|
Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun] |
26-10-2006, 11:28 | #1 |
|
Askeri Disiplin Mahkemeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
T.S.K da çalışan rütbeli veya rütbesiz personele herhangi bir yargılama,mahkeme olmaksızın(Disiplin Mahkemeleri hukukcu olmayan rütbeli personelden olusuyor) verilen oda hapsi cezaları Türkiye'ninde kabul etmiş olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı değil midir?
|
26-10-2006, 11:35 | #2 |
|
Değerli arkadaşım bu konuyu incelemiştim o makalemden bir parça ekledim saygılarımla
Adil yargılanma hakkı en temel insan haklarında biridir. Bu hak aynı zamanda hak arama özgürlüğü ile de ilgilidir. Adil yargılanma, hukuk veya ceza davalarında, hatta belli ölçülerde yönetim hukuku alanındaki davalarda, yargılamaya ilişkin ilkeleri belirleyerek, hukuk devletinin temel unsurunu oluşturmaktadır. Öğretide adil yargılanma hakkının pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: “özel hukukta, öznel haklar nedeniyle kişiler arasındaki ya da kamusal hukuk alanında özel hukuk kişisiyle bir devlet otoritesi arasındaki çatışmanın nesnel kurallara göre yetkili organlarca çözülmesi işi yargılamadır . Hakim, hukukun ne dediğini yargılama süresi sonunda verdiği kararla bildirir.Yargılamanın yansızlığından ve hükmün haklılığından şüphe duyulmayan karar adil sayılır. Adil yargılanma mahkemelerin bağımsız, hakimlerin güvenceli olması ve yargılamanın yansız yapılması temeline dayanır” (Aliefendioğlu, 2000,126). Diğer Bir tanıma göre, “Adil yargılanma hakkı, herkesin meşru tüm araç ve yollardan faydalanmak sureti ile bağımsız ve güvenceli her tür yargı mercii önünde haklarını ararken (hak arama özgürlüğünü kullanırken), yargılamanın usul ve esas ilkelerine uygun bir şekilde başlatılıp, yürütülüp, sonuçlanmasını istemek, (doğru yargılanmak), bu yargılama sürecinin istisnaları saklı olmak koşuluyla açık olmasını istemek ve yargısal süreç içindeki her tür kararın gerekçeli olarak yazılmasını beklemek hakkıdır” Başka bir tanıma göre, “Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlığın olanaklar ölçüsünde gerekçeleri yansıtabilmesi için, uyuşmazlığın tarafları arasında fiili ve hukuki bir fark gözetmeksizin iddia ve savunmalarını eşit ölçülerde ve karşılıklı olarak yapıldığı dürüst bir yargılama olarak tanımlanabilir” (Donay, 1982,41). Adil yargılanma hakkı, adli soruşturma işlemlerinin baskı, kandırma, yanıltma, tehdit veya zorlama gibi istenç serbestisini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara başvurulmaksızın, hukuk devleti ve insan hakları ilkesine uygun olarak, önceden yasayla öngörülmüş bulunan yöntemler çerçevesinde yapılmasıdır. Adil yargılanma hakkı; bağımsız yargıç önünde, tarafların eşit koşullarda olduğu, savunma hakkının üstün bir değer olarak kabul edildiği, yargılama ortamında evrensel insan haklarını ölçüt alan tarafsız, bağımsız, güvenceli olma niteliklerini tam anlamıyla bünyesinde barındıran, doğal yargıç tarafından makul sürede, açık biçimde yargılanma olarak da tanımlayabilir (internet:www.karizmadergisi.com/karizma.php 25.03.2005). Bu tanımlardan yargılamanın, yansız, adil ve taraflara eşit kuralların uygulanarak, hukuk devleti ilkelerine göre bağımsız mahkemelerce yapılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Adil yargılanma kavramı birçok öğeyi içeren bir bütündür. Adil yargılanmanın bazı koşulları bulunmaktadır. Bu koşullar aşağıdaki bölümde incelenmiştir. 5.5.1.Avrupa İnsan Hakları Mevzuatına Göre Adil Yargılanma Hakkı Adil yargılanma hakkı AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenmiştir. Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasında herkesin, gerek medeni hak ve hükümlülükleri ile ilgili davalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içersinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahip olduğu belirtilmiş, hükmün açık oturumda açıklanacağı düzenlenmiş bunun istisnaları ise sayılmıştır. Bu istisnalar demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmaların davanın tamamı süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebileceği hususlarıdır. 6. maddenin 2. fıkrasında ise bir suç ile itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı belirtilmiş, 3. fıkrasında sanıkların sahip olduğu haklar düzenlenmiştir. Bu haklar; kişinin kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesi; savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın yardımından para ödemeksizin yararlanabilmek; iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek; duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşmadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödenmeksizin yararlanmak haklarıdır. Adil yargılanma hakkı, doğru yargılama hakkı olarak da adlandırılmakta, adil veya hakkaniyete uygun yargılanma kavramı birden fazla ve çeşitli öğeleri içeren bir bütün olarak kabul edilmektedir. Bu öğelerden bir kısmı madde metninde açıkça belirtilmiş, diğer bazıları ise, kavramın zorunlu sonuçları olarak madde hükmüne üstü örtülü olarak dahil edilen unsurlar olarak AİHM’nce kabul edilmiştir. Adil yargılama hakkı yalnızca başlamış olan bir yargılamayı güvence altına almakla kalmayıp aynı zamanda bizzat bir yargılamayı başlatma hakkı yani dava hakkını, mahkemeye gidebilme hakkını da içermektedir. Bu hak aynı zamanda demokratik toplumun ve devletin temel öğelerinden olan hukukun üstünlüğü ilkesini de içermektedir. Bu hak yine adli mekanizmanın yalnız işleyişini değil aynı zamanda adli mekanizmanın kuruluşunu yani kurumlarını ve örgütlenişini de içermektedir. Adli mekanizma hukuk devleti ilkesi, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkesine göre düzenlenmelidir. Adil yargılama hakkı “ medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ve ceza alanında yöneltilen suçlamaları” kapsamaktadır. Adil yargılanma hakkı maddede de belirtildiği üzere ceza davaları ve medeni hak ve yükümlüler ile ilgili davaları kapsamaktadır. AİHM hangi davaların medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili davalar ve ceza davalarına ilişkin davalar olduğu konusunda her somut olaya ilişkin farklı kararları bulunmaktadır. Mahkeme bu konudaki başvurularda davaya konu iddianın yani davanın konusunun özünü irdelemiş, ulusal mercilerin dava ile ilgili niteleme ve değerlendirmelerine bağlı kalmamıştır. Bireyler arasında ya da bireyler ile özel hukuka tabii kamu tüzel kişileri arasındaki özel hukuk ilişkisi ve davalarının medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davalar olduğu, bunların da her türlü tazminat davaları, mülkiyet hakkı, eşya, miras ya da aile hukukuna ilişkin davalar olduğu mahkemece kabul edilmiştir. Mahkemece medeni hak ve yükümlülüğü niteliğinde olduğu kabul edilen hakları şu şekilde sayabiliriz. Mülkiyet hakkı ve mamelek ile ilgili olan idari işlemler , bir meslek, sanat veya başka bir iktisadi faaliyetin yürütülmesi ile ilgili yönetsel kararlar, reşit olmayan çocukları ana babadan ayırarak korunması amacı ile ilgili idari önlemler, çalışma hayatı, sosyal sigorta, iş sözleşmesinin bozulması, işten çıkarma ile ilgili idari işlemler, idarenin kusurundan doğan zararın tazminine ilişkin davalar, idarenin takdir yetkisini kullanmasından doğan davalardır. Siyasi haklar, yabancıların ülkeye kabulü, sınır dışı edilmesi, vergilendirme, kamu fonlarından yapılan ödemeler, devlet memurluğu statüsüne ilişkin davalar ise AİHM’nce medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili davalar olarak kabul edilmemişlerdir (Kurtaran,2003,98). AİHM ceza davalarına ilişkin değerlendirmelerde ise suçlamanın varlığı konusunda önemli olan hususun, suçlamanın şekli ya da zamanı ya da suçlayan makamın sıfatı değil, fakat isnadın içeriği olduğuna yönelik kararları bulunmaktadır. Bir bireyin suç işlediğinden şüphelenilmesi, bu şüphe ile yakalanması veya tutuklanması, hakkında soruşturma açılmış bulunması suçlama anlamına gelmektedir. Adil yargılanma hakkı yasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından makul süre içersinde yargılanma hakkını kapsamaktadır. AİHM adil yargılama hakkı ile ilgili olarak, taraf devletlerce kurulan mahkemenin kanunla kurulan yürütme organı ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız bir mahkemenin varlığını gerektirmektedir. Davanın yada suçlamanın bu niteliklere sahip bir organ önüne götürülmesi 6.maddede düzenlenen adil yargılanma güvencesinin temel ve yapıcı unsurlarından biridir (Gölcüklü- Gözübüyük, 2002,279). Sözleşmedeki anlamında mahkemenin nitelikleri arasında görevine dahil konularda belli bir usul izleyerek ve hukuk kurallarına dayanarak gereğinde devlet zoru ile yerine getirilmesi olanaklı karar verme yetkisi de bulunmalıdır. Yalnızca görüş bildirmekle görevli kılınmış makamların mahkeme olmayacağı, yine dava konusu olayı hem eylem hem de hukuk açısından inceleme ve değerlendirme yetkisine sahip bulunmayan kurumlarında mahkeme sayılamayacağı yönünde AİHM kararları vardır. Adil yargılama hakkı bağlamında bağımsız mahkemenin yasal olması yani yasa ile kurulmuş olması gerekmektedir. Bu kurala ayrıca doğal yargıç güvencesi de denmektedir. Bu kural gereğince mahkemenin kuruluş ve yetkileri ve yargılama sırasında izleyecekleri yöntem, somut dava ortaya çıkmadan önce yasa ile düzenlenmesi hususuna ilişkindir. Bu suretle kişi ya da olaya göre mahkeme kurulması önlenmekte, böylece tarafsız ve yansız mahkemenin gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir ilke ortaya çıkmaktadır. Adil yargılama hakkında düzenlenen mahkemenin diğer bir özelliği de bağımsız olmasıdır. Bağımsızlık ise bir kişi ya da organdan emir almamak, özellikle yürütme erki ve diğer etkilerden uzak bulunmak anlamındadır. AİHM bir mahkemenin bağımsızlığını araştırırken mahkeme hakimlerinin atanma ve görevden alınma usulüne, görev süresine, hakimlere emir verme yetkisine sahip bir makamın var olup olmadığına, yargıçların her türlü etkiden korunmasını sağlayacak önlemlerin alınıp alınmadığına ve genel olarak bağımsız bir görünüm verip vermediğine bakmaktadır. Bu konuda AİHM birçok kararında devlet güvenlik mahkemeleri konusunda ülkemizi mahkum eden kararları bulunmaktadır. Devlet Güvenlik Mahkemelerindeki askeri yargıcın bağımsız ve tarafsız mahkeme ilkesine aykırı olduğu, bir sivilin kısmen de olsa askeri yargıç ile oluşan bir mahkemede yargılanmasının ise uygun olmadığı, kişinin böyle bir mahkeme önünde bulunmasının kendisinde haklı olarak mahkemenin yargılama sırasında başka mülahazalarla hareket edebileceği endişesini ciddi bir şekilde uyandırabileceğini kabul etmiş ve böylece 6. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (İncal/Türkiye; Çıraklar/Türkiye kararları). Adil yargılama hakkında belirtilen mahkemenin diğer bir özelliği de tarafsız mahkeme olmasıdır. Tarafsız kavramı objektif ve sübjektif olmak üzere iki açıdan ele alınmaktadır. Sübjektif tarafsızlık mahkeme üyesi yargıcın kişisel tarafsızlığı; objektif tarafsızlık ise kurum olarak mahkemenin tarafsız bir görünüme sahip olması yani tarafsızlığı sağlamak için alınmış bulunan önlemlerin bu kurumun tarafsızlığı konusunda makul her türlü şüpheyi ortadan kaldırır nitelikte olmasıdır. Adil yargılanma hakkı bakımından yargıç güvencesi de önemli yer tutmaktadır. Yargıçlık güvencesi, yargıçların bağımsızlığını tam olarak gerçekleştirmek için, yargıçların her türlü baskıdan ve etkiden uzak, görevlerini huzur içinde yapabilmeleri için yargıçlara tanınan kişisel güvencelerdir (Kuru, 1966,29). AİHM’nin yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki Türkiye hususunda verdiği bir çok karar bulunmaktadır. Bu kararlar arasında 28.10.1998 tarihli Çıraklar,8.7.1999 tarihli Gerger, 18.7.2000 tarihli Şener, 21.12.2000 tarihli Büyükdağ, 6.3.2001 tarihli Zana, 14.6.2001 tarihli Sürek davaları gösterilebilir. Bu kararlarda mahkeme özel görevli mahkeme olarak DGM’de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını incelemiş, bu çerçevede DGM’nin askeri Hakim üyesinin seçiliş şekli, Silahlı kuvvetler mensubu olmaya ve Askeri disipline tabii olması, ordudan sicil almaya devam etmesi, atamaları hususlarında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının objektif ve sübjektif unsurlarının oluşmadığı, bu nedenle bu üyelerin bulunduğu mahkemenin adil yargılama hakkını ihlal ettiği sonucuna varmış, daha sonra DGM’de askeri