Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Denkleştirici Adalet İlkesi - İflas Masasına Kayıt - İflasın Kapanması

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 20-02-2013, 14:18   #1
alperyldrm

 
Varsayılan Denkleştirici Adalet İlkesi - İflas Masasına Kayıt - İflasın Kapanması

Merhaba,

Müvekkil 1988 yılında gayrimenkul almak için bir şahısa o zamanın parasıyla 100 TL veriyor( Müvekkilin beyanına göre o tarihte 100 TL'ye çok iyi bir ev alınabilirmiş)

Bu şahıs evi teslim etmeden iflas ediyor ve 1992 yılında iflas müdürlüğünde iflas süreci başlıyor. Müvekkilin ödemiş olduğu 100 TL'de iflas masasına kaydediliyor ve tüm alacaklara ilişkin sıra cetveli de kesinleşiyor.

İflasın açılmasından yaklaşık 20 yıl sonra müflis, tüm alacaklıların alacağını ödeyeceğini belirterek, iflasın kaldırılması davası açıyor ve iflas kaldırılıyor. Tüm alacaklıların alacakları da iflas müdürlüğüne depo ediliyor. Bir kısım alacaklılar alacaklarını iflas müdürlüğünden aldılar.

Ancak müvekkil için iflas müdürlüğünde ayrılan para 100 TL + 350 TL'de faiz olmak üzere toplam 450 TL'dir. Yani müvekkil, 1988 yılında vermiş olduğu 100 TL karşılığında, 25 sene sonra 450 TL alabiliyor. Ancak 1988 yılında 100 TL ile bir ev alınabilirken bugün 450 TL ile bir aylık kira bile ödenemiyor.

Benim düşündüğüm, 1988 yılından veya alacağın iflas masasına kaydedildiği 1992 yılından itibaren 70 TL'nin denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde hesaplanacak değerinin tahsiline ilişkin dava açmak. Şahsın iflas etmesi bu davaya engel midir acaba?
Old 20-02-2013, 15:32   #2
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan alperyldrm
Merhaba,

Müvekkil 1988 yılında gayrimenkul almak için bir şahısa o zamanın parasıyla 100 TL veriyor( Müvekkilin beyanına göre o tarihte 100 TL'ye çok iyi bir ev alınabilirmiş)

Bu şahıs evi teslim etmeden iflas ediyor ve 1992 yılında iflas müdürlüğünde iflas süreci başlıyor. Müvekkilin ödemiş olduğu 100 TL'de iflas masasına kaydediliyor ve tüm alacaklara ilişkin sıra cetveli de kesinleşiyor.

İflasın açılmasından yaklaşık 20 yıl sonra müflis, tüm alacaklıların alacağını ödeyeceğini belirterek, iflasın kaldırılması davası açıyor ve iflas kaldırılıyor. Tüm alacaklıların alacakları da iflas müdürlüğüne depo ediliyor. Bir kısım alacaklılar alacaklarını iflas müdürlüğünden aldılar.

Ancak müvekkil için iflas müdürlüğünde ayrılan para 100 TL + 350 TL'de faiz olmak üzere toplam 450 TL'dir. Yani müvekkil, 1988 yılında vermiş olduğu 100 TL karşılığında, 25 sene sonra 450 TL alabiliyor. Ancak 1988 yılında 100 TL ile bir ev alınabilirken bugün 450 TL ile bir aylık kira bile ödenemiyor.

Benim düşündüğüm, 1988 yılından veya alacağın iflas masasına kaydedildiği 1992 yılından itibaren 70 TL'nin denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde hesaplanacak değerinin tahsiline ilişkin dava açmak. Şahsın iflas etmesi bu davaya engel midir acaba?

Müvekkiliniz rakamı yanlış anımsıyor bence. 1989 yılında yeni bir Şahin marka arabanın fiyatı 19 milyon küsur TL idi. Ki, o parayla bir ev almak mümkün değildi.

Bunun dışında, denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz. Ancak, hesaplanan faiz miktarı bana az geldi.
Old 20-02-2013, 16:47   #3
alperyldrm

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Müvekkiliniz rakamı yanlış anımsıyor bence. 1989 yılında yeni bir Şahin marka arabanın fiyatı 19 milyon küsur TL idi. Ki, o parayla bir ev almak mümkün değildi.

