Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Hata-hile nedeniyle hisse oranındaki paranın çekilmesi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 08-11-2021, 13:08   #1
drako

 
Varsayılan Hata-hile nedeniyle hisse oranındaki paranın çekilmesi

Müvekkil ile 3 kardeşi almanyada yaşamakta ve türkiyede babalarından kalma taşınmazları bulunmakta.Ancak bir kardeşi ise türkiyede yaşamakta.

Taşınmazlara ilişkin olarak 2007 ve 2010 yıllarında kamulaştırma davaları kesinleşmiş ve müvekkil kardeşine vekalet ile yetki vererek (müvekkil 2. kez evlendiğinden kardeşi 2. eşinin parayı yiyeceğini söyleyerek müvekkilden vekaletini almış ve müvekkil de paraları kardeşinin almasına yetki vermiş.İşbu tarihe kadar da dayı kardeşinin parasını vermemiştir.

İşbu durumda dayıya karşı paraların tahsili için nasıl bir yol izlemeliyim?Zamanaşımı tehlikesi ile karşılaşır mıyım?

Hile nedenine dayansam hilenin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl veya alacak davası olarak açsam 10 yıllık zamanaşımına takılacağım diye düşünüyorum.Sebepsiz zenginleşme nedeni ile de yine 2 yıllık zamanaşımına takılacağım.Ancak vekaletin kötüye kullanılması nedeniyle dava açar isem zamanaşımı olmayacak zira zamanaşımına da tabi değil.Bu durumda dava için yapılacak bir şey kalmamış mıdır?Vekaletin kötüye kullanılması nedeniyle dava açılabilir mi?Teşekkür ederim.
Old 09-11-2021, 13:37   #2
Av. Suat

 
Varsayılan

VEKALET ile ilgili aşağıdaki kararın KARŞI OY unu okumanız faydalı olabilir.


Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 08.03.2010 T., Esas: 2009/9785, Karar: 2010/2745:
"Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı, G____ köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri M____'e sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL'nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir.

Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır.

Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zamanaşımına uğradığını, 15 parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, 16 parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL'nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davacının, G____ Noterliğinde düzenlenen 02.03.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran G____ ilçesi, G____ köyü, 35 pafta, 136 ada 15 parsel sayılı 459 m2 yüzölçümlü arsa ile 35 pafta, 136 ada 16 parsel sayılı 446 m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.04.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL'ye M____'e satıp, satış bedelini aldığı, ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir.

Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı def'inde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK'nın 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı def'i reddedilmiştir.

BK'nın 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi 5 yıldır, BK'nın 128. maddesi müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder" düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK'nın 101. maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.

Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir ( Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1999 Baskı, Cilt 2, sayfa 1081 ). Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur ( BK 74 ).

Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK'nın 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK'nın 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımının başlaması için BK 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış, zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz ( Turgut Uygur, Borçlar Kanunu 2. Cilt, 1990, sayfa 655 ).

Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273. sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.

Andrea von Tuhr, Borçlar Hukuku ( çeviren Cevat Edege ) 1983 bası adlı eserinin 693. sayfasında, sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda "müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar." Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş, bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruruzamana istinad edebilir düşüncesindedir.

Avukatlık Kanunu'nun 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre "İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer" demiştir. Yasanın bu hükmü ile Avukatlık Kanunu'nda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK'nın 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir.

Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet akdinde zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterlidir.

BK 392/2. maddesinde "vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur" demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.

Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. ( 13. HD 16.11.1982 tarih 6260- 6864; 13. HD 29.09.1994 tarih 1994/7367-8067; 13. HD 21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları )

Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.

Kaldı ki, mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil, satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.

Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.04.2001'de alacak muaccel hale gelmiş, bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2- Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı lehine BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 08.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.


KARŞI OY :

Davacı, G____ Köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının hesap ve bilgi vermediğini, daha sonra yaptığı araştırmada davalının taşınmazını 19.04.2001 tarihinde dava dışı M____'e sattığını öğrendiğini, taşınmaz bedelinin tapuda gösterilen bedelden fazla olduğunu ileri sürerek 6.000 TL'nin tahsilini istemiş, ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 TL'ye çıkarmıştır.

Davalı, zamanaşımı nedeniyle davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de nazara alınarak 10.989.40 YTL'nin faizi ile tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, vekilin yaptığı işlemler nedeni ile hesap verme yükümlülüğüne ilişkin olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, vekilin satış nedeni ile elde ettiği para ile ilgili ve yine, satılan taşınmazın gerçek değerinin daha yüksek olduğu halde tapuda düşük gösterilmesi nedeni ile vekilin sorumluluğuna ilişkin davada zamanaşımı başlangıcının ne zaman olacağı konusundadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı tartışmasızdır. BK'nın 74. maddesi gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile alacak muaccel olur, yine BK'nın 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki, vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vediada ve gerekse vekalete zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise, vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır ( Turgut Uygur, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu 4. Cilt, sh. 4157 ). Turgut Uygur sözü edilen eserinde 30.04.1940 gün, 31/47 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına da atıfta bulunarak ikinci görüşü, yani zamanaşımının vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğini belirtmiştir. Eraslan Özkaya tarafından da, zamanaşımı başlangıç tarihinin vekalet sözleşmesinin son bulma tarihi olduğu hususunda baskın görüş bulunduğu kabul edilmiştir ( Eraslan Özkaya, Vekalet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, sh. 543 ). Diğer taraftan Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku ( Özel Borç İlişkileri ) isimli kitabının II. Cildinin 508. sayfasında İsviçre Federal Mahkemesi kararına da atıfta bulunmak suretiyle vekalet sözleşmelerinde taraflar arasında vekalet ilişkisi devam ettiği sürece vekilin kendisine tevdi edilen kıymetleri saklamak ve idare etmek yükümlülüğü bulunduğundan zamanaşımı süresinin işlemesinden söz edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Yine sayın çoğunluk tarafından, vekilin temsil ettiği paraya tahsil tarihinden itibaren faiz yürütüldüğüne göre, zamanaşımı başlangıcının da işlem tarihi olması gerektiği sonucuna varılmış ise de, vekilin bir yükümlülüğü de derhal hesap verme borcu olup, vekil derhal hesap verme borcu ve sorumluluğu nedeni ile tahsil ettiği tarih itibariyle temerrüt halindedir. Bu nedenledir ki, vekilin üzerinde kalan parasını müvekkiline faizi ile geri verme borcu, para borçlarına sözleşmesiz faiz yürütülmeyeceği kuralının bir istisnasıdır ( Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.03.1962 tarih ve 1961/7258 E., 2904 K. sayılı kararı ).

Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. BK'nın 392. maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Bu ilkeler Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi'nin 11.06.2009 tarih ve 2009/7997-10103 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Yine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin yerleşik içtihatlarında da ( 15. HD 17.03.1976 tarih E. 5464 K. 1210, 01.12.1977 tarih, E. 1984 K. 2162 ) yüklenicinin sorumluluğunda zamanaşımı başlangıcının eserin teslim alma tarihi olduğu benimsenmiştir.

Gerçekten de, vekalet ilişkisi aynı zamanda aşırı güvene dayalı bir sözleşme ilişkisi olup, müvekkil vekiline güven duymak zorundadır. Vekilden ikide bir hesap istenmesi taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeler. Bir taşınmazın satışı hususunda güvene dayalı bir vekalet sözleşmesi kurulduktan sonra müvekkilin devamlı tapuya gidip taşınmazının güncel durumunu sorgulaması vekalet ilişkisinin yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmayacağı gibi, hayatın olağan akışına da uygun düşmez. Şunu da belirtmek gerekir ki, zamanaşımı borcu söndüren bir savunma değil, bir ödemezlik defidir. Tereddüt olduğu hallerde zamanaşımı kurallarının daima alacaklı lehine yorumlanması gerekir. Aksi halde vekalet görevini kötüye kullanan, taşınmaz bedelini tapuda düşük gösterdiği sabit olan ve bunun dahi hesabını vermeyen kişiler ödüllendirilmiş olur.

Böyle olunca, delilleri ve zamanaşımı ile ilgili hukuk kurallarını isabet ile yorumlayan ve sonuca giden mahkeme kararının onanması düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluk kararına katılamıyoruz.
Üye H. Kara Üye M. Duman"

........................

HATA ve HİLE ile ilgili dilekçenizde bu konuya da değinip davanızı terditli açabilirsiniz..
.......................

Vekaletin kötüye kullanılması davalarında zamanaşımı eğer dava vekil ile müvekkil arasında görülmekte ise 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Bunun başlangıcı tartışılabilir.
Ama dava 3. kişilere karşı açılmış ise bu halde zamanaşımı söz konusu değildir. Eldeki dava iç ilişki ( vekil - müvekkil ) ile ilgili olduğundan zamanaşımına tabi olacaktır. Ama dediğim gibi başlangıcı tartışılabilir.
......................

Bir de karşı yan müvekkilinizi bu gün vereceğim....yarın vereceğim diyerek sürekli olarak oyalamış ve bu nedenle zamanaşımının geçmesine sebebiyet vermiş ise daha sonra açılan bu tür bir davada zamanaşımı veya hak düşürücü süre yönünden savunma yapması hakkın kötüye kullanılması olacaktır. Bunu da araştırın derim. Buna ilişkin örnek bir karar hemen aşağıdadır.....

T.C.
YARGITAY
Onbirinci Hukuk Dairesi
E: 2000/4507K: 2000/5443T: 12.6.2000
SERMAYE KOYMA BORCU HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE HAKKIN SUİSTİMALİ
ÖZET: Kadastro tutanağının kesinleşmesinden itibaren 3402 sayılı Yasanın 12. maddesi hükmüne göre 10 yıllık hak düşürücü süre gerçekleşmiş ise de şirketin kuruluşundan bu yana 39 yıl süre ile taşımazı şirketin kullanımına tahsis ve teslim eden, ve bu kullanıma iştirak eden., bu taşınmaz üzerindeki fabrikanın çalışması nedeniyle elde edilen karı paylaşan ortakların, kadastro tesbiti sırasında taşınmazın şirkete ayni sermaye olarak konulmasını ilişkin taahhüdü içeren şirket ana sözleşmesi hükümleri çerçevesinde beyanda bulunmaları gerekirken kasıtlı bir şekilde kendi adlarına tespit ve bu şekilde kesinleşme sağladıktan sonra açılan davaya karşı hak düşürücü sürenin dolmuş olduğunu ileri sürmeleri, MK nun 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralına aykırı olup yasal himaye görmesi mümkün değildir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
bakım akdi karşılığı verilmesi vaad edilen paranın bankadan çekilmesi Av.Derviş Meslektaşların Soruları 1 06-05-2013 19:20
Hata ve hile nedeniyle tapu iptali davası M. Emre Bulut Meslektaşların Soruları 4 24-08-2011 16:38
müşterek hesap+paranın çekilmesi+bankanın sorumluluğu hukukcu_35 Meslektaşların Soruları 1 22-10-2010 12:13
İptal edilen takipte dosyaya yatan paranın çekilmesi denipre Meslektaşların Soruları 4 12-05-2008 23:11


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03655005 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.