Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Senette nakten ya da malen kaydının olmaması durumunda, bu durumun "nakten" anlaşılması gerektiği konusunda içtihat

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 17-04-2012, 13:40   #1
vla

 
Varsayılan Senette nakten ya da malen kaydının olmaması durumunda, bu durumun "nakten" anlaşılması gerektiği konusunda içtihat

Sayın meslektaşlarım,

Senette nakten ya da malen kaydının olmaması durumunda, bu durumun "nakten" anlaşılması gerektiği ya da borç ilişkisinin bir borcun ifası nedeniyle oluştuğu şeklinde iki ayrı görüş var.

Fakat iki görüşü de içerir bir Yargıtay kararı bulamadım.

Bu noktada, herhangi bir kaydın (malen ya da nakten) olmaması durumunda, "nakten" yorumlanmasına dair bir Yargıtay kararı bulabilirseniz çok çok mutlu olurum.

Şimdiden çok teşekkürler.
Old 17-04-2012, 13:44   #2
Av. Feyza Altun

 
Varsayılan

Sorunuzun tam cevabı olmasa da benzer kararları aşağıdaki mesajlarımda yazacağım:

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2003/19-290

Karar Numarası: 2003/286

Karar Tarihi: 09.04.2003



YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI



6762 s. TTK/688, 691

1086 s. HUMK/290



DAVA: Taraflar arasındaki "menfi tesbit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 9. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.05.2001 gün ve 2000/101 E- 2001/470 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.05.2002 gün ve 2001/6344-2002/3718 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı vekili, davalı tarafa sipariş edip daha sonra alımından vazgeçtiği mal için düzenlendiğini iddia ettiği senedin icra takibine konulduğunu ve karşılığı bulunmadığını ileri sürerek, söz konusu senetle borçlu olmadığının tesbitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davaya karşı cevabında, davacının, müvekkiline olan borcu nedeni ile dava konusu senedi keşide ettiğini, ancak el alışkanlığı nedeni ile senedin "Malen" kayıtlı olarak düzenlendiğini savunarak, senedin ihdas nedenini talil etmiştir. Bu durumda mahkemece, kanıt yükünün senet metnini talil eden davalı tarafta olduğu gözetilerek, davalıya ileri sürdüğü hususu ispat imkanı tanınıp tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, kanıt yükünün tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Dava, karşılıksız kalan kambiyo senedinden dolayı borçlu olmadığının saptanması isteminden ibarettir.

Davacı, davalının ortağı olduğu Y... İnş. Ltd. Şti ile inşaat malzemesi alımı konusunda eskiye dayalı mal alışverişlerinin olduğunu, icraya konulan senedin de yine böyle bir mal alışverişi sırasında, alınan malzeme tutarı hesap edilerek fatura edilip, bedeli ödendiği takdirde geri verilmek üzere teminat amacıyla verildiğini ancak, bu görüşmeden sonra aynı gün yapılan bir siparişten cayıldığını, buna karşılık, davalının senedi kendisine iade etmeyip, yırtıp atıyorum diyerek bir kağıt parçasını yırtığını, aradan üç yıl geçince de kötü niyetli olarak icraya koyduğunu savlayarak, sözü edilen alacağın var olmadığının saptanmasını ve takibin iptalini istemiştir.

Davalı ise, sözü edilen senedin bir borç ilişkisine dayalı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davacının dava konusu senedin teminat amacıyla düzenlendiğini, davalının ise nakden verildiğini savunmakla, her iki yanın da senetteki "malen" ibaresini ta'lil ettiği, bu durumda ispat yükünün yer değiştirmeyeceği, davacının davasını ispat etmesi gerektiği, davacının bir yazılı delilinin olmadığını ve yemin deliline de dayanmayacağını beyan ettiği ve böylece davasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verdiği hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Hemen belirtelim ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır. ( TTK m 691/1 )

Bonoda şekil şartları TTK m 688'de sayılmıştır. Bunlar; "Bono"yada "Emre Muharrer Senet" ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir.

Bu zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlarda vardır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Buna karşılık bonoya isteğe bağlı olarak, faiz bedelinin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir. ( Prof Dr. Reha Poroy Kıymetli Evrak Hukuku Esasları 11. Bası İstanbul 1989 s. 237 vd. )

Yerleşik Yargıtay İnançlarında kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik "bedel kaydı"dır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması, senedin bono niteliğini etkilemez. Bu tür kayıtlar, bonoyu düzenleyenin, "lehdardan karşı edimi aldığını" belirtmeğe yarar. Kambiyo hukuku yönünden önemi yoktur.

Bedel kayıtları daha çok bonoyu düzenleyenle, lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda ( HUMK. md. 290 ) önem kazanır ve kişisel defi nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır. Sözü edilen kayıtlar özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı niteliktedir. Bedel kaydı içeren bononun lehdarı, artık senedin "kayıtsız ve koşulsuz bir borç ikrarı olduğu" yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacaktır. ( Y. 11. H.D. 7/10/1982 gün ve 1982/4034-3688 sayılı ilamı ).

Borç ikrarını içeren bir belge aleyhine kanıt sunulabilir. Ancak; ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerekir ( Y.İBK. 12/4/1933 gün ve 1933/30-6 sayılı ilamı ).

Bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senettir. Bu nedenle bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu savlayan tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı "malen" kaydıyla yada bir alacak borç ilişkisine dayandığı "nakten" kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin ta'lili ( nedene, illete bağlanması )anlamına gelir ki, böyle bir durumda kanıt yükümlülüğü yer değiştirir. Senedi talil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer. ( Y. 11. H.D. 4/5/1984 gün 1984/2517-2601 sayılı ilamı ).

Senette borcun nedeni "mal" yada "nakit" olarak belirtilmişse, davacının yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesi çürümüş sayılacak, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünüde üstlenecektir. Buna senedin ta'lili denmektedir. Bu anlamda ta'lil senet metninde açıklanan düzenleme ( ihdas ) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelir.

"Malen" ibaresi bulunan bir bonoda malın teslim alındığı, borçlu tarafından ikrar edilmiştir. Alacaklının teslim ettiğini kanıtlamak yükümlülüğü yoktur. Yazılı ikrarın aksini diğer bir deyişle, malın teslim edilmediğini borçlu kanıtlamak yükümlülüğündedir. ( Yargıtay Ticaret Dairesinin 10.4.1967 gün 558-1967 sayılı ilamı ve 23.11.1970 gün ve 2787-4659 sayılı ilamı, 11. H.D.nin 22/3/1983 gün ve 1983/772-1384 sayılı ilamı ).

Borçlu bonodaki "bedeli malen almıştır" kaydına rağmen bononun iptalini ister ve alacaklı bedelin mal olarak verilmediğini kabul, fakat nakden verildiğini iddia edecek olursa ispat külfeti hangi tarafa ait olacaktır.? Eş söyleyişle alacaklımı borçluya nakit verdiğini, yoksa borçlu mu alacaklıdan nakit almadığını kanıtlayacaktır. Bu ispat hangi koşullarda olacaktır.?

Mal kaydı bulunan bonoda borçlu alacaklıdan mal almadığını iddia, alacaklıda borçluya mal vermediğini kabul ederse borçlunun iddiası sabit olmuştur.

Alacaklının başka bir iddiası varsa, diğer bir deyişle alacağının bir alacak borç ilişkisine dayandığını iddia ediyorsa bunu ispatlamak yükümlülüğündedir. ( Dr. Fadıl Cerrahoğlu Hukuki Bahisler Bononun Temel İlişki Açısından Delil Niteliği ve Bonoda Bedel Kaydı makalesi, İstanbul Ticaret Odası Gazetesi 7 Nisan 1972 s. 8 ) Yargıtay'ın yerleşik görüşü de bu yöndedir ( 19. H.D. 14.4.1992 gün ve 1992/8081-4430 sayılı ilamı, Y. 11. H.D.nin 21.12.1983 gün ve 1983/5668-5790 sayılı ilamı. 11 HD. 16.6.1983 gün ve 1983/3004-3130 sayılı ilamı ).

Somut olayda dosya kapsamından anlaşıldığına göre; taraflar arasında süregelen ticari ilişkide davalı satıcı hiçbir bedel almadan davacı alıcıya mal göndermekte, alıcı, fatura düzenlenip para ödeninceye kadar geçen süre içinde geçerli olmak üzere, teslim aldığı malların bedeline mahsuben avans olmak üzere, satıcıya ( davalı-alacaklıya ) bir bono düzenleyip vermekte, fatura düzenlenip satış bedeli ödendiğinde, satıcıda bulunan bono alıcıya iade edilmektedir. O halde, dava konusu bono teminat olarak değil, alıcının ( davacı-borçlunun ) teslim aldığı mallarının bedeline mahsuben alındığı, anlaşılmaktadır. Davacı borçlu söz konusu bonoyu bir ticari ilişki sırasında, mal bedeli fatura edilip ödendiğinde geri verilmek üzere, teminat amacıyla verildiğini bildirmiş, alacaklı ise borç karşılığı verildiğini savunmuştur. Açıkça görüleceği üzere davacı borçlunun beyanı, senedin ihdas nedenine daha uygun bir beyan olup, her ne kadar dava dilekçesinde teminat olarak verildiğini belirtmiş ise de, taraflar arasındaki ticari ilişkinin niteliği göz önüne alındığında, sözü edilen senedin avans amacıyla verildiği belirgindir. Öyle ise, burada iki taraflı ta'lil söz konusu değildir."Malen"kaydı bulunan senedin ihdas nedenini, borç karşılığı verildiğini savunan davalı ta'lil etmiştir. Hal böyle olunca; mahkemece kanıt yükünün senet metnini ta'lil eden davalı tarafta olduğu gözetilerek, davalının savını kanıtlayabilmesi için olanak verilip, tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, kanıt yükünün tayininde yanılgıya düşülerek direnme kararı verilmesi hatalı olup bozulması gerekir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.04.2003 gününde, oybirliği ile karar verildi.
Old 17-04-2012, 13:50   #3
Av. Feyza Altun

 
Varsayılan

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2011/19-473

Karar Numarası: 2011/607

Karar Tarihi: 12.10.2011



SENEDE BAĞLI İDDİANIN AKSİNİN TANIKLA İSPAT EDİLEMEMESİ

İCRA TAKİBİNE KARŞI MENFİ TESPİT VE İSTİRDAT DAVALARI

OLGULARIN VARLIĞINI İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ

BONODA BULUNMASI GEREKEN UNSURLAR



1086 s. HUMK/290

6100 s. HMK/201

2004 s. İİK/72

4721 s. TMK/6

6762 s. TTK/557, 688, 691



Taraflar arasındaki ‘‘menfi tespit ve istirdat’‘ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 1.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.11.2008 gün ve 2007/177 E., 2008/568 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 26.01.2010 gün ve 2009/2665 E. 2010/549 sayılı ilamı ile;

(‘‘…Davacı vekili, müvekkili ile davalının sahibi ve temsilcisi olduğu Uskan Tekstil Mak. Ltd. Şti. arasında 28.01.2006 tarihinde 52.000.00 YTL bedelli bilgisayarlı nakış makinesi satış sözleşmesi yapıldığını, satış bedelinin 30.000.00 YTL’si için müvekkilinin sahibi olduğu Peugeot marka aracın peşinat olarak verildiğini, bakiye satış bedeli 22.000.00 YTL için de 28.01.2006 tanzim 31.01.2007 vadeli senedin imzalanıp davalıya verildiğini, müvekkilinin 18.08.2006 tarihine kadar satın aldığı makineyi kullandığını, kalan 22.000.00 YTL bedelin vadesinden önce ödenmesi için davalı yanın baskı yapması üzerine akdin fesh edildiğini, müvekkilinin nakış makinesini davalının da Peugeot marka aracı geri iade ettiğini, senedin iadesi konusunda davalının müvekkilini oyaladığını, bu senedin haksız olarak icra takibine konu edildiğini ileri sürerek müvekkilinin senet nedeniyle borçlu bulunmadığının tespiti ile %40 tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, iddiaya konu satış sözleşmesinin tarafının müvekkili M. U. değil dava dışı Uskaan Tekstil Ür. Ltd. Şti. olduğunu, müvekkiline husumet yöneltilmeyeceğini, müvekkilinin alacağının başka bir hukuki ilişkiden kaynaklandığını, davacının borcunu ödememek için asılsız iddialarda bulunduğunu, davacının senedi geri almadan sözleşmeyi feshetmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddi ile %40 tazminatın davacıdan tahsilini istemiştir.

Davalı vekili, 05.11.2008 tarihli duruşmada; davacıdan iki ayrı senet alındığını, birinin senedin makine alım satımından kaynaklanan 22.000.00 YTL bedelli senet olup bunun davacıdan tahsil edildiğini, ancak müvekkilinin davacıya verdiği borç para karşılığında davaya konu yine 22.000.00 YTL bedelli, 28.01.2006 tanzim 31.01.2007 vade tarihli senedin alındığını, bu borç ödenmediği için icra takibine girişildiğini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller neticesinde; bonoya karşı açılan menfi tespit davalarında ispat yükünün davacıda olduğu, ancak davalı vekilinin duruşmadaki imzalı beyanına göre iki ayrı senet alındığı savunulmuş ise de, davalıya iki değil tek senet verildiğinin anlaşıldığı, dava konusu senedin tanzim tarihi ile satış sözleşmesinin düzenleme tarihinin ayrıca satıştaki kalan borç ile senet değerinin aynı olduğu, savunmanın kabulü halinde, önce makine satışı nedeniyle senet alındığı, daha sonra senet konusu borcun davacıya verildiği gibi bir sonucun ortaya çıktığı, bu halin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, tüm bunlardan dolayı dava konusu senedin satış sebebi ile verilen senet olduğunun kabulü gerektiği, her ne kadar senette alacaklı olarak satıcı şirket değil de davalı gösterilmiş ise de, davalının dava dışı olan satıcı şirketin %99 oranında hissedarı ve temsile yetkili müdürü olması nedeniyle davalının iyiniyetinden söz edilemeyeceği gerekçeleri ile davanın kabulüne icra takibine konu edilen 28.01.2006 tanzim, 31.01.2007 vade tarihli 22.000.00 YTL bedelli senetten dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, davacı tarafından icra dosyasına ödenen 17.499.75 YTL’nin davalıdan istirdadı ile davacıya ödenmesine, davalı icra takibinde haksız ve kötüniyetli olduğu için %40 tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık ihdas nedeni hanesi açık bırakılmış olan bonodan kaynaklanmaktadır. Davalı bononun davacıya verdiği borç para karşılığı düzenlendiğini savunmuş, davacı ise dosyaya sunulan ve dava dışı şirketle davacı arasında imzalanan sözleşme ile ilişkili olduğunu iddia ettiği bononun sözleşmede bahsi geçen makinanın iade edilmesi nedeniyle karşılıksız kaldığını iddia etmiştir. Davalı anılan sözleşmenin tarafı olmadığı gibi sözleşmede dava konusu senede ilişkin bir açıklama da bulunmamaktadır.

Bu durumda mahkemece davacının senede karşı ileri sürdüğü iddialarını HUMK’nun 290. maddesi uyarınca yazılı delille kanıtlaması gerektiği, yazılı delil sunamaması halinde ise delilleri arasında ‘‘vs. delil’‘ demek suretiyle yemin deliline de dayandığından yemin hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir...’‘) gerekçesiyle davalı yararına bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, icra takibinden sonra açılmış olup; bono bedelinin karşılıksız kaldığı iddiasına dayalı borçlu olmadığının tespiti ve istirdat istemine ilişkindir.

Davacı/borçlu, dosyaya sunduğu, dava dışı şirketle davacı arasında imzalanmış olan satış sözleşmesi ile ilişkili olduğunu iddia ettiği bononun, sözleşmenin feshedilip satışa konu makinenin iade edilmesi nedeniyle, karşılıksız kaldığını iddia etmiştir.

Davalı/alacaklı, bononun davacıya verdiği borç para karşılığı düzenlendiğini savunmuştur.

Mahkemece, davacının iddia ettiği gibi, davaya konu bononun davalının hissedarı ve satışa yetkili müdürü olduğu dava dışı şirket ile davacı arasındaki satış sözleşmesi nedeniyle verildiği, sözleşmenin düzenleme tarihi ve bu satış nedeniyle kalan borç miktarının bonodakiyle aynı olduğu, davalının savunmalarının iyiniyetle bağdaşmadığı, gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı tarafın temyizi üzerine Özel Dairece, karar, yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü davalı vekili temyize getirmiştir.

Davaya konu bononun, bedelin malen mi, nakden mi ahzolunduğuna ilişkin bedel kaydı yer almaksızın, alacaklısı davalı gerçek kişi olmak üzere düzenlendiği; bono altındaki imzanın davacı/borçluya ait olduğu uyuşmazlık konusu değildir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takibe konu bononun, davalının hissedarı ve satışa yetkili müdürü olduğu dava dışı şirket ile davacı arasında yapılan makine satışına ilişkin sözleşmedeki satış bedelinin karşılığı olarak mı, yoksa davalı gerçek kişinin davacıya vermiş olduğu borç para nedeniyle mi düzenlendiği; bononun hangi temel borç ilişkisi nedeniyle düzenlendiğini ispat yükünün hangi tarafta olacağı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, alacağın dayanağını teşkil eden kambiyo senedinin hukuksal niteliğini irdelemekte yarar vardır:

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır.

Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan bu ilişki ‘‘kambiyo ilişkisi’‘ olarak anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu ‘‘kambiyo taahhüdü’‘nde bulunmuş olur.

Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl /temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nun 691/1. maddesi).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688. maddesinde sayılmıştır.

Yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik ‘‘bedel kaydı’‘dır. Yinelemek gerekirse ‘‘bedel kaydı’‘ kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehdarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, soyut bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır.

Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması, şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Zira, bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senettir. Bu nedenle bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı ‘‘malen’‘ kaydıyla ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı ‘‘nakten’‘ kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin talili (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedi talil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer.

Senette borcun nedeni ‘‘mal’‘ ya da ‘‘nakit’‘ olarak belirtilmişse, tarafların yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesi çürümüş sayılacak, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünü de üstlenecektir. Buna senedin talili denmektedir. Bu anlamda talil senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 17.12.2003 gün, 2003/19-781 E, 2003/768 K. sayılı kararı)

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında ihdas hanesi boş bırakılan takibe konu bonoya ilişkin olarak, davalının iki senet bulunduğu ve senetlerden birinin makine satışından kaynaklandığı, diğerinin ise davacıya verilen borç para karşılığı düzenlenen senet olduğu savunması karşısında, senedin talil edilmiş sayılıp sayılamayacağı tartışılmış ise de bono bir bedel kaydı ihtiva etmediğinden senedin talili olarak kabul edilemeyeceğine (hangi görüşmede oybirliği mi oyçokluğu mu) karar verilmiştir.

Öte yandan, davalının savunmasının bağlantısız bileşik ikrar olup olmadığı da tartışılmış olup; ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)’nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.).

İkrardan söz edilebilmesi için, taraflardan birisinin bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.

Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.

Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir (HGK’nun 09.06.2004 gün ve2004/4-362 2004/347 kararı).

Hemen burada, menfi tespit konulu eldeki davada ispat yükünün özellikleri üzerinde de durulmalıdır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72.maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir.

Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 s.TMK’nun 6.maddesi).

İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir.

Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir.

Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.

Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır. Borçlu bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmiş, ancak bu hukuki ilişkinin senette görülenden farklı bir ilişki olduğunu ileri sürmüşse bu kez, hukuki ilişkinin kendisinin ileri sürdüğü ilişki olduğunu ispat külfeti davacı borçluya düşmektedir. Zira davacı borçlu senedin bir hukuki ilişkiye dayanmadığını değil, başka bir hukuki ilişkiye dayandığını ileri sürmekte; temelde bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmektedir.

Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Davacı, kambiyo senedinden dolayı borçlu olmadığının saptanmasını istediğine göre, konunun hem kambiyo hem de ispat hukuku açısından ele alınıp, değerlendirilmesi gerekir.