Bunun dışında, denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz. Ancak, hesaplanan faiz miktarı bana az geldi.

Özür dileyerek düzeltmek istiyorum. 100 TL'den kastım eski parayla 100.000.000 TL'dir.

"Denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz" şeklindeki beyanınızın herhangi bir gerekçesi bulunmakta mıdır?

Yargıtayın denkleştirici adalet ilkesi ile ilgili belirlemiş olduğu kriter;

"akit tarihinde verilen paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır."

bu hususun burada uygulanmamasının sebebi nedir.
Old 21-02-2013, 16:11   #4
alperyldrm

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Müvekkiliniz rakamı yanlış anımsıyor bence. 1989 yılında yeni bir Şahin marka arabanın fiyatı 19 milyon küsur TL idi. Ki, o parayla bir ev almak mümkün değildi.

Bunun dışında, denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz. Ancak, hesaplanan faiz miktarı bana az geldi.


Yargıtay
13. Hukuk Dairesi
Esas No : 2009/7702
karar No : 2009/14526

Davacı, davalının kendisine 11.03.1991, 15.03.1991, 20.03.1991 ve 25.03.1991 tarihli olmak üzere toplam 2.965.000.000TL bedelli 4 adet çek verdiğini, çeklerin karşılıksız çıkması üzerine Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/413 esas sayılı dosyası ile davalı aleyhine alacak davası açtığını, dava sonucu 18.10.1993 tarihli kararla 2.965.000.000 TL'nin %30 faiziyle birlikte tahsiline karar verildiğini, bu kararı icra takibine koyarak 30.09.1995 tarihinde 7.019.304.394TL olarak tahsil ettiğini, alacağını geç tahsil etmesi nedeniyle munzam zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 55.000 YTL'nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, borcun ödenmesinde davacının kusurlu olduğunu savunarak davanın reddini dilemiş, karşı dava ile de, kendisinin davacıdan alacaklı olduğunu belirterek, 8.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminatın faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, davacı-karşı davalının davasının kısmen kabulü ile, 18.000 YTL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, karşı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü için "munzam zarar" kavramı üzerinde durmak gerekir. Gerçekten, borçlunun temerrüdü sonucu para borcunun vadesinde ödenmemesi alacaklının zararına olacağı açıktır. Yasa koyucu, bu şekilde oluşan zararın kural olarak temerrüt faiziyle karşılanacağını varsaymıştır. Ne var ki, alacaklının bu yüzden uğradığı zararın her zaman temerrüt faiziyle karşılanamayacağı düşünülerek Borçlar Kanunun 105. maddesinin birinci fıkrası ile "alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat dilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir" hükmü getirilmiştir. Bu hükme göre alacaklı faizi aşan zararını isteme hakkına sahiptir.

Yasada geçmiş günler faizini aşan zararın türü ve niteliği konusunda bir açıklık yoksa da, buradaki zararın hukukumuzdaki müspet zarar tanımlamasıyla eşdeğer olduğu kuşkusuzdur. Hal böyle olunca bu zararın, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki fark; temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar olarak tanımlanabilir. Böyle bir zarar, her somut olayın özelliğinden kaynaklanabilir.

Munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağının geç ifa edilmesinden dolayı faizle karşılanamayan zararını ve miktarını zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek durumundadır. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.
Munzam zarar temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiil, nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde bu borcun hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle, asıl alacak ve temerrüt faizleri yönünden icra takibi yapması ve dava açılması sırasında onlarla birlikte istenilmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması davanın görülmesine engel değildir. Zaman aşımı süresi içinde her zaman bu yöne ilişkin dava açılabilir.

Her ne kadar MK.nun 6. maddesi hükmüne göre davacı iddiasını ispat etmekle yükümlü ise de; bu kural mutlak değildir. İstisnaların başında karine gelir. Var olan bir durumdan bilinmeyen bir durumun çıkarılması halinde, karine var denir. Olayımızda yasal bir karine yoktur. Buna karşılık yaşanan hayatın gerçekleri ve olaylarından çıkan eylemli bir karinenin varlığı tartışmasızdır. Ticari hayatın içinde olar davacının eline geçecek parayı işinde değerlendirmesi veya en azından vadeli banka hesabına veya benzer gelir getiren kurumlara yatırarak en iyi şekilde yararlanması beklenebilecek bir davranış olup, bu davranış toplumumuzu: içinde bulunduğu ekonomik-sosyal yaşantısına da uygun düşer. Bu tür getiri oranlarının temerrüt faizinden fazla olduğu hususu da bilinen bir vakıadır. HUMK.nun 238. maddesi gereğince maruf ve meşhur olan hususlar münazaalı sayılmaz Bu nedenle davacının temerrüt faizinden fazla bir zarar: olduğu ortadadır. Davalı bu karinenin aksini ispat etmek durumundadır. Davalı bu hususu ispatlayamamıştır. Hal böyle olunca kural olarak davalı, temerrüt tarihinden paranın tahsil edildiği tarihe kadar oluşan ve faizi aşan davacı zararından sorumludur. Bu durumda mahkemece, davalı tarafın temerrüde düştüğü tarihten icradan paranın tahsil edildiği tarihe kadar geçen zaman zarfında gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve Devlet tahvilleri verileri, faiz oranları, TL karşısında döviz kurlarını gösterir liste resmi kurumlardan getirtilmeli, konusunda uzman bilirkişi kurulundan az yukarıda açıklanan ilkeler ışığında taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmalı, davacının zarar miktarı belirlemeli, belirlenen bu miktardan tahsil edilen faiz miktarı da düşüldükten sonra davalının kazanılmış hakkı da dikkate alınmak suretiyle bakiye tazminat yönünden bir karar verilmelidir. Bu yönleri göz ardı edilerek yetersiz bilirkişi raporu esas alınma suretiyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.




Yukarıda emsal kararda, icra takibine konulan alacak faiziyle birlikte tamamen tahsil edilse bile, temerrüt faizinin her zaman zararı karşılamayacağı bu sebeple denkleştirici adalet ilkesi uyarınca munzam zarar miktarı belirlendikten sonra, bu miktardan faiz miktarının düşülmesi ile bakiye tazminat miktarının talep edilebileceğine karar verilmiştir.

Benim olayda 1988 yılındaki 100.000.000 TL ( eski parayla) alacağa 2012 itibariyle 350.000.000 TL (eski parayla)faiz işletilmiş. Yukarıda emsal karar dikkate alındığında, temerrüt faiz tutarının bizim alacağımızı karşılamadığını söylemek zor olmayacaktır.

Sonuç olarak 1988 yılında 100.000.000 TL'ye ev alabilirken bugün verdikleri 100 + 350:450 TL ile kira bile ödenememektedir.
Old 21-02-2013, 16:34   #5
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan alperyldrm
Özür dileyerek düzeltmek istiyorum. 100 TL'den kastım eski parayla 100.000.000 TL'dir.

"Denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz" şeklindeki beyanınızın herhangi bir gerekçesi bulunmakta mıdır?

Yargıtayın denkleştirici adalet ilkesi ile ilgili belirlemiş olduğu kriter;

"akit tarihinde verilen paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır."

bu hususun burada uygulanmamasının sebebi nedir.

Ben iflas müdürlüğünden istediğinizi sanmıştım. Munzam zarar davası açabilirsiniz ama borçlu "iflas ettiğini bu nedenle ödemek istese bile ödeyemeyeceğini(Tasarruf yetkisi yoktur), dolayısıyla kusurunun olmadığını" beyan ederse, bence iflasın açıldığı tarihten kapatıldığı tarihe kadar olan kısım için davanız red edilir.
Old 21-02-2013, 18:17   #6
alperyldrm

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Ben iflas müdürlüğünden istediğinizi sanmıştım. Munzam zarar davası açabilirsiniz ama borçlu "iflas ettiğini bu nedenle ödemek istese bile ödeyemeyeceğini(Tasarruf yetkisi yoktur), dolayısıyla kusurunun olmadığını" beyan ederse, bence iflasın açıldığı tarihten kapatıldığı tarihe kadar olan kısım için davanız red edilir.

İflas kapanmış olduğundan ve artık şahsın müflis sıfatı kalmadığından, ben bu talebimi dediğiniz gibi iflas müdürlüğüne değil şahsa yönelteceğim. Bugün itibariyle iflas kapanmış olduğundan şahsa ait tüm malvarlığı üzerindeki şerhler de kalkmış durumda.

İflas süreci yaklaşık 20 yıl sürüyor (iflasın açıldığı tarih ile iflasın kapandığı tarih) Bu 20 yıl İÇİNDE Müvekkilin parasındaki değer kaybına ilişkin davanın reddedilmesi hakkaniyete aykırı gibi geldi bana. Çünkü şahsı (eski müflisi) bu 20 yıllık süre için "kusuru yoktur" diye sorumlu tutmamak alacaklının parasının 20 yılda kazanacağı değerden daha mı üstündür.?

Mahkeme bana şunu mu diyecek "evet avukat bey müvekkiliniz 25 sene önce bir ev parası alacak kadar davalıya para vermiş, ancak siz bugün itibariyle bu paraya karşılık 1 aylık kira bedeline bile layık değilsiniz" Bu çıkarımın kabaca ifadesi bu sanırım

Örnek kararda, alacaklı alacağını 4 sene içersinde tüm faiziyle tahsil etse bile Yargıtay, yine munzam zarar talep edilebileceğini belirtmiştir. Yani o kararda davalının "kardeşim tüm alacağını tüm faiz, masraf vs dahil almışsın, paranın geç alınmasından dolayı devletin belirlemiş olduğu faizden de yararlanmışsın, daha ne istiyorsun benden" savunması işe yaramamış.
Old 21-02-2013, 18:19   #7
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan alperyldrm
İflas kapanmış olduğundan ve artık şahsın müflis sıfatı kalmadığından, ben bu talebimi dediğiniz gibi iflas müdürlüğüne değil şahsa yönelteceğim. Bugün itibariyle iflas kapanmış olduğundan şahsa ait tüm malvarlığı üzerindeki şerhler de kalkmış durumda.

İflas süreci yaklaşık 20 yıl sürüyor (iflasın açıldığı tarih ile iflasın kapandığı tarih) Bu 20 yıl İÇİNDE Müvekkilin parasındaki değer kaybına ilişkin davanın reddedilmesi hakkaniyete aykırı gibi geldi bana. Çünkü şahsı (eski müflisi) bu 20 yıllık süre için "kusuru yoktur" diye sorumlu tutmamak alacaklının parasının 20 yılda kazanacağı değerden daha mı üstündür.?

Mahkeme bana şunu mu diyecek "evet avukat bey müvekkiliniz 25 sene önce bir ev parası alacak kadar davalıya para vermiş, ancak siz bugün itibariyle bu paraya karşılık 1 aylık kira bedeline bile layık değilsiniz" Bu çıkarımın kabaca ifadesi bu sanırım

Örnek kararda, alacaklı alacağını 4 sene içersinde tüm faiziyle tahsil etse bile Yargıtay, yine munzam zarar talep edilebileceğini belirtmiştir. Yani o kararda davalının "kardeşim tüm alacağını tüm faiz, masraf vs dahil almışsın, paranın geç alınmasından dolayı devletin belirlemiş olduğu faizden de yararlanmışsın, daha ne istiyorsun benden" savunması işe yaramamış.

O halde yapacağınız iş dava açmak ve sonucunu bizimle paylaşmak. Ben sadece fikrimi söyledim.
Old 01-03-2013, 13:02   #8
alperyldrm

 
Varsayılan

Yeni bir araştırma yaptım.

Müvekkil 1988 tarihinde 100.000.000 TL vermiş(eski parayla)

1988 tarihinde asgari ücret 126.000 TL imiş(eski parayla)

Yani o tarihte müvekkilin vermiş olduğu para, asgari ücretin yaklaşık 794 katıdır

Ancak bugün bize ödenen para 450 TL'dir. Asgari ücret tutarı bile değildir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İflas Masasına Alacak Kaydı av.heimatlos Meslektaşların Soruları 10 12-12-2012 13:02
İflasın ertelenmesi davasına müdahil olmanın ve iflas masasına kaydolmanın şartları? NİLGÜN Meslektaşların Soruları 1 19-08-2012 19:01
iflas masasına kayıt faiz hesaplama limpid Meslektaşların Soruları 13 07-03-2012 12:28
İşçi alacağı ve iflas masasına kayıt zorunluluğu me_as Meslektaşların Soruları 9 12-12-2011 12:37
Tasfiye masasına kayıt grkm Meslektaşların Soruları 0 24-08-2010 13:54


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03539705 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.