Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Stajı ve Meslek Seçimi Hukuk eğitimi sonrası meslek seçimi ile Avukatlık veya Hakimlik/Savcılık Stajı ile ilgili konular

Stj. Av. ne "ofisboy"dur, ne de adliyedeki caycinin "ciragi..."

Yanıt
Old 10-08-2002, 15:40   #1
metin karadag

 
Varsayılan Stj. Av. ne "ofisboy"dur, ne de adliyedeki caycinin "ciragi..."

Stj. Av. ne "ofisboy"dur, ne de adliyedeki caycinin "ciragi..."

Degerli arkadaslar

Yasananlar epey bir zaman sonra aktarilir hale geldiginde artik hersey icin cok gec olmaktadir.

Cunku yasanmamasi gerekenler yasanmis ve unutulmaya yuz tutmus gibidir.

Her ne kadar unutulmaya yuz tutmus olsa bile unutulmamakta; "tarvma, iz birakmaktadir..."

Meslek/is olarak ne 'ofisboy'luk onur kirici bir istir, ne de 'cayci ciragi' olmak...

Her iki is de kendi sart ve gereklilikleri ile yasamin sart ve gerekliliklerine uygun ve onurla yapilabilir mesleklerdir...

Ancak buradaki konu baska bir anlamlandirmaya denk dusmektedir.

Meslegin gerekleri dogrultusunda is yapmak ve yaptirmak yolu ile deneyim kazanmak ve kazandirmak esastir.

Bir avukat burosunda staj yapmak amaciyla bulunan meslek adayini "stajla ilgili olmayan islerde kullanmak" dogrudan meslek ahlakini ilgilendiren bir konudur.

Ayni sekilde adliyelerde hakim ve savcilarin stajyer avukatlari "stajla ilgili olmayan islerde kullanmalari da" yine meslek ahlakini ilgilendiren ve onur kirici olmalari nedeniyle de yasal yollardan uyarilmalari ve kinanmalari gereken davranislardir...

Insanlarin hak ve hukukunu savunmakla yukumlenecek insanlarin meslek onuru acisindan zedeleyici davranislara karsi savunulamazliginin sineye cekilerek "olur boyle seyler..." tarzinda gecistirilmesi meslegin temel dokusu ile uyusmamaktadir...

Dilerdik ki boylesi onur kirici uygulamalarla genc insanlar yaralanmasin.

Ancak orneklerin azinsanamayacak derecede bollugu hukukun selameti acisindan sorun yaratacak derecede olumsuz etkiye ve yilginliga neden olmaktadir...

Hukuk fakultelerinde hukukun temel ilkelerine gore ogrenim gorenler, her ne kadar daha sonra ihtisas ya da temel alan ayrimina ugrasalarda; sonucta tum insanlara onurlu bir yasam olanaklarini bilinclice yasamalari icin yol gosterici olmak zorundadirlar.

Bu konuda yasananlarin bir daha asla yasanmamasi icin gereken sozlu ya da yazili uyarilarin bir kampanya ile kamuoyuna duyurulmasi ve bu konuda bir kulturel asama kaydedilmesi gerekmektedir.

Yolu acmak icin bu tasa el atacak kimler var?

Sevgi ve Saygilarimla
Metin Karadag

Not: 10 Agustos 2002, Cumartesi(bugun) tarihli Cumhuriyet Gazetesi eki 803'uncu sayi "Bilim Teknik Dergisi"nin 13. sayfasinda bir yazi var. Bir kez daha ilginizi cekmek amaciyla)))))
Old 13-08-2002, 21:13   #2
aristo

 
Mutsuz Ne yazık ki öyledir sayın Karadağ,ama neden!?

Alıntı:
Stj. Av. ne "ofisboy"dur, ne de adliyedeki caycinin "ciragi..."


Ne yazık ki sayın karadağ,ülkemizde stajerlere %88(tahmini değer) öyle davranılmaktadır.
saygıdeğer fikirlerinize katılıyorum.
ancak neden böyle olmaktadır?
kötü bir gelenek mi oluştu?
bu durumdan yakınıp sonradan kendisi yanında stajyer bulunduranca aynı davranışı sergilemiyorlar mı? şaşıyorum.
işte meclisteki avukat mebus büyüklerimiz aynı yollardan geçmediler mi?o halde neden bir av.yasası yaparlarken stajyerleri düşünmüyorlar?
stajyer avukatlara uygulanan yanlış tutum,aynı zamanda avukatlık mesleğine,avukatların kendilerine zarar varmektedir.
bir de başka bir yönden bakalım
bir eğitimci olarak sayın Karadağ,
neden stajyer avukatlarda kendi haklarını savunamıyor?neden
geleceklerine sahip çıkamıyorlar?neden çoğu itaat etme özelliği gösteriyorlar yani demek istediğim bunun ucu ilköğretimden başlayıp üniversite eğitimine dayanıyor,ne yazık ki kişinin kendini "birey" olarak hissetmesi, kişilik kazanması neden zorlaşıyor?tabi belki diyeceksiniz meslekte belli bir yol katetmiş avukatlarda bile bu sorunlar olabiliyor diye ,ancak bu konuyu stajyer basamağından bakmak daha doğru olabilir.
hukuk fakültesini de bitirmiş,hayata atılacak,mesleğine başlayacak ideal bir insan sizce hangi özellikleri taşıması veya kazanmış olması gerekiyor?
selam ve saygılarımla..
Old 18-08-2002, 13:53   #3
metin karadag

 
Mutlu Cevabınız sorunuzun içinde zaten:)))

Değerli Aristo

Aslında sorularınız yanıtlarını da içinde taşıyor bu nedenle bana söyleyecek bir şey bırakmamışsınız.

Sorunun kaynağını ve çözümünü hep başka yerlerde arama alışkanlığı yeni değil...

Hele bunun "Yabancılaşma" olarak adlandırılması hiç de yeni değil.

Platon'dan Marx'a ve tabii günümüzün düşünürlerine kadar... Üstelik günümüzde bunu bağıra bağıra yapar olmak da daha ilginç.

İnsanın kendisine olan yabancılaşmasından, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmasına kadar her alanda zamana zaman farklı adlandırmalar altında olsa bile ("öteki - ötekileşme" gibi sonunda bedeli çok pahalı ve çok acı bir biçimde yine bizler; hepimiz tarafından ödenmekte...

Psikoloji ya da psikiyatride "deliliğin" en kısa tarifi; "her türlü insani ilişkiden yoksunluk hali..." (yani asosyalize bireylik) olarak tanımlandığında karşımıza çıkan tabloda yelpazenin iki ucu arasında bir yerlerde dolanırız her birimiz.

Bu yelpazeyi şöyle bir gözünüzün önüne getirseniz; bir uçta asosyalize birey (delilik hali: insanın topluma ve kendisine yabancılaşmasının en uç sınırı.) diğer uçta sosyalize birey (her türlü insani ilişkiyi kurabilen)...

Her gün içerisinde yaşadığımız ve gözlediğimiz ilişki biçimlerini bu yelpazenin "denk düşen" bir yerine göre işaretlemeye kalksak tablo sanırım daha da vahim olarak gözlerimizin önüne serilecek...

Şimdi şöyle düşünebiliriz, böylesine ilişki bozukluğu yaygın bir toplumda hukuk her gün nasıl kurulacak, adalet huzuru nasıl oluşacak?...

Kaldı ki "hukukun tek kaynağı; insanlar arasındaki insani, doğal ve açık olan her türlü ilişkiler..." olduğuna göre; sorun çözme kabiliyetini ortaya koyabileceği bir sosyal özden yoksun olarak yetişen insanlarimiz yalnızca hukuk ve adalet alanında değil yaşamın diğer alanlarında da bu özürlü ilişkiyi birbirine sıvanarak taşımaya devam edeceklerdir...

Asosyalize yani insani ilişkisizlik ortamında hertürlü insani ilişki geliştirmekten izole edilmiş olarak yetişen insanların damdan düşer gibi sağlıklı sosyalize birey davranışı gösterebilmeleri olanaklı değildir...

Bu sorunun üniversiter öğretimde çözümüne dair önermeyi burada da defalarca dile getirdiğimiz gibi insani ilişkiler ortamını yaygın bir biçimde saglamaya çalışan ve sorun çözme kabiliyetini birlikte üretirken öğrenen öğrencilerin katılımcı bireyler olarak yeni bir davranış alışkanlığı / kültür yaratabilecekleri ortam modelini sunmakla yükümlüyüz diye düşünmekteyiz...

Aşağıya bunun modelini anlatmaya çalışan yazıyı bir kez daha ekliyorum.

Sevgi ve Saygılarımla
Metin Karadağ

( 10 Haziran 2002, Cumartesi Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisinde cikan yazinin biraz uzun kopyasını yapıştırdım...)


Üniversite Eğitiminde, Kuram ve Uygulamanın
“İçiçe ya da Paralel” kılınabilmesi üzerine bir model:

Mimari Stajda Rotasyon Programı Uygulamaları:

Kimi üniversiteler doğası gereği Kuram ve Uygulamayı içiçe yaşar ve yaşatırlar. En yakın örnek ise Tıp Eğitimidir...

Tıp Fakültesi ve Hastaneler’in içiçe olması buna iyi bir kanıttır...
Her zaman ve birebir olmasa da; verilen Kuramsal Eğitim Uygulamayı, Uygulama da Kuramsal Eğitimi eşzamanlı ve karşılıklı olarak desteklerler...

Kimi üniversiteler içinse böylesi bir durum olanaklı değildir... Bu nedenle öğrencinin yani Meslek Adayı’nın ya kuramsal eğitim süreci içerisinde, ya da mezuniyetten sonra okullarının staj yönetmeliklerine göre “sembolik sürelerde ve sembolik uygulamalar”da bulunması istenir.

Deneme ve Yanılma Metodu:

Genelde staj, öğrenci yani meslek adayı tarafından, “hızla yolda giderken aniden önüne çıkan çukur ya da duvar” olarak algılanır. “Nereden çıktı şimdi de bu staj işi?...” Aşıldığında ise geriye dönülüp de bakılmayacak kadar da önemsiz bir anı olarak akılda kalır... Unutulur... Bu unutkanlık, ta ki mezuniyet sonrasında mesleki hayatın dayattığı açmazlar karşısında bocalamaya başlandığında; deneme-yanılma ile yeniden öğrenmek zorunda kalacağı günlere kadar sürer... Ama artık iş işten geçmiş ve metod belli olmuştur... “Dene ve Yanıl” ya da “Deneme ve Yanılma” seçenekleri arasında bocalayarak ancak yıllar sonra birikmiş deneyimlerle ayna karşısında kendisini “Meslek Sahibi Kişi,” olarak görebilir hale gelir... Bedeli çok ağırdır...

Dilimizden aldığı ironik bir şekille uyumlu olarak meslek sahibine yine aynadan başa kakarcasına, “yanılmamanın en kolay yolu olan denememeyi” sırıtarak söylemektedir zaten; DENEMEseydin YANILMAzdın!...:

Bu konuda üniversite eğitiminde ideal olana dair yani yukarıda verdiğimiz Tıp Eğitimi ile ilgili ilk örneğe dönersek;

Kuram ve Uygulamayı İÇİÇE ya da olmadı PARALEL kılabilecek bir model kurgulanabilir ve tabii uygulanabilir miydi? Ayrıca dünyada benzer bir örneği var mıydı?

Son soruyu yanıtlayarak başlayabiliriz. Konu hakkında dünyada başka bir örneğe rastlanmamıştır.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’ni, İstanbul’daki Mimarlık Fakültelerimizle birlikte ve yine Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin Mimarlık Eğitim ve Kültür Araştırmaları Kurulu koordinasyonunda; Galata Grubu gibi mimarlık öğrencileriyle birlikte uzun yıllara dayanan çalışmalarda, yakın gözlemlerden çıkan bir dizi problem noktası; sorunu çözmek yönünde harekete geçirdi...

Benzer sorunların tekrarlı sürekliliği, çözüm ve önerilerin de bir sürekliliğe yani bir sisteme aktarılması gerektiği yönünde işaretler taşıyordu...

Örneğin öğrenciler büyük ölçüde “naylon staj yapmak zorunda kalıyorlardı.”

Küçük çaplı bir mimari projenin tepeden tırnağa gerçekleşme öyküsü ortalama 6 ay sürüyordu... Aynı projenin yine uygulama ve ruhsat süreci ise ortalama 2 yıl...

Oysa ki, öğrenciden istenen büro ve şantiye stajları ise 35’erden 70 gün ya da 45’erden 90 gün gibi tadımlık bir sürece denk düşüyordu... Ve bu da büyük ölçüde “naylon” yapılarak geçiştiriliyordu...

Ve mesleğin adayı muhtemel yanlışlarının tümünü olmasa bile önemli bir bölümünü bu uygulama sürecinde “tüketebilmeliydi...” Ama bu, bir türlü gerçekleşemiyordu...

Verili staj sürelerinde tüketilemeyen yanlışlar; mesleki hayatın içerisinde DENEYİP YANILARAK öğrenmeye kalıyordu... Hatta bu konuda sık kullanılan bir espri de mevcuttur: “Doktorlar’ın denemelerinde hataları görünmez çünkü gömülürler; Mimarlar’ın denemelerinde ise hataları hemen görülür, çünkü dikilir, bina olurlar...”

Mimarlık eğitimindeki stajı ve staj anlayışını, esnek ve kesintisiz bir biçime dönüştürüp tüm eğitim sürecine PARALEL hale getirerek “staj olmaktan çıkarabilecek bir sistem;” aynı zamanda şu an yönetmelikler gereği okullarca istenen stajında öğrenci tarafından YETKİN BİR MİMAR ADAYI OLARAK yapılabilmesine olanak sağlamalıydı.

Bu noktada daha fazla detaya girmeden sözü edilen modele geçebiliriz. Mimari Stajda Rotasyon Programı adı verilen çalışma; pilot bölge olarak İstanbul’daki 9 mimarlık fakültesinin toplam 3000 küsür öğrencisine servis vermek üzere;

FARKLI OKULLARIN FARKLI SINIFLARINDAKI ÖĞRENCİLERİN BİRARADA ÇALIŞABİLECEK ŞEKİLDE GRUPLAMA SİSTEMİ OLUŞTURULMUŞTUR....

Tanımı pekiştirmek için AYNI OKULUN AYNI SINIFINDAKI İKİ ÖĞRENCİNİN AYNI GRUPTA BİRARAYA GETİRİLMEMESİ TEMEL KURALINA DAYANMAKTADIR da diyebiliriz.

Çünkü “bilginin termodinamik akışkanlığı yani dinamikleşmesi” ancak farklılıkların birarada bulunmasıyla olanaklı hale gelmektedir...
Örneğin, bir Mimari Stajda Rotasyon Grubu: YTÜ’den 1,2,3,4. sınıf + MSÜ’den 1,2,3,4. sınıf + İTÜ’den 1,2,3,4. sınıf öğrencileri olmak üzere (öğrenci sayıları şu an bu 3 devlet okuluna göre çok az olan); özel-vakıf üniversitelerinde okuyan mimarlık öğrencilerinin de birer ikişer katılımıyla oluşturulmaktadır...

Bu 9 mimarlık fakültesinde okuyan 3000 küsür öğrenci MSR gruplarına dağılımı tamamlandığında yaklaşık 250 grup oluşacaktır. Şu an açılan grup sayısı ise fiilen 61’dir...

Elektronik ortamda tüm grupların birarada bulunabildiği bir genel haberleşme ağı ve ayrıca her bir grubun kendi arasında iletişimini sağlayan e-mail grubu/web sayfası da bulunmaktadır...

Oluşturulan gruplar her yıl farklı okullarının birinci sınıflarına yeni kaydolan öğrencileri gruplarına almaktadırlar. Bir gruba giren öğrenci mezun oluncaya kadar yani 4 yıl boyunca ve hatta isterse mezuniyet sonrasında da gruplarıyla olan ilişkilerini ve hatta çalışmalarını sürdürebilmektedirler.

Bu gruplar ne yapabilmektedirler(ne işe yaramaktadırlar)?: Gruplarında öğrenciler mesleki ilgi alanlarına giren her konuda programlayabildikleri her işi, bir arada ya da tek tek birebir olarak gerçekleştirebilmektedirler.