Eldeki davada, davacı senetteki imzayı ve bir temel ilişkiye dayandığını inkar etmemiş; senedin dava dışı şirket ile aralarındaki makine satış sözleşmesi nedeniyle kendisinin ödeyeceği bedele karşılık düzenlendiğini, temel ilişkinin bu nedene dayandığını, ancak bu akit feshedildiğinden senedin karşılıksız kaldığını ileri sürerek borçlu olmadığının tespitini istemiştir.

Davaya konu emre yazılı senette ise alacaklı davalı gerçek kişi olup, şirket değildir. Ayrıca senet metninde tarafların dayanacakları bir bedel kaydı yer almamaktadır.

Davalının, davacının aralarında satış ilişkisi olduğunu ileri sürdüğü dava dışı şirketin ortağı ve yetkili temsilcisi olduğu da uyuşmazlık konusu değildir.

Davacı yanca ibraz edilen makine satış sözleşmesinin satıcısı olan dava dışı şirketin %75 payla ortağı ve yetkili temsilcisi olan davalı gerçek kişi tarafından, makine satışından kaynaklanan bakiye bedele ilişkin başka bir senedin bulunduğu, kabul edilmekle birlikte, davacının davaya konu senedin söz konusu satışa dayalı olarak düzenlendiği iddiasının doğru olmadığı, takibe konu senedin ise başka bir senet olup, davacıya verilen borç karşılığı olduğu, savunulmuştur.

Davalının bu savunması maddi vakıa ve hukuki vasıf birlikte kabul edilmediğinden ikrar olarak kabul edilemeyeceği gibi, ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engelleyecek ya da onu hükümsüz kılacak mahiyette olmadığından, bağlantısız bileşik ikrar olarak da nitelendirilemez.

Davaya konu bonoda alacaklı gerçek kişi olup, senette bedel kaydı yer almadığından, davalının bu savunması senedin talili anlamına da gelmemektedir.

Diğer taraftan, bono, TTK’nun 557. maddesi hükmü gereğince, kıymetli evrak niteliğinde olup, sebebini içermeyen bir borç ikrarına ilişkin bulunmakla, aynı Kanun’un 688.maddesi gereğince; bono veya emre muharrer senet; metninde (Bono) veya (Emre muharrer senet) kelimesini ve Türkçe’den başka bir dilde yazılmışsa o dilde bono karşılığı olarak kullanılan kelimeyi; kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadini, içereceğine göre eldeki senet de bu kayıtları taşımakla emre yazılı kambiyo senedidir.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 12.04.1933 tarih ve 1933/31 E, 1933/7 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere senede bağlanmış hukuki ilişkiye karşı ileri sürülen teslimat iddiasının senetle ispatı zorunludur.

1086 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulünün 290. maddesi gereğince; yazılı bir belgeye (senede) bağlanmış olan ve varlığı- başka bir sebebe dayandığı ileri sürülse dahi- borçlusunca kabul edilen bir borcun ödendiğine ilişkin savunma, kural olarak, senede karşı senetle ispat zorunluluğu kuralı çerçevesinde ancak yazılı delille ispatlanabilir. Senede bağlanmış bir borcunu söndürmeyi amaçlayan borçlu, yapacağı ödeme karşılığında o senedi (borç belgesini) alacaklıdan almalı; verilmediği takdirde ödemeyi yapmamalıdır.

Somut olayda, davacı borçlu emre yazılı bu senetten kaynaklanan borcu ödediğini savunmamış; aksine senedin dayandığı satış sözleşmesinin feshi nedeniyle karşılıksız kaldığını ileri sürmüştür. Davacının bu iddiası senet metninden anlaşılamamaktadır. Senet sebepten mücerret olmakla, davacının ileri sürdüğü bu ilişkinin varlığını ispat yükü altında olduğunun kabulü gerekir.

Öyleyse, davacının, keşide ettiği senedin makine satışından kaynaklanan senede ilişkin olup, makinenin iade edilmesi nedeniyle karşılıksız kaldığı iddiasını yazılı delille ispat etmesi zorunludur. Davacının bu savunmasını tanıkla kanıtlamasına hukuken olanak yoktur.

Her ne kadar davacı delil olarak dava dışı şirket ile arasındaki makine satışına ilişkin sözleşmeyi sunmuş ise de, bu sözleşmede dava dışı şirket taraf olup, eldeki davaya konu bonoda ise alacaklı davalı gerçek kişi olmakla, bu sözleşmenin bonodaki hukuki ilişkiyi ortaya koyduğunun kabulü mümkün değildir.

Ayrıca bono alacaklısı gerçek kişinin dava dışı satıcı şirketin ortağı ve yetkili kişisi olmasının da bonodaki ilişki yönünden bir etkisi ve önemi yoktur. Takibe konu bono alacaklısının, şirket yetkilisi olması, bu alacağın şirkete ait olduğunu kabule yeterli değildir.

Alacaklı gerçek kişinin taraf olmadığı bu sözleşmedeki vade ve miktar ile bonodakilerin aynı olması da kambiyo hukukunun açıklanan ilkeleri karşısında bir önem taşımamakta ve davacı lehine delil teşkil etmemektedir.

Kaldı ki, davacının dayandığı sözleşmede kalan borç miktarı için bono düzenleneceği ve davalıya teslim edileceği gibi bir açıklama da yer almamaktadır.

Davacının ileri sürdüğü satış ilişkisinin eldeki bonoyla ilgisi kanıtlanamadığına göre, bu ilişkinin fesihle sona ermiş olmasının ve senedin davacıya iade edilmediği iddiasının da, eldeki bononun ait bulunduğu borç ilişkisine bir etkisi bulunmamaktadır.

O halde, davacı/borçlu, davaya konu bononun makine satışı nedeniyle düzenlenip, karşılıksız kaldığı iddiasını yazılı bir delille kanıtlayamadığı gibi, senet bedelini ödediğini de ileri sürmüş ve kanıtlamış değildir.

Temel ilişkiye yönelik İddiasını diğer delillerle kanıtlayamayan davacı, dava dilekçesinde ‘‘vs.delil’‘ ibaresine yer vermek suretiyle yemin deliline de dayandığına göre, mahkemece yemin hakkı hatırlatılarak, sonucuna göre bir karar vermek gerekir.

Açıklanan nedenlerle; Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, direnme kararı verilmesi usule ve yasaya aykırı olup; bozulması gerekir.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen ‘‘Geçici madde 3’‘ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 12.10.2011 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava, bono bedelinin karşılıksız kaldığı iddiasına dayalı menfi tespit davasıdır. Davacı ile davalının yetkili müdürü olduğu limited şirket arasında, 28.01.2006 tarihinde bilgisayarlı nakış makinası satış sözleşmesi düzenlenmiş, davalı; şirketi temsilen sözleşmeyi imzalamış, sözleşmede satış bedeli 52.000 TL olup, 30.000 TL’si davacıya ait aracın verilmesiyle ödenmiş, kalan 22.000 TL’nın 31.01.2007 tarihine kadar ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı 31.01.2007 vadeli 22.000 TL bedelli ve keşidecisi kendisi, lehdarı davalı olan ve 28.01.2006 düzenleme tarihli bonodan dolayı bu davayı açmış, sözleşmedeki kalan satış bedeli için dava konusu bononun düzenlenip davalıya verildiğini, satışa konu makinenin kalan bedelinin daha önce ödenmesi istenmesi üzerine anlaşamadıklarından davalıya geri verildiğini, ancak davalının bonoyu iade etmeyerek icra takibi başlattığını ileri sürmüştür. Makinenin, şirket tarafından 3.kişiye satılıp teslim edildiği tespit dosyası ile de sabittir. Satış sözleşmesinde, kalan 22.000 TL satış bedeli için senet düzenlendiğine dair bir kayıt olmayıp, TTK’nun 688.maddesine göre bono belirli bir bedelin ödenmesi konusunda kayıtsız şartsız vaadi hüküm ifade eder ve kıymetli evrakın soyutluğu ilkesi söz konusu, sözleşmede senet verildiği kaydı olmadığından ilk bakışta satış sözleşmesi uyarınca senet verildiğini ispat yükü davacıda ise de, davalı vekili 05.11.2008 tarihli celsede makine alım satımından dolayı senet alındığını ancak bu senet bedelinin tahsil edildiğini, davaya konu senedin davalının davacıya verdiği borç için düzenlenen ikinci bir senet olduğunu, ödenmediği için takibe konulduğunu beyan etmiştir. Bu beyanla satış sözleşmesindeki 22.000 TL bedel için bono verildiği anlaşılmakta olup artık davacının satış sözleşmesiyle birlikte senet verildiğini ispatı gerekmez. Davalı, mahkemenin kararında açıklandığı gibi, satış sözleşmesini müdür-temsilcisi olduğu limited şirket kaşesi altında imzalamış, senet de ise bizzat lehdar ise de, iki ortaklı olan limited şirkette davalı ve eşi ortak olup, davalı şirketin büyük hissedarıdır, senet de lehdar olarak kendi adının yer aldığı sözleşmede ise şirketin satıcı konumunda olduğunu ileri sürmesi objektif iyiniyet kurallarına da aykırıdır, korunamaz. Satış sözleşmesi tarihi ile davaya konu senedin düzenleme tarihi, sözleşmede ödenecek bedel ile bonodaki bedel, sözleşmedeki vade tarihi ile bononun vadesi aynı olup aynı gün hem satış yapıp aynı miktar alacaklı olmak, hem aynı miktar borç vermek de hayatın olağan akışına aykırıdır. Davalı vekilinin satış sözleşmesinde kalan 22.000 TL için bono düzenlendiği, ancak davaya konu bononun ayrı bir borç için düzenlendiği, satış bedeli için düzenlenen bononun ödendiği, 2.bonodan dolayı alacaklı olduğuna dair beyanı bağlantısız birleşik ikrardır. Bağlantısız bileşik ikrarda, ikrar eden, ikrarına bir vakıa ekler ve bu eklenen vakıanın ikrar edilen vakıa ile hiçbir bağlantısı yoktur. Bu ikrar bölünebilir yani, ikrar edenin ileri sürdüğü vakıayı ispat etmesi gerekir. Davalının, ikinci senedi ve o senedin veriliş nedeni olduğunu ileri sürdüğü borç ilişkisini ispat etmesi gerekmektedir. Aksi halde, davacıya olumsuz bir durumun, yani, davalının savunduğu borç ilişkisinin olmadığının ispatı yüklenmiş olur ki bu mümkün değildir. (B. Kuru, HUMK 2001, syf. 2064 vd.) Davalı, borç verdiği vakıasını yazılı delille ispat edememiş, yemin teklif etmeyeceklerini de 12.11.2008 günlü celsede beyan etmiştir. Senedin ikinci senet olduğu, davaya konu satış sözleşmesi nedeniyle değil ayrı bir borç ilişkisi nedeniyle verildiği davalı tarafından kanıtlanamadığından yerel mahkemenin direnme kararındaki gerekçelere ilaveten bu gerekçelerle direnme kararının onanması gerektiğini düşünüyor, sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşlerine katılamıyoruz.

KARŞI OY YAZISI

Yüksek Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; dava, su bononun, makine satışı nedeniyle mi, yoksa davalıdan alınan borç nedeniyle mi verildiği hakkındadır. Mahkeme; bononun makine satışı nedeniyle verildiğini, sözleşmenin feshi nedeniyle de bedelsiz kaldığını kabul ederek, menfi tespit davasının kabulüne karar vermiştir. Yüksek daire ise bononun, ticari satış ilişkisinden ayrı olarak, başka bir borç nedeniyle verildiğini belirterek ve davanın reddi gerektiğini belirterek bozma kararı vermiştir.

Yüce Hukuk Genel Kurulunun, direnme kararının bozulmasına ilişkin çoğunluk görüşüne aşağıdaki sebeplerle katılmıyorum:

1- Davacı, hem menfi tespite ilişkin bu davayı açmış hem de C. Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Bursa C. Başsavcılığının 08.05.2007 tarihli iddianamesiyle; davalının bedelsiz kalan senedi kullandığı iddiasıyla TCK m.156/1, 53 hükümleriyle yargılanması için hakkında kamu davası açılmıştır. Bu dava Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/554 esas numarasında derdesttir.

Ceza davasında, hatalı olarak ticaret mahkemesindeki menfi tespit davasının sonucunun beklenmesine karar verilmiştir. Yargılama hukuku yönünden ise ceza mahkemesinde maddi hakikat araştırılması yapılacağından, ceza yargılamasına devam edilmesi ve aksine olarak ticaret mahkemesindeki bu menfi tespit davasının ise ceza davasının sonucunu beklemesi gerekliydi. Bu nedenle yargılama hukuku yönünden büyük bir hata yapılmıştır.

Yüce Genel Kurul tarafından, öncelikle ceza davasının sonucunun beklenmesi ve sonucuna göre menfi tespit davası hakkında bir karar verilmesi gerektiği yönünden değişik bir bozma yapılması daha adil olurdu. Bu yapılmadan, senedin ticari satış ilişkisinden bağımsız ayrı bir borç için verildiği, ticari ilişki nedeniyle verildiği hususunun ise kanıtlanamadığı sebebiyle bozma kararı verilmesi hatalı olmuştur.

2- Ayrıca davacının, dava dışı ‘‘Uskaan Tekstil Ürünleri Tekstil Makineleri Yedek Parçaları Konfeksiyon Gıda Maddeleri İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti’‘nden 52.000 TL mukabilinde makine satın aldığı; karşılık olarak 30.000 TL miktarlı, arabasını verdiği, bakiye 22.000 TL için de senet verdiği, fakat sözleşmenin taraflarca feshedildiği tartışmasızdır. Yine dava dışı limited şirketin 750 payının davacıya, 250 payının ise davalının eşine ait olduğu, şirketin temsil yetkisinin de davalıda olduğu hususları da tartışmasızdır. Keza davacının satın aldığı makineyi iade ettiği, dava dışı şirketin de aldığı arabayı iade ettiği hususlar, tartışmasızdır.

Uyuşmazlık 22.000 TL miktarlı senedin şirket tarafından iade edilip edilmediği, takibe konu senedin bedelsiz kalan bu senet mi olduğu; yoksa davalı tarafından ayrıca davalıya borç verilip karşılığında davacıdan yine 22.000 TL miktarlı başka bir senet mi alındığı hususlarındadır.

Eğer yukarıda (1) numarada belirtildiği gidi ceza davasının sonucu beklenmiş olsaydı bu konuda daha güçlü deliller elde edilmiş olacaktı. Bu nedenle davada eksik araştırma söz konusudur.

Fakat davalının, dava dışı aile şirketinin temsilcisi olması, şirketin büyük ortağı olması, davacı ile şirket arasında satış sözleşmesinin bulunması, sözleşmenin feshedilmesi, tarafların verdiklerini iade etmelerinin gerekmesi, makine ile arabanın karşılıklı olarak iade edildiğinin tartışmasız olması, ancak satış nedeniyle verilen senedin iade edildiğinin ve takip konusu senedin ise borç nedeniyle alınmış ayrı bir senet olduğunun davalı tarafından kanıtlanamaması karşısında, mahkemenin direnme kararının yerinde olduğunu da düşünmekteyim.

Belirtilen sebeplerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Yüce Genel Kurul tarafından ya ceza davasının sonucunun beklenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği yönünde değişik bir bozma yapılması yahut mevcut delillerle yetinilecekse direnme kararının onanması gerektiğini düşünüyorum.





www.legalbank.net
Old 18-04-2012, 11:43   #4
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Sayın Av. Peitho Minerva,

3 no'lu mesajınızdaki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı içinde yer alan:
Alıntı:
...Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında ihdas hanesi boş bırakılan takibe konu bonoya ilişkin olarak, davalının iki senet bulunduğu ve senetlerden birinin makine satışından kaynaklandığı, diğerinin ise davacıya verilen borç para karşılığı düzenlenen senet olduğu savunması karşısında, senedin talil edilmiş sayılıp sayılamayacağı tartışılmış ise de bono bir bedel kaydı ihtiva etmediğinden senedin talili olarak kabul edilemeyeceğine (hangi görüşmede oybirliği mi oyçokluğu mu) karar verilmiştir...

bölümü orijinal karar metnine ait değildir sanırım?

Alıntıladığınız metin, kararın orijinali mi acaba?

Teşekkürler,

Saygılar...
Old 18-04-2012, 14:36   #5
Av. Feyza Altun

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Sayın Av. Peitho Minerva,

3 no'lu mesajınızdaki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı içinde yer alan:

bölümü orijinal karar metnine ait değildir sanırım?

Alıntıladığınız metin, kararın orijinali mi acaba?

Teşekkürler,

Saygılar...

Evet yukarıdaki tüm metinler kararın orjinal metni. Biraz uzun kararlar fakat hiçbi ekleme çıkarma yapmadım üstat.
Old 18-04-2012, 14:37   #6
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Bendeki programda da aynı biçimde Hangi görüşmede oybirliği mi oyçokluğu mu Okunduğu gibi yazmışlar
Old 18-04-2012, 14:42   #7
Av. Feyza Altun

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av-ufuk
Bendeki programda da aynı biçimde Hangi görüşmede oybirliği mi oyçokluğu mu Okunduğu gibi yazmışlar

Yargıtaydan tavzih isteyelim
Old 19-04-2012, 14:39   #8
vla

 
Varsayılan

Herkese çok teşekkür ederim.
Anladığım kadarıyla "kayıt yoksa nakten anlaşılmalıdır" gibi açık ve kesin bir yorum yok. Halbuki uygulamada kime sorsanız nakten anlaşılması gerektiğini söyler.

Tekrar teşekkürler.
Old 04-02-2016, 10:59   #9
onur uğur kaplan

 
Varsayılan

kayıt yoksa nakten ödendiği kabul edilir. mal alışverişe atıfta bulunulmadığına göre nakten ödeme yapıldığını kabul edilir.. buna dair yargıtay içt bulabilirsem paylaşırım
Old 08-02-2016, 16:51   #10
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Senette malen veya nakden kaydı yoksa senedin nakit karşılığı verildiği kabul edilir şeklinde bir uygulama yoktur.Konu ile ilgili bir Yargıtay kararı:

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 1989/2737 E., 1990/3240 K.
İÇTİHAT ÖZETİ : Dava konusu bonoda nakden veya malen alacak kaydı olmadığından ispat yükü davacıda olup iddia tanıkla ispat edilemez.
DAVA : Hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, oğlu C.`in dava dışı A.`den satın aldığı renkli televizyonun borcu için kendisinin bu şahsa açık bono düzenleyip verdiğini, oğlu C.`in televizyonu davalıya devir ettiğini ve davalının televizyon borcunu asıl satıcı alan A`ye ödediğini, ancak bu arada davalının boş bonoyu A`den alarak kendisini alacaklı gösterip 750.000 TL. bedel yazarak icra takibine geçtiğini, taraflar arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını iddia ederek takibe konu 750.000 TL. bedelli bono nedeniyle davalıya borçlu bulunmadığının tesbitini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacı iddiasının doğru olmadığını, iddianın tanıkla isbatına muvafakatları bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia ve savunmaya, dinlenen tanıklar beyanlarına ve toplanan kanıtlara nazaran taraflar arasında borç ilişkisinin bulunmadığı iddiasının tanık beyanları ile belirlendiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, 750.000 TL. bedelli bonoya dayalı alacak nedeniyle menfi tesbit istemine ilişkindir. Dava konusu bonoda nakden veya malen kaydı bulunmamaktadır. İsbat külfeti davacıda olup, iddia tanıkla isbat edilemez. Davacı iddiasını yazılı bir delille isbat edemediğinden davacıya iddiasıyla ilgili olarak davalıya yemin teklifine hakkı bulunduğu hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı yararına bozulması icabetmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 10.4.1990 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Acil Yargıtay Kararı arıyorum Av.Şevval Meslektaşların Soruları 1 07-04-2011 13:10
Acil Yargıtay Kararı Arıyorum... savunma Meslektaşların Soruları 2 19-01-2010 13:20
Yargıtay kararı arıyorum (Acil) handekumas Meslektaşların Soruları 3 05-12-2009 00:53
yargıtay kararı arıyorum acil... av_mesutkaya Meslektaşların Soruları 2 22-03-2007 14:28
çekte cayma ile ilgili yargıtay veya hgk kararı ve makale arıyorum.. emrah_orbay Hukuk Soruları Arşivi 4 06-01-2007 03:27


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06557798 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.