları önüne getirebilmek için yaptığı masrafların karşılanmasını talep etmiştir. Sözleşme'nin 41. maddesine yönelik talepleriyle ilgili olarak ayrıntılı bilgi sunulmamıştır. Başvuran, Avrupa Konseyi'nden 5.000 Fransız Frangı tutarında adli yardım almıştır. 55. Hükümet bu başlık altında herhangi bir görüş bildirmemiştir. 56. Mahkeme, başvuranın yaptığı masraflara ilişkin olarak ayrıntılı bilgi vermemesi karşısında, Avrupa Konseyi'nden aldığı adli yardım miktarı olan 5,000 Fransız Frangı'nın yargılama masrafları olarak yapılan harcamaları karşılamaya yeteceğini düşünmektedir. Bu Nedenlerden Dolayı, Mahkeme, Oybirliğiyle 1.1. Başvuranın İran'a sınırdışı edilmesi kararının uygulanması durumunda Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edileceğine; 1.2. Sözleşme'nin 13. maddesinin ihlal edildiğine; Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlali tehlikesiyle sözleşmenin 13. maddesinin ihlalinin tespitinin, tek başına, başvuranın uğramış olduğu manevi zararın adil tatmini için yeterli olduğuna; 1.3. Başvuranın adil tatmine ilişkin diğer taleplerinin reddine; Karar vermiştir. İşbu karar İngilizca olarak verilmiş ve 11 Temmuz 2000 tarihinde Strazburg'taki İnsan Hakları Binası'ndaki halka açık duruşmada tefhim edilmiştir. Vincen Berger Georg Ress Sekreter Başkan NOT: Değerli arkadaşlarım; bu karar özellikle Marmara Üniversitesi'nde Devletler Özel Hukuku dersinde neredeyse her sene incelenir ve sınavlarda gelir. Ayrıca ''yabancılar hukuku'' açısından da güzel bir karar.Saygılarımla.. |
![]() |
#2 |
|
![]() Iki yil once bu konuda bir makale yazmaya baslamistim ancak ne oldugunu hatirlayamadigim bir sebeple yarim birakmisim. Bilgisayarimda en son muhafaza etmis oldugum son hali mi hatirlamiyorum ama yine de buraya kopyalayayim, bu kadari bile belki birilerine yardimci olur:
MÜLTECİ HUKUKU VE JABARİ DAVASI İnsan Haklarının evrenselliği; bu hakların her yerde, herkese karşı korunmasını gerektirir. O kadar ki, bu koruma, bazen kişinin vatandaşı olduğu devlete karşı dahi yapılabilmektedir. Bu nedenle, kısaca devletin vatandaşına çeşitli nedenlerle yaptığı zulüm ve baskıdan kaçıp başka bir ülkeye sığınması olarak tanımlanabilecek “iltica” kavramı; henüz insan haklarının farkına varılmadığı ve yeterince korunmadığı ilk çağlardan beri varlığını sürdürmektedir. İkinci Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Milletler tarafından Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisi açılmış; başta 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve 1949 Cenevre Sözleşmelerinde olmak üzere bir çok uluslararası sözleşmelerde ve ulusal hukuklarda mültecilere ilişkin düzenlemelerde bulunulmuştur. Ancak, özel olarak bu konuda yapılan ilk temel sözleşme “1951 Birleşmiş Milletler Mülteciler Sözleşmesi”dir. Bu sözleşmeyle önce “mülteci”nin tanımı verilmiş, daha sonra mülteci statüsüne geçebilecek kişilere uygulanacak asgari muameleye ilişkin uluslararası alanda standartlar konulmuştur. Bu sözleşmeye göre “Mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasal düşünceleri nedeniyle haklı nedenlere dayanan, zulüm korkusu duyan menşe ülkesi dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan veya bu zulüm korkusu nedeniyle ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kimselerdir.” Bu madde verilen tanıma göre mülteci, bazı nedenlerden dolayı kendi ülkesinde baskı ve zulüm gören ve bunun için kendi ikametgahını terketmeye zorlanan ya da gördüğü bu baskı ve zulümden dolayı ülkesinden kaçan kişilerdir. Kişi; ırkı, dini, milliyeti, siyasi düşüncesi ya da bu nedenlerin dışında cins, renk, akrabalık bağları, askeri lider veya toprak sahibi olma gibi kriterleri kapsayan sosyal bir gruba mensubiyeti nedeniyle kendi ülkesinde baskı ve zulüm görmekte ve başka bir ülkeden koruma istemektedir. Kişi, sığındığı ülke açısından “yabancı”dır. Kişinin bulunduğu ülkede yabancı olmaması durumunda, “mültecilik” statüsünden söz edilemez. Kişi, aynı sebeplerle ülkesi içinde başka bir yere yerleşmekteyse, “yerlerini değiştiren kişiler-displaced people” arasında sayılabilir. 1951 Cenevre Sözleşmesi; mültecinin tanımını vermiş olmakla birlikte, kapsamına ilişkin bazı sınırlamalar getirmiştir. Sözleşmenin birinci maddesinde belirtildiği üzere; “1 Ocak 1951’den önce” ve “Avrupa’da veya başka bir yerde” cereyan eden hadiseler sonucu ortaya çıkan mülteci hareketleri sözleşme kapsamına dahildir. Böylece, sözleşmeye taraf devletlere coğrafi yönden sınırlama seçeneği verilmiştir. Buna göre, devletler isterlerse sadece Avrupa’dan gelen mültecileri kabul edebileceklerdir. Sözleşmenin tarihi açıdan sınırlanması ve 1 Ocak 1951’den sonraki olaylara uygulanamamasının sakıncaları daha sonra anlaşılmış ve geleceğe yönelik uygulanmak üzere 1967 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsü ile İlgiliProtokol taraf devletlerce kabul edilmiştir. Bu protokol, zaman sınırını ortadan kaldırmakla birlikte, devletlerin coğrafi seçim hakkını muhafaza etmiştir. Türkiye; 1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesini 29 Ağustos 1961’de 359 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayarak kabul etmistir. Türkiye, söz konusu sözlesmenin 42nci maddesinde yer alan “Her Devlet, imza, tasdik veya katılım esnasında sözlesmenin 1,2,4,16,33 ve 36-46 maddeleri haricindeki maddeler hakkında kısıtlayıcı kayıtlar beyan edebilir” hükmü çerçevesinde, içerisinde bulunduğu bölgeyi göz önünde bulundurarak, mülteciliğin belirlenmesi yönünden öngörülen seçme hakkını kullanarak (cografi kısıtlama ile) yalnızca Avrupa’dan Türkiye’ye gelerek iltica etmek isteyen yabancıları sözlesme kapsamında mülteci olarak kabul edecegini 359 sayılı Kanunla yayınladıgı deklarasyonda belirtmistir. Ayrıca, 1 Temmuz 1968 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul ettigi 1967 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokolünde de (1967 Protokolü) cografi kısıtlamayı muhafaza etmistir. |
![]() |
#3 |
|
![]() Türkiye, 30 Kasım 1994 tarih ve 6169 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile iltica ve sığınma işlemlerini düzenleyen “Türkiye’ye İltica Eden veya Baska Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sıgınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” çıkararak (1994 İltica Yönetmeliği), bu konuyu ilk defa yasal bir temel üzerine oturtmustur.