Mimarlık öğrencileri daha önce var olmayan bir biçimde gruplarıyla birarada; eğitimleri sürecinde yani 48 ay boyunca defalarca yaz alan çalışmalarına katılabilmelerinin yanısıra; defalarca farklı şantiyeleri görebilmekte; yapı sektöründeki farklı malzemelerı üretildikleri alandan uygulandıkları alana kadar izleyebilmekte; mesleki deneyimi olan uzmanlarla ortak atölye çalışmaları gerçekleştirmekte; yarışma projeleri de dahil ilgili detay ve eskiz çalışmalarına katılabilmekte ve tüm bu çalışmalar konusunda ihtiyaçları olan konu ve alanlarda konferans ve söyleşiler gerçekleştirebilmektedirler...

Tüm bu mesleki alanlarda geçekleştirdikleri çalışmaları, belgelemek amacıyla yine kendilerinin grup olarak ya da tek tek hazırladıkları 4 sayfa dosya kağıdı (Standart boyutu : “ikiye katlanmış a3 kağıdıdır”) MSR Bültenleri’nde yazı, çizgi ve diğer araçlarla yansıtmakta ve bu MSR Bültenleri Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından 200 adet çoğaltılarak yine kendilerine teslim edilmektedir...

Deneysel bir başlangıç olarak şu ana kadar 10 ayrı grubun birbirinden farklı alanlarda 22 bülten çıkarmış olması önemli bir kaynak olarak sistemin gelecek umudunu kendi içinde taşımaya başlamıştır... Sistemin aynı zamanda bir “Öğrenen Organizasyon” olması MSR Grup Bültenleri’ni çıkarma periyodunu da kendilerinin belirlemesi gereğini doğurmaktadır....

Mimarlık ve Mimarlık Eğitimi’nin, Mühendislik ve Mühendislik Eğitimi’nden farklılaştığı alanlardan biri olarak “beşeri ilimlerle olan ilişkisidir...” diyebiliriz. İnsan ilişkilerinin irdelendiği Sosyoloji, Sosyal Psikoloji, Bireysel Psikoloji vb, günümüz mimari eğitiminde özel bir anlama ve yere sahiptir.
Örneğin proje derslerindeki grup çalışmalarına “çekingen/dilsiz/asosyal” olarak başlayan öğrenci kısa sürede “aktif/geveze/sosyal” olmayı öğrenemezse; proje dersleri onun için işkenceden farksız hale gelebilir ve buna bağlı olarak da asla mezun olamayabilir... Burada mecazi anlamda bir gevezelikten söz edilmesiyle öğrencinin kendi proje grup hocasını çizimleri ve ifadeleriyle ikna edebilecek yeteneği kazanması kastedilmektedir. Tüm bu gerekçelerle Mimar Adayı’nın “gözlem gücünü ve ifade yeteneğini” her alanda test etmekten çekinmeyecek bir medeni cesarete de sahip olması beklentisi ifade edilmektedir. MSR Bültenleri’nde de bu yeteneklerinin gelişimini ve çizgisini herkese oldukları gibi kendilerine de sunmaktan kendilerini alıkoymamalarını sürekli beklemekteyiz...

Tek başlarınayken 3000 küsür farklı sorun oluşturan dağınık bir konumdan çıkıp; 250 grupta ortak konu alanında bir araya gelen öğrenciler, bir süre sonra kendi gruplarını “Sorun Çözme Kabiliyeti Geliştirme” atölyesine çevirebilmekteler...

Örneğin: iyi bir yerde staj olanağı bulan bir öğrenci stajını bitirdikten sonra kendi grubundan ya da başka bir gruptan staj yeri bulmakta zorlanan bir arkadaşını bu sorunundan kurtarabilmektedir.
Bu arada belirtmeden geçmemek için; bu çalışma sistemi ile bir süre sonra Mimar Adayları’na büro ve şantiye stajı için ideal olanaklar sunan iş alanları da, bir yandan akredite olacaklar eğitime katkıları sistemleşebilecektir...

Öğrenciler MSR Programına göre oluşturdukları bu “Öğrenen Organizasyon” yapılanmasıyla; bugüne kadar öngörülmemiş sorun alanlarını da kendilerinin tanımlayarak sorun alanı olmaktan çıkarabilme konusunda yetkinleşebildiklerini artık kendileri de fark etmeye başlamışlardır... Bu grup kimliği ile birlikte kişisel ve mesleki kimlik oluşum sürecinde; mutlaka birbirlerine eser miktarda bile olsa yeni bir davranış alışkanlığı aktarmaktadırlar. Davranış alışkanlıklarını da geliştirebilecekleri bu çalışma alanı ile şu an farklı bir eğitim kültürü ortaya çıkarmaya başladıklarının farkına yavaş da olsa varıyorlar.

Aynı modelin, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ve ilgili Öğrenci Komisyonu’nca gündeme alınarak “İnşaatta Staj Rotasyonu Programı” adıyla hazırlıklarına başlanmış olması; KURAM ve UYGULAMANIN İÇİÇELİĞİ ya da PARALELLİĞİNİ kurmak konusunda mevcut üniversite eğitim sistemimize acaba küçük de olsa bir yarar sağlayabileceğinin işareti olabilir mi?...

Yine aynı modelin uygulanabilirliği konusunda; üzerinde henüz fikri tartışmaları tamamlanmamış olan “Hukukta Staj Rotasyonu Programı” artık bir üçüncü adıma kalıyor...

Metin Karadağ(*)
Mimar
(*)Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Mimarlık, Eğitim ve Kültür Araştırmaları
Kurul Sekreteri;
(*) Mimarlık Vakfı Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi
karadagmetin2@yahoo.com
Old 19-08-2002, 14:16   #4
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Merhaba,
Konu hakkında ayrıntılı ve özenli yazılarınızı ilgi ile takip ediyorum. Bir noktayı vurgulamak gerekir: '' stajyer avukatlar, staj süresince Avukat'tan yahut avukat ortaklığından ücret talep etmemelidir.. '' Aksi takdirde, stajyerler bu tür staj dışı istemlere muhatap olur..
Old 19-08-2002, 15:30   #5
metin karadag

 
Varsayılan Maalesef size bu konuda katılamıyorum...

Sayın Tikici

Maalesef size bu konuda katılamıyorum...

Neden derseniz:

Hem "Stajyer Avukat - Adliye" ilişkisinde hemde "Stajyer Avukat - Avukat" ilişkisinde böyle bir şart geçerli olamaz.

Bir kere Stajyer Avukatlar konusunda ilgili Baro'nun sorumluluğunu her kişi ve kurum kabul ediyorsa, ki öyledir:...

Barolar, denetledikleri Stajyer Avukatları'nı "eti senin kemiği benim" mantığı ile ilgili kişi ve kuruma teslim edemez.

Burada Üye ve Aday Üyelerinin özlük haklarını korumakla yükümlü olan Barolar'ın sorumluluğu vardır.

İkincisi, meslek etiğinin algılanışı açısından sorun var demektir.

Üçüncüsü, böylesi bir şart karşısında sorumluca davranmayan Avukat Adayı'nın "kullanmaktan imtina ettiği, hakları vardır"

Tabii esas sorun, Avukat Adayı'nın "imtina ettiği haklarında yatmaktadır..."

Çünkü her zaman ve her yerde olduğu gibi "zamanında ve yerinde kullanılmayan haklar, aslında her zaman ve her yerde haksızlıkların sürmesine neden olmaktadır..."

Talep edilmeyen yaşam kalitesinin, kalitesizlik olarak yaşamımızı zehir etmeye devam etmesi gibi...

Bu nedenle sizin de altını çizdiğiniz bu önemli konuda bir yol alabilmek için ücret konusunda Baro'nun Üyelerinin olduğu gibi Aday Üyeleri'ninde özlük haklarını koruması ve geliştirmesi gerekmektedir.

Örneğin Stajyer Avukatların ücretlerinin Baro aracılığı ile ödenmesi gibi...
Baro üyelerinin de ekonomik açıdan güç durumda olabileceğini göz önüne alarak bu konuda(varsa bilmiyorum)bir "Baro Vakfı" aracılığı ile ekonomik girdileri artırıp Stajyer Avukat çalıştıran ya da çalıştırmak isteyen üyelerinin ekonomik açıdan rahatlamasını sağlayabileceği yapılanmalar geliştirebilir.

(Tabii tüm Stajyer Avukatların "bursiyer" olarak kabul edilmesiyle...)

Örneğin sahip olduğu hukuk deneyimiyle yanında çalıştıracağı Stajyer Avukatlara çok şey verebilecek olan bir Avukat ekonomik açıdan ortaya çıkacak durumu ilgilendiği alan açısından karşılayabilecek bir gelire sahip olamayabilir...

Ama Stajyerlerin böyle işyerlerinde çalışması ise herşeyden önce hukukun en genel niteliği/niceliği için kazanım sağlayacağı için Baro Vakfı Stajyer Avukatların ücretlerini tüm dengeleri gözeterek karşılayabilir...

Evet Sayın Tikici,

"Parayı veren düdüğü çalar" sözünün sadece Nasreddin Hoca fıkrasında saklı kalmasında, hukukun üstünlüğü açısından çok büyük yarar var...

Konuyu açtığınız için tekrar teşekkürler,

Sevgi ve Saygılarımla
metin Karadağ
Old 19-08-2002, 16:12   #6
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Merhaba Sayın Karadağ,

Bu konudaki görüşüme katılmamanızı saygı ile karşılarım. Ancak belirtmek isterim: '' Benim sunduğum görüş, şahsi kanaat değil, bir sonuçtur.''

Lütfen hemen aşağıya aktaracağım fikirlerim yanlış ve önyargılı değerlendirilmesin. Ben de stajyerlerin ofis boy gibi kullanılmasına karşıyım, karşı olmak zorundayım..

Gerçekten; avukatlık büroları, asli amacı ticari olmayan, kamu hizmeti boyutu öncelik arz eden küçük bir işletmedir. Buna göre, geliri,gideri vardır. Küçük ölçekli de olsa çıkarılabilecek bir gelir tablosu mevcuttur.

Hal böyle iken;

Hiç bir artı katkısı bulunmayabilecek bir stajyer avukata maaş vermek zorunda kalmak sadece ahlakidir, mesleki etik gereğidir.. Asla bir mecburiyet değildir!

Stajyer avukatın elbetteki geçimini sağlayabileceği bir gelirinin olması icap eder, ancak; bu maaşı vermesi gereken isabetle vurguladığınız gibi Barolardır. Yahut baroların oluşturacağı kurumlardır.

Avukatın, dışardan görülmese bile çok ciddi giderleri vardır. Bu giderleri karşılayacak -genelde -sürekli bir geliri de yoktur. Buna rağmen, -sizin de belirttiğiniz şekilde- stajyere maaş vermek ve sadece o'nun mesleki eğitimini tamamlamak amacıyla herhangi bir avukata, stajyer avukat göndermek doğru olamaz.

Avukat stajyerin stajına katkı sağlamalıdır ancak maaş vermek zorunda tutulmamalıdır. Benim vurgulamak istediğim husus kısaca budur.

Yoksa benim de büromda stajyer arkadaşım vardır ve o yada onlar ofis boy yahut çırak değildir. Az da olsa maaşı bulunmaktadır. Buna rağmen bazen ben talep etmediğim halde, kendiliğinden, o işle yükümlü kişi o an yok ise, bulaşık bile yıkadığına tanık olmuşumdur. Bu stajyer ile avukat arasındaki dayanışmanın bir yansımasıdır.. Fakat bu demek değildir ki, stajyer avukat çıraklık yapmaktadır...

Sevgi ve saygılarımla..
Old 23-08-2002, 23:11   #7
Av.Nevra BAŞKAL

 
Varsayılan

Merhaba,

Bir stajyer olarak, elbette ki (!) sayın Tikici'nin ücret konusundaki görüşlerine katılmıyorum

Şaka bir yana, bizlerin artık "öğrencilik" psikolojisinden çıkmak, en azından okulda harcadığımız emeğin birazcık olsun karşılığını görmeye başlamak, profesyonelliğe küçük de olsa bir adım atmak, dahası sabahları 07.30 'da kalkmak için zorlayıcı bir nedene, sorumluluk yüklenmemiz için bir sebebe ihtiyacımız var...

Çok fazla değil, bir sigara, bir yol paramızı kazanarak en azından artık ailelerimize yük olmaktan çıkmaya ihtiyacımız var...

Bizler, aldığımız bu ücreti haketmiyor muyuz?

Gelelim OFİS-BOY- ÇIRAK konusuna...

Ben bu konuda şanslıyım, (ücret aldığım halde) iki bardak yıkadığım zaman defalarca teşekkür eden, bana asla fatura yatırmak gibi "ayak işleri" vermeyen, hukuki konuları benimle tartışan, en azından "sen ne düşünüyorsun?" diye fikrimi soran, yazdığım bir dilekçeyi beğendiğinde beni takdir eden bir avukatın yanında staj yapıyorum.

Ama benim kadar şanslı olmayan stajyer arkadaşlarımın (bayanlara, taciz de dahil olmak üzere) birçok konuda sömürüldüğünü, odacıyı çağırır gibi bir ses tonuyla seslenildiğini ve buna benzer hiç hoş olmayan durumlarla karşılaştıklarını da biliyorum. (Aslında bu taciz konusu, başka bir forum konusu...)

Çözüm, belki de bizim artık daha fazla tavizkar olmamamızda yatıyordur, bira daha fazla saygıyı hakettiğimize kendimizi ve yanında staj yaptığımız avukatı ikna etmemizde ve öyle davranmamızda...

Kimbilir?

Saygıyla...
Old 24-08-2002, 15:43   #8
metin karadag

 
Varsayılan Neler yapabiliriz?

Değerli Arkadaşlar


Genel hatlarıyla bile olsa Stajyer Avukat arkadaşların yaşadıkları sorunların farkındayız.

Öncelikle içinde bulunulan şartların baskısından sorunun "tüm tarafları" nasıl kurtulabilir?

Bu alanda farklı davranış alışkanlıkları / yeni bir kültürel yapılanmanın gereği olabilecek insan ilişkilerini nasıl geliştirebiliriz?

Bu konuda önemli ya da önemsiz ayrımına girmeksizin yapılması gerekenler konusunda bir sıralama yapmak gerekirse bu sıralamada size göre neler bulunmalıdır?

Daha da geliştirilebilecek benzer sorularla, sorunu irdeleyerek ortak bir iş planı çıkarılabilir mi?

Stajyer Avukatların Adliye ve Bürolardaki staj sürelerinde;
"tarafların karşılıklı olarak birlikte çalışma sürecinde sorumluluk, yetki, hak ve görevlerini" ilkesel olarak belirleyen ilgili Baro tarafından da onaylı bir manifesto/genel belge oluşturulabilir mi?

Ve bu belge ilgili işyerlerinde asılması zorunlu olan vergi levhası gibi adliye ya da bürolarda herkesce gorulebilir yerlere asılabilir mi?

Böyle bir konuda ne gibi öneriler getirebilirsiniz?

Sevgi ve Saygılarımla
Metin Karadağ
Old 22-09-2002, 15:45   #9
metin karadag

 
Varsayılan Kendi sorularıma yine kendim cevap verecek değilim... Sonuna kadar beklerim:)))

Değerli Arkadaşlar

Zamanı geldiğinde(!) söze insanlar hep "bizim zamanımızda" diye baslarlar... Sosyal genetik diye bir şey var mıdır bilemem ama bu sözün arkasında zamanın savurucu etkisine karşı birazcık tutunabilme/kimlik kaygısı vardır gibi geliyor.

Sanki "önceden doğmuş olmak, otomatikman beleş statü sağlar" gibi bir yanlış algıya dayandığını da söyleyebilirim.

Herşeyin daha kötüye gitmesi için verilen çabanın, herşeyin iyiye gitmesi için verilen çabadan daha fazla olduğunu toplama çıkarma yaparak da bulmak mümkün.

Demek ki zaman ilerledikçe birikmişlerden hareketle herşeyin iyiye gitmesi için daha fazla çaba sarfetmek gerekiyor.

Şu an yaşadığınız koşullara bakıyorum da ben sizlere göre çok daha başarısız biri olurdum diye düşünüyorum.

Dün altından kalkamayacağım koşullar altında bugün sizler sürekli hırpalanmaktasınız.

Eğitiminizin her aşamasında sürekli yarış gerilimi altında olmak sizlere bugün hissedemeyeceğiniz incelikte travma izleri bırakmakta. İlerde doyma noktasından sonra sızım sızım ortaya çıktığında farkedebileceğiniz biçimiyle... Hani "Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste..." sözündeki gibi...

Kendi kendine yeterli olmak olumsuz bir sekliyle de etki bırakmakta; asosyalleşmeye yol açmakta...

Eğer grafiklerle anlatılabilir bir şey olsaydı (yani becerebilseydim son 10 yılın üniversite öğrencilerinin sosyal yanlarındaki aşınmayı gösterebilmek isterdim.

Daha çok edebiyatta da dile gelen "yalnızlaşmak" başta felsefi olmak üzere bir çok yandan doygunluğu tanımlarken; günümüzde "yalnızlaşmak" daha çok / neredeyse birebir olarak "yabancılaşmaya" denk düşmekte.

Tabii yabancılaşmayı da "once kendine yabancılaşmakla başlayıp" devam eden bir süreç olarak ele almak gerekiyor.

Geçen gün bir köşede yazıyordu; "Zeki insan başkalarını farkedendir. Akıllı insan ise artık başkalarının arasında kendini de farketmeye başlayabilen..."

Bilinçlice yalnız olmak ile çaresizce yalnız kalmak arasındaki kalın çizgiyi gözden hiç kaçırmamak gerekiyor.

Sizleri bir süredir başta kendinize karşı olmak üzere her tür "yabancılaşmaya / otekileşmeye ve dahi ötekileştirmeye" karşı bağışıklık kazandıracak bir çalışma sistematiğini; bunu yaparken de o an yine kendinize karşı yabancılaşmadan yapabileceğiniz basit adımları aktarmaya çalışıyoruz. (Bakınız: Hukukta Staj Rotasyonu Programı...)

Kendi kendinize yardım eli uzatmaya ne dersiniz?

Sevgi ve saygıyla
Metin Karadağ
Old 07-10-2002, 10:17   #10
metin karadag

 
Varsayılan Sorunun asıl sahibi kim/ler?

Sorunun asıl sahibi kim/ler?

Ve sorunun çözümündeki payını en az/ yani yok ile sınırlayan kim/ler?

Konuları/sorunları ele alınış biçimi olarak sınıflamaya kalktığımızda dikkatlice bakarsak; sınıfsız(!?) yani 'tek biçimli' olduğunu görebiliriz.

Bu konuyu da düşünme havuzumuz içine eklemek istedim.

Sevgi ve Saygıyla

Metin Karadağ
Old 23-10-2002, 15:49   #11
metin karadag

 
Varsayılan Sizce eğitim ve öğrenim yaşamımızda asil acı veren şey nedir?

Değerli arkadaslar

Sizce eğitim ve öğretim yaşamımızda bizlere asıl acı veren şey nedir?

Bunu sadece "okullu" olduğumuz dönemle sınırlı tutmadan; yaşamın bir bütün olarak eğitim ve öğretim olduğunu göz önüne alarak da yanıtlamaya çalışırsak, sanırım biraz daha fazla ortak alan çalışma elde edebiliriz.

Bizlere acı veren sorun/lar, karşımızda çözüm bekleyen sorun/lar olarak gruplanacaktır.

Sorunumuz olmadığı için midir ki, çözüm/ler konusunda bu kadar çaresiz kalıyoruz?

Ne dersiniz?

Sevgi ve Saygıyla
Metin Karadağ
Old 05-11-2002, 10:08   #12
metin karadag

 
Varsayılan Ne yapmalı?

Evet, 'Ne yapmalı?'

Önce konuyu yeniden ve yeniden bıkmadan konuşabilecek birilerini bulmalı.

Özellikle ve cogunlukla öğrenci arkadaslarınız olmalı (Cünkü Stajyer 'artık ben Avukat oldum' saplantısından kendini kurtaramıyor... Her meslek eğitiminde bu duygu tornadan cıkmıs gibi yasanır. Emin olun...))... Halden anlayan Stajyerler sizi nasılsa gelir bulur...

Sonra birlikte adım adım bilinenleri paylaşıp yazmalı.

Daha sonra bu yazılanlarla birlikte, olası* meslek odası en yakın Baro'ya gitmeli. (*Hukukta okuyan herkesin avukat olmak gibi beklentisi olmayabilir...)

Ve ısrarla,

"Biz sorunlarımızı köklü bir bicimde cözebilmemiz konusunda bir araya gelip 'sürekli' calısacağız, sizin 'sürekli' katkılarınız neler olabilir?...

"Sürekli" cünkü biz sadece "kendimizi" kurtarmakla ne bizden sonrakilere ne bizden öncekilere (gelecekteki kendimizi) bir etik kod bırakamayan, ve icinde bulunulan hafızasızlıgın "nesnesi" olmak istemiyoruz..."

"Sürekli" cünkü biz elde edecegimiz kazanımların yeni bir davranış alışkanlığı yani kültüre dönüsmesini istiyoruz..."

"Sürekli" cünkü HUKUK önce saklı hakları unutmayan HAFIZA demektir ve ikidebir UNUTMAMAYI gerektirir..."

"Sürekli" cünkü hepimizin bir zamanlar Hukuk Ögrencisi oldugumuzu Stajyer, Avukat ya da diger dallardaki Hukuk İnsani olduğumuzda UNUTMAMAMIZ gerektiğini Hukuk Öğrencisi iken iyice bellemek istiyoruz..."

"Sürekli" cünkü hukuk mesleği temel eğitimi/öğretimine başladığımız andan itibaren mesleğimizi severek, yani gerçek HUKUKU İNSANI olarak yetişmemizin daha doğru olduğuna inanıyoruz..."

"Sürekli" cünkü adım adım damla damla birikerek olusabilen hukuk bilincimiz için UNUTMAK SÜREKLİ KAYBETMEKTİR... BİZ ARTIK SÜREKLİ KAYBETMEK İSTEMİYORUZ!..."

Bu ilk adımdan sonrasını zaten, tereyağından kıl ceker gibi getirirsiniz...

Kendinize bir kez bu sansı tanıyın...

Sevgi ve Saygılarımla
Metin Karadağ

ORTAK NOT

Her iki konunun aynı noktada kesistigi dikkatinizi cekti mi?
Old 17-11-2002, 19:28   #13
metin karadag

 
Varsayılan Bu sessizlik?!... Yoksa sen TEORETİKOS musun?

Yıllar once Sokrates konulu bir felsefe seminerine
katıldığım, psikoloji ve felsefe konusunda uzman Sayın
Oruc Aruoba'nın bir dersinde anlattığı "Teoretikoslar"
konusu aktarmak istiyorum.

Antik Yunan'da kent devletleri arasinda barış
zamanlarında yapılan Olimpiyatlar (ki aynı zamanda
ticari ilişkileri de içinde taşımaktadır.) sırasında; "her
kent devletinden" sporcular, ilgililer ve diğer her
tür insanın yanısıra 40 ya da 50'ser kişilik kafileler halinde -olmazsa olmaz- "Teoretikoslar" da katılırmış.

Bunlar spor karşılaşmaları sırasında hem tribünlerde
seyircilerin arasında hem de stadyumun icinde
bulunabilirlermiş.

Kısaca stadyumda her yere girme hakkı olan bu özel
gruplardaki insanlar, sadece herseyi izler ve
-stadyumda seyircilerin şamatası ile yer gök yerinden
oynarken- "hiçbir zaman tepki vermezlermiş."

Şimdi gözünüzün önüne getirin, sporcular
karşılaşmalarda hem birbirlerini izliyor ve tepki
veriyorlar; hakemler izliyor ve tepki
veriyorlar; ha keza seyirciler olur olmaz sürekli
tepki vermekle meşgullerken; Teoretikoslar sadece
gözlüyorlar...

Eğer bir sporcu hile yaptığında rakipleri göremediyse;
hakemler göremediyse; seyirciler farkedemediyse;...

acaba bu tepkisizce sadece ve sadece izleyen insanlar
(yaptığım hileyi) "gördü mü? görmedi mi?"

Bu soru, cevabı asla bilinemeyen bir soru.

Çünkü Teoretikoslar sadece stadyumda spor
karşılaşmalari sırasında değil, sonrasında da;
yani "yaşadıkları sürece gördüklerini asla hiçkimseye
anlatmayan ve tüm sırlarıyla birlikte ölen insanlar..."

Böylece sporcunun kafasındaki soru da ölünceye kadar
onu kemirecek bir soru olarak kalmakta ve surekli
vicdan baskisi altinda eziyet çekmektedir.

VICDANI, yani AHLAKI ve daha sonrasinda da spor
mesleğini bir dizi kodlar'la biçimlendirecek olan
"etik kod"un olusmasina yol açacak "tutarlı davranış
alışkanlığı"; yaptığı iş ne ise /meslek etiğini/ onu sürekli tetikleyecek bir baskı olarak varlığını sürdürecektir.

Demek ki meslek etiği dış yaptırımlarla oluşan bir şey
değil...

Kökeni derinde olan zımni bir takım kodlarin
bilinmesi paylaşılması ve bellenmesi sürecinde oluşan
gelişen bir şeydir diyebiliriz.

Yani "yasaklar yoluyla mesleki etik oluşmaz..." sözüyle
bitirirken sorayım;

"yoksa sen Teoretikos musun?

Sevgi ve Saygılarımla
Metin Karadağ
Old 21-11-2002, 14:57   #14
metin karadag

 
Varsayılan KÖR KUYULAR İÇİNDE...

sevgili arkadaslar

uzulerek belirtmem gerekir ki; "kendi kuyumuzun dibinden yukariya baktigimizda gordugumuz gokyuzu, sadece gokyuzu 'parcasidir' tamami degil..."

ve bilgisine ulasamadiginiz 'bugun'; yarin artik etki bile
edemeyeceginiz gelecegin kendisidir.

egitim surecinin oznesi olarak en uyanik unsurlar diye bildigimiz
GENCLER yani sizler bile konusmaya mecali olmayanlar gibi kimiltisiz duruyorsaniz...

...

inanin artik soylenecek hicbirsey kalmadi noktasina daha coook var...

cunku sistem yani butun, parcalarinin uyumlu birligine bagli
olarak var olur.

yani herbirimiz aslinda sozunu ettiginiz sistemin
varliginin onkosulu olarak varligimizla onu var kilariz.

o halde sistem dogrudan dogruya her sabah aynada
gordugumuzden baskasi olamaz.

bu yuzden mucadeleyi (sistemle olan) nerede oldugu
bilinemeyen hedeflerle degil kendi kendimizle yuzlesme
biciminde gerceklestirebiliriz. (simurg efsanesi gibi)

yani sabahlari gozlerinin icine bakabilecegimiz bir
kendi yuzumuzu kazanincaya kadar.

sisteme karsi en onemli unsur olarak kendinize karsi kendinizi bu karsi durustan uzak tutmaya calismak, sadece cekilecek eziyetin surecini ve yukunu artirmaya yarar.

lutfen kendinize guvenin ve kendinize kendinizi en iyi bir sekilde
duyurabileceginiz bir sesle seslenin.

"hayal kurmak", sadece corba icin yasamaktan daha
doyurucudur.

hicbirsey icin gec degil.

hayal kurmaya devam edebiliriz.

haydi!...))

sevgi ve saygiyla
metin karadag
Old 16-12-2002, 15:55   #15
metin karadag

 
Varsayılan Kim kimi egitiyor?

Sevgili arkadaslar

Asagidaki yaziyi ve web adresini baska bir tartisma grubundan aldim.

aklimizin ufuk cizgisi ile ilgili bir konuyu sorun edinmis gibi...

"Kim kimi eğitiyor?" ya da "Eğitim sürecinde "ESAS ÖZNE"ye doğru bir adim daha..."

Prof. Dr. Sayın Ahmet İNAM'ın aşağıda web adresi verilmiş yazısında da aynı şeyleri görebiliyor musunuz?

Sonuçta siz ne diyorsunuz?

Bilgilerinize sunuyorum.

sevgi ve saygiyla
metin karadag

/////////


( ... )

Eğitim ortamlarında öğretimin yanında eğitime önem verilmesi gerektiği sıkça dile getiriliyor. 'Öğretim önemlidir, ama eğitim olmadan öğretim bir işe yaramaz. Eğitime ağırlık verilmeli.' sözleri daha bir yüksek sesle söyleniyor. Böylelikle 'eğitim' kavramının hep dışta ve üstte tutulması başarılıyor, kavramın kendisi hiç bir zaman sorgulamanın içine çekilemiyor. Sorunun kendisini oluşturan bu düşünme biçimi sorunu çözebilir mi? Bu düşünme biçimi şu soruları peşinden getirir: Kim kimi eğitecek? Hangi ehliyetle ve yetkiyle? Hangi cesaretle ve cür'etle?
Neye göre eğitecek? Ne için eğitecek? Nasıl eğitecek? Eğitilecek olan eğitilmeye razı mıdır? Eğitmeye aday olanın kendisi eğitilmiş midir? Neye göre eğitilmiştir?... En önemlisi kişiye tek taraflı davranış ve bilgi aktarımı mümkün müdür?

Prof.Dr. Ahmet İnam, eğitim kavramını tartışmaya açıyor ve yeni bir kavram öneriyor. Dikkatinize sunuyorum. detayları okumak isterseniz:


http://www.geocities.com/oybider/bil.../ainam002.html
Old 31-12-2002, 15:12   #16
metin karadag

 
Varsayılan Herkese mutlu yıllar diler ve eski bir yazımı keyfinize sunarım...

Sevgili Arkadaşlar

Herkese savaşsız, sömürüsüz nice mutlu yıllar dilerim...

Ayrıca:...

Arşivimden eski bir yazımı sizlerle paylaşarak; yeni yıla "başta kendimize karşı olmak üzere" tüm yabancılaşmalara karşı çözümler üretme dileğimi sunuyorum.

Sevgi ve saygılarımla
Metin Karadağ


--------------


“Kimlik, Kimlik Travması ve Aidiyet Kimliği:...”

Ne kadar bilinçli korunma alışkanlıkları edinmiş olursak olalım, yaşamın içerisinde yer alan irili ufaklı ve değişik türde psikolojik travma şiddetlerinden payımızı alırız...
Önemli olan sürekli bir biçimde psikolojik şiddetten arındırılmış ortamda bulunabilmek için sürekli kaçmak değil; karşı karşıya kalınabilecek psikolojik şiddeti önceden algılamaya ve ortamı şiddetten arındırabilmeye çalışmaktır.
Sürekli şiddetsiz ortam talebi de bir tür şiddet olarak karşımıza çıkabilir.
Psikolojik Çevre Kirliliği Sistemi de denilebilecek ve farklı nedenlerle ortaya çıkan psikolojik şiddetlerin dinamik toplamı; sınır tanımaksızın zincirleme reaksiyonlarıyla üzerimizde etkilerini bırakmaktadır. Aldığımız bu etkileri ise bizler başka mekanlardaki başka insanlara doğru aynen bizlere ulaştığı gibi sürekli taşımaktayızdır.
Nedeni anlamında ilk kaynağı olduğumuz herhangi bir psikolojik travmanın, bilmediğimiz yerlerde tanımadığımız insanlara ulaşıyor olmasını düşünmek bile bizlerde rahatsızlığa yol açabilir.
Burada saymaya ve sıralamaya yer bulamayacağımız nedenlerle ya da bahanelerle; toplumsal yaşam içerisinde psikolojik travmaya uğramamış insan yok gibidir.
Günümüzde yaşananlar karşısında etkilenmemenin de bir tür “sabit psikolojik travma” biçimi olduğunu göz önüne aldığımızda; farkında olmadığımız ve ister istemez Sürekli Psikolojik Savunma Davranışı alışkanlığı edindiğimiz ortaya çıkar.
Takıntılarımız veya edindiğimiz benzeri tutumlar bu davranış alışkanlığının bir yansıması gibidir.
Takıntılarımıza karşı doğrudan doğruya yapacağımız bir müdahale, yaramızın kabuğuna yönelik bir müdahale anlamına gelecektir. Ve bu canımızı acıtabilir.
Takıntılarımızı zenginleştirmek yönündeki davranış alışkanlıklarımız ise doğrudan doğruya yüzleşmek istemediğimiz yaramızın (psikolojik travma) hiç olmazsa büyüme ve derinleşmesini önlemek için temiz tutulabilmesine olanak sağlayacaktır.
Aynı noktadan birden fazla ya da birbirine yakın birden fazla yara almak toparlanması ve kapanması daha güç olan daha büyük bir yaraya yol açabilir.
Bu nedenlerle takıntılarımıza karşı üvey evlat davranışında bulunmak yerine yaşamımıza olumlu bir biçimde katılmalarına olanak sağlamak; çürütülmüş birçok süt biçiminden “peynir ve yoğurtta olduğu gibi” modernize etmek gerekmektedir.
Bu yöntemle edineceğimiz “bağışıklık sistemi”; kimliğimizin gelişme ve olgunlaşmasına olumlu bir katkıda bulunacaktır.
Su altında iken vurgun yiyen dalgıçı eskiden “vurgun yediği derinliğe” indirirlerken; bugün basınç odasında vurgun yediği derinliğin basıncına eşit basınç altında tedavi ederek sağlığına kavuşturmaktadırlar. Vurgunun tahrip şiddeti derinlikle doğru orantılıdır da denilebilir. Denilmese de bunun hiçbir önemi yoktur. Nasılsa vurgun yemiş olmak “vurgun yemiş olmaktır...”
“Katilin cinayeti işlediği yere dönmesi”nde de aynı psikolojik travma şokuyla tekrar yüzleşme isteğini barındırdığı söylenir.
Bu örneklerde olduğu gibi travma, bir “yüzleşme” ile giderilmeye çalışılmaktadır.
“Kabullenme” ise yüzleşmenin ilk önemli adımı gibidir.
İnsanın yaşamı boyunca oluşumu süren kimliğinin; bu oluşum sürecinde alınan psikolojik travmalarla ve bu travmalara karşı geliştirdiği davranış alışkanlıklarıyla doğrudan ve ayrılmaz bağı ya da bağları vardır.
Kişisel kimlik tarihi sürecinde yaşanılanların oluşturduğu dinamik son toplam, süren yaşam ilişkilerinde kendini açık bir biçimde gösterir.
Toparlanamayacak ve geliştirilemeyecek derecede davranış bozukluklarına yol açan psikolojik travma toplamı; artık bir dış kimliğin çaresiz olarak iç kimlik (kişisel kimlik tarihi) olarak kabullenilmesine yol açar. Teslim olunduktan ve yakayı kaptırdıktan sonra geçmiş olsun...
Bazen dış kimlik, “deneyimli ve kimlik sahibi zatlar” tarafından zorla giydirilerek iç kimliğin olgunlaşması engellenir...
Giydirme süreci de zaten başlı başına psikolojik travmadır. Sık sık “eğitim” adını aldığı da olur.
Çaresizce sarılmak, tutunmak zorunda kaldığımız dış kimlik; kuyruğunu yutmaya başlayan yılanın kendini yuta yuta “sıfır” şeklini alacağı son duruma kadar güzel güzel yoluna devam eder.
Ve yarılmaların başlamasıyla olgunlaşma fırsatı bulamayan iç kimlik saldırganlık düzeyinde şiddet kusmalarıyla kendini ispatlama yol ve yollarını çaresizce seçer dışarı çıkar... Dışarda kalır.
Ben bu konudan sıkıldım tekrar içeri giriyorum...
Metin KARADAĞ Haziran 1999
Old 12-01-2003, 14:46   #17
metin karadag

 
Varsayılan hukukta_staj_rotasyonu@yahoogroups.com

Degerli arkadaslar

Kısa sürede sizlerden cok sey ogrendim, bu ogrendiklerime guvenerek daha aktif bir ortamda konuyu tartisabilmek ve hukukta staj rotasyonu programinin hayata gecmesi icin gereken ilk adimlari olgunlastirabilmek amaciyla; hukukta_staj_rotasyonu@yahoogroups.com listesini actim.

Gerek burada gerekse de acilan yeni listede olgunlasan bilgilerin hepimizin gelecegini ilgilendirdigin dusunuyorum.

Grubun tanitim yazisi bolumune ise asagidaki paragraflari ekledim... Aktif katkilarinizi esirgemeyeceginizi dusunuyorum.

"Degerli arkadaslar bu grup, su an hukuk egitimi gormekte olan tum ogrenciler icin mimarlik egitimi ve insaat muhendisligi egitiminde de uygulanan/denenen bir modeli ornek alarak; tartismayi uygulama ile birlikte surdurmeyi amaclamaktadir...

Bu surec, ancak bu konunun esas sahiplerince; yani "hukuk egitiminin oznesi olan hukuk ogrencileri tarafindan" olgunlastirip test edilerek sonuclandirilabilir..."

Bilgilerinize sunarim
Sevgi ve Saygilarimla
Metin Karadag
Old 15-07-2006, 14:59   #18
sahinaydın

 
Varsayılan

bu alanda yetişmek tamamen kendi elimizde, insanlara çay ısamarlamak fena bişey değil ki staj dönemi çay demlemeyi ya da bardak taşımayı bilmeyen insanlara da birşeyler öğretir sanırım.
Old 03-04-2007, 09:48   #19
Godfather

 
Varsayılan

stajer avukatlar katibin yardımcısıdır aynı zamanda. dosya fotokopisi çektirmek, talep açmak, müzekkere yazmak gibi vazifeleri de vardır. ofisboyluk ve çaycılık dışında bunları da unutmayalım
Old 04-04-2007, 13:42   #20
tuval2310

 
Varsayılan

arkadaslar,
az once adlıyeden geldım ve hala saskınlık ıcerısındeyım..kalemdekı memurdan vekaletnamemızı koymak uzere dosyamızı ıstedım ve memurun 'sana para vereyım de gıt surdan bana yıyecek bır seyler al' talebı ıle karsılastım!!o kadar sınırlendım kı..tabı hak ettıgı tepkıyı verdım ama gun boyunca bu bozuk sınırle dolasmak yanıma kar kaldı....
Old 04-04-2007, 21:55   #21
KaanK

 
Varsayılan

Tamam fazla havaya girmemek kibirli olmamak lazım ama
millet de şunu görmezden gelmesin artık
ya biz 4 sene hukuk okuduk ve hukuk fakültesi bitirdik boş birşey mi bu Allah aşkına ya
Valla kimseler kusura bakmasın bana saygı sınırlarını aşacak aşağılayacak tavra yeltenen kimselere ( ki bu kişinin nitelikli bir vasfı da yoksa özellikle ) biraz argo olacak ama ayarı veriyorum hic de üzülmüyorum yani.
Ne demisler fazla mütevazi olma gerçek sanarlar . Hersey yerine göre ve olduğu ölçüde bundan böyle
Old 04-04-2007, 22:08   #22
Av.Ayse E.

 
Varsayılan

mesajları okurken su dıkkatımı cektı ılk mesaj taa 2002 yılına aıt...sene 2007..5 koca yıl gecmıs...tabı bu sıtedekı herkesi tenzih ederek acıkcası sunlar aklıma geldı uzulerek...2002 yılının stajyerlerı bugunun avukatları...stajyer olan sonra avukat olan kımseler acaba stajyerlık yıllarını unutuyorlarmıda avukatlık donemındede aynı davranıslarda stajyerlerıne bulunuyorlar...sıkayetler devam ettıgıne gore durum bunu gosterıyor malesef...bu bıraz annesıne benzemek ıstemeyen kızın annnesı gb olması veya babasınıa benzemek ıstemeyen evladın babasının tıpkısı olması gb kısır bır dongumudur...neyse genclıgımızı unutmamak dılegıyle...stajyer meslaktaslarımada kolaylıklar dılıyorum...
Old 06-04-2007, 18:28   #23
Av.M.Yücel

 
Varsayılan

"Ve kırar göğsüne bastırırken..." Hukukçuluk ancak ve ancak erdem sahibi insanlar eliyle yapılırsa gerçek değerini bulur. Toplumun en erdemsiz, ahlaksızlarıyla düşüp kalkıp da erdemini yitirmeyenlere ne mutlu...
Old 27-04-2007, 14:32   #24
Av.Mustafa Çolak

 
Varsayılan

bence herşey stajyer avukatta biter.hiç kimse senden daha üstün değildir.çaycı mı yoksa meslektaşın avukat mı bu işler avukatların pısırıklığından kaynaklanıyo ezdirmeyecskin kendini.sıcak yüzünü gösterirsen herkese sırtına binmeye çalışır.
Old 18-07-2007, 23:21   #25
cemaydın

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ayse Eroral
2002 yılının stajyerlerı bugunun avukatları...stajyer olan sonra avukat olan kımseler acaba stajyerlık yıllarını unutuyorlarmıda avukatlık donemındede aynı davranıslarda stajyerlerıne bulunuyorlar...

Nietzsche nin çok sevdiğim bir aforizması vardır. " Bir canavarla savaşırken, canavara dönüşmemeye dikkat et"
Old 28-07-2007, 14:36   #26
genchukukcu123

 
Varsayılan

merhaba.ben hukuk fakultesinden henuz bir ay once mezun oldum.fakulteden yeni mezun olan bir cok kisi gibi ben de oncelikli olarak avukatlik stajimi yapmayi dusunuyorum.stajima baslamadigim icinse bu surecte yasananlari tam olarak bilemiyorum.daha once stajini tamamlamis arkadaslarimizdan edindigimiz bilgilere ve sizlerinde yaptigi acıklamalara gore stajyerler bu surecte konu ile ilgisi olmayan islerde de gorevlendirilebiliyor.sahsen bu durum ne kadar sevimsiz gorunse de sanirim hicbir stajyer adayinin gozunu korkutmuyor cunku bu surecten gecmek zorundayiz.
fakultede okurken hocalarimizdan biri soyle demisti:'bu fakultede okudugunuz icin hicbir seyden gozunuz korkmasin.sizler hiçbir donemde eskimeyecek,populerligi sona ermeyecek bir okul okudunuz ve sosyal birimlerin hemen hemen hepsinde gorev alabilecek yeterliliktesiniz.'bu soz gercekten hepimizi yureklendirmisti.ama gelgelelim bu bu kadar da basit degil.cunku her ne kadar genis bir yelpazede is imkanlari sunulsa bile her alanin kendine gore bir zorlugu oluyor.her seyden once hakimlik ve savcilik bir tercih meselesidir.bundan 30 sene oncesinde hukuk faukltesini bitirenler cok cok daha kolay hakim,savci veya kaymakam olabiliyorlardi.ama artik hakim veya savci olabilmek cok mesakatli bir calismayi gerektiriyor.aslinda sorun yazili sinavlari gecmek de degil.sinav belli bir denemeden sonra gecilebilir sorun mülakatlar ve belki de hakki olmasina ragmen torpilsizlikten kabul edilemeyenler.artik kendi azmiyle calisanlar bir de milyarlik dersanelerin ogrencileriyle de yarisiyor.
her ne kadar kurum avukatligi,mufettislik,uzman yardimcilgi vb is imkanlari da bulunsa hukuk fakultesinden mezun olanlar oncelikli olarak hakimlik, savcilik ve avukatligi dusunuyor.ama gardiyanlikta ve bir takim soförluklerde hukuk mezunlarinin oncelikli olacagini da unutmamak gerekir hakim savci olmak gibi bir tercihiniz yoksa,idealiniz olmasina ragmen veya meslegin karizmatikligini,imkanlarini dusunmenize ragmen kazanamadiysaniz geriye tek alternatifiniz kalir o da avukatlik.
her insanin idealleri imkanlarina gore sekilleniyor malesef.hakimlik savciligi bir kenara biraktigimizda geriye kalan avukatlik her seyden once bir cevre meselesidir.eger imkanlari kisitli biriyseniz ve cevreniz de yoksa stajterlik asamasinda gorevlendirileceginiz alakasiz islere de boyun egmek zorundasiniz diye dusunuyorum.unutmayalim ki hakimlik savcilik alimlari kisitli,mulakatlar goz korkutuyor,bu ulkede bir suru ozel universitede hukuk faultesi var ve ozel okuyan ogrencilerin %100e yakini avukatlik yapiyor.(ustelik gayet de iyi burolarda)parali egitime tabi ki de karsi degilim ama bu ulkede bir tane bile tarih cografya sorusu yapamamis ogrencileri yerlerde surunen puanlarla hukuk fakultesine kabul edebiliyoruz.neden?cunku hukuk fakultesi acmak kolay bir istir.bir bina bulmaniz yeterli.genis labaratuarlara veya kütüphanelere ihtiyaciniz yok.bir tarafta da ankarada iyi bir staj egitimi almak adina devlet yurtlarinda kalmak icin mudurluklere dil doken,nobetci yurtlarda turlu engellerle bavulu elinde surunen stajyerler var tabi.
yani her ne kadar stajyerligime baslamamis olsam da bircok stajyerin sinavlari gecemezsem korkusuyla maddi imkanlarini dusunurek bircok seye goz yumdugunu dusunuyorum ben.cunku sonrasinda sigortali olarak calisabilecegi bir ise ihtiyaci var.en cok is imkaninin bulundugu istanbulda yaklasik 14.000 avukat var.bence stajyerlerin kendilerini gercek anlamda gelistirebilmeleri icin burs imkanlarina ihtiyaclari var.insallah ilerde daha duzgun bir sistem olur diyecegim ama ozel universitelerin sayisinin arttigi ve buna bagli olarak avukat sayisinin cig gibi buyudugu bir ulkede bu gayet zor.

hukuk dunyasinda cok genc oldugum icin belki de goremedigim yonler var.dusuncelerimle gordugunuz yanlislari duzeltirseniz sevinirim.tum olumsuzluklara ragmense umutsuz olmamaktan yanayim.saygilarimla...
Old 28-07-2007, 20:47   #27
tuval2310

 
Varsayılan

sayın genchukukcu,

mesajınızın genelinden ben _üzülerek_şöyle bir sonuç çıkardım;
Hukuk fakülteleri temelde hakim/savcı yetiştiren yerlerdir ancak bunu başaramayanlar başka şansları olmadığından('mecburiyetten') ve 'başarısız' oldukları,sigortalı bir işe gereksinim duydukları için avukat oluyorlar..Şahsi fikrim mesajınızı çok genel yazdığınız yönünde..Meslek 'SEÇİMİ' adı üzerinde seçimdir,tercih meselesidir..

Maddi imkansızlıkların staj döneminde yapılan haksızlıklara boyun egmeyi gerektirdiğini düşündüğünüzü söylemişsiniz..Benim babamın fabrikaları,şirketleri,bana maddi açıdan cok şey kazandıracak zengin arkadaşları olmadığı için ben belki benden 5 yıl önce aynı okuldan mezun olan bir avukat arkadaşımızın çaycılıgını yapmaya boyun egmek zorunda değilim,olmamalıyım..Böyle düşünen stajyer arkadaşlar varsa eger durum yıllarca hak,hukuk eğitimi almış kişiler_aslında böyle düşünen herkes_için gerçekten çok vahim..

Avukatlık benim ve bir çoğumuzun hayali ve ben hayallerimi gerçekleştirmek için hiç birşeye boyun egmek zorunda olduğumu düşünmüyorum..Hiç bir zaman hakim ya da savcılığı 'seçmeyi' düşünmedim,avukatlıgı sınavlardan korktugum ya da sınavları başaramadığım için degil HAYALİM oldugu için istiyorum..

Stajyer avukatların imkanlarının iyileştirilmesi konusunda sizinle hemfikirim..Bunca olumsuzluğa ragmen umutsuz olmamalı,bunlara karşı tavrımızı koymalıyız...
saygılar
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Savcının görevi "suç isnat etmek" mi, yoksa "suç ispat etmek" mi olmalı? sibelniko Hukuk Sohbetleri 21 30-09-2013 08:43
Borçlu Adına Serbest Meslek Makbuzu Kesmeye "Dur" Dendi! VARTO'LU Hukuk Haberleri 34 26-04-2012 00:48
FSEK anlamında"eser"; "Mezdeke"oryantal grup adı ve oluşturdukları karakter eser mi? Aslı Hukuk Soruları Arşivi 6 27-12-2006 01:32
Gelin, Şu "ilk Adımı" Atalım Artık;"stajyer Avukatların Sosyal Güvenlik Sorunları&quo metin karadag Hukuk Stajı ve Meslek Seçimi 0 05-03-2003 15:18


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08341002 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.