23-02-2007, 15:12 | #91 |
|
Hak, özgürlük, gerekçe, bilim, tez
Sn.Ahu,
Duygularınızı da içeren içten açıklamalarınız, ve bunları bize aktarmak için harcamış olduğunuz zaman için teşekkür ederim; etkilendim. Aynı içtenlik ve açıklıkla yazmaya çalışacağım. Öncelikle, sadece ben ifade etmiş olduğumdan dolayı benim düzeltmem gerektiğini düşündüğüm, bir yanlış algılamaya değinmek isterim. Üreme dürtüsü ile annelik içgüdüsünün ayrık (yani tümüyle birbirinden bağımsız) olmadıkları, birbirini tamamlar nitelikte oldukları; bunun ileri evrim basamaklarındaki canlılar için bir gereklilik olduğu mesaj 77, 7. paragrafta yer alır. Ama hemen ardından, 8. paragrafta da (sizin deyiminizle) 'birbirlerine yapışık' olmadıkları, ikisi arasındaki bağlantının insanda ne kadar zayıf olabileceğine işaret edilmektedir. Bu esnekliğin sadece insan türüne özgü olduğuna, ve bu esnekliğin toplumsal yaşamın gelişmesi sonucunda ortaya çıktığına yapılan vurgulara dikkatinizi çekerim. Sadece bu bile toplum yapısının neden insan uygarlığı için önemli olduğunu göstermeye yeterli. Sizin için önem taşıdığı izlenimini edindiğim bir konuyu da açmak isterim izin verirseniz: '(a) bebeği içinde hissetmek, (b) doğururken çektiği acının -çabanın, (c) bekleme heyecanının da farkında olmak' bizlerin ne yazık ki mahrum kaldığımız, gerçekten bambaşka bir deneyim olmalı. Ancak, bunların annelik içgüdüsüyle doğrudan ilişkileri olduğu değerlendirmesini yapmak pek doğru olmuyor; çünkü mesela sezeryan doğumlarda (b) yok; ayrıca, ben her ne kadar karşı çıksam da, bazı ülkelerde uygulaması olan taşıyıcı annelikle edinilen çocuklarda da, ne (a), ne (b), ne de (c) söz konusu olmadığı halde, büyütende annelik içgüdüsü yine de gelişiyor. Kaldı ki, başkasından devralınan, bulunma vb yollarla gizlice edinilen çocuklar da var; onları büyütenlerde de annelik içgüdüsü görülüyor (Bu da nereden çıktı demeyin, bizlerin bu kişileri ihbar etmemiz söz konusu değil, sizlerin pek haberi olmaz, ihbar ederse başkaları eder.). Bizler aralarında saptanabilir bir kalite farkı bulamıyoruz. Biyolojik anneler ile edinilmiş çocukların annelerinin çocuklarına farklı yaklaştıklarına ilişkin bir kanıt yok demek belki daha doğru. Çocuğunu ihmal eden, sokağa bırakanların yüzdeleri mesela, farklı değil, hatta ters. Öte yandan; yukarıda saydıklarınızın kadında bir farkındalık yarattığı ve çocuğa sahiplenme duygusunun derinlerinde bu farkındalığın büyük etkisi olduğu da ortada. Emzirme ise; ceninle gebe arasındaki fiziksel ağırlıklı bağın, doğumdan sonra anneyle çocuk arasında kurulacak olan psikolojik ağırlıklı bağa yumuşak geçişi gerçekleştirerek bu farkındalığın annelik içgüdüsü haline gelmesinde büyük rol oynuyor. Emzirebilecekken emzirmeyi reddetme hallerini incelediğimizde, psikolojik nedenlerle bu yola giden annelerin aynı zamanda annelik içgüdüsünü geliştirmekte de zorluk çektiklerini görüyoruz. Ama, elbette buna dayanarak emzirmenin annelik içgüdüsü için olmazsa olmaz şart olduğu söylenemiyor, çünkü ortada her ikisine de yol açabilecek bir psikolojik etken mevcut. Emzirmenin bu etkilerini gözönüne alarak; bütün annelere, bebeklerini emzirmeseler bile emzirirmiş gibi ten teması kurarak beslemelerini öneriyoruz. Maalesef, emzirmeyi psikolojik nedenlerle reddedenler bunu da yapamıyor. Umarım, edinilmiş çocuklarla ilgili bu veriler yardımcı oluyordur. Evlatlık ve bakıcı aile kurumlarının formalitelerini gözden geçirmek ve değiştirmenin yararlı olabileceği konusunda farklı düşünmediğimizi duymaktan mutlu oldum. Geç edinilen evlatlıkların bebeklik (infant = 2 yaşın altı) döneminde edinilenler kadar kolay benimsenmediği görüşünüz de çok isabetli. Keşke aileye teslimden sonraki denetimi daha sıkı hale getirerek teslim öncesi süreyi kısaltabilsek; değil mi? Beni böyle konular açıldığında toplumu yozlaştırma bahanesiyle kadınların haklarını kısıtlamak için çaba gösterenler arasında değerlendirmemişsinizdir diye umuyorum. Aslında bunu söylediğinizi de düşünmüyorum zaten. Buna rağmen, değişik biçimde yeniden söylemekte yarar görüyorum: Eleştirilmeme özgürlüğü isteminizi, toplumun geleceği ve çıkarlarını tehlikeye atmadığı sürece, sonuna kadar haklı buluyor ve destekliyorum. Ancak çözümün, bunu bir hak olarak yasalara koymak değil, toplumun değişim ve gelişimi için çaba harcamak olduğunu düşünüyorum. Yani yöntemi nedene göre seçelim diyorum. Eğer ille de yazmanın yararı olacağı görüşünde iseniz; ki bunun için sıraladığınız o bir dizi olumsuz şey bence de gerekçe olarak değerlendirilebilir; onlara yönelik önlemleri koyalım veya ağırlaştıralım; ama o durumda bile, 'sperm bankasından tek başına gebe kalma amacıyla yararlanma' diye bir hakkın tanımlanmasını kabul edemem. Bunda o kadar da ısrarlıysanız, ve ille de bu bir hak olarak yer alsın diyorsanız; şimdiden öngörebileceğimiz olası sonuçlarına uygun bir toplum tasarlayıp, yasamızı orada doğacak sorunları da içerecek biçimde kaleme alalım. Yani, prospektif yasalar yazalım. Bilmiyorum ama, bu herhalde hukuk tarihinde ilk olacaktır, bir tez konusu bile olabilir belki. Hukukun hep toplumun gerisinde kaldığından yakınanlara da bir cevap olur, susarlar artık. Saygılarımla, Not: (Biraz uzun ama, affedin) Aslında çok gerekli değil ama, bir ifadeniz nedeniyle ele almakta yarar görüyor ve genel olarak sohbetlerimiz sırasında hekim olmayanların beni anlamasında kolaylık yaratacak bir konuya daha değinmek istiyorum. Maalesef, bizim mesleğimizde kullandığımız bilim, sizinki gibi insan yapımı unsurlardan oluşmuyor. Bunun çok sıkıntısını çekiyoruz. 'Bilimsel mi, tez mi' demişsiniz. Bizim 2 x 2 = 4 gibi bir bilimsel gerçeğimiz, veya yaratanın yazdığı bir kurallar kitabımız hiçbir zaman olmadı ki! Keşke olsaydı, işler çok kolay, bizim vicdanlarımız da çok rahat olurdu. İleride olabilir mi, onu da bilmiyorum, olacağını da hiç sanmıyorum, çünkü o zaman yaratan haline gelirdik (Bu bir tek tanrılı inanç meselesi tabii, farklı inacınız varsa, sizi rencide etmek istemem). Bazen bir konuda onlarca görüş olabilir, bizler onlardan duruma en uygun düşenin hangisi olduğunu seçmek durumunda kalırız. Ama bu seçim, yapacağımızla ilgili olmaktan çok, vakayı nasıl değerlendireceğimizle ilgilidir; yani tanıyla. Tedaviyle ilgili görüşler de birden çok olabilir, onlardan da en uygununu seçmek zorundayızdır. Ama bu seçimi sürekli değerlendirmelerle gözden geçirmemiz ve gerekirse değiştirmemiz gerekir. Bazen de en geriye, tanıya kadar dönme durumuyla karşı karşıya kalmamış hekim yoktur. Bu bizim beceriksizlik veya bilgisizliğimizden çok, yaratılanın çok karmaşık, değişkenlerin sonsuza yakın sayıda, en azından sıralanamayacak kadar çok, ve çoğunun bilinmiyor olmasındandır. Burada diğer disiplinlerden insanlarla sohbet sırasında da en uygunlardan bir derleme yapmak gerekiyor elbette. Hukukçu bakış açısıyla bunların hepsi (sen)tez sayılır; çünkü asla kesinliği olamaz. Mühendis bakış açısıyla da öyledir. Çok çarpıcı bir örnek vereyim: bir erişkinden 5 litre kan kaybı olmuşsa, o ölmüştür, o kadar kayıp olmaz bile. 3 litre olmuşsa, çok ağır kan kaybıdır, ama ölmeyebilir. 2 litreyle hemen kimse ölmez, ama tedavi gerekir. Fakat Ahmet, 100 mililitre kan kaybıyla, hem de doğrudan kan kaybı nedeniyle ölmüş olabilir. Bazen şansımız yaver gider, bunun bildiğimiz bir başka kolaylaştırıcı nedenle ilişkisini buluruz; bazen hiçbirşey bulamayız; bazen de kitaplarda ve geçmiş deneyimde yer almayan birşey bulur, seviniriz. Zaten, hep bu nedenle yuvarlak fiillere çok rastlarsınız. Noktalar, virgüller, fiiller ve çekimlere dikkat edilmesi, başlangıçtan bitime dek söylenenlerin tümünün bir arada değerlendirilerek; söylenmeyenlerin de göz önünde tutulması gerekir. Bizim metinleri okuyan ve bu gözle bakmayan herkes ayrı bir fikre ulaşabilir. Bu bir alışkanlık meselesi, bizde refleks oluşmuş artık. Ama şurası kesin: söylediğimiz hiçbir şey kesin değildir; en iyi ihtimalle o sırada genel kabul gören (aslında mantıklı görünen ve aksi kanıtlanamamış demek daha doğru) görüşlerin biraraya getirilmiş en uygun ifadesidir. Kısacası, size ... yasası ... madde ... fıkra demem mümkün değil. En az 5 sayfadan oluşan referans listesi dökmek durumundayım, ve bunları hazırlamak için günler harcamam gerekir. Biz bunu sadece bilimsel yayın hazırlarken yaparız ve gerçekten zorlu bir iştir. Zaten, her zaman benim size sunduklarımdan farklı görüş ve gerekçeleri olan en az bir hekim bulmanız mümkündür (mesela burdaki 'en az bir' ve 'bulmak mümkündür' çok önemlidir; bulursunuz demek değil; bulunabilir, ama bulunmaması daha büyük olasılık demektir). Yani, bu gereksiz bir çaba olacaktır; herhalde beni bundan affedersiniz. Çünkü konunun hukukçu ve mühendislerin anladığı anlamda bir bilimsel gerçek haline getirilmesi asla mümkün olamayacaktır. Yerçekimi var olduğunda elma, her zaman yere düşmeyecektir. Hastalarla konuşurken, sadece sahip olduğumuz son bilgiler çerçevesinde, kesinlik değil ama belirsizliğinin sınırları ölçülebilmiş ifadelerle konuşuruz elbette. Ama 'midenin bir kısmını alacağız, turp gibi olacaksın inşallah' bu kapsamda değil tabii ki. |
23-02-2007, 15:54 | #92 |
|
Sn.Kayar,
Sözünü ettiğiniz şeylerin hiçbirinde 'kadınların sperm bankasından kendi başlarına gebe kalarak çocuk sahibi olmaları hakkı' nı okuduğumu hatırlamıyorum. Sizin kadar bilemem elbette; döner gerekirse yeniden okurum. Ama bu benim içinde yaşadığım toplumun geleceğinin tehlikeye atılmasına izin vereceğimi de göstermez. Sonuçta o sözünü ettikleriniz uluslararası antlaşmalardır ve ilkeler düzeyindedir; böyle ayrıntılara karışmaz, karışamaz. İmzalayan her ülke bu ilkeleri kendi algılayışına ve uygulama koşullarına uydurur, ama ilkeleri çiğneyemez, onlara aykırı uygulamalar yapamaz. İmzalamak kadar, imzalara nasıl uyulacağı da ülkelerin insiyatifindedir. Ola ki; böyle açıkça yazılmış, çekince konabilecek bir madde var; hazır olduğumuzda, veya ilerki 150 yılda diğerlerinde ne olduğunu gördükten sonra uygulayacağız deriz, olur biter. Çekince konabilecek bir madde değilse değiştirilmesini sağlamamız; olmadı, imzalamamamız gerekir. Bu konuda Sn.Demirel' in saptamalarına hak veriyorum; sizler gibi savunucular olmasa bu işlerde şimdikine göre çok daha az kazanım elde edilirdi herhalde. Bu kararlılığı takdir ediyorum elbette. Ama keşke bunları (Sn.Demirel' in saptamaları, benim değil) çığlık atmak ve savaşa destek vermek biçiminde değilde; sevgiyle, şefkatle, bilgilendirmeyle sağlamak mümkün olsaydı. Belki de kadınlar, yani annelerimizden görmeye alışmadığımız bu tutumlar nedeniyle; iletişimde güçlük çeken benim gibiler ortaya çıkıyor. Yüzbinlerce yıllık yöntemlerin değişmesine alışmak kolay değil. Saygılarımla, |
23-02-2007, 16:22 | #93 | |||||||||||||||||||
|
Sn.Hekimbaşı, Katıldığınız 90 numaralı mesajımda, "çığlık atma, savaşa destek verme (veya savaşa destek çağrı/çığlığı)" gibi bir saptama yahut nitelendirme yahut da isnadım, olmamıştır. Kaldı ki bazen çığlık atmak da gerekir. Bugünkü konuma yetişmek pek kolay olmadı. Karanlığın içine ışık çok uzun zaman sızamadığı gibi, bağrından kopup gelen çığlıkları da duyan pek olmadı. Yani hiç bir kazanım kolay ve sessiz sedasız olmuyor. Bu nedenle gerektiğinde sesin yükselmesini, "çığlık olarak düşünülmesi halinde bile" hoşgörmek, dahası adil olana yaklaşmak adına, gerektiğinde el vermek gerek. Alıntı içindeki sizin de katıldığınızı beyan ettiğiniz ilk nitelemeyse doğrudur. Bir ideayı gerçekleştirebilmek adına, kargınmayı da göze alıyor kadın savunucuları. Bazen karşılarında en başta adlarına savaş verdikleri hemcinslerini, kadınları da bulabiliyorlar. (Son cümle içinde kabul görmeyi veya oradan seslendiğimin düşünülmesiniyse istemem doğrusu. Cinsiyetler söz konusu olduğunda objektif olabilmek adına, mümkün olduğunca cinsiyetsiz bakmaya çalışıyorum katılırken de, muhalefet ederken de. Elbette elimden geldiğince) Kadına ayrımcılığa hayır, ama kadının (adına pozitif veya ne denirse densin) ayrımcılık talebine de hayır. Benim sözümün başı, sonu ve özü budur. Yanlış anlamaları önlemek adına. Saygılarımla... |
23-02-2007, 16:34 | #94 |
|
Sn.Demirel,
Sözcükler bu forumda suçlama, yargılama ve cezaya temel olma niteliğinde değerlendirildikleri için sizin metninizden yararlandığımı belirtmek zorunda kaldım; yoksa sizin sözlerinizi çarpıtmak amacım yoktu. Öyle algılandıysa, suçumu kabul ediyor, affımı diliyor, edilmezsem de cezama razı geliyorum. Saygılarımla, |
23-02-2007, 22:49 | #95 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Sn.Hekimbaşı
Hak bildirgeleri elbette genel ve soyut niteliktedir. Çerçeveyi ve ilkeyi çizer ve kişilere serbest alanı ve yasaklı alanı belirtir. Örneğin:
Sonraki hak bildirgelerinden ayrıca ve dilerseniz konuşabiliriz.Diğer sözleşmelerde de benzer ilkeler aynı biçimde tekrar edilmiş,teyid edilmiştir.Sözü uzatmamak için burada durdum sadece. Bu düzenlemelerden benim anladığım ile sizin anladığınız farklı olabilir mi? Burada konunun yönünü değiştirmeyi amaçlamaksızın bir örnek vermek istiyorum. Üremeye Yardıcı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği: Madde 1 - Bu Yönetmeliğin amacı; çocuk sahibi olamayan evli çiftlerden tıbben uygun görülenlerin üremeye yardımcı tedavi metodları vasıtasıyla çocuk sahibi olmalarının sağlanması için.. diye düzenleme yapmıştır. Bu merkezlerden: evli olmayan ve fakat çocuk sahibi olmak isteyenler yararlanamamaktadır. Burada evlilik statülerine göre bir eşitsizlik yaratılmıştır ve ayrımcılık uygulanmaktadır.
Saygılar |
24-02-2007, 07:04 | #96 |
|
Sayin Karacaoglu,
Uzun aciklamalariniz, emeginiz ve nezaketiniz icin ben de size tesekkur ederim. Bulundugum yer dolayisiyla arada saat farki oldugundan, ben ancak herkesin uyudugu bu saatlerde, odevlerimden mola verdikce yazabiliyorum. Ben yazana kadar da bir konu hakkinda epeyce mesaj birikmis oluyor. Bu nedenle cevap vermek istedigim sey cok olsa da, ancak aklimda kalanlari, yazan kisi gozetmeksizin yanitliyorum. Ozetle mesajimdaki her paragraf size yonelik degildi, ozellikle yozlasma konusu ve roportaj konusu diger arkadaslarimizin mesajlarina cevapti, ancak yine de aciklama zahmeti gosterdiginiz icin tesekkur ederim. Oncelikle uzun notunuza nispeten kisa bir yanit vermek istiyorum. Ben 'dusunceniz ya da bilimselligi var mi bilmiyorum-teziniz' yazarken sizin bu sekilde anlayacaginizi dusunemedim. Sadece dusunceniz yazsam, 'bu sadece benim dusuncem degil, bilim bunu ispatliyor' tarzi bir cevap alma ihtimalim dogacakti-bu konuda benden uzman olan sizdiniz ve ben emin degildim. O nedenle her ikisini yazma geregi hissettim. Yoksa elbette forum alanlarina yazdiginiz mesajlari makalelerle ispatlamak zorunda degilsiniz. Bunu beklememiz herseyden once fikir alisverisinin sekteye ugramasina neden olur. Ben halen fizyolojik olarak farkli yaratilmis bayanin, anacligi, cocuk sevgisi ve cocugu sahibi olmak istemesi yuzunden sevmedigi, istemedigi biriyle iliski kurmasina ve hatta toplumumuzda boyle bir ozgurlugun olmadigi gerceginden de hareketle 'evlenmesine' ya da 'evlendirilmesine' karsiyim. Her isteyen istedigi zaman bu yontemi secsin demiyorum, ama bu yontemi secmesi gerekiyorsa da karsi cikilmamasi taraftariyim. Bahsedilen olumsuz tehlikelerin dogmamasi icin hukuki duzenlemeler yapilabilir: mesela her erkegin sperminin sadece bir bayana enjekte edilmesi, belli bir yasa gelmeyen bayanlara saglik kosullari gerektirmiyorsa bu yontemin uygulanmamasi gibi kurallar konulup, bu dogrultuda duzenlemeler yapilabilir. Ama bunu daha basindan kesip atip 'boyle bir hak soz konusu olamaz' demek herseyden once kadinin fizyolojisine ve kendi istemeden kadin olmasi dolayisiyla ona bahsedilen duygu ve ic gudulere yapilan buyuk bir haksizliktir. Evlat edinme prosedurleri, Yeni Medeni Kanun ile birlikte biraz daha yumusatildi aslinda ama hala bir cocugu evlat edinmek, bir onceki mesajimda da belirttigim bir cok guclukler ve sorunlar barindiriyor. Ancak bu prosedurlerin daha da yumusatilmasi, bu defa cocugu suistimal etmek icin (cinsel amaclarla olabilir, 'besleme' mantigiyla ucuz yoldan yardimci amaciyla olabilir vs) ortam olusturabilecektir. Aradaki cizgiyi ve haklar catismasini cok iyi belirlemek gerekmektedir ki ne evlat edinen ne de evlat edinilen magdur olsun... Aileye teslim olduktan sonra denetimi sikilastirmak suretiyle sureyi kisaltmak oneriniz oldukca guzel ve yerinde bir oneri. Ancak bu defa da bu denetimin nasil yapilacagi ve bu sure icerisinde alinan risk ortaya cikacaktir. Orta yolda bir ayarlama yapmak gercekten cok zor. Ancak su andaki sistem de iyi diyemiyorum. Burda gozlemledigim bir sey aktarmak istiyorum: Evlat edinen ailelerin evlat edindikleri cocuklarin yuzde 95'i yabanci, bu oranin da yuzde 80'i Rus. Bunun nedeni malumunuz, ABD evlat edinme kurallarinin cok siki olmasi ve Rusya'da ise evlat edinmenin cok kolay olmasi. Gordugum ornekler neyse ki cok iyi ailelerdi ve gercekten cocuklari gibi goruyorlardi ancak bunun da garantisini almak aslinda oldukca zor degil mi? Kaldi ki cocugu anavatanindan, dilinden, adetlerinden de kopartmis oluyorsun(kucuk cocuklar icin bu sorun olmasa da birazcik kendine gelmis cocuklar icin bu gercekten buyuk celiskilere sebep olabilir). Bu ornek kurallarin cok siki olmasinin sakincali oldugunu kanitladigi gibi(aileler baska hukuk sistemlerine yoneliyorlar), cok serbesti olmasinin da bir cok sakincalar barindirdigina guzel bir ornek diye dusunuyorum. Neyse konuyu daha fazla evlatlik kurumuna cekmek istemiyorum, sadece onun da kolay bir cozum olmadigini anlatabilmek icin bu kadar aciklama yaptim. Ve hala kesinlikle savunuyorum: Anne, baska turlu cocuk sahibi olma sansi yoksa sirf toplum sinirlamalari yuzunden cocuk sevgisinden yoksun birakilmamali.. Bu karara varmis kisi zaten cocuk ugruna gozunu karartmis biridir.. Bu her zaman goz onunde tutularak yorum yapilmali... Saygilarimla |
24-02-2007, 15:01 | #97 |
|
Teşekkür ederim
Sn.Ahu,
Görüşünüzü daha iyi anlayabilmiş olmaktan mutluyum, teşekkür ederim. Toplumumuzda bekar kadınların anne olmasının önünde çok fazla toplumsal engel olduğu konusunda haklısınız, ama toplumumuzu geliştirerek bu işi çözebiliriz, ÇÖZMELİYİZ. Sperm bankasıyla çocuk sahibi olmak gibi sakıncalı ve sağlıksız bir duruma sırf hak savı ile izin vererek nasıl çözebileceğiz? Çocuğun ve annenin boynuna 'sperm bankasından yapay dölleme yoluyla edinilmiştir' yaftası mı asacağız? 'Git evinde otur' diye kadın yargıcın kafasını kırmaya çalışanların kol gezdiği bir toplum, bu yöntemle aniden düzeliverir mi sizce? Evlilik dışı çocuğun dünya üzerindeki 2 milyar erkeğin hiçbiriyle birleşmek istemeyen birisince istenebileceğini hiç düşünmemiştim. Ama, bunun da sağlıksız olduğunu ve bu durumdaki bir kadının çocuk sahibi olmasının sakıncalı olduğunu belirtmiştim. Bunu daha anlaşılır kılmak için şunu söylemekte yarar görüyorum: psikolojisi bu derece bozulan annelerin bile çocukları çoğunlukla alınmak zorunda kalınmaktadır (Bizde değil tabii, bizde kim kime dum duma, çocuklar kendileri kaçıp kutuluyor). Nedenler de çocuğun zarar görmesi, psikolojisinin bozulması oluyor. Daha önce üstü kapalı geçtim; ama böyle bir durumda eşcinsellerin de çocuk sahibi olmaları gibi bir durum ortaya çıkar, ki bu da sağlıksızdır. Bu durumları hastalık, veya daha özgün adıyla cinsel sapkınlık olarak nitelendiriyoruz. Bu terimlerin toplumun o insanlara hoşgörüyle bakıp bakmamasıyla hiçbir ilişkisi yok. Onlar da insan, onları da sevebiliriz, çocuklarımızı sevebilirler, çocuklarımız da onları sevebilir, ve elbette bizler kadar hakları olacaktır; ama doğal yoldan sahip olamayacakları birşeyi onlara hak olarak tanıyamayız, toplumun geleceğini onlara emanet edemeyiz. Doğal ebeveynlerden birinin cinsiyetini psikolojik nedenlerle yok sayan (özellikle 'yok olan' demiyorum) ve belki de nefret eden iki ebeveyn tarafından sağlıklı bir çocuk yetiştirilmesini beklemek olanaksızdır. Konuyla ilgisiz ama, eşcinsellerin evlilik akdi yapmalarından çok farklı bir durum bu. Onda hiçbir üçüncü şahıs zarar görmüyor; iş anlaşması gibi birşey. Toplumun geleceği açısından iki önlemi almak zorundayız: eşcinseller evlatlık alamazlar, sperm bankası veya kiralık rahim kullanamazlar. Çok yakında, 'gebelik olmaksızın / doğurulmamış - çocuk' da gündeme gelecek, bu tür durumlarda ona da izin vermememiz gerekecek. Elbette siz bunları toplumun geleceği açısından sakıncalı bulmuyor olabilirsiniz; nihayetinde herkes diyor ya: 'demokrasi var'. Ancak bu doğa dışı gelişmeleri hak olarak tanımlama eğiliminde olan toplumlardaki demokrasinin azınlıklara ayarlı olduğuna dikkatinizi çekerim. Örneğin Ermeni ve Yahudi azınlıklarının bulunduğunuz ülkenin gidişatında nüfuslarına oranla çok büyük etkileri olduğu ortada değil mi? Avrupa' ya gelince de eşcinseller ve diğer toplum dışıların etkisinin oransızlığı göze çarpar. Bunun bir nedeni, öncelikle çoğunluğun bana ne demesi, hatta çoğu kez seçimlere bile katılmaması; ikinci bir neden de, adayların büyük çoğunluğu yanlarına çekebilecek birşey sunamamaları, yani birbirinden belirgin farklarının bulunmaması, fakat çoğunluk aleyhine olmadığı sürece azınlıktaki toplulukların oylarına oynamanın kolay ve ucuz olmasıdır. Bu durumu yapacak işleri kalmadı diye de değerlendirenler yok değil. Bunları yasamanın, dolayısıyla yasaların nasıl yapılandığına dikkatinizi çekmek için ele aldım. Halbuki; yasalar yapılırken, oylardan çok önce bilimin, sonra toplum kabullerinin, sonra da toplumun geleceğinin gözönünde tutulması gerekir; yani demokrasi adına, oylar için bunları feda edemezsiniz. Ne yazık ki, bizdekinden daha farklı nedenlerle, ama aynı derecede acınacak bir biçimde, bilim ve aklın yerine azınlıkların aykırılıklarıyla propogandanın galibi düşünceler konmaktadır. Propogandayı yapanlar oy, aracı olanlar sansasyon ve para, hedeftekiler hak peşindeyken; çoğunluk oyunun dışında, etkisiz kalmaktadır. Bilim ve aklınsa esamesi bile okunmamaktadır. Üzülerek belirtiyorum; demokrasi, en büyük ortak bölen (EBOB) yerine, en küçük ortak kata (EKOK) doğru ilerleyen yasal çerçeveler yaratarak; toplumsal denetimi azaltmakta, toplumları birarada tutan her türlü unsuru gevşetmektedir. Toplumsal bütünlüğün çözünmesi olarak nitelendirebileceğimiz bu durumun sakıncalarını yakında bizler değil ama gelecek kuşaklar mutlaka görecektir. Küreselleşme kaosu da diyebilirsiniz. Tek cinsin ancak diğer cinsle birlikte edinebileceği bir ürünü tek başına edinmesini hak olarak kabul etmem olanaksız. Bunun nedenlerini neredeyse tüm yönleriyle anlatabilmiş olmayı umuyor, bu vesileyle, o yukarıda sözünü ettiğim 'propoganda' fırsatını bana da eşit düzeyde tanıdığınız için size, bu başlıkta yazan herkese ve tabii Sn.Kayar' a teşekkür ederim. Saygılarımla, Not: Sn.Demirel, aynı metinleri okuyoruz, diğerlerini de okudum, ama ben aynı sonuca varamıyorum galiba. Olsun, önemli değil. Hem ilginiz, hem zahmetiniz, hem de eşitliğin adalete yansıması konusunda gösterdiğiniz titizlik için teşekkür ederim. |
24-02-2007, 15:32 | #98 | |||||||||||||||||||
|
Eşcinsellik bir hekim tarafından hastalık veya sapkınlık olarak tarif edilebilir mi?
Sn.Hekimbaşı Öncelikle yazınızda kullandığınız "niteliyoruz" sözü ile kastedilen kimdir? Kimin adına böyle bir açıklama yapıyorsunuz?Hekimler adına mı? Hekimler böyle mi düşünüyor? Hekimler eşcinselliği hastalık olarak mı değerlendiriyor ve cinsel sapkınlık diye mi tarif ediyor? Hekimler WHO tanımlamalarının dışında bir tanımlama mı kullanıyor ? Yoksa kişisel yargı-kanınızı hekimler adına açıklayarak güçlendirmek mi istediniz? Kısa hatırlatma: Türkiye’de dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, ruhsal hastalıklar, DSM IV (Amerikan Psikiyatri Birliği- APA) ve ICD 10 (Dünya Sağlık Örgütü- DSÖ)) uluslararası sınıflandırmalarına uygun şekillerde kategorilere ayrılır. APA tarafından 1973’te alınan karar sonrasında, eşcinsellik kademeli olarak bir ruhsal hastalık kategorisi olmaktan çıkarılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de benzer bir yol izleyerek 17 Mayıs 1990 tarihinde eşcinselliği akıl hastalıkları listesinden çıkardı. Bu nedenle yapmış olduğunuz açıklamayı tamamen kişisel bir açıklama olarak kabul ediyor ve WHO standartlarının oldukça gerisinde bulduğumu belirtme ihtiyacı duyuyorum. Saygılar |
24-02-2007, 17:09 | #99 |
|
Sn.Kayar,
ICD, ABD devleti ve sigorta şirketlerinin sağlık harcamalarını izleyebilmek için yaptığı bir sınıflama faaliyetine dayanır. Günümüzdeki birçok standardizayon faaliyetinde olduğu gibi, bu konuda da ABD öncü olmuştur, sağolsunlar. Eskiden kağıt üzerinde bütçeleme ve denetim için başlamış olan bu faaliyet, sonradan tıbbi tanı ve tedavilerin bilgisayar sistemleri kullananlarca homojen ve sağlıklı olarak işlenmesini hedefleyen bir yapı haline dönüşmüştür. Kaynağı hemen tamamen ABD deki verilerdir. Yani ABD de ne olursa onun gereğine göre biçim alır. WHO nun da farklı bir dayanağı yoktur, ödeneğinin % 80 den fazlasını ABD den karşılar. Bu uygulamalar, eşcinsellerin ABD de damgalanmaya karşı hasta hakları çerçevesinde yaptıkları girişimler sonucunda devreye girmiştir. Sınıflama orada değişince, heryerde değişir. Eşcinselliğin toplumca hoşgörüyle karşılanması sürecinin bir devamıdır; ve benim de olağan karşıladığım (öngörülebilir ve kabul edilebilir bulduğum) bir yaklaşımdır. Böyle karşılamamak mümkün değildir, çünkü eşcinselliğin psikolojik bir hastalık olmadığına ilişkin tek bir kanıt olmamasına rağmen; bu durumun hemen hiçbir zaman tedavi edilebilir olmadığı da artık neredeyse hepimiz tarafından kabul görmüştür. Eh, başkaca somut, tedavi edilebilir bir belirti veya bulgunuz yoksa, kişiyi kayıtlara 'eşcinsel' diye kaydetmenizin de hiçbir mantığı olamaz, değil mi? Bu damgalama olur. Buna karşı çıkılmıştır, ve bu çıkışa hak vermemek insan haklarına aykırı olur, herkes kendi cinsel tercihinde özgürdür. İster tedavi olur, ister olmaz; ama tedavi olmayı isterse bile, onu damgalamak yerine durumuna daha kabul edilebilir bir ad vermek uygun olur. Yapılan da budur. Ancak, unutmamak gerekir ki, bir hastalığın tedavi edilememesi, veya hastanın hastalığını kabul etmemesi, durumu hastalık olmaktan çıkartmaz. ABD nin ne yaptığı, niçin yaptığı beni veya dünyadaki diğer hekimleri o kadar da bağlamaz. Etkiler elbette, biz de o etkiye karşı çıkıyoruz zaten. Bir şeyin oraya buraya, bırakın dediğiniz yerlere, yasaya bile, şöyle ya da böyle yazılmış olması, bilimi ilgilendirmez. Demokrasilerde bilimin politika, medya ve azınlıkların etkisiyle neden ve nasıl gözardı edildiğine ilişkin anlattıklarıma rağmen sözünü ettiğiniz referansları bilimsel olarak algılamamız gerektiğini söylemiyorsunuz herhalde, değil mi? Ne ICD, ne WHO bilimle uğraşmaz. APA nın nedeniyse açık: zaten tedavi edemiyor, ama kendisine başvuracak eşcinsellerin damgalanmaya karşı çıkmalarına engel olup, en yüksek sayıdaki hastalarından mı olsun? Elbette yapması gereken, onların isteklerine destek olmak. Bu zaten kötü birşey de değil, ben de hak veriyorum damgalanmalarına hiç gerek olmadığına. Sonuçlara bakıp yorumlar yapmak yerine, nedenlere bakalım derim. Ruhsal bozukluk ve hastalıklar; olağan, doğal ve beklenen davranışların dışında, veya aşırı, düşünce, davranış veya tepkiler gösterilmesiyle kendini gösterir. Bu tanımı ben de yapmadım, Freud da. Çok öncesinden beri var. Delileri kurtarmak için hasta olduklarını biz söyledik, topluma da elimizden geldiğince kabul ettirdik; ama eşcinselleri kurtarmak için sağlam olduklarını söyleyemeyiz; bu tanıma, yaradılışa ve doğaya aykırı. Eşcinsellik normal, sağlıklı bir durumdur diyebilecek tek bir hekim de tanımıyorum, duymadım; bilimsel tek bir yayın da görmedim. Birçok eşcinsel hekim de var üstelik; ama çıkıp da bu iyi birşeydir diye çalışmalar ve yayınlar yapmıyorlar. Ben de olsam yapmam zaten, toplumun binlerce yılda vardığı noktayı tehlikeye atma sorumluluğunu alamam. Toplum onları bütün diğer bireyler gibi bağrına basmalı ve ayrımcılığa tabi tutulmalarına engel olmalı. Tıpkı delilere yapmamız gerektiği gibi. Ama geleceğimizi onlara emanet etmeyi de düşünmemeliyiz. Heves ve kendini kanıtlama isteği nedeniyle peşine düşebilecek derecede psikolojik bozuklukları olanlar hariç, bilinçli ve iyi eğitimli olan eşcinseller arasında bile bunu isteyeceklerin çok fazla olacağını da düşünmüyorum. Psikiyatristler bu konuda bir çalışma yapıp sonuçlarını yayınlasa, belki de hiç tartışmamız bile gerekmeyebilirdi. Saygılarımla, |
24-02-2007, 17:56 | #100 | |||||||||||||||||||
|
Sn.Hekimbaşı
Olmayan bir şeyin ,olmadığının kanıtlanmasını öneriyorsunuz. Bence eşcinselliğin hastalık,eşcinsellerin hasta ve , ayrıca ruh sağlıklarının yerinde olmadığını iddia eden,bunu kanıtlamalı. İddia eden ispatla yükümlüdür. Başka bir şey yazmayacağım. Saygılar |
24-02-2007, 20:58 | #101 |
|
Bekar annenin çocuk sahibi olup olmayacağı tartışmasından biraz uzaklaşılmış görünüyor. Ama ben yine de görüşlerimi belirteyim. Fiilen mümkündür, hukuken de mümkün ancak bu bencillik değil mi? Çocuk açısından yaklaşıldığında babasız olmak sağlıksız sonuçlar doğurmaz mı ve bu bağlamda çocuk haklarına aykırı olmaz mı?
|
24-02-2007, 21:07 | #102 | |||||||||||||||||||||||
|
Ozge Hanim bu sorulariniza cevap vermeden once, bu konudaki mesajlarin hepsini(ki toplam 4 sayfadan olusan bir konudur) okumanizi rica ediyorum. Saygilarimla |
24-02-2007, 21:19 | #103 |
|
Sn.Kayar,
Ben de başka birşey yazmayacak, ruh hastalığı, veya psikolojik hastalık tanımlarına bakmanızı rica edeceğim. Saygılarımla, |
24-02-2007, 21:30 | #104 |
|
Ahu Hanım, ricanızı yerine getirerek hızla okudum ama üyelerin birbirlerine yazdıklarını ayrıntıyla okumak istemedim, üyelerin genel düşüncelerini öğrenmek yeterli geldi.
|
24-02-2007, 22:40 | #105 |
|
Bekar hanımlar Çocuk sahibi olabilmelidir.
Saygıdeğer Hanımefendiler,Beyefendiler,
Bana göre Sn KAYAR'ın gündeme taşıdığı ve tartışma konusu olan öngörü,genel uygulamanın istisnasını oluşturmaktadır. Tabiki,çocuk sadece annenin değil, anne ve babanın ortak ürünüdür.Böyle oluncada,üretme aşamasında birlikte olanların ürünün büyüyüp gelimesi sırasında da bir arada olmalarından daha doğal ne olabilir.Genel uygulamada zaten bu doğrultudadır.Arkadaşımızın öngördüğü istisnaya gelince,biriyle ortak işe başlıyor ve yatırım yapıyorsunuz ortaklığınızdan da kimsenin henüz haberi yok.Ortağınız kaçıyor.Koşullarınız yapılan yatırımı tek başına devam ettirmeye elverişli ise,devam ettirmezmisiniz? Bir hanımsınız ve anne olmayı çok istiyorsunuz.Bu istek, tüm hanımların en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.Bir hanım düşünelim,evlenebilecek bir eş bulamıyor. Çünkü onun beğendikleri kendisini beğenmiyor.Kendisini beğenenleri ise o beğenmiyor.Peki şimdi ne olacak? Kadının çoçuk yapmak için beğenmediği biriyle evlenmesi mi daha iyi, yoksa kendisinin beğendiği ancak evliliği düşünmemekle birlikte çocuk yapmak için birlikte olmayı benimseyen biriyle birlikte olmak suretiyle çocuk yapmasımı daha doğru? Bence,evlenme olanağı bulamayan ancak çocuk sahibi olmayı isteyen bekar hanımların,iş işten geçmeden(iş işten geçtikten sonra acı çekenlere çok rastladım) evlenmeden çocuk sahibi olmayı benimseyen erkekleri bulduklarında,evlatlık edinme yerine kendi çocuklarını doğurmaları,hem insan hakları açısından doğrudur.Hem de hukuki açıdan sakınıca yoktur. Bu düşünceyle Sn KAYAR'a katılıyorum. Saygılarımla. ------------------------------------------------ İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZMAZ. |
24-02-2007, 23:12 | #106 |
|
Bir de bekar annenin çocuğu açısından düşünelim konuyu:
-Ülkemizde büyük bir değişim yaşanıp da, tüm anneler bekar anne olmayı seçmediği müddetçe, yalnızca bekar annelerin çocuklarının bir babası olmayacaktır. -Bekar annenin çocuğu "baba" kelimesinin ne olduğunu kavramaya başladığında "benimki nerede" diye önce düşünmeye, anlamaya, sonra da sormaya başlayacaktır. -Sorma ve öğrenme ihtiyacının artmasını müteakip başlayacağı öğrenim (hatta eğer gönderilirse öncesi kreş) yaşamında, diğer oyun/okul arkadaşlarının babalarıyla karşılaştıkça kendisini azınlık gibi hissedecek, boynu bükülecektir. -Dünyanın en mükemmel annesine sahip bile olsa -ki mükemmel insan var mıdır-, bu yoksunluk duygusuyla başedemeyecek, yokedecek bir ikame değer arayacak ve bulamayacaktır. -Hiç tanımayacağı ve kim olduğunu öğrenemeyeceği bir babası olan çocuk (bu örnek yapay döllenme örneği içindir), zamanla annesini suçlayacaktır. (ama yüksek sesle ama sessiz) -Bir eşin onu hayal kırıklığına uğratmasından veya bilumum başka sebeplerle acı çekmekten korkarak böyle suni bir yöntemi seçen ve hayata bir canlı getirirken, ona varlık sebebi sunan diğer insanı ömrü boyunca görme şansını doğuştan yitirten ve geri dönüşümsüz yasaklayan anneye, zaman içinde bizatihi kendi çocuğu acı verecektir. -Tanınamayacak, görülemeyecek, birlikte yaşamda az ya da çok bir paylaşım yaşanamayacak , kim olduğu bir ömür bilinmeyecek siulet görünümündeki baba figürü, bir çocuk için kaldırılamayacak, taşınamayacak bir yük, çözülemeyecek bir sorundur. -Anne olmak kadın için bir haksa, bir babaya sahip olmak da çocuk için bir haktır. Bu haklardan birine üstünlük tanınacaksa, doğmamış olana öncelik tanınmalıdır. Çünkü onun seçme hakkı yoktur. Saygılarımla. |
25-02-2007, 10:22 | #107 |
|
Suni Döllenme Yoluyla Olmamalı
Sn DEMİREL,
Bekar hanımlar çocuk sahibi olabilmelidir. Ancak suni döllenme yoluyla (kime ait olduğu bilinmeyen spermle)çocuk sahibi olunmasına bende karşıyım.Bu konuda da size katılıyorum. Çocuk istediğinde babasının kim olduğunu bilebilmelidir. Nasıl ki kadınlar doğurma hakkından mahrum bırakılamazsa, çocuklar da babasını bilme hakkından yoksun bırakılmamalıdır. Ancak,Sn KAYAR 'IN öngörüsünde suni döllenme yönteminden söz edilmemektedir. Saygılarımla. |
25-02-2007, 11:25 | #108 |
|
Çocuktan bir “ürün” olarak sözedilmesi, kadın-erkek birleşmesinin “üretim” olarak değerlendirilmesi bana doğru gelmiyor. Annem ve babam , beni atölyede ürettikleri bir ürün olarak görsünler istemem, doğrusu. Bunun gibi, yapay döllenme yoluyla ( babalı veya babasız) çocuk sahibi olmak isteyen bir kadının da bir “ürün” meydana getirdiğini düşünmüyorum. Kadın bir çocuk sahibi olmaktadır. Bir bireyi dünyaya getirmektedir.
Çocukların ancak evlilik ya da evlilik benzeri birliktelikler içinde doğmasının onaylanması günümüzün yerleşik ahlak anlayışının sağlamasının alınmasıdır. Bu ahlak anlayışı, ancak ve ancak söz konusu anlayışa aykırı eylemlerin varlığı halinde değişebilir. Dolayısıyla, sperm bankası aracılığıyla çocuk sahibi olmayı daha geniş bir çerçeveden, ezberlediklerimizi bir kenara bırakarak değerlendirmemiz gereklidir. Bekar kadınların anneliği önündeki en önemli engel bu tür toplumsal ezberlerdir. Bana göre bekar kadınların istedikleri yolla anne olabilmeleri mümkün olduğu gibi eşcinsellerin de çocuk sahibi olmaları son derece normaldir. Eşcinselliğin hastalık olduğu yolundaki “sözde – bilimsel” saptamaya gelince… Bilim hiçbir zaman ideolojiden bağımsız düşünülmemelidir. Bilim muhafazakar da olabilir, ilerici de. Muhafazakar bilimciler, eşcinselliği bir hastalık ve hatta korkulan bir hastalık olarak lanse etmeyi severler. Burada hastalık, sıradan olan davranış biçiminden “sapma” olarak gösterilir ve bu Sözde hastalığa sahip kişi de sapkın olarak nitelenir. Sapkın insanların ise çocuk sahibi olması ( her ne şekilde olursa olsun ) hoş karşılanmaz. Eşcinselliğin akıl hastalığı listesinden çıkarılmasında bu konuda mücadele veren eşcinsellerin payı %100 dür. Aksi halde, iki yüzlü orta sınıf ahlakı, kendiliğinden, aa bu hastalık değilmiş, demez. Bekar annenin çocuğunun babasının olmaması bence biraz abartılıyor. Toplumumuzda babasız çocukları ve kocasız kadınları aşağılayan piç sözcüğünün yankılarıdır bunlar. Yankı yapmamak için bu sözcüğü ve bu anlama gelecek cümleleri boşluğa karşı bağırmaktan vazgeçmek gerek. Böylece, babasızlığın kötü olduğunu düşünenler, belki yaşamı babasız çocuklar için biraz daha kolay hale getirebilirler. Saygılar. |
25-02-2007, 23:51 | #109 |
|
gerçekçi olalım
Sanırım bazı arkadaşlar,kadın erkek birleşmesinin sonunda her zaman çocuk meydana geleceğini sanıyor.
Bu arkadaşların, üremenin meydana gelebilmesi için kadın erkek birleşmesinin yetmediğini ayrıca döllenmenin de gerçekleşmesi gerektiğini bilmesi gerekir. Diğer taraftan üretim, sadece atölyelerde değil, toprakta, ağaçta ve ana rahminde de olur. Üremeden,üretmekten ve de üründen kastımız, atolyelerde ki eşya üretimi değil, örneğin ağaçların meyva ve insan ve hayvanların döl vermesi yoluyla meydana getirdikleridir. İnsanlarla havanları birbirinden ayıran özelliklerin en önemlilerinden sadece biri,insanların anne ve babalarını bilme ve tanıma hakkı ve olanağıdır.Bence,gelin insanların elinden bu hakkı almaya çalışmayalım.Bekar kadınlar çocuk doğursunlar ama,çocuklar da babalarını bilsinler. Saygılarımla. |
26-02-2007, 11:51 | #110 |
|
yorumsuz...
ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilerek 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlüğe konulmuştur. … Madde 7: 1) Çocuk doğumdan hemen sonra derhal nüfus kütüğüne kaydedilecek ve doğumdan itibaren bir isim hakkına, bir vatandaşlık kazanma hakkına ve mümkün olduğu ölçüde ana-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahip olacaktır. … Çocuk haklarına dair sözleşme 2 Eylül 1990 tarihinde uluslararası yasa statüsüne kavuşmasından bugüne kadar dünya üzerinde Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Arap Emirlikleri ve Somali olmak üzere 3 ülke dışında dünyadaki tüm ülkelerce imzalanmış ve tarihteki en yaygın kabul gören ve onaylanan insan hakları belgesi özelliğini kazanmıştır. |
11-03-2007, 15:14 | #111 |
|
Sayın DR. Cem Hekimbaşı'nun yüksek mantık dokusuyla örülmüş güzel fikirlerini destekliyorum.
|
12-03-2007, 10:05 | #112 |
|
Karışık bir durum...
Bazı bayanlar da erkekler de evliliğin yükünü üzerlerine almak istemiyorlar.Ama bunun yanında evlat sahibi olma duyguları ise onların birlikteliğini kolaylaştıran nedenlar başında oluyor.Kadın sevdiği erkekten çocuk edinmek isteyebiliyor fakat evlilik onlar için sorun hale geliyor.Belki olabilirlik baş sıralarda ama evlilik dışı doğan çocuklar ne yazık ki toplumumuzda hoş gözle bakılmayan mevzular içerisinde ve de oturmuş katıl kuralları gibi görülüyor evlilik olmadan çocuk sahibi olunamaz.Toplumun örf ve adetleri bizim yaşantımıza o kadar çok etki ediyor ki bunu tartışmamız saçma olur ama bizim toplumumuz henüz bu durumu kaldırabileceğini sanmıyorum.O kadar haber duyuyoruz ya da gördüklerimizi anlatsak buna benze olayların trajediyle bittiğini anlayınca henüz bu toplumun çok daha şeyler yaşaması çok daha yol katetmesi gerektiğini düşünüyorum.Kadın bebek sahibi olmayı istiyor ama erkekte kadını sahiplenmesini bilecek evlenmiyor olabilirler ama her kötü şey kadını bekler vaziyette oluyor hele de kadın ekonomik yönden bağımsızlığını kazanmamış ise bu daha kötü.
|
12-03-2007, 10:32 | #113 |
|
Merhabalar, tabikide anne evlilik dışı çocuk doğurabilir. Bunun için hiç bir engel yok ama en doğrusu sevgi, saygı ve anlayışın olduğu bir yerde anne, baba ve çocukların bir arada yaşaması değil mi? Bu durumda bence en zararlı çıkanlardan biride anneler.Kadınlarımız her ne kadar bunu talep etselerde bu durumu psikolojileri kaldırmıyor diye düşünüyorum.
|
12-03-2007, 11:51 | #114 | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Konu hakkında yorum yapmadan önce, araştırma yapmak kaybettirmez!
Sn. NAZ80; "engel yok" derken hukuki engeli kastedmediğinize eminim, öyle olsaydı çocuk haklarını ilgilendiren böylesine mühim bir konuda, ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ'nin varlığından haberdar olmadığınınızı, yada
Sözleşmeyi bildiğiniz halde Any. Md:90/3'ü bilmediğinizi düşenecektim. Ancak bunların hiçbiri olmadı, benimde bu şekilde düşünmem için bir neden yok ÇHS MD7/1; mümkün olduğu ölçüde... Baştan bunu mümkün olmayan bir hale getirmek, sonrada "mümkün değil" demek akıl sahibi bir hukukçunun işimidir yoksa konunun açılmasına vesile olan değerli mankenimizin savunma mekanizması mıdır? ayrıca,
kadının anne olma hakkı/menfaati ile çocuğun babasını bilme, onun tarafından bakılma hakkının çatışması durumuyla karşılaştık (mı?), yoksa Çocuğun babasını bilme, onun tarafından bakılma hakkını ihlal ederek bu durumu biz mi yarattık? Saygılarımla, |
12-03-2007, 13:34 | #115 |
|
Sn.sahinaydın,
Sanırım Sn.NAZ80, aynen benim gibi, ilke olarak bekar (veya dul) annelikten söz ediyor ve bunu doğal buluyor; babası belirsiz annelikten söz etmiyor. Hiçbirimiz doğaya engel olamayız; bizim görevimiz doğanın dışında insan davranışlarını değerlendirmek ve bir hal yoluna koymak. Ama doğa dışı olaylara, yani kendi olanaklarımızla yarattığımız durumlara tümüyle hükmedebiliriz. Babası belirsiz annelik de bunlardan biri. Sn.NAZ80 bunu mu kasdetti acaba? Ben kuşkuluyum. Saygılarımla, |
14-03-2007, 14:49 | #116 |
|
Şimdi de gizem bekar anne olacakmış....
Biri beni durdursun... THE MASK! |
14-03-2007, 15:24 | #117 |
|
slm
evlilik dışı ilişkiyi onaylayan arkadaşlar. geçen gün haberlerde izledinizmi? bilmem bir bayan evlilik dışı çocuk doğurup ağzına selpakları sıkıştırıp banyonun havalandırma camından aşağı atmış. Etrafımızda böyle örnekler varken nasıl böyle birşeyi kabullenebiliyorsunuz? böle bir düşünceyi kabullenmemiz gibi bişey söz konusu bile olamaz!
Etrafımızda hepimizin bildiği gibi cani, belkide katil olarak tabir edilen sapık dediğimiz insan modelleri mevcut. Üsteliik bu insanların bu hale gelmelerinin nedeni bir çoğunun ailesini onlara karşı ilgisiz olması yada anne babalarını tanımayan (annesiz babasız hayata başlamış) insanlar olmaları. şimdi sizden biraz düşünmenizi istiyorum Eğer böyle bir düşüncenin benimsendiğini ve kubullenildiğini düşünürsek, şu yaşadığımız çevre daha güzel bir hal alıcak mı? yoksa daha mı kötü olucak? Sakın kimse beni yanlış anlamasın biz annesi babası olmayanları kesin öldürün demiyoruz. Tabiki böle insanlarda var sonuçta kader dedimiz bişey var fakat biz tutup tamam sen çocuk istiyorsun kızım sen git istediğinle birlikte ol hadi yavrucum gidin dersek sonuç ne olucak lütfen biraz daha düşünelim |
14-03-2007, 20:16 | #118 | |||||||||||||||||||||||
|
Nurten Hanım,mesajın sahibi ben değilim,belki haddimi aştığımı falan da düşüneceksiniz ama bu mesajda tartışılan konu evlilik dışı ilişki değil.Evlilik dışı ilişki sonucu anne olma hakkı.Benim anladığım kadarıyla bunun iradi bir karar olduğu göz önüne alınarak konu açılmış ve fikirler de ona göre beyan edilmiş.Verdiğiniz örnekteki olayda çocuğun nasıl doğduğunu biliyor musunuz?O kadın istediği için anne olmuş ve sonra böyle bir şey yapmışsa ne söylenir bilemem.Ancak bu örnek,bekar kadınların anne olma hakkıyla ilgili fikrinizi güçlendirecek bir olay değil. Etrafımızda her olayla ilgili yığınla kötü örnek var.Bence kötü örnekler sadece ibret alınıp kabullenilecek ya da doğal karşılanacak şeyler de değildir ayrıca.O zaman düz mantıkla şöyle bir sonuca da varabiliriz;"Bak gördün mü kadın mini etek giydi,bacaklarını açtı,gece dışarı çıktı diye tecavüze uğradı.Hal böyleyken mini etekle nasıl sokağa çıkarız?" Saygılar... |
14-03-2007, 21:21 | #119 |
|
Her kadının anne olmaya hakkı vardır bekar ya da evli statüsüyle karar verilmesinden önce doğasına bakmak gerekir.(bence)
ve evlilik dışı ya da evlilikte olması konusuna değinmek yersiz.ahlak süzgecinden bir şeyleri geçirmeye çalışmadan konuşmak da gerekir ... tabi ki bunlar şahsi fikirlerim... saygılar... |
21-03-2007, 21:46 | #120 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu yazı üstüne tek şey söyleyim, EVLİLİK ERKEKTEN ÇOK KADINI KORUYAN BİR KURUMDUR, KADINLAR KORUMA İSTEMİYORLARSA ÖZGÜRLÜKLERİNİ KULLANABİLİRLER, KANAATİMCE BU ERKEKLERİN DE İŞİNE GELİR. EMİN OLUN. ZATEN ERKEKLERİN DE İSTEDİĞİ EVLENMEDEN ÖZEL YAŞAM SÜRMEKTİR. Ayrıca, Syn. Adilyaşam" a katılıyorum, eğer amaç çocuğun korunması ise en iyi korunacağı yer BİLİNÇLİ ANNE BABANIN OLUŞTURACAĞI EVLİLİK KURUMUDUR. Hem kadının ve hem de erkeğin toplum içindeki ROLLERİNİ ilk öğreneceği yer ANNE VE BABASINI FİİLEN GÖRECEĞİ YERDİR Kİ O DA AYNI EV İÇİDİR. Diğer uygulamaların sonuçlarını AMERİKAN FİLMLERİNDEN DE GÖREBİLİRSİNİZ. AYRICA ÇOCUKLARIN DA AİLE KURUMU İÇİNDE DOĞMAYA HAKLARI VARDIR. KİMSE DE ENGELLEYEMEZ, ANNE BABASI BİLE. YAZILARI OKUDUKTAN SONRA ŞUNU SÖYLEYİM, İYİ Kİ İNSANLIK ZORA SOKULMUŞ YANİ TAM ÖZGÜR DEĞİL. YOKSA, EVLİLİKTEN BİR ZAMAN SONRA EŞLERDEN BİRİ BEN ARTIK FARKLI BİR CİNSİYET TAKINMAK İSTİYORUM DİYEBİLİRDİ. ÖBÜR EŞ YANMIŞTI TABİ BU SEFER. Sanırım hiç kimse, yarını belirsiz bir hayat sürmek istemez. Çocuğu olan her erkek veya kadın, çocuğunun kendi yanında olmasını ve geleceğinin belirgin olmasını ister, evlilik kurumu ister olsun ister olmasın sonuçta ne kurumuyla sağlarsanız sağlayın ama ailenin birlikteliğini herhangi bir şekilde sağlayın. Gerisi BÜTÜNÜ GÖRMEYİŞ VE EGOİST YAKLAŞIMLAR OLARAK DÜŞÜNÜLÜR. Eğer ki kadın, yalnız başına bir evlat yetiştirmek istiyorsa ERKEK TARAFI OLMAKSIZIN YAPMASINI TAVSİYE EDERİM O EVLADI. SAYGILARIMLA |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Dayıdan Anne Aracılığıyla Mahfuz Hisse Olur mu? | Av.Mücahit | Meslektaşların Soruları | 14 | 09-05-2011 12:13 |
Boşanan anne-baba çocuğu istediği şehirde görecek | Av.Suat Ergin | Hukuk Haberleri | 1 | 19-12-2006 12:10 |
Aile Mahkemelerinde Bekar Hakimler De Görev Yapabilecek | Armağan Konyalı | Hukuk Haberleri | 0 | 18-04-2004 09:42 |
4 Yıllık Fakülte Mezunlarına Tanınan Öğretmen Olma Hakkı İptal Kararı İptal Davası | hacım | Hukuk Soruları Arşivi | 0 | 25-02-2003 11:17 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |