10-06-2006, 17:40 | #1 |
|
devletin doğal hakkı?
ben de bi sınav sorumu sizlerle paylaşmak istiyorum devletin, milletinin birlik ve beraberliğini korumak gibi bir doğal hakkı olabilir mi? bu doğal hakkı korumak amacıyla bireylerin temel haklarını sınırlandırabilir mi?
|
13-06-2006, 13:04 | #2 |
|
devletin doğal hakkı ?
Sayın Slmons ; Temelinde toprak bütünlüğü olan "Devlet" denen tüzel varlığı, millet ve milletler topluluğu oluşturur. Dolayısıyla devletinde kendisini oluşturan milletin veya milletlerin birlik ve beraberliğini korumak kollamak gibi bir hak ve ödevi vardır. Bu doğal mıdır ? derseniz bence doğal. Ayrıca devletlerin rejimi ve bu rejimlerin ideolojileri vardır.
Zaman zaman bireyler veya toplumun bir kesimi, bu rejime ve ideolojisine karşı yeni bir rejim ve ideoloji arayışı içinde olabilir. Devletler bunu bir tehdit unsuru olarak algıladıkları an, koruma içgügüsü ile bir takım tedbirler alır. İşte bu tedbirlerin uygulanması esnasında zaman zaman bireylerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlanır. Bunun bir ileri safhası da, Askeri darbeler ve daha kısıtlanmış hak ve özgürlükler... Oluşum şartlarını dikkate aldığınızda ve olaya "her rejimin kendisini koruma ve kollama hakkı vardır." düşüncesinden baktığınızda o da doğaldır. Devlet, rejimin korunması mı? bireylerin temel hak ve özgürlükleri mi? ikileminde kaldığı an önceliği rejimin korunmasından yana koyar. Yani anlayacağınız devlet ne yapsa doğal. Ben şahsen, bireylerin düşünceleri şekillendikçe, devletin ideolojisinin de buna paralel yeniden şekillendiğini düşünüyorum. Yani, dünyadaki gelişmelerin ışığında ve günün koşullarına göre... Örneğin; 35 yıl önce rejime aykırı düşünüldüğü için idam cezası uygulayan devlet, bu gün bu düşünceyi suç saymamaktadır. (sanıyorum örgütsel olmamak ve eyleme dönüştürülmemek koşulu ile) 35 yıl önce idamları alkışlayan toplum, bu gün en azından olayı yaşam hakkı kapsamında değerlendirebilmektedir. Burda, devlet mi bireylerin düşüncesini şekillendiriyor ?, birey mi devletin ideolojisini şekillendiriyor derseniz, bence birey... Saygılarımla. |
16-06-2006, 11:37 | #3 |
|
devletin doğal hakkı
Merhaba ;
İlk yazımla, fazla detaya inmeden konu hakkındaki kişisel yaklaşımımı anlatmaya çalıştım. Ancak, baktım konuya ilgi yok, biraz renklendirmek istedim. Umarım gerekli ilgiyi görür. Hani, yukarıda "devleti, milletler ve milletler topluluğu oluşturur" demiştik ya, şöyle düşünün ; Devleti ; annne-baba, çocuklarıda birey-toplum. Zaten boşuna "devlet ana, devlet baba" dememişler. Gerçi burda bir tezatlık var. Anne-babayı çocuklar oluşturmuyor , en iyimser şekliyle "çocuk için anne-baba bir araya geliyor." şeklinde düşünebiliriz. Ancak sonuç itibariyle ikisininde varlık nedeni aşağı yukarı aynı. Koruma ve kollama... Anne-baba nasıl ki belli bir yaşa kadar, yani çocuklarının aklı birşeylere erene kadar sürekli sever ve onları iç ve dış tehlikelerden korumaya çalışır, Devlet' de birey ve toplum uslu durduğu, gereksiz şeylere kafa yormadığı, olası düşüncelerini sadece düşünmekle sınırlı tuttuğu sürece onun için de sorun yok, o da onları sever. Çocuk ne zaman ergenlik çağına gelir, anne-baba bir söyleyip on işitince işte o an işin rengi değişir. Anne-baba için bir takım tedbirleri alma vakti gelmiştir. Devlet için de öyle. birey ve toplum uslu durmaz, devletin işleyişini yüksek sesle eleştirip hatta daha ileri gidip işine burnunu sokmaya başladığı an onlar için de ufak yollu bir kulak çekme vakti gelmiştir. Bunların ne olduğu zaman içerisinde uygulamalı olarak görülür. Çocuk büyür okur veya okumaz ama, hak-hukuk-özgürlük vs. kavramlarla tanışıp bunları daha yüksek sesle evde söylemeye başladığı an sevgi ve koruma tek taraflı hal almış demektir. Çünkü o, artık korunma ihtiyacı hissetmemektedir. Bazen anne ve babanın varlığı bile onu rahatsız eder. Bu durumda anne ve babanın ekonomik ve sosyal durumuna göre uygulanacak tedbirler de değişiklik gösterir. Devlet için de durum pek farklı değil. birey ve toplum rahat durmaz işi daha ileriye götürür, devletin varlığı onları rahatsız etmeye başlar, örgütlenir, ideallerini ve düşüncelerini devlet babanın hiç de hoşuna gitmeyecek şekilde sokağa taşır, ve bunu kitlesel bir eyleme dönüştürürlerse (hele bir de provakatörlerin oyununa gelip işi kırma-dökme şeklinde) dolayısıyla tedbirler de daha sert olur. Çünkü devlet baba kendisine başkaldıranları hiç sevmez. Bu durum ne zamana kadar devam eder biliyormusunuz ? birey ve çocuk okul (eğer varsa), askerlik, iş hayatı ve kendi kazandığı "para" denen meta ile tanışıncaya kadar... İşte o zaman anne-baba de devlet de rahat bir nefes alır. Aslında devletin uyguladığı taktik ve tedbirler ile anne-babanın uyguladığı üç aşağı-beş yukarı aynı. Dedik ya boşuna "devlet ana, devlet baba" dememişler. Bence tüm tarafların daha çok rahat edebilmesi için bireyi "para" denen o şey le daha çok tanıştırmak. (bu cümleyi ekonomik özgürlük anlamında kullandım. Farklı anlamlar yüklenmemesi ... ) Saygılarımla. |
21-06-2006, 17:27 | #4 |
|
hak dediğimiz şey nedir ki?
devletin doğal hakkıymış! doğal hakkı olduğunu iddia eden devlet insan haklarına ne kadar saygılı tutum içerisinde olabilir. devletin doğal hakkının olması demek, istemediği her davranışa karşı yaptırım uygulamasının meşruiyet kazanması demektir. devletin doğal hakkı olmamalı ama varmış, ne yazık ki bir hukuk devleti, doğal hakkı olduğundan bahsedebilecek yüksek mahkeme üyeleri yetiştiriyor. |
21-06-2006, 21:55 | #5 |
|
Selam,
Konuyu renklendirebilecek bir görüşte ben atayım ortaya. Bence devletin hakkı olamaz, sadece görevi olabilir. Hakka benzeyen veya bazı devlet bilimciler tarafından hak olarak tanımlanabilecek devletin taraf olduğu noktalarda ise temel nokta devletin korumakla mükellef olduğu kamu menfaatini kollama mecburiyetden ileri gelen yetkilerdir. Saygılar... |
26-06-2006, 18:04 | #6 |
|
devletin temel işlevi
Devlet dediğimiz siyasal topluluk hukuk yoluyla organize olmuş bir yapıdır. Devletin uyruğundaki vatandaşların güvenliğini sağlamak, hukuksal barış ve hukuki güven ortamı yaratmak, hukuki koordineyi sağlamak gibi temel işlevi vardır. Devlet bu koordinasyonu cebirle güvence altına alınmış ve çelişkisiz normlarla sağlar. Devlet bu amacı sağlarken güç kullanma yetkisiyle donatılmalıdır hatta bu yetkiyi kullanamaz duruma gelirse ya da kaybederse devletin varlığı çelişkiye girer( Sayın Veysel sizin de söylediğiniz gibi otoritenin kendini kollama devamı sağlama hakkı ).Milletin birlik ve beraberliğini korumak devletin temel işlevi sayılacağından bence de devlet böyle bir hakkka sahip olabilir hatta güç kullanma yetkisini dahi kullanabilir.
