24-01-2008, 12:13 | #31 |
|
Sevgili Academic,
Oralara gittiniz mi? Oraları hakkında ki duygu, düşüncelerinizi ve gözlemlerinizi öğrenmek isteriz... Sevgiyle... |
26-01-2008, 14:58 | #32 |
|
Tuzluk Karabiberlik...
Bizi evimizde gibi hissettiren aslında detaylardır. Yabancı bir ülkeye gittiğinizde bazı ufak detaylara takılıveririz.
Diyelim bir lokantaya gittiniz, hatta yabancılık çekmemek adına bir Türk lokantasına bile gidebiliriz. Yiyeceğimiz ister kuru fasülye olsun ister döner elinizideki tuzluğa dikkat. O büyük olasılıkla karabiberliktir. Biz kültür olarak tuzu seven ve fazla tuzlu yiyen bir milletiz. O yüzden büyük ve fazla delikleri olan bizim için tuzluktur. Sandiviç yada böreğin arasına tuz dökenlerimiz çoğunluktadır. Tuzun sağlığa zararlı olması nedeniyle Avrupada ve Amerikada tuzluk tek veya az delikli olan bize göre karabibelik olan tuzluklara konulur. Karabiber ise lezzet verici olması ve sağlığa zararının tesbit edilmemesi yüzünden bol delikli tuzluklara konulması tercih edilir. Turistik lokantalarda bu probleme dikkat edip tuzluklara karabiber, karabiberliğe ise tuz koymayı unutmazlar. Değişik kültürlerden öğrenci barındıran eğitim bölgelerinde bu karmaşa tuzluk ve karabiberliği şeffaf koyarak sorunu çözmüşlerdir... Siz siz olun yemeğiniz rezil olmadan önce elinize aldığınızın tuzluk mu karabiberlikli olduğuna dikkat edin. |
26-01-2008, 20:46 | #33 | |||||||||||||||||||||||
|
Evet bahsettiğim yerleri görme fırsatım oldu. Özellikle St.Simon's adasının oldukça büyüleyici ve Jekland adasının ise tarih yüklü olduğunu söyleyebilirim. Buna ek olarak St. Augustine , Jaksonwille yakınlarında hemen küçük bir tarihi kasabadır. Orayı da öneririm eğer tekrar ABD ye giderseniz. İlk kurulan kasabalardan olup aynen korumuşlar. Kurulan ilk okul binası restore edilmiş ancak yine yıkılmasın diye kocamn bir zincirle etrafından bağlanmıştı. Gezide size o dönemdeki kıyafetleri giymiş ve ellerine meşale almış tur rehberleri eşlik ediyorlar. Dev bir Atlı karınca ise sadece çocuklar için değil, büyümemiş çocuklar için mükemmel fırsat |
26-01-2008, 21:40 | #34 | |||||||||||||||||||||||
|
Küçük ama öenmli bir bilgi...Tecrübe paylaşımı bu olsa gerek..Teşekkürler. |
04-02-2008, 21:08 | #35 |
|
Demek faydalı bilgi isteniyor , o zaman şunu eklemek iyi olur sanırım: Yurt dışında yaşayanlar için yiyeceklerde bulunan domuz eti - yağı -jelatini- et ve et ürünleri değil sadece çikolataya kadar büyük sorundur.Tabii buna önem veriyorsanız.
Yapılacak şey yuvarlak içinde U ya da K işaretli ürünleri almak.Ayrıca restorantta hindi siparişi bile verseniz yanında mutlaka jambon türü şeyler gelebiliyor ki sakın geri çevirme konusunda çekingence davranılmasın. Olduğu gibi atıp size yenisini getiriyorlar. Hani çok bağlı olmasak bile insan kendisini orada dikkat etmek zorunda hissediyor ve tüm yiyeceklere karşı biraz daha hassas olabiliyor. Yiyeceklerin içeriğinde ne olduğunu sormaktan kesinlikle çekinmemek lazım. Ayrıca uzun süre kalacağınız yerde eğer toplu yemek çıkan bir yerden yeme durumu söz konusu ise (okul yemekhaneleri gibi) kurumun idaresine başvurup isteiğinizi belirttiğinizde size özel alternatif yemek çıkarılıyor. Kızım okul yemekhanesinden yemek yiyordu, okul idaresine durumu bildirdik ve alternatif yemek çıkarıldı. Azınlıkların tercihlerine gerçekten sonsuz saygı gösteriliyor. ABD için konuşuyorum. Ayrıca yurt dışına giderken mutlaka aşı kartınız yanınızda olsun. Sadece çocuklar için değil büyükler için de. |
04-02-2008, 21:14 | #36 |
|
Ama İngilterede bu nedenlerden dolayı açlıktan ölebilirsiniz... İngilterede özellikle şehir merkezinde kalıyorsanız bütçeniz delinmesin diye bol bol yürümek zorunda kalıyorsunuz, bir de buna açlık eklenince incecik olup geri dönüyorsunuz...
|
05-02-2008, 00:14 | #37 |
|
Evet bu ABD için de geçerli. Çok yürümek istemiyorsanız ehliyetinizi Türkiyeden gitmeden önce Internationala çevirmenizi öneririm. Ayrıca ABD için şunu söyleyebilirim. Kendi ülkenizde kullandığınız ehliyetinizi 30 gün süreyle orada da kullanma şansınız var. Araba kiralama olayı Türkiyeye göre çok daha ucuz ve gerçekten oldukça avantajlı.
Yürüme konusuna gelince. Yürümek tehlikeli. Özellikle belli bölgelerde , bilmediğiniz yerlerde yürümek gerçekten çok tehlikeli.ABD nin günay eyaletleri için geçerli. Büyük şehirlerde özellikle NewYork ta direksiyonuna güvenmeyen ve güzergah bilmeyen araba kullanmaya kalkmasın..Suç oranları yüksek. Güney insanı daha sıcak. NewJersey tarafında ise günaydın dediğiniz insanlar yüzünüze bakıp bana neden günaydın dedin diyebiliyor.. Tam aksi güneyde ise gülümsemeyenler için (ölçüsü 32 dişin gösterilmesi) ya kaba ya da psikolojik bir problemi var gözüyle bakılıyor.. Kültürleri öyle.. |
19-07-2008, 02:43 | #38 |
|
Geç oldu ama temiz olsun... :) Trabzon
Bahar ayında THS aracılığı ile tanıdığım harika genç güzel ve şirin avukat dostumun sayesinde Trabzonu görme imkanım oldu...
Trabzon hikayem aslında Atatürk Hava alanında başladı. Elimde çantam valizimin olmamasının rahatlığı ile elimi kolumu sallayarak uçağa bineceken bir anda beklemeye alındık... Önce uçağın rotar yapması konusununda homurdanmalar yükseldi ardından yapılan anonsla durum aydınlandı. Trabzon üstündeki yoğun sis nedeniyle uçağımız geçikmeliydi. Çevremdekiler ailelerine haber vermek için telefonlarına sarıldılar. "Ula al eline iki yelpaze sisi dağıtta evimize dönek". Gülmemek için dudaklarımı ısırdım... Bir bir buçuk saat sonra uçaktaki yerimizi almıştık. Uçağa bindiğimde sanki çok şey görecekmişim gibi yüzümü cama yapıştırıp dışarıya bakmayı tercih ederim. Hele önümüzde gittiğimiz yönü gösteren haritalar varsa, sanki vazifeli gibi kontrol edip dururum. Ama uçakta bu tür bir sistem olmadığı için yüzümü cama yapıştırıp kendi gözlemlerimi yapmak zorunda kaldım... Sonunda Trabzona geldiğimizi birazdan ineceğimizi bildiren anons yapıldı, ben de iyice cama yapıştım. O da ne uçak alçalıyor ama deniz kenarına... Eyvah dedim sahil yoluna iniyoruz, demeye kalmadan uçak denize paralel havaalanına iniverdi. Denize yakın ve paralel havaalanı fikri nedense bana biraz ters geldi. Nede olsa burası Trabzon ve bu tür terslikler normaldir diye güldüm... Neden mi bakınız "Trabzon anıları" bölümüne Valizsiz olmanın özgürlüğü ile çıkış kapısına yöneldim... THS aracılığı ile tanıştığım genç dostum ve onun harika arkadaşı ile buluşup yola çıktık... Neşeli muhabbet içinde yola koyulduk. Ama yol gidiyoruz gidiyoruz bitmiyor. Genç dostum kahvaltı yapacağız dedi ama... Hir halde Trabzon havaalanı ile Trabzon şehir merkezi arasında bayağı uzak olduğunu düşünürken, genç dostumun aslında bana jest yapıp Sürmeneye götürdüğünü ve orada bana kahvaltı yaptıracağını anladım. Kahvaltıda bayağı uslu bir çocuktum, bana ne ikram ettilerse yedim, önüme konulan tüm güzel yemeklerin lezzetine baktım. Oradaki otantik hediye eşyaları satan dükkana gidip yöresel örtüleri takıp elime kemençe aldıp resim çektirdim. Başımdaki örtüyü almaya kalktığımda genç arkadaşım bana örtümü hediye ediverdi. (O örtü hemen çalışma odamda baş köşede durmakta) Sürmene mastırını ancak uzaktan görebildim ama soluğum havası ve gizimle görünüşü ile bir sırrı içinde saklar gibiydi. Kendi kendime ileride muhakkak gelmeli çocuklarımla bu sırra vakıf olmalıyım dedim... Sonra geldiğimiz yolda geri dönerek Trabzona vardık... Trabzonu nasıl özetliye bilirim ki, herşeyden önce sıcak ve sevimli bir havası olduğu kesin. Tarihi mekanları ve kendine özgü doğası ile geleneksel ve modern yaşantının iç içe geçtiği bir yer. Samimi ve içten. Aradan uzun zaman geçince insan gördüğü yerleri teker teker anlatamıyor. Herşeyden önce orada misafirdim ve harika ev sahiplerim vardı. O zamana kadar hep anne abla yenge öğretmen yani büyük olmanın kendinden küçükleri kollamanın alışkanlığı içindeyken kollanılmanın zevkini fazlasıyla çıkardığımı itiraf edeceğim. Öyleki o kısa zaman içinde bütün tarihi mekanları ve görülebilecek en güzel manzaraları gösteren harika rehberlerim vardı. Nereye götürseler küçük zarif ağırlığı ile insanı ezmeyen otantik hediyeler ile donatıldım. Hele gümüşçüler çarşısına ve yöresel takıları olan kazazeye bayıldım. Gittiğim, gördüğüm her yerden "buraya çocuklarımla tekrar gelmeyim" duygusuyla ayrıldım. Akşam dönerken sis dağıldığında uçağım zamanında kalktı bende zamanında evime vardım. Trabzon hatıralarımı çalışma odamdaki dolaplarıma yerleştirdim. Çok karışık ve kalabalık bir çalışma odam olmasına ramen, çalışma arkadaşlarımın hepsi bu Trabzon hatıralarına takıldılar. O kadar çok "Trabzona gittiğim de" dedim ki... Hele hele Trabzon Barosunun telkariden yapılmış plaketi çevremdekiler, özellikle eşim tarafından en zarif plaket ilan edildi... Trabzon gördüğüm ne en güzel şehir değildi, tarihi eserleri ile başıma döndürdüğü de söylenemez, kendine has havası suyu nasıldı ayrıştıracak kadar oralarda kalamadım ama insanlarının özel olduğu bir gerçekti. Yoğun olmama, hayırsız olup onları arayamama ramen, bende bıraktıkları izler yüzünden hep özel ve sihirli insanlar olarak kalacaklar... Trabzona o sihirli insanlar ile tanışmak için gitmenizi tavsiye ederim doğrusu. |
04-09-2008, 23:38 | #39 |
|
Tirabzona gelup de,ağirlanmaduk Gonik(konuk) olur mi Tangül Hanimcuğum.
|
05-09-2008, 00:26 | #40 |
|
Geçen yıl Sicilya,roma ve münih üçlemesinde bir tatil yaptım.....bayıldım.....
Zaten çocukluğumdan beri-nedense-çok merak ettiğim bir yerdi İtalya.... Sciliya inanılmaz güzel bir yer ve her yerde olduğu gibi oradada bir eserimiz var!!! Barbaros Hayrettin Paşa'nın yaptırdığı liman koruma kulesi....3 katlı ve asansör sistemi olan bu yapı hala yeni gibi durmakta....(catania sicilya) Taormina ve messina yı ise duyanınız çoktur...Dağın üstünde bir kale kalıntısının içindedir....İnsan bir anda kendini tarihi bir filmin içinde zannediyor.... Öğlenleri siesta saati önce şaşırmıştık zira marketler dahil kapalıydı!Okullar o saatte öğrencileri denize götürmüşlerdi mesela.... Yemek sorununuz tabi ki pek yok zira hem turiste alışıklar hemde çeşit çeşit pizzaa mevcut........ Roma şehirciliği ile büyüledi beni...Gezilecek tüm yerlere metro ile ulaşabiliyorsunuz,elinizdeki şehir haritasıyla her yere gidebilmeniz mümkün... Ancak Roma 'da pek İtalyan yok gibiydi...Heryerde Hintliler ve Afrikalılar vardı... Münih tek kelimeyle soğuk ve askeri disiplindeydi... ) Özbekistan'ı ise başka bir zaman anlatırım.... |
24-09-2008, 14:01 | #41 |
|
Gülümse eline sağlık, paylaştıklarınla gülümsettin beni,ne güzeldi.
|
24-09-2008, 23:13 | #42 |
|
Metropolitan Müzesi ve fareler...
Metropolitan müzesini gördün mü diye soranlara tek bir cevap veriyorum; "Evet gezdim hatta bazı bölümlerini ezberledim bile"
Yaklaşık on beş gün kadar her sabah müze açılışında müzeye girip, müze kapanıncaya kadar müzede kaldım... Sigara içmek istediğimde müzeden çıkap merdivenlere oturup sigaramı içtim (o zamanlar sıkı bir tiryakiydim), evde hazırladığım tostumu Van Gogh'un önünde yedim, kulağımda kulaklığım istediğim müzeği dinleyerek özgürlüğün tadını çıkardım. Benim gibi müzeyi düzenli gelen tanıdık simalarla selamlaşmaya, renkleri günlük olarak değişen bilet markalarını şapkama sıkıştırak dolaşmaya başladım. Kısa süre sonra gişede yazan bilet parasının aslında tavsiye edilen bilet parası olduğunu, aslında istediğimiz parayı ödeyebileceğimizi öğrendim... Ama en güzeli o müzenin önündeki büyük geniş merdivenlerdir. Gezenler yorgunluğunu atmak için orada uzanır hatta uyur, yemeklerini yer, sevdiklerinle orada buluşurlar. O gün müzeden çıktıktan daha doğrusu müze kapandıktan sonra merdivenlere oturup beni almaya gelecek aile dostumu beklemeye başladım. Önceleri benim gibi bekleyen büyük bir kalabalık varken ilerleyen saatlerde dağıldılar, bir iki kişi dışında kimse kalmadı. Bende beni almaya gelecek dostum beni arama ihtimaline karşılık kulağımdaki kulaklığı çıkardım. Biraz sonra kuş cıvıltısına benzeyen sesler dikkatimi çekti. Başımı kaldırıp sütunların arasın baktım ama gevezelik eden kuşları göremedim. Yeniden dikkatimi yola çevirdiğimde kuş cıvıltılarının iyice arttığını ve seslerin oturduğum seviyeden geldiğini anlayarak arkamı döndüm... Birde ne göreyim bir sürü fare iki basamak üstümde kaynaşıp duruyorlar. Şaşkınlıkla ayağa fırladım. Gözlerime inanamıyordum. Hani korku filmlerinde yüzlerce fare bir arada olur ya, aynen öyle. Üstelik müze kapısana doğru fare sürüsü çoğalıp artıyordu... Önce gözlerimin beni yanıltığını düşündüm ama dikkatli baktıkça ciddi bir fare sürüsünün ortasında kaldığımı fark ettim... Tam o sırada aile dostum arabasını müzenin önüne yanaştırdı. Sakin sakin farelerin bulunduğu basamaklardan aşağıya inmeye başladım. Ben indikçe fareler kenara çekiliyor bende rahat rahat iniyordum. Arabaya vardığımda heyecanla bağırdım "Fareleri gördün mü?" Aile dostum güldü, sonradan öğrendim ki NY de yaşamak farelere alışık olmak demekmiş... İşin aslını sorarsanız ben farelere sadece Metropalitan Müzesinin merdivenlerinde gördüm. Tabi herkez evine gittikten merdivenlerde oturan kimse kalmadığı zaman... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Yine bir avukat yine bir saldırı... | ares139 | Hukuk Haberleri | 37 | 17-02-2007 22:43 |
Benzine yine ZAM | hukukçu42 | Tüketicinin Korunması Hukuku Çalışma Grubu | 1 | 31-01-2007 14:33 |
Yine Teşekkürler | Armağan Konyalı | Test Alanı | 1 | 15-04-2003 15:28 |
Yine Şans Oyunu, Yine Tazminat.. | Av.Mehmet Saim Dikici | Meslektaşların Soruları | 1 | 24-09-2002 10:48 |
Yine Kira :) | bigblue | Hukuk Soruları Arşivi | 5 | 28-04-2002 16:31 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |