14-07-2009, 10:38 | #1 |
|
Bir Kadın Neden Feminist Olmaz?
Merhabalar,
Site lokalinde açılan "Bir Kadın Neden Feminist Olur?" başlığı altındaki forum, yazışmalar kişiselleştiğinden kapatılmıştır. Ancak, konu kapatılmadan evvel bir kadının neden feminist olmadığı sorusu da gündeme gelmiştir ki, bence bu iyi bir sorudur. Zira, bu soru hakkında düşünmek için önce feminizmin ne olduğu hakkında düşünmek gereklidir. THS Kadın Hakları Çalışma Grubunun yaptığı işlerden biri de feminizm hakkında düşünmek ve düşünceleri paylaşmaktır. Dolayısıyla, söz konusu başlık grubun amacına da hizmet ettiğinden tersinden düşünülmek üzere buraya taşınmıştır. Bu başlığa ilgi gösterecek katılımcılardan ricam, konuyu soyutlama yaparak ele almalarıdır. Saygılar. |
14-07-2009, 10:57 | #2 |
|
Bir kadın, başka bir kadından sosyal olarak çok zarar gördüyse feminist olmaz.Ama kendi haklarını savunmayı çok iyi öğrenir.
|
14-07-2009, 12:09 | #3 |
|
Bence yukarıdaki soruyu sormadan önce bir kadının taraf olmak istemediği feminizmin o kadın tarafından nasıl algılandığını sorgulamak gerek. Daha doğrusu genel-geçer bir feminizm tanımı yapmak gerek. Bununda pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü feministler arasında dahi temel bir ayrım söz konusudur.
Bir görüşe göre; kadın-erkek ile eşittir. Ancak diğer görüşe göre erkek evrimini tamamlamamış kadındır. Eşitlik anlayışına taraf olan bir bayana üstünlükçü anlayış feminizim olarak sunulduğunda buna yanaşmayacaktır. Aynı şekilde üstünlükçü anlayışa taraf bir kadına eşitlikçi anlayış sunulduğunda o da feminizme yanaşmayacaktır. Sözün özü, feminizmden anlamamız gereken nedir?(Biz erkekler dahil ) |
14-07-2009, 12:42 | #4 |
|
Meseleye giriş olması açısından belki bazı kavramları hatırlatmakta yarar olabilir:
TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI* Tanımlar: Cinsiyet (sex): Kişinin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleridir. Toplumsal cinsiyet (gender): Kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eder.Toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir kavramdır. Toplumsal cinsiyette eşitlik ( gender equality): Fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması ve kullanımında, hizmetleri elde etmede bireyin cinsiyeti nedeniyle ayrımcılık olmaması/yapılmamasıdır. Toplumsal cinsiyette hakkaniyet (gender equity): Kadın ve erkek arasında sorumlulukların ve kazançların dağılımında adalet ve hakkaniyetin olmasıdır.Bu kavramda, kadın ve erkeğin farklı gereksinimi ve güçlerin olduğu kabul edilmektedir.Bu farklılık belirlenerek iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde gerekenlerin yapılması benimsenmektedir. * http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=7677 linkinde bulunan Sn. Habibe Yılmaz Kayar'ın alıntıladığı yazıdan alıntılanmıştır. |
14-07-2009, 12:43 | #5 |
|
Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır. Hepimiz dünyaya kız ya da oğlan olarak geliriz. Bu bizim seçtiğimiz bir şey değildir. Hangi kültürde, çağda yaşarsak yaşayalım, kız ya da erkek olarak doğmak, tıpkı ölümlü olmak gibi, biyolojik varlığımızın bir niteliğidir. Ancak daha doğum öncesinde kız bebeklerin eşyaları için pembe, erkek bebeklerin eşyaları için mavi rengin tercih edilmesiyle başlayan süreç, erkeklerin ve kadınların yapabileceği işler konusunda da yapay ayrımlar üretir. Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti arasında toplumsal yaşama katılma düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber iki cinsin toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti daha çok ev gibi özel alandan kalırken, erkek cinsiyeti dışarıda her türlü kamusal alanda kendini ifade eder. Çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar her türlü kamusal alanda iki cins temelindeki bu görünüm toplumsal cinsiyet eşitsizliğini oluşturur.
Toplumsal cinsiyette eşitlik (en:gender equality) ise fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması ve kullanımında, hizmetleri elde etmede bireyin cinsiyeti nedeniyle ayrımcılık olmaması/yapılmaması anlamına gelir. Bu ayrıcan kadın ve erkek arasında sorumlulukların ve kazançların dağılımında adalet ve hakkaniyetin olmasıdı da demektir. Bu kavramda, kadın ve erkeğin farklı gereksinimi ve güçlerinin olduğu kabul edilmektedir. Bu farklılık belirlenerek iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde gerekenlerin yapılması benimsenmektedir. Toplumsal cinsiyet rolü, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıktan ziyade, toplumsal, kültürel ve psikolojik farklılığa işaret etmektedir. 1970'li yıllara dek, kadınsılığın ve erkeksiliğin tek bir boyutun iki uç noktası olduğu savunulmaktaydı (Bem, 1974, 1975, Spence ve Helmreich, 1978). Bu görüşe göre bir birey ya kadınsı ya da erkeksi olabilirdi. Bem (1974) bu görüşe karşı çıkarak, bir insanın aynı zamanda hem kadınsı hem de erkeksi özelliklere sahip olabileceğini savunmuş ve kadınsılığın ve erkeksiliğin tek bir bireyde birleşmesi olarak tanımladığı 'androjenlik' kavramını ortaya atmıştır. Ona göre, bir erkek ya da kadın farklı koşullar altında hem araçsal hem de dışa vurumcu olabilir (Bem, 1981, 1983). "http://tr.wikipedia.org/wiki/Toplumsal_cinsiyet" adresinden alındı. |
14-07-2009, 12:49 | #6 |
|
Neden insan hakları değil de "kadın" hakları ya da kadının insan hakları
Ve neden feminizm :
* Gülnür Acar Savran'ın "Kadınların Siyasi Temsili" başlıklı panel'de yaptığı konuşma metni. Kadınların meclislerden, seçilmiş (temsili) kurullardan dışlanmalarına karşı geliştirilebilecek özel önlemlerin, stratejilerin nasıl savunulduğu, hangi gerekçelere dayandırıldığı çeşitli teorik ve politik tartışmalara yol açıyor. Ancak bu tartışmaya girmeden önce, üzerinden atlanmaması gereken bir yapısal meseleye değinmek gerekir: Modern toplumların -ki modern toplum deyince kapitalist-patriarkal toplumu anlıyorum- temel dayanaklarından birisi, toplumsal cinsiyet yüklü bir özel alan / kamusal alan ayrımı. Başka bir deyişle, cinsiyete göre bölünmüş ve tanımlanmış iki alan belirlemek mümkün bu toplumlarda. Özel alan, kadınların çeşitli görevlere mahkum edildiği ve onlarla özdeşleştirilen ve değersiz sayılan alan. Buna karşılık kamusal alan ise erkeklerle özdeşleştiriyor ve özel alan karşısında değer yükleniyor bu alana. Hem yurttaş hem anne ve eş Yurttaşlık esas olarak insanların kamusal alandaki ilişkilerini düzenleyen bir kategori. Yurttaşlık kategorisi ayrıca, bireyleri farklılıklarından soyutlayan, soyut bireyi temel alan bir kategori. İşte kadınların bu soyut bireyler kategorisine dahil olmaları hep problemli olmuş. Çünkü kadınlar hem yurttaş, ama hem de özel alandan gelen somut kimlikleri var; kadınlar aynı zamanda hem anne ve eş. Tarih boyunca ne zaman kadınlar yurttaş kategorisine tam olarak dahil olmaya çalışsalar, özel alandaki farklılıkları, anne ve eş kimlikleri karşılarına dikilmiş. Kadınların erkekler gibi, erkekler kadar soyut ve özerk bireyler olmadıkları ortaya çıkmış. Yurttaşlık kategorisinde içkin olan bu asimetri yüzünden, kadınların özel alanda kurulan bu farklılıkları yüzünden, kadınların eşit yurttaş olma talepleri ancak özel ayrıcalıklarla, pozitif ayrımcılıkla karşılanabilmiş. Siyasetten dışlanmaya karşı özel önlem ve stratejileri tartışmamızın nedeni de bu yapısal asimetri. Kadınların yurttaşlığı meselesi uzun teorik tartışmalara yol açabilecek bir mesele. Bu konuyu sadece şunu belirterek geçeceğim: Toplumsal cinsiyet yüklü bir özel / kamusal ayrımın ve buna bağlı olarak toplumsal cinsiyetin ortadan kalkması, kadın kurtuluş mücadelesinin ayrıcalıklı bir hedefi. Tartışırken bunun bir perspektif, bir ufuk olarak göz önünde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Kısacası varsayımım şu: Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet yüklü bir özel / kamusal ayrımı sabit ve kalıcı kategoriler değil; böyle alınmaları uzun vadeli hedefleri çeleceği için sakıncalı. Adalet ve eşitlik argümanı Kadınların seçilmiş kurullarda, meclislerde mevcut durumun ötesinde varlık göstermeleri gerektiği genellikle üç temel argümana dayandırılarak savunuluyor. Bunlardan ilkinin adalete dayalı argüman olarak adlandırmak mümkün. Deniliyor ki, kadınlar nüfusun yarısını oluşturduklarına göre, parlamentolarda da bu orana uygun bir oranda temsil edilmeleri adalet, eşitlik gereğidir. Kadınların parlamentodaki oranının toplamdaki oranı, seçilenlerin oranının seçenlerin oranını yansıtması gerekir. Bu argüman, örneğin Fransa'da anayasayla sağlanmış yüzde 50'lik bir oran talep eden siyasal temsil eşitliği (parite) hareketinin başvurduğu argüman. Türkiye'de KADER'in kullandığı argümanlardan biri de yine bu. Tam bir masedilme Bu tür savununun bence çeşitli teorik ve politik zaafları var, Bunlardan ilki şu: Bu us yürütme biçiminin, toplumsal cinsiyete, yani ezilen bir toplumsal grup kategorisine başvurmadan, soyut yurttaşlık kategorisi ya da temsili demokrasi çerçevesinde kalındığı sürece tutarsızlıktan kaynaklanan bir zaafı var. Çünkü temsili demokrasi, sosyolojik özelliklerin temsili değil, soyut bireylerin yerel - bölgesel temelde temsili demektir. Dolayısıyla temsili demokrasiyi ve soyut yurttaşlık kategorisini sorgulamadan, kadınların kadın olarak temsil edilmesini talep etmekte bir çelişki vardır. Bu demokrasiye kadınlar basit bir biçimde eklemlenemez. Bu demokrasi, yasamada kadınlarla erkeklerin sayısı eşit değil diye eleştirilemez. Bu argümanın bir başka versiyonu ise şu: "Kadınlar, bütün mesleklerde olduğu gibi politikada da erkeklerle eşit bir oranda var olabilmelidirler." Bu kez politika herhangi bir meslekmiş gibi ele alınıyor, politikanın içi boşaltılıyor. Oysa feministler olarak, insanların kendi kaderleriyle ilgili kararlara tam katılım hakkını savunma mevziisinden geri düşmemiz anlamında gelir bu tür politika tanımı. Bunun özellikle politikanın seyirlik bir şey haline geldiği günümüzde tam bir masedilme anlamına geleceğini düşünüyorum. Daha çok kadın mı, "ne için" kadın mı? Bu argüman, ister bir kota ya da yüzde 50 oranında sandalye talebi biçimine bürünsün, ister KA-DER'in durumunda olduğu gibi partilerden bağımsız olarak kadınların desteklenmesi çağrısı biçiminde ortaya çıksın, apolitik ve içeriksiz. Somut bir program olmaksızın kadınlaran meclise daha çok sayıda girmeleri için mücadele, ister istemez, bu kadınların meclise ne yapmak için girecekleri sorusunu beraberinde getiriyor. Programsız bir temsil mümkün mü? Bu kadınlar neden kadınların çıkarlarını, kadınlardan yana politikaları savunacak olsunlar? Sadece kadın olmanın kadınlardan yana politikaların savunulacağına dair bir güvence oluşturmadığının örneklerini bir kez daha tekrarlamak gereksiz. Buna karşılık denebilir ki, meclislerde kadın sayısının artması kadınlardan yana politikalar dile getirmeyi ve savunmayı kolaylaştırır. Başka durumlarda buna "gönül indirmeyecek" kadınlar, kadın sayısı artınca üzerlerinde bu yönde bir basınç hissedebilirler. Ama o zaman da, bir program olmaksızın sürdürülecek politikalardan