Bu yönetmelikte, sığınma başvurusu belli bir süreye tabi tutulmuştur. Buna göre; Türkiye’ye iltica eden veya başka bir ülkeye iltica etmek üzere Türkiye’den ikamet izni talep eden yabancılardan, Türkiye’ye yasal yollardan gelenler bulundukları yer valiliklerine, yasal olmayan yollardan gelenler ise giris yaptıkları yer valiliklerine en geç 5 gün içerisinde müracaat etmek zorundadırlar. Ülkeye yasadışı yollardan giren ve girişinden itibaren yetkili makamlara 5 gün içinde sığınma başvurusunda bulunmayanlar sığınmacı olarak kabul edilmezler. Ancak, 1999 yılında, 1994 tarihli Mülteciler Yönetmeliği’nde bir değişiklik yapılmış ve sığınma talebinin yapılması gereken 5 günlük süre 10 güne çıkarılmıştır. Dahası, sığınma talebi reddedilen bir sığınma arayan, artık, red kararından itibaren 15 gün içinde yetkili valiliğe itiraz edebilmektedir. İtiraz başvurusu bir üst makam tarafından değerlendirilmektedir. Bu Düzenlemeler Işığında Jabari-Türkiye Davası Jabari-Türkiye Davası, 1994 Tarihli Mülteciler Yönetmeliğinde 1999 yılında yapılan değişiklik yapılmadan önce, yani ülkeye yasal veya yasadışı yollarla girdikten sonra 5 gün içerisinde müracaat yapılması gerektiği, aksi halde, sığınmacı olamadıkları dönemde açılmış bir davadır. Hoda Jabari, İranlı bir bayandır. 1995 yılında yine İranlı bir adam ile tanışmış (X) ve birbirlerine aşık olmuşlardır. Ancak, (X)in ailesi, evlenmelerine karşı çıkmış ve (X), 1997 yılında başka biri ile evlenmiştir. Buna rağmen Jabari ile görüşmeye devam etmişler ve cinsel ilişkiye girmişlerdir. Evlilik tarihinden 4 ay sonra, yolda yürürlerken polis tarafından durdurulmuşlar ve gözaltına alınmışlardır. Gözaltı esnasında Jabari bekaret testine tabi tutulmuştur. Jabari, nüfuzlu bir ailenin kızıdır ve ailesinin yardımıyla bir kaç gün sonra serbest bırakılır. Ancak İran’da zina suçunun cezası taşlanarak öldürülme anlamında olan “recm”dir. Ayrıca yasadışı cinsel ilişkiye girmenin cezası da 100 değnektir. İslami Kurallarla yönetilen İran’da işkence ya da eziyet cezasının veya insanlık dışı ya da onur kırıcı cezaların verilmeye devam edildiği, Uluslararası Af Örgütünün 1999 yılında yayınlamış olduğu raporla da teyit edilmiştir. Serbest bırakılışının ardından Jabari, Kasım 1997’de yasadışı yoldan Türkiye’ye girmiş, Şubat 1998’de İstanbul’a geçmiş ve oradan sahte bir Kanada pasaportuyla Fransa üzerinden Kanada’ya uçmayı denemiştir. Kanada’ya ulaşmak istemesinde amaç, coğrafi sınır uygulamayan ülkelerden biri olan Kanada’ya iltica etmektir. Türkiye ve Fransa’yı bu amaçta “transit ülke” olarak kullanmak istemektedir. (1) 1951 Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi; Madde 1 (2) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Dr. M. Tevfik Odman, Kadın Mülteciler, A.Ü. SBF İnsan Hakları Merkezi Yayınları No:19, Ankara, 1996, s. 24-28 (3) Bkz. Dr. M. Tevfik Odman, a.g.e. , s. 9-10 (4) AİHM Jabari-Türkiye Davası, 40035/98, 11 Temmuz 2000, Strazburg Cok yarim kalmis, ozur dilerim. Sanirim yanlis belgeyi saklamisim, Turkiye'ye dondugumde kagida basili duruyor mu bakar, ona gore gerekli degisiklikleri yaparim. Saygilarimla |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
Konu Araçları | Konu İçinde Arama |
Konuyu Değerlendirin | |
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
KKTC'deki gayrimenkuller için AİHM’ye giden Rumlara karşı, Türkiye Strateji değiştirdi. | Arif Aydın | Hukuk Haberleri | 0 | 23-09-2006 10:56 |
AİHM ' den .... | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hukuk Sohbetleri | 1 | 20-09-2002 22:47 |
Çok Önemli | Aral | Hukuk Soruları Arşivi | 1 | 21-02-2002 21:58 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |