07-03-2009, 00:25 | #421 |
|
Kim kime göre eski
Kim kime göre zengin Kim kime göre denk Kim kime göre fukara |
12-03-2009, 23:33 | #422 |
|
BEN geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum Ya bulutlar benden bir şeyler bekler Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum Ben geldim geleli açmadı gökler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım Biri damla damla alnıma düşer Diğerinde durur göğe bakarım Ne şehir, ne deniz kokan gemiler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım ......... ....... İyiki bilmiyor kalabalıklar Yağmura bakmayı cam arkasından İnsandan insana şükürki fark var Birine cennetse birine zindan İyiki bilmiyor kalabalıklar Yağmur duasına çıksaydık dostlar Bulutlar yarılır hava açardı Şimdi ne ihtimal nede imkan ar Göğe hükmetmkten kolay ne vardı? Yağmur duasına çıksaydık dostlar S.Karakoç |
12-03-2009, 23:38 | #423 |
|
Bir gün Mecnun
Yalnız ve yorgun Karşıda bir toz bulutu gördü Sanki geliyordu O'nu yutmak için Dedi dur ey toz bulutu Karanlığın bereketi ölüm otu Acele etme vakit var Sayılıdır saatler dakikalar Azrail bile senden sabırlıdır Burda sencileyin benim de işim var Arzum şu ki ödev bitip gün dolsun Benim de kaderim mutluca Bir toz zerresi olmak olsun S.Karakoç |
12-03-2009, 23:42 | #424 |
|
Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde bir siyah çubuk Ağzında küçük bir leke Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne S.Karakoç |
12-03-2009, 23:59 | #425 |
|
MONA ROZA
... Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek... Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki ben Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak .... Mona Roza siyah güller, ak güller Sezai Karakoç Mona Roza'sız Sezai Karakoç olmaz değil mi |
13-03-2009, 10:20 | #426 |
|
SON OTOBÜS (41339 Hit)Gece yarısı.Son otobüs.Biletçi kesti bileti.beni ne bir kara haber bekliyor evde, ne rakı ziyafeti.Beni ayrılık bekliyor.Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.İyice yaklaştı bana büyük karanlık.Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artıkArtık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği, elimi sıkarken sapladığı bıçak.Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.Geçtim putların ormanından baltalayaraknede kolay yıkılıyorlardı.Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri, çoğu katkısız çıktı çok şükür.Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı, ne böylesine hür.İyice yaklaştı bana büyük karanlık.Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık.Bakınıyorum başımı kaldırıp işten, karşıma çıkıveriyor geçmiştenbir sözbir konubir el işareti.Söz dostçakoku güzel, el eden sevgilim.Kederlendirmiyor artık beni hatıraların davetihatıralardan şikayetçi değilim.Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten, yüreğimin durup dinlenmeden kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.İyice yaklaştı bana büyük karanlık.Artık ne kibri nazırın, ne katibin şakşağı.Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı, güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.Ve belki, ne yazık, hatta en güzel yalanbeni kandıramıyor artık.Artık söz sarhoş edemiyor beni, ne başkasının ki, nede kendiminki.İşte böyle gülüm, iyice yaklaştı bana ölüm.Dünya, her zamankinden güzel, dünya.Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi, başladım soyunmağa.Bir tren penceresiydim, bir istasyonum şimdi.Evin içerisiydim, şimdi kapısıyım kilitsiz.Bir kat daha seviyorum konukları.Ve sıcak her zamankisinden sarı, kar her zamankinden temiz. Nazım Hikmet
|
13-03-2009, 10:32 | #427 |
|
YAŞAMAYA DAİR 1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için... 1948 NAZIM HİKMET
|
13-03-2009, 10:35 | #428 |
|
VE MONA ROSA
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara... Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun. Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü; Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun. Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti: Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun, Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü... Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa; Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar. Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa, İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar. Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar. Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa. Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve kediler her gece sürünür yastıklara. Denizleri bahtiyar eden günler kısalır; Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara, Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır. Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır. Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi. Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık. Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi. Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık; Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi... Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belalı yağmura. Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura. Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim. Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye. Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni Katıvermek sessizce söylenen bir türküye. Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya, Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni. Sana tavuskuşunun içime girdiğini Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu, Bana da bir çift ak kanat kaldığını Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. ............ s.kARAKOÇ. |
13-03-2009, 14:57 | #429 |
|
Şiirin Keyfi
Ahmet Hamdi TANPINAR, 18 yaşındaki Edip CANSEVER'İN şiirlerini görmek ister. CANSEVER, TANPINAR'IN evine gider, şiirleri ile tabi. Şiirleri okuduktan sonra, "Çok güzel, ama hiçbiri şiir değil,neden ölçülü uyaklı yazmıyorsun" der TANPINAR. Orhan Veli de, CANSEVER'in şiirlerini okuduktan sonra, "Genç şairin düşünmesi lâzım, düşünmezse hem kendine hem de şiire kötülük etmiş olur" diye eleştirir. İki büyük şairin bu genç hakkındaki görüşü böyledir. Ne mi olur? Genç CANSEVER; bu zorlu ortamdan geçerek, olgunlaşarak, (bildiğim kadarı ile ölçülü uyaksız) beslenerek İkinci Yeni'nin büyüklerinden Şair Edip CANSEVER olur. Saygılarımla. |
13-03-2009, 15:31 | #430 |
|
ŞAİR'E
Ey şair! Değer verme sevgisine sen halkın Tez geçer gürültüsü zafer övgülerinin; Aptalın yargısına, soğuk kalabalığın Gülüşüne de boş ver, aldırışsız ol, sakin. Sen çarsın: Yalnız yaşa. Yürü özgür yolunda Özgür akıl nereye götürüyorsa seni. Yetiştir emeğinin sevgili meyvesini, Ödül beklemeksizin soylu çabalarına. Ödül sendedir, çünkü en yüce yargıç sensin; Ürününe en titiz değer biçebilensin, Ey güç beğenir usta, sen ondan hoşnut musun? Hoşnutsan, kalabalık varsın küfretsin sana, Tükürsün ateşinin tutuştuğu mihraba, Şımarık bir inatla rahleni sarsıp dursun. Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN |
13-03-2009, 15:44 | #431 |
|
"Ödül sendedir, çünkü en yüce yargıç sensin;
Ürününe en titiz değer biçebilensin, Ey güç beğenir usta, sen ondan hoşnut musun?" İnsanoğlu hep vicdanına danışarak yaşasa keşke... |
14-03-2009, 20:33 | #432 |
|
ÖZLEMEK Birden özleyiveriyorsunuz... Çoktan unuttuğunuzu sandığınız ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz. Rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü, siz çarşaflarınızın arasında, bütün tehlikelerden uzak, güvenle yattığınızı sandığınız bir anda, usulca ruhunuza sokulup, sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri birer birer ateşleyiveriyor. İnfilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz. Hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak, ona dokunmak, onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi... Özlemek, o yakıcı istek, bilinen herşeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor. Özlediğiniz ise çok uzaklarda... Yanında olmasını istediğiniz halde yanınızda olmayan bir tek kişi, yanınıza bile yaklaşmadan, hatta onu özlediğinizden ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan, bütün hayatı, bütün görüntüleri eritip başka kılıklara sokuyor... AHMET ALTAN |
16-03-2009, 08:28 | #433 |
|
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı. bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı. bitmeyen işler yüzünden bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı siz geniş zamanlar umuyordunuz çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi. gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, gecelerde ve yalnız. vermeye az buldunuz yahut vakit olmadı Behçet Necatigil |
18-03-2009, 09:21 | #434 |
|
Ne hasta beklerdi sabahı
Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar! Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni. Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar! Necip Fazıl Kısakürek |
18-03-2009, 14:13 | #435 |
|
Çanakkale şimdi bir sevdalı Türkiye’dir
Ey hoyrat bir kavgada yar kapısı bulanlar Ey hayal cümbüşünü karanlıktan alanlar Ey bahriyeli umut, piyadeler buyruğu Ey zehirli sularda nergis arayan kuğu Bedbaht emek, baykuşa yuva kuran sermaye Kime verildiğinden habersiz dertli paye Ey mânâ evreninde boynuma ilmek olan Ey gayesi tepinmek, tıkınmak, gülmek olan Ey ibrişim tutkular zindanına girenler Ey düşmana en mahrem sırlarını verenler Bu destanın bayrağı gönderinden iner mi Çanakkale kutlu bir meşaledir; söner mi Sönmeyecek; karanlık bilmese de, niyedir Bu eflâtun sessizlik güller mahzun diyedir Dünyayı yenenlerin yenildiği, o eşsiz Çanakkale şimdi bir sevdalı Türkiye’dir N.Genç.... (Bu gün 18 Mart, günün anlam ve önemine binaen ) |
19-03-2009, 12:06 | #436 |
|
Şu dağlarda kar olsaydım...
Bir asi rüzgar olsaydım... Arar bulur muydun beni, Sahipsiz mezar olsaydım? Şu yangında har olsaydım... Ağlayıp bizar olsaydım... Belki yaslanırdın bana, Mahpusta duvar olsaydım... Şu bozkırda han olsaydım, Yıkık, perişan olsaydım... Yine sever miydin beni, Simsiyah duman olsaydım? Şu yarada kan olsaydım, Dökülüp ziyan olsaydım... Bu dünyada yerim yokmuş, Keşke bir yalan olsaydım Y.Hayaloğlu................Doğru valla.O da gitti....... |
20-03-2009, 12:36 | #437 |
|
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 Nazım |
29-03-2009, 02:19 | #438 |
|
Yeryüzü padişahların, kralların olsun.
Cehennem kötü insanın olsun, cennet iyi insanın.. Tanrıya toz kondurmamak meleğin işi olsun, Temizlik, cennet kapıcısının işi.. Kim, ne olursa olsun, Sevgili bizim olsun tek, Canı, canımız olsun.. Ö.Hayyam |
02-04-2009, 22:23 | #439 |
|
...........
Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum Seni süt içmeye çağırıyorum parmaklarımdan Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan S.karakoç |
04-04-2009, 15:53 | #440 |
|
TAŞ GAZELİ
Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin Bir katılıktı dinamit söyle söker mi yürekleri Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin Kazmayı kayalare değil kalplere vur ey Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin Anne seninle bağrın döğer gidermi acı Hanidir Ferhat'tan aldığın ders taş senin Sende mi taşla bir oldun ey sevgili İşitmez oldun beni kalbin taştan taş senin Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni Bana güldür çiçektir attığın her taş senin Gözünü dikme taşa işte parça parçadır Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin Deprem değildir dağı ve beni sarsan Bir bakışındır komaz taş üstünde taş senin Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent Her gün bir yanın biraz daha taş senin Taş alanlarıdır taş insanlarıdır bir Nereye gelsen ey aşk karşında bu taş senin Uygarlığı taşla taşımak çağlar üzre Kolların bu denli güçlümüdür taş senin Bir taş devidir ama bağışla beni Niçin bunca geldim üstüne ay taş senin ........ Nereye koysam seni söyle ey yüreğim Bir gün beni ele verir bu güçlü atış senin Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin O. Sarı |
06-04-2009, 22:31 | #441 |
|
Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
Sokağa fırlayacaksın... Sokaklar da dar gelecek... Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü... Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin... Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan... "Önemli olan sağlık." "Yaşamak güzel." "Boş ver, her şey unutulur." Sen hiçbirini duymayacaksın... Gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin... Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin... Hep ondan bahsetmek isteyeceksin... "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını kaldırıp "Ne dedin?" diye sormayacaksın... Yalnız kalmak isteyeceksin... Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... İkisi de yetmeyecek... Geçmişi düşüneceksin... Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak... Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin... Gittiğin yerlere gitmek... Bu sana hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksın... Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın... Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yasamak için direneceksin... Hayatinin geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin... Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin... Herkesi ona benzetip... Kimseyi onun yerine koyamayacaksın... Hiçbir şey oyalamayacak seni... İlaçlara sığınacaksın... Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan. Sadece bir müddet buzlu camin arkasından seyrettiren... Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin... Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksin... Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin... Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler... Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin... Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin. Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin... Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin... Telefonun çalmasını bekleyeceksin... Aramayacağını bile bile... Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek... Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla... Yüreğin burkulacak... Canın yanacak... Bir daha sevmemeye yemin edeceksin... Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden... Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin... Yasadığın şehri terk etmek isteyeceksin... Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... Ama bir umut... Onunla bir gün bir yerde karsılaşma umudu... Bu umut seni gitmekten alıkoyacak... Gelgitler içinde yaşayacaksın... Buna yaşamak denirse... Razı mısın bütün bunlara? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye? O halde aşık olabilirsin. Can DÜNDAR |
08-04-2009, 12:44 | #442 |
|
hayat olmaktır demiştin
hayat sevmek ve olmaktır demiştinki gündüz ölmek gece ise doğmaktır ölüm savmaktır sıranı sırası gelince ölüm yaşam kuşunu kafesinden salmaktır gözlerime öyle bakma demiştin gözlerin ateşe dalmaktır ne çıkar misk-u amber sacmasan etrafına gülün kârı solmaktır değişir iklimler mesafeler seninle ve hüzün sevdanla dolmaktır bu beden her mihnete her belaya katlanır lakin maksat ne olmaktır ne ölmektir ne solmaktır maksat olmaksa demiştin olmak onu bulmaktır Süleyman Arif Emre |
11-04-2009, 22:06 | #443 |
|
KEDİ KIRIKLARI
... Kutsal kitaplarda aramam boşuna bir işaret bilirim ki kuşların silah sesinden ürkmediği gün kopacak kıyamet Bilemezsiniz yüreğime neler olduğunu nasıl ki bir korsanın denize attığı rom şişesini limana demirleyen geminin çapasıyla kırdığından hiçkimsenin haberi olmuyorsa Birbirinin üstüne ters çevirerek içimdeki iskemleleri uzaklaşırım aranızdan çarşıda kaybolan bir çocuğun elinde soğuyan anne sıcaklığı hızıyla... Sunay Akın |
12-04-2009, 06:45 | #444 |
|
Koltuğumuzun altında bir parça gazete kağıdıyla koştuğumuz yazlık sinemalarda,
Ucuz gazozlar bu kadar mı tarif eder çocukluğumuzu. Daha asfalt nedir bilmezken, Taş sokaklarda koşup düşerken güle oynaya, İcat edilmemişken bizim mahallemizde daha televizyon kumandası, Bu kadar kalabalık ve öfkeli değilken bütün şehirler, |
12-04-2009, 17:01 | #445 |
|
TAHİR İLE ZÜHRE
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte,
Yani yürekte..
Meselâ bir barikatta dövüşerek,
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken,
Meselâ denerken damarlarında bir serumu,
Ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık,
Yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
Nazım Hikmet Ran ( 1902 - 1963 ) NAZIM HİKMET İN TAHİR İLE ZÜHRE ŞİİRİ, VOLKAN KONAK' IN SESLENDİRMESİYLE YAPTIĞI EKLEMELERLE MÜTHİŞ BİR ŞİİR HALİNE GELMİŞ. "KADINIM"KELİMESİNİN BU KADAR ANLAMLI OLABİLECEĞİ HİÇ AKLIMA GELMEZDİ... |
16-04-2009, 07:36 | #446 |
|
|
17-04-2009, 09:56 | #447 |
|
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini. Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin! Desem ki... İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi farkedemezsen, Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol; Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum. CAHİT SITKI TARANCI |
17-04-2009, 09:57 | #448 |
|
GÜN OLUR
Gün olur, alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra. Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; Çiçekler gürültüyle açar; Gürültüyle çıkar duman topraktan. Hele martılar, hele martılar, Her bir tüylerinde ayrı telaş!... Gün olur, başıma kadar mavi; Gün olur başıma kadar güneş; Gün olur, deli gibi... Orhan Veli |
19-04-2009, 02:58 | #449 |
|
FERDA
- Bugünün gençlerine - Ferda senin; senin bu teceddüd, bu inkılâb... Her şey senin değil mi ki zâten?.. Sen, ey şebâb, Ey çehre-i behîc-i ümîd, işte ma'kesin Karşında: Bir semâ-yi seher, sâf ü bî-sehâb, Âğuş-i lerzedârı açık, bekliyor., şitâb! Ey fecr-i hande-zâd-ı hayât, işte herkesin Enzârı sende; sen ki hayâtın ümidisin, Alnında bir sitâre-i nev, yok, bir âftâb, Sönsün mûebbeden. Sönsün müebbeden o cehennem; senin bugün Cennet kadar güzel vatanın var, şu gördüğün Zümrüt bakışlı, inci şetaretli kızcağız Kimdir bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız Bir göz bu nazlı çehreye - Allah esirgesin – Kem bir nazarla baksa tahammül eder misin? İster misin, şu ak sakalın pâk ü muhteşem Pîşâni-i vakaarına, bir kirli el demem, Hattâ yabancı bir el uzansın? Şu makberi, Razı olur musun, taşa tutsun şu serseri? Elbet hayır; o makber, o pîşâni-i vakur Kudsî birer misâl-i vatandır... Vatan gayur İnsanların omuzları üstünde yükselir. Gençler, bütün ümmid-i vatan şimdi sizdedir: Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin; Lâkin unutmayın ki zaman tünd-ü mutmain Bir hatve-i samût ile ta'kîb eder bizi. Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi Ta'mika yol bulan bu yanılmaz muâkıbin Şermende-i itabı kalırsak, yazık!.. Demin "Ferda senin!" dedim, beni alkışladın; hayır, Bir şey senin değil, sana ferda vediadır; Her şey vediadır sana, ey genç, unutma ki Senden de bir hisâb arar âtî-i müştekî. Mâzîye şimdi sen bakıyorsun pür-intibah, Âtî de senden eyleyecek böyle iştibâh. Her uzvu girdibâd-ı havâyicle sarsılan Bir neslin oğlusun; bunu yâd et zaman zaman. Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir, Bir ufk-ı i'tilâ açılır, yükselir hayât; Yükselmeyen düşer: ya terakkî, ya inhitat! Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara; Doymaz beşer dedikleri kuş i'tilâlara... Uğraş, didin, düşün, ara. bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır! Tevfik Fikret ( 1867 - 1915 ) |
19-04-2009, 03:03 | #450 |
|
ALLAHAISMARLADIK Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı, Andırıyor ışıksız evinde pencereler. Biraz yeşermek için beklesin artık kışı Çağlayansız yamaçlar, suyu dinmiş dereler. Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna, Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz: Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna, Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz. Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü, Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim. Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü, Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim. .................................................. ................. Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! </B> Faruk Nafiz Çamlıbel ( 1898 - 1973 ) |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 2 (0 Site Üyesi ve 2 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Klasik Şiir Keyfi (Halk, Tasavvuf, Divan Şiiri) :)) | Gemici | Site Lokali | 122 | 21-03-2014 00:13 |
Tatil Keyfi :))) | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Gezi, Tatil ve Eğlence | 128 | 26-01-2013 21:06 |
Fıkra Keyfi | Admin | Site Lokali | 514 | 25-01-2013 18:06 |
Yaşama Keyfi:)) | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Site Lokali | 55 | 02-11-2010 21:59 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |