Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

İmarli Arsaya Orman Vasfi YÜklenerek El Konulmasi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 07-12-2009, 11:11   #1
alper taner

 
Varsayılan İmarli Arsaya Orman Vasfi YÜklenerek El Konulmasi

Merhaba..Müvekkilimin babası yaklaşık 40 sene önce Ayvalık'ta "daha o zamandan!" "DEVLETİN TAPUSU"NA GÜVENEREK tapulu-"İMARLI" 1500 metre arsa satın alıyor..Yıllar geçiyor..Arsanın etrafı evlerle doluyor..Konum itibariyle müvekkilin arsası ve diğer evler, ÜST TARAFI ORMAN OLAN asfalt yolun "ALT TARAFINDA" (arada yol var) kalmakta..Bu arsaya Orman İdaresi "orman tahsis sahası" nitelemesi yaparak ve bu gerekçeyle müvekkilim aleyhine dava açıyor ve uzuun süren dava sonucunda davayı kazanıyor.(Daha sonra çevredeki diğer evlerin malikleri aleyhine de davalar açılıyor, kazanılıyor) İşin ilginci ise, hala bu yerin vergilerini müvekkilim ödemekte!! Sorum ise şu: Önceden kaybedilmiş davaya rağmen,en azından ödenen vergilerin iadesi sebebiyle bir dava açılabilir mi? Ya da, yine önceden kaybedilmiş davaya rağmen, kamulaştırma temelli bir talep ileri sürülebilir mi? Teşekkürler...
Old 08-01-2010, 11:33   #2
Av.Serhat Doğan

 
Varsayılan arsanın orman olarak değiştirilmesi

[FONT='Georgia','serif']elbette... tapunun tam karşılığını devletimizden tahsil etmeniz pekala mümkün. kolay gelsin.[/font]
[FONT='Georgia','serif'][/font]
[FONT='Georgia','serif'][/font]
[FONT='Georgia','serif']Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

DOĞRUSÖZ VE ASLAN/Türkiye*
Başvuru No. 1262/02
Strazburg
30 Mayıs 2006

USUL
Dava, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Edip Doğrusöz ve Mehmet Aslan (“başvuranlar”) isimli iki Türk vatandaşı tarafından, 27 Kasım 2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurudan (no. 1262/02) kaynaklanmaktadır.
Başvuranlar, sırasıyla Hatay ve İstanbul Barosu’na bağlı avukatlar Z. Kadayıfçı ve T. Gürsel tarafından temsil edilmiştir.
OLAYLAR
DAVA OLAYLARI
Başvuranlar sırasıyla 1931 ve 1930 doğumludur ve sırasıyla Ankara ve Hatay’da ikamet etmektedir.
Başvuranlar 1965 yılında Hatay’da Samandağ Belediyesi’nden bir arsa satın almışlardır.
9 Eylül 1976 tarihinde İmar ve İskân Bakanlığı arazi tesviye faaliyetleri yürütmüş ve başvuranların arsasının bulunduğu bölgedeki kıyı şeridini belirlemiştir.
27 Nisan 1995 tarihinde, Hazine adına hareket eden Samandağ Belediyesi, Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’nden başvuranların arsasının kıyı şeridi dahilinde olup olmadığını belirlemesini talep etmiştir. Belediye, Kıyı Kanunu’na göre sözkonusu arsanın şahıslara ait olamayacağını, sadece kamu yararı için kullanılabileceğini öne sürmüştür.
3 Mayıs 1995 tarihinde Mahkeme tarafından görevlendirilen bir jeomorfolog, bir harita uzmanı ve bir ziraat mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti, başvuranların arsasını incelemiş ve arsanın kıyı şeridinin içinde olduğu sonucuna varmıştır.
3 Temmuz 1995 tarihinde Hazine adına hareket eden Samandağ Belediyesi, Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak başvuranların arazinin mülkiyetine ilişkin tapu kaydının silinmesini talep etmiştir. Ayrıca Belediye, Mahkemeden arazinin dava sonuçlanıncaya kadar devrini engellemek için ihtiyati tedbir çıkarmasını talep etmiştir.
19 Eylül 1996 tarihinde, başvuranlar, Mahkemeye 3 Mayıs 1995 tarihli bilirkişi raporuna itiraz eden bir dilekçe sunmuşlardır. Bilirkişi raporunun mülklerinin üzerindeki bitki örtüsünü ve çevredeki binaların yaş ve niteliklerini dikkate almaması sebebiyle tapu kaydının silinmesi için dayanak olarak kabul edilemeyeceğini iddia etmişlerdir. Ayrıca Belediyenin mülkün ilk sahibi olarak araziyi elden çıkarmakla kalmayarak bir imar planını yürürlüğe sokarak bölgede yapı inşa edilmesini teşvik ettiğini öne sürmüşlerdir.
Mahkeme, başka bir bilirkişi heyetinin görüşüne başvurma kararı almıştır. İkinci incelemeyi takiben 28 Ekim 1997 tarihinde heyet birinci raporu teyit etmiştir. Raporun özeti şu şekildedir:
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
“Bölgede ilk kadastro ölçümü 29 Mart 1948 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden arsanın tapu sicili Kıyı Kanunu yürürlüğe girmeden önce kaydedilmiştir. İhtilaflı arazi parçası Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın onayladığı imar planı kapsamındadır. Ancak şu anda bu arsa üzerinde yapı bulunmamaktadır.
Çevre bölgede yürütülen inceleme, arsanın denizin uzantısı olarak kabul edilen sahilde yer aldığını ortaya çıkarmaktadır. Toprak, kumsal özelliğindedir. Toprağın ekim-dikim için elverişli olmaması nedeniyle arsa üzerinde bitki bulunmamaktadır.
Arsa, kıyı şeridinin içindedir. Bu yüzden ihtilaflı arsanın Devletin tasarrufunda olması zorunludur. Özel mülkiyet konusu olamaz.”
16 Aralık 1999 tarihinde Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi Hazine’nin talebini onamış ve tapu kaydının silinmesini kararlaştırmıştır. Aynı zamanda, başvuranların davacının yasal masraflarını tazmin etmelerini öngörmüştür.
Mahkemenin nihai kararındaki muhakemesinin özeti şu şekildedir:
“Kıyı şeridinin belirlendiği dönemde 6785 sayılı İmar Kanunu (9 Temmuz 1956 tarihli) yürürlükteydi. 6785 sayılı Kanun’un 105. maddesinde yer alan kıyı şeridi tanımı 3621 sayılı Kıyı Kanunu’ndaki tanıma benzerlik göstermektedir. Anayasanın 43. maddesi kıyıların Devletin tasarrufunda olduğunu belirtmektedir. Bu ifade aynı zamanda Medeni Kanun’un 641. maddesinde, Tapu Kanunu’nun 33. maddesinde ve Kadastro Kanunu’nun 16. maddesinde de yer almaktadır. Bu yüzden kıyılar özel mülkiyet haklarına tabi olamaz. 25 Şubat 1986 ve 18 Eylül 1991 tarihli Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere bu araziler üzerinde yapı inşası ve bu yapıların iyi niyetle kullanılması bu kurala istisna oluşturamaz.
Yukarıdakilerin ışığında Mahkeme, başvuranların adına düzenlenmiş tapu kaydının silinmesini kararlaştırmıştır. Ayrıca Mahkeme’nin kararı kesinlik kazanana kadar ihtiyati tedbirlerin uzatılmasına hükmeder.”
Başvuranlar bu karara itiraz etmiş, bu mülk üzerinde yetkililerce kabul edilmesi zorunlu olan kazanılmış haklarının bulunduğunu iddia etmişlerdir. Ayrıca, 1938 yılında yapılan kadastro ölçümlerine göre arsanın kısıtlamasız bir kamu alanı olarak tayin edildiğini öne sürmüşlerdir. Bir bölgeye ait kadastro planlamasının sadece bir kez yapılabilmesi nedeniyle bahse konu arazinin mülkiyet haklarıyla ilgili tartışma yapılamayacağını öne sürmüşlerdir. Buna ek olarak bilirkişi heyetinin kıyı şeridinin tespitinde hata yaptığını iddia etmişlerdir.
3 Ekim 2000 tarihinde Yargıtay, bilirkişi raporları ve bu konudaki yerleşmiş içtihadın ışığında Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararını onamıştır.
30 Nisan 2001 tarihinde Yargıtay başvuranların kararın düzeltilmesi talebini Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 440. maddesindeki şartların hiçbirinin davada mevcut olmaması nedeniyle reddetmiştir. Karar, 5 Haziran 2001 tarihinde başvuranlara tebliğ edilmiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN EK 1 NO’LU PROTOKOLÜ’NÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ihlal edilerek, kendilerine tazminat ödenmeden arsalarından yoksun bırakıldıkları hususunda şikayette bulunmuşlardır.. 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’ne göre:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

A. Kabuledilebilirlik

Hükümet öncelikle, başvurunun, AİHS’nin 35 § 1. Maddesi uyarınca altı aylık süre sınırına bağlı kalamadığı gerekçesiyle, AİHM’nin başvuruyu reddetmesini istemiştir. Hükümet, bu hükmün amacı doğrultusunda, sürenin, yerel makamların nihai kararlarını verdiği tarih olan 30 Nisan 2001 tarihinde ya da nihai kararın başvuranlara tebliğ edildiği tarih olan 5 Haziran 2001 tarihinde işlemeye başlamış olduğunu iddia etmiştir. Buna karşılık başvuranlar başvurularını AİHM’ye 21 Kasım 2001 tarihinde sunmuşlardır.
AİHM, yerel makamların nihai kararlarının kendilerine 5 Haziran 2001 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, başvuranların, başvurularını 21 Kasım 2001 tarihinde AİHM’ye sunmakla, AİHS’nin 35 § 1. Maddesi’nde belirlenen koşula riayet ettiklerini kaydetmektedir. Dolayısıyla bu ön itiraz reddedilmelidir.
İkinci olarak, Hükümet, başvuranların, iç hukukta kendilerine tanınan idari ve medeni hukuk yollarından tam olarak yararlanmayı başaramayarak, AİHS’nin 35 § 1. Maddesi’nin gerektirdiği biçimde iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür.
Başvuranlar, iç hukukta mülkiyet haklarıyla ilgili etkili başvuru yollarının bulunmadığını iddia etmişlerdir.
AİHM, Hükümet’in gösterdiği medeni ve idari hukuk yollarının, başvuranlara, tapu sicilinde kendi adlarına olan kayıtların ancak kanuna aykırı olarak geçersiz kılınması durumunda tazminat yolu açabileceğini gözlemlemektedir. Öte yandan, Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi, sözkonusu arazinin kıyı şeridinde olması nedeniyle Devlet’in yetkisinde olması gerektiği kararını vererek, başvuranların tapularını Kıyı Kanunu’na göre geçersiz kılmıştır.
Bu nedenle AİHM, Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmemesiyle ilgili ön itirazını reddetmiştir. AİHM, ayrıca, başvurunun diğer bakımlardan kabuledilmez olmadığını, bu nedenle kabuledilebilir ilan edilmesi gerektiğini kaydetmiştir.
B. Esaslar
1. AİHM’ye sunulan savunma

Hükümet, Anayasa’ya göre, kıyıların Devlet’e ait olduğunu ve hiçbir zaman özel mülkiyet konusu edilemeyeceklerini savunmuş, başvuranların tapularının iptal edilmesiyle, Samandağ İlk Derece Mahkemesi’nin aslında kanuna aykırı bir durumu düzelttiğini öne sürmüştür. Ayrıca Hükümet, zaten Devlet’e ait olan mülkün kamulaştırılması mümkün olmadığından, başvuranlara, tapularının geçersiz kılınmasına istinaden tazminat ödenemeyeceğini iddia etmiştir. Bu bakımdan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27 Şubat 1980 tarihli, kıyı alanlarının hukuki bir bedellerinin olmadığı ve bu nedenle satışlarının geçersiz sayılacağıyla ilgili kararını sunmuştur.
Hükümet ayrıca, Medeni Usul Hukuku’nun¸ hukuki bir ihtilaf için yapılan mahkeme masraflarını kaybeden tarafın üstlenmesini şart koştuğunu savunmuştur. Hükümet, bu şikayetin, AİHS’nin temin ettiği haklarla ilgisi olmadığını iddia etmiştir.
Başvuranlar, mülkü satın aldıkları tarih olan 1965 yılında, tapu sicilinde, mülkün kıyı şeridinde olduğuna dair herhangi bir belirti olmadığını iddia etmişlerdir. Başvuranlar, Samandağ Belediyesi’nin Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtığı tarih olan 1995 yılına dek, bu durumdan habersiz olduklarını ifade etmişlerdir. Kıyı şeridinde olduğu iddia edilen arazinin tapusunu kanuna aykırı olarak kaydetmekle sorumlu Devlet makamlarının, kayıplarını telafi etmeleri gerektiğini iddia etmişlerdir. Başvuranlar ayrıca, kayıplarına ek olarak, ulusal mahkemelerin, takibat sona erdiğinde, tüm hukuki masrafları kendilerinin ödemelerine karar verdiği konusunda şikayetçi olmuşlardır.
2. AİHM’nin değerlendirmesi

1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamı dahilinde mal ve mülkten yoksun bırakmanın gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken, mülkün kamulaştırıldığının mı yoksa mülke resmi olarak el mi koyulduğunun değerlendirilmesi ve bununla birlikte görünenlerin ardına bakılıp şikayet konusu durumun gerçeklerinin incelenmesi gereklidir. AİHS’nin maksadı “pratik ve etkili” hakları güvence altına almak olduğuna göre, durumun de facto kamulaştırmaya varıp varmadığı tespit edilmelidir (bkz. Sporrong ve Lönnroth – İsveç, 23 Eylül 1982 tarihli karar, Seri A no. 52, ss. 24-25, § 63).
Bu bağlamda, AİHM, bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin “kamu yararına” meşru bir amaç gütmesi gerektiğini ve başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasına makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiğini anımsar (ibidem, § 69). Sözkonusu kişinin “kişisel ve haddinden fazla yük” taşımak zorunda kalmış olduğu durumda gerekli denge kurulamayacaktır (ibidem, § 73).
Sözleşmeye taraf olan Devlet’lerin yasal sistemleri uyarınca, tazminat ödemesi olmadan kamu yararına mala el koymanın ancak, halihazır dava ile ilgisi olmayan, istisnai durumlarda haklı olarak kabul edilebileceğini yineler. 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesince sağlanan mülkiyet hakkının korunması, eşdeğerde herhangi bir ilkenin mevcut olmaması halinde büyük ölçüde boş ve etkisiz olur (Lithgow ve Diğerleri – İngiltere, 8 Temmuz 1986 tarihli karar, Seri A no. 102, § 128).
Bu davada, AİHM, başvuranların, tartışma konusu arsayı 1965 yılında Samandağ Belediyesi’nden aldıklarını ve arsanın, kesinti olmadan, 2001 yılına kadar adlarına kayıtlı olduğunu gözlemlemektedir. Arsanın alındığı tarihte, kayıtlarda, kişilere böyle bir mülkiyeti yasaklayan herhangi bir uyarı veya arsanın kıyı şeridi bölgesi içinde yer aldığına dair bir ifade mevcut değildi. Tapu senedi, 30 Nisan 2001 tarihinde Yargıtay tarafından onanan Samandağ Hukuk Mahkemesi’nin 19 Aralık 1999 tarihli kararı ile Hazine’ye devredilmiştir. Bu nedenle, yerel mahkemelerin kararı, 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci cümlesi anlamı dahilinde başvuranları açıkça mülkiyetlerinden yoksun bırakmıştır (bkz., mutatis mutandis, Brumărescu – Romanya [BD], no. 28342/95, § 77, AİHM 1999-VII).
AİHM, Samandağ Hukuk Mahkemesi’nin, arsayı Hazine adına tescil etme kararının kanun tarafından öngörüldüğünü kaydeder. Zira, bu karar, Kıyı Kanunu hükümlerine, Anayasa’nın 43. maddesine, Tapu Kanunu’nun 33. maddesine ve Kadastro Kanunu’nun 16. maddesine dayanmış ve Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları doğrultusunda olmuştur. Ayrıca, mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararına olduğunun taraflar arasında anlaşmazlık konusu olmadığını kaydetmektedir. Bu gerçek aynı zamanda yerel mahkemelerin kararında da kaydedilmiştir. Ancak, başvuranlar, tapularının Hazine’ye devredilmesine karşılık herhangi bir tazminat almamışlardır ve Hükümet, bu tutumu haklı çıkarabilecek ikna edici herhangi bir unsura atıfta bulunmamıştır.
AİHM, mülkiyetlerine karşılık yeterli tazminatın ödenmediği bu durumda, kanun tarafından öngörülmesine rağmen, sözkonusu müdahalenin, kamu yararı gerekleri ve kişinin temel haklarının korunması gerekleri arasındaki adil dengeyi sağlamadığını değerlendirmektedir (bkz., mutatis mutandis, N.A. ve Diğerleri – Türkiye, no. 37451/97, §§ 41-42, AİHM 2005-…).
Sonuç olarak, AİHS’nin 1 No.’lu Potokol’ünün 1. maddesinin ihlal edildiği kararına varır.
II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesi şöyledir:

“ Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören tarafın hakkaniyete uygun bir surette tatminine hükmeder.”

A. Zarar

Başvuranlar, maddi ve manevi zararları için 50,000 Amerikan Doları tazminat talep etmiştir. Maddi tazminat taleplerini, 16 Aralık 2006 tarihli, başvuranların isteği üzerine hazırlanmış ve Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunulmuş bir bilirkişi raporuna dayandırmışlardır. Sözkonusu rapora göre, ihtilaflı toprağın değeri, 46,8001 Türk Lirasıdır.
Hükümet, 16 Aralık 2005 tarihli bilirkişi raporu sonuçlarına deliller ileri sürerek itiraz etmiştir. Toprağın, bir inşaat mühendisi yerine bir jeolog ve bir jeomorfolog tarafından değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca, bu nitelikteki bir toprağın piyasa değerinin olamayacağını iddia etmiştir. İddialarını desteklemek için 21 Şubat 2006 tarihli bir diğer bilirkişi raporu sunmuştur. Biri jeolog biri iktisatçı iki doçent tarafından hazırlanan sözkonusu rapora göre, ihtilaflı toprak herhangi bir alışveriş konusu olamaz. Bu nedenle piyasa değerine sahip değildir.
Hükümet ayrıca, başvuranların manevi tazminat taleplerinin, haddinden fazla olduğunu ileri sürmüştür.
AİHM, tespit edilen ihlalin temelinin, el koymanın yasa dışılığında ziyade tazminat eksikliği olması durumunda, tazminatın mülkün tam değerini yansıtmasının gerekli olmadığını yineler (I.R.S ve Diğerleri (adil tazmin), no. 26338/95, § 23-24, 31 Mayıs 2005). Bu nedenle, başvuranların tazminat alma hususundaki yasal beklentilerini karşılayacak bir meblağın götürü usulü belirlenmesini uygun bulur.
Yukarıda kaydedilenler ışığında AİHM başvuranlara müşterek olarak maddi zarar için toplam 26,000 Euro ödenmesine karar verir.
Başvuranların manevi tazmin taleplerine ilişkin AİHM, sözkonusu dava koşullarında, ihlal tespitinin yeterli adil tazmin teşkil ettiğine hükmeder (belirtilen karar, § 28).

B. Mahkeme Masrafları

Başvuranlar, masraf ve harcamalarının tazmin edilmesini talep etmemiştir. Bu nedenle AİHM, sözkonusu başlık altında tazminat ödenmemesine karar verir.

C. Gecikme Faizi

40. AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar verir.

YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM,

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna,
2. AİHS’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna,
3. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, başvuranlara müşterek olarak bu miktara tabi olabilecek her türlü vergi ile birlikte 26.000 Euro (yirmi altı bin Euro) maddi tazminatı, ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek üzere ödemesine,

(b) Yukarıda kaydedilmiş olan üç aylık sürenin bitiminden ödeme gününe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle oluşacak faiz oranına göre yukarıda belirtilen miktarlarda ödenecek basit faizi ödemekle yükümlü olduğuna karar vermiş,
4. Başvuranların adil tazmin taleplerinin kalan kısmını reddetmiştir.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış olup 30 Mayıs 2006 tarihinde, İçtüzüğün 77. Maddesi’nin 2 ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

******
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

E:2007/6214
K:2007/9985
T:23.10.2007

KIYI TAPULARI İPTALİ
TAZMİNAT

ÖZET
Somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının onanması gerekir.

3621 s. Yasa m. 4
4721 s. Yasa m. 683
2709 s. Yasa m. 35,43,90
2644 s. Yasa m. 33
3402 s. Yasa m. 16

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, tapuda davalı adına kayıtlı 6 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını özel mülkiyete konu teşkil edemeyeceğini ileri sürerek tapu iptali ve elamanın önlenmesi isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, uzman bilirkişilerce belirlenen kıyı kenar çizgisine göre çekişmeli taşınmazın 2404-12 m2 lik bölümün kıyıda kaldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23.10.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edilen Hazine vekili Avukat A. Örücü geldi davetiye tebliğe rağmen temyiz eden vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Sadettin Akyol'un tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, 3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının terkini ve elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalıya ait çekişme konusu 6 parsel sayılı taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın 4. maddesinden yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtelim ki, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırlan içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu; kıyının zaman aşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerim takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasası'nın 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; ..... bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin....., kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği....., bu önlem alınırken ..... başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği....., kişinin ..... kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı..... açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16. maddesi göz önüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.'sinin bir kararında .....Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM.'ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar..... şeklinde dile getirilmiştir.
Sonuç: Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA, aşağıda yazılı 6.816,00 YTL. bakiye onama haremin temyiz edenden 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 500.00. YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edenden alınmasına 23.10.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

******

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/3549
K. 2002/5807
T. 7.5.2002
• KADASTRO EKİBİNİN HATALI İŞLEMLERİ ( Sicile Yerin Orman Tahdidinde Kaldığına İlişkin Şerh Verilmemesi - Sicile Güven İlkesi Uyarınca Davalıların Zarara Uğraması )
• TAZMİNAT DAVASI ( Tapu İptali ve Tescil - Sicile Yerin Orman Tahdidinde Kaldığına İlişkin Şerh Verilmemesi - Sicile Güven İlkesi Uyarınca Davalıların Zarara Uğraması )
• KUSURSUZ SORUMLULUK ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Davalı Satın Aldıktan Sonra Şerh Koydurması )
• SORUMLULUĞUN KUSURA DAYANMAMASI ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Davalı Satın Aldıktan Sonra Şerh Koydurması )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri/Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti - Hazinenin 20 Yıl Sonra Açtığı Dava )
• DEVLETİN TAZMİNAT ÖDEMESİ ( Kusursuz Sorumluluk - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Açtığı İptal ve Tescil Davası )
2709/m.40/3, 129/5
4721/m.1007
818/m.55
ÖZET : Dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle eldeğiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez.Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.
Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tesçil, alacak davasının yapılan yargılamasında, mahkemece asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen karar karşı davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle, duruşma günü olarak saptanan 7.5.2002 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs.vekili avukat Ahmet ile temyiz edilen Hazine vekili avukat Gülderen geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı,bilahare dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı hazine vekili, dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı halde tapu maliki adına tesçil edildiğini, ormanların özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tesçilini istemiştir.Davalı-karşı davacılar ise, tapu siciline güvenerek taşınmazın üzerinde şerh olmadan satın aldıklarını tapu iptal edildiği takdirde, zarara uğrayacaklarını ileri sürerek 15.374.000.000 TL. tazminat istemişlerdir.Toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 1938 yılında 3116 sayılı yasaya göre yapılan tahditte orman tahdit sınırları içerisinde kaldığı, orman sınırları içinde iken 1959 tarihinde yapılan arazi kadastrosu sonucu tahdit dışında imiş gibi senetsizden davalı ve karşı davacıların bayii üzerine tesçil edildiği, 16.2.1977 tarihinde başlayıp 14.9.1982 tarihinde kesinleşen 1744 sayılı yasaya göre yapılan orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile dava konusu taşınmazın orman sınırları dışına çıkarıldığı, 11.7.1994 tarihinde davalıların tapu kaydına güvenerek pay satın aldığı daha sonra 9.11.1995 tarihinde tapu kaydına orman şerhi konulduğu sabittir.
Gerçekten, taşınmaz orman sınırları içerisinde iken kadastro tesbiti ile kişiler üzerine yapılan tesçilin yolsuz olduğu kuşkusuzdur.Nevarki, davalılar yolsuz oluşan tapu kaydına güvenerek taşınmazın bedelini ödemek suretiyle tapudan pay alan 2.el konumundadırlar.Taşınmazın tapu kaydı üzerinde ormandan çıkarıldığına ilişkin hiçbir şerh bulunmamaktadır.Başka bir anlatımla temlikten önce hazine tarafından tapunun yolsuz olduğundan bahisle açılmış bir dava yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekirki Anayasa'nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında "kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir." Hükmü öngörülmüş, 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında "memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği" açıklanmıştır.M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli isede, eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur.Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, B.K. nun 55 nci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır.Adam çalıştıran ( somut olayda devlet ) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur.Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur.Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tesçil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır.Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararlarıda ödemeyi taahhüt etmektedir.Dayanaksız yada hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle eldeğiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez.Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.
Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken karşı davanın reddine ilişkin hüküm kurulması doğru değildir.Davalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir.Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 4.12.2001 tarihinde yürürlüğe giren Av.ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 250.000.000. TL. duruşma Av.parasının temyiz edilenden alınmasına ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 7.5.2002 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Medeni Kanunun önceki 917; yeni 1007.maddesi ile, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletin doğrudan doğruya sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir.Anılan maddeye dayanılarak açılan davalarda zarar sicil tutma kavramına giren bir işlemden veya böyle bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından doğabilir.Bu zararı doğuran işlemin veya yerine getirilmemiş olmasının hukuka aykırılığıda gereklidir.
Hemen belirtilmelidirki, sicil tutulmasıyla ilgisi olmayan yasa yolları gösterilmiş olan ve yasal yollara başvurularak düzeltilmesi olanakları bulunan kadastro çalışma faaliyetleri ile nitelik yitirmeden dolayı orman rejimi dışına çıkarma işlemleri sicil tutma kavramı içersine girmez.
Ancak, kadastro sonucu kesinleşen tutanağın sicile yanlış işlenmesi halinde M.K.nun 1007.maddesi uygulanma olanağı bulur.
Öte yandan, Devlet ( kamu ) malı içinde kalan yer hakkında oluşturulan kadastral kayıt, hukuken geçersiz bir kayıttır.Nitekim, hazinece açılan tapu iptal ve tesçil davası kabul edilmiştir.Çekişmeli taşınmazın sonradan nitelik yitirmeden ötürü orman rejimi dışına çıkarılması, gerçek kişiler yararına ayni bir hak doğurmuş değildir.Hazinenin kadastral parsel kaydına satış suretiyle el değiştirmeden sonra şerh koydurması ve kadastro tesbitinden uzunca sayılabilecek bir süreyi takiben iptal ve tesçil davasını açması, onun ( hazinenin ) tazmini sorumluluğunu ortaya çıkaramaz.Somut olayın oluşumu ve özellikleri nedeniyle, Borçlar Kanunu'nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerinin uygulanabileceğide söylenemez.Taşınmazı satın alan kişi, yalnızca akidine ( bayiine ) karşı dava ve talep hakkını kullanabilir.
Açıkladığım nedenlerden dolayı hükmün Onanması gerektiği kanaatını taşıdığımdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.
[/font]
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Sahiden orman mı burası? (Tapulama ve orman kadastrosu geçmiş) ibreti Meslektaşların Soruları 7 30-12-2009 19:25
Orman Kadastrosunda orman içi bırakılan kadim yollar mevzuat deği. uygunsuzluk cmuharrem Meslektaşların Soruları 0 29-05-2009 21:36
Köy tüzel kişiliğine ait arsaya yapılan müdahale Hak ve Nisfet Meslektaşların Soruları 4 25-03-2009 20:18
BoŞ Arsaya 35 GÖre Teblİgat Olurmu? av.m.a.g Meslektaşların Soruları 12 17-05-2007 08:50
Bono Vasfi TaŞiyip-taŞimadiĞi ahmat Meslektaşların Soruları 14 09-11-2006 23:38


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06011295 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.