üye mahkemede çıkarılmış, daha sonra çıkarılan yasa ile DGM tamamen kaldırılmış, onun yerine özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kurulmuştur. Mahkeme bu kararlarında sözleşmenin 6/1 md. doğrultusunda bir mahkemenin bağımsız sayılabilmesi için özellikle üyelerinin atama şekilleri, görev süreleri, bulundukları konum itibarı ile dış baskılara açık olup olmadıkları, kuruluş ve yargılama faaliyetleri sırasında dış görünümleri itibarı ile bağımsız ve tarafsız görünüm göstermesi gerektiği belirtilmiştir (Tezcan,Erdem, Sancakdar,2004,203). Adil yargılanma hakkı, kişilere bazı hak ve güvenceler sağlamaktadır. Bunlardan ilki bir yargı yerine başvuru hakkıdır. Bu hak bireylere haklarını ihlal edildiği kanısını varmaları halinde bu haklarını geri alabilmek için bağımsız ve tarafsız bir yargı yerine başvuru olanağını kapsamaktadır. Bu konuda AİHM , 21.02.1975 tarihli bir kararında tutuklu bulunan sanığın hapishanede görev yapan cezaevi gardiyanına görevi kötüye kullandığı için dava açma olanağının tanınmamasını adil yargılanma hakkının ihlali olarak görmüştür. Adil yargılama hakkının tanıdığı diğer bir hak da davanın hakkaniyete uygun dinlenmesini isteme hakkıdır. Bu hak kapsamını silahların eşitliği , kararların gerekçeli olması, yargılama dilinin anlama ve çevirmen hakkı, sanığın duruşmada şahsen hazır bulunma hakkı, yargıcın savunma makamına dürüst davranması ve onu hataya düşürmemesi hükümlüğü girmektedir. Adil yargılama hakkı yönünden diğer bir yükümlülük de duruşmaların aleni yapılması ve makul sürede yargılama hakkıdır. Duruşmaların halka açık yapılması, duruşmanın herkese açık olmasını ve kararın da açık duruşmada verilmesi gereklidir. Ancak bu kuralın istisnaları vardır. İstisna olarak da genel ahlakın, kamu düzeninin , ulusal güvenliğin,küçüklerin veya özel yaşamın korunması gibi nedenler gösterilmiştir. Makul sürede yargılanma hakkı ise hak arayanları yargılama süresinde koruma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Etkili bir yargı sürecinin olması için yargılamanın en kısa sürede ve en adil bir biçimde yürütülüp sonuçlandırılması gerekmektedir. AİHM, makul sürede yargılama hakkı yönünden her davaya uygulanacak somut bir içtihat üretmemiştir, ancak yapılan başvurularda davanın niteliğine ve somut olaylara göre değerlendirmelerde bulunmuştur. Sonuç olarak davanın ne kadar karmaşık olursa olsun on yıldan fazla sürmesini makul sürede yargılanma hakkının ihlal olarak görmüştür. Makul sürede yargılanma hakkı ihlali başvurularında mahkeme makul sürenin değerlendirilmesinde, olayın kapsamı ve güçlükleri, yargılamayı yürüten makam veya yargı organının tutumu, başvurucunun yargılama sürecindeki tutumu gibi durumları göz önüne almaktadır. Bu bağlamda, Sözleşmeye taraf devletlerin adil yargılanma hakkını güvence altına alacak mekanizmaları kurmak ve bu konuda hukuki alt yapıyı hazırlamak ve özelikle yargılamanın makul sürede bitirilebilmesi için yeter sayıda mahkeme kurulması ya da yargıç görevlendirmesi gibi yükümlülükleri bulunmaktadır. Adil yargılama hakkında sanığa tanınan güvenceler arasında masumluk karinesi önemli bir yer tutmaktadır. Bu karineye göre bir kişi ancak kesinleşmiş karar ile suçlu sayılabilir; bu ilkenin bir sonucu olarak sanığın kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamak zorunluluğu yoktur. Sanığın suçlu olduğunu kamu makamlarının yargılama prosedürüne göre tanıtlamaları gerekmektedir. Bundan dolayı, kesin olarak suçu ispatlanmamış bir kişinin kuşkunun kendi lehine değerlendirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır. Ancak AİHM belirli nedenlere dayanmak koşulu ile sanık aleyhine bazı karinelerin kabul edilebileceğini ve bunların aksinin ispatının sanığa düşeceğini belirttiği kararlar da bulunmaktadır. Mahkemeye göre masumluk karinesi yalnızca yargı organlarına değil, tüm devlet organlarına ve bu arada ayrıksı da olsa basına da yönelmektedir. (Tezcan,Erdem,Sancakdar,2004,206) Bu konuda AİHM 10.2.1995 tarihli Ribemont/Fransa kararında, masumluk karinesinin yalnızca yargı organlarını bağlayıcı bir ilke olmadığını belirtmiş, bu konuda dönemin Fransız İçişleri bakanı ve bazı yüksek polis şeflerinin de katıldığı bir basın konferansında başvurucuyu bir suçtan dolayı suikastın asıl sorumlusu olarak nitelendirmiş, bundan dolayı AİHM Fransa’yı tazminata mahkum etmiş, kararda kamuoyuna, devam eden soruşturmalar ile ilgili bilgi verileceğini ancak bu konuda masumluk karinesine saygı göstermesi gerektiğine işaret edilmiştir. Adil yargılama hakkı kapsamında sanığa tanınan diğer haklar ise sanığın hakkında yapılan suçlama konusunda anladığı dilde ve ayrıntılı olarak derhal haberdar edilme hakkı; savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı; adli yardımdan yararlanma hakkı; sanığın kendisini bizzat veya seçeceği bir müdafii yardımı ile savunma hakkı; iddia tanıklarına soru sorma hakkı; tercümandan ücretsiz yararlanma hakkı; sanığın kendisini suçlayan tüm belgelerin tercümesini isteme hakkı sayılabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1. maddesinde, “Herkes şahıs (...) bir mahkeme tarafından davasının (...) dinlenmesini istemek hakkına sahiptir” normunda “hak arama” diğer bir deyimle bir mahkemeye başvurabilme olanağına sahip olma hakkının üstü örtülü yer aldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince kabul edilmiştir. Mahkeme bu sonuca varırken sözleşmenin metni ve içeriği ile konu ve amacına, “hukukun üstünlüğü” kuralına ve “hukukun genel ilkelerine” dayanmaktadır. Golder/İngiltere davasında söz konusu fıkranın, adil yargılanma isteme hakkını, yalnızca önceden açılıp görülmekte olan davalara mı inhisar ettirdiği; yoksa aynı zamanda bundan da öte, herkese hak aramak için mahkemeye gidebilme hakkını da tanıyıp tanımadığı tartışılmıştır. Olayda, hükümlü olan şikayetçi, cezaevinde çıkan bir olayda bir cezaevi görevlisi tarafından tartaklanmış ve onun hakkında tazminat davası açmak için avukatıyla temasa geçmek istemesi, Adalet Bakanlığı’nca engellenmiştir. Komisyon, 01.06.1973 tarihli raporunda, sözleşmenin 6. maddesinin birinci fıkrasında dava açma hakkının da güvence altına aldığından bahisle şikayetçinin avukatıyla bu konuya ilişkin görüşmesinin engellenmesini sözleşmeye aykırı bulmuştur. Mahkemeye göre “(...) 1. fıkranın, bir yandan, görülmekte olan bir medeni hak davasında taraflara tanınan güvenceleri ayrıntıları ile belirtmesi; fakat öte yandan da, bu güvencelerden gerçekten yararlanmayı mümkün kılacak şeyi, yani hakim önüne gidebilmeyi öncelikle koruma altına almamış olmasının izahı mümkün değildir. Dava yoksa, “adil, aleni ve gecikmeksizin yargılamadan da söz etmek (...)”, adil yargılama hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmak olanaksızdır. 6. madde sırf açılmış bulunan bir davaya indirgenirse, bir devlet 1. fıkra hükmüne “(...) aykırı düşmeden, yargılama makamlarını lağvedebilecek veya medeni haklara ilişkin nizaların çözümünü, (isterse) bunların yetkisinden çıkarıp yürütmeye bağımlı mercilere verebilecektir.” Mahkemeye göre, söz konusu maddenin “(...) 1. fıkrası herkese medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili her anlaşmazlığın bir mahkeme tarafından çözümü hakkını tanımaktadır (Ünal,1995:162). Hukuk davası açmak için mahkeme masraflarını karşılayacak veya bazı davalarda istenilen teminatı gösterecek mali imkanlardan yoksun olmak, bazen hak arama özgürlüğü önünde fiili bir engel teşkil edebilir. Örneğin, İrlanda ile ilgili bir olayda Divan, Sözleşme’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Olayda adı geçen şikayetçi, kendisi için yaşamsal tehlike yaratan kocası aleyhine ayrılık davası açmak istemişse de kendisi davasını bizzat savunacak durumda bulunmadığı ve avukat tutacak parası da bulunmadığı için, davayı açamamıştır. Divan, somut olayda şikayetçinin mahkemeye başvuru hakkının engellendiğini kabul etmiş, ancak devletin her davada adli yardımda bulunmak zorunda olmadığına işaretle, hak arama özgürlüğünün basit muhakeme usulleriyle de güvence altına alınabileceğine dikkati çekmiştir Kararların gerekçeli olması da adil yargılanma hakkının gereklerindendir. AİHM’nin bu konuda birçok kararı bulunmaktadır. Gerekçenin tarafları tatmin edecek, kuşkularını giderecek ve mahkemenin tarafsız karar verdiğine ve hangi düşüncelerle o karara ulaştığına ilişkin, iddia ve savunmaları önemli ve ana hatları ile karşılar nitelikte olması gereklidir. Burada adil yargılanma hakkının öğelerinin de irdelenmesi gereklidir. Bu hakkın ilk öğesi mahkemelerde hak arama özgürlüğüdür. Mahkeme önünde hak arama hakkı ile ilgili pek çok uluslararası sözleşmede düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 8. maddesinde “Her şahsın kendisine anayasa ve kanunlarla tanınan ana haklara aykırı muamelelere karşı eylemsel sonuç verecek şekilde mahkemelere başvuru hakkı vardır” şeklinde bir düzenleme yapılmıştır. Yine Beyannamenin 10. maddesi, “Herkes, haklarının sorumluluklarının veya kendisine karşı cezai içerikte herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir. Bu kural AİHS’nde de düzenlenmiştir. Sözleşmenin 6/1. maddesinde, “Her şahıs (...) bir mahkeme tarafından davasının (...) dinlenmesini istemek hakkına sahiptir” denilmiştir. AİHM de mahkemelerde hak arama özgürlüğünü adil yargılanma hakkı ile ilişkilendirmiştir. Mahkeme bu sonuca varırken sözleşmenin metni ve içeriği ile konu ve amacına, “hukukun üstünlüğü” kuralına ve “hukukun genel ilkelerine” dayanmaktadır. Golder/İngiltere davasında söz konusu fıkranın, adil yargılanma isteme hakkını, yalnızca önceden açılıp görülmekte olan davalara mı inhisar ettirdiği; yoksa aynı zamanda bundan da öte, herkese hak aramak için mahkemeye gidebilme hakkını da tanıyıp tanımadığı tartışılmıştır. Olayda, hükümlü olan şikayetçi, cezaevinde çıkan bir olayda bir cezaevi görevlisi tarafından tartaklanmış ve onun hakkında tazminat davası açmak için avukatıyla temasa geçmek istemesi, Adalet Bakanlığı’nca engellenmiştir. Komisyon, 01.06.1973 tarihli raporunda, sözleşmenin 6. maddesinin birinci fıkrasında dava açma hakkının da güvence altına aldığından bahisle şikayetçinin avukatıyla bu konuya ilişkin görüşmesinin engellenmesini sözleşmeye aykırı bulmuştur. Mahkemeye göre “(...) 1. fıkranın, bir yandan, görülmekte olan bir medeni hak davasında taraflara tanınan güvenceleri ayrıntıları ile belirtmesi; fakat öte yandan da, bu güvencelerden gerçekten yararlanmayı mümkün kılacak şeyi, yani hakim önüne gidebilmeyi öncelikle koruma altına almamış olmasının izahı mümkün değildir. Dava yoksa, “adil, aleni ve gecikmeksizin yargılamadan da söz etmek (...)”, adil yargılama hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmak olanaksızdır. 6. madde sırf açılmış bulunan bir davaya indirgenirse, bir devlet 1. fıkra hükmüne “(...) aykırı düşmeden, yargılama makamlarını lağvedebilecek veya medeni haklara ilişkin nizaların çözümünü, (isterse) bunların yetkisinden çıkarıp yürütmeye bağımlı mercilere verebilecektir.” Mahkemeye göre, söz konusu maddenin “(...) 1. fıkrası herkese medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili her anlaşmazlığın bir mahkeme tarafından çözümü hakkını tanımaktadır (Ünal,1995:162). Dava açabilecek maddi gücü olmayan kişilere adli yardım yapılması zorunluluğu da hak arama özgürlüğünün bir parçasıdır. Bu konuda AİHM’nin kararları bulunmaktadır. Örneğin, İrlanda ile ilgili bir olayda Divan, Sözleşme’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Olayda adı geçen şikayetçi, kendisi için hayati tehlike yaratan kocası aleyhine ayrılık davası açmak istemişse de kendisi davasını bizzat savunacak durumda bulunmadığı ve avukat tutacak parası da bulunmadığı için, davayı açamamıştır. Divan, somut olayda şikayetçinin mahkemeye başvuru hakkının engellendiğini kabul etmiş, ancak devletin her davada adli yardımda bulunmak zorunda olmadığına işaretle, hak arama özgürlüğünün basit muhakeme usulleriyle de güvence altına alınabileceğine dikkati çekmiştir. “Hak arama özgürlüğünün kullanılabilmesi için, başvurulacak yargı yerinin etkin olması gerekir. Hakkı herhangi bir şekilde çiğnenen şikayetçi, hakkını aramak için başvurduğu yargı yerinden hakkını alacak veya ihlali giderecek nitelikte sonuç alabilmeli, netice vermeyecek yargı yerlerine başvuru imkanının olması gerçekte hak arama hakkının varlığı için yeterli değildir” (Kurtaran,2003,14). Bu kural adil yargılanma hakkı bakımından öz niteliğindedir. Etkin yargı yeri olmadığı takdirde bu hakkın özü ihlal edilmiş |
26-10-2006, 11:36 | #3 |
|
Diğer İlgili Mevzuat
Burada incelenmesi gereken ilk düzenleme Hakimler ve Savcılar Kanunudur. Adil yargılanma hakkının en önemli öğelerinden biri bağımsız yargı organlarınca yargılanmadır. Bağımsız yargı hukuk devleti ilkesinin de önemli öğelerindendir. Ayrıca demokratik devletin de en önemli unsurudur. Anayasada hakimlerin bağımsız olduğu belirtilmiştir. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar yasasında hakimlerin idari yönden Adalet Bakanlığına tabi olduğu kabul edilmiştir. Hakimlerin idari yönden de olsa herhangi bir merciye bağlı olması bağımsızlık konusunda kuşku doğurmaktadır. Bu durum AB Komisyonunun ilerleme raporlarında da belirtilmiş, özellikle 2004 yılı ilerleme raporunda eleştiri konusu olmuştur. Bağımsız yargı konusunda özellikle yargı organının konumu ve yargıcın yasal durumu da mahkemenin bağımsızlık görüntüsü vermesi ve yargılanan kişinin bu görüntü dolayısıyla mahkemenin bağımsızlığı ve yargıcın tarafsızlığından kuşku duymaması gerekmekte, bu durum AİHM kararlarında da özellikle belirtilmiştir. Türkiye ile ilgili birçok başvuruda bu durumu kararlarında irdelemiş ve görüntüde bağımsızlığa aykırı durumun kişinin zihninde kuşku doğurabileceği gerekçesiyle ihlal kararları verilmiştir. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasasının 5. maddesinde hakimlerin bağımsızlığı ilkesi düzenlenmiştir. Buna göre; Hakimler mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. 2802 sayılı yasanın gözetim ve denetim hakkına düzenleyen 5. maddesinde ise; Yargıtay, bütün adalet mahkemeleri üzerinde, Danıştay, bütün idari mahkemeler üzerinde yargı denetimi ve gözetimi; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet savcıları üzerinde, Danıştay Başsavcısı, Danıştay savcıları üzerinde, ağır ceza Cumhuriyet başsavcıları, merkezdeki Cumhuriyet savcıları ile bağlı ilçe Cumhuriyet başsavcıları ve Cumhuriyet savcıları üzerinde, gözetim ve denetim hakkına sahiptir. Mahkeme başkanlarının, yargılamanın düzenli bir şekilde yürütülmesine ilişkin olarak görevli oldukları mahkeme dairelerindeki hakimler üzerinde gözetim hakkı vardır. Adalet Bakanı, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin görevler hariç olmak üzere hakim ve savcılar üzerinde gözetim hakkına sahiptir. Adalet Bakanının yönetsel görevlerle de olsa hakimler üzerinde denetim hakkına sahip olması yargıçlık teminatı ve mahkeme ve yargıçların bağımsızlığı ilkesine tamamen aykırı olup, Avrupa normlarına uymamaktadır. Bu hükmün yasadan çıkarılması gerekmektedir. Ayrıca yargıç bağımsızlığının bu yönden sağlanması için yargıçların yönetsel görevlerden tamamen soyutlanması gerekmektedir. İncelenmesi gereken diğer bir düzenleme de yasanın hakim ve savcılar hakkında verilen sicilleri düzenleyen yasanın 23. maddesidir. Bu maddeye göre; Ağır ceza mahkemesi başkanları, merkezdeki ve bağlı ilçelerdeki üçüncü sınıf hakimler ; Ağır ceza merkezlerindeki en kıdemli asliye hukuk hakimleri, merkezde ve bağlı ilçelerde münhasıran hukuk davalarına bakan üçüncü sınıf hakimler; Bölge idare mahkemesi başkanları, idare ve vergi mahkemelerindeki üçüncü sınıf hakimler ; hakkında, ahlaki gidişleri, mesleki bilgi ve anlayışları, gayret ve çalışkanlıkları, gördükleri işlerde birikime sebep olup olmadıkları, çıkardıkları işlerin miktar ve mahiyetleri, göreve bağlılıkları ve devamları, örnek karar ve görüşleri, mesleki yapıt ve yazıları göz önünde tutularak sicil raporları verileceği kabul edilmiştir. Göreve yeni başlayan yargıç da olsa bir yargıç hakkında, memur gibi sicil raporu düzenlenmesi bağımsız yargıç ilkesine aykırıdır. Bu nedenle bu düzenlenmenin de yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasasının 99. maddesinde teftiş kurulu düzenlenmiştir. Buna göre; Adalet Bakanlığında, Bakana bağlı bir başkan, bir başkan yardımcısı, yeteri kadar adalet müfettişinden oluşan, Teftiş Kurulu bulunur. Adalet müfettişleri; hakim ve savcıların görevlerini, kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (Hakimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını ve adalet daireleri ile idari yargı dairelerini denetleme; hakim ve savcıların ve adalet daireleri personelinin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri gereklerine uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmakla yetkilidirler. Yargıçlar ve savcılar hakkındaki önemli soruşturmalar adalet müfettişlerince yapılmakta ve sonuca göre yargıçlara disiplin cezaları verilebilmekte ve ceza davası açılabilmektedir. Bu yönden adalet müfettişliği önemli bir kurumdur. Adalet müfettişlerinin bağlı oldukları Teftiş Kurulu Başkanlığı da adalet bakanına bağlıdır. Adalet bakanlığı siyasi bir kurum, bakan ise siyasi bir kişidir. Yargıçların terfi, tayin, disiplin soruşmalarını yapan müfettişlerin bakana bağlı olması yargı bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Bu durum görüntüde de olsa yargı bağımsızlığını zedelemektedir. Bu hükmün değiştirilmesi ve Avrupa normlarına uyum sağlanması için, adalet müfettişleri ve Teftiş Kurulu Başkanlığının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması gerekmektedir. Bu konuda incelenmesi gereken diğer bir yasa da 2461 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunudur. Yasanın 1. maddesinde yasanın amaç ve kapsamı düzenlenmiştir. Buna göre; bu yasa, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Uyuşmazlık Mahkemesinin askeri yargı dışından gelen üyelerinin seçimi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri hariç olmak üzere adli ve idari yargı hakim ve savcılarının özlük işlerini, mahkemelerin bağımsızlığı ile hakimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre düzenlemek amacıyla hazırlanmıştır. 2461 sayılı yasanın 2. maddesinde Kurulun üyeleri belirtilmiştir. Bu maddeye göre Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; Adalet Bakanının başkanlığında, Yargıtay’dan üç asıl ve üç yedek, Danıştay’dan iki asıl ve iki yedek üye ile Adalet Bakanlığı Müsteşarından kurulur. Kurulun üyeleri arasında Adalet Bakanlığı Müsteşarının bulunması özellikle AB Komisyonunun 2004 yılı ilerleme raporunda eleştiri konusu yapılmıştır. Ayrıca siyasi ve idari bir konumda bulunan müsteşarın HSYK üyesi olması yargı bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle 2. madde değiştirilmeli öncelikle Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurul üyeliğinden çıkarılmalıdır. HSYK’nun işlemleri yapacak ayrı bir sekreteryası da bulunmamaktadır. Sekreterya işlerinin Adalet Bakanlığı personeli yapmaktadır. Kurulun ayrı bir bütçesi de bulunmamaktadır. Bu durum da yargı bağımsızlığı ilkesine aykırıdır. Bu nedenlerle HSYK Kanununda değişiklik yapılarak kurula yeterli personel verilerek, ayrı bütçe tahsis edilerek sekreteryasının oluşturulması ve bu işlemlerin Bakanlıktan alınması gerekmektedir. HSYK Kanununun 4. maddesinde kurulun görevleri düzenlenmiştir. Buna göre; Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Uyuşmazlık Mahkemesinin askeri yargı dışından gelen üyelerini seçmek, Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hakim veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlamak, hakim ve savcıların mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma, işlemlerini yapmak kurulun görevidir. Bu maddenin son fıkrasında ise, belirtilen bu işlemler dışındaki kalan özlük işlerinin Adalet Bakanlığınca yerine getirileceği belirtilmiştir. Bu hüküm de Avrupa normlarına uymamaktadır. Yargıçların özlük işlemlerinin kendi mesleklerinden bağımsız kurullarca yapılması gerekmektedir. Bu işlemlerin bir kısmının bile bakanlıkça yapılması yargıç bağımsızlığı ilkesine aykırıdır. Bu hükmün de yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Yargıçlar hakkındaki tüm işlemlerin bağımsız HSYK’unca yapılması gerekmektedir. Adil yargılanma hakkı yönünden önemli bir düzenleme de 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’dur. Bu Kanun, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenlemektedir. Mahkeme ve yargıçların nesnel ve öznel yansızlığının sağlanması için yasada düzenlemeler bulunmaktadır. Bunların başında yasanın 7. maddesi normu gelmektedir. 7. maddede yenilenmesi olanaklı olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin geçersiz olduğu belirtilmiştir. Bu yeni bir düzenlemedir. 1412 sayılı CMUK’nda böyle bir kesin hüküm bulunmamaktaydı. Bu düzenleme normatif olarak Avrupa normlarına uygundur. Ancak bu hükmün yargı sürecini uzatmadan etkili bir biçimde uygulanması, için yargıç sayısının artırılması ile birlikte, yetişmiş adli personelin sayısının artırılması ile olanaklı olacaktır. Yargıçların öznel yansızlığını sağlamak için yapılan bir düzenleme de yargıçların reddi kurumudur. Bu kurum CMK’nun 23,24,25 ve 26. maddelerinde düzenlenmiştir. 23. maddesinde 1412 sayılı CMUK hükümlerine benzer düzenleme yapılmış, ancak maddenin son fıkrasında yeni bir hüküm getirilmiştir. Bu fıkraya göre, Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan hâkim, aynı işte görev alamaz. Bu şekilde yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulü hakkında önceki kararı veren yargıcın yeni yargılamaya katılmasının yasaklanması öznel yansızlık sağlanmak istenmiştir. Yasanın 24 ve 25. maddelerinde davaya bakan yargıcın yansızlığını etkileyen nedenlere dayanılarak yargıcın reddi kurumu düzenlenmiştir. 5271 sayılı yasa ile Avrupa normlarına aykırı olan 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu da yürürlükten kaldırılmıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. Adil yargılanma hakkı yönünden diğer bir önemli yasa da 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıdır. konu bakımından bu yasanın önemli bir hükmü sıkıyönetim mahkemelerini düzenleyen 12. ve 13. maddeleridir. 12. maddede, Sıkıyönetim Komutanı yanındaki askeri mahkemeler göreve başlayıncaya kadar, suçun işlendiği yerlerde bulunan askeri savcılar ile askeri mahkemeler ve bunlar yoksa Cumhuriyet Savcıları ile adliye mahkemeleri, Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılarının ve mahkemelerinin görevlerini yaparlar düzenlemesi bulunmaktadır. 13. maddedeki düzenlemede ise sıkıyönetim ilan edilen bölgelerde, sıkıyönetim ilanına neden olan olaylara ilişkin suçları 2249 sayılı Kanunla değişik 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanunun 12’inci maddesinde yazılı suçları, sıkıyönetim ilanından en çok üç ay önce işlemiş olanlarla; Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin el koyduğu herhangi bir suçla, umumi ve müşterek gaye içerisinde irtibatı bulunan suçları işleyenlerin davalarına, suç sıkıyönetim bölgeleri dışında işlenmiş olsa dahi, sıkıyönetim askeri mahkemelerinde bakılır. Ancak Sıkıyönetim Komutanı bu suçlardan, Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde bakılmasına lüzum görmediklerini ilgili adli mercilere vermeye yetkilidir. Sıkıyönetim Komutanının, suç dosyasının gönderdiği Cumhuriyet Savcıları, Askeri Savcılar ile askeri ve adliye mahkemeleri görevsizlik ve yetkisizlik kararları veremezler. Bu şekilde gönderilen suç dosyaları hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır bulunmaktadır. Bu düzenlemelerin değerlendirilebilmesi için yasanın sıkıyönetim mahkemelerinin görevini düzenleyen 15. maddesinin incelenmesi gerekmektedir. 15. maddede sıkıyönetim mahkemelerinin bakacağı dava türleri 12 bent halinde sayılmıştır. Bu suçlar arasında asker olmayan kişilerin de işleyebileceği suçlar bulunmaktadır. Örnek olarak saymak gerekirse bu suçlar arasında, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkında Kanuna muhalefetten doğan suçlar; Derneklerin, sendikaların ve mesleki kuruluşların kanunlarındaki düzenlemeler nedeniyle kapatılmalarıyla ilgili davalar, soruşturulması şikayete bağlı olmayan basın yoluyla işlenmiş suçlar sayılabilir. Askeri mahkemelerin kuruluşları 353 sayılı Askeri Mahkemelerin kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkında Kanuna göre yapılmaktadır. Bu yasanın 2. maddesinde askeri mahkemelerin kuruluşu düzenlenmiştir. Buna göre; askeri mahkemeler iki askeri hakim ve bir subay üyeden kurulur, 200 ve daha fazla sanık hakkında açılan davalarda askeri mahkeme dört hakim ve bir subay üyeden kurulur. Görüldüğü gibi askeri mahkemelerde askeri yargıçlar bulunmakta, ayrıca bir de yargıç olmayan subay üye bulunmaktadır. AİHM kararlarında sivil kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmasını adil yargılama hakkının ihlali olarak görmektedir. Mahkeme olağanüstü durumda bile sivil kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını kabul etmemektedir. Bu nedenle sıkıyönetim mahkemelerinin kuruluşuna ilişkin hüküm değiştirilmelidir. Sıkıyönetim mahkemelerinin sivil yargıçlardan kurulması sağlanmalıdır. 353 sayılı yasanın askeri mahkemelerin görevini düzenleyen 11. maddesinde, askeri mahkemelerin, asker olmayan kişilerin yargılamasını yapacak suç türleri düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre; asker olmayan kişilerin, a) Askeri Ceza Kanununun 55 ,56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102’nci maddelerinde yazılı suçlar; b) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde karakollarda kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden ya da askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanununun bu fiillere ilişkin 188,190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 272 ve 273’üncü maddelerinde gösterilen suçları; c) Nöbetçi, devriye, karakol,inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar; d) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçların yargılamalarının askeri mahkemelerde yapılacağı belirtilmiştir. Bu düzenleme de AİHS ve AİHM içtihatlarına aykırıdır. AİHM askeri mahkemelerdeki yargıçların rütbe terfi sistemlerinin bulunduğu, bu işlemleri ve diğer özlük işlemlerini yönetsel birim niteliğindeki askeri makamların yaptığı, bu nedenle askeri mahkemenin subay üyesinin adil yargılanma hakkı bakımından bağımsız sayılamayacağına karar vermiştir. Adil yargılanma hakkı bakımından aykırılık olmaması için üç koşul bulunmaktadır. Bunlardan ilki yargılamanın mahkeme niteliğindeki bir organ tarafından yapılmasıdır. Bu bağlamda askeri mahkemelerde sorun bulunmamaktadır. Askeri Mahkemeler, içinde hakim sınıfından olmayan üyeler bulunsa da, AİHM içtihadı bakımından bir “mahkeme” olarak kabul edilebilir. Zira bu kurum bir “yargısal rol” ifa etmekte ve bir “adli işleve” sahip bulunmaktadır. Diğer bir deyişle belli bir yöntem izleyerek ve hukuk kurallarına dayanarak, gerektiğinde devlet zoruyla yerine getirilmesi olanaklı, kararlar vermektedir (Gölcüklü,1995,18-19). Adil yargılanma hakkı yönünden diğer bir koşul, yargılamayı yapacak olan mahkemenin “kanun” ile kurulmuş olmasıdır. Bu yönden de askeri mahkemeler bakımından sorun bulunmamaktadır. Çünkü bu mahkemeler yasa ile kurulmuşlardır. Son koşul ise mahkemelerin bağımsız ve yansız olmasıdır. Bu yönden askeri mahkemelerde sorun bulunmaktadır. 16.6.1964 gün ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usûlü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunun 2’nci maddesine göre, “disiplin mahkemesi, biri başkan ikisi üye olmak üzere üç subaydan kurulur. Astsubay, erbaş ve erlerin yargılanmalarında, üyelerden biri astsubaylardan seçilir hükmü bulunmaktadır. Disiplin mahkemesi üyelerinin seçilme yöntemi ise bu yasanın 3. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “başkan ve üyeler ile yedekleri, nezdinde disiplin mahkemesi kurulan komutan veya askeri kurum amiri tarafından her yılın Aralık ayında bu mahkemenin yetkisine giren birliklerdeki subay ve astsubaylar arasından kıtaya veya askeri kuruma katılış sırasına göre değiştirilmemek üzere bir yıl için seçilirler”. Görüldüğü gibi bu mahkemede hakim niteliğinde üye yoktur. Mahkemenin nezdinde kurulduğu komutanın birliğinde görevli bulunan subay ve astsubaylar bu mahkemede üye olarak çalışmaktadırlar. Bu üyeler birlik komutanı tarafından bir yıllığına seçilmektedirler. Disiplin mahkemesine üye seçilen subay ve astsubayların kendi birliklerindeki asıl görevleri de sürmektedir. Bu üyeler kendi asıl görevlerinde birlik komutanına tamamen bağlıdırlar. Dolayısıyla disiplin mahkemesindeki görevlerinde birlik komutanının etkisi altında kalmaları pek olasıdır (Kemal Gözler,1999-2000,79). Bu durum görünüşte bile olsa mahkemelerin bağımsızlığına aykırıdır. Yasanın 45. maddesinde disiplin mahkemelerinde duruşmada iddia makamı görevini disiplin subayı yapacağı, yanın adli müşavir bulunan birlik komutanlığı nezdinde kurulan disiplin mahkemelerinde disiplin subaylığı görevi adli müşavir veya yardımcıları tarafından yapılacağı, Adli müşavir ve yardımcıları olmayan hallerde bu görevi birlik komutanı tarafından atanan teğmen ile binbaşı rütbesindeki subayların yapacağı belirtilmiştir. Bu hükümler de bağımsızlık ve yansızlık ilkesine aykırıdır. Bu mahkemeler kuruluş ve üyeleri bakımından bağımsızlık ve tarafsızlık bakımından yeterli güvenceden yoksundurlar (Erman,1970,334). Disiplin mahkemesi üyeleri birlik komutanı tarafından atanmaları ve görev sürelerinin bir yıl gibi kısa bir süre olarak belirlenmesi, hazırlık soruşturması sonucunda dava açılıp açılmamasına karar vermek yetkisinin yargılama kurumu olmayan birlik komutanına ait olması, bu mahkemelerin birlik komutanının emriyle toplanması düzenlemeleri de mahkemelerin bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Ayrıca disiplin mahkemeleri ve disiplin subaylarının silsile yoluyla, nezdinde kuruldukları komutanların gözetimine ve Milli Savunma Bakanlığının teftişine bağlı olması da. Her ne kadar, bu gözetim ve teftiş yetkisine dayanılarak yargı işlerine karışılamazsa da Sahir Erman’ın belirttiği gibi, komutanın gözetimine ve Bakanlığın teftişine tabi bir mahkemenin bağımsız olduğu ileri sürmek mümkün değildir (Erman, 1970: 334-335). sonuçta, gerek mahkeme üyelerinin gerek disiplin subayının hiyerarşik sicil amiri, bu mahkemede dava açılmasına karar veren, dolayısıyla sanığın cezalandırılmasını isteyen birlik komutanı olması ve bu mahkeme üyelerinin askeri birlikteki normal görevlerinin de sürmesi ve bu görevlerinde ise tamamen birlik komutanına bağlı olmaları da bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Böyle bir durumda bulunan mahkeme üyelerinin birlik komutanının yapabileceği olası etkiye direnemeyecekleri izlenimi uyandırmaktadır. Adil yargılanma hakkı bakımından mahkeme ve yargıçların yansızlığı da önemli bir ilkedir. Bu nedenle burada disiplin mahkemelerinin tarafsızlığını ayrıca tartışmaya gerek yoktur. Bağımsızlıkları bu derece şüpheli olan bir mahkemenin tarafsızlığından söz edilemez. Özetle, disiplin mahkemesi üyelerinin hiç bir güvencesi yoktur. Dolayısıyla disiplin mahkemesinin bağımsızlığından ve tarafsızlığından bahsedilemez. Disiplin mahkemesinin bu kuruluşu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ıncı maddesinde öngörülen bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkına aykırıdır. Aslında disiplin mahkemelerinin bu kuruluş tarzı 1982 Anayasasına da aykırıdır. Anayasamızın 138-140’ıncı maddelerinde hakimin kim olduğu, ne gibi güvencelere sahip olduğu ve özellikle resmi ve özel hiçbir görev alamayacakları anayasamızda açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla, disiplin mahkemesine katılan subaylar anayasamızın anladığı anlamda birer “hakim” değildirler. Bunların kararıyla bir kimsenin dokunulmazlığı ve hürriyetinin kısıtlanması Anayasamızın 17 ve 19’uncu maddelerine aykırı olur (Erman, 1970: 332). Gerçi anayasamızın 145’inci maddesinde disiplin mahkemelerinden bahsedilmiştir. Ancak Anayasamızda bu mahkemelerin sadece subaylardan kurulacağını belirten bir hüküm yoktur. Bu nedenle sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması Avrupa normlarına aykırıdır. 353 sayılı yasanın AİHS ve AİHM kararları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Adil yargılanma hakkı bakımından diğer önemli bir düzenleme de 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunudur. Bu mahkemenin görevi ve AYİM’nin oluşumu ise Anayasanın 157. maddesi ve 1602 sayılı yasanın 7-9. maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasanın 157. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi askeri hakim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askeri hakimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hakim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir” hükmü bulunmaktadır. 1602 sayılı yasanın 7. maddesinde AYİM’nin hakim sınıfından üyelerin “en az yarbay rütbesinden birinci sınıf askeri hakimler” ve hakim sınıfından olmayan üyelerin ise “iki yılını doldurmuş kurmay yarbaylarla albay rütbesinde üç yılını doldurmamış kurmay subaylar” arasından seçileceği belirtilmiştir. Yasanın 8. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, cumhurbaşkanınca seçileceği yazılmıştır. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere AYİM, hakim sınıfından olan ve hakim olmayan subay üyelerden oluşmaktadır. “Hakim sınıfından üyelerin atanması usûlünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bir aykırılık bulunmamaktadır. Çünkü birinci sınıf askeri hakimler arasından her boş üyelik için Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin başkan ve üyeleri salt çoğunlukla her boş yer için üç aday göstermekte bunların arasından birisi Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. Bu usûlün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bir yanı yoktur. Hakimler esas itibarıyla yine hakimler tarafından seçilmektedir. Üyelerin atanması salt yürütmenin elinde değildir. Cumhurbaşkanının yetkisi de devletin başı sıfatıyla kullandığı bir yetki olarak görülebilir. Bu şekilde atanan üyelerin görev süresi belli bir yıl ile sınırlandırılmamıştır. “Görevden çekilmeye davet” disiplin cezası (1602 sayılı AYİMK, m.28/c) dışında üyelerin görevden uzaklaştırılması mümkün değildir. Bu disiplin cezasının vermeye, Başkan, Başsavcı, daire başkanları ve mahkemenin en kıdemli hakimlerinden oluşan Yüksek Disiplin Kurulu yetkilidir (AYİMK, m.18). Bu husus da Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin hakim sınıfından üyelerin “bağımsızlık” niteliğine sahip olduğunu göstermektedir” (Gözler, 1999-2000,82). Adil yargılanma hakkı yönünden AYİM’nin hakim olmayan subay üyeler bakımından sorun bulunmaktadır. Subay üyeler hakim sınıfından olmamakla birlikte bu yönden Avrupa normlarına aykırılık bulunmamaktadır. AİHM adil yargılanma hakkı yönünden mahkemelerin üyelerinin hukukçu olmasının aramamaktadır. Burada önemli olan üyelerin her türlü etkiden korunmasını sağlayacak önlemlerin alınıp alınmadığı ve mahkemenin genel bir değerlendirme ile, “bağımsız bir görünüm” verip vermediğidir (Gölcüklü,1995, 20), burada asıl önemli olan üyelerin atanma biçimi, yönetsel bir makama bağlı olup olmadıkları, görev süreleri, terfileri gibi konulardır. AİHM, Sramek/Avusturya davasında, bir memurun üye olarak katıldığı bir “yargı makamı”nı “bağımsız mahkeme” olarak kabul etmemiştir. Çünkü bu makamın önünde bu memurun amiri davacı konumunda bulunmuştur. Dolayısıyla, bu makam, yeterli bağımsızlık görüntüsü vermemektedir(Gölcüklü,1995,21). AYİM’nin subay üyeleri AİHM’nin içtihatları göz önüne alındığında bağımsız kabul edilemez. Bu nedenle 1602 sayılı yasanın değiştirilmesi gerekmektedir. |
26-10-2006, 12:28 | #4 |
|
Aklımda yanlış kalmadıysa, AİHS imzasında Türkiye'nin askeri suçlarla ilgili çekincesi mevcut.
|
26-10-2006, 13:04 | #5 |
|
Sayın Admine katılıyorum. çekince var, ancak bu çalışmamda kuramsal yönden inceleme yapmıştım, bu yönden AİHS'ne aykırılık bulunmaktadır. saygılarımla
|
27-10-2006, 15:20 | #6 | |||||||||||||||||||||||
|
disiplin mahkemeleri A.İ.H.S.ne aykırı
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
Konu Araçları | Konu İçinde Arama |
Konuyu Değerlendirin | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Askeri Disiplin Suçları Ve Hukuk | Av.Özcan | Hukuk Sohbetleri | 8 | 02-02-2013 01:00 |
İnsan Hakları Ve Biyotıp Sözleşmesi | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 2 | 15-06-2011 17:45 |
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 7 | 04-07-2008 16:43 |
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- Anne Karnında Sakatlığı Tespit Edilemeyen Çocuk | Av. Başak SANCAR | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 6 | 24-12-2007 14:17 |
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İle İlgili | mimar | Hukuk Soruları Arşivi | 1 | 23-08-2003 23:03 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |