14-06-2007, 21:44 | #1 |
|
Yargıtay'ın Meşru Savunma Değerlendirmesi!
10 kurşunla öldürdü, heyecanına verildi
Yüksek mahkeme, kardeşine silahlı saldırıda bulunan kişiyi 10 el ateş ederek öldüren sanığın cezasını “heyecan, korku ve telaş mazur görülmeli” diyerek bozdu, ceza verilmemesini istedi. ANKARA - Yargıtay 1. Ceza Dairesi, kardeşine silahlı saldırıda bulunan bir kişiyi 10 el ateş ederek öldüren sanığa verilen cezayı, “eylemin meşru savunma sınırını aştığı, ancak bunun mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan kaynaklandığı” gerekçesiyle bozdu. Daire, sanığa ceza verilmemesi gerektiğine işaret etti. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, kardeşine silahlı saldırıda bulunan bir kişiyi 10 el ateş ederek öldüren sanığa verilen mahkumiyet kararını, “eylemin meşru savunma sınırını aştığı, ancak bunun mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan kaynaklandığı” gerekçesiyle bozdu. Daire, sanığa ceza verilmemesi gerektiğine işaret etti. KISA SÜRELİ YAPTIRIM CEZASI ALMIŞTI Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi, şehir kulübünü işletenlerle burada içki içenler arasında çıkan kavgada, kulübü işleten kardeşine silahla ateş eden kişiyi öldüren sanığa Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 50. maddesi uyarınca kısa süreli hapis cezasına karşılık gelen yaptırım uygulanmasına karar verdi. Kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy çokluğuyla bozdu. MEŞRU SAVUNMADA SINIRI AŞMAK Daire kararında, sanığın kardeşinin canına yönelik olarak 2-3 metre mesafeden birden çok ateş edildiği anlatıldı. Sanığın, silahlı saldırının devam etmesi üzerine meşru savunma koşulları içinde hareket ederek, 10 el ateş ettiği ve öldürdüğü belirtilen kararda, “eylemin meşru savunma sınırını aştığı, ancak bunun mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan kaynaklandığı” kaydedildi. TCK’nın 27/2. maddesinin, “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” hükmünü içerdiği anımsatılan kararda, beraat yerine kısa süreli hapis cezasına yaptırım uygulanmasının yasaya aykırı olduğu ifade edildi. http://www.haberler.com/yargitay-dan...irmesi-haberi/ |
14-06-2007, 21:57 | #2 |
|
|
16-06-2007, 00:07 | #3 |
|
TCK 27/2 kaldırılmalıdır
TCK’nın 27/2.: “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez”
Öncelikle belirtmek gerekir ki Yargıtayın kararı TCK hükümlerine uygundur. Ancak Kanun Koyucu TCK 27/2 de meşru savunma kurumuna getirdiği düzenlemeyle meşru savunmada sınırın aşılmasını adeta meşru hale getirmektedir. Gerçekten meşru savunma yapan pek çok kişide genellikle mazur görülebilecek bir heyecan vardır. Bunu cezayı kaldıran neden haline getirmek, bu olayda olduğu gibi pek çok olayda adalet duygularını zedeleyen sonuçlar meydana getirecektir. Yargıtayın bu hükmün uygulanma alanını daraltıcı nitelikte yorumlamasını beklerdim. Ancak yargıtayın yorumu da adalet duygularını zedelemektedir. Bu durumda yapılacak tek şey kalıyor geriye: TCK 27/2 kaldırılmalıdır. |
16-06-2007, 11:10 | #4 |
|
Meşru savunmada sınırın aşılıp aşılmadığının saptanması her somut olaya göre farklılık gösterir.Öncelikle, yargıtayın incelemesine konu olan hadisenin ayrıntılarını öğrenme fırsatımız olsaydı daha sağlıklı bir yorum yapmamız mümkün olurdu.
Acaba ateşlenen 10 mermi de maktüle isabet etmiş mi? Eğer öyleyse meşru savunmadaki sınırın aşılması mazur görülememeli. Zira 3 veya 5 el ateş edilip karşı tarafın isabet aldığını düşünürsek kardeşini savunma kastıyla hareket eden sanığın saldırıyı bertaraf etmeyi başardığı sonucuna ulaşmamız mümkün. İhtimalli düşünürsek : Sanığın açtığı ateşin maktülün neresine isabet ettiği de önemli, eğer ilk atışta maktül kafa nahiyesinden yara almış ve artık saldıramaz durumdaysa ve sanık buna rağmen 9 defa daha ateş ediyorsa yine sınırın aşılması kanımca mazur görülemez.Tüm bunların saptanmasının çok zor olduğu su götürmez ancak ceza hukuku ilmi matematik gibi kesin hükme götüren yollardan geçmediği için her hadisenin en ince ayrıntısına kadar incelenmesi ve yorumlanması gerekir.Saygılarımla.. |
25-06-2007, 17:57 | #5 |
|
Konuya iliskin Almanya'daki düzenleme
Merhabalar,
haberle ilgili olarak, konuya Almanya-Türkiye karşılaştırmalı olarak değinmek isterim. Bilindiği üzere ülkemizde, haklı savunmada(meşru müdafaa) sınırın aşılmasının özel hali, TCK m. 27/2’de düzenlenmiştir. Almanya Ceza Kanunu’nda, ise, "Überschreitung der Notwehr" başlıklı, 33. maddesinde benzer hüküm yer almaktadır. TCK m. 27/2’ye göre, “meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” iken, Alman Ceza Kanunu’na göre, eğer fail, haklı savunmanın sınırları, telaş, dehşet veya korkudan dolayı aşmışsa, cezalandırılmaz(“Überschreitet der Täter die Grenzen der Notwehr aus Verwirrung, Furcht oder Schrecken, so wird er nicht bestraft. § 33 StGB)). Öncelikli olarak Almanya bilimsel çevrelerinde, „haklı savunmada sınırın aşılmasının“ türlerine bakıldığında, haklı savunmada sınırın aşılmasının, iki şekilde meydana gelebileceği görülmektedir. Bunlardan birincisi, „intensive Notwehrexzess“ denilen, „dar kapsamlı haklı savunmada sınır aşılması“, diğeri ise „extensive Notwehrexzess” denilen, “geniş kapsamlı haklı savunmada sınır aşılmasıdır”. Bunlardan „dar kapsamlı haklı savunmada sınır aşılması“ kavramından anlaşılması gereken, savunma hareketindeki „gereklilik sınırının“ aşılmasıdır.Örneğin, burda kişi, saldırıyı def etmek için, göreli ağır bir savunma aracı kullanır. Aslında yumruklamayla defedilebilecek anlık bir saldırıya, o anki korku ve telaşla, faili göğsünden bıçaklayarak savunmada bulunmak gibi. “Geniş kapsamlı haklı savunmada sınır aşılması” kavramından anlaşılması gereken ise, kişi savunma hareketin, “zamansal” olarak haklı savunmanın sınırlarında aşma göstermesidir. Burda da örneğin, kendisini dövmek üzere üzerine yüklenen ve kendisinin silahını çektiğini görüp, bunun üzerine korkup kaçan kişiye, failin içinde bulunduğu korku ve heyacendan dolayı ateş edip, onu yaralaması. Ya da bıçakla yaraladığı ve artık halihazırda bir saldırı yaratamayacak kişiyi, failin bıçaklamaya devam etmesi. Bu durumda, 33. maddenin uygulanıp uygulanmaması gerektiği konusu tartışmalıdır. Almanya’da bazı bilimsel çevrelerce savunulan görüş ve Almanya Yargıtay’ının(Federal Mahkeme) görüşü, aslında bu durumda, haklı savunma aşısından halihazırda(hemzamanlı) bir saldırı ortada bulunmadığı için, buna yönelik de sınırı aşılmış bir savunmanın da mevcut olamayacağı, bu nedenle de kanunun “geniş kapsamlı sınır aşılmasını” kapsamadığı şeklindedir. Karşıt görüş ise, haklı savunmanın sınırlarının, zamansal sınırlar olarak da anlaşılması gerektiğini; kanun maddesinin sınır aşılmasının her türünü içerdiğini; bunun gerek savunmanın yoğunluğu ile, gerekse zamanla bağlantılı olarak aşılabileceğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, ayrıca, eğer haklı savunmada sınırın aşılmasındaki, “cezadan muaf tutulma” göz önünde bulundurulursa, kanunun geniş kapsamlı sınır aşılmasını da kapsadığı savunulmaktadır. Aynı ruhsal hal altında hareket eden kişiler açısından bir ayrım yapılmamalıdır. Toplulukta yer alan habere ve ayrıca internet aracılığıyla da ulaşılabilen başka haberlere bakıldığında, kararların ne yazık ki ayrıntılı gerekçelerine ulaşılamamasından dolayı, Türkiye Yargıtayı’nın, hangi görüşü kabul ettiği sorusunu yanıtlamak kolay gözükmüyor(bu konuda, topluluk üyelerinin, örnek olabilecek Yargıtay kararlarını, toplulukla paylaşması, konunun daha da iyi aydınlanmasını sağlayacaktır)(ayrıca konuyla ilgili başka bir haber için bakınız: http://www.haberler.com/gaspciyi-old...beraat-haberi/ - 53k –). Peki, sadece “heyecan, korku veya telaş” denilen, Almanya’da “güçsüzlük duyguları” (Verwirrung, Schrecken, Furcht - asthenischer Affekt) olarak anılan duygu hallerinin mevcudiyeti yeterli midir? Bu heyecan, korku veya telaşın bir derecesi olmalı mıdır? Yani , her türlü korku, heyecan hali, madde metninin uygulanması için yeterli midir? Almanya Yargıtay’ına göre, her ölüm korkusu madde metninin uygulanmasını sağlamaz. Burda daha çok baskı altında olma duygusunun sebep olduğu; kişinin, olayı doğru bir şekilde gerçekleştirme yeteneğini, büyük ölçüde yani esaslı olarak azaltan bir rahatsızlık derecesi mevcut olmalıdır. TCK’daki kanun metni, “mazur görülebilecek” heyecan, korku veya telaşı aramaktadır. Bu da göstermektedir ki, Türkiye Yargıtayı’da, her heyecan veya korkuyu yeterli kabul etmemektedir. Almanya uygulamasıda olduğu gibi, Türkiye’de de, mazur görülme incelemesi, korkunun ulaştığı seviye ile kişi üzerindeki etkisi göz önünde bulundurularak incelenebilir.Bu durumda,kişinin saldırı neticesinde, mesela, vücut bütünlüğünün bozulacağına ilişkin ya da öleceğine dair korkusu, öyle bir hal almalı öyle bir dereceye ulaşmalıdır ki, bu seviye, kişinin, makul hareket etme yeteneğini büyük ölçüde yitirmesine sebep olmalıdır. Ancak bu seviyeye ulaşmış bir korku, madde metni kapsamında mazur görülebilecek bir korku olabilir. Bu noktada da, Sayın Vargün’ün de belirttiği gibi, yerel mahkemelerin son derece özenli bir şekilde araştırma yapmaları gerekmektedir. Son olarak, kişi, bu duygulanımlarla hareket etmiş olmalı(neticeyle hareketler arasında nedensellik bağı bulunmalı), güçsüzlük duygularının karşışında yer alan, güçlülük duyguları sebebiyle (sthenischen Affekt- örneğin, intikam almak, kızgınlık, öfke, karşılık verme) hareket etmiş olmamalıdır. Konu hakkında, yararlanılan bilimsel kaynaklar: -Kindhäuser, StGB Kommentar, 3. Baskı, 2006. -beck-online, StGB Kommentar, 2007, - Yararlanılan mahkeme kararları: - BGH, Urteil vom 16.08.1994 - 1 StR 244/94 (LG Amberg), BGH, Urteil vom 06.02.1997 - 5 StR 589/96 (LG Braunschweig), BGH, Beschluß vom 15-11-1994 - 3 StR 393/94 (LG Görlitz). Tartışmaya katkıda bulunmuş olayı umar, herkese iyi günler dilerim. Saygılarımla Gülsün Aygörmez |
26-06-2007, 19:14 | #6 |
|
meşru müdafaa üzerine bir anektod..
gönderilen diğer mesajlarda konunun teknik boyutu üzerine bilgi verildiği için bu konuda ayrıntıya girmeyi uygun görmedim. bu nedenle ben sadece, konunun toplumdaki yeri ve vicdani boyutuyla ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum.
öncelikle, hukuk dediğimiz ve bizim uğraş alanımız olan bu çetrefilli alan bir sayısal bilim değil. bu hepimizin malumu. hukuk sosyal dinamikler sonucu oluşmuş ve yine bu dinamiklerin kesin etkisi altında gelişmiştir. hukuk, hakların korunması için vardır. hukukçu olmak, diğer insanlardan farklı bir bakış açısına sahip olmayı gerektirir. vardığımız sonuçlar kimilerini mutlu eder kimilerini etmez. ama adalet bizim elimizle gerçekleşir. bazı olaylarda ya da bazı olgularda diyelim, hukukçu kendi vicdanı, toplum vicdanı ve hukuk arasında sıkışır kalır. ceza hukuku açısından bu çok sık rastlanan bir olgudur. salt hukuka bağımlı kalmayı tercih eden hukukçular, "vicdanı rahatsız etse bile hukuk bunu emrediyor" düşüncesiyle bir gerekçe bulurlar görüşlerine. vicdani eğilimi fazla olanlar ise, "hukuk adaleti sağlamak içindir, prosedürü tamamlamak için değil" düşüncesindedirler. bunun neresinde olduğumu net olarak söyleyemem sanırım ama vicdanımı dinlemeden hiçbir kanun hükmünün uygulamasına geçmem. hukuk, vicdanı adaletle rahatlatır, formaliteyle değil. hukukun temeli de, hukukçunun yaptığıyla kendi vicdanını tatmin etmesi değil, toplumun kendine verdiği erki kullanarak, ihkak-ı hakkı engellemesi ve toplumun hakkını korumasıdır. hukukçu toplumdan aldığı vekaletle hakkı teslim eder. neden bu kadar şey anlattım da meşru müdafaya değinmedim değil mi şimdi oraya geleyim. mahkemelerimizde özellikle meşru müdafanın uygulanması konusunda büyük bir çekingenlik var. birçok olayda meşru müdafa hali olmasına rağmen uygulanmıyor. bu konuda konuşma fırsatı bulduğum birkaç hocamdan onların konuştuğu hakimlerin ve savcıların düşüncelerini öğrendiğimde büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yaşamıştım. "meşru müdafa olsa dahi, ortada bir ölü var!" diye düşünenlerin dahi olabildiğini söylemişti hocam. toplumun vicdanını rahatlatmak gerekiyor gerekçesiyle meşru müdafanın alanını bilinçli olarak daralttıklarını belirtmişti. meşru müdafa en önemli insan hakkıdır. meşru müdafa, sonradan olay incelenirken, çok dikkat edilmesi gereken, çok yoğun değerlendirmeye tabi tutulması gereken ve olayın tüm ayrıntılarını, failin ruhsal halini, kişiliğini, geçmişini bilmeyi gerektiren bir olgu. hukuki yönden ziyade belki de psikolojik ve sosyal boyutu daha yoğun olan bir konu. bu yüzdendir ki uygulamasında kesin kurallar koymak mümkün değil. meşru müdafada sınırın aşılması konusunda, bence olay göz önünde kesinlikle bulundurulmakla birlikte, biraz daha esnek davranılmalı. Özellikle büyük suçlarda meşru müdafanın sınırının aşılması bence çok da mazur görülebilir bir ayrıntı. örneğin, bahsi geçen yargıtay kararında, kardeşine silah çekilmiş bir kişi var. hukukçu burada sınırın aşılıp aşılmadığını değerlendirirken, ilk önce kendini o durum içinde bir düşünmeli. sizce bu kişi, kaç el ateş etti ya da faili kafasından mı vurdu, kolundan mı vurdu ayrımına o anda dikkat edecek halde mi??? bazı anlar vardır ki insan için görüntü bulanıklaşır, tüm sesler kaybolur, rüya gibi olur herşey. böyle bir durumda hiçbir yaratıktan mantıklı davranmasını bekleyemezsiniz. başıma gelen bir olaydan örnek vereyim. üniversite yıllarımın ilkinde, basit bir kavgaya karışmış bulundum. hiç beklemediğim bir andı. karşımdaki kişinin bir anda elinde kılıç gibi bir bıçakla karşımda dikildiğini gördüm. birbirimizin gözlerinin içine baktık önce, bıçağı farkettiğimdeki ruhsal halimi hatırlıyorumherşey öylesine farklı görünmüştü ki. insan tüm vücudunun acı bir sıvıyla kaplandığını hissediyor.sanırım adrenalinin tadını ilk o zaman bu kadar net aldım insanın ölürken neden hiçbir şey hissetmediğini de o zaman kavradım. görecek günüm varmış ki adamın elinden bıçağı aldılar. şimdi düşünüyorum da o anda benim elimde silah olsaydı, ne yapardım bilmiyorum. ne yapardım bilmiyorum derken "ateş eder miydim, etmez miydim"i kastedmiyorum. ederdim tabiki ama kaç el onu bilmiyorum işte bir hukukçu olarak, ne mutlu ki, bu vb. olayları çok yaşamış olduğum için sanırım daha iyi yorum yapabiliyorum. derler ya içinden gelme diye. sanırım öyle birşey çok dağıttığımın farkında olmakla birlikte son şunu söylemek istiyorum: meşru müdafa mutlaka gereklidir. sınır aşılsa da aşılmasa da faydalıdır. sınırın aşılmasında kast olmadığı sürece esnek davranılmalıdır. saygılarımla, iyi çalışmalar... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
Konu Araçları | Konu İçinde Arama |
Konuyu Değerlendirin | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
T.c.k.m27 MeŞru Savunma Sinirinin AŞilmasi Tck.m.29'un Alternatİfİ Mİdİr? | av.şahin küçüksüslü | Ceza Hukuku Çalışma Grubu | 1 | 06-03-2007 19:01 |
Yargıtay'ın yapısı değişiyor | faruksa | Hukuk Haberleri | 1 | 28-12-2006 20:26 |
Yargıtay'ın İçtihat Satışı | Ahmet K. | Hukuk Sohbetleri | 22 | 04-06-2003 08:07 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |