Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Banka Dekontunun Delil Niteliği

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 27-01-2016, 14:44   #1
AvFıratArslan

 
Varsayılan Banka Dekontunun Delil Niteliği

Değerli meslektaşlarım,

Baba ile oğul arasında görülmekte olan inanç anlaşmasına dayalı tapu iptali ve tescili davasında davacı oğul, davalı ise babasıdır. 2010 yılında davacı oğul gayrımenkulün sahibine kendi internet hesabından gayrımenkulün satış bedelini göndermiştir. Tapu davalı babanın üzerinedir. Taraflar arasında herhangi bir yazılı anlaşma sözleşme mevcut değildir.

Açılan davada delil olarak sadece banka dekontu sunulmuş, tanıklarla dava ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Davacının talebi, öncelikle tapu iptali ve tescili, bu olmazsa alacağın tahsilidir.

Sorum şudur.
Sadece banka dekontu davanın seyrini nasıl etkiler? İspat bakımından başkaca yazılı anlaşma ve sözleşme mevcut değildir.
Davalı iyiniyetlidir ve internet bankacılığı kullanmaması nedeni ile gayrımenkul sahibine oğlu hesabından ödeme yapılmıştır. Buna dayanarak davacının alacağın tahsili talebi yerinde midir?

Teşekkür ederim.

Saygılarımla...
Old 27-01-2016, 15:14   #2
Av. Hande Temeltaşı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan AvFıratArslan
Değerli meslektaşlarım,

Baba ile oğul arasında görülmekte olan inanç anlaşmasına dayalı tapu iptali ve tescili davasında davacı oğul, davalı ise babasıdır. 2010 yılında davacı oğul gayrımenkulün sahibine kendi internet hesabından gayrımenkulün satış bedelini göndermiştir. Tapu davalı babanın üzerinedir. Taraflar arasında herhangi bir yazılı anlaşma sözleşme mevcut değildir.

Açılan davada delil olarak sadece banka dekontu sunulmuş, tanıklarla dava ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Davacının talebi, öncelikle tapu iptali ve tescili, bu olmazsa alacağın tahsilidir.

Sorum şudur.
Sadece banka dekontu davanın seyrini nasıl etkiler? İspat bakımından başkaca yazılı anlaşma ve sözleşme mevcut değildir.
Davalı iyiniyetlidir ve internet bankacılığı kullanmaması nedeni ile gayrımenkul sahibine oğlu hesabından ödeme yapılmıştır. Buna dayanarak davacının alacağın tahsili talebi yerinde midir?

Teşekkür ederim.

Saygılarımla...


Banka dekontunun yazılı delil başlangıcı sayılacağı, bu durumda tanık dinletilmesinin mümkün olduğuna dair Yargıtay kararları aşağıdadır.

T.C. YARGITAY

1.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/4632
Karar: 2014/1155
Karar Tarihi: 28.01.2014


TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - İNANÇLI İŞLEM - VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI - BANKA DEKONTLARININ DELİL BAŞLANGICI OLACAĞI - DAHA ÖNCE İSİMLERİ BİLDİRİLEN TANIKLARIN YENİDEN ÇAĞRILIP BANKA DEKONTLARI HAKKINDA BİLGİ ALINMASI GEREĞİ

ÖZET: Bozma ilamında banka dekontlarının delil başlangıcı olacağı vurgulandığına göre, mahkemece, yapılması gereken iş, daha önce isimleri bildirilen tanıkların yeniden çağrılarak bu konudaki bilgilerine başvurmaktan ibarettir.

(1086 S. K. m. 337) (YİBK. 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)

Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.01.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılardan Hatice Tiryaki ve vekili Avukat Şeyda Turcan ile temyiz edilen davalı Nuran Erdenoğlu ve vekili Avukat Hüseyin Çelik geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Emine Solmazlar tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, inançlı işlem ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, hükmüne uyulan bozma ilamı sonrasında davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmüne uyulan bozma ilamında taraflar arasındaki uyuşmazlığın niteliği vurgulanmak suretiyle izlenmesi gereken yolun açıkça belli edildiği, mahkemece, anılan bozma ilamına uyulduğu halde bozma gereklerinin yerine getirildiğini söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği gibi, bozma ilamına uyulmakla bozma lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar, mahkemece, bozmaya uygun işlem yapılması zorunlu hale gelir.

Gerçekten de, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; özetle, “somut olayda, davacılar 67 parsel sayılı taşınmazı davalı ile birlikte satın aldıklarını bildirmişler ve dosyaya o tarihlere ve müteakip tarihlere rastlayan ve davalıya para gönderildiğine dair banka dekontları ibraz etmişler, bunun dışında 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca iddialarını kanıtlar nitelikte yazılı belge sunamamışlardır. Ancak, banka aracılığıyla davalının hesabına çeşitli tarihlerde ödemelerde bulunulduğu açık olup, taraflar arasındaki ilişki ve çekişmenin çözüme kavuşturulması bakımından davalının bankadaki hesabına yatırılan paraların bu ilişki ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde delil başlangıcı teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde gözardı edilemeyeceği tartışmasızdır. Ne var ki, mahkemece yukarıda sözü edilen banka dekontları bakımından bir değerlendirme yapılmamıştır.

Hal böyle olunca, banka dekontlarının delil başlangıcı teşkil edip etmeyeceği yönünde gerekli araştırmanın yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi, anılan belgelerin delil başlangıcı olarak nitelendirilmemesi durumunda davacının dilekçesinde vs. deliller demek suretiyle HUMK.'nun 337 vd. maddelerinde düzenlenen yemin deliline dayandığı gözetilerek bu delilin hatırlatılması, davacıların bu husustaki iddialarının kanıtlanması durumunda, 67 ve 81 parsel sayılı taşınmazların tevhidinden oluşan 82 parselde davacıların payı artacağından anılan husus açıklığa kavuşturulduktan sonra davalının vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı üzerinde durulup, tüm deliller birlikte değerlendirilip, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma ilamında banka dekontlarının delil başlangıcı olacağı vurgulandığına göre, mahkemece, yapılması gereken iş, daha önce isimleri bildirilen tanıkların yeniden çağrılarak bu konudaki bilgilerine başvurmaktan ibarettir.


Hâl böyle olunca; daha önce dinlenen tanıkların yeniden çağrılarak ödemelere ilişkin ibraz edilen banka dekontları hakkında bilgilerine başvurularak, paraların neden davalıya gönderildiğinin (67 parsel sayılı taşınmazın alımı için mi, ya da inşaat yapımı için mi?) açıklığa kavuşturulması, bu saptamaya göre, 67 ve 81 parsel sayılı taşınmazların tevhidinden oluşan 82 parselde davacıların payı artacağından davalının vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı üzerinde durulup, tüm deliller değerlendirilip, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken bozma ilamına yanlış anlam verilerek ve son çare olan yemin delili kullandırılarak yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 28.01.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.


T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/21603
Karar: 2014/11609
Karar Tarihi: 11.06.2014


TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI - DAVALI TARAFINDAN DÜZENLENDİĞİ İLERİ SÜRÜLEN BELGEYLE İLGİLİ OLARAK İSTİCVAP EDİLMESİ VE BELGEDEKİ İMZANIN KENDİSİNE AİT OLUP OLMADIĞININ SORULMASI GEREĞİ - EKSİK İNCELEME

ÖZET: Somut olaya gelince, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen 6.2.2012 tarihli belge üzerinde bir değerlendirme yapılmış değildir. Hâl böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davalılardan Mehmet İnan tarafından düzenlendiği ileri sürülen belgeyle ilgili olarak Mehmet İnan'ın isticvap edilmesi, belgedeki imzanın kendisine ait olup olmadığının sorulması, toplanmış ve bu doğrultuda toplanacak deliller çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

(6098 S. K. m. 19) (818 S. K. m. 18)

Dava ve Karar: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı R. Y. vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Senem Altınbulak'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa taşınmazın bedelinin tahsili isteğine ilişkindir.

Davacı, 1157 ada 321 parsel sayılı taşınmazdaki 2 no'lu bağımsız bölümün maliki iken kredi ihtiyacını karşılamak amacıyla güvendiği kişi olan davalı M. İ.'a satış yapmış gibi göstererek devrettiğini, bankadan konut kredisini M. İ. adına çektiklerini, ancak krediyi kendisinin aldığını ve bu borcu bankaya kendisinin ödediğini, alınan kredi borcu bittikten ve banka tarafından konulan ipotek kalktıktan sonra evin iade edileceğinin kararlaştırıldığını, kredi borcu bitince evin tapusunu istemişse de davalı M.'in kendisini oyalayıp taşınmazı iade etmediği gibi kendisinden habersiz ve muvazaalı olarak, başka firmalara teminat göstermesi için evin kendisine ait olduğunu bilen diğer davalı R. Y.'ya satış göstererek temlik ettiğini, teminat ihtiyacı ortadan kalktığında tapunun kendine devredilmesini R.'ın kabul ettiğini, ancak evi boşaltması için R.'ın 30.1.2012 tarihinde ihtarname gönderince göstermelik aldığı tapuyu sahiplendiğini ve taşınmazı geri vermeyeceğini anladığını ileri sürerek, tapunun iptali ile adına tescili; olmazsa taşınmazın bedelinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili isteği ile eldeki davayı açmıştır.

Davalı R., yiniyetli olarak taşınmazı M. İ.'dan devraldığını, hiç kimsenin kendi muvazaasına ve hilesine dayanamayacağını bildirip davanın reddini savunmuş, davalı M., duruşmalara katılmamış, yanıt da vermemiştir.

Mahkemece, tanık beyanlarına dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davada inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Böylesi bir iddianın ise ancak 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil ile kanıtlanabileceği tartışmasızdır. Bu kapsamda, davacı tarafından davalı M. İ. tarafından düzenlendiği iddia edilen 6.2.2012 tarihli belge dosyaya ibraz edilmiştir.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan Medeni Kanunun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi)) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19. ve 20. maddelerine (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26. ve 27. maddeleri) aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim“ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesi) kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur.

Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Somut olaya gelince, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen 6.2.2012 tarihli belge üzerinde bir değerlendirme yapılmış değildir.

Hâl böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davalılardan M. İ. tarafından düzenlendiği ileri sürülen belgeyle ilgili olarak M. İ.'ın isticvap edilmesi, belgedeki imzanın kendisine ait olup olmadığının sorulması, toplanmış ve bu doğrultuda toplanacak deliller çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

Davalı R. Y. vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.06.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.
Old 27-01-2016, 15:19   #3
Av. Hande Temeltaşı

 
Varsayılan

Aklıma baba-oğul arasındaki işlemlerin, senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayıldığı da geldi, ancak aşağıdaki karar bu konuyu da çözmüş.


T.C. YARGITAY

14.Hukuk Dairesi
Esas: 2010/14952
Karar: 2011/3732
Karar Tarihi: 23.03.2011


TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - DAVACININ DAVA DİLEKÇESİNDE HER TÜRLÜ KANUNİ DELİL DEMEK SURETİYLE YEMİN DELİLİNE DAYANMIŞ SAYILACAĞI - YAZILI DELİLLE KANITLANMIŞ GİBİ DAVANIN KISMEN KABULÜNÜN İSABETSİZLİĞİ - HÜKMÜN BOZULDUĞU

ÖZET: Davacı dava dilekçesinde <her türlü kanuni delil> demek suretiyle yemin deliline de dayanmış sayılacağından davacıya bu hakkı hatırlatılmalı, istem sonucu buna göre hükme bağlanmalıdır. Değinilen yön bir yana bırakılarak iddia yazılı delille kanıtlanmış gibi davanın kısmen kabulü doğru olmamıştır. Karar açıklanan sebeple bozulmalıdır.


(1086 S. K. m. 236, 292, 344)

Dava: Davacı Z. Ç. vekili tarafından, davalı S. Ç. vd. aleyhine 14.9.2007 gününde verilen dilekçeyle tapu iptali ve tescil, aidiyetinin tespiti ve tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.9.2009 tarihli hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi davalılar S. ve S. Ç. vekili ile duruşmasız temyizi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 22.3.2011 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili ile karşı taraf davacı vekilleri geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafların sözlü açıklamaları dinlenildi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Davacı, davalıların babaları olduğunu, adlarına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ve araçları davalılara olan güven ve istediğinde kendisine devredilmesi inancı ile parasını vererek onlar adına satın aldığını, çekişmeli taşınmazların davalıların adlarına olan kaydının iptali ve adına tescilini, araçlar yönünden aidiyetin tespitini, davadan önce satılan taşınmaz sebebi ile tazminat tahsilini, dava dışı şirkete daire alımı nedeni ile ödenen 20.000,00 TL peşinat ve 7.000,00 TL doğrudan destek priminin tazmini isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, iddianın ancak yazılı delil ile kanıtlanabileceğini, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, dava kısmen kabul edilmiştir.

Hükmü, davalılar S. ve S. M. Ç. ile davacı temyiz etmiştir.

1-Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre davacının bütün temyiz itirazları yerinde görülmemiş reddi gerekmiştir.

2-Belirtildiği üzere dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali, tescil ve tazminat istemlerine ilişkindir. Davacı, davalı olan çocuklarının malvarlığını parası kendisi tarafından ödenerek kazandıklarını, ancak; aralarında talep edilmesi halinde kendisine iade edileceğine ilişkin inanç ilişkisi bulunduğunu ileri sürmüştür.

İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye <inanan> adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de <inanılan> denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise <inanç konusu şey> olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa H.U.M.K.nun 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi <tanık> dahil her türlü delille ispat edilebilir.

Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (H.U.M.K. m. 236) yemin (H.U.M.K. m. 344) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince;

Taraflar arasında 5.2.1947 tarihli ve 20/6 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında benimsenen yazılı bir inanç sözleşmesi bulunmadığı gibi, yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir delil de yoktur. Bu tür davalarda taraflar baba-oğul da olsalar tanık dinlenemez. Kaldı ki, taşınmazlar ve araçlar baba tarafından verilen paralarla satın alınmış olunsalar bile bu durum davacıya mülkiyetin iadesini talep yetkisi değil, açılacak bir davada kanıtlanabilirse alacağın tahsilini talep yetkisi verir. Diğer taraftan, taraflar arasında başka ilişkiler sebebi ile verilen vekaletnameler yazılı delille kanıtlanmayan bu davanın kabulünü gerektirmez.

Ancak;

Davacı dava dilekçesinde <her türlü kanuni delil> demek suretiyle yemin deliline de dayanmış sayılacağından davacıya bu hakkı hatırlatılmalı, istem sonucu buna göre hükme bağlanmalıdır. Değinilen yön bir yana bırakılarak iddia yazılı delille kanıtlanmış gibi davanın kısmen kabulü doğru olmamıştır.

Karar açıklanan sebeple bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davacının bütün temyiz itirazlarının reddine, hükmün 2. bent uyarınca davalılar yararına BOZULMASINA, 825,00 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak vekille temsil olunan davalılara verilmesine, peşin yatırılan harcın iadesine, 23.03.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Old 27-01-2016, 17:24   #4
GÜLSÜM ÖNAL

 
Varsayılan

Somut olayınızda inanç ilişkisi baba ve oğlu arasında gerçekleşmiş ve taşınmaz baba adına tescil edilmiştir. Ancak ödeme yapılan 3.kişi inanç sözleşmesinin tarafı değildir. Bu durumda banka havale dekontu taraflar arasında gerçekleşen bir belge olmadığı için nasıl yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilecektir... Havale'nin hukuki niteliği mevcut borcun ödenmesi dir. havale içeriğinde açıklama da yok ise 3. kişi mevcut bir borç için ödeme yapıldığına dair vasıflı ikrar da bulunursa ( ki davada taraf dahi değildir. ) ne olacaktır.?
Old 27-01-2016, 20:14   #5
AvFıratArslan

 
Varsayılan

Öncelikle cevaplarınız için çok tesekkür ederim.

Somut olayda davacı oğul tarafından 3. Kisiye gayrımenkulün satış tarihi 01.01.2010da havale gerçeklestiriliyor. Havalede herhangi bir açıklama mevcut değil. Lakin tapu davalı baba üzerine yine havale tarihinde 01.01.2010da geçiyor. Taraflar arasında yazılı hiçbir anlaşma yok.( inanç ,vekillik) Davacı oğulun ilk talebi tapu iptal ve tescili ikincil talebi sebepsiz zenginlesme hükümleri doğrultusunda bedelin tahsiline ilişkindir.
Davalı oğulun 3. Kisiye gönderdiği havale bu gayrimenkulün alimina ilişkindir.

Sayın Önal , sizin de bahsettiğiniz üzere davacı oğul somut olayda davalı babasından söz konusu bedeli isteyebilir mi ?
Old 28-01-2016, 12:47   #6
GÜLSÜM ÖNAL

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/3-1411
K. 2014/1046
T. 17.12.2014
• SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE DAYALI ALACAK ( Kardeşler Arası Alacak Davası - Davacı Tanık Deliline Dayandığından Gösterdiği Tanıklar Dinlenilmiş ve Dinlenilen Her İki Tanık da Davacının İddialarını Doğrular Mahiyette Beyanda Bulunduğu - Olayda Müphem Bir Husus Bulunmadığı Gibi Davacı Davasını İspatladığı )
• İSTİCVAP ( Kardeşler Arası Sebepsiz Zenginleşmeye Dayalı Alacak Davası - Olayda Müphem Bir Husus Bulunmadığı Gibi Davacı Davasını İspatladığından Davalının İsticvap Olunarak Kendi Aleyhine Olan Belli Bir veya Bir Kaç Vakıa Hakkında Dinlenemeyeceği )
• TARAF İSTİCVABI ( Uygulamada ve Öğretide Tarafın İsticvabı İle Taraf veya Vekilinin Hâkimin Müphem Gördüğü Hususların Aydınlığa Kavuşturulması Amacıyla Dinlenmesini Birbirinden Ayrı Tutulduğu - Davacı Davasını İspatladığından Davalının İsticvap Olunarak Kendi Aleyhine Olan Belli Bir veya Bir Kaç Vakıa Hakkında Dinlenemeyeceği )
• KARDEŞLER ARASI ALACAK DAVASI ( Sebepsiz Zenginleşme Nedeniyle - Davacı Tanık Deliline Dayandığından Gösterdiği Tanıklar Dinlenilmiş ve Dinlenilen Her İki Tanık da Davacının İddialarını Doğrular Mahiyette Beyanda Bulunduğu - Olayda Müphem Bir Husus Bulunmadığı Gibi Davacı Davasını İspatladığı )
1086/m.293
6100/m.203/1-a
ÖZET : Dosya kapsamına göre, davacı davalı ile kardeş olduklarını, aile şirketi kurmak amacıyla 2004 yılında davalıya para verdiğini, davalının aile şirketi kurmadığı gibi, parasını da iade etmediğini belirterek sebepsiz zenginleşme hükümlerine verdiği paranın iadesini talep etmektedir. Davalı ise, duruşmalara katılmadığı gibi, cevap dilekçesi de ibraz etmemiştir. Davacı tanık deliline dayandığından HUMK'nun 293. maddesi ( HMK'nun m. 203/1-a ) uyarınca gösterdiği tanıklar dinlenilmiş ve dinlenilen her iki tanıkta davacının iddialarını doğrular mahiyette beyanda bulunmuşlardır. Davalı duruşmaya gelmediği ve davaya cevap vermediği için davayı tümüyle inkar etmiş sayılacaktır. Olayda müphem bir husus bulunmadığı gibi, davacı davasını ispatladığından davalının isticvap olunarak kendi aleyhine olan belli bir veya bir kaç vakıa hakkında dinlenmesi mümkün değildir. Kaldı ki, uygulamada ve öğretide tarafın isticvabı ile taraf veya vekilinin hâkimin müphem gördüğü hususların aydınlığa kavuşturulması amacıyla dinlenmesini birbirinden ayrı tutulmaktadır. Davanın kısmen kabulüne ilişkin mahkeme kararı isabetlidir.

DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Espiye Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.03.2012 gün ve 2011/216 E., 2012/277 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 26.06.2012 gün ve 2012/10400 E., 2012/16098 K. sayılı ilamı ile;

( ... Davacı vekili dava dilekçesinde, davacı ile davalının kardeş olduklarını, aile şirketi kurmak amacıyla 2004 yılında davacının davalıya 98.000 TL para verdiğini, davalının aile şirketi kurmadığı gibi, davacının parasını da iade etmediğini belirterek sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre 98.000 TL alacağın 2004 yılından itibaren yasal faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Davalı, duruşmalara gelmediği gibi cevap dilekçesi de vermemiştir.

Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile tanık ifadelerine göre 95.000 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.

Nüfus aile kayıt tablosuna göre tarafların kardeş oldukları anlaşıldığından, HUMK'nun 293 ( HM 203/1-a ) maddesi gereğince tanık ifadelerine başvurulmuş ve tanık beyanları doğrultusunda hüküm kurulmuştur.

Ancak; davalı, duruşmaya gelmediği ve davaya cevap vermediği için davayı tümüyle inkar etmiş sayılır. Davacı, miktar ve dayandığı hukuki muamelenin niteliğine göre iddiasını yasal delillerle ispat etmek zorundadır.

Bu durumda, mahkemece; HUMK.'nun 230 vd. ( HMK.'nun 169 vd. ) maddelerinde yer alan isticvap hükümlerine göre davalıya meşruhatlı isticvap davetiyesi çıkarılarak bu konuda beyanı alınmalı, davacıdan diğer delilleri de sorularak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, alacak istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalıya isticvap davetiyesi çıkartılmasının ve davacıdan da diğer delillerinin sorulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle isticvap kurumunun incelenmesinde yarar bulunmaktadır:

İsticvap, bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir veya bir kaç vakıa hakkında mahkeme tarafından dinlenilmesi demektir. Bu anlamda isticvap, teknik bir terim olup, bir tarafın ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( HMK )'nun 169- 175. ( 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK. m. 230- 235 ) maddelerindeki usule göre dinlenilmesine verilen bir isimdir.

Bununla, tarafların hâkim tarafından her dinlenilmesinin teknik anlamda bir isticvap olmadığını belirtmek istiyoruz. İsticvap, bir tarafın ancak adı geçen Kanunun m. l69- 175'e göre dinlenilmesi halinde söz konusu olur. Bunun dışındaki tarafların hâkim tarafından dinlenmesi, teknik anlamda bir isticvap değil, sadece tarafların dinlenmesidir ( HMK m. 140, 144 gibi, ( HUMK. m. 213 ).

Yukarıda da görüldüğü gibi, hâkim, davanın her halinde, tarafları veya vekillerini davet ederek dava konusu vakıalar hakkında tarafları dinleyebilir ( HMK m. 140, 144; HUMK. m. 213 ). Böylece, davacının davasının veya davalının savunmasının açıklanmasına çalışılır.

Bunun gibi, hâkim, açıklama ( aydınlatma ) ödevi gereğince, müphem veya çelişik gördüğü iddia ve sebepler ( vakıalar ) hakkında taraflardan açıklama isteyebilir ( HMK m. 31; HUMK. m. 75 ); yani tarafları dinleyebilir.

Tarafların ( HMK m. 140, 144'e göre; HUMK. m. 213 ) sadece dinlenilmesi ile ( HMK m. 169- 175'e göre, HUMK. m. 230- 235 ) isticvabı arasında önemli nitelik farkları vardır. Fakat taraf çağrıldığı oturuma gelerek sorulanlara cevap verirse, sonuç bakımından hangi usule göre çağrılmış olduğunun bir önemi yoktur. Buna karşılık, taraf çağrıldığı oturuma gelmezse, o zaman HMK'nun m. 171'deki ( HUMK. m. 234 ) yaptırımın ( ikrar etmiş sayılma yaptırımının ) uygulanabilmesi için, tarafın m. l69-175'e göre isticvap için çağrılmış olması gerekir.

İsticvabın konusu, dava ile ilgili belli ( davanın temelini oluşturan ) vakıalar ve onunla ilişkisi bulunun hususlardır ( HMK m. 169/2; HUMK. m. 230/2 ). İsticvap, isticvap edilecek tarafı bir ikrarda ( HMK. m. 188; HUMK. m. 236 ) bulunmaya götürebileceğinden ve tarafın gelmemesi halinde taraf isticvap konusu vakıayı ikrar etmiş sayılacağından ( HMK. m. 171; HUMK. m. 234 ) bir taraf, ancak kendi aleyhine olan vakıalar hakkında isticvap edilebilir; yoksa, kendi lehine olan vakıalar için isticvap edilemez. Bir taraf, kendi lehine olan vakıalar hakkında ancak m. l44'e ( veya m. 31'e ) göre dinlenebilir ( HUMK. m. 213 veya 75 ) ( Baki KURU/Ramazan ARSLAN/Ejder YILMAZ, Medenî Usul Hukuk, 22. Bası, Ankara 2011, s. 363, 364; benzer yönde açıklamalar için bkz. Hakan PEKCANITEZ/Oğuz ATALAY/Muhammet ÖZEKES, Medenî Usûl Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 504, 505 ).

Hukuk Genel Kurulu kararlarında isticvap şu şekilde tanımlanmaktadır. “HUMK'nun 230 ve müteakip maddelerinde düzenlenen isticvap, bir davada o dava ile ilgili belli vakıaların açıklığa kavuşturulması, varlığı ve yokluğu konusunda aleyhine olan tarafın ikrarının sağlanması amacıyla hakimin kendiliğinden veya taraflardan birinin isteminin kabulü ile başvurabileceği usuli bir işlemdir. Başlı başına bir ispat vasıtası değildir. Davacı, miktar ve dayanağı hukuki muamelenin niteliğine göre iddiasını yasal delillerle ispat etmek zorundadır.” ( HGK'nun 21.6.2006 gün ve 2006/9-315 esas, 2006/465 karar sayılı ilamı ). Ayrıca, HUMK'nun 230 ve müteakip maddelerinde düzenlenen isticvap ile HUMK'nun 213 ve 75/2. maddelerinde gösterilen hâkimin müphem gördüğü hususların aydınlatılması için tarafları dinlemesi hallerinin birbirine karıştırılmaması gerekir. İsticvap bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir vakıa hakkında sorguya çekilmesidir. HUMK'nun 230. maddesinde tahkikat hâkimi iki taraftan her birini re'sen veya talep üzerine isticvap edebilir denildikten sonra 234. maddesi de, isticvap için çağrılmasına karar verilen tarafa geçerli özrü olmaksızın gelmediği veya tedip olunan soruları cevaplandırmadığı takdirde sorulan vakıaları ikrar etmiş sayılacaktır. Oysa, HUMK'nun 213 veya 75/1. maddelerinde öngörülen biçimde hâkimin müphem gördüğü hususların aydınlatılması amacı ile davalının dinlenilmesidir ( HGK'nun 26.06.1996 gün ve 1996/11-385 esas, 1996/508 karar sayılı ilamı ) şeklinde tanımlanmıştır.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında;

Dosya kapsamına göre, davacı davalı ile kardeş olduklarını, aile şirketi kurmak amacıyla 2004 yılında davalıya 98.000,00 TL para verdiğini, davalının aile şirketi kurmadığı gibi, parasını da iade etmediğini belirterek sebepsiz zenginleşme hükümlerine verdiği paranın iadesini talep etmektedir. Davalı ise, duruşmalara katılmadığı gibi, cevap dilekçesi de ibraz etmemiştir. Davacı tanık deliline dayandığından HUMK'nun 293. maddesi ( HMK'nun m. 203/1-a ) uyarınca gösterdiği tanıklar dinlenilmiş ve dinlenilen her iki tanıkta davacının iddialarını doğrular mahiyette beyanda bulunmuşlardır. Davalı duruşmaya gelmediği ve davaya cevap vermediği için davayı tümüyle inkar etmiş sayılacaktır. Olayda müphem bir husus bulunmadığı gibi, davacı davasını ispatladığından davalının isticvap olunarak kendi aleyhine olan belli bir veya bir kaç vakıa hakkında dinlenmesi mümkün değildir. Kaldı ki, uygulamada ve öğretide tarafın isticvabı ile taraf veya vekilinin hâkimin müphem gördüğü hususların aydınlığa kavuşturulması amacıyla dinlenmesini birbirinden ayrı tutulmaktadır.

Yukarıda değinildiği gibi, davacı davasını ispat ettiğinden davalının isticvabına ve davacının diğer delillerinin sorulmasına yönelik Özel Daire bozması yerinde değildir.

Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, Özel Daire bozma ilamında belirtildiği üzere davalının isticvap edilerek, davacıdan da diğer delilleri sorularak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirterek yerel mahkeme kararının bozulması yönünde görüş beyan etmiş iseler de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle Yerel Mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygundur. Direnme kararı bu nedenle onanmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun'un 440.maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 5.078,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 17.12.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
banka dekontunun hukuki mahiyeti ve ispat kabiliyeti.. giatrus Meslektaşların Soruları 19 10-11-2016 12:48
Banka Havale Dekontunun delil niteliği Av.Doğuhan Meslektaşların Soruları 14 29-05-2015 14:13
banka dekontunun hukuki niteliği ayse1728 Meslektaşların Soruları 4 02-03-2012 14:41
İtirazın İptali Davasında Banka Dekontu'nun Hukuki Delil Niteliği Av.Burak Savar Meslektaşların Soruları 5 01-03-2012 14:38
banka dekontunun delil olup olamayacağı, sebepsiz zenginleşme tarnation Hukuk Soruları Arşivi 4 09-09-2006 12:39


THS Sunucusu bu sayfayı 0,14710093 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.