Saygılarımla. |
27-06-2006, 16:25 | #7 |
|
ANAYASA
"V. Devletin temel amaç ve görevleri MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." Devlet görevini yapsın. Yetkisini kullansın. Murat Bey'in ifade ettiği gibi Devletin hakkı olamaz, görevi olabilir ancak. Selamlar... |
30-06-2006, 15:54 | #8 |
|
Devlet;temelini Jean-Jacgues Rousseaunun da kitabına konu ve başlık yaptığı toplum sözleşmesi görüşünden alır.Esas da ise güç sahabi insanların arkalarına ''halk''ı alarak fakat;bu iktidara halkıda ortak etmemek için halk değilde daha soyut bir kavram olan 'millet''in iradesine dayandıklarını söyleyerek iktidarlarını meşrulaştırdıkları yapıdır..Bu iktidar gücünü SEÇİLMİŞLİKTEN alır..ve böylece millet adına söz sahibi olur..Bu düzen yıllarca sürmüş ve toplumlara mal olmuştur..Bugün''denge''(güvenlik&özgürlük)denilen görüşten kasıt bu konuyu da içerir ve devlet,güvenlik altında yatan sebeple'kamu düzeni''için söz konusu hakkını kulanacaktır..Bunun aksini tartışmak mümkün olsada aksini yaşamak mümkün olmayacaktır..Devlet bu iradesini gerçekten de milletten almaktadır..unutmayalım ki hiç bir toplum kargaşayı sevmez..Bunun en beligin örneği ise ihtilal sonrası anayasaların büyük bir oranla kabul görmesidir...Böylelikle söz konusu hak millet iradesinin bir ürünüdür ve devletinde en doğal hakkıdır..
Şuna da değinmek istiyorum;düzeni sağlamak tabii ki devletin asli görevleriden biridir ama söz konusu biraz baskı olunca ki;olağanüstü hal vakaları böyledir..Böyle bir hakkın olup olmadığı her zaman tartışılacaktır,tartışılmalı demiyorum ama biraz gerçekçi olalım.. |
30-06-2006, 16:22 | #9 | |||||||||||||||||||
|
Sayın slmons, Devlet, sizin yazınızdaki amaçlar uğruna (uluslararası hukuk kurallarını da ihlal ederek)bir başka ülkeye de ordusunu gönderebilir mi? Saygılarımla |
30-06-2006, 18:00 | #10 |
|
Sayın Ergin : Evet, gönderir. Eğer o ülke, bahsettiğiniz uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak ve kendi deyiminizle ihlal ederek bir başka ülkenin toprak bütünlüğünü, rejimini, milletin birlik ve beraberliğini tehdit ederse ve en önemlisi, o uluslararası hukuk kurallarının bir yaptırım gücü kalmamışsa meşru müdafaa hakkı kapsamında gerekli tedbirleri alır. Savaş ve asker gönderme de bunun son safhasıdır. Bunu yaparken de gücünü halktan alır. Eğer siz bu tehlikeyi bertaraf edemezseniz o sizi bertaraf eder. Buna, görevden vazife çıkarmak da diyebilirsiniz.
Saygılarımla. |
30-06-2006, 18:13 | #11 |
|
Sayın Veysel,
Bugün okuduğum haberlere göre, İsrail Ordusu Filistin Devleti'nin 9 bakanını ve birçok milletvekilini tutuklamıştır. Olay Filistin Devleti'nin topraklarında gerçekleşmiştir. Size ve Sayın slmons'a göre İsrail Devleti haklı mıdır? Saygılarımla |
03-07-2006, 00:08 | #12 | |||||||||||||||||||||||
|
Selam, Sevgili hocam Erdoğan TEZİÇ'in ifadesiyle, acaba gerçekten ihtilal sonrası anayasalar bahsettiğiniz gibi toplumun serbest iradeleriyle kabul ettiği normlarmıdır, yoksa halkın askeri yönetimden bir an evvel kurtulmak amacıyla oyladığı metinler midir? Kaldı ki referandumun ne kadar demokratik ve hür iradeye dayandığı, ayrıca ne kadar sağlıklı sayım yapıldığı da tartışılır. "Bakınız ihtilal yaptık ve halk ezici çoğunlukla bizi destekledi. Amaç sadece göz boyamak" Saygılar... |
03-07-2006, 13:47 | #13 |
|
İhtilaller için söyledikleriniz de doğruluk payı vardır fakat bu konu da değişiklik yapmaz.
kargaşa ortamının sona ermesini halk istemiyorda baskıdan mı yeni anayasayı kabul ediyor yoksa halk oylamasının pekte demokratik olmadığı için mi?Tabiiki hiç biri değil..Konuyu etraflıca düşünürseniz herşeyin altında toplumun düşüngüsel yapısının olduğunu rahatça görürsünüz.. |
03-07-2006, 16:38 | #14 |
|
Hak sebebi?
kargaşa ortamı da bir baskı unsuru olabilir mi sizce?
halk iradesi dediğimiz şey için "halkın en güçlülerinin iradesi" değerlendirilmesi yapılabilir mi? 61'den farklı olarak, 82 anayasası, ezici bir çoğunlukla kabul edildi, resmi verilere göre. ama bu durum hiçbir zaman bu anayasaya hayır oyu verenleri "halk-dışı" kılmadı. onlar hala bu ülkenin vatandaşı. bir yasanın ne kadar ekseriyetle kabul edildiği, o yasa için yapılacak "hukuka uygunluk" değerlendirmesiyle ilişkisizdir. hak ve hukuk kavramları evrenseldirler, yasalarsa yerel, subjektif. anayasaya bir toplumsal sözleşme olarak bakmak yerine; anayasayı baskıyı, zulmü ve haksızlığı koruma yasası durumuna getirecek unsurlarla donatmak ve tercih hakkını sadece evet ve hayır kelimeleriyle sınırlamak halk iradesine saygısızlık olarak nitelendirilebilir mi? karşımızda gücü meşru kılmayı kendisi için zorunlu gören, güçlüler var. Hukukun varlık sebebi olarak güçlünün zayıfı ezmesini önleme tedbirini öne süren, hukuku uygulamak içinse güçlü olmak gerektiği vurgusunu yapan bir zihniyetle karşı kaşıyayız. hukuk kimi nasıl koruyacak? hukuk korumak için güce ihtiyaç duyacak. güçlü zayıfı güçlülerden koruyacak zayıflar birleşip güç olacaklar. güçlüler birleşip daha güçlüyü oynayacaklar. Neyse, benden bu kadar... Kuvvet hak sebebi değilse eğer, yasalar nasıl hak sebebi olabilir? |
15-01-2007, 00:54 | #15 |
|
DÜŞÜNMEK BİR DOĞAL HAKTIR ki ortak düşünce oluşturulması da bir doğal haktır ve icraya sokulması bile bir doğal haktır çünkü doğa bu yetileri insana vermiştir. DEVLET:toplum-ortak sözleşme
|
19-01-2007, 23:28 | #16 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu TartiŞmanin Temellerİnİ İyİ Belİrlemek Lazim Kanaatİndeyİm
Öncelikle önemli eksikliklerimizden biri olan normlar üzerinde düşünme ve tartışma imkanını sağladığı için site yönetimine ve bu önemli konuyu tartışmaya açan arkadaşlara teşekkür ederim.
Tartışmanın temelinde doğal hukuk teorisinin kabul edilip edilmediği veyahut doğal hukuktan kaynaklanan hakların sadece şahıslara mı yoksa devlete de ait olan taraflarının olup olmadığı yatmaktadır. Locke, insanın vazgeçilmez tabii haklara sahip olduğunu ve siyasal düzenin amacının hürriyetleri güvence altına almaktan başka birşey olmadığını savunmuştur.Böylece Locke, otoriteyi değil hürriyeti baş köşeye oturtmuştur. Doğal hukuk teorilerinin iki ana ekseninden birincisi soyut rasyonalist teorilerdir.Bu teoriler, insan aklının bütün sosyal, siyasi ve ekonomik ilişkilere hakim olabilecek,uluslararası niteliklere sahip ahlaki prensipler tayin etmeye muktedir olduğu varsayımına dayanır.İkinci eksende ise, daha ılımlı kuramlar bulunmaktadır. İkinci tip teorilerde temel toplumsal kurumları olan, kişilik ve mülkiyet haklarını koruyan kurallar sistemini toplumun kendisinin geliştireceğini belirtir. Açık bir şekilde görüldüğü üzere bu fikri yapının temelinde birey bulunmaktadır.Önemli olan toplumu oluşturup bieye inmek değil, bireylerin oluşturduğu toplumu görebilmektir. Farklı bir bakış açısı ise kartezyen veya constructivist (kurucu) aklın beşeri ilişkilerdeki rolünü vurgulamış, sosyal mühendislik denilen toplumu rasyonel bir plana göre baştan ayağa yeniden kurma fikrini ortaya koymuş, böylece yaratılmış hukukun(pozitif hukukun) ön plana çıktığını vurgulamıştır. Tabi hukuk ile pozitif hukuk ayrımını yaptıktan sonra devletin varolması ile ilgili teorilere göz atmak gerektiği kanaatindeyim. Yine Locke,insan doğa durumunda söylendiği kadar özgürse, kendi kişiliğinin ve mallarının mutlak efendisi ise en büyüğe eşitse ve hiç kimsenin uyruğunda değilse, özgürlüğünden niçin ayrılsın?Niçin egemenliğini bıraksın?Kendisini bir başka erkin denetim ve egemenliğinin altına niçin soksun?, der.Bu soruların cevabı insanın tabiat halinde güvenlikten uzak olmasında yatmaktadır. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle insanlar doğa durumundan uygar topluma geçme gereği duymuşlardır Burada, herkes sahip olduğu kendini ve başkalarını koruma ve yasaya karşı işlenmiş suçları cezalandırma yetkilerini, birincisini kısmen, ikincisini bütünüle olmak üzere siyasi iktidara bir mukavele ile devretmiştir. İnsanlar siyasi iktidara bu hakları devrederken bu haklardan ebediyyen vazgeçtiklerini düşünmemek gerekir. Çünkü temel hakların sahipleri bireylerdir ve devletin yegane görevi bu hakları korumaktır. İnsanlar devlete sadece bu hakları kendi adlarına korumak üzere yeetki vermişlerdir.Devlet tarafından bu hakların şu veya bu suretle yok edilmesi, kaldırılması bu hakların niteliğinden dolayı imkan dahilinde değildir. Diğer taraftan temel hakların varlığı ve niteliği, siyasi otoritenin meşruiyetinin, varlığının ve alacağı biçimin ana belirleyicisidir. Bu bağlamda,doğal haklar devlete ait olan haklar değil bireye ait olan haklardır.DEvlet bireylerden oluştuğuna göre ve devletin görevi, birelerin insan olmalarından kaynaklanan hakların bir kısmını yine bireylerin menfaatleri doğrultusunda devlete bırakmaları neticesinde kullanma hakkını birey menfaatlerini gözeterek yürütmekten başka birşey değildir. Yorumlarınızı bekliyor,şimdiden teşekkür ediyorum!
|
20-01-2007, 23:56 | #17 |
|
Alıntı: Syn. Harun Şimşek: Bu bağlamda,doğal haklar devlete ait olan haklar değil bireye ait olan haklardır.DEvlet bireylerden oluştuğuna göre ve devletin görevi, birelerin insan olmalarından kaynaklanan hakların bir kısmını yine bireylerin menfaatleri doğrultusunda devlete bırakmaları neticesinde kullanma hakkını birey menfaatlerini gözeterek yürütmekten başka birşey değildir.
Yorumlarınızı bekliyor,şimdiden teşekkür ediyorum! ************************************************** **** Tarafınızdan denilmiştir ki "Devlet bireylerden oluştuğuna göre" bu cümleniz ile yasama gücü kanunlarını koyarken bu kanunları tüm bireyler birlikte koymakta değiller midir yani ortada yine tüm bireylerin doğal hakkını kullanması yani örneğin kendi kararlarını kendisinin vermesi gibi bir doğal hakkı yok mudur? Yani devlet mekanizmasını tüm bireyler oluşturduğuna göre yasama-yürütme-yargı görevlerini tüm bireyler birlikte yapmış olmuyorlar mı ? Yani devlet bir iş yaparken orda bireyin varlığı söz konusu değil midir? Bireyi koruma altına almayan bir devlet kendi kendini koruma dışı bırakmamakta mıdır? Kanaatimce asıl mesele bizim BİREY-DEVLET mekanizmasını bir birinden bağımsız iki varlık gibi telakki etmemizdedir ki böyle bir şey gerçekte yoktur. Tüm bireyler(devlet) bireylere haksız yere iğne batırılabilir demiş olsa toplum kendi kendine haksız yere iğne batırmış olmuyor mu? Şimdi asıl mesele şu ki birey yalnız başına iken elbette doğanın kendisi için tanımlamış olduğu haklara sahiptir. Fakat birey toplum içine girmekle bu doğal haklarını kaybetmiyor aksine bunlarla ilgili bazı kararların BİRLİKTELİĞİN SELAMETİ İÇİN ve hatta kendi selameti için -ki birlikteliğin bir ÜYESİ-UNSURU-ÖGESİ-ÖZNESİ-SUJESİDİR- birlikte karar almaktadır. Ki toplum olmak da insana doğaca tanınmış bir haktır-imkandır. Tüm bireyler ile devlet mefhumu aynı şey iken devletin kullanmış olduğu hak DOĞAL HAKLAR değildir denilebilir mi? Birey salt kendi başına iken sahip olduğu doğal hakları ile birlikte TOPLUMU OLUŞTURMUYOR MU? Eğer oluşturmuyor ise birey toplum içinde iken hangi haklarını-imkanlarını kullanmaktadır? Doğanın birey için tanımlamamış olduğu bir imkandan başka bir imkanı toplum içine taşıması elbet mümkün değildir gibi. Kısaca yalnız başına ikenki tüm doğal hakları ile birlikte birey toplumun bir üyesi olarak varlığını devam ettirmektedir ki ASLEN onun doğal hakları hiç bir zaman yok olmamakta yalnızca birlikte icraya koşulmaktadır. Birey doğal haklarından başka bir imkanı yani doğanın kendisi için tanımlamamış olduğu bir imkanı toplum mefhumu içine sokmamaktadır. Sonuçta Devlet bireylerin DOĞAL HAKLARINI KULLANMAKTADIR. Ki meşruiyetin sancısızlığı da buradan gelmektedir. SAYGILARIMLA |
21-01-2007, 11:39 | #18 |
|
Sayın Çalıkuşu Kamran,değerli yorumlarınız için teşekkür ederim;
Birey araç değil amaçtır.Yani birey temel varlıktır.Bireyin varlığı,sınıf, halk,toplum vs. gibi "bütün"lerin varlıklarından daha gerçek bir yapıya sahiptir. Birey teorik olarak toplumdan önce var olmuştur ve dolayısı ile bireyin hakları da toplumdan önce vardır.Tabi haklar anlayışının temelindeki düşünce sistematiği de budur. Yukarıda da belirttiğim gibi insan kendi başına bir son, bir amaçtır.İnsan akıl sahibi olduğu için asla bir araç olarak görülemez.Bilakis akıl sahibi olan yegane varlık insandır.Bu sebeple akıl sahibi olmayan diğer varlıklardan ayrılmakta, onlardan farklı bir varlık türü teşkil etmektedir. Kant,Şimdi diyorum ki;insan ve genel olarak her akıl sahibi varlık,şu veya bu isteme için rastgele kullanılacak sırf bir araç olarak değil,kendisi amaç olarak vardır.Ve gerek kendi ve gerekse başka akıl sahibi varlıklara yönelen eylemlerinde hep aynı zamanda amaç olarak görülmelidir.Varoluşları bizim istemimiz dışında şekillenen varlıkların,akıl sahibi varlıklar olmayınca, yine de araç olarak göreli değerleri vardır,bu yüzden onlara [b]şeyler[b]denir,oysa akıl sahibi varlıklarakişilerdenir.Çünkü onların doğal yapısı bile, onları amaçlar olarak,yani sırf araçlar olarak kullanılamayacak şeyler olarak gösterir.Böylece her türlü şahsi tercihi sınırlar ve saygı konusudur.,demektedir. Birer araç değil aksine tek amaç olan insana düşen ödev ise, insanlığa kendi kişisinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de,sırf araç olarak değil aynı zamanda amaç olarak davranacak eylemlerde bulunmaktır. Bu davranış şekli ile insanlar,her insanın amaç olduğunun farkına varmalı ve beşeri ilişkilerinin temeline bu düsturu oturtmalıdır Bu açıklamadan sonra devlete gelelim.Yayla, "Ne kadar "ulvi","asil" vs. olduğuna inanılırsa inanılsın,bireyin bireyin amaçları dışındaki varlıkların amaçları için araç ve malzeme olarak kullanılması hoş görülmez.",der ve haklıdır da. Toplumun çıkarı,kamu çıkarı,toplumun iyiliği,ortak iyi gibi kollektif bütünlere hasredilen kavramların ne oldukları çoğu zaman belirsizlerdir.Bireylerin bireysel çıkarlarının dışında ve onlardan üstün birtakım ortak çıkarlar olabilme ihtimali yoktur.İyilik,bireylerin iyiliğidir.Toplumun iyiliği muğlak, müphem bir kavramdır.Bir bireyi toplumun veya başka bir bütünün iyiliği için kullanmak demek,onu bir araç durumna düşürmek;onu bir nesne gibi mamele ederek kişilikten uzaklaştırmak,şey,yapmak ve hatta başkalarına kurban etmektir.Bir konuda herkesin hemfikir olması nadiren görülür ve ancak bu durumlarda belki bir ortak çıkardan bahsedilebilir.Spencer'in bu konudaki misali milli savunmadır.Bu ve buna benzer birkaç istisnai durum dışında toplumun ortak çıkarından söz etmek abes ile iştigal etmektir. Esas olan bireydir.Ve düşünce şemasını çizerken merkeze onu almak icap etmektedir.Aksi yolu izlemek teker teker yıldızlar ile ilgilenmeden astronomi çalışmaya benzer. Bütün sosyal eylem ve davranışlar bireyler tarafından yapılır.Bir kollektif bütün de kendi başına değil, bir veya birkaç kişi aracılığı ile işler.Yani her sosyal eylemin temeli bireyler tarafından belirlenir. Devlet ise en büyük kollektif yapı olarak şekillenmiştir. Bu şekillenmede devlete düşen görev kişilerin hayat ve hürriyet haklarını korumadan başka bişey değildir. Ve bu bağlamda negatif özgürlük anlayışından sıyrılıp pozitif özgürlük anlayışını benimsemesinde bir sakınca mevzu bahis değildir.Devletin vatandaşları özgürlüklerinin bir kısmını feda edip, böylece hepsini kaybetmekten kurtulmakta bir nevi kendini sigortalamaktadır. Devlet, bir kişiyi diğerlerinin zararına korumaya veya cezalandırmaya kalkarsa o zaman diğer bireylerin rıza gösterdiğinden daha fazla ölçüde hürriyetlerini kısıtlamış ve yapıldığı varsayılan sosyal mukaveleyi bozmuş olur. Üstelik devletin doğal hakkından bahsedersek çözmemiz gereken büyük bir sorunla karşılaşırız.O da devletin yapısıdır. Halkın iradesine dayanan toplumlarda devleti şekillendiren çoğunluktur. Halbukişahsi özgürlüklerin çoğunluk tarafından da ihlal edildiği su götürmez bir gerçek olarak gün yüzünde durmaktadır. Toplumun çoğunluğunun bireye tahakkümü, ona zorla azı değerleri veya bazı davranış şekillerini benimsetmek yolu ile de gerçekleşebilir. Çoğunluğun tahakkümünün zorbalık raddesine gelme tehlikesi pek yakında hazır bulunuyorsa ve halkın iradesine dayana toplumlarda devleti çoğunluk şekillendiriyorsa yapıldığı varsayılan sosyal mukavelenin dışında devlete verilecek "doğal haklar" azınlığın aleyhine çoğunluğa sağlanmış birer lütuftan öteye gidemeyecektir.Bu ise toplum içinde devlet tarafından adaletsizliğin oluşmasına vesile olacaktır. Sonuç olarak devletin değil bireyin doğal hakları mevcuttur.Tartışmanın gelişmesi yemennisi ile saygılar sunarım. |
21-01-2007, 22:25 | #19 |
|
Devlete İhtİyaÇ Duymamaizin Sebebİ İnsan ÖmrÜnÜ AŞan Falİyetlerİ YÜrÜtmesİyse EĞer Ya Da İnsanlarin Haklarinin Korunmasi Huzurun SaĞlanmasi İse Devlet Sadece Bİr GÖrevlİdİr. Yetkİlerİ İse GÖrevlerİnİ Yarİne Getİrmek İÇİn KullandiĞi Yaptirim GÜcÜdÜr Sadece. Kisacasi Aklin Yolu Bİrdİr..yanİ Devletİn Hakki DeĞİl Sadece GÖrevİ Olabİlİr
|
21-01-2007, 23:33 | #20 |
|
Kisaca
Syn. Harun Şimşek, kısaca şunu demek istediğinizi görmekteyim: Hukuk ve devlet, bireyin kişiliğini GERÇEKLEŞTİRMEK ve GELİŞTİRMEK için vardır.
Haklısınız, bireyin kişiliği en yüce onur olarak gerçekleşmek zorundadır. Fakat bu her birey için geçerlidir. Ve bireyler kişiliğini gerçekleştirmek için toplumlaşma zaruretini görmüşler sanırım. Tekrar yazıyorum ki elbette DEVLET-TOPLUMLAŞMA bir araçtır ve her bir bireyin kişiliğini gerçekleştirme ve geliştirmesi yegane amaçtır. Ve şunu da eklemeliyim ki insanlığın bu seviyeye gelmesi toplumun el birliği ile bir şeyler icad ve keşfetmesi ile değil BİREYLERİN çalışmaları ile olmuştur. Bilimsel gelişmeler elbet bireylerin ürünüdür ve birey bu anlamda korunması gereken bir varlıktır. Fakat hangi bireyin yarının MUCİTİ veya TOPLUM KURTARICISI olacağını bilemezsiniz ki bu yüzden HER BİR BİREYİ MUTLAK SURETTE KORUMAK İÇİN HER TÜRLÜ ARACI-VASITAYI-İMKANI-DEVLETLEŞMEYİ oluşturmak zorundasınız. Fakat ben diyorum ki devlet bireyden kopuk değil, tüm bireylerin haklarını kullanarak oluşturdukları bir mekanizmadır. Yani mekanizma derken aslında orda yine BİREY VARDIR. Ve bireyler devletleşirken-toplumsallaşırken bireysel doğal haklarından feragat etmiş değillerdir. Onlar yine doğal hakları ile bu mekanizmanın içindedirler ve DEVLET İÇİNDE KULLANILAN YİNE BİREYLERİN BİZZAT KENDİLERİNİN KULLANMIŞ OLDUKLARI DOĞAL HAKLARIDIR. Devlet yeni bir şey değil aksine bireylerin bütünleşmesidir ki onlar kişiliklerinin gelişimini burada görmüşlerdir. Hiç bir ressam, resmini salt kendisi izlemek için ortaya koymaz. O elbette ki birilerine bu güzelliği sunar. Hiç bir gül yoktur ki çevresine koku ve güzelliğini göstermesin. İsterse kendi kendini koklasın veya seyretsin. Ne anlayacaksa. Buradan şuna varmaya çalışıyorum. Evrendeki her bir varlık bütünün içinde bir işleve sahiptir. Hiçbir varlığın münferitliği yoktur. Her bir varlık evren bütünüyle bütünleşerek varlığına anlam katar. Ortadan bir yıldızı kaldırın bakalım neler olacak, güneşi kaldırın bakalım neler olacak, vs vs..........Ben dünyaya tek bir yıldızı izlemek için gelmedim. O yıldızın bütünle bütünleşmesini izlemek için geldim. SONUÇ OLARAK; KİŞİLİK TANIMINIZI YENİDEN YAPMANIZI TAVSİYE EDECEĞİM. saygılarımla |
22-01-2007, 01:43 | #21 |
|
Sayın Çalıkuşu Kamuran,korkarım ki ifadelerim yetersiz kalmış ve ne demek istediğimi siz değerli arkadaşlara yeterince aksettirememişim.Siz benim ifadelerimden devletin bireyin kişiliğini gerçekleştirmek ve geliştirmek için var olduğu sonucuna ulaşmışsınız.Bunun sebebiinin olaylara sizin toplumcu benim ise bireyci bakış açısı ile bakmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Benim ifadelerimin sizin yorumlarınızın tam tersi yönde şekil bulması gerekmektedir. Şöyle ki;
Bireyin kişiliği doğuştan vardır.Devletin onu gerçekleştirmesi bu sebeple mümkün değildir.Devlet,kişiyi hür bırakmalı ve ona müdahalede bulunmaktan çekinmelidir. DEvlete düşen sadece bireyin kişiliğini geliştirmesi için ona sınırlamalar getirmemek,hür bırakmaktır.Belirli fikir kalıpları içine hapsetmemektir.Yani burada devlet tarafından konulacak normlar sınırlayıcı olmamalı.Yoksa birbirinin aynı binler hatta milyonlar meydana gelir ki bu sizin tabirinizle "toplum kurtarıcısı"(ki ben bu tabire karşıyım)oluşmasına imkan tanımaz.Çünkü tek bir şekilde düşünen bireyler çıkar.Halbuki devlet şahsi gelişime müdehalede bulunmazsa farklı görüşler ortaya çıkar.Buradaki kastım devletin eğitimden tamamen elini çekmesi değildir.Ve fakat devlet,eğitimde herhangi bir ideoloji dayatması yapmaması ve ister özel ister resmi eğitim kurumlarına olabildiğince inisiyatif tanımasıdır. Öncelikle belirtmek isterimki eğitim kurumlarında her fikrin açık bir şekilde arzına devletin müdehalesi olmamalıdı.Bunun içine muzır olarak addedilen fikirlerde girmktedir.Bu fikrin temelleri aşağıya çıkartılmıştır.İlk olarak, susmaya mecbur edilen fikirler,bizim kesin olarak bildiğimiz şeyler ne olursa olsun,doğru olma ihtimalinin bulunmasıdır.Bunu kabul etmezssek kenimizin yanılmaz olduğunu kabul etmiş oluruz ki bu ise ilmin mantığına tamamen ters bir düşünce olur. İkinci olarak,susturulan fikrin,yanlış gibi görünüyor olsa da bir nebze olsun hakikati kapsamasının mümkün olmasıdır. Gerçek genelde tek bir fikirde bulunmaz.Fikirlerin bileşikesi gerçeği oluşturur. o halde gerçeğin ortaya çıkabilmesi için karşıt fikirlerin çatışmasına müsade etmek gerekmektedir.Üçüncü olarak,inanılan ve fakat doğruluğu karşıt fikirlerin itiraz ve eleştirileri ile test edilmeyen fikirler zaman içinde zayıflar ve bir süre sonra etkisini kaybederek dogma,bütün bütün tesirsiz,fuzuli yer işgal eden ve fakat akıl dışı ikrarlar halini alır. İşte bu sebeple devlet şahsi gelişmeye müdahale ettiğinde, daha doğru bir ifade ile belirli bir ideolojiyi "toplumsal kurtarıcı"yetiştirme ümidi veya başka herhangi bir sebeple genç beyinlere kazıması,hem o bireylerin ve dolayısı ile toplumun önünü kesmek manasına gelmektedir. İfadenizde,Bilimsel gelişmeler elbet bireylerin ürünüdür ve birey bu anlamda korunması gereken bir varlıktır. Fakat hangi bireyin yarının MUCİTİ veya TOPLUM KURTARICISI olacağını bilemezsiniz ki bu yüzden HER BİR BİREYİ MUTLAK SURETTE KORUMAK İÇİN HER TÜRLÜ ARACI-VASITAYI-İMKANI-DEVLETLEŞMEYİ oluşturmak zorundasınız.,demektesiniz. Burada toplum kurtarıcısı terimine deyinmek istiyorum.Hİçbir biryin toplum kurtarıcısı olmak gibi bir görevi bulunmamaktadır.Onun görevi kendisini kurtarmaktır.Bu düşünce bütün bireylerde mevcut olduğunda sosyal yapı zaten ideale doğru yol alacaktır.Bu tabirin zararını tarihimizde görebiliriz.Biz tarih boyu kurtarıcı beklemiş bir milletiz.Fakat o beyaz atlı prens hiçbir zaman gelmemiştir.Biz ise onu beklerken çalışmayı,üretmeyi unutmusuzdur.Lakin O'nun olmadığını,olmayacağını bir türlü kabullenememişizdir. Çünkü bu fikri kabul ettiğimizde bizim yükümüz artacak,açık bir ifade ile çalışmak durumunda kalacağız.Biz, herbirimizin kendimizin kurtarıcısı olduğunu ve ancak bu sayede toplum denilen yapının refaha ulaşacağını söyleyebiliriz. Yine cevabınızda, Evrendeki her bir varlık bütünün içinde bir işleve sahiptir. Hiçbir varlığın münferitliği yoktur. Her bir varlık evren bütünüyle bütünleşerek varlığına anlam katar.,demektesiniz. İşte asıl mesele de burada doğmaktadır.Siz bireylerin varlılarını bütünün içinde anlam kazanacağını düşünmektesiniz.Ben ise bireylerin varlıklarının zaten anlamlı olduğuna inanmaktayım.Bireylerin toplumsallaşması yani daha devletleşmeden bir arada yaşaması zorunluluklardan kaynaklanmaktadır.Bu mübadele-işbölümü zorunluluğudur. Mübadele eğilimi ve işbölümü, insanları her ihtiyaçlarını bizzat karşılama mecburiyetinden ve zahmetinden kurtarır.Böylece farklı şeyler üretenler,ürettikleri şeeylerin ihtiyaçlarından fazla olan kısmını,ihtiyaç duydukları diğer şeyleri üretenlerin ürün fazlası ile mübadele ederler.İnsanlar iktisatçıların tabiri ile fayda maksimizasyonu güdüsü ile hareket ederler ve fakat ortaya herkesin faydasına olan bir durum çıkar.Bastiat,her birey yetneksiz olduğu alanda dezavantaja yetenekli olduğu alanda ise avantaja sahiptir.Mübadele-işbölümü mekanizmasının yetenek havuzunda her birey seçkin yeteneklerin ürünlerinden pay almaktadır,demektedir.Bastiat'ın misali ilginçtir ve tartışmamıza ışık tutmaktadır.On haneli bir köyde her hane kendisi için çalışıyor olsa, her aile için on farklı meşgale bulunmaktadır.Bu on evlik toplumda,heer ev değişik ekonomik faaliyetlerde kullanılmak üzere ekipmana(araca-alete)sahip olmak isteyeceklerdir.Dolayısı ile on saban,on çift öküz,on demir ocağı,on marangoz atolyesi ilh. gerekmektedir.Oysa mübadele-işbölümü bu donanım listesini kökünden değiştirmektetir.Mübadele-işbölümü mekanızması başlayıncabir saban,bir çift öküz,bir demir ocağı,bir marangoz atolyesi ilh. yeterli olacaktır.Bu mekanizmanın büyümesi ile toplumda büyümüş ve sonuç olarak kompleks bir yapı meydana getirmiştir. Sizin, her bir varlık evren bütünüyle bütünleşerek varlığına anlam katar, ifadeniz ancak bu bağlamda değerlendirildiğinde toplum için değer taşır duruma gelmektedir.Lakin burada da yine ön planda olan toplum değil,bireydir.Çünkü birey akıllı davranmış ve maksimum faydanın mübadele-işbölümünde olduğunu görmüştür.Burada bireylerin amacının toplumun faydası,iyiliği veya "toplumu kurtarma" düşüncesi değil kendi çıkarlarına en kısa yoldan ulaşma gayreti olduğu su götürmez bir gerçek olarak bir abide gibi yükselmektedir. Bu açıklamalar eşliğinde tavsiyenize uyarak yaptığım kişilik tanımımda bir sorun olmadığını bildirir,aksine kişilik tanımımın sağlam temeller üzerinde yükseldiğini görüp bu tanımın üstüne çıkacağım katlarında sağlam olacağına karar vermiş bulunmaktayım.Saygılar sunarım. |
22-01-2007, 03:41 | #22 |
|
Öff be... O kadar çok laf edilmişki hepsini ve her satırını okuyacağım diye canım çıktı.
Horoz'a sormuşlar; "Tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan?" diye.. Ne demiş biliyorsunuz değil mi? Horozumuz pek cahil.. Felsefeden anlamazmış - Birey olmadan devlet olur mu? |
22-01-2007, 21:33 | #23 |
|
gökdelenler yurdu
1-Bireyin kişiliği doğuştan vardır.?
Elbette doğuştan vardır ama en basitinden o kişilik içinde karşı cinsle toplumsallaşma zarureti gibi bir özellik vardır. Toplumsallık da şarttır. Ve o da bireyin kişiliği içinde doğuştan mevcuttur. 2-Devletin onu gerçekleştirmesi bu sebeple mümkün değildir.? Devlet, yapmış olduğu kişilik tanımı ile zaten doğal kişiliği kendi tanımı içine almak zorundadır. İnsanlar evlenemez diyemez. 3-Devlet,kişiyi hür bırakmalı ve ona müdahalede bulunmaktan çekinmelidir.? Ey bireyler selametiniz için hemcinslerinizle evlenebilirsiniz diyen devlet mi olur bireyler mi olur? 4-Belirli fikir kalıpları içine hapsetmemektir? Şimdi burada şunu sormak zorundayım: DOĞAL HUKUKÇU MUSUNUZ YOKSA EMPİRİK HUKUKÇU MUSUNUZ?( yani a priori bilginin varlığına mı inanıyorsunuz yoksa a posteriori bilginin varlığına mı) Doğa insana düşünme serbestisi elbet tanımıştır. Fakat hiç bir birey diğer bir bireyin gelişimini engelleme imkanına/hakkına sahip olmamak gerekir. Kendi egoizmim için diğer bireyleri kendime köle edemem ama maalesef bu gerçekleşmektedir ve nedense Devlet mefhumu güçlü bireyin güçsüz bireyi daha da ezebilebileceği Adalet anlayışını derpiş eder. EN BASİT ÖRNEK, kazanç yükseldikçe vergi oranı azalır. Bence kazanç yükseldikçe vergi oranı aynı seviyede kalmalıdır. Ne dersiniz sistem kime çalışıyor. 5-Çünkü tek bir şekilde düşünen bireyler çıkar? Eğer tek tipte düşünmek isteyen birey olmak istiyorsanız öncelikle, TOPLUMCU BİREYCİ ayrımından vazgeçilmesini istemek zorundayım. Ki geçmişin fikirlerini tekerrür etmiyorum. Söylemim açıktır BİREY İLE DEVLET MEFHUMU İÇİÇEDİR. 6-Ve fakat devlet,eğitimde herhangi bir ideoloji dayatması yapmaması ve ister özel ister resmi eğitim kurumlarına olabildiğince inisiyatif tanımasıdır.? Bu konuda açıktır, üniversite yıllarınızı umuyorum hatırlıyorsunuz, sizin üniversitede hangi siyasi düşünce hakimdi. Devlet orda insanları serbest bıraktığı halde neden birileri üstün güç olup diğerlerine kendi fikirlerini dayatıyorlar. 7-Fikirlerin bileşikesi gerçeği oluşturur. o halde gerçeğin ortaya çıkabilmesi için karşıt fikirlerin çatışmasına müsade etmek gerekmektedir.? Üniversite yıllarımda gördüm ki karşıt fikirlerin çatışması işi hep bir bozgunculuk yaratmıştır. Orda öğrenimimizi daha bu çatışmalar yüzünden zorlukla yapmaktayız. Evet ekonomisi güçlü olanlar için okul er ya da geç biter. Fakat ekonomisi iyi olmayan için 1 yılın önemi hayat pahasıdır. Umarım anlatabilmişimdir. Ayrıca şunu ilave edeyim ki çoğu üniversite öğrencisi okulunu zamanında bitirmek adına bir taraf edinmektedir yoksa fikir benimsemesi değil mesele. Çünkü tarafsızlık en kötü kavram olmaktadır oralarda. 8-Üçüncü olarak,inanılan ve fakat doğruluğu karşıt fikirlerin itiraz ve eleştirileri ile test edilmeyen fikirler zaman içinde zayıflar ve bir süre sonra etkisini kaybederek dogma,bütün bütün tesirsiz,fuzuli yer işgal eden ve fakat akıl dışı ikrarlar halini alır.? Her fikir doğrudur ve hiç bir zaman dogma değildir. Önemli olan onun yarar getirip getirmemesidir. Bir fikir günün gerçekleri karşısında yararını yitirebilir. Ama bir gün yeniden yarar sağlar ki BAZEN DÜZENSİZLİK EN İYİ SONUÇ GETİRİR. 9-İşte bu sebeple devlet şahsi gelişmeye müdahale ettiğinde, daha doğru bir ifade ile belirli bir ideolojiyi "toplumsal kurtarıcı"yetiştirme ümidi veya başka herhangi bir sebeple genç beyinlere kazıması,hem o bireylerin ve dolayısı ile toplumun önünü kesmek manasına gelmektedir. ? Elektriği icad eden emin olun TOPLUMSAL BİR KURTARICIDIR. 10-Biz tarih boyu kurtarıcı beklemiş bir milletiz.? Tarihi iyi inceleyin ezelden ebede kurtarıcı beklemeksizin gereğini yapan bir millet varsa emin olun TÜRK ULUSUDUR. Ama bazen gücü ele geçirenler beceriksizse ve toplumu kendilerine düşman olarak görmüşlerse toplumun müdahalesini keserek devam etmişler ve bu toplumun HAYALLERİNİ hiçe saymışlardır. 11-Onun görevi kendisini kurtarmaktır? Peki öyleyse neden çocuklarınız için de çalışmak zorunda olduğunuzu düşünmektesiniz. Hayat bizimle bitiyor oysa bir zaman sonra neden çocuklar düşünülüyor. Egom yetmiyor mu yoksa? 12-İşte asıl mesele de burada doğmaktadır.Siz bireylerin varlılarını bütünün ................olarak kompleks bir yapı meydana getirmiştir.TÜM PARAFRAFA CEVABIM? İşte burda demektesiniz ki birey tek başına yarımdır ve başkalarına zorunlu olarak ihtiyaç duyar. Öyleyse birey bir bütünün parçası/unsuru/öznesi/üyesi olarak vardır.Elbetteki bütünleşmek birey için bir zarurettir. Onun menfaatinedir.Birey bir sistemin dişlilerinden biridir. 13-Burada bireylerin amacının toplumun faydası,iyiliği veya "toplumu kurtarma" düşüncesi değil kendi çıkarlarına en kısa yoldan ulaşma gayreti olduğu su götürmez bir gerçek olarak bir abide gibi yükselmektedir. ? Psikolojiyi daha iyi okumanızı tavsiye eder ve BİREYLERİN DOĞUŞSAL YAPISINDA BÜTÜNLEŞMEK İHTİYACININ var olduğunu hatırlatırım.Psikoloji deyimiyle BİR GRUBA AİT HİSSETMEK İSTİYORUM kendimi ey İNSANLIK. 14-Bu açıklamalar eşliğinde tavsiyenize uyarak yaptığım kişilik tanımımda bir sorun olmadığını bildirir,aksine kişilik tanımımın sağlam temeller üzerinde yükseldiğini görüp bu tanımın üstüne çıkacağım katlarında sağlam olacağına karar vermiş bulunmaktayım.Saygılar sunarım.? İş bu sorunuza cevabım 15"tir. 15-Siz tek katlı müstakil bir ev inşa edersiniz BEN GÖKDELEN İNŞAA EDEBİLİRİM Kİ bütünleşmeyi temsil ederek en üstüne de BÜTÜNÜN BAYRAĞINI dikerim. SEVGİLERİMLE |
22-01-2007, 21:48 | #24 |
|
Syn. Harun Şimşek, anladığım kadarıyla düşünme eylemini sevmektesiniz. Şu konuda yardımınız olabilir mi tabi zamanınız olursa, aceleye aldığım bir konu değil zaten. Düşünerek, ve hatta düşünceyi zorlayarak ilerleyecek bir konudur.Bu arada önemli olan İlk soru olarak başlatılan mesele en son konu farklı bir yöne kaydı lütfen dikkate almayınız. Linkini veriyorum.SAYGILARIMLA
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=10138 Syn. Harun Şimşek, aklımıza şu soruyu da sormamız icab eder: Toplumsallaşmak BİREYİN doğal hakkı mıdır? Ve ayrıca ne demek istediğimi daha iyi anlamak adına. Aşağıdaki forum linkiyle ulaşabileceğiniz ve CALIKUSU_KAMURAN İLE AV. ARMAĞAN KONYALI yazışması bir şeyler anlatacaktır. Bu yazışmanın ikinci sayfasında Syn. Gemici, tüm yazdıklarımı tamamen FARKLI BİR KURAMA tahvil etmiştir ve aslında anlamsız bir tahvildir. Demek istediğim şudur ki KLİŞELEŞMİŞ KURAMLAR İLE BİRBİRİMİZİN SÖYLEMLERİNİ KİMLİKLENDİRME DEVRİ GEÇMİŞ OLSUN ve biz yeni düşünce üretmekte el ele verelim derim. Elbet bunu bir cedelleşme oyunu içinde yapmak daha bir imkanlıdır. http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=6040 Ayrıca şunu da belirteyim ki, okumuş olduğunuz batılı hukukçular elbette nihayet derler ki HUKUK bireyin TAM OLARAK KİŞİLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRMESİNİ VE GELİŞTİRMESİNİ HEDEF ALIR. Okunmuş olunan hukukçuların nihayet son sözlerini de tarafımıza beyan etmenizi saygıyla talep ederim. KİŞİ araç değil AMAÇTIR. Ve devamı KİŞİ: İmkanlarla donatılmış ve bu imkanlardan ibaret olan varlık. Şu şu şu haklar KİŞİYİ TEŞKİL EDER. Elbet burda şunu da görmek gerektir ki o da YAPICI BİR ÖZNE/suje olmasıdır artık. SAYGILARIMLA |
26-01-2007, 15:05 | #25 |
|
özür ve cevap
Değerli dostlar bu güzel tartışmadan işlerimin yoğunluğu sebebi ile bir süre uzak kalıp cevap yazamadığım için hepinizden özür diliyor, sayın çalıkuşu kamuranın sataşmalarına cevabımı da huzurlarınızda ifade ediyorum.
Sayın Çalıkuşu-kamuran der ki,bireyin kişiliği doğustan vardır ve fakat bu kişilik,toplumsallaşmak zorundadır.Bu fikri ile sayın muhatabım kişilik hakkındaki benim tezlerimi kabul etmiştir.Bireyin kişiliğinin doğuştan olduğu ve onun belirli bir süre içinde toplumsallaştığı yolundaki düşünce sistemi doğrudur.Bu toplumsallaşmada bireye ve bireylerin oluşturduğu topluma düşen,birbirlerinin birey olduklarını ve buna göre hareket etmeleri gerektiğini unutmamaktır. Sayın Çalıkuşu-Kamuran der ki "Eğer tek tipte düşünmek isteyen birey olmak istiyorsanız öncelikle, TOPLUMCU BİREYCİ ayrımından vazgeçilmesini istemek zorundayım. Ki geçmişin fikirlerini tekerrür etmiyorum. Söylemim açıktır BİREY İLE DEVLET MEFHUMU İÇİÇEDİR."! Sayın üstadım, belirtmek isterim ki müthiş bir yanıldı içerisinde yüzmektesiniz.İnsanlık birbirinden aldığı fikirler ile ilerlemektedir.Siz mozart'ın eserlerinin nasıl oluştuğunu düşünmektesiniz.Onlar daha önce temelleri atılan eserlerin devamıdır.Bugünün eserleri de dünki eserlerin devamıdır.Bu fikir sistemini benimseyen fikri mülkiyet hukukunun eserin mali haklarının belirli bir süre ile eser sahibine bırakmasının sebebi budur.İlmi çalışmalarda aynı şekilde ilerler.Misalen Baccaria İtalya'da çıkıp suçlar ve cezalar hakkında isimli abidevi eserini yazmamış olsaydı günümüz ceza hukuku bu seviyeye bu tarihte gelebilir miydi?Üstadım geçmişten gelen fikirleri küçümsemeyiniz!! Bu açıklama ile beraber,toplumcu-bireyci tartışmasına dönersek,bireyleri olusturan toplum değil toplumu olusturan bireylerdir.Dolayısı ile bireyden topluma ulaşmaya çalışın.Teker teker bireylerin menfaati bütün olarak toplumun menfaatidir.Bunun dışında "toplumun menfaatine" kavramı soyuttur ve kullanımı toplumu yönlendiren şahısların diğer şahıslara tahakküm edebilmesi için bir sancak hükmündedir.Misal olarak demokrasiye müdehaleler gösterilebilir.Toplumun menfaatine diye demokrasimiz bu ülkede kaç sefer baltalanmıştır.Bu baltalar ile yara alan teker teker bireyler ve dolayısı ile toplumdur.Bu baltalama faaliyetinden çıkar sağlayanlarda ellerinde baltayı bulunduran ve bu faaliyeti toplum için yaptığını söyleyen ve fakat geçici 15. maddeyi çıkartıp her türlü hukuki sorumluluktan kaçan insanlar olmuştur. Çok uzağa değil 26 yıl önceye bakmanızı tavsiye ediyorum.Darbe ile bitirilen bir ülke önünmüzdedir.Hala insanlar çocukları bazı şeyleri irdelediği zaman "çok karıştırma.Bak tehlikeli yerlerde dolaşma.Al paranı otur.Koca devleti düşünmek sana mı kaldı?Sen mi kurtaracaksın?vs."gibi telkinlerde bulunmaktadırlar.Bunun sebebini düşününüz.Bu şekilde yetişen çocuklar öncelikle kendilerine ve daha sonra da topluma ne verebilir?Koca bir hiç!!!İşte toplumcu diye tabir edilen sistemin sorunu budur.Tek fikir, O DA DÜŞÜNME, YÖNETİL!!!! Bu eğitim sistemi ile de bağlantılıdır.Eğitim sistemini bu şekilde örgütlediğiniz zaman toplum adına topluma rağmen birşeyler yapan ve fakat aslında kendi çıkarlarına hizmet eden çünkü kendilerini toplum sayan şahısların(geçici 15. ve benzeri maddeler bu tezimin delilidir!)amaçları için bütün bir toplumu çalıştırmış olursunuz.Daha vahimi yetişen nesillerde bu eğitim sisteminden nasibini aldığı için ülkenin geleceği ipotek altına alınmış olur.Halbu ki eğitim sistemine liberal bir bakış açısı ile yaklaşırsanız yönetilen,güdülen demek istemediğim için yönetilen diyorum,bireyler değil düşünen bireyler meydana gelir. |
26-01-2007, 21:24 | #26 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
DÜZELTME
1-
Binayı oluşturan tüm kum tanecikleri KENDİ ÖZ VARLIKLARINI KAYBETMEKSİZİN BİNAYI OLUŞTURMUŞLARDIR. bu kadar basit. 2-
Değerli Dostum, şu sözleri ile sonuçta bireyin toplumla bütünleşmek zorunda olduğunu kabul etmektedirler: "Bunun sebebini düşününüz.Bu şekilde yetişen çocuklar öncelikle kendilerine ve daha sonra da topluma ne verebilir?Koca bir hiç!!!" Kum tanecikleri, binayı oluşturmakla kum olma özelliklerini kaybetmezler. Elbetteki güdülen bireyler bizim amacımız değildir, fakat, ortada şöyle bir gerçek var ki: BİR SAAT ÖNCE 10 KİŞİ ARALARINDA ANLAŞARAK ORTAK BİR AMACI GERÇEKLEŞTİRMEK İSTERLER. Fakat her nedense içlerinden 1 tanesi hayır BEN BİREYCİYİM, bu amacı desteklemiyorum. Kardeşim sen bizimle dalga mı geçiyorsun, daha 1 saat önce benimsedin ve bir anlaşma yaptık. SENİN İSTEDİĞİN NEDİR ANLAMADIK, artık seninle hiç bir ortak uğraş içined girmeyeceğiz git KENDİN PİŞİR KENDİN YE DÜKKANI AÇ.............OK Yani işte insanlar bu halde idirler. Tabi herkes değil. Fakat anladığım kadarıyla Syn Harun Şimşek, eğitimin LİBERAL OLMASI GEREKTİĞİ TEZİNİ ŞİDDETLE BELİRTMEK İSTİYORSUNUZ. Elbette Devlet gücünü elinde bulunduranların koltuklarını sapasağlam hale getirmek için YÖNETİCİLER YANLIŞ da YAPSALAR ALKIŞLAYALIM demek istemiyoruz.Toplumun ortak gayelerinden birisi DOĞRU OLARAK BELİRLENENİ-YARARLI OLANI İCRA ETMEKTİR. Bilimi biz siyasilerin koltuklarını sağlamlaştırması için bir araç olarak kullanamayız. Sanırım karmaşalar yaşayan bir toplum istemiyoruz. Elbette öyle. Bunu bir kere ben istemiyorum en azından. Bakınız Avukatlık mesleğinden örnekle devam edelim. Her avukat kendini en bilgili en tecrübeli yapmak zorundadır. Elbette bu TOPLUMDAKİ her bireyin kendini en üst seviyede yetiştirmesi için bir zorunluluk olması gerektiği hususunda bir misaldir. Ve ne güzel ki avukatlık mesleği her avukatın ZORUNLU OLARAK VE BİREYSEL OLARAK KENDİNİ YETİŞTİRMEK ZORUNDA OLDUĞU BİR MESLEKTİR. Sizi anladığım kadarıyla bu misali anlatmak istiyorsunuz. Toplumun her bireyi kendini TAM DONANIMLI OLARAK yetiştirirse hiç bir sorun çıkmaz. Evet haklısınız böyle olunca EN SAĞLAM KUM TANECİKLERİNİN BİR BİRLERİNE SIMSIKI KENETLENDİĞİ BİR BİNA OLUŞUR VE sanırım 11 şiddetindeki depremlere dayanır ve ZEDELER DEĞİL ZADELER doğar. SAYGILARIMLA |
26-01-2007, 21:52 | #27 | |||||||||||||||||||||||
|
ALINTI: kıvılcım
AŞAĞIDAKİ KISIM İSE calikusu_kamuran” a aittir. HAŞİN VE GADDAR BİR FELSEFE TASVİRİ OLDU AMA OLSUN. Ben şurdan yaklaşmak istiyorum, insanımızın anlaması istenmiyor-belki anlamaması birilerinin işine geliyor. VE ANLAMAYAN İNSAN BEYNİ HAŞİN VE GADDAR OLUR Kİ beyin anlamak için vardır. Anlamazsa duramaz ki KENDİNİ BİLE YIKMAYA HAZIRDIR O BEYİN ve yıkar GÖREVİNİ YAPAMADIKÇA YIKAR KENDİNİ. Her gün ızdırabıdır artık ya kendini yıkar, ya dünyayı yakar. Okullar olmalı içi öğrencileriyle dopdolu, öğrenciler olmalı her gün anlamışlığın mutluluğunu yakalamış öğrenciler, anlamışlar olmalı hem KENDİNİ hem SENİ hem BENİ anlamışlar. Artık selamındaki samimiyeti anlar O, ona en uzak blokta da olsan BİR SELAMIN niçin gerektiğini anlar O, biz burdayız der artık, İNSANLIK BENDE DER ARTIK. VE İNSANLIK BÜTÜNLEŞMEK ADINA BURDADIR DER ARTIK. Bir tebessüm bir gülücük, bir el sallama, bir selam gereklidir der. O DER Kİ ARTIK NEFRET ÖNCELİKLE İNSANIN KENDİNE VERDİĞİ ZARARDIR DER. Artık anlamıştır keskin sirkenin neden küpüne zarar olduğunu, çünkü görmüştür kendini ve bilmiştir anlamıştır HAYATIN TA KENDİNİ. saygılarımla-her insan, bir insanlığın özlemi içindedir. Fakat ANLAYAMAMAK HEPSİNDEN KÖTÜDÜR. uzağız biz bize çok uzağız nedeni bin paçalıdır birleştirmek hem kolay hem bize çok uzak dedim ya okullar olmalı içinde çocuğu olan okullar ve hep birlikte güzel olan işte burda aranmalı çok uzağız mekanı aynı olsa da okumuşuna baksan korkuyor öbüründen kim neden korkuyor kimden aramızdaki bir kara kediden midir yoksa biz bizden midir bu korku böyle nedir düşünmüyoruz diğerini anlamak istemiyoruz ben bana yetiyorum ne edeyim gerisini öyle ya ne edesin her insanın içinde yanar ki bir derya NEDEN BİZLEŞEMEDİK |
27-01-2007, 20:01 | #28 |
|
DEğerli düşünür Çalıkusu-Kamuran,bu sefer tespitinizde haklısınız.Ben eğitimde liberal felsefenin hüküm sürmesini istiyorum.Benim fikir sistematiğim içindeki eğitimin her türlü düşünceye açık olması yatar.Şöyle açıklayayım.Devlet eğitim kurumlarının müfredatını serbest bırakmalıdır.DEvletin vazifesi açıkça şiddete,kine,bölücülüğe yönelen kurumları hizya getirmek!ten ibarettir.Burada tevhid-i tedrisat kanunu ile çeliştiğimi ve açık bir şekilde eleştirdiğimi açıklamama gerek yok sanırım.Eğitim yuvaları ülkemizde torna tezgahlarına dönmüştür.
Benim arzuladığım sistemde sizin bahsettiğiniz ve çoğu insanın da düşündüğü "karmaşalar yaşayan toplum" değil farklı fikirleri öyrenen ve kendi iinde bunları tartışarak doğruyu bulan toplum olusur. Önceki yazılarımdan birinde farklı fikirlere neden ihtiyaç duyulması gerektiğini açıklamaya çalışmıstım.100 yıl önce mutlak doğru olduğuna inanılan şeyler günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir.Bu da farklı fikirlerin gündeme gelmesi ile sağlanmıştır.Bugünün doğruları ise yarının yanlışları olmaya namzettir.Bu ise gelişmenin tabii sonucudur.Gelişmenin önüne geçmemek için,ki zaten geçilemez veya geçilmeye kalkışılsada komediden farklı bir şey oluşmaz,fikirleri hür bırakmalıyız. Bu aynı zamanda sizin korktuğunuz gibi kaosu değil sosyal barışı getirecektir.Unutmayınız ki düşünen insanlardan değil güdülen insanlardan zarar gelir.Eğer bizim fikrimiz hatalı ise düzeltmek size düşer.Siz ise farklı düşündüğünüz zaman benim hatamı farkedebilirsiniz.Sizin farklı düşünmenize engel olursam kendi düşüncemin hatalı olduğunu da anlayamam.Ne dersiniz.Devletimiz veya teker teker hepimiz hatalı düşündüğünü veya düşündüğümüzü anlamaktan mı korkuyoruz? |
28-01-2007, 23:47 | #29 |
|
Syn. Harun Şimşek, eğer amaç yalnızca insanların birbirleni anlamak için farklı düşünmek gerektiği ise son haddine kadar haklısınız. Anlamak BÜTÜNLEŞMEYİ SAĞLAR haklısınız. Eğitimde belirli bir temelde bile olsa TEVHİD gereklidir. Yani en azından zeminde birlik şarttır. En azından ORTAK BİR DİL KULLANILMALIDIR. Bu anlamda ülkede herkes farklı bir dille eğitim yaparsa kim kimi anlayacak neyle anlayacak. Şöyle diyeyim ben birbirimizi anlamak için en azından ORTAK BİR KÖPRÜ OLMALIDIR. Senin köprün fizana, öbürünün köprüsü Suzana, berikinin köprüsü Sezara çıkıyorsa yollar ayrılmıştır zaten. Avrupalı öncelikle ORTAK METODUNU oluşturarak fikri gelişimini sağlamıştır. Onlar MANTIK İLMİNİ yüzyıllar boyu METOD olarak görmüşler, ortak bir metod oluşturma çabası içine girmişler ve bunu başarmışlardır emin olun. Ve Klasik mantıktan Sembolik mantığa geçiş zaten bunu anlatır. Artık sembolik mantık yalnızca bir METOD olmaktan ibarettir. Yani köprü-yol olmaktan ibarettir. Önce bunu sağlarsak emin olun En güzele, En doğruya ulaşmanın ortak bir yolunu ve birbirimizi anlamanın en azından ortak bir YOLUNU-METODUNU oluşturmuş oluruz.
Ayrıca şunu söyleyim ki TARTIŞMAK-BİRBİRİMİZİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK öncelikle bir bütün olduğumuzu ve hep birlikte BÜTÜN İÇİN EN YARARLI OLANI bulma çabalarımızın olduğu bilincine varmakla mümkündür. Tüm ideolojilerin ortak amacı TÜMÜN YARARINI GÖZETMEKSE buyrun burdayız. Ama BÖLMEKSE AMAÇ bana uymaz. Aslında bir konu olarak açmak istediğim bir tasviri sizinle paylaşmak istiyorum. Gözlerinizi kapatın, kafatasınızı atmosfer olarak düşününüz ve BU SİZSİNİZ. Sonra kafatasınızın içindeki beyni dünya ve üzerindeki insanlık olarak düşününüz. Bunu tam olarak hissediniz. Kafatasınız atmosfer ve bu atmosfer sizsiniz, sonra beyinde dünya insanlığı. Bunu gözlerinizi kapamakla göz önünüzde gibi değil aynen kafanızı böyle böyle düşünün. Sonra bir atmosfer olarak elinizi dünya insanlığına uzatınız. UZATINIZ, ŞEFKATLE UZATINIZ, ŞEFTANİZİ UZATINIZ. İşte her bir insanın beyni HAYATI ANLADIKÇA, tam bu noktaya geliyor ve tüm insanlığı kucaklayabiliyor. KÖTÜDEN NEFRET BİLE ETMEMEYE BAŞLARSINIZ. Siz artık iyi olmanın gereklerini bilir ve iyiyi icra etmek için hayatta diyebilirsiniz. ZAMAN KAYBETMEMELİYİM. Daha çok okumalıyım daha çok anlamalıyım. İNSANLIĞI DAHA ŞEFKATLE KUCAKLAMALIYIM. Nefret öncelikle insanın kendi kendine atmış olduğu en büyük darbedir ve keskin sirke küpüne zararı daha iyi anlarsınız zamanla. Her bir insanın amacı TÜM İNSANLIĞI KUCAKLAMAKSA emin olun hiç bir sorun çıkmaz. Fakat elin oğlu, sizi ortaasya siteplerine atmak istiyorsa orda dur denir. Amacı sizce nedir, bilin bakalım? Evet kendimizi bir birey olarak, en güzel şekilde yetiştirmek zorundayız. Hele hele bu zamanda. Saygılarımla |
29-01-2007, 09:58 | #30 |
|
Sayın Çalıkuşu-Kamuran,
Sanırım benim yazdıklarım oraya farklı bir şekilde aksediyor veya ben anlatma kaabiliyetimi yitiriyorum. İnsanlar sadece birbirlerini anlamak için farklı düşünmezler.Farklı düşünmek için başkalarının onu anlmasına gerek yoktur.Anlaşılmak her insan için bir ihtiyaçtır ve sanırım kitaplar bu güdü ile oluşmaktadır.Ama o sonuçtur,amaç değil! Eğitimde ise birlik meselesinde de yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum.Benim söylemek istediğim şudur.Mesela eğitim dili bir olmalıdır.Bu hem şahısların hem de ülkenin geleceği için önemli bir faktördür.Benim ifade etmeğe çalıştığım husus,farklı fikirlerin tartışılabildiği bir ortamın oluşması için devletin sıfır noktasında kalması gerektiği. Bu fikirlerin kim tarafından ve ne şekilde söylendiği değil,bu fikrin yararlı olup olmadığı önem arzeder. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
Konu Araçları | Konu İçinde Arama |
Konuyu Değerlendirin | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
haksız tutuklamadan devletin tazminat sorumluluğu! | mirican | Meslektaşların Soruları | 1 | 25-05-2009 12:53 |
Devletin eli artık hırsızın ensesinde | Kavaz | Hukuk Haberleri | 0 | 03-11-2006 01:53 |
doğal afette yıkılan konut için hak sahipliği-tazminat | Burak Demirci | Meslektaşların Soruları | 1 | 10-10-2006 13:11 |
Devletin Elkoyduğu Bankalardaki Hisselerle İlgili | Abbas Bilgili | Hukuk Soruları Arşivi | 2 | 18-02-2002 21:18 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |