08-01-2007, 21:52 | #1 |
|
Dil ne yapar: Düşünce ve gerçeklik ilişkisinin Tasviri.
Dile bağlı olarak düşüncenin nasıl gerçekleştiğini tasvir etme imkanımız var mıdır?
Cümledeki yalnızca iki öğe: 1-Yüklem: Özne dışındaki tüm kelimelerin bütünlüğü ki beyindeki kavramın ta kendisidir. 2-Özne: Konu olarak beş duyuya yansıyan şey ne ise o. Beyinde bir kavrama tahvil edilecek olan şey. Dışardan duyulan sesin beyindeki bir kavrama tahvil olmasında, ses özneyi-konuyu anlatırken bu sesin beyinde tahvil edildiği kavram ise yüklemi temsil eder. Bu anlamda, özne ve yüklem dışında herhangi bir öğe yoktur. Örnek: Ahmet, yarın akşam eve araba ile gidecektir. Şimdi bu cümlede Ahmet öznesini-konusunu beynim YARIN AKŞAM EVE ARABA İLE GİDECEK OLAN KİŞİ kavramına tahvil etmiyor mu? SONUÇ OLARAK: Bir önerme içinde yani cümle içinde yalnızca iki öğe vardır ve illa başka öğeler de arayacak isek bunları özneye ait unsurlar ve yükleme ait unsurlar diye belirlemek yerinde olmaz mı? Sonuçta anlatımlarımızda yani her türlü anlatımımızda bu kalıbı kullanma imkanımız olabilir mi? Bu konuda Dilbilgisi kurallarını değil de genel olarak kendi beynimizin ne yaptığını anlamaya çalışarak düşünce beyan edilmesini saygıyla rica ederim. Çünkü bu durama dilbilsi kitaplarındaki kuralla ulaşamıyoruz. O kurallar bu durumu anlamakta beyne KET vurmaktadır. Örneğin şu an benim F klavyeyi ticaret meslek lisesi mezunu olmam dolayısıyla orda öğrenmiş olmamdan dolayı Q klavyeyi öğrenme imkanımın daha zor olması gibi...Eğer Q klavyeyi F klavyeyi bilmezden önce öğrenmeye çalışsaydım...Ellerimi beynim F klavye tuşlarına götürmezdi sanırım. Katılımlarınız için şimdiden teşekkür ederim. |
09-01-2007, 19:07 | #2 |
|
Sayın çalıkuşu_kamuran
Eğer dilbilgisinden ayrılıp da bilim dışı yollardan yürüyeceksek, ben sizinkinden farklı yoldayım. Ama bunun hiç bir önemi yok: Nasılsa bir yere varmayacağız. Öylesine dolaşıyoruz. Bence cümlenin öğelerini cümleyi söyleyenin ne söylediği belirler. Örneğin: Her gün işe yaya olarak gelip gidenlerin sadece YARIN eve ARABA ile gideceğini söylemek istersek kuracağımız cümle şudur: Yarın eve araba ile gidilecek. Bence bu cümlede sadece ZAMAN ve YÜKLEM bulunmaktadır. Bu cümlede söylenmek istenen KİM sorusunun yanıtı değil, NE ZAMAN ve NASIL sorularının yanıtlarıdır. Örneği daha da süslersek: Eve hergün yaya olarak gidip gelenlerden biri diğerine sorar: - Eve ne zaman arabayla gidilecek? - Yarın. İşte bu yanıt cümlesinde sizin özne-yüklem ayırımını yapmak çok zor. Ayrıca, bu özne-yüklem ayırımından gündelik yaşamda ne yarar beklediğinizi de sezemedim. Bir cümlenin öznesi olgun bir ağaç da olabilir, hödük bir kütük de olabilir, şaşkın bir filiz de olabilir. Çevremizde kimin ne yaptığından daha çok, ne olup bittiğine önem vermek gerekmez mi ? Eğer önem konusuna göre cümleyi analiz edersek, FİİL-yüklem olarak bir ayrım yapmak daha yararlı olmaz mı ? Ben soyut olarak düşünemediğimden yine bir örnek vereceğim : Tarihteki olaylardan ders alırız. Kış aylarında Rusya'ya sefer düzenleyen ve soğuğa yenilip hüsranla geri dönen hakkında bir cümlenin öznesi Napolyon da olsa olur, Hitler de olsa olur. Böyle bir cümlenin bilgisi öznede değil, fiilde gizlidir: ''Kışın Rusya'ya sefer düzenlenirse hüsranla dönülür'' Bu cümlede özneyi ayırmaya hiç gerek yok kanısındayım. *** Misafirler yemek masasında beni beklerken bütün bunları yazmakla ne yapıyorum bilmiyorum. Bu yaptığıma felsefe denmez ama galiba felsefenin karşı konulamaz çekiciliği beni de sardı. Saygılarımla |
09-01-2007, 19:20 | #3 |
|
Düşünmek kimi sarmaz ki.
Düşünme eylemine bu denli önem vermenizi sevmeye başladım. Hele başka bir konudaki yazınızı hesaba katarsak... Felsefe kavramını sanırım beyniniz düşünme eylemine veya ...Işıl Yılmaz" ın deyimiyle Düşünme Oyununa tahvil etmeniz bizleri de sevindirmiştir. Bizleri derken yanlış anlaşılmasın ben kavramını kullanmak bazen zor oluyor benim için.
Ama dille ilgili yazıda şunu söyleyim. Belirtmiş olduğunuzun cümleyi komple bir kavram olarak düşünün yani komple bir kavram. Ve bu kavramın beyinde oluşmasını sağlayan beş duyunuza gelen duyum nedir? Bakın ne demek istediğimi daha kolay anlayacaksınız. Yani ortada olan ne var da böyle bir kavram meydana geldi....Yani çok kez tekrarladığım gibi.....Dışardan kulağına bir ses gelir ve siz bu sesi beyinde bir kavrama tahvil edersiniz. Duyduğum ses(duyum) .....beynimde "Ahmetin sesi" kavramına tahvil olmuyor mu örneğin. Anlatmak istediğim inanın zor değil. Ama neden anlatamıyorum bunu? Bu konuda ne yapayım ki anlatabileyim ya Anlaşıldı sanırım beceriksizin biriyim. |
09-01-2007, 20:52 | #4 |
|
Sayın çalıkuşu-kamuran
Lütfen hemen umutsuzluğa kapılmayınız. Sizi anlayan pek çok felsefe-sever üyemiz mutlaka vardır. Ama yazılarınıza şimdilik yanıt vermemişlerdir. Sizin şu andaki şanssızlığınız benim gibi felsefeden anlamayan biriyle karşılaşmış olmanızdır. Ancak ben felsefeden anlamadığımı baştan söylemiştim. Sizde hayal kırıklığı yaratmamış olmam gerekirdi. Elbette ki felsefeden anlamayan sizi de anlamaz. Bu konuda lütfen kendinizi suçlamayınız. Düşünmeye devam ediniz. Ve düşünceleriniz bizimle paylaşmaya devam ediniz. Dışa vurulmayan düşüncenin düşünene bile yararı olmaz. *** Misafirler hala masada. Ben burdayım diye söyledikleri iğneli sözleri beynimde şakaya tahvil ediyorum. Bunu sayenizde bu gece öğrendim. Saygılarımla |
09-01-2007, 21:08 | #5 |
|
Ne güzel demişler, güzel gören güzel düşünür...
Syn. Armağan Konyalı insanı anlamak güzel elbette....Ama insan yoruluyor yani.... Anlatamayınca, anlatmak için uzun uzadıya yazmak inanın insanı yoruyor....Ya uzun yazmayı geçtim küçücük bir şeyi neden anlatamıyorum diye kendime kızıyorum.....O yüzden artık kendimi az yormaya karar verdim....tabi bunu yapabilirsem.....İnsanın beyin enerjisi bazen yükselir bir şekilde dışa yansıtmak istersin ......ve yansıtırken yorulursun.....belki böylece hafifler insan ama........Anlaşılmak daha güzel olsa gerek ya..................Örneğin sizinle şu an konunun ufak bir kısmında anlaşabilmişsek ve önemlisi Işıl Yılmaz ile.....TASVİR ADLI KONU altında en azından MUHALEFET KÜLTÜRÜ içinde olmadığım hususunda anlaşmışsak ne mutlu bize.......Felsefe muhafet kültürü değildir imkan elveriyorsa..... bir kişinin beyninde oluşmuş bir kavramı-düşünceyi bir başkasına anlatma-kavratma eyleminden ibarettir.....ÖNEMLİ OLAN BENİMSENMESİ DEĞİL ÖNEMLİ OLAN KARŞI TARAFÇA ANLAŞILMIŞ OLMASIDIR ki bir gün bir yerde bir imkan olarak o kişice bu düşünce kullanılabilsin.....
Bizler karşılıklı olarak bu amaç içinde olmalıyız.....Zaten anladığım kadarıyla amaç sanki burada da budur. Sevgilerimle...Güzel düşünen güzel yanını görür de olurdu...yukarıdaki başlık sanırım. |
09-01-2007, 21:43 | #6 |
|
Selamlar, burada şunu da belirtmek isterim ki o da;
Verilen sorunun karşılığı asla aşağıdaki 5 şıktan biri değildir... Cevap altıncı bir şıktır onu da bizim kendimiz bulmalıyız...Sonuçta 5 şık 6. bir şıkka gitmek için sadece bir materyal, bir imkan sunar. Bu anlamda karşımızdaki kişi anlamış olmak kaydıyla karşı taraftaki kişiye yeni bir materyal sunabilir ki o kişi beyni bir çıkmaz sokaktan kurtarabilsin