hangilerinin gerçekten kadınlardan yana olacağı tartışmalıdır. Türbanlı kızların üniversitelerden dışlanması kadınlardan yana bir politika mıdır, değil midir? Program temelinde gerçek bir temsil söz konusu olmadığı sürece, kadınların meclislerdeki varlığı sembolik bir varlık, bir vitrin olmaktan öteye geçemez. Kadınları savundukları görüşlerden bağımsız olarak, bir programla kendilerini bağlamasalar da, sadece kadın oldukları için destekleme çağrısında özcü bir anlayışın izleri var: Kadın oldukları için kadınlardan yana davranacaklarını varsaymak, kadın olmayı sabitleştirilmiş bir kimliğe, tek tek bireylerin biyolojik varlıklarına indirgemek demek aslında. Kadınlığı toplumsal cinsiyet çerçevesinde değil bireyler temelinde tanımlamak anlamına gelir bu. Kadın değerlerinin üstünlüğü argümanı İkinci temel argüman ise, kadınların farklılığına, "kadın sesi"nin özgüllüğüne, kadın değerlerinin üstünlüğüne dayanıyor. Kadınların politikaya farklılık getireceği, politikayı olumlu bir yönde geliştireceği, politikayı olumlu bir yönde dönüştüreceği varsayımından hareket ediyor bu us yürütme biçimi. Kadınların toplumsal pratiklerinin onları paylaşımcı, dayanışmacı, barışçı insanlar kıldığı savunuluyor. Bu da, erkeklerin rekabetçi, şiddet eğilimli, kavgacı tarzları karşısında kadın kimliğinin politikayı ıslah edeceğine ilişkin bir güvenin beslenmesine yol açıyor. Her şeyden önce bunun olgusal olarak doğru olduğu çok kuşku götürür: Kadınların şiddete, savaşa, hem de tam annelikleri yüzünden çok kolaylıkla mobilize edilebildikleri en azından son dönemde bu topraklarda çok görüldü. Kadınlar şiddet ve öfke duygularından arınmış değiller. Sadece duygularını hangi vesilelerle ifade edebildikleri açısından farklı erkeklerden. Kendileri için değil ama, evlatları için, vatan ve millet için çok da kolay kadınları kullanmak. Kaldı ki, kadınların sindirilmiş oldukları için, kendilerini yok saymaya alıştıkları için edinmiş oldukları belirli davranış özellikleri varsa bile, ezilmenin, baskının, cinsiyetçi işbölümünün sonuçları olan bu özellikleri yüceltmenin kadınları bu rollere hapsetmek olacağı çok açık. Bunları mutlaklaştırmak, kadınları mevcut konumlarıyla barışmaya yöneltmekten başka bir anlam taşımaz. Kadınlar ezilmiş bir toplumsal grup oldukları için... Benim de katıldığım üçüncü us yürütme biçimine gelince: Kadınlar ezilmiş bir toplumsal grup oldukları için, paylaştıkları ortak çıkarlar olduğu için, bu çıkarları ifade eden programlar temelinde kadınlar tarafından temsil edilmelidirler. Toplumsal cinsiyeti hareket noktası olarak alan bu argüman aynı zamanda temsili demokrasinin sorgulanmasının da yolunu açar. Bu us yürütme biçimine dayanarak çeşitli stratejiler ileri sürülebilir. Bence doğru bir strateji ancak, uzun vadeli hedefimizi yani toplumsal cinsiyetin ortadan kalkması perspektifini göz önünde tutan, bu hedefe ulaşmanın yolunu şimdiden ören bir strateji olabilir. Dolayısıyla, kadınların toplumsal cinsiyet temelinde temsilleri geçici ve dönüştürücü bir süreç olarak tasarlanmalı. Toplumsal cinsiyet temelinde temsil ancak böyle tasarlandığı ölçüde, kadınların siyasi temsilleriyle kurtuluşları arasındaki mesafe daralır. Bu ne demek? Bu, erkek egemenliğini aşındırmaya, toplumsal cinsiyeti ortadan kaldırmaya yönelik feminist politikaların, programların meclislere taşınması için mücadele demek. Kadınların toplumsal cinsiyetleri dolayısıyla paylaştıkları çıkarları savunan politikaların meclislere girmesi için mücadele demek. Kadın kurtuluş mücadelesiyle el ele Öyleyse her şeyden önce toplumsal cinsiyetin varlığının ortaya konması, görünür kılınması gerekiyor. Bunun mücadelesi ise kadın kurtuluş hareketi. Demek ki, bu mücadele ile el ele giden bir strateji gerekiyor kadınların siyasi temsili konusunda. Siyasi temsil bütünlüklü bir kadın kurtuluş mücadelesinin parçası olmalı. Böyle bir stratejinin bir ayağı kadınların ezilen bir toplumsal grup olarak kendi çıkarları doğrultusunda oluşturacakları programlarsa öbür ayağı da kendi öz örgütlenmeleridir: Kadınların bugünkü konumlarından yola çıkan ama toplumsal cinsiyeti kalıcı ve sabit görmeyen bir anlayış bu. Kadınların öz örgütlenmeleri kanalıyla... Bunun somut politik uzantıları neler olabilir? Belki de en ideal olanı, kadın kurtuluş hareketinin oluşturduğu programlar temelinde bu hareketten çikacak bağımsız adaylar; çıkarmak; yani feminist programları olan bağımsız feminist adayları meclislere sokmaya çalışmak... Bu durumda kadınların kendi öz örgütlenmeleri kanalıyla temsilcilerini denetlemelerinin de daha kolay olacağı açık. Ne var ki, iki nedenle, partilerde alınacak kota vb. önlemler aracılığıyla meclise girmeye çalışmak daha anlamlı gibi görünüyor. Birincisi, mevcut siyasi yapılanmada bağımsız adayların ne kadar etkisiz olduklarını nehimiz biliyoruz. Dolayısıyla, feminist talepleri programlarına dahil etmiş, kota vb. pozitif ayrımcılık önlemlerini benimsemiş, kadın kurtuluş hareketinden beslenmeye açık partilerden meclise girmek çok daha etkili bir yol. Ayrıca, daha genel bir bakış açısından daha da gerçekçi bir yol: Kadınların ezilen bir toplumsal grubun mensupları olmaktan kaynaklanan ortak nesnel çıkarları var; ançak kadınların başka toplumsal aidiyetleri de var: Sınıfsal, ulusal, ırksal, etnik kökene bağlı ve zaman zaman da dinsel aidiyetler bunlar. Bu farklı aidiyetler, kadınların paylaştıkları ortak çıkarlarda ve savundukları politikalarda kırılmalara, genel politik tercihlerinde farklılıklara yol açıyor. Tek ve türdeş bir çıkardan söz etmek mümkün değil. Dolayısıyla da kadınlar farklı siyasal partilerle özdeşleşiyorlar. İki ayaklı bir politika Bu söylediklerim iki ayaklı bir politikayı ima ediyor: Bir yandan sözünü ettiğim türden partilere yönelirken, bir yandan da bağımsız kadın örgütlenmelerinin güçlenmesi için çalışmak. İkincisi olmaksızın birincisi için güç bulmak olanaksız. Bu tür yapılardan ve onların ürettiği politikalardan beslenmeyen ve üzerinde bağımsız kadın hareketinin baskısını hissetmeyen karma partilerde hayatın ne kadar güç olduğunu hepimiz biliyoruz. "Geçiş" anlayışına geri dönecek olursak. Bu toplumu biçimlendiren, toplumun yapısını belirleyen üç temel ezme-ezilme ilişkisi, egemenlik biçimi var. Sınıfsal ve cinsiyete dayalı egemenlik biçimleri evrensel; ulusal, ırksal ya da etnik kökene dayalı egemenlik biçimiyse evrensel olmamakla birlikte giderek yaygınlaşan bir nitelik taşıyor. Bu üç ezilen toplumsal grubun, partilerde kota vb. yöntemlerden başlayarak toplumsal gruplar olarak temsilini savunmayı soyut bireylere dayalı temsili demokrasinin sorgulanması açısından da önemli olduğu kanısındayım. Ne var ki, bu demokrasi biçiminin dönüşmesi toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi için mücadeleden koparılamaz: Kadınların siyasal temsili için yürütülecek starteji, bir yandan ezilen toplumsal grupların ihtiyaçlarının öncelik taşıyacağı bir ekonomik ve toplumsal yapının, öte yandan da ev içindeki ve kamusal alandaki ilişkilerin köklü dönüşümünün hedeflendiği bir bütünlüklü geçiş perspektifinin parçası olmak zorunda. Sembolik bir kadın temsilinin yarardan çok zararı var Sözünü ettiğim bu üç argümandan ilk ikisinin uzantıları olarak oluşturulacak stratejilerle daha kısa sürede daha çok kadını temsili kurullara sokmak mümkün. Ama bu apolitik yöntemin bedeli orta ve uzun vadede daha ağır. Apolitik ve sembolik bir kadın "temsili"nin yararından çok zararının olacağına inanıyorum. Kadınların siyası temsilini ucu kapalı bir perspektifle ve başka şeylerden ayırarak savunmanın bir uzantısı uzun vadeli hedeflerden vazgeçmek. Ama bunun da ötesinde, kadınların siyasete katılmalarının önündeki toplumsal engeller olduğu gibi dururken bununla hiç uğraşmadan kadınların meclislere sokmaya çalışmak, elitizme, kadınların şimdi olduğundan da daha çok bölünmesine yol açmak demek. (GAS/FK) http://www.bianet.org/bianet/kadin/75726-hareket-noktasi-toplumsal-cinsiyet-olmali adresinden alınmıştır. |
14-07-2009, 14:23 | #7 | |||||||||||||||||||||||
|
Bunu biraz daha açıklayabilir misiniz? Bir ya da birkaç kadından fiziksel ya da sosyal zarar görmek, bu kadınlara öfke duymak, kırılmak, sinirlenmek "feminist olmamak" için neden yeterli bir sebeptir? Bir ya da birkaç kadın, bir teorinin tümünü reddetme isteğini nasıl uyandırır? ÖNEMLİ NOT: Bu soruları, kişiselleştirme amaçlı sormadığımı, sadece Sn.Nur Deniz'in alıntıladığım ifadesinin ister bizzat alıntı sahibi isterse bu fikre katılan, katılmayan başka kişilece açılmasının tartışmaya iyi bir soluk getireceği kanaatinde olduğumu belirtmek isterim. Saygılar. |
14-07-2009, 14:25 | #8 | |||||||||||||||||||||||
|
Anlamamız gerekene ulaşmadan önce ne anladığımızı ortaya döksek daha iyi olacak sanki. Sn. Büyükavcı, Siz, feminizmden ne anlıyorsunuz? Saygılar. |
14-07-2009, 14:41 | #9 |
|
Işıl Hanım, ifadem eksik olmuş.
Feminizmin bütün düşüncelerini kabul etmekle birlikte, sosyal hayatta bu kelimeyi kullandığımız zaman, kadınlarımız da dahil tepkiyle karşılaşıyoruz. Kadın ve erkek hemen hemen aynı nüfusa sahiptir diyoruz, kadınlarımız da mecliste aynı oranda bizleri de temsil etsin diyoruz .Ama malesef herkesin kullanabileceği bir oy varken, kadınlarımızın da bu ülkede seçilme hakları varken, bizler kendimizi yeterince desteklemiyoruz.Tüm mesajlarınızı okudum.Gerçekten de kadınlar öfkeli... Söyledikleriniz de haklısınız, bir kadından zarar görmek ve bu konuda öfkeli olmak feminist olmamak için tek başına yeterli bir neden değildir. Ama siz de kabul eder misiniz bilmiyorum ama, temsilciler bu konuda gerçekten özenle seçilmeli, yoksa yarar yerine zarar getirdiğine inanıyorum.. Bir çok kez karşılaştım şahsım adına, kadın haklarını koruyorum anlamında ama aslında bu konuda kendisine dahi yarar getirmeyen kadınlarla. Ama benim gördüklerim bunlar derken, kadın haklarının savunulması gerekmediğini, kadınların haklarının yeterli olduğunu, ve toplumsal hareketlerin gerekli olmadığını, kadınlar için elimizden gelen ne varsa yapmayacağımızı, pozitif ayrımcığımı desteklediğimi söylemiyorum. Şu anki toplumu da bir bakıma kadınlar yetiştiriyor.Eğitimin en önemli olgu olduğuna inanıyorum. Hayatın her alanında adeta savaş veriyoruz.Tercihler yapmak zorunda kalıyoruz. Kısaca diyeceğim ama zaten baya uzattım. Feminizm, bizim ülkemizde aslen yayılması gereken bir düşünce. Ama toplumumuz bunun için henüz hazır değil.Eğitimle yıllar sonra belki başarılabilecek bir düşüncedir diyebilirim. |
14-07-2009, 14:49 | #10 |
|
Benim için feminizm kısaca;
Kadının hayallerinin, düşüncelerinin ve vücudunun sadece erkek egemenler tarafından değil, hemcinsleri tarafından da sömürülmesine karşı duran hayat anlayışıdır. |
14-07-2009, 15:09 | #11 |
|
Öncelikle bilgilendirmelerle başlamak çok yerinde olmuş. Teşekkür ederim. Konuyu toplumsal cinsiyet adı altında tartışmanın daha yerinde olacağına ilişkin daha önceki önerim yine de geçerli olsa da galiba yapmamız gerekenlerden biri de Feminizm kavramını açıklığa kavuşturmak olmalı.
Sayın Büyükavcı'ya katılmamak mümkün değildir zira Feminizm denildiğinde tek bir anlam çağrıştırmaz ve Feminizm içinde de farklı ekoller vardır. Genelde bilinen ve karşı çıkılan ise Radikal Feminizm denilen akım olup gerçekten de açıkçası benim de paylaşmadığım çok uç ve kadının üstünlüğünü savunan ve erkek cinsiyetini yeren bir yaklaşım kısaca. Belki bu tartışmalara başlarken bu Feminist akımlardan biraz bahsedebiliriz. Bence Feminizm ya da Kadın Hakları konusunda paylaşımda bulunmadan önce konuya dair paradigmamızı ortaya koymamız gerekiyor: Yani kadını nasıl algılıyoruz? Kadın haklarına bakış açımız nedir? Kadın ve erkek eşitliği konusunda genel bakış açımız nedir? Özünde kadına ve erkeğe insan olarak değer veriyor muyuz ve onun kendine özgü özelliklerini bir eksiklik olarak görüyor ya da görmüyor muyuz? Bunları ortaya koyarsak zaten kadın hakları konusundaki bakışımız büyük ölçüde ortaya konulacaktır da. Ve yazdıklarımız da bu paradigma çerçevesinde algılanacak ve yanlış anlamalara da neden olmayacaktır diye düşünüyorum.. Sonrasında da siyasal katılım konusunda alıntıladığınız üç ayrı uslamlama üzerinde ayrı ayrı tartışılabilir. Yazar üçüncüyü mantığa uygun bulmuş ve savunuyor olsa da bugün uygulanan daha çok birincisidir. Hepsini sırasıyla tek tek ele alabiliriz. Konuyu açtığınız için teşekkür ediyor güzel paylaşımlar diliyorum.. Saygılarımla.. |
15-07-2009, 00:33 | #12 |
|
Feminizm Nedir?
".....Feminizmi genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlamak mümkündür.
Batıda Fransız devrimi ile birlikte kadınların seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakkı kadın özgürlüğü kavramı çerçevesinde savunulmuştur. Çeşitli eylem ve reformlar sonucunda kadınlar açısından bazı haklar elde edilmiştir. Feministler bu hakları elde ettikten sonra özgürlüklerinin yalnız bu haklarla sınırlı olmadığını, asıl sorunun erkeğin kültürel egemenliği olduğunu savunarak mücadelelerine devam etmektedirler. Feminist hareket tarihsel açıdan I. Dünya Savaşı öncesi ve 1968 sonrasında olmak üzere iki döneme ayrılmaktadır. .................. ............................ Feminizm 1968 sonrasında daha geniş bir tabana yayılma eğilimi göstermiştir. Günümüzde feminizm bazı vurgu farklılıklarıyla değişik ülkelerdeki çeşitli kadın gruplarınca benimsenmektedir. Batıda kadın haklan teorik olarak çeşitli düşünce akımlarının etkisinde tartışılıp gelişirken, Türk toplumunda kadın hakları, sadece kültürel nedenlerle değil, Tanzimat'tan günümüze kadar ülkenin kalkınması açısından ekonomik bir temele de dayanarak, kadına işletmenin kâr maksimasyonu açısından hesaba katılması gereken bir araç; toplumbilimsel deyişle cinsiyet rolünün gereklerine uygun olarak hesaba alınan birimler olarak bakılması ile gündeme gelmiştir. Temelde ataerkil toplumsal düzenini eleştiren feminist görüşü bir bütün olarak çözümlemeye imkân tanıyan bir teoriyi geliştirilemediğinden, feminist düşünürler, liberalizm, marksizm, psikanaliz, varoluşçuluk, radikalizm gibi düşünce akımlarının etkisinde kalarak oluşturdukları teoriler ile kadın haklarına alternatif çözüm arayışlarını sürdürmektedir. Bu feminist teoriler, kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içinde değersizleştirildiklerini varsaymakta ve bunun nedenini sorgulamaktadır......." http://www.genbilim.com/content/view/228/90/ |
15-07-2009, 09:12 | #13 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Bu fikre "kısmen" katılırım. Her teorinin güçlü dillendiricileri olmalı Ancak, feminizm meselesini anlatmak üzere "temsilci" seçmek biraz sorunlu bir iş. Feminizm konusu biraz hukuka benziyor. Meslektaşlarım beni çok iyi anlayacaklardır, mesela siyasal bilgiler ya da ekonomi okumuş bir kişi, borçları biz okulda bayağı okuduk, iyi bilirim ben o konuları diyebilir ve yanlış yönlendirmelerine bir avukatın gözü önünde devam edebilir. İşte feminizm de biraz böyledir. Kadın-erkek ilişkilerinden ibaret bir mesele muamelesi görür ve en fazla "eşit olalım" argümanında takılır kalır. Bu eşitlik de çoklukla mevzuata ait bir eşitlik olarak algılanır. Oysa,feminizm, Sn. Academic tarafından da belirtildiği gibi içinde farklı ekoller bulunduran ve temelde ataerkil toplumun dönüşümünü hedefleyen çok boyutlu bir görüştür.
Bence, toplumların değişime hazır olmalarını beklemek mücadele mantığı ile örtüşen bir tutum değildir. Bu bekleyiş sadece statükonun devamına hizmet eder. Bu süreçte eğitime bel bağlamak ise hiçbir yarar getirmeyecektir. Eğitim, politik bir meseledir. Beklemek yerine, sürece müdahale edip eğitimin de kökten bir değişime tabi tutulmasını istemeden, aynı sistemle bir yere varılamayacağı kanaatindeyim. Eğitimden daha da önemli olansa kültür yaratmaktır. Davranış kalıplarının, yaşayış biçiminin eğitimliden eğitimsize değişeceği bir yapı yaratmak için kültürel değişimi hedeflemek gereklidir. Feminizmin değişimini istediği kültürel yapı da temelde ataerkil yapıdır. Böylece, kadınlar kadar erkeklerin de özgürleşeceği bir toplum ideali savunulmaktadır. Biz esirsek, erkekler de özgür olamaz. Saygılar. |
15-07-2009, 19:52 | #14 | |||||||||||||||||||||||
|
Çok yerinde iki tespitiniz olmuş sayın Işıl Yılmaz..Gerçekten de feminizm konusunda temsilci seçmek bana göre de sorunludur zira bu sadece femist teorinin kendi içindeki çeşitliliğinin yanı sıra kadınlar açısından da neyin etrafında toplanılması gerektiği konusunda da bir sıkıntının varlığından kaynaklanmaktadır bence. Bahsettiğiniz gibi "eşitlik" argümanına takılmış bir feminizm kavramı bence artık devrini tamamlamıştır. Artık yapılan yasal düzenlemelerle büyük ölçüde bu konuda sıkıntılar aşılma noktasına gelinmektedir. Bence eşitlikten çok denklik argümanı daha önemlidir. Eşitlikte matematikçiler bilir ki tüm koşullarıyla tam bir karşıtlık söz konusudur. Oysa ki kadın ve erkek arasında kendi içinde farklılıklar taşıyan iki kavramdan, iki cinsten bahsedilmektedir. Eşitliği yasalar önünde eşitlik, fırsatlarda eşitlik, eğitimde eşitlik olarak savunabiliriz yine. Ancak bizim beklentimiz bize dair özelliklerimizin tanınarak cinsiyetimizin önünde bir engel oluşturmasını ortadan kaldıracak düzenlemelerdir. En azından benim algılamam bu yöndedir. Toplumsal cinsiyetçilikte de bu yaklaşım vardır. Dolayısıyla ben kadın erkek eşitliğinden ziyade denkliğini savunurum. Denklikten kastım farklı özelliklerde olan iki cinsin aynı kulvarda eşit koşullarda ve kendine has yapılan düzenlemelerle yürüyebileceğinin güvence altına alınmasıdır. Mesajınızın ikinci yarısındaki tespitinize de katılıyorum. Bunu daha önceki açılan forumda da belirtmeye çalışmıştım. Fakat orada biraz farklı düşündüğüm nokta şudur. Eğitimden bu konuda yararlanmaktan tümüyle ümidimizi kesmekten ziyade eğitimi bu amaçla kullanabileceğimiz bir tarz yakalanması gerekir. Eğitim mevcut siyasi sistemin ve kültürün aktarımı için bir araç olduğu kadar değişimin ve yeni bir kültürün üretiminin de bir aracıdır. Yalnız bu yönü genellikle ihmal edilir ve her gelen iktidarca kendi görüşünün devamlılığını sağlamak ve istediği yönde insan tipi geliştirme amaçlı kullanılır. Eğitimin temel kanunları, açıkçası tüm mevzuatı çok değişmese de yürütülme tarzı ile fark yaratılır. Bahsettiğim konu şudur: Kadın haklarının tam anlamıyla yerleşip yerleşmediği ya da buna yönelik bir politika güdülüp güdülmediği bir eğitim sisteminde okutulan derslerden anlaşılmaz. O derslerin nasıl öğretildiğinden, okulun ikliminden, yönetim anlayışından, sistemin öğretmenine, öğrencisine bakışından ve ders kitaplarındaki konu anlatımlarının görünen yüzünden değil görünmeyen küçük ayrıntılarından anlaşılır. Bu konuda bence uzun tartışmalıyız.. Saygılarımla.. |
15-07-2009, 20:13 | #15 | |||||||||||||||||||||||
|
Işıl Hanım, "Temsilci"den kastınızı anlayamadım. Milletin temsilcisi, milletvekili mi kastediliyor? Yoksa başka bir şey mi? |
15-07-2009, 23:54 | #16 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu kelimeyi ben kullanmıştım. Temsilciden kasıt bu akımın temsilcileri, milletvekilleri değil. Işıl hanım buna dair bir cevap vermişti. Her şeyleri uysa bile , bu feminizmi bana anlatan çoğu feminist nedeni ile , feministim diyemiyorum.. Az çok buradan kendimi yeterince ifade ettiğim düşünülürse, bu düşünceyi ben bile aşamıyorum. Halbuki haklarını çok iyi savunan bir kadınım.. |
16-07-2009, 00:18 | #17 |
|
Öncelikli ricam, Işıl Hanımı tenzih ederek, internetten ya da kitapçılardan bulabileceğimiz her türlü bilgiyi buraya aktarmamaktır.
Tartışmalarda kişiler kendi düşüncelerini ifade etmelidir bana göre. Ve bu şekilde ifade ederken kabul ettiği fikrin babalarından da örnek verilebilir.Gayet de güzel olur. Saygılarımla. |
16-07-2009, 10:24 | #18 |
|
Sivil toplum kuruluşlarının (STK) demokrasilerdeki rolü yadsınamaz. Genel olarak insan hakları ve özelde kadın hakları, feminizm veya toplumsal cinsiyetçilik konularında STK.ların yeterince etkin olmadıklarını, sosyal yaşamda ve yasalarda kadınlar aleyhine mevcut durumlarda gerekli ve yeterli mücadelenin verilmediği kanaatindeyim. Bu tür eksiklikleri tespit edip, sızlanmayı seven bir toplumuz. Ancak, iş bu tür STK.lara katılmak ve aktif çalışmaya geldiğinde de hep ayaklarımız geri gider ve başkalarından hareket bekleriz. Yapılan örgütlü ve planlı çalışmaların daha iyi sonuç verdiği herkesin malumudur.
|
16-07-2009, 12:17 | #19 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Nur Deniz, yukarıdaki ifadenizde tam olarak neyi kastettiniz? İnsanlar değişik görüşler ortaya koyar ve zaman içerisinde fikir akımları kendi içerisinde farklı düşünceler ile gelişir ve zenginleşir. Fikir akımlarının temsilcileri birileri tarafından seçilmez, zaman içerisinde yazılan çizilen söylenenlerle o fikirlerin temsilcileri olarak kabul edilirler. Sizin temsilciden kastınız sanırım farklı bir konu olmalı. Açılarsanız sevinirim.. Ayrıca feminizm konusunda değişik bakış açılarını okuyarak kendi görüşümüzü oluşturabileceğimizi düşünüyorum. Feminizme karşı önyargının temelinde feminizm kavramının içerisinde yer alan farklı düşüncelerin yeterince anlaşılmamasının bulunduğunu düşünüyorum. Bunu aşmanın yolu da konuya dair olabildiğince çok ve farklı görüşleri araştırmak ve en sonunda da kendi bakış açımızı oluşturmaktır diye düşünüyorum. Yani mutlaka anlatılanları olduğu gibi doğru kabul etmemiz gerekmiyor. Saygılar.. |
16-07-2009, 12:32 | #20 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın zeynel, Size kısmen katılıyorum. STK ların ülkemizde yeterince etkin olmamalarıının temelinde sadece toplumsal üşengeçlik ve aldırmazlık ve sızlanmacı yaklaşımımızın değil bunun yanında demokrasi kültürünün yeterince kazanılmamış olması ve STK ların önemimin tam olarak kavranmayışının var olduğunu düşünüyorum. Belirli görüşlerin radikal temsilcisi olan STK ların da asıl amacı gölgeleyen faaliyetleri nedeniyle yeterince katılımı sağlayamadıkları da bir gerçektir. Örneğin insan hakları dernekleri buna örnektir. Kadın haklarına dair STK larda aslında kadın haklarının savunusundaki temel politikanın belirlenmesindeki karmaşanın da buna neden olabileceğini düşünüyorum. Kadın olmak kadın haklarını savunmak için tek başına yeterli olmuyor, araya başka etkenler de giriyor. Sırf kadın olduğu için kadının desteklenmesinin ne kadar doğru olduğu konusunda da tartışmalar vardır. Kadın kimliği örneğin siyasette siyasi görüşün,etnisitede etnik kimliğin arkasında kalmakta ve kadınlarca da geri plana itilmektedir. Hal böyle olunca bölünmeler parçalanmalar daha fazla olmaktadır. Çağdaş toplum örgütlü toplumdur. STK lar da çağdaş demokrasilerin vazgeçilmezleridir. İnsanlar STK lara katılma konusunda biraz da demokrasimizden esen rüzgarlardan ötürü çekincelidirler. Evet kadınlar kendileri için yeterince mücadele etmiyorlar bu doğru. Erkeklerin kendileri için harekete geçmesini bekliyorlar bu da doğrudur. Türk toplumunda sadece %85 i okur yazar bir kadın nüfustan bahsediyoruz. Geleneksel toplumda sokağa çıkması bile erkeğin iznine tabi olan kadınların bulunduğu bir ortamda öğrenilmiş çaresizliğini içine sindirmiş ve ikincil olduğunu baştan kabul etmiş ve buna inanmış bu kadını harekete geçirmek biraz zor olacaktır..ancak imkansız değil.. Teşekkürler ve saygılar.. |
17-07-2009, 12:55 | #21 |
|
Eşitlik değil, hak ve özgürlüklerin eşit olarak kullanılabilmesinden yanayım.
Hiç bir gücün kadın ve erkekden yana daha baskın olmasını istemiyorum. İstenildiği takdirde her alanın kadınlar açısından iyileştirilebileceğine inanıyorum. |
17-07-2009, 22:41 | #22 |
|
Forum alanını ders verir edasında bir ortama dönüştürme kaygısı ile konuya açıklık getirmek adına Feminist Teorilerin farklı bakış açılarının tanıtımının gereği arasında kalmış durumdayım.
Ne dersiniz? Farklı Femimizm yaklaşımlarına değinerek hangi ekol tam olarak neyi savunuyor bunlardan bahsederek konuya biraz açıklık getirelim mi yoksa doğaçlama tartışmaya devam edelim mi ? Feminizme olan önyargıyı yıkmak için biraz daha bilgi vermenin yararlı olacağını düşünüyorum. Gerçi insanlar araştırabilir mutlaka. Ancak şöyle bir düşündüğümüzde bu kadar çok kaynakta yer almasına rağmen hala akılda kalan hep Feminizmin olumsuz izlenimleri olduğuna göre burda küçük küçük sıkmadan bilgi vermenin yararı olacakmış gibi görünüyor. Bu önyargıyı yıkmanın yolu bilgi eksikliğini ortadan kaldırmaktır. (gerçi Einstein önyargıları yıkmanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu söylüyor). Saygılarımla.. |
17-07-2009, 23:03 | #23 |
|
Kusura bakmayın; ben lafı uzatmadan yazmak istiyorum.
Feminizm; Sadece kadınların kurtuluşu, erkeklerle en azından eşit şartlarla yaşamanın uğrunda ' yapılacak bir mücadeleyi kapsıyorsa ben bu 'izm'e' karşıyım. Zira; ortada bir sorun varsa:"Kadın ve erkeğin kurtuluşu' birlikte mücadeleyi gerektirir.Yorum sizin... |
18-07-2009, 11:28 | #24 | |||||||||||||||||||||||
|
Bence, feminizm gibi sonu -izm ile biten konularda salt doğaçlama mesajların faydadan çok zarar getireceği açııktır. Ben kendi adıma sizin ve Sayın Işıl Hanımın yazdıklarınızdan zevk aldım, bilgilendim. Teşekkür ederim. |
18-07-2009, 11:58 | #25 |
|
Yukarıda bahsedilen ve açıklanan kavramların uzağında sadece bir konu hakkında görüşlerimi söylemek istiyorum.
İnsan, kabullenilmek ve onaylanmak ister. İnsanın tüm yaptığı "Bakın bana, benim yaşadığımın farkına varın"dır. Kendisinin farkına vardırmaya çalışır. Şimdi bunu yapmaya çalışırken bir dil bilmesi gerekir. Bu Dil egemen olanın dilidir. Kendini anlatabilmesi için bu dille konuşması gerekir. Aksi takdirde dinlenmeyeceğini bilir. Doğrular ve yanlışlar da buna göre anlam kazanacaktır. Şimdi düşünün, ortaçağdakinden bile daha kötü bir toplum olmuşken, eşitsizlik ve adaletsizlik ve yozlaşma bu kadar damarlamıza işlemişken bir kadının "ey yaşıyorum ben farkına varın" için yaptıklarını düşündüğümde işinin hiç de kolay olmadığını görüyorum. Burada paylaşmaya çalıştığım düşünce, öncelikle, kadının kendi doğrularını bulması ve buna göre hareket etmesidir. İşte bunu yapan kişi yanılsamalardan belki kurtulabilir ve özgürleşebilir. |
18-07-2009, 12:21 | #26 |
|
Feminizm; ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan imkanları sınırlı olan kadınların; bu durumda olan ve/veya olmayan tüm insanlar karşısında ezilmemesi için verilen bir mücadeledir.
Bu mücadeleyi, "ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan imkanları sınırlı olan kadınlar"ın veremeyeceği kuşkusuzdur. O halde, ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan diğer insanlar tarafından ezilemeyecek düzeyde olan, bilinçli ve güçlü insanların, feminizm'in amaç edindiği kadınlar lehine insani bir tavrıdır diyebiliriz. |
18-07-2009, 18:02 | #27 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Future, Ortada gerçekten bir sorun var. Kadınlardan yana bir değil belki de pek çok sorun olduğuna sanırım hemfikiriz. Kadın ve erkeğin kurtuluşu gözüyle bakarsak o zaman insan hakları boyutuyla sorunu ele almak gerekir( gerçi ara cinsler de söz konusu). O zaman konuya odaklanmakta zorlanacağımızı düşünüyorum. Kadına dair sorunlara odaklanarak kadınların cinsiyetlerinden kaynaklanan nedenlerle hak ihlallerine uğramaları ve ikincil sayılmalarını kadın ve erkek el ele de çözebilir. Ben kendi adıma şunu düşünüyorum. Konuya ilişkin duyarlı erkek desteğini yadsımıyorum ve olması gerektiğini düşünüyorum. Kadınlar bu konuda bir şeylerin gerçekleşmesini erkeklerden beklemesinler ama erkeklerden konuya ilişkin destek verecek olanların desteğini de elbette görmezden gelmesinler diyorum.. Fakat yine de temel sorumluluk kadında olmalıdır. Kadın kendi itilmişliğinin ve geri plana atılmışlığının ne kadarının kendinden kaynaklandığını da hesaba katarak kendisi harekete geçmelidir diye düşünüyorum.. Sorumluluk kadının olmalıdır.. Saygılarımla... |
18-07-2009, 18:13 | #28 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Mehmet Saim Dikici, Size katılıyorum ve ben de Sayın Işıl Hanım'ın eklediği bilgilerden yararlandım gerçekten. -izm ler söz konusu olduğunda radikalleşmenin geleceği düşünülür ve insanlar mesafeli yaklaşırlar. Özellikle Feminizm kavramı hakkında son derece olumsuz bir bakış olmasının sebebi sadece kavramdan değil kavramın belki de geniş olarak ele alınmamasından kaynaklanıyor. Bir de tabii her savunan kendi bakış açısını yansıttığı ve Feminist kadınlara ilişkin oluşturulmuş kalıp yargılar da sanırım bunda etken. Radikalleri Feminist olarak gören toplum kadın hakları savunucularına direkt olarak gardını alıyor da olabilir.. Bunlar hep bireysel saptamalardır. İleriki mesajlarda olabildiğince farklı feminist teorilerin savunuları kısaca açıklayarak bugün miadını doldurmuş olanları da (kendi bakışıma göre) gerekçeleri ile tartışırsak bugünkü feminist anlayışın nelere odaklanması gerektiğini de tartışabileceğimizi düşünüyorum. Feminist akımlarda genel olarak iki düzeyden bahsedilse de bugün üçüncü dalga feminizmden bahsediliyor. Feminizm kavramı yabancı kaynaklara baktığımızda bugün kendi etiğini, kendi liderlik türünü, kendi kurallarını ve hatta kendi terapi tekniğini üretmiştir. Elbette bunlar teoridir ama teorisiz bir uygulama eksiktir..Bir ayağı sakat, bir gözü kör, temelsiz bir binaya benzer.. Yine benim görüşüm.. Tam tersi ise yani uygulamasız bir teori ise toplumdan dayanaklarını alamadığında havada kalmaya mahkumdur. Biz burada olabildiğince ikisini bir götürmeye çalışalım dilerseniz... Saygılarımla.. |
18-07-2009, 19:13 | #29 | |||||||||||||||||||||||
|
Yaklaşık 30 senedir ülke gerçekleri ile iç içeyim.Tabi ki ben de biliyorum; ülkemizde kadınların 2.sınıf insan olarak addedildiğini ve muamele gördüğünü.. |
18-07-2009, 19:31 | #30 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Koray, Yazdıklarınız bana şunu düşündürdü. Kadının bugünkü toplumda kabul edilmek için kullandığı dil "analık kutsal görevine" sıkı sıkıya sarılması ve kendisini böyle değerli hissetmesine neden olmuştur. Feminizme erkekler kadar kadınların da karşı çıkma nedeni biraz da sanırım bundan ileri geliyor olmalı. Kendisini ataerkil toplumda kadın olarak değerlendirmek için anne olmaya, eş olmaya ihtiyaç duyması ve bu rollere sıkı sıkıya sarılması, bu olmazsa değersizleşeceği düşüncesi geleneksel kadını korkutuyor olabilir. Aksi takdirde tümüyle değersizleşeceğini düşünüyor olabilir. Kendisine erkek bakışı ya da toplumun ona biçtiği roller dışında bakması gerektiği vurgusunu bundan ötürü dile getiriyorum hep. Ataerkil toplum kadının doğasından ötürü yaptığı iş bölümünde kadına analık rolünü biçmiştir. Bu kötü müdür? Anne olmak elbette kötü değildir kutsaldır ancak tek rol olarak algılandığında ev içine kapanmayı ve eve kapandıkça kendi içine de kapanmayı beraberinde getirmektedir. Kadının analık rolünün ondan ayrılmasını mı savunuyoruz? Tabii ki hayır. Daha önce de yazdığım gibi doğa zaten işbölümünü yapmıştır ve bilimsel gelişmeler her ne kadar buna izin veriyor olsa da doğal olan güzel olandır. Peki kadın tek rolünün ev içinde olmadığını ve dışarıda bir hayat olduğunu nasıl algılayarak harekete geçecektir? Bunun için anneliğinden feragat etmek zorunda mıdır? İşte asıl kritik nokta da budur ve savunumuzun temel dayanağı da budur. Toplumsal cinsiyetçi yaklaşım kadının kadınsal özelliklerini yok saymaz ve buna yönelik düzenlemeler ve desteklemelerin sağlanması halinde kadının doğasından gelen bu özellikleri ile topluma katılıp gerekli katkıyı yapabileceğini ve kendini gerçekleştirebileceğini savunur. Aksi takdirde kadın belirli yerlere gelebilmek için kendi cinsiyetini yok saymak zorunda kalacaktır. Yani erkek dünyasında var olabilmek için erkekleşecektir. Bugün toplumda kadın temsilciler olarak sayılan bürokrat, vekil, üst düzey yönetici, akademisyen vs.. şöyle bir bakıldığında kadın bakışını bulunduğu ortama yansıtmasını beklediğimiz kadınların kendi var oluş mücadelelerini verirken kadınlıklarından da ödün verdiklerini görebiliyoruz. Bu benim değerlendirmem aksi savunulabilir. Dolayısıyla kadının "ben de varım" diyebilmesi gerçekten zor. Özgürleşebilmesi için kendine bakışını değiştirmek durumundadır. Uçlarda olmak gerekmiyor. Ben de varım diyebilmek için ne analık görevine sıkı sıkıya bağlanıp kendini çocuğu üzerinden gerçekleştirmeye çalışmalıdır ne de tümüyle kadınlığını kenara itip erkek dünyasında erkeklerin kurallarıyla oynamak gerekir düsturu ile hareket etmelidir. İkisinin de olmaması için orta yol ve en mantıklı ve benim de savunduğum , bugün AB sosyal politikalarında da geçen toplumsal cinsiyetçilik kavramında yer alan bakışla "anneliği doğal bir rol olarak kabul edip bu rolünü oynarken kendisine sunulacak desteklerle kendi potansiyelini tümüyle geliştirip ortaya koyabileceği ortamlara erkekler kadar, erkeklerle birlikte, ama bir kadın olarak kavuşabilmesinin" çözüm yollarının üretilmesi gerekmektedir. Egemen dile rağmen...Aslında biraz da kendisine rağmen demek daha doğru sanırım.. Saygılar.. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Türkiye'de Feminist Parti | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 16 | 21-07-2009 22:34 |
Feminist Darbe | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 3 | 15-07-2009 21:15 |
bir kadın neden feminist olur? size göre feministlik nedir? | hakimm | Site Lokali | 131 | 13-07-2009 23:20 |
Polonya'da Feminist Parti | Ayşegül Kanat | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 4 | 15-12-2006 20:51 |
Bir Sene Neden 12 Aydır Ve Şubat Ayı Neden Cüce Kalmıştır? | Gemici | Site Lokali | 3 | 30-03-2004 08:26 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |