15-02-2004, 20:02 | #1 |
|
Klasik Şiir Keyfi(Halk, Tasavvuf, Divan Şiiri):))
Halk, Tasavvuf ve Divan Edebiyatlarımz birbirinden güzel örneklerle dolu. Bu güzel eserlere ulaşabilmemiz, en azından benim açımdan, bir hayli zor. Divan Edebiyatının üstün bir deha ve sanat örneği olan eserlerini genellikle anlıyamıyoruz bile. Antolojilerde bulduğum örneklerin çoğunu anlıyabilmek için dakikalarca sözlükleri karıştırdığım oluyor.
Hoşuma giden bazı şiirleri Site okuyucuları ile paylaşmak için bu köşeyi açıyorum. Sizde beğenir ve katkıda bulunursunuz ümit ederim. İlk şiir köşenin içeriği konusunda bir ip ucu veriyor. Saygılarımla „Ruhsati Külhan var Sen ne Olacaksın?...“ Ben aşıkım deyu laf etme günül, Dağlarda duman var sen ne olacaksın? Çağlar hak diliyle, Hakk’ı çağırır. Şat, Murat , Fırat var, sen ne olacaksın? Yazıcıoğlu yanmış evrak elinde, Mecnun Hakk’a yetmiş, Leyla dilinde; Ferhad canı vermiş Şirin yolunda, Fuzuli Sultan var, sen ne olacaksın? Aşk ile kül olmuş, yanmış Niyazi, Eşrefoğlu gezmiş Şam’ı, Şiraz’ı, Yunus meleklerden almıştır razı, Bekayı bulan var sen ne olacaksın? Emrah göçün çekmiş dar-ı fenadan, Mansuri bendini asmış semadan, Arınmış Kuddusi hep masivadan, Canına kıyan var sen ne olacaksın? Aşık Garip asmış sazını duvara, Kerem Baba yanıp dönmüş küllere, Kusuri’nin gözü dönmüş fenere, Enelhak diyen var sen ne olacaksın? Aşık Ömer gelmiş çok yazmış ebyat, Kamili dünyada almamış murat, Nizamoğlu, Dertli çok kılmış feryat, Belayı bulan var sen ne olacaksın? .................................................. ..... Nic’aşıklar gelmiş, niceler göçmüş, Nice sır saklamış, nice sır açmış, Nicesi bu yolda serinden geçmiş, Ummana dalan var sen ne olacaksın? Bazı aşık vardır sever savurur, Mahbubu aşkından dağlar devirir, Altmış beş yaşında çalar çağırır, Mesleki(-i) suzan var, sen ne olacaksın? Ben değilim, Hakk söyletir dilimi, Bade içtim kimse bilmez halimi, Şu yalan dünyadan çektim elimi, Meftuni(-i) nihan var sen ne olacaksın Çoklar aşk yolunda verdi serini, Dağlar çekemezdi an ü zarını, Daha öldürmedin nefsin birini, Ruhsati, külhan var sen ne olacaksın? Ruhsati Raz: Sır Beka: Sonsuzluk, ebedilik Dar-ı fena: Ölümlü dünya Masiva: Tasavvuf felsefesine göre Tanrıdan başka her şey, Ebyat: Beyitler Külhan: Hamamlarda ateş yakılan yer, burada: cehennem An ü zarını: “ah ü zarını” olsa gerek |
17-02-2004, 22:34 | #2 |
|
(XV. Asır)
ŞEYHî GAZEL Bahâr mevsimidür hemdem-i sabâ olalum Gül ile dost kuhusuyla âşinâ olalum Bahar mevsimidir; tan yeline arkadaş, gülle dost ve kokusuyla bildik olalım. Çü devr-i lâledür ihlâs ile kadeh dutalum Nite ki nerkis olur mest-i bîriyâ olalum Madem ki lâle mevsimidir, o halde samimiyetle ele kadeh alalım ve nergis nasıl riyasız sarhoş oluyorsa, biz de öyle sarhoş olalım. Zamâne sırrını ko gonca gibi ser-best Çemen safâsına gül gibi dil-küşâ olalum Bırak, yaşadığımız devrin sırrı konca gibi kapalı kalsın: Biz bağ, bahçe safasına gül gibi gönlümüzü açalım. Cihan fütûhına Cem câmdur dimiş miftâh Gelün mülâzim-i câm-i cihan-nümâ olalum Cem, "dünyada neşe ve emel kapısının anahtarı kadehtir" demiş. Gelin, biz de içinde cihanı seyrettiren kadehten ayrılmayalım. Amelden ücret umunca gurûr-i tâat ile Günehde muhtazır-i rahmet-i Hudâ oallum İbadetimize gururlanarak amelimizn karşılığını umacağımıza, günahımızın affı için Allah'ın rahmetini bekleyelim; ondan ümidimizi kesmeyelim. Bahâr tevbeye Şeyhî cünun dimiş âkıl Bugün muvâfakat et irte pârsâ olalum Ey Şeyhî! Aklı başında olan, baharda edilen tövbeye deliliktir demiş. Gel bugün bu söze uy, içelim, keyfimize bakalım da yarın işi sofuluğa vururuz. |
17-02-2004, 22:37 | #3 |
|
NECÂTî
GAZEL Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler Servi yürütmediler goncayı söyletmediler Al yanaklı güzeller, gül bahçesinde gene neler yapmadılar! Selviye nazlı nazlı sallanmak cesareti ve koncaya açılmak fırsatı vermediler. Taşradan geldi çemen sahnına bîçaredürür Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler Lâle, bahçeye dışarıdan gelen bir zavallıdır; ondan dolayı onu gül devri sohbetine sokmadılar. Âdeti hûblarun cevr ü cefâdur ammâ Bana ettüklerini kimselere etmediler Güzellerin huyu zaten cevir ve cefa ise de bana ettiklerini kimselere etmediler. Hamdülillâh mey-i can-bahş ile sâkilerimüz Âb-i hayvân ile Kevser suyın istetmediler Allah'a hamdolsun ki, sâkilerimiz cana can katan şarapla, bize abıhayatı (hayat suyunu) ve Kevser suyunu artmadılar. Ey Necâti yürî sabreyle elünden ne gelür Hüblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler Ey Necâti! Yürü, sabret; elinden başka ne gelir? Güzeller cevirle cefayı kime öğretmediler ki.. |
17-02-2004, 22:39 | #4 |
|
(XVI. Asır)
FUZÛLî Su Kasidesi'nden 1- Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su 1- Ey göz(üm) (ey gözlerim), gönlümdeki ateşe göz yaşından (göz yaşlarımdan) su saçma; zirâ bu denli tutuşmuş (tutuşan) ateşlere suyun yapacağı bir şey yoktur. (Böylesine bir ateşi söndüremez). 2- Âbgûndur künbed-i devvâr rengin bilmezem Yâ muhit olmış gözümden künbed-i devvâre su 2- Dönen kubbe mi (gökyüzü mü) su rengindedir, yoksa göz yaşlarım mı bütün gökyüzünü kapladı,b ilmiyorum. 3- Zevk-i tiginden aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırakur rahneler divâre su 3- (Ey sevgili) senin kılıç gibi keskin bakışlarının zevkinden (zevkiyle) gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Ki (zirâ) su (duvarın dibinden aka aka, duvara çarpa çarpa) zamanla duvarda yarıklar, oyuklar açar, meydana getirir. 4- Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin İhtiyât ilen içer her kimse olsa yara su 4- Yaralı gönül senin peykâna benzer kirpik uçlarından (kirpiklerinden) korkarak (bin bir türlü kuruntuya kapılarak) söz eder. Nitekim yarası olan kimse (hasta) suyu çekinerek (korka korka) içer. 5- Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün teg virse min gülzâra su 5- Bahçıvan boşuna uğraşmasın, gönül bahçesini sele versin (bozsun) zirâ bin tane gül bahçesini de sulasa senin yüzün gibi bir gül yetişmez, açılmaz. 6- Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına Hâme tek bakmadan inse gözlerine kara su 6- Hattatın bakmaktan (yazmaktan, uğraşmaktan) tıpkı kalem gibi, gözlerine kara sular inse, yine de gubarî yazısını senin yüzündeki ayva tüylerine benzetemez. 7- Ârızun yâdıyle nem-mâk olsa müjgânum n’ola Zâyi olmaz gül temennâsiyle virmek hâre su 7- Kirpiklerim, senin yanağını anarak ağlamadan dolayı ıslansa ne olu? (Zirâ) gül elde etmek için dikene su vermek boşa gitmez. 8- Gam günü itmr dil-i bîmârdan tigün tiriğ Hayrdur virmek karangu gicede bâmâra su 8- Gam gününde (kederli günde) hasta, yaralı gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. (Zirâ) karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir. 9- İste peykânın gönül hicrinde şevküm sâkin et Susuzam bir kez bu sahrâda benümçün ara su 9- Ey gönül, (sevgiliden ayrı kaldığında onun ayrılık gününde) onun oka benzeyen kirpiklerini isteyerek (anarak) arzu ve isteğini onlarla sakinleştir, susuzum bu çölde; bir defa (ne olur) da benim için su ara. 10- Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi Nite kim meste mey içmek hoş gelür hüşyâya su 10- Ben, (senin ilâhî aşk şarabı sunan, lâl-ü cevher saçan) dudağını özlüyorum, (ben ona hasretim) zahidler, sofular ise kevsere tâlipler (bunu istiyorlar) nitekim (zaten bir vakıadır ki) sarhoşa şarap içmek, ayık kimseye de su içek hoş gelir. |
17-02-2004, 22:47 | #5 |
|
Gazel kelimesi Arapça' da "kadınlarla sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek" demektir. Sevgiden, sevgilinin aşkından söz eden gazeller Arap edebiyatında önceleri kasideler içinde bir bölüm olarak görülürken VII. yüzyıldan sonra bu adla ayrı bir şekil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ama bunlar bugün kullanılan anlamda bir nazım şeklinin adı olmayıp hangi şekilde yazılırsa yazılsın sadece konuları bakımından bu adı taşıyan şiirlerdir.
Gazelin asıl konusu aşk ve sevgilidir. Sevgili ile ilgili olarak şarap ve tabiattan söz edilir. Bu bir kural olmakla birlikte özellikle XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusu genişletilmiş; bir fikir, felsefî bir düşünce, bir hayat görüşü, tâlihten yakınma gibi başka nazım şekillerinin konularında da gazeller yazılmıştır. |
19-02-2004, 22:28 | #6 |
|
Felekmi, Trafik Canavarımı, yoksa başka Canavarmı ?
“Kahpe felek sana nettim neyledim
Attın gurbet ele parelerimi Ahirin de beni sılamdan ettin Kestin mümkünümü çarelerimi” Feleğin elinden kurtuluş yoktur. Ya “çırnağı demireden” olan kuşunu başımıza musallat eder, yada sillesini bir vurur ki neye uğradığımızı şaşırırız. Bazen aniden gelir başımıza çöker, bazende yavaş yavaş gelir. Bizi gurbet ele atar, sevdiklerimizden ayırır. Yari alır elimizden. Her gittiğimiz yerde bizden yar ister. Neyzenin deyişi ile; gah düşürür gah kaldırır, leyla peşinden ıssız vadilere saldırır, çıkmaz sokaklara daldırır, her telden çaldırır, şifa diye zehir yutturur. Bazılarımıza kavun yedirir, bazılarımıza kelek. Bizi güldürdüğü nadirdir, arada sırada felekten bir gün yahutta gece çalarız, hepsi o kadar. Fazlasına yer yok. Nedir peki bu felek, bizden ne alıp veremediği var? Kadermidir? Alın yazısımı? Başka kültürlerde de varmıdır, yoksa sadece Anadolu İnsanının başına musallat olmuş bir şeymidir? Bildiğimiz tek şey var ne yapsak netsek elinden kurtulamıyoruz. Kendisi yetmezmiş gibi bir de son otuz kırk yıldır başımıza musallat ettiği bir “Trafik Canavarı” var. Onun da nereden geleceğini, yahutta ne zaman geleceğini bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey bu trafik canavarının, felekle ortakmışcasına, durmadan can aldığı, akrabalarımızı, tanıdıklarımızı, arkadaşlarımızı alıp götürdüğü, alıp götüremediklerini de sakat bıraktığı. Haberler durmadan, “trafik canavarının yine bilmem ne kadar can aldığını” duyuruyor. Feleğin elinden yakamızı belki kurtaramayız, ergeç gelip bizi bulur. Ama tarfik canavarının elinden biraz da olsa kurtuluruz gibime geliyor, eğer bu canavarın bizim dışımızda, soyut bir şey olmadığını ve direksiyon başına geçer geçmez hemen hemen hepimizin küçük veya büyük birer trafik canavarı olduğumuzun bilincine varırsak. Aktardığım Türkü bu trafik canavarıyla ilk tanıştığımız yıllara ait. O zamanlar daha yeni olduğu için türkülere bile konu olabiliyormuş; şimdilerde kendisine öyle alıştıkki, türkülere konu olması bir yana, bir kaç can birden almadan haber bile olamıyor. Makinem geliyor önü kırmızı, Düz ovada ecel çevirdi bizi, Vay anam göresydi hallerimizi. Makine makine kanlı makine, Kimi ölüde kimi canlı makine. Makinem geliyorda dağlar belinden, Bir haber aldımda Ayşe gelinden. Çokmu gördün felek aldın elimden? Makine makine kanlı makine, Vallah yaram derinde giden makine. Saygılarımla |
25-02-2004, 22:55 | #7 |
|
Karacaoğlan
Pencereden bakan dilber, Güzelliğin bildirirsin. Ak göğsünde lale, sünbül, Ağlayanı güldürürsün, Gerdan açık, benin çoktur, Güzellikte eşin yoktur, Kaşın yay ki kirpik oktur, Vurduğunu öldürürsün. Bülbül gülün sökününden, Zülüf perçem takımından Geçme cami yakınından, Çok namazlar böldürürsün. Karacoğlan bana yazık, Yari gördüm, bağrım ezik. Bahçendeki güle yazık, Çok elletme soldurursun. Saygılarımla |
07-03-2004, 01:13 | #8 |
|
Yunus Emre
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz (Kelec: Söz) Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı Söz ola ağulu aşı bal ilen yağ ede bir söz Kelecilerin pişirgil yaramazını şaşııgil Sözün us ile pişirgil demegil çağada bir söz Gel ahi iy şehriyarı sözümüzü anal bari Hezaran gevher dinarı kara toprağ ede bir söz Kişi bile söz demini demiye sözün kemini Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz Yürü yürü yolun ile gafil olma bilin ile Key sakın key dilin ile canına dağ ede bir söz (Key:Pek, katı) Yunus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden Key sakın ol şeh katından seni ırağ ede bir söz Saygılarımla |
14-03-2004, 01:28 | #9 |
|
Aşk Üzerine Bir Deyiş
Mecnunum Leylamı gördüm
Mecnunum Leylamı gördüm Bir kerece baktı geçti Ne sordum ne de söyledi Kaşlarını yıktı geçti Soramadım bir çift sözü Ay mıydı gün müydü yüzü Sandım ki Zühre yıldızı Şavkı beni yaktı geçti Ateşinden duramadım Ben bu sırra eremedim Seher vakti göremedim Yıldız gibi aktı geçti Bilmem hangi burç yıldızı Bu dertler yaralar bizi Gamze okun bazı bazı Yar sineme çaktı geçti İzzeti der ne hikmet iş Uyur iken gördüm bir düş Zülüflerin kemend etmiş Yar boynuma taktı geçti Not: Bu deyişin, İzzeti (Ali İzzet) gibi Şarkışla'lı olan Aşık Veli'ye ait olduğunu iddia edenler de var. |
14-03-2004, 02:06 | #10 |
|
Edip Harabi'den Bir Deyiş
Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram
Ey zahit şaraba eyle ihtiram İnsan ol cihanda bu dünya fani Ehline helaldir naehle haram Biz içeriz bize yoktur vebali Sevap almak için içeriz şarap İçmezsek oluruz düçar-ı azap Senin aklın ermez bu başka hesap Meyhanede bulduk biz bu kemali Kandil geceleri kandil oluruz Kandilin içinde fitil oluruz Hakkı göstermeye delil oluruz Fakat kör olanlar görmez bu hali Sen münkirsin sana haramdır bade Bekle ki içesin öbür dünyada Bahs açma Harabi bundan ziyade Çünkü bilmez haram ile helali Harabi (Edip Harabi) HARABİ VE DEYİŞLERİ HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ: 1853 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Ahmet Edip'tir. Harabi, sonradan şiirlerinde kullandığı mahlastır. Bazı şiirlerinde adı Edip olarak geçer. Bahriye Birlik katibi olan Harabi, ömrünü İstanbul ve Rumeli'de geçirmiştir. 17 yaşında Bektaşiliğe giren Harabi, dünyadan göçüs yılı olan 1917'ye kadar bu yolun sadık bir bendesi ve yılmaz bir savaşçısı olmustur. Tasavvufla ve tasavvuf üstadlarının eserleri ile yakından ilgilenmiş, hece ve aruzla yazdığı veya irticalen söylediği deyişlerle koca bir divan meydana getirmiştir. Yunus'un sevgi ve birlik duygusuna, Nesimi'nin sertliğine, Kaygusuz'un hiciv ve istihzasına, Pir Sultan'ın cesaretine bu dünyadaki deyişlerde bol bol rastlamak mümkün. DİVAN Harabi'nin kendi elyazısı ile meydana getirdigi divan 570 sahifelidir. Bu divanı inceleyen Nejat AN arkadaşımız şöyle yazıyor: "Edip Harabi Divanı, İstanbul'da Süleymaniye Kütüphanesinde, İhsan Mahfi kitapları arasında 98 numarada kayıtlı bir yazmadır. Şiirlerin yazılı olduğu defter arada bir sahifeleri başka renkte olan, ilk otuz sahifesi dış kenarından fare yeniğine uğramış, kalın bir defterdir. Şiirler gelişi güzel bir sırayla yazılmıştır. Sonda bir fihrist var. Bu fihristte, şiirlerin ilk mısraları ile, bunlarin hizalarında aşıkanedir, rindanedir, hezeldir, nefestir, kafiranedir, mersiyedir, hicvamizdir, felekten şikayettir, vahdet-i ilahidir, berayı latife söylenmistir, hakimanedir, duadan ibarettir... gibi izahlar var. Şiirleri aruzla ve hece ile yazılmıştır. Şairin bu iki vezne de çok alışık olduğu hakimiyetinden anlaşılıyor. Uyakları kimi zaman göz için, kimi de kulak içindir. Rediflere rağbeti vardır. Nazım şekillerini maksadına göre seçmekte ustadir. Edip Harabi, tasavvuf konularında olduğu kadar hiciv alanında da usta ve tecrübeli bir şairdir. Hicviyelerinin üstünde, kime niçin ve ne zaman yazıldığını gösteren notların bulunması; onların ilginçliğini artırmaktadır. Bu arada şairi coşturan, kızdıran sebeplerin belli olması, onun hayatı hakkında da epey bilgi vermektedir. YENİDEN DOĞUŞ Harabi, bütün Bektaşiler gibi yeniden doğusa ermiş ve hayatına yeni bir yön vermiştir. Bu doğuş 17 yaşında olmuştur: Berzahtan kurtuldum çıktım aradan Onyedi yaşında doğdum anadan Muhammed Hilmi Dede Baba'dan Çok şükür hamdolsun geldim imkane Çok genç yaşında, Merdiven Köyü Bektaşi Tekkesinde M. A. Hilmi Dede Baba'ya ikrar verip tarikata giren Harabi hayatının sonuna kadar bu ikrara sadık kalmış, şiir ve nefesleri ile Bektaşi edebiyatının en kudretli ustadlarından biri olmuştur. Bektaşi olmadan önceki halini söyle anlatır: "Abdestimi alır, taştan duvare karşı bir kalkar bir yatardım. Savmı salatı bırakmazdım. Cennetle huri, gılman sevdası vardı gönülde. Beş vakte beş katardım, çok namaz kılardım, camileri gezerdim. Allah'a vasıl olmak böyle olur sanırdım." Yeniden doğuş ona yeni düşünceler yeni inançlar getirir ve ona şu mısraları yazdırır: Allah idi muradım Gece gündüz onu aradım Derlerdi hiç bulunmaz Çünkü o lamekandır Miraca nail oldum Bir haylice zamandır Hariç değildir Allah Me'vasıdır o dergah HER ŞEY ADEMDEDİR Harabi, artık medrese ve mescit softalığından tamamen kurtulmuş, kendisine yeni bir kıble bulmuştur: Adem. Ona göre herşey ve herşeyin yaratıcısı olan Tanrı ademdedir. Ve gerçek Kıble ademdir: Vechi Harabiye gel eyle dikkat Hakkın cemalini eylersin rüyet Bu, Harabi'ye has bir fikir değildir. Harabi'den önce de çok söylenmiştir. Mesela, ondan 500 yıl önce Nesimi de aynı inancı şu mısralarla dile getirmiştir. Ademde tecelli kıldı Allah Kıl ademe secde olma gümrah Ademdir iki cihanda maksut Secde etmeyen ona oldu merdud Haccı ekber kılmak istersen gel ey zahid beru Aşıkın kalbi içinde sen bu beytullahı gör Adını bilemediğimiz başka bir Bektaşi şairi bu konuda şöyle der: Hararet nardadır sacda değildir Keramet sendedir tacda değildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs'te Mekke'de Hac'da değildir Seyyit Nizamoğlu'nun divanında da yer yer bu fikre rastlamaktayız: Bende Cennet bende tuba bendedir Alem-i vahdette yoktur gayri hiç Cümle mevcudat-i eşya bendedir Gel dilersen hakkı görme Seyfiya Gel beru gel Tur-u Musa bendedir Bektaşi edebiyatı bu çeşit örneklerle doludur. Herşeyde Hakkı görmek ve mevcut olan herşeyde birlik ve beraberlik bulmak haline eskiler vahdet-i vücud adı vermişlerdir. İşte Harabi, vahdet-i vücuda canı gönülden inanmış ve bağlanmış bir şairdir. Kaynak: HARABİ VE DEYİŞLERİ, (Haz. Sefer Aytekin, 1959) |
14-03-2004, 02:16 | #11 |
|
Pir Sultan'dan Bir Deyiş
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım Yine Tazelendi Yürek Yarası Ben Bu Derde Hande Derman Bulayım Meğer Şah Elinden Ola Çaresi Efendim Efendim Benim Efendim Benim Bu Derdime Derman Efendim Türlü Donlar Giyer Gülden Naziktir Bülbül Cevreyleme Güle Yazıktır Çok Hasretlik Çektim Bağrım Eziktir Güle Güle Gelir Canlar Paresi Efendim Efendim Benim Efendim Benim Bu Derdime Derman Efendim Benim Uzun Boylu Serv-i Çınarım Yüreğime Bir Od Düştü Yanarım Kıblem Sensin Yönüm Sana Dönerim Mihrabımdır İki Kaşın Arası Efendim Efendim Benim Efendim Benim Bu Derdime Derman Efendim Didar İle Muhabbete Doyulmaz Muhabbetten Kaçan İnsan Sayılmaz Münkir Üflemekle Çırağ Soyunmaz Tutuşunca Yanar Aşkın Çırası Efendim Efendim Benim Efendim Benim Bu Derdime Derman Efendim Pir Sultan'ım Katı Yüksek Uçarsın Selamsız Sabahsız Gelir Geçersin Dilber Muhabbetten Niçin Kaçarsın Böyle midir İlinizin Töresi Efendim Efendim Benim Efendim Benim Bu Derdime Derman Efendim |
14-03-2004, 02:42 | #12 |
|
Noksani'den Bir Duaz-ı İmam
DUAZ-I İMAM
Kudret Kandilinde Balkıyıp Duran Muhammed Ali'nin Nurudur Billah Zuhur Edip Küffarın Meskenin Yıkan Elinde Zülfikar Ali'dir Billah Elinde Zülfikar Altında Düldül Önünce Kamberin Dilleri Bülbül Hazreti Fatma Anam Cennetten Bir Gül Ona Sırrım Dedi Hak Resulullah Fatma Anadan Geldi Hasan Hüseyin Onların Nuruyla Ziyalandı Din Kırklara Erişti Zeynel Abidin Çekeriz Yasını Hasbeten Billah Muhammet Bakır'dan Cafer-i Sadık Musa-i Kazım İrıza'dan Bin Yadıp Durduk Tarikat Abıyla Cesedi Yuduk Hak Buyurdu Müminin Kalbi Beytullah Taki Naki İmamların Şivanı Hasan-el Askeri Cismin Sultanı Elinde Zülfikar Sahip Zamanı Vakit Tamam Oldu Göndere Allah Noksani'yem Niyazımız Üstadda Elinde Zülfikar Hem Ehli Kanda Bin Bir Donda Baş Gösterdi Aliyel Murtaza Mürşidimiz Bülbülümüz Eyvallah Noksani Hayalin gönlümde olalı mihman Gah uslu gezeriz gah divaneyiz Soyunup aşkından olmuşuz üryan Gah Mecnun oluruz gah efsaneyiz Noksani Mehdi-i Şah'a bendeyiz Kanda varsak Kırklar ile cemdeyiz Hakk'ı özümüzde bulduk demdeyiz Pirin eşiğinde can kurbaneyiz Asıl adı Ahmet Kaynar olan 1899'da Sivas'ın Kangal ilçesinde doğan, ayaklarından özürlü bulunduğu için Ruhsati tarafından Noksani adı verilen ozan, Erzurumlu Noksani'den ayrı bir kişi olup, 5 Mayıs 1972 de Kangal'da ölmüştür. Bu kitaba aldığımız Erzurum'lu Noksani, medrese öğrenimi gördükten sonra 30 yaşlarındayken Sadık Dede'nin müridi oldu. Bir bakkal dükkanı açarak geçimini sağlamaya çalıştı. Karısı yüzünden ''İtibarını'' yitirdiği, şeyhinin ona bu nedenle Noksani mahlası verdiği belirtilir. Şiirleri, Alevi-Bektaşi edebiyatı geleneğine bağlıdır. XIX. yüzyılın ilk yarısında 1872'de öldü. Doğum tarihi bilinmiyor. Rahmetli Sadettin Nüzhet Ergun'un ve Rahmetli Vasfi Mahir Kocatürk'ün üç dört şiirini yayınlayıp bilgi olarak da "19. yüzyıl ozanıdır" dedikleri Noksani, Hasankale'li Rahmetli Şinasi Koç'un 1943-45 yılları arasında derleyip toparladığı ve yayınlanması için Adil Atalay'a verdiği defterdeki bilgiye göre 18. yüzyıl ozanıdır. 18. yüzyılın sonlarında Erzurum'da doğmuştur. Asıl adı İsmail’dir. Dönemin koşullarına uyarak babası ona medrese öğrenimi yaptırır. Bu yıllarda İnce Molla olarak ünlenir. Noksani'nin babası İsmail, Ağucan Ocağı'ndan Sadık Dede'ye bağlıdır. Sadık Dede ise Elazığ'ın Sün Köyünde Koca Seyyid oğullarındandır. Bu ocağın adı Ağucan'dır. Ocağın kökü İmam Hasan'a varır. Günlerden bir gün Sadık Dede, taliplerinden İsmail'i görmek için Erzurum'a gelir. Ev halkı büyük bir sevinçle kendisini karşılar. İçlerinde İsmail yoktur. Sadık Dede, İsmail’i sorar. Babası da "Buralardaydı. Nerede ise şimdi gelir" yanıtını verir. Biraz sonra İsmail içeri girer. Onu yakından izleyen Sadık Dede, İsmail'deki değişikliğin hemen farkına varır. O durumada İsmail, Alevi geleneğine göre "Zahir ilmine" kapılmıştır. Kibirlidir. Kendinden üstün kimse olmadığı savındadır. Bunu anlayan Sadık Dede, elini öpen İsmail'in iki omuzu arasına iki eli ile vurur. Dua eder. İsmail’in ağzından bir duman çıkar ve düşüp bayılır. Bir süre sonra ayılır ve Sadık Dede'ye bakarak söyler. Gönlümün ziyası, gözümün nuru Gönlümde mihmanım sen oldun ezel Kolumun kuvveti, dizimin feri Ruh ile revanım sen oldun ezel Sadık Dede, İsmail'e ''Noksani'' tapşırmasını verir. Bundan sonra kısa bir süre içerisinde deyişleri dillere yayılır. Halkın sevgilisi durumuna gelir. Yıllar sonra Hasan Kale'nin Taşlıyurt köyünde eğitmenlik yapan Rahmetli Şinasi Koç, bu deyişlerle karşılaşır. Noksani'nin kimliği üzerinde araştırma yapar. Hasankale'nin Esende (Bad-ı Civan) köyünden Veli Beğ oğullarından Molla Mahmut ve yeğeni Bektaş'ta bir mecmua görür. Noksani'ye ilişkin deyişlerle doludur. Gene bu arada Noksani'nin bir torununun sağ olduğunu işitir. Erzurum Halkevi'nde görevli olduğunu öğrenir. Lütfiye adındaki bu torunla görüşür. Lütfiye o yıllarda (1945) seksenlik bir bacıdır. Ondan öğrendiğine göre, Noksani'nin üç oğlu doğmuş. Rıza, İsmail, Zekiye. Rıza'dan Adil ve Zekiye adlı iki torunu olur. İsmail'den Ziya ile Lütfiye diye iki torunu vardır. Lütfiye'den ise Makbule ve Hatice diye iki kız torunu olur. Makbule ise Horasan'dan tahsildar Yaşar'la evlenir. Soy böyle yürür gider. Noksani Erzurum'da ''Limoncu'' ve ''Kavcı'' diye ünlenen dostları ile, ayrıca Horasan'ın ''Endek'' ve ''Müşkü'' köylerindeki dostları ile sık sık görüşür, muhabbet edermiş. Erzurum'da Taşmağazalar'da bir küçük bakkal dükkanı varmış. Orada kazandığı parayla geçimini sağlarmış. Bir gün dostlarından biriyle muhabbet ederken, bir çocuk gelir elinde az bir para vardır: ''Noksani amca, al bu parayı bana şeker ver! '' der. Noksani sohbetin içinde parayı alır eski şekerler top, toptur. Bir top alır verir, hiç bakmaz bile. Çocuk eve gelir. Annesi şekeri görünce "Bu şekeri habersiz mi aldın? " diye sorar. Çocukla beraber dükkana varır. O zamana kadar misafir gitmiştir. Noksani Baba tezgahının başına geçmiştir. Kadın çocuğun eline gene o kadar para verir. Şeker istetir. Parayı alan Noksani şekeri kırar, tartarak verir. Bu kez az bir parça olur. Kadın sorar "Noksani Baba. Biraz önce aynı paraya pek büyük bir parça vermiştin! " dediğinde, Noksani Baba "Ah evladım, getir o muhabbeti ki verem o şekeri! " der (Adil Ali Atalay, Noksani Baba, sf. 7). Hz. Ali ve Oniki İmam sevgisiyle dopdolu olan Noksani, tarikatın tüm inceliklerini şiirlerine ışık ve renk olarak düşürmeye özen gösteriyor. Varlık birliği öğretisini somutlaştırarak sevgi, muhabbet örtülerine sararak lirizm denizine, şiir ummanına atıyor. Akıcı, duru bir söyleyiş, kopukluk göstermeden tarikat, inanç, sevgi üzerine Noksani'nin görüşlerini, düşüncelerini yaşamı boyunca oluşturduğu bilgi birikimini sabır ve olgunluk atmosferi ortasında şiirsel öğelere zarar vermeden Türkçe'nin tadını arttırarak sergiliyor. Şiirleri Adil Ali Atalay tarafından bastırılmıştır. Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi İsmail Özmen Kültür Bakanlığı Yayınları |
14-03-2004, 03:23 | #13 |
|
Virani, Arifoğlu ve Hatayi'nin şiirlerinden oluşan bir semah
Semah
1. Kısım Söz: Virani Hey Dost , Hey Dost, Hey Dost, Hey Dost, Hey Dost, Hey Dost Benim Tabibim Gitme Giden Gitme Sual Sorayım Ol Nazlı Pirime Benzettim Seni Sende Hak Nişanı Vardır Gördüğüm Hak Dediğim Yere Benzettim Seni Mevlayı Seversen Eğlen Dur Getme Aşık Akan Sulara İntizar Etme Bir Kaşları Suna Gözleri Sürme Kipriği Hançere Benzettim Seni Hudey Haydar Hudey Benzettim Seni Kapısına Seydullah'a Vardığım Davasın Derdime Derman Kıldığım Aşkın Havasına Hayran Olduğum O Nazlı Pirime Benzettim Seni O Nazlı Şahıma Benzettim Seni Eydir Virani'yem Kalu Belaya Sofrası Meydanda Bektaş Veli'ye Bir İsmi Muhammed Biri Ali'ye Alüyül Haydar'a Benzettim Seni Hudey Haydar Hudey Benzettim Seni 2. Kısım Söz: Arifoğlu Dooooooost Mecnun Olup Leyla’sını Bulanlar Gam Keder İstemez Yar Yar Muhabbet İster Zikr Edip Yara Zayi Vermeyen Kul Olup Pirinden İbadet İster Gerçekler Seyreder Hint’ten Yemen'e Kafir Zoru Görmezse Gelmez Amana Dört Kitap Okusa Gelmez İmana O Fani Hüdadan dem dem Hidayet İster Gerçeğin Nefesi Yar Yar Eridir Dağı Yalancının Ataşı Eritmez Yağı Muhabbetten Geri Gelenin Çoğu Kimi Seyre Gelir Kimi Et İster Kamil Yanında Cahilin Huyu Bulunmaz Şeriat Ehline Tarık Çalınmaz Yayan Yörümeynen Menzil Alınmaz Menzil Almak İçin Keskin At İster Hudey Haydar Hudey Keskin At İster Arifoğlu Eğri Hacat Söylemez Çirkine Güzel Deme O Huri Olmaz İman Bir Kat Köynekte üşür Eğlenmez İmanın Gömleği Ondört Kat İster Hudey Haydar Hudey Ondört Kat İster 3.Kısım Söz: Şah Hatayi Hay Hay, Dost Nenni, Has Nenni Şah Nenni Ezel Bahar Olmayınca Kırmızı Gül Bitmez İmiş Kırmızı Gül Bitmeyince Sefil Bülbül Ötmez İmiş Doost Bülbüller Gelir Ötmeye Güle Sarılıp Yatmaya Bağıban Gülü Satmaya Gül Kadrini Bilmez İmiş Gel Ey Bağban Satma Gülü Haramdır Parası Pulu Ağlatma Sefil Bülbülü Gözyaşını Silmez İmiş Yılda Bir Gün Ziyan Olur Dost Yoluna Talan Olur Bazı İnsan Hayvan Olur Hayvan Adem Olmaz İmiş Dooost Şah Hatayi'm Ölmeyince Tenim Turab Olmayınca Dost Dosttan Ayrılmayınca Dost Kadrini Bilmez İmiş Derleyen: Sabahat Akkiraz |
14-03-2004, 03:47 | #14 |
|
Kul Himmet Üstadım
Kul Himmet Üstadım
Seyyah oldum şu alemi gezerim Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kendi efkarımla okur yazarım Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kul Himmet Üstadım ummana daldım Gidenler gelmedi bir haber alam Abdal oldum çullar geydim bir zaman Bir dost bulamadım gün akşam oldu Asıl adı İbrahim’dir. Divriği’nin Örenik Köyü'nde doğdu. Yine aynı köyde öldü. Ölüm ve doğum tarihleri belli değildir. Tahminen bundan yüz sene evvel öldüğü söyleniyor. Doluyu Kul Himmet’ten içtiği için onu üstad tanımıştır. Bütün cönk, mecmua ve neşriyatta şiirleri Kul Himmet’e mal edilmiştir. Meşhur Kul Himmet'le Aşık İbrahim’i birbirinden ayıran en bariz fark yalınız “Üstadım” kelimesidir. Kul Himmet Üstadım mahlaslı şiirler Kul Himmet’in değil, bittabi İbrahim’indir. Asıl adının İbrahim olduğunu, hem ihtiyarlar hem de: Aşık İbrahim de bir mana söyler Ben gidersem ismim kalsın dillerde Beytiyle kendisi söylemektedir. Bu muhitin şairi olduğunu şiirlerinde sık sık geçen mahalli semtlerin adlarından da anlayabiliyoruz. Bir gün ayin-i cem’de dede tarafından düşkün edilmiş. Her nereye gitti ise kimseden yüz bulamamış. Yedi sene serserice dolaştıktan sonra yegane çareyi yine aynı dedeye yalvarmakta bulmuş. Şairimiz, mevzularını yalnız tarikattan değil, içtimai hayattan da almıştır. Bir kızın gelin olduğu evde dirlik edemeyip, kahrından ölmesi; yağmur yağmadığı zaman köylülerle beraber yağmur duasına çıkması ve bir kömür gözlünün derdi zaman zaman onun şiirlerinde yer almıştır. Bu şiirlere yalnız muhitimde değil, Türkiye’nin her tarafındaki Bektaşi mecmualarında rastlamak mümkündür. Kul Himmet Üstadım, belli başlı şairler arasında yer almağa layık kıymetlerdendir. Divriği Şairleri-İbrahim Aslanoğlu İstanbul 1961 Seyyah Oldum Şu Alemi Gezerim Seyyah oldum şu alemi gezerim Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kendi efkarımla okur yazarım Bir dost bulamadım gün akşam oldu İki elim gitmez oldu yüzümden Ah ettikçe kan yaş gelir gözümden Kusurum gördüm kendi özümden Bir dost bulamadım gün akşam oldu Bozuk şu dünyanın düzeni bozuk Tükendi daneler kalmadı azık Yazıktır şu geçen ömüre yazık Bir dost bulamadım gün aksam oldu Gene kırcalandı dağların başı Durmadan akıyor gözümün yaşı Verdiği emeği alıyor kişi Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kul Himmet Üstadım ummana daldım Gidenler gelmedi bir haber alam Abdal oldum çullar geydim bir zaman Bir dost bulamadım gün akşam oldu Gafil Kalma Şaşkın Bir Gün Ölürsün Gafil kalma şaşkın bir gün ölürsün Dünya dolu malın olsa ne fayda Ettiğin işlere pişman olursun Pişmancalık ele geçmez ne fayda Bir gün seni götürürler evinden Hak-kın kelamını kesme dilinden Kurtulmazsın Azrail'in elinden Türlü türlü yolun olsa ne fayda Söylersin de sen sözünden şaşmazsın Helalini haramından seçmezsin Kesilir kısmetin suda içmezsin Akan çaylar senin olsa ne fayda Sen söylersin söz içinde sözüm var Çalarsın çırparsın oğlun kızın var Hiç demezsin üç beş arşın bezim var Bedestanlar senin olsa ne fayda Kul Himmet Üstadım çöksem otursam Türlü varlığımı ele götürsem Dünya benim diye zapta geçirsem Bütün dünya senin olsa ne fayda |
21-03-2004, 18:51 | #15 | |||||||||||||||||||
|
Sayın Nusret
Bu dörtlük benim bildiğim kadarı ile Yunus Emre ye ait. Ama yukarıdaki şekli ile değil. Abdülbaki Gölpınarlının Yunus Emre ile ilgili bir kitabında okumuştum ilk olarak. Şiirin tamamı ya dört yada altı dörtlükten oluşuyor bildiğim kadarı ile. Ama tam olarak emin değilim. Benim bulabildiğim şiirin sadece iki dörtlüğü. Bu şiiri ilk olarak Ruhi Su “Yunus Emre” isimli uzunçalarında seslendirmişti. Son olarak Ahmet Özhanın sesinden dinledim. Her ikiside şiirin son dörtlüğünü okuyor ve bu son dürtlükte Yunus un ismi geçiyor. Ahmet Özhan ın seslendirmesinde şiir şöyle: Dervişlik baştadır tacda değildir Kızdırmak oddadir sacda degildir(Ruhi Su da “ıssılık oddadır” ) Eğer bir müminin kalbin yıkarsan Hakka eylediğin secde degildir Hakkı arar isen kalbinde ara Kudüste Mekkede hacda degildir Kabul et Yunusun ergen sözünü Tezcek gelir başa geççe değildir. Şiir bence tasavvufun en güzel örneklerinden birisi. İnternette şiir en azından on değişik şekilde yazılmış. İnternetin yol açtığı kültürü yozlaştırma gelişiminin bir parçası olarakmı görmek gerekir, yoksa internetten önce de böyle bir gelişim vardı bilmiyorum. Bildiğim tek şey internetteki, özellikle ilk iki mısra da birbirini tutmayan bazende şiiri anlamsızlaştıran, yazılış şekilleri. Birkaç örnek: “Keramet baştadır taçta değildir” “Keramet hırkada taçta değildir” “Maharet baştadır” “Keramet baştadır saçta değildir(en anlamlısı!!!!) “Keramet sendedir tacda değildir” “Hararet addadır...” “Hararet nardadır sacda değildir, Dervişlik hırkada sacda değildir” Yukarıdaki alıntıların hepsi alevi derneklerinin internet sayfalarından ve şiirin sahibi olarak Hacı Bektaş ı Veli gösteriliyor. Yunus Emre ile Hacı Bektaş ı Veli tesadüfen hemen hemen aynı anlama gelen şiirlermi yazdılar, yoksa birinin şiiri diğerinemi mal edilmek isteniyor, işin içinden çıkabilmek biraz zor. İşin en kötü yanı, şiirin zamanla orijinal yazılış şeklinden tamamen uzaklaştırılması ve anlamını yitirmesi. İnternet yozlaştırmasımı diyelim? Saygılarımla |
22-03-2004, 17:05 | #16 |
|
Sevgili Gemici Arkadaşım;
Bu gibi değişmelerin İnternet ile ilgisi yok bence. Çeşitli ozanların, aşıkların şiirlerinin başka aşıklara bilerek veya bilmeyerek maledilmesi yeni bir olgu değil. Yukarıda örnek verdiğim deyişlerden son kıtada geçen mahlastan İzzeti'ye ait olduğu anlaşılan deyişin Aşık Veli'ye ait olduğunu ve son dörtlüğünün öyle olmadığını (diğer son dörtlüğü mesaj uzamasın diye oraya yazmamıştım) iddia edenler de var. Öte yandan, bazı ozanların tek bir kişiden değil bir sürek halinde birbirini izleyen birden çok ozanın aynı mahlasla şiir yazarak bir ozanlık geleneği yarattığını söyleyenler de var, Homeros geleneği gibi. Bizde de Pir Sultan Abdal'ın tek bir kişi olmadığını, aynı mahlası kullanan birden çok ozanın bir Pir Sultan süreği oluşturduğunu söyleyenler vardır, Sabahattin Eyüboğlu gibi. Akla aykırı da gelmiyor bunlar. Bunun için S.E.'nun Pir Sultan Abdal adlı incelemesini okumakta fayda var. Selamlar, sevgiler... |
19-04-2004, 00:28 | #17 |
|
Seyrani (1807 - 1866)
Kayserinin Everek(Develi) kasabasından. Devrin ileri gelenlerine yaranamadığı veya yaranmak istemediği için yaşamını yoksulluk içinde geçiren, zamanının (yaşadığı devrin) çarpıklılarını dile getiren bir şair. Şiirlerini okuyunca insanın aklına ister istemez “ az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim, geri dünüp baktımki, yerimde saymışım...” demek geliyor. “Yerimde saymışım” masalda yok ben ekledim. Mahkeme meclisi icat olduğu Çeşme-i rüşvetin akmaklığından Kaza bela ile alem dolduğu Kazların kadıya uçmaklığından Selefin rüşvetle hüccet yazması (hüccet:senet, belge) Halefin hükmün bozması Yıkılan binanın birden tozması Asıl sermayenin topraklığından Asıl sermaye-i niyabetleri (niyabet: vekalet, naiblik) Emval-i eytamdır ticaretleri (emval:mülkler,mal eytam;yetimler)) Davet-i rüşvete icabetleri Sıdk ile gönlünün alçaklığından Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü Çobanın sütedir koyun güttüğü Toprağın Habil'i kabul ettiği Şüphesüz yüzünün yumuşaklığından Dünyadan ahrete gidip gelmemek Olmaza iktiza eder ölmemek (iktiza;gerekme,ilahi takdir) Balık baştan kokar bunu bilmemek SEYRANİ gafilin ahmaklığından Saygılarımla |
26-04-2004, 23:57 | #18 |
|
Seyrani (1807 - 1866)
Hak yoluna gidenlerin Asa olsam ellerine Er pir vasfın edenlerin Kurban olsam dillerine Torunuyuz bir dedenin Tohumuyuz bir bedenin Münkir ile cenk edenin Silah olsam ellerine Bir üstada olsam çırak Bir olurdu yakın ırak Kemiğimi yapsam tarak Yar saçının tellerine Vücudumu kavursalar Yönüm yare çevirseler Harman edüp savursalar Muhabettin yellerine Vakit kalmadı durmağın Kaldır SEYRANİ parmağın Deryaya akan ırmağın Katre olsam sellerine Saygılarımla |
29-04-2004, 17:09 | #19 |
|
zannediyorum bir anlam kayması var.tasavvuf edebiyatındaki bir çok kavram zamanın getirdiği seküler yaşamla birlikte hakkıyla anlaşılamamaktadır.
örneğin; merkeze ademin alınması, kökü sofistlere kadar dayandıra bileceğimiz (hümanizm) ölçü olarak insanın merkez alınması ile örtüşmemektedir.aksine anlamını;insanın kendini yokluğa yani arızi sıfatlardan arındırarak kendini aşkın güçte eritmesine dayandırmaktadır.yani ilkel toplumlardaki panteizmden farklı olan ene'l Hakk (hallac-ı mansur, şems,beyazıd-i bistami) kavramına dayandırmaktadır. dil devriminin getirdiği aksaklıklardan dolayı kaynaklara inilememesi bir sorun olarak duruyor. |
29-04-2004, 17:16 | #20 |
|
insana verilen önemin kökenine inecek olursak;mutasavvuflar Allahın ruhundan insana üflediğini ve bu nedenle insanın şerefli (eşref-i mahlukat)hatta yaratılmışların en şereflisi olduğunu düşünmektedirler.bu görüşlerin çıkış noktası kur'an ayetlerinin yorumlanmasıdır. bu nedenle de kendini bilen Allah'ı bilir denilmiştir.
|
29-04-2004, 17:22 | #21 |
|
biraz da AŞK
şiirlere bir katkı abestir intihab-ı çay buse vech-i dilberde derun-u Kabede tayin-i mihrab olmaz. şeyhülilam yahya şerh:güzelin yüzünde öpülecek yer aramak kabenin içinde kıble aramak kadar abestir. not:kabenin içinde istediğiniz yöne dönerek ibadet edebilirsiniz. |
05-05-2004, 23:37 | #22 |
|
Celali Baba XIX yüzyıl
Yoksul bir çoban olan Celalinin ölen karısı için söylediği bu ağıt, bildiğim kadarı ile o zamana kadar edebiyatımıza konu olmamış olan köy hayatını konu alması bakımından, içten ve sade Türkçesi ile, edebiyatımızdaki ilklerden sayılır. Yurt yuva kıldığın tenli mereği Düzüp kotardığın tepir eleği Şu kavdan yaptığın tecir tereği Divan-ı Bari ye yadigar götür Yetim gömleğini diken iğneyi Her gün yal verdiğin topal ineği Ayran topladığın ak küleği Mahşer yığnağına sakla götür Üç kot arpa beş kot çavdar ekerdik Kesmik ekmeğine hasret çekerdik Namertlere ağu merde şekerdik Sözünü tekrar et iftihar götür İle kısmet balsa bize pay taştı Yokluktan derdimiz deriden aştı Açlıkla uğraşmak hayli savaştı Çektiğin mihnetten ah u zar götür Yetim kalmış idin emzik tavında Gamla kavrulmuştun gençlik çağında Bir gül yeşertmedin vuslat bağında Gönül yaraların beraber götür De ki kadir Mevlam bize ilişme Dünyada sızıyan çıbanı deşme CELALİ BABADAN sorma söyleşme Bir dertli çobandan bir selam götür tenli merek: rutubetli dam tepir: kıl elek, kalbur Tecir terek: kap kacak Divan-ı Bari: Tanrı divanı Kot: tahıl ölçüsü Kesmik: iyi dövülmemiş kılçıklı buğday Saygılarımla |
29-05-2004, 00:14 | #23 |
|
Maniler
1. Fırat bu, derinse ensiz olurmu? Güzel imansızsa dinsiz olurmu? Sağ göğsünün üstü BENlidir madem, Sol göğsünün altı BENsiz olurmu? 2. Ay doğdu öze düştü Çifte ben yüze düştü Elin yari yanında Ayrılık bize düştü 3. Afyon ektim azmamış Yarim gidip kazmamış Ben mevlaya gücendim Seni bana yazmamış 4. Diyarbakır karpuzu Ata vurdum mahmuzu Anası çeyiz ister Gel de satma öküzü |
01-07-2004, 21:28 | #24 |
|
Ey erenler ey kardeşler ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişman olup kendözüme gelem bir gün Yanlarıma kona elim söz söylemez ola dilim Karşıma gele amelim nittim ise görem bir gün Oğlan gider danışmana saladır dosta düşmana Şol dört tekbir namaz ile (ömrüm) tamam kılam bir gün Beş karış bezdürür donum yılan çiyan yiye tenim Yıl geçe ubrula sinim unutulup kalam bir gün Başıma dikeler hece ne erte bilem ne gece Alemler ümidi hoca sana ferman olam bir gün Yunus Emre sen bu sözü dahi tamam etmemişsin Tek yürüyeyim neyliyeyim üstadıma gelem bir gün Yunus Emre Sin: Mezar Ubrula: devrile Erte: Sabah |
11-07-2004, 16:49 | #25 |
|
Hakka emir oldu dünyaya geldim
Gözüm açtım mail oldum ol burca Arif oldum Hak kelamın söyledim Elif kaddim dal yazmışam ol burca Gökte uçan cebraildir huridir Bir gül vardır Muhammedin teridir Pir kapısı Şah – ı merdan Alidir Elvan elvan nurlar çıkar ol burca Konan bezergandır göçen de hoca Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece Bir burç vardır cümle burçlardan yüce Muhammed miraca gider ol burca Hacı Bektaş aydur bende gelmişem Erenler bezminden payım almışam Meram Kabe ise gönül yapmışam Her gönülden bir yol gider ol burca Hacı Bektaş: Hacı Bektaş mahlaslı şiirlerin Bektaşilik Tarikatının kurucusu sayılan Hacı Bektaş-ı Veliye ait olmadığı, ondan sonra gelen üç “Bektaş Çelebi”den birisine, özellikle 1544 te çelebilik makamına gelen ve 1580 de ölen Zehr-nuş Yusuf Balı oğlu Bektaş Çelebiye ait olduğu kanısı hakim Abdülbaki Gölpınarlıya göre. |
11-07-2004, 20:25 | #26 |
|
arkadaşlar bence iki ayrı forum açalım. divan edebiyatı ile halk edebiyatının aynı forumda olması bence hoş değil. ben her ikisini de seviyorum. ama halk edebiyatı türkçe, divan edebiyatı ise arapça ve farsça karışımı acaip bir dil. nerdeyse bu gün gençlerin kullandığı ingilizce,argo ve türkçe karışımı gibi.
yadsıdığım ya da küçümsediğim anlamında söylemiyorum. ama o devrin edebiyat dili arapça idi. daha sonra, iranda şah ismailin kurduğu türk türk devletinden sonra, iranlılarla da gelişen ilişkiler, farsçayı da dilimize soktu. divan edebiyatı, aruz vezni ile yazıldığı için şarkı gibi insana tat verir. araplarda müzik gelişmemiştir. gına dedikleri, düğünlerde tef eşiğinde çalınan bir müzikleri vardı. Müziğin yerini şiir ve hatta şiir gibi yazılan nesirler almıştır. (hatta kuranın bile benzerinin yazılamayacağı iddiası şiir formatında düz nesir olmasıdır.Onun için belli bir usul ile okunduğunda şarkı gibi gelir.tilavet dedikleri de budur.) şarkı ve bestenin olmadığı bir ortamda aruz vezni şarkı gibi tad vermektedir. Nota yerine mefulu mefailü gibi kalıplar vardır ve bunlar nota yerinedir. Eğer şiiri değil de yalnızca kalıp ile okursanız ne demek istediğim anlaşılacaktır. forumu açan sayın gemicinin dediği gibi, bu gün bu şiirlar dil olarak anlaşılmazdır. Çünkü daha sonraları dilimiz fransızcanın etkisine girmiştir. Dildeki sadeleşme akımı tamamlanmadan bu kez, dilimize ingilizce egemen olmuştur. Oysa halk edebiyatı hiç değişmemiştir. Bu gün gerek pir sultan abdal, gerekse köroğlu gibi halk şairlerinin yazdıkları rahatça anlaşılmaktadır.Hatta tasavvuf etkisiyle yazmasına rağmen Yunus Emre dahi anlaşılmaktadır. Bunlar benim görüşüm tartışılabilir ama düşünülmesi gerekir |
16-07-2004, 17:46 | #27 |
|
Türkü
Akşam olur, güneş gider şimdi buradan; Garip garip kaval çalar çoban dereden. Pek körpesin, esirgesin seni yaradan, Gir sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım; Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!. Çünkü mevlam kul eyledi sana özümü, Bastığın yerlere sürsem yüzümü; Uyma ağyarın fendine, dinle sözümü. Gel sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım; Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!. Dağları duman bürüdü, ağyar seçilmez; Avcı kurmuş tuzağını yare geçilmez, Vefasızın meclisinde bade içilmez. Gel sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım; Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!. Ziya Paşa |
09-08-2004, 00:09 | #28 |
|
Yar yolundan gelen saba,
Eyle kelamı kelamı; Gider isen yar yanına, Eyle selamı selamı. Her dem ayrılıkmı bize, Ela gözler süze süze, Yazılmıştır eğnimize, Hasret kala mı kala mı? Bugün dosttan haber aldım, Fikredip kaygıya daldım, Aşk ateşi cana saldım, Yaktı gönlümü gönlümü. Gülistansız bülbül ötmez, Yaram çoktur melhem tutmaz, Değme tabib ilaç etmez, Gezdim alemi alemi. KEREM'im şu yerden gitsem Nasip olup yare yetsem, Yar elinden bade içsem Ol gün olamı ola mı? |
15-09-2004, 23:45 | #29 |
|
Katar katar olmuş gelen turnalar
Şu halime, şu gönlüme bak benim Şahin pençe vurdu, tüyüm ağarttı Kanadıma bir ok vurdu berk benim Gök yüzünde turnam bölüktür bölük Ayrılık elinden ciğerim delik Önü muhabbet de sonu ayrılık Depreştirmen, eski yaram çok benim Gittim gurbet ile geri gelinmez Kim ölüp de kim kaldığı bilinmez Ölsem gurbet ilde gözüm yumulmaz Anam, atam, bir ağlarım yok benim Karacoğlan der ki, bire erenler Ben gidiyorum, mamur olsun örenler Kavım, kardaş, konuştuğum yarenler Söyündürüp çıracığım yok benim Karacaoğlan |
28-09-2004, 23:03 | #30 |
|
Deli gönül melul olup gam yeme
Elbet ağlamanın gülmesi vardır Düşmana intikam kalır mı sandın Herkes ettiğini bulması vardır Hak için ibadet eder sadıklar Mertebesin bulur bağrı yanıklar Bivefa dilberi seven aşıklar Gahi böyle melul olması vardır Aşıklık dediğin kıldan çok ince Aşıka naz eder ol gül-i gonce Dilberin de kendi gönlü olunca Tenhaca yanına gelmesi vardır Biçare EMRAHi söylenir ezel Dilber akçe ister dinlemez gazel Zengince bir aşık bulsa bir güzel Züğürdü sevdaya salması vardır Erzurumlu Emrah |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 2 (0 Site Üyesi ve 2 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Şiir Keyfi:)) | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Site Lokali | 884 | 07-02-2017 14:30 |
Bir Çin Şiiri | Av. Hulusi Metin | Site Lokali | 2 | 17-05-2009 13:28 |
1948yılında alınmış halk bankkası hisse senetleri | HASRET BAŞ | Ticaret Hukuku Çalışma Grubu | 0 | 10-11-2006 16:18 |
Yüce Divan... | Av. Hulusi Metin | Hukuk Sohbetleri | 4 | 15-05-2002 12:45 |
Klasik Türk Sanat Müziği İle İlgilenen Arkadaşlara... | lawyer | Site Lokali | 0 | 22-03-2002 18:14 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |