Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Tapu Kaydinda Sahte Belge?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 06-05-2008, 10:59   #1
av_fikret

 
Varsayılan Tapu Kaydinda Sahte Belge?

Arkadaşlarımın ilgisine;
Tapu müdürü duruşma tutanağını(ki oda tahrif edilmiş) kullanarak müşterek olması gerken taşınmazı müstakilen bir mirasçı üzerine kaydediyor ve bu mirasçıda bu taşınmazı 3. kişiye taşıyor.Müvekkilde tapu iptal ve tescil davası açıyor.(ayrıca tapu müdürlüğünü ve ve tapu müdürünü dava ediyor.Tapu müdürü görevi kötüye kullanmaktan ceza alıyor ve bu ceza kesinleşiyor.
Mahkeme kararında 3. kişiyi iyiniyetli görerek davayı reddediyor.
Şimdi;
1-Tahrif edilmiş duruşma tuttanağı sahte belge değilmidir?
2-Görevi kötüye kullanma Hukuk Mahkemesinde kesin dedlil değilmidir.Mahkemeyi bağlamaz mI?
3-Sahte belgelerle oluşturulan tapu kaydı YOK HÜKMÜNDE değilmidir?
4-Eğer Tapu kaydı yok hükmünde ise sonradan mülkiyeti iktisap eden 3. kişinin iyiniyet iddasına değer verilebilirmi?
Bu konuda elinde yargıtay kararı olan arkadaşların ilgisine şimdiden teşekkür ederim
Old 15-05-2008, 17:10   #2
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

1)TMK m.1023 ve 1024 maddeleri uyarınca, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur ve bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi tescile dayanamaz.

2)İyiniyetli üçüncü kişilerin kazanımlarının korunması halinde, zarar gören hak sahiplerinin durumu ile ilgili olarak, öncelikle TMK m.1007 hükmünü dikkate almak gerekir. Anılan hükme göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumludur.

Ancak olayınızın ayrıntılarını tam olarak bilemediğimiz için bahsettiğiniz tahrifat ve görevi kötüye kullanma hadiseleri ile tapu sicilinin tutulması arasındaki illiyet bağının yorumlanmasını tarafınıza bırakarak, öğretide ve uygulamada tartışmalı olan illiyet bağı konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bakış açısını yansıtan 2007 tarihli bir kararı, faydalı olması dileğiyle aşağıya ekliyorum.

3)Son olarak, illiyet bağının kurulamadığı durumda, yani zararın Tapu Sicilinin tutulmasından kaynaklanmadığı ihtimalde; gerek tahrifat, gerekse görevi kötüye kullanma suçu ile bağlantılı bir zarar doğmuşsa 657 Sayılı yasanın 13 üncü maddesi de dikkate alınmalıdır.

Saygılarımla.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2007/4-212
Karar: 2007/261
Karar Tarihi: 09.05.2007

ÖZET: Davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suiistimali mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir. Yerel mahkemenin, doğan zarardan davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

(4721 S. K. m. 1007) (743 S. K. m. 917) (1086 S. K. m. 417, 423) (1136 S. K. m. 164) (YİBK 29.05.1957 T. 1957/4 E. 1957/16 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.06.2004 gün ve 2003/851 E- 2004/322 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.10.2005 gün ve 2004/12722-2005/11105 sayılı ilamı ile;

(...1-Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından dava dışı Çelebi Ç.........'ye satışının yapıldığı; onun tarafından da yine dava dışı kişilere satıldığı anlaşılmaktadır.

Davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan dava dışı Hasan A...'a karşı açılan iptal ve tescil davası reddedilmiş, temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir.

Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin yapılan sahtecilik eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yani zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan sahtecilik işleminden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 (Türk Medeni Kanunu 1007) maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olacağı belirtilmektedir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.

Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir.

Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.

Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez.

Davanın reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir.

2- Yargılama ve hüküm, ancak davanın tarafları hakkında verilebilir. Yargılama giderleri de hükmün sonuçlarına göre yanların sorumlulukları ile ilgili bulunduğundan, hüküm ile birlikte karara bağlanması gerekir.(29.5.1957 tarih ve 4/16 sayılı İBK.). Bu bağlamda, yargılama giderleri aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir ve vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir. (HUMK.m.417/1, m. 423/b.6).

Diğer yandan, 4667 sayılı Yasa m. 77 hükmü ile değişik 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 164/son maddesindeki düzenlemede; dava sonunda, karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı belirtildiği gibi; bu hükme koşut bir düzenleme de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde <yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti> biçiminde yer almıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere gerek Avukatlık Yasası ve gerekse de yasaya dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde yer alan düzenlemeler; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun, davanın taraflarına ve hükmün kimlere yönelik olarak kurulacağına ilişkin hükümlerini kaldırıcı veya değiştirici nitelikte değildir. Aksine, hükmün ve ayrıntısı niteliğindeki yargılama giderlerinin -ve bu bağlamda vekalet ücretinin- davanın tarafları hakkında kurulması gerekir. Avukatlık Yasası'ndaki, <vekalet ücreti avukata aittir> biçimindeki düzenleme hükmü kuran mahkemeye değil, vekil ile vekil edene yönelik bir kuraldır. Bu yorum ve varılan sonuç aynı maddedeki <bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez> biçimindeki düzenleme ile de doğrulanmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, taraf sıfatı bulunmayan vekil yararına vekalet ücretine hükmedilmesi de doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna yönelik tazminat istemine ilişkindir.

Davacı Rüştü D...... vekili; müvekkilinin yurtdışında ikamet etmekte olduğunu, 1994 yılında Türkiye'ye geldiğini, tapuda adına kayıtlı bulunan bahçeli kargir ev niteliğindeki 177 parsel sayılı taşınmazın, sahte imza ve kimlik belgesi kullanılmak suretiyle 10.05.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satıldığını, onun tarafından 27.07.1993 tarihinde dava dışı Binali Ö....'a ve bu şahıs tarafından da 16.08.1993 tarihinde davalı Hasan A...'a satışının yapıldığını öğrendiğini; adı geçen şahıslar ve işlemi yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarının beraat kararıyla sonuçlandığını, müvekkili tarafından son kayıt maliki davalı aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının da reddine karar verildiğini; tapu sicil memurunun hukuka aykırı eylemi sonucu 10.05.1993 tarihli satış işlemi yapılmış olduğunu, hukuka aykırı eylem ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu ve zarardan Hazinenin sorumlu olduğunu ileri sürerek; dava ve ıslah dilekçeleriyle toplam 282.000.000.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Hazine vekili; taşınmazın, sahte nüfus cüzdanı ve imza kullanılarak satışına dair işlemi yapan sorumlular aleyhine ceza davası açıldığını savunarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiş; İhbarda bulunulan Ali Osman A......., satış işleminde kusurunun bulunmadığını savunmuş, Müesser A....'a usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmaya katılmamıştır.

Mahkemenin; <sahteciliğe konu satış işlemini memurların, sahte imza ve fotoğrafı ayırt edememiş olmakla kusurlu bulundukları ve işlemin tapu sicil müdürlüğünde gerçekleşmiş olması nedeniyle davacının zararından Hazinenin sorumlu olduğu> gerekçesiyle, <davanın kabulü ile 282.000.000.000 TL tazminatın 9.10.2003 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline> dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, <davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağı bulunmaması nedeniyle davanın reddi gereğine> işaret eden 1 numaralı bozma gerekçesine direnilmiş; <vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine> değinen 2 numaralı bozma gerekçesine uyulmuştur.

Dosyadaki kanıtlara göre; tapuda cinsi bahçeli kargir ev olan 177 parsel sayılı taşınmaz, davacı Rüştü D...... adına kayıtlı iken; davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satışının yapıldığı; Çelebi Ç......... tarafından 27.7.1993 tarihinde dava dışı Binali Ö....'a, onun tarafından da 18.8.1993 tarihinde Hasan A...'a satıldığı anlaşılmaktadır. Adı geçen şahıslar ve satış işlemini yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarında sanıkların beraatlarına karar verilmiş; durumu öğrenen gerçek kayıt maliki Rüştü D...... tarafından, son kayıt maliki-dava dışı Hasan A...'a karşı açılan tapu iptal ve tescil davası da reddedilerek kesinleşmiştir.

1- Açıklanan maddi olgu, bozma ilamının birinci bendi ve buna ilişkin direnme kararının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; olayda, davalı Hazinenin sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı, dolayısıyla davalının sorumluluğundan söz edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumluluğunun niteliği ve yasal dayanağı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes'uliyet Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, <kusur> sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).

Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir.

Öğretide kusursuz sorumluluk halleri <olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu> gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); <hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu> şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay /Akman /Burcuoğlu/ Altop/ Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).

Öte yandan, <objektif sorumluluk> üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, <terminolojide> <ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu>; <ağırlaştırılmış objektif sorumluluk> olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s:183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır.

Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.

Bu noktada; Devletin <tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna> ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/ tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır.

Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde (743 sayılı TKM m.917); <Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder> hükmü öngörülmüştür.

Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer'i değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303).

Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.

Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.

Bu nedenledir ki, az yukarıda vurgulandığı üzere; devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur (HGK 05.10.1955 gün, E:4/58 K:64 ve 29.06.1977 gün, E:1977/4-845 K:655).

Somut olayda; davacının tapuda kendi adına kayıtlı taşınmazı, davacıya ait olmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satılmıştır. Satış işlemi yapılırken; satıcının kimlik belgesi sureti işlem dosyasına alınmamış ve dosyadaki asıl malikin hüviyeti ile karşılaştırılmamıştır.

Gerçek malikin tescil dosyasında bulunan fotoğrafı ile, sahte satıcının evraka eklediği fotoğraflar çok farklı olmasına karşın işlem ilgili memurlar tarafından ifa edilmiştir.

Davacı, tapu maliki Rüştü D......'a ait tapudaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 530, Cilt no:20, Sahife no: 53 olmasına karşın, sahte satışa konu akit tablosundaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 514 olmasına rağmen satış işlemi yapılmıştır.

Ayrıca; davacı Rüştü D...... olmasına ve ilk işlem dosyasında da bu isim ve soy isim bulunmasına rağmen kimliği belirsiz kişinin yaptığı satış ile ilgili müracaat formunda isim Rüşdü, soy isim D........ yazılı bulunmasına karşın satış işlemi gerçekleştirilmiştir. Tapuda işlem yapan memurlar, bu işlem sırasında gerçek malikin kimliğine ilişkin hiç bir evrakı incelememişler, satışın yapılmasına göz yummuşlardır. Bunların yaptıkları eylem nedeniyle Devletin sorumluluğu yönünden illiyet bağı bu olayda kesilmemiştir. Devlet yapılan bu haksız satıştan ve neticesindeki tazminattan sorumludur.

Diğer bir ifadeyle davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suiistimali mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Bu itibarla olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle; Yerel Mahkemenin, doğan zarardan davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

Ne var ki; davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

2- Mahkemece, bozma ilamının 2. bendinde yer alan ve <vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine> işaret eden bozma gerekçesine uyularak, yeni hüküm oluşturulmuştur.

Bu itibarla, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.

Sonuç: 1) Yukarıda 1 numaralı bette açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere, dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

2) Yukarıda 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle, bozma çerçevesinde verilen yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 09.05.2007 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Kaynak : Sinerji Mevzuat
Old 16-05-2008, 12:33   #3
av_fikret

 
Varsayılan teşekkürler

İlginize sonsuz teşekkürler Erol bey.
ama şu HGK kararlarına ne diyeceksiniz..Tersi yorumla Somut olay bizimki..Benim hayli kafam karıştı da.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih:24.09.2003 Esas:2003/4-491 Karar:2003/487

Tapu Sicilinin Aleniyeti ve Güven ilkesi Uyarınca Kayden iktisap Edenin Dayanak Belgeleri inceleme Yükümlülüğü Yoktur

ÖZET:Davacı, satın aldığı taşınmaz üzerine ev yapıp ağaç diktiğini, Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapusunun iptal edildiğini belirterek Hazine’den evin ve ağaçların bedelini talep etmiştir. Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesi uyarınca taşınmazı kayden iktisap edenin dayanak belgeleri inceleme zorunluluğu bulunmamaktadır. Davacının mera nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı kişi ile işbirliği içinde olduğu ispat edilememiştir. İyi niyetli zilyedin yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemleri saklıdır. Açıklanan nedenlerle davanın kabulüne ilişkin karar usul ve yasaya uygundur.


4721 sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU m. 1007 ,1023 ,1025
743 sayılı TÜRK KANUNU MEDENİSİ m. 917 ,931 ,932

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elazığ Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.12.2001 gün ve 2001/462-843 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.10.2002 gün ve 8907-12036 sayılı ilamı ile, (...Davacı, üzerinde yapıları bulunan taşınmazı tapudan satın aldığını, ancak daha sonra yerin mera olduğu iddiası ile Hazine tarafından açılan tapu iptal ve kal davası sonunda kaydın iptal edildiğini ve yerin eskisi gibi meraya dönüştürüldüğünü, geçen zaman dilimi içinde yer üzerinde ev yaptığını, ağaç diktiğini ve yapı ve ağaçların ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, bu yüzden arsa ve yapı bedelinin hüküm altına alınmasını istemiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre yerin 1954 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında mera olarak sınırlandırıldığı ne var ki 31.12.1976 tarihinde alınan sahte ilamla yerin tamamının Şah İsmail adına senetsizden tapuya tescil edildiği ve tapuda ifraz yapılarak üçüncü kişilere satıldığı, davacının da satın alanlar arasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçeğe dayanmayan, sahte olan mahkeme kararı ile tescil hükmü verilirken sınırlar ve miktar belirtilmiştir. Bu kararın daha önce mera olarak sınırlandırılan yerle ilgili olup olmadığı karar gerçeği yansıtmadığından anlaşılamamaktadır. Kararda böyle bir belirleme yapılmamıştır. Yer sahte ilamla tapuya bağlandıktan sonra ayrı parsellere ayrılmış ve üçüncü kişilere devredilmiştir. Sonradan durumun anlaşılması üzerine Hazine tarafından tapu iptali davası açılmış, mahkemece 13.2.1996 tarihinde tapunun iptali ile eskiden olduğu gibi yerin mera olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir. İşte bundan sonra davacı eldeki işbu dava ile tapu kütüğündeki güven ilkesine dayanarak MK. 1007 (eski 917) maddesi gereğince arsa bedelini ve yaptığı bina ve ağaçların değerini istemiştir.

Yukarıda da açıklandığı üzere dava konusu yerin öncesi meradır. Bu husus yapılan kadastro tespiti sırasında belirlenmiş ve kesinleşerek bu şekilde sınırlandırılmıştır. Esasen bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken MK.’nun 1007. maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğacak zararlardan Devletin sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu kusursuz sorumluluk hallerindendir.

Bunun anlamı zarar görenin, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda olmaması sonucunu doğurur. Ancak sorumluluk için diğer koşulların kanıtlaması zorunludur. Bu bağlamda hukuka aykırı eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının kanıtlaması gerekir.

Somut olayda, davacının devirde adına oluşturulan kayıt tamamen gerçek dışıdır. Diğer bir anlatımla, hiçbir yasal hükme ve hukuki nedene dayanmamaktadır. Hatta tapuya tescil edilmemesi gereken, diğer bir anlatımla özel mülkiyete konu olmayacak bir yerle ilgilidir. Hiç tapuya bağlanmaması ve özel mülkiyete konu olmayacak yerle ilgili olarak, alınan sahte ilamla tapuya tescil edilmesi durumunda o yerin mülkiyete konu olabilecek yerlerden olması sonucunu doğurmaz. Buna karşın mera olan yerin sahte kayıtla özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte yerlerdenmiş gibi kaydedilmesi de üçüncü kişi konumundaki Şah İsmail’in eyleminden kaynaklanmaktadır. Şah İsmail’in bu ağır kusuruuygun illiyet bağını kesmektedir. Bunun içindir ki, kusursuz sorumluluğu ortadan kaldıran koşullardan biri de gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu hususları gözeten mahkeme dava konusu yer üzerindeki yapı ve ağaçların da yıkımına karar vermiştir.

Böylece davacının yerdeki tapu kaydının bir hukuki dayanağı bulunmadığı, hukuki sonuç doğuracak bir nitelik taşımadığı kullanımının da hukuka aykırı olduğu anlaşılmıştır. Böyle bir durumda kaydın, hukuksal bir gerçeğe dayanmaması,yapılan tescilin yok hükmünde bulunması itibarıyla davacının iyi niyetinden de söz edilemez.

Davacı olsa olsa taşınmazı satın aldığı kişinin kendisine ayıplı mal satmasından ve böylece nedensiz zenginleşmesine dayanarak istemde bulunabilir.

Açıklanan bu gerekçelerle kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme istemi HUMK.’nun 440-442 maddeleri uyarınca kabul edilmeli onama kararı kaldırılmalı karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı


Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı şahıs vekili, dava dilekçesi ve yargılama aşamalarında, Elazığ H. Mahallesinde bulunan çekişmeli 3432 parseli satın alarak üzerinde ev inşa edip, ağaç diktiğini, satın alma günü olan 31.3.1986 yılından bu yana tasarrufunda bulundurduğunu, Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapu kaydının iptaline karar verildiğini iddia ederek, taşınmaz üzerinde yaptığı ev ile diktiği ağaçların bedeli olan 10.026.574.490 TL. tazminatın faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsilini dava etmiştir.

Davalı Hazine vekili, yanıt dilekçesi ve yargılama sırasındaki savunmalarında; dava konusu 3432 parsel numaralı taşınmazın 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucunda mera olarak sınırlandırıldığını, sahte olarak düzenlenen mahkeme ilamı ile Şah İsmail isimli dava dışı şahıs adına tescil edildikten sonra, muhtelif parsellere ifraz edilerek aralarında davacı da bulunan şahıslara satıldığını, müvekkili Hazine tarafından açılan tapu iptali ve kal davasının kabulüne karar verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş olduğunu savunarak yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Yerel mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak kurduğu hüküm özel dairesince yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuş olup yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Yanlar arasındaki dava, Devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk esasına göre mesul bulunması ilkesini düzenleyen eski Türk Kanunu Medenisinin 917 ve bu kuralı aynen benimseyen yeni Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinden kaynaklanmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, anılan maddeler ile öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta kusursuz olması bile, Devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir. Tapu siciline güven ilkesine verilen önemi vurgulamayan 15.3.1944 gün ve 13/8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki sicillerin tutulmasından dahi Devletin objektif sorumluluğunu benimseyip vurgulamıştır. (Bkz. Resmi Gazete, 28.6.1944, sayı: 5742)

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;

1- Dava konusu taşınmaz 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucu mera olarak sınırlanmıştır.

2- Aynen muhafazasından Devletin sorumlu bulunduğu, kadastro paftasında; tescil işlemini olanaklı hale getirmek amacı ile “mera” ibaresi silinerek yerine “dağ” ibaresi yazılmıştır.

3- Sahteliği duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanan ve bir yaş düzeltme davasına aidiyeti tarih, esas ve karar sayıları ile belirlenen Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesine ait 31.12.1976 gün 1976/69-902 sayılı ilamla dava dışı Şah İsmail adına yolsuz tescil işlemi yapıldıktan sonra ifrazen davacıya satılmıştır.

4- Hazine tarafından açılan dava sonucunda; Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.7.2001 gün 2000/32 E., 2001/429 K. sayılı kararı ile çekişmeli 3432 parselin davacı Mehmet adına olan tapu kaydının iptaline, öncesinin mera olduğu anlaşıldığından, mera OLARAK SINIRLANDIRILMASINA, KARGİR EV ve TUVALETİN YIKILMASINA ve YEDİ ADET AĞACIN KESİLMESİNE karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

5- Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesini düzenleyen eski Medeni Kanunun 931 ve yeni MK.’nun 1023. maddelerine ilişkin yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda, kayden iktisap edenin tapu sicilinin dayanağını oluşturan müsbit evrakı inceleme yükümlülüğün bulunmadığı tartışmasızdır. Bu bağlamda, davacının genel kadastro ile başlayıp, tedavil kayıtları ve dayanakları ile nihai kaydı oluşturan tapu sicil işlem aşamalarını oluşturan evrakı tetkik etme zorunluluğu yoktur.

6- Davacının, mera nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı Şah İsmail’le el ve işbirliği içerisinde bulunduğunu gösteren hiçbir tanıt ve bulgu olmadığı gibi, bu husus davalı yanca iddia ve ispat edilmemiştir. Eş anlatımla davacı iyi niyetlidir.

7- İyi niyetli müktesebin, yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemlerinin saklı olduğu, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 932 ve koşut kural içeren, Yeni Medeni Kanunun 1025. maddesinde açıkca belirtilmiştir.

Tüm bu açıklamalar doğrultusunda; yanların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve belgelere, mahkeme kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 24.9.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2004/4-526
K:2004/589
T:10.11.2004
• SAHTE NÜFUS CÜZDANIYLA TAŞINMAZ SATIŞI
• TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜNÜN SORUMLULUĞU
• KUSURSUZ SORUMLULUK
• İLLİYET BAĞININ KESİLEBİLMESİ

ÖZET : Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.
(4721 s. kanun m. 1007, 1023)
Taraflar arasındaki ""tazminat"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Eskişehir Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2002 gün ve 2000/284- 2002/703 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.06.2003 gün ve 1424- 7982 sayılı ilamı ile, ( ... Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan bağımsız bölümün Behçet adına kayıtlı iken 28.07.1995 tarihinde davacı Muzaffer'e satış yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Behçet tarafından davacı Muzaffer aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda Şaban adlı kişinin gerçek malikmiş gibi düzenlediği sahte nüfus cüzdanı sonucu diğer davalı Muzaffer'e satıldığı belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan davacı Behçet adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelenmesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yine dosya içinde yukarıda adı geçen Şaban hakkında sahte nüfus cüzdanı düzenlemekten ve kullanılmaktan dolayı açılan kamu davası sonunda yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile beraati yönünde hüküm kurulmuştur.
Yukarıda açıklanan olgular itibarıyla usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. md. ( yeni 1007 )maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. Madde de öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza dosyasında gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Dava reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir... )gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), 10.11.2004 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
Old 16-05-2008, 12:35   #4
av_fikret

 
Varsayılan erol beye devamla..

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

E:1999/1-222
K:1999/226
T:21.04.1999
• TAPU KÜTÜĞÜNÜN BEYANLAR HANESİNE BELİRTME (ŞERH) VERİLMESİ

ÖZET: Tapuda yapılan ilk temlikin sahtecilik yolu ile gerçekleştirildiği ve görevlilerin görevi ihmal suçundan mahkum oldukları ve bundan sonra taşınmaz 2. kez el değiştirmiş ve davacının da son müktesip olduğu anlaşılmıştır. Hazine ise yolsuz tescili öğrendiği tarihten itibaren tapu sicilindeki beyanlar hanesine belirtme (şerh) koydurmuştur. Şerhin gayesi; Hazine'nin sorumluluktan kurtulma amacı yanında; sicilin gerçeğe uygun tutulması ve ilk maliklerin zararına neden olmama düşüncesi yatar. MK.nun 917. maddesi gereğince Hazine'nin sorumlu tutulabilmesi için, tapu sicilinin tutulmasından zarar doğması, memurun hukuka aykırı eylemi olması ve ikisi arasında da illiyet bağı bulunmalıdır. Zamanaşımında BK. 60. maddesindeki zamanaşımı süresinin tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddine ilişkin kararın kesinleşme tarihinden başlar. Somut olayda da zamanaşımı süresi dolmadığı gibi henüz başlamamıştır.
Bu nedenlerle şerhin (belirtmenin) tapu kütüğünde devamında Hazine'nin hukuki yararı bulunduğundan kayıt terkini davasının reddine karar verilmesi gerekir.(743 s. MK. m. 919, 920, 921, 933, 917)
(818 s. BK. m. 41, 60)
(YİBK., 16.5.1956 tarih ve 1/1 s.)
(YİBK., 13.5.1944 tarih ve 1943/13 E. 1944/8 K. s.)
(YHGK, Kararı. 20.1.1982 tarih ve 1979/4-458 E. 1982/46Ks.)
Taraflar arasındaki "kayıt terkini" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; (Sarıyer Asliye ikinci Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 8.5.1997 gün ve 1997/64-194 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin 14.10.1997 gün ve 1997/10614-1282 sayılı ilamı ile; (...Davacılar vekili, davaya konu 394 ada 6 parsel sayılı çekişmeli taşınmazın Mıgırdıç oğlu Parsih adına kayıtlı iken isim benzerliğinden yararlanılarak sahte bir işlemle 3.9.1986 tarihinde Rahmi'ye temlik edildiğini, Rahmi'nin de 11.9.1986 tarihinde B.... İnşaat Malzemeleri Taahüt ve Ticaret ve Sanayi Limited Şirketine devrettiğini, bu şirketten de 14.11.1981 tarihinde rnüvekkillerince yarı yarıya satın alındığını, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün 3.4.1991 tarihli yazısı üzerine Medeni Kanunun 917. maddesinden bahisle " 3.9.1996 tarihindeki satış işleminin sahtecilik yolu ile yapıldığı" şeklinde tapu siciline şerh konulduğunun şerhin terkini için açtıkları davanın yerel mahkemece reddedildiğini, verilen hükmün kesinleştiğini ancak müvekkillerinin üçüncü el durumunda olup iyi niyetli bulunduklarını Hazinenin Medeni Kanunun 917. maddesinden kaynaklanan sorumluluğunun haksız eylem sorumluluğunun bir türü olup Borçlar Kanununun 60. maddesinde düzenlenen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı süresince bağlı tutulduğunu işlem 3.9.1986 tarihinde vuku bulunduğuna göre Hazinenin sorumluluğunun Zamanaşımına uğradığını, şerhin devamında Hazinenin bir yararının kalmadığını, ileri sürerek şerhin terkinini istemiştir.

Gerçekten 3.9.1986 tarihinde yapılan ilk temliki işlemin sahtecilik yolu ile gerçekleştirildiği tartışmasızdır. Nitekim temliki işlemi yapan görevliler görevi ihmal suçundan mahkum olmuşlardır. Davalı taşınmazın söz konusu sahte işlemden sonra 11.9.1986 - 14.11.1986 tarihlerinde satış yoluyla iki kez el değiştirdiği, son malikler olan davalılar üzerine kayıtlı iken müfettiş tahkikatı sonucu ilk devrin tapu maliki ile isim benzerliğinden yararlanılarak sahtecilikte gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 3.4.1991 tarihli yazısı ile hanesine bu yönde beyan düşünüldüğü tüm dosya içeriği ve toplanan delillerle sabittir.
Hemen belirtmek gerekir ki Sarıyer Birinci Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/128 esas 1994/249 sayılı dosyasında verilen kararın bozulmasına dair 29.12.1994 tarih 1984/15710 Esas 1994/17210 sayılı Yargıtay ilamında belirtildiği üzere davalı Hazine tarafından tapu malikinin beyanlar hanesindeki belirtmenin (beyanın), Medeni Kanunun 917. maddesinde öngörülen sorumluluktan kurtulmak amacı yanında sicilinin gerçeğe uygun tutulması ve bir zarara sebebiyet verilmemesi düşüncesiyle yazıldığı anlaşılmaktadır.
Ne var ki mülkiyet hakkının kullanılmasını olumsuz yönde etkileyecek bu beyanın, amacı ve özelliği de göz önünde tutularak Tapu Sicil Müdürlüğünce sahte işlemden önceki malik veya mirasçılarına haklarını korumaları için gerekli tebligat yapılarak sonucuna göre akibetinin belirlenmesi yerine süresiz ve gereksiz yere korunmaya çalışılması haklı ve yasal bir davranış olarak kabul edilemez.
Ayrıca Medeni Kanunun 918. maddesinde tapu siciline tescili gereken ayni haklar sınırlı olarak sayılmış, tapu sicilinin şerhler hanesinde gösterilecek kişisel haklar 919, 920, 921. maddelerinde aynı şekilde belirtilmiş, beyanlar hanesine işaret edilecek kişisel haklar ise 8.10.1939 tarih 10012 sayılı eski tapu sicil nizamnamesinin 86-90. maddelerinde, 7.6.1994 tarihinde yürürlüğe giren yeni tapu sicil tüzüğünün 60, 64. maddelerinde açıklanmıştır. Böylece, Devletin muntazam tutulmasını üstlendiği, doğru tutulmamasından doğan sorumluluğunu yüklendiği tapu sicilini disipline almak, tapu sicili nedeniyle çıkacak çekişmeleri asgariye indirmek, onu yaz boz tahtasına çevirmemek, lüzumsuz veya zorunlu olmayan, bilgilerin tapu siciline geçirilmesi önlenmek istenilmiştir. Oysa açıklanan türdeki bir beyanın tapu siciline işlenmesine ilişkin anılan nizamname ve tüzükte hiçbir sarahat yoktur.

Öte yandan Hazinenin sorumluluğunu hükme bağlayan Medeni Kanunun 917/1. maddesine dayanan davalarda olayın Borçlar Kanunun 41. maddesinde düzenlenen haksız eylemin bir türü olduğu ve müruruzaman yönünden Borçlar Kanunun 60. maddesinin uygulanması gerekeceği gerek uygulamada gerekse doktirin de ortaklaşa kabul edilmektedir. Söz konusu maddenin 1. fıkrası uyarınca; zararın ve sorumluluğun öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl herhalde zararı doğuran eylem veya işlem tarihinden başlayarak 10 yıl geçtikten sonra davanın Zamanaşımına uğrayacağı kuşkusuzdur.
Somut olayda ise zararı meydana getiren işlem ile dava tarihi arasında on yıllık zamanaşımı süresi de çoktan geçmiştir.
Hal böyle olunca yukarıda değinilen ilke ve olgular göz önünde tutularak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir, gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden : Davacılar vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
3.9.1986 tarihinde yapılan ilk temliki tasarrufun sahtecilik yoluyla gerçekleştirildiği ve işlemi yapan görevlilerinde görevi ihmal suçundan mahkum oldukları kesindir.
Yine, 29.12.1994 T. ve 1984/15710 E., 1994/17210 K. sayılı Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin ilamında da açıklanıp kabul edildiği üzere, davalı Hazine tarafından tapu malikinin beyanlar hanesindeki belirtmenin MK.nun 971. maddesinde öngörülen sorumluluktan kurtulmak amacı ile ve bir zararın meydana gelmesini baştan önlemeye matuf tedbirli bir düşünce sonucu vaz edildiği de açıktır.(bizde şerh değil dava açtılar..aynı şey)

Şu durum karşısında davaya konu, tapu sicilinde tapu malikinin beyanlar hanesindeki belirtmenin Hazinenin hukuki yararını korumak amacıyla konulup devam ettirildiğinde kuşku ve duraksamaya yer bulunmamaktadır. Esasen bu madde ve hukuki olgular Özel Dairenin de kabulü altındadır.
Özel Dairenin bozmasında egemen olan görüşe; Medeni Kanununun 917. maddesine dayanan davalarda uygulanan BK. 60. maddesindeki zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin zararı meydana getiren işlemin yapıldığı tarih olarak kabul edilmesi olmuştur.(<Bizde ise dava açılmamış sayılmış ve üzerinden 10 yıl geçmiştir.eğer 2. dava açılması mümkünse 1 dava derdesttir..açılamaz..eğer birinci dab-va açılamış sayılacaksa ZA ve HDS ler geçmiş hazinen bir hukuki yararı kalmamıştır İki halde de hazinenin açtığı davaların reddi gerekir!!!!!!!!!!)

O nedenle öncelikle bu konunun aydınlanması gerekir. Hemen belirtelim ki; öğreti ve uygulamada MK. 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak Zamanaşımına ilişkin yasa maddesi BK.nun 60. maddesidir. MK.nun 917. maddesi gereğince Hazinenin sorumlu tutulabilmesinin koşulları, tapu sicilinin tutulmasından zarar doğmuş bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmasıdır.
O nedenle, zarar doğmadıkça Hazinenin sorumluluğundan söz edilemeyeceği kuşkusuzdur. Diğer bir anlatımla tapu kaydının düzeltilmesi mümkün bulundukça zarardan söz edilmeyecek ve Hazineye karşı açılacak tazminat davası dinlenemeyecektir.
Yine mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak bir davada zamanaşımı da söz konusu değildir. MK.nun 933. maddesi uyarınca haklı bir neden olmaksızın yapılan bir tescil mülkiyet hakkını sona erdiren salt yeterli bir delil olarak kabul edilemez. O nedenle sahteciliğe dayanan bir tescil karşısında eski malik tapu tashihi davası sonuçlanıp kesinleşinceye kadar taşınmazın mülkiyetini henüz hukuken kaybetmiş sayılamaz, öte yandan tapudaki yanlışlık başlı başına hukuki bir varlık ifade etmez, ancak neden olduğu zarar itibariyle hukuki bir sonuç yaratır
(Bkz. 16.5.1956 T. E.1, K.7; 13.5.1944 T. 1943/13 E. 1944/8 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları ve ( HGK. 20.1.1982 T. 1979/4-458 E. 1982/46 K.).
Hal böyle olunca, MK. 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak BK.nun 60. maddesindeki zamanaşımı süresinin tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddine ilişkin kararın kesinleşme tarihinden başlayacağı açıktır. Bu kabul altında somut olayı ve delillere bakıldığında, anılan zamanaşımı süresi dolmadığı gibi esasen başlamadığı da çok açıktır.(bizim davada açılmamış sayılırsa dolmuş!!!açılmamış sayılmazsa 2.davası red edilmeli derdestlik!!!) Öyleyse tapudaki belirtmenin kaldırılmamasında Hazinenin önceden varolan hukuki yararının devam ettiğinin kabulü kaçınılmazdır. Açıklanan nedenler ve yerel mahkemenin dayandığı gerekçelerle direnme kararı usule ve yasaya uygundur. Bu nedenle onanmalıdır.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), gerekli ilam harcı peşin alınmış olduğundan, başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 21.4.1999 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Old 16-05-2008, 18:30   #5
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Sayın av_fikret,

1)a)Eklediğiniz kararlardan YHGK 2003/4 – 491 e. 2003/487 k.sayılı ilamında, özellikle kırmızı ile belirginleştirdiğiniz yerler, Yargıtay 4.HD'nin 24.10.2002 gün ve 8907 – 12036 sayılı ilamında yer alan hususlara ilişkin olup, HGK kararının sonucundan da anlaşılacağı gibi, daire kararı kaldırılmış ve direnme kararı uygun görülmüştür. Sonuç itibarıyla, Hukuk Genel Kurulu daire bozmasını paylaşmamıştır.

b)Kaldıki Hukuk Genel Kurulu önüne gelen dava, tapu iptal ve tesçil davası olmayıp, (eski 917) TMK m.1007 uyarınca tazminat davasıdır.

c)HGK kararına konu davadan önceki tapu iptali davasında, sahte ilama dayalı olarak oluşturulan sicilde üçüncü kişilerin iyiniyetinin korunmadığı ileri sürülebilir mi ? Konuyu bu bağlamda değerlendirmek doğru olmayacaktır. Zira tapu iptali ve tesçil davasının konusunu oluşturan meralar, özel mülkiyete konu olamaz ve bu istisnai bir durumdur. Bir başka deyişle, tapu iptalinin sebebi iyiniyetin korunmaması değil, meralarda özel mülkiyetin sözkonusu olmamasıdır.

Somut hadisede, davacı hazine ve tapu iptali davasının konusunu oluşturan yer mera ise, üçüncü kişilerin iyiniyetli kabul edilmesinin yanlışlığı açıktır.

2)YHGK 2004/4-526 e. 2004/589 k. sayılı kararında ise benimde önceki cevabımda dikkat çektiğim “öğretide ve uygulamada tartışmalı olan illiyet bağı meselesinde”, üçüncü kişinin hukuka aykırı eylemi nedeniyle illiyet bağının kesildiği sonucuna varılmaktadır.

Aslında bu tartışma, benim eklediğim daha yeni tarihli olan 2007 tarihli kararda bile vardır. Benzeri olmakla birlikte, tamamen aynı olmayan hadiselerde, zıt sonuçlara varılmıştır. 2007 tarihli kararın, illiyet bağının kesilmesi konusunda daha açıklayıcı olduğunu düşünüyorum.

Cevabımda, somut olayınızın ayrıntıları itibarıyla tahrifat ve görevi kötüye kullanma hadiseleri ile tapu sicilinin tutulması arasındaki illiyet bağının yorumlanması zaten tarafınıza bırakılmış ve illiyet bağının kesilmesi ihtimaline karşı şartları varsa bir başka hukuk yolu olabileceği de dikkatinize sunulmuştu.

3)Yargıtay HGK 1999/1-222 e. 1999/226 k. sayılı kararı ise forum sorunuzdan farklı bir sorunun cevabı olsa gerektir.

Saygılarımla.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
görevinden alındı sahte belge ile davalara girdi özge_law Hukuk Haberleri 2 18-05-2011 08:14
Sahte Avukattan Sonra Simdi de Sahte Savci ? Av.Yasar SALDIRAY Hukuk Haberleri 24 17-06-2007 06:16
Bu Belge Bono Olabilir mi ?? TTT Meslektaşların Soruları 8 03-05-2007 19:11


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08995199 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.