Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Trafik Kazasi Ve Uzamiş Zamanaşimi !!

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 22-05-2013, 15:01   #1
hltydmr

 
Varsayılan Trafik Kazasi Ve Uzamiş Zamanaşimi !!

Sayın Meslektaşlarım.
Müvekkil A'ya 15/10/2008 tarihinde B isimli şahıs aracıyla çarpıyor. B isimli şahıs C isimli bir başka şahsı trafikte takip ederken müvekkile çarpıyor. İşin enteresan yanı bu B isimli şahıs müvekkil A'yı da kazadan hemen evvel trafikte sıkıştırıor ve müvekkil A bu sebeple aracını durdurduğunda C'yi takip eden B müvekkile çarpıyor.
C hakkında olası kastla yaralama nedeni ile ceza davası açılıyor. Müvekkil A ceza davası esnasında B'DEN ŞİKAYETÇİ OLMADIĞINI belirtilyor.
aradan geçen zaman dilimi içinde C hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçundan ceza veriliyor.
müvekkil A, gelinen aşamada kendisine çarpan B ve B'nin kullandığı aracın sahibi ile sigorta şirketine dava açmak istiyor.
Kafama takılan soru ise, kendisi hakkında herhangi bir ceza davası açılmamış olan B'ye ve de kendisine bildirimde bulunulmayan sigorta şirketine tazminat davası ikame edebilir miyiz? uzamış ceza zamanaşımı B için işler mi ? Teşekkür ederim.
Old 25-05-2013, 21:50   #2
kizilaslan

 
Varsayılan

kendisi hakkında herhangi bir ceza davası açılmamış olan B'ye ve de kendisine bildirimde bulunulmayan sigorta şirketine tazminat davası açabilirsiniz. Bildirimde bulunmama halinde, sırf bu nedenden dolayı zarar miktarı değişirse sigortacının tazmin yükümlülüğü de değişir. Ancak 2 yıllık zamanaşımı sözkonusudur. Bu durumda dava hakkınızın zamanaşımına uğradığını düşünüyorum.
Old 26-05-2013, 18:19   #3
olgu

 
Varsayılan

Ceza davasının ne zaman kesinleştiği önem arzmekte...

Alıntı:
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2011/4-640

K. 2012/89

T. 22.2.2012

* HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVASI ( Ceza Davası Derdest Olduğu Sürece Hukuk Mahkemesinde Açılmış Olan Tazminat Davasında da Zamanaşımı Süresinin İşlemeyeceği - Ceza Mahkemesi Kararı Kesinleşirse 1 Yıllık Zamanaşımı Süresi İçinde Tazminat Davası Açılabileceği )

* ZAMANAŞIMI ( Haksız Fiilden Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davası - Ceza Mahkemesi Kararı Kesinleşirse 1 Yıllık Zamanaşımı Süresi İçinde Tazminat Davası Açılabileceği/Ceza Davası Derdest Olduğu Sürece Açılmış Olan Tazminat Davasında da Zamanaşımı Süresinin İşlemeyeceği )

* UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI ( Haksız Fiilden Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davası - Ceza Mahkemesi Kararı Kesinleşirse 1 Yıllık Zamanaşımı Süresi İçinde Tazminat Davası Açılabileceği/Ceza Mahkemesinin Kararı Kesinleştikten Sonra Artık 5 Yıllık Uzamış Ceza Zamanaşımı Süresi Uygulanmayacağı )

* 1 YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Haksız Fiilden Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davası - Ceza Mahkemesi Kararı Kesinleşirse 1 Yıllık Zamanaşımı Süresi İçinde Tazminat Davası Açılabileceği )

818/m.45, 60 765/m.102
ÖZET : Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; eldeki davanın yasal zamanaşımı süresi içinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır. Temyize konu olayda, ceza davası derdest olduğu sürece, hukuk mahkemesinde açılmış olan tazminat davası hakkında da, zamanaşımı süresi işlemeyecek; bununla birlikte, olay tarihi dikkate alınarak, hukuk davası hakkında uygulanması gereken 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresi dolduktan sonra, ceza mahkemesinin kararı kesinleşir ise, bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren, BK.nun 60/1.maddesindeki 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde tazminat davası açılabilecektir.

Bu durumda, ceza mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra artık 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresi uygulanmayacak; B.K.’nun ilgili hükmü devreye girecektir. O halde, ceza davasının kesinleştiği tarihin BK.nun 60/I.maddesinde düzenlenmiş olan, 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi olarak alınması gerekir. Olayımızda hukuk davası, ceza davası derdest iken, açıldığına göre zamanaşımı süresinin geçtiğinden söz edilemez.

DAVA : Taraflar arasındaki “Maddi ve Manevi Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Erzurum 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı sebebiyle reddine dair verilen 14.05.2009 gün ve 2009/19 E., 2009/172 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 4.2.2010 gün ve 2009/14287 E., 2010/823 K.sayılı ilamı ile;

( …Davacıların, davalılardan M. Ö.`e yönelik temyiz itirazları yönünden; dava, haksız eylem sebebiyle desteğin ölümünden dolayı uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem zamanaşımı sebebiyle reddedilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.

Zamanaşımı, bir istek veya dava hakkının yasada belirtilen süre içinde kullanılmaması halinde usul hukukunca öngörülen biçimde ileri sürülmek koşuluyla borçluya borcunu ödememe olanağı veren bir hukuki savunma yoludur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası`nın 187. maddesinde sayılan ilk itirazlar niteliğinde olmadığından esasa cevap süresinden sonra da ileri sürülebilirse de davacının da buna karşı koyma hakkı vardır.

Dava dilekçesi, davalılardan M. Ö.`e 29.01.2009 günü tebliğ edilmiş, adı geçen davalı da 10 günlük cevap süresi (08.02.2009 Pazar, olduğundan) 09.02.2009 gününde dolduğu halde 13.02.2009 tarihli cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmuştur.

Davacılar vekili ise cevaba cevap dilekçesinde süresinde ileri sürülmediğini belirterek, zamanaşımı define açıkça karşı koymuştur.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalılardan M. Ö. tarafından ileri sürülen zamanaşımı defi reddedilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, istemin zamanaşımı sebebiyle reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

2-)Davacıların diğer davalılara yönelik temyizine gelince; davacılar, desteklerinin davalılardan M. Said Gülakar`ın statik projesini çizdiği, diğer davalıların başkanı ve yöneticisi oldukları kooperatif tarafından yapılan binanın çatısından düşerek öldüğünü belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Olay 29.09.2003 günü meydana gelmiş olup eldeki dava ise 19.01.2009`da açılmıştır.

Yerel mahkemece olay tarihi ile dava tarihi arasında Borçlar Yasası`nın 60/2 ve 765 Sayılı Türk Ceza Yasası`nın 102/4. maddesindeki 5 yıllık ceza zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamına göre, davaya konu olay sebebiyle davalılar hakkında Erzurum 2. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 2003/849 Esas, 2008/603 Karar sayılı dosyada yapılan ceza yargılamasına katılmışlar (müdahil olmuşlar) ve davalılar olay gününde yürürlükte olan 765 Sayılı Türk Ceza Yasası`nın 455/1-son maddesi uyarınca kusurlu bulunarak 22.10.2008 gününde verilen karar ile cezalandırılmışlardır. Anılan ceza mahkemesi kararı dava gününde ve temyiz aşamasında olduğundan henüz kesinleşmemiştir.

5320 Sayılı Ceza Muhakemesi Yasası`nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa`nın Geçici 1. maddesinde "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ceza mahkemelerinde açılmış bulunan davalardaki şahsi hak talepleri, görevsizlik kararı verilmeyerek bu mahkemelerce sonuçlandırılır." biçiminde düzenlemeye yer verilmiştir. Davacılar da 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Yasası`nın yürürlüğe girdiği 01.06.2005`den önce ceza dosyasında katılmışlardır. Eldeki tazminat davasının açıldığı günde ceza davası temyiz aşamasında olup kesinleşmediğinden davacılar, ceza davasında isteyebilecekleri kişisel haklarını hukuk mahkemesinde de isteyebilirler.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, işin esasının incelenmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin zamanaşımı yönünden reddedilmiş olması doğru olmadığından karar bu sebeple de bozulmalıdır...)

Gerekçesiyle (1) ve (2) bentlerde yer alan ayrı sebeplerle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davalılar, zamanaşımı def’inde bulunmuştur.

Mahkemece, hukuk davalarında 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu(TCK)’nun 102/4. ve 818 Sayılı B.K.(BK)’nun 60/2.maddeleri dikkate alındığında, olayda 5 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, suç tarihinin 29.09.2003 olup, davanın beş yıllık süre geçtikten sonra 19.1.2009 tarihinde açıldığı, zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçeleri ile davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.

Davacılar vekilinin temyizi üzerine

Yüksek Özel Dairece; metni yukarda başlık bölümünde aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, davacılar vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın yasal zamanaşımı süresi içinde açılıp açılmadığı noktasında olup;

Davalılardan Metin Ö.’ün zamanaşımı definin yasal sürede ileri sürülüp sürülmediği;

Davacılar vekilinin cevaba cevap dilekçesinde ve yargılamadaki diğer dilekçelerinde bu davalının zamanaşımı define süre yönünden karşı koyup koymadığı;

Davada uygulanacak zamanaşımının belirlenmesine aynı fiille ilgili olarak açılmış olan ceza davasının etkisinin ne olacağı;

Ceza dava dosyasına davacıların katılıp katılmadıkları ve o dönemdeki mevzuata göre kişisel hak talep edip etmedikleri;

Sonuçta davacıların istekleri bakımından uygulanacak zamanaşımının ne olduğu ve dava tarihinde bu zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği;

hususlarının çözümü gerekmektedir.

I-) Davalı M. Ö. yönünden ileri sürülen temyiz itirazlarının incelemesinde:

Hemen belirtmelidir ki, 1086 Sayılı H.U.M.K.(HUMK)’nun 195.maddesi gereğince, davalının, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren 10 günlük davaya cevap süresi içerisinde zamanaşımı savunmasında bulunması gerekir. Ne var ki, yine aynı Kanunun 209.maddesi hükmüne göre, zamanaşımı definin süresinde yapılmadığını ileri süren davacı tarafın da, davalının cevap dilekçesinin kendilerine tebliğinden itibaren yine 10 günlük süre içerisinde, zamanaşımı savunmasının yasal süresinde ileri sürülmediğini, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediklerini açıkça belirtmek suretiyle, bu savunmaya karşı koyması gerekir.

Davalı tarafından süresinde ileri sürülmeyen zamanaşımı savunmasına karşı, yine davacılar tarafından süresi içerisinde karşı konulmaması durumunda, davacıların; davalı tarafından savunmanın genişletilmesine zımnen rıza gösterdikleri sonucuna varılır.

Somut olayda:

Davalılardan M. Ö’e dava dilekçesi 29.01.2009 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı 10 günlük cevap süresi geçtikten sonra 13.02.2009 tarihinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmuştur.

Davacılar vekiline, davalı M. Ö.’ün zamanaşımı defini içeren cevap dilekçesi 21.03.2009 tarihinde tebliğ edilmiş; davacılar vekili yasal 10 günlük süreden sonra verdiği 03.04.2009 tarihli cevaba cevap dilekçesi ile davalının zamanaşımı savunmasının süresinde yapılmadığı itirazında bulunmuştur.

Davacılar vekili, davalının zamanaşımı savunmasına, yasal 10 günlük süre içinde karşı koymadığına göre, bu süre geçtikten sonra verilen dilekçeyle karşı konulmuş olması davacının lehine bir hukuki sonuç doğurmaz. Bu nedenle, kanunun belirlediği sürede, davalının zamanında ileri sürmediği zamanaşımı define karşı koymayan davacıların, davalının savunmasını genişletmesine zımnen rıza gösterdiklerinin kabulü gerekir. Bunun doğal sonucu olarak da davalının zamanaşımı defi süresinde olmasa da davacı tarafın savunmanın genişletilmesine karşı koymaması nedeniyle, davalının zamanaşımı savunmasının süresinde yapıldığının kabulü gerekir.

Şu hale göre, bozma ilamının 1. bendinde davalının süresinde yapılmayan zamanaşımı define, davacı tarafın süresi içinde itiraz ettiğine dair kabulü dosya kapsamına uygun olmayıp; mahkemenin davalı M. Ö. de dahil tüm davalıların zamanaşımı savunmasının süresinde olduğuna dair saptaması ve buna bağlı olarak bu davalının zamanaşımı defini kabul etmesi ve tüm davalılar hakkında aynı hükme varması kural olarak yerindedir.

Ne var ki, bozma ilamının 2. bendinde davanın yasal zamanaşımı süresinde açılıp açılmadığı diğer davalılar yönünden değerlendirilmiş olmakla, hem bu bozma nedeninin incelenip hem de aynı incelemeye tabi olacak davalı M. Ö.’ yönünden uygun bulunan direnmenin daireye gönderilmesi usul ekonomisine aykırı olacağından, bu bozma nedenine karşı verilen direnme kararının tüm davalılara yönelik olduğu da gözetilerek, birlikte incelenmesine geçilmiştir.

Böylece, direnme kararına yönelik davacı temyizi, 2. bentte yer alan bozma nedeni yönünden davalı Metin Ö. de dahil tüm davalılar yönünden, bir bütün olarak incelenip; davanın, tüm davalılar hakkında zamanaşımı süresinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesine geçilmiştir.

II- Davanın tüm davalılar açısından yasal zamanaşımı süresinde açılıp açılmadığına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde:

Görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir.

Bu sebeple haksız fiil ve zamanaşımı kavramları ile bu hukuki müesseselerin kanuni düzenlemeleri üzerinde durulması faydalı olacaktır.

818 Sayılı B.K.(BK)‘nun “haksız işlemlerden doğan borçlar”ı düzenleyen 41.maddesinde haksız fiil; “Gerek kasten, gerek ihmal ve kayıtsızlık yahut tedbirsizlik ile haksız surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur’’ şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre haksız fiil; hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil sebebiyle bir zarar doğmalıdır. Nihayet, doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Zamanaşımı ise; aynı kanunun 125 ila 140.maddeleri arasında düzenlenmiştir. Zamanaşımı, belirli bir süre içerisinde hakkını talep etmemiş olan alacaklının, bundan sonra alacağını dava yolu ile talep edememesidir.

Borç-alacak, B.K.nda belirtilen zamanaşımının geçmesiyle artık dava yolu ile istenemez. Bu bakımdan zamanaşımına uğrayan borç (alacak) eksik bir borçtur. Fakat zamanaşımına uğramış olan borç herhangi bir biçimde daha sonradan ifa edilirse bu ifa geçerlidir. Dolayısıyla kişi ödediği borcun zamanaşımına uğradığını bilmediğini ve hataen ödemede bulunduğunu ileri sürerek verdiğini geri isteyemez(B.K md.62).

Zamanaşımı hukuki açıdan bir def-i niteliğini taşımaktadır. Yani borçlu, borcunu ödemek istemiyorsa borcun zamanaşımına uğradığını ve borcun dava edilebilme niteliği olmadığını açık bir biçimde yargılama sırasında ileri sürmelidir. Zira B.K.n 140.maddesi, zamanaşımı ileri sürülmediği takdirde hâkimin zamanaşımını kendiliğinden dikkate alamayacağı hükmünü taşımaktadır.

Davada zamanaşımı def-inin ileri sürülmesi, yazılı yargılama usulünde esasa cevap süresi içinde verilen cevap dilekçesi ile basit yargılama usulünün uygulandığı hallede ise en geç ilk oturumda esasa girilmeden evvel sözlü ya da yazılı beyanla olmalıdır.

Süresi içerisinde ileri sürülmeyen, fakat yargılamanın ilerleyen aşamalarında ileri sürülen zamanaşımı def-i, savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşabilir.

Savunmanın genişletilmesi itirazının da zamanaşımı defini içeren dilekçenin davacı tarafa tebliğinden itibaren 10 gün içinde ileri sürülmesi gerekir; aksi halde zamanaşımı defi zamanında yapılmış gibi işleme tabi olur.

Haksız fiillerde zaman aşımı ise, 818 Sayılı B.K.’nun, 60.maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.

Anılan maddenin 1. fıkrasında;

“ Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava,mutazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren 10 sene mürurundan sonra istima olunmaz.” denildikten sonra;

aynı maddenin 2. fıkrasında, ceza zamanaşımına yollamada bulunularak;

“ Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha da uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik edilir.” hükmü getirilmiştir.

Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, haksız fiillere uygulanacak üç ayrı zamanaşımı süresi belirlenmiştir.

Bunlar, zarar görenin ‘zarar’ı ve ‘fail’i öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak olan 1 yıllık kısa süreli zamanaşımı; fiilin ‘vukuundan’ itibaren işleyecek 10 yıllık kesin süreli zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda suç oluşturduğu durumlarda uygulanacak olan uzamış (ceza) zamanaşımı süreleridir.

Yasanın 60.maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız fiil sebebiyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar. Eğer zarara uğrayan tüzel kişilik ise dava açmaya yetkili organın öğrenmesi dikkate alınır.

Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda fail, kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi gerekir. Örneğin aile başkanına karşı açılacak dava için aile başkanının kim olduğu, adam çalıştırana karşı açılacak dava için çalıştıranın kim olduğunun öğrenilmesidir.

BK.nun, m.60/I de belirtilen 10 yıllık zamanaşımı, zarar verici olaydan itibaren başlar. Yani kural olarak süre, “olay günü” ya da “haksız eylemin işlendiği gün” olduğu söylenmekte ise de bunun “zarara yol açan eylemin tamamlandığı gün” olması gerekir. Şayet haksız fiil süre içerisinde süregelmişse, başlangıç anı değil bitiş anı esas alınarak (10) yıllık süre hesap edilecektir. Örneğin evin yanındaki bir işletmenin yaydığı radyasyondan etkilenen mağdur, bu evden ayrıldıktan beş yıl sonra bu sebeple kansere yakalanırsa 10 yıllık sürenin henüz beş yılı geçmiş sayılacağından tazminat istemine karşı zamanaşımı def-i ileri sürülemeyecektir.

BK.nun, m.60/2. fıkrasında düzenlenen ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için ise öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunun da suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.

Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK`nun 60. maddesinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir.

Öğretide ve yargısal inançlarda, B.K.’nun m.60/2’deki hükmünün anlam ve amacı şu şekilde açıklanmaktadır.

Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur.

Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza yasası gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza yasası ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair yasalar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına dair zamanaşımı süresine tabi olur.

Bu husus, ana bir ilke olarak 7.12.1955 gün ve 17/26 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, ceza davasının zamanaşımı "suçun türüne göre değişmekle beraber" çoğunlukla, BK.nun, m. 60/I`deki hukuki zamanaşımından daha uzundur.

O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde (hele ceza davası devam ederken) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olur.

Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’nun daki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I olaya uygulanacak; Ceza Kanunundaki zamanaşımı süresi BK., m. 60/I`deki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 Sayılı TCK’nun 102 (veya halen yürürlükteki 5237 Sayılı TCK’nun 66.) maddesine göre belirlenecektir.

Hemen belirtmek gerekir ki; BK., m. 60/II`deki zamanaşımı, tamamen özel hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise mülga 765 Sayılı TCK`nun 102, 104-107. maddeler değil, aksine BK.nun, 132-137 maddeleri uygulama alanı bulacaktır.

Öte yandan, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına dair zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine dair olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53).

Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği sebebiyle beraat kararı vermiş olursa hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.

Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya dair zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir.

Yargıtay H.G.K.’nun, 3.6.1953 gün ve 4/71 E., 77 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir.

818 Sayılı B.K.nun 60.maddesinin 2.fıkrasıyla, haksız fiilin ceza kanunları gereğince müddeti daha uzun zamanaşımına tabi bir suç teşkil etmesi halinde tazminat davasının ceza zaman aşımına tabi olacağı ve ceza davasından önce zaman aşımına uğramayacağı yolunda, sevk edilmiş olan hüküm karşısında, ceza davası devam ettiği müddetçe zarar gören ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceğinden, haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün olduğu sürece tazminat davasının açılmamasını kabul etmemek, anlamsız olacağı gibi bir çelişkiyi de ortaya çıkaracaktır.

Öteki deyişle, ceza davası devam ettiği sürece hukuk davasının zamanaşımına uğraması mümkün değildir.

Uzamış ceza zamanaşımının uygulanması için, davacıların ceza davasına katılmaları koşul değildir.

Dava tarihi itibari ile, ceza davası devam ettiği sürece zarara uğrayan ceza davasına müdahale ile ( fiil ve dava zamanında meri mevzuata göre) kişisel hak isteyebileceğine göre, bu kişisel hakkını, yani tazminatı, ceza davasına müdahale yoluyla değil de bağımsız bir hukuk davası açmak suretiyle istemesi mümkündür.

Hemen burada, mülga Türk Ceza Kanunundaki zamanaşımı düzenlemesi üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.

Eski 765 Sayılı TCK’nun 102.maddesindeki süreler, “kamu davası açma süreleri” ve 112.maddesindeki süreler, “cezaları ortadan kaldıran süreler” (hükmedilen cezaların zamanaşımına uğrama süreleri) idi.

Halen yürürlükte bulunan, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’na öncekinden farklı olarak madde başlıkları konulmuş olup, (eski 102.maddenin karşılığı olan) 66. maddenin başlığı “Dava zamanaşımı” ve (eski 112.maddenin karşılığı olan) 68.maddenin başlığı “Ceza zamanaşımı”dır.

Somut olayda, suç 29.09.2003 tarihinde işlendiğine göre, o tarihte yürürlükte olan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre zamanaşımı süresi belirlenecektir.

Tazminat davalarında uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun (YBGK) 3.6.1942 gün ve E.1941/36 E- K.1942/15 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere:

“ Ceza davası zamanaşımı mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, 765 Sayılı eski TCK’nun 102’nci (5237 Sayılı yeni TKC’nun 66’ncı) maddesinin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.”

Daha açık bir anlatımla, hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarına uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, eski 765 Sayılı TCK m.102’de (5237 Sayılı yeni TKC m 66’da) ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreler üzerinden hesaplanacaktır.

Eski TCK’nun 102.maddesinin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere dair cezalar yeralmış ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler sıra ile 20,15,10,5 yıl ve 2 yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir.

Somut olayın incelenmesine gelince:

Davalılardan M. Ö.’ün 29 Mart 2003 gününde davacılardan Ali ve Hacer’in oğlu, Özkan ve Özer’in ise kardeşi ölen İ. Özdoğan’ı temizlik yaptırmak için, başkanı olduğu kooperatife ait binanın çatısına çıkardığı, müteveffanın çatıdan düşerek ölümüne sebebiyet verdiği, olay sebebiyle davalılar hakkında Erzurum 2. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 2003/849 Esas, 2008/603 Karar sayılı dosyasında ceza davası açılmış olup, davalıların kusurlu bulunarak, 765 Sayılı TCK’nun 455/1-son maddesi uyarınca cezalandırılmalarına karar verildiği, anılan ceza davasının görülmekte olan tazminat davasının açıldığı tarihte halen derdest olduğu, yani eldeki tazminat davasının ceza davası devam ederken 19.1.2009 tarihinde açıldığı ve henüz ceza davasında verilen hükmün kesinleşmediği tüm dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır.

Esasen bu hususlarda Özel Daire ile yerel mahkeme arasında çekişme de bulunmamaktadır. Bu yön mahkemece de aynen benimsenmiştir.

Bu durumda yukarıdaki açıklamalar ışında, olayda mülga 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/4.maddesi gereğince, beş (5) yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır.

Bu gibi durumlarda bütün sorun BK`nun 60/I. maddesinde öngörülen 1 yıllık hukuk zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağıdır.

Temyize konu olayda, ceza davası derdest olduğu sürece, hukuk mahkemesinde açılmış olan tazminat davası hakkında da, zamanaşımı süresi işlemeyecek; bununla birlikte, olay tarihi dikkate alınarak, hukuk davası hakkında uygulanması gereken 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresi dolduktan sonra, ceza mahkemesinin kararı kesinleşir ise, bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren, BK.nun 60/1.maddesindeki 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde tazminat davası açılabilecektir.

Öteki deyişle, bu durumda, ceza mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra artık 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresi uygulanmayacak; B.K.’nun ilgili hükmü devreye girecektir.

O halde, ceza davasının kesinleştiği tarihin BK.nun 60/I.maddesinde düzenlenmiş olan, 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi olarak alınması gerekir.

Olayımızda hukuk davası, ceza davası derdest iken, açıldığına göre zamanaşımı süresinin geçtiğinden söz edilemez.

Bunun gerekçesi, yukarda bahsedildiği üzere 07.12.1955 gün ve 17/26 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklanmış; ceza mahkemesinde istenebilecek bir hakkın, hukuk mahkemesinde zamanaşımına uğramış olacağı ve istenemeyeceğinin kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır.

Hal böyle olunca, mahkemece yapılacak iş, tüm davalılar yönünden davanın zamanaşımı süresi içerisinde açılmış olduğu benimsenmek suretiyle, işin esasına girişilerek, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde hukuken geçerli tüm delilleri sorulup toplanarak, ortaya çıkacak uygun hukuksal sonuç çerçevesinde bir karar verilmesinden ibarettir.

Sonuçta; yukarda 1. bentte davalı M. Ö. yönünden verilen direnme kararı ilke anlamında uygun bulunarak zamanaşımı defi süresinde kabul edilmiş ve 2. bentte yer alan bozma nedeni karşısında dosyanın daireye gönderilmesine karar verilmeyerek diğer davalılara yönelik bozma nedenleri kapsamında davalı M. Ö.yönünden de irdeleme yapılmış ve tüm davalılar yönünden verilen davanın zamanaşımı sebebiyle reddine dair direnme kararı bir bütün olarak incelenmiş; yukarda açıklanan gerekçeler karşısında, ceza davasının varlığı ve eldeki davaya etkisi sebebiyle davanın tüm davalılar açısından zaman aşımına uğramamış olduğunun ve işin esasının mahkemece incelenmesi gerektiğinin kabulüyle direnme kararının, bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda, (1) bentte yer alan sebeplerle davalı M. Ö’ ün zamanaşımı definin süresinde olduğuna dair direnme uygun bulunmakla, tüm davalılar bakımından davanın zamanaşımı süresi içinde açılıp açılmadığı irdelenmesi gerektiğine ve bu inceleme sonucu, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda (2) bentte ve Özel Daire bozma kararının (2). Bendinde gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), 22.02.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Old 28-12-2016, 16:35   #4
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu

Esas No:2015/437
Karar No:2015/1471


MAHKEMESİ : Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 20/10/2014
NUMARASI : 2014/1337-2014/679

Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.05.2013 gün ve 2012/607 E. 2013/338 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 04.11.2013 gün ve 2013/15634 E. 2013/14988 K. sayılı ilamı ile;
“...Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı aracın, müvekkilinin eşi Bedri Öztürk'ün sevk idaresinde iken tek taraflı kaza sonucu Bedri Öztürk'ün vefat ettiğini belirterek müvekkil için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, kazanın tek taraflı olduğunu, uzamış ceza zamanaşımının uygulanamayacağını, iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu olayın tek taraflı kaza olması nedeniyle uzamış ceza zamanaşımının uygulanamayacağı, dava tarihi ile olay tarihi arasında iki yıldan fazla süre olduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
818 sayılı BK.nun 41. maddesinde haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan zararın tazmini istemi ile açacağı davaların, zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren 1 ve herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğu belirtilmiştir.
Buna karşılık, 2918 sayılı KTK.nun 109/1. Maddesinde "Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar." hükmüne, yine aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, "dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir." hükmüne yer verilmiştir.
2918 sayılı Kanunun anılan madde hükmünde, gözden kaçırılmaması gereken husus, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin Ceza Kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; bunun dışında, fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlulular (örneğin işleten) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür. (HGK'nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705 ve HGK'nın 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir.)
Açıklanan ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu kazada davacının desteği tarafından kullanılan sigortalı araç tek taraflı kaza yapmış ve destek hayatını kaybetmiştir. Davaya konu kaza 30/06/2008 tarihinde gerçekleşmiş olup davanın açılma tarihi ise 07/11/2012'dir. Davaya konu trafik kazası sonucu davacının desteği hayatını kaybetmiş olmakla ceza zamanaşımı süresi, olay tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK'nın 66/1-e maddesi uyarınca 8 yıldır. Buna göre, davanın açıldığı tarihte uzamış ceza zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşıldığından yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava trafik kazası nedeni ile destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tek taraflı ve sürücünün tam kusuru ile meydana gelen trafik kazalarında ölen sürücünün yakınlarının, aracın trafik sigortacısı şirketten destekten yoksun kalma tazminatı talebi halinde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 109. maddesi uyarınca ceza zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere trafik kazaları bir haksız fiildir. Haksız fiil mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 41. maddesinde tanımlanmış, Kanun'un 60. maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir.
Belirtilmelidir ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72. maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir.
Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarargörenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması halinde uygulanacak olan ceza zamanaşımı süreleridir.
Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır.
Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda 818 sayılı BK'nun 60 (6098 sayılı TBK'nun 72.) maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 gün ve 2013/4-36 E. 2013/1457 K.).
Özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (KTK)'nun 109. maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 60. maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiştir.
2918 sayılı KTK'nun “Zamanaşımı” başlıklı 109. maddesi;
“...Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur. Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.
Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.
Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır.” hükmünü içermektedir.
Buna göre madde ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60 (TBK'nun 72). maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiş olup 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 60. maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 109/II. maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır.
Vurgulamakta yarar vardır ki, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 109/II. maddesine göre, ceza kanununda öngörülen daha uzun (uzamış) zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalarda uygulanabilmesi için, sadece eylemin “cezayı gerektiren fiilden” doğmuş olması gerekli ve yeterlidir. Diğer bir ifade ile tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında bir ceza davası açılması; mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı veya zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması aranmamaktadır. Sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir.
Anılan madde uyarınca “eylemin” suç teşkil etmesi; cezai nitelik taşımasından hareketle mahkumiyet veya takipsizlik kararı aranmaksızın ceza zamanaşımı uygulanacaktır.
Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir.
Belirtilmelidir ki 2918 sayılı KTK'nun 109/2. maddesindeki düzenleme ile ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı (uzamış zamanaşımı) süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesi, sadece eylemin ceza kanunlarına göre suç sayılması koşuluna bağlanmıştır. Zira sonuçta; haksız eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil etmesi durumunda o fiil için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.
Kaldı ki Türk Ceza Kanunu'nda suç tanımı faile değil fiile göre yapıldığından, ceza kanunlarındaki zamanaşımı sürelerine atıf yapan 2918 sayılı Kanun'un 109. maddesinin ikinci fıkrasındaki tarifin fiili tanımlaması ve maddenin bu yoruma göre değerlendirilmesi kanun sistematiği açısından da zorunludur.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil edip etmediği, kural olarak hukuk hakimince belirlenecektir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53).
Ayrıca ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve işleten gibi diğer sorumlular arasında bir ayrım da yapılmamış; zamanaşımı süresinin hepsi için uygulanması öngörülmüştür.
Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’ndaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I (TBK m. 72) olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK. m. 60/I'deki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 sayılı TCK’nun 102 (veya halen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nun 66.) maddesine göre belirlenecektir.
Dosyanın incelenmesinde davacının desteğinin maliki ve sürücüsü olduğu aracın direksiyon hakimiyetini kaybederek elektrik direğine çarpması ile meydana gelen trafik kazasının araç sürücüsü ile yolculardan birden fazla kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlandığı, olayın meydana gelmesinde davacının desteği sürücünün tam kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
Olayın meydana geliş şekli itibariyle ölen sürücünün eylemi bir bütün olarak ele alındığında, murisin işleteni olduğu aracı kullanırken tek taraflı ve kendisinin tam kusuru ile meydana gelen eylem birden fazla kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlandığından 5237 sayılı TCK 85/2 maddesinde tanımlanan taksirle öldürme suçunu oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut olayda, TCK 85. madde kapsamında taksirle öldürme suçunun varlığının sabit olduğundan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2. maddesi uyarınca ceza zamanaşımının uygulanması gerekmektedir ve kazaya neden olan kişi hakkında ölümü nedeniyle bir ceza davasının açılmamış olması, yukarıda açıklanan ilkeler ışığında uzamış ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Buna göre davacının desteğinin tam kusuru ile neden olduğu ve kendisinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasının aynı zamanda TCK'nun 85/2 maddesinde düzenlenen ve taksirle öldürme suçuyla ilgili ceza davasının TCK'nun 66/1-d maddesi uyarınca onbeş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması; 2918 sayılı KTK'nun 109/2 maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli olması; davanın olay tarihi üzerinden onbeş yıl geçmeden açılmış olması karşısında, somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediği açıktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının desteğinin tam kusurlu hareketi ile kendisinin ölümü ile sonuçlanan olayda cezayı gerektiren bir eylem bulunmaması nedeniyle davanın zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine dair direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 29.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.



KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık, karayolunda motorlu aracın işletilmesi sırasında tamamen kendi kusuru ile gerçekleşen kaza sonucu vefat eden, aynı zamanda aracın işleteni de olan sürücünün ölümü nedeniyle


desteğinden yoksun kaldığını iddia eden davacı eşin, aracın Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasını düzenleyen sigorta şirketi aleyhine açtığı davada, 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanıp uygulanamayacağına ilişkindir.
Yerel mahkemece “sürücü (işleten)nün eyleminin ceza yasalarına göre suç teşkil etmediği, bu nedenle 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanamayacağı” gerekçesiyle direnme kararı verilmiş,
Sayın çoğunluğun, “olayda aynı zamanda yaralananlarında bulunduğu, sürücü ölmekle birlikte yaralananlar yönünden suç oluştuğu” gerekçesi doğrultusunda direnme kararı bozulmuştur.
Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.
Bilindiği üzere, motorlu aracın işletilmesinden, aracın sürücüsü-işleteni ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısı zarar görenlere karşı müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.
Araç sürücüsünün sorumluluğu, Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu hükümlerine,
Araç işleteninin sorumluluğu 2918 sayılı yasanın 85.maddesi hükümlerine,
Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısının sorumluluğu ise 2918 sayılı yasanın 91/ilk maddesi hükümlerine dayanmaktadır.
Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasının sorumluluğu, poliçe limiti dahilinde işletenin sorumluluğu ile eş değerdir, aynıdır. İşleten tarafından ödenen sigorta primi karşılığında motorlu aracın işletilmesinden doğan, işletenin hukuki sorumluluğu sigorta poliçesi ile sigorta şirketine geçmektedir. Sigorta şirketinin sorumluluğu, poliçe teminatı dahilinde işletenin sorumluluğundan ne bir kuruş eksik ne de bir kuruş fazladır.
Araç sürücüsü (işleten)nün eylemi haksız fiil niteliğinde bulunduğu için sürücü (işleten)nün sorumluluğunun ve buna bağlı olarak Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısının sorumluluğunun tayinin de Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesindeki koşulların gerçekleşmesi gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49/1 maddesinde “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu” hükmü getirilmiştir.
Madde metninden de açıkça görüldüğü üzere haksız fiil sorumluluğunun doğması için bir zarar veren, bir de zarara uğrayan olmalıdır.
Zarar veren ve zarara uğrayanın aynı kişi olması, bu iki sıfatın aynı kişide içtima etmesi durumunda elbetteki Türk Borçlar Kanunu'nun 49.maddesinde düzenlenen sorumluluktan söz edilmesi mümkün değildir.
Haksız fiil sorumluluğu ile ilgili zamanaşımı ise Türk Borçlar Kanunu'nun 72.maddesinde düzenlenmiş, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde eylemin cezayı gerektirmesi durumunda uzatılmış zamanaşımı süresinin uygulanacağı kabul edilmiştir.
İşte uyuşmazlığa konu olan, 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesi, Türk Borçlar Kanunu'nun 72/1 maddesinin ikinci cümlesinin Karayolları Trafik Kanunu'na uyarlanmış halidir.
2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde “davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olduğu” düzenlenmiştir.
Uzatılmış zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için haksız fiilin aynı zamanda ceza kanunları gereğince suç teşkil etmesi, bunun yanında haksız fiilden doğan tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresinden daha uzun bir ceza davası zamanaşımı süresi öngörülmüş olması gereklidir. Suç niteliğindeki haksız fiilden doğan alacak hakkının uzatılmış zamanaşımına tabi olması, ceza kanunlarında daha uzun zamanaşımı süresi öngörülen hallerde tazminat talebinin daha önce zamanaşımına uğramasının hukuk mantığına aykırı olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Zira, hukuk mantığı fail yönünden daha hafif bir müeyyide niteliğindeki, tazminat yükümlülüğünün daha ağır sonuçları olan ceza müeyyidesinden önce zamanaşımına uğramamasını gerektirir.
Bir fiil ancak suç niteliğini haiz ise cezalandırılabilir. Dolayısıyla borçlunun sorumluluğunu gerektiren fiil Ceza Kanunu ve özel yasalarda yer alan ceza hükümlerine göre suç niteliğinde olmalıdır.
Fiilin, suçun objektif ve subjektif unsurlarını ihtiva etmesi gerekli ve yeterlidir. Ancak bu fiil nedeni ile ceza soruşturması yapılması, ceza davası açılması veya borçlunun cezaya mahkum edilmesi şart değildir.
Ceza soruşturması yapılmamış veya ceza davası açılmamış ise fiilin suç niteliğini haiz olup olmadığı hukuk hakimi tarafından takdir edilecek, söz konusu takdirin yapılmasında hukuk hakimi ceza hukuku kurallarını dikkate alacaktır.
Somut olayda; davacının eşi, aracı sevk ve idare etmekte iken tamamen kendi kusuru ile gerçekleşen kazada vefat etmiş, araçta bulunan başka kişilerde yaralanmıştır.
Davacı, eşinin haksız fiil mağduru olması nedeniyle tazminat talep etmektedir.
Davacının eşi aynı zamanda haksız fiilin failidir.
Olayda zarar gören davacı ile yaralanan kişilerin Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayetleri halinde yapılacak soruşturma sonucunda davacının şikayeti yönünden fail ve mağdur sıfatının aynı kişide birleşmesi nedeniyle suç oluşmayacağından, yaralı kişilerin şikayetleri yönünden ise sanık vefat ettiğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilecektir.
Tazminat alacaklısı (davacı)nın tazminat isteminin dayanağı olan, eşi (sürücü-işleten)nin dikkatsiz ve tedbirsizlikle kendi ölümüne sebebiyet vermesi olayında suçun mağduru ve faili sıfatı aynı kişide içtima ettiğinden ceza hukukunun genel ilkelerine göre bu eylem suç teşkil etmeyecek, dolayısıyla davacının tazminat istemi yönünden 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesi hükümleri uygulanmayacaktır.
Olayda yaralanan kişilerin tazminat talep etmeleri halinde ise doğaldır ki mağdur ve şüpheli farklı kişiler olduklarından, eylem cezayı gerektirtiğinden bu halde yaralanan kişilerin açacakları tazminat davasında uzatılmış zamanaşımı uygulanacaktır.
Sonuç olarak, desteğin (sürücü-işleten) tamamen kendi kusuru ile dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi kendi ölümüne sebebiyet verme eylemi, suçun mağduru ve faili sıfatının aynı kişide içtima etmesi nedeni ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve özel ceza yasalarında suç olarak tanımlanmış bir eylem değildir. Desteğin eyleminin karşığı ceza yasalarında düzenlenmemiştir.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçta ve cezada kanunilik ilkesi olarak da adlandırılan 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın ikinci maddesinde “1-kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği ve güvenlik tedbiri uygulanamayacağı, kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamayacağı, 2-idarenin düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza konulamayacağı, 3-kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamayacağı, suç ve ceza içeren hükümlerin kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamayacağı” öngörülmüştür.
5237 sayılı yasanın ikinci maddesi hükmüne göre, tazminat alacaklısı (davacı)nın eşinin ölümü nedeniyle tazminat talep etmesinde suçun faili de mağduru da aynı kişi olduğundan, desteğin eylemi suç teşkil etmediğinden uyuşmazlıkta 2918 sayılı yasanın 109/2 maddesinde düzenlenen uzatılmış zamanaşımının uygulanması mümkün değildir.
Yerel mahkeme kararının onanması gerekirken, davada taraf olmayan, tazminat istemleri de bulunmayan dava dışı yaralanan kişilerin tazminat taleplerinde uygulanması gereken uzatılmış zamanaşımını, haksız fiil faili ve mağdurunun aynı kişide birleştiği, suçun oluşması bir yana haksız fiil koşullarının dahi gerçekleşmediği eldeki davada kabul eden sayın çoğunluk görüşüne karşıyız.
Old 29-12-2016, 15:31   #5
Av. Suat

 
Varsayılan

Sorunuzun cevabı hemen yukarıdaki yhgk kararında geçmekte.....
.........Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; bunun dışında, fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır................


Eldeki olay A ya göre değerlendirilecektir.
Ceza zamanaşımının uygulanması için yapılan haksız fiilin cezayı gerektiren bir fiilden doğması yeterli olup, eylemi işleyen hakkında ayrıca ceza davası açılmış olması veya hükümlülük kararı verilmiş bulunması gerekli değildir.Bu durumda şikayete bağlı suçlarda şikayette bulunulmaması, savcılığının takipsizlik kararı vermesi (kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi hali hariç), zarar veren kişinin ceza ehliyetinin olmaması, şikayetin geri alınması, özel af, cezanın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması, ceza davasının uzlaşma sebebiyle sona ermesi, sadece adli para cezasına hükmedilmiş olması, ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi uzamış ceza zamanaşımının uygulanmasını etkilemez.
Ancak suçun işlenmediğine ilişkin kesinleşmiş beraat kararı ve ceza davasının af sebebiyle düşmesi durumunda ceza zamanaşımı süresinin uygulanmaması gerekir.

Olay A ya göre değerlendirildiğinde B nin A ya karşı bu fiilinin TCK ya göre suç olarak nitelendirilebilmesi halinde B hakkında ceza davası açılıp açılmadığına bakılmaksızın olayda uzamış zamanaşımı uygulanmalıdır.Olaydaki B nin fiilinin TCK ya suç niteliğinde olup olmadığı tüm dosyalar incelenerek anlaşılabilecektir. Kaldı ki olayın niteliğine göre- ölüm yok- uzamış zamanaşımı da dolmuştur.

C nin davasının bir dönem devam etmesinin bu davanın tamamen dışında olan A açısından pratikte bir faydası da olmayacaktır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İŞ Kazasi Tespİtİ-zamanaŞimi S.Taşkıran Meslektaşların Soruları 3 05-10-2020 11:26
Haksiz Fİİl/uzamiŞ Ceza ZamanaŞimi furugferruhzad Meslektaşların Soruları 3 15-06-2011 11:59
UzamiŞ Dava ZamanaŞimi Av.Aynur Erişgin Meslektaşların Soruları 2 13-12-2010 17:55
Alkollu olarak Trafik kazasi yapmak Bosanma sebebi mi ALAMUT Meslektaşların Soruları 4 28-11-2010 21:37
Trafik Kazasi ali turker Hukuk Soruları Arşivi 2 27-02-2002 04:26


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06549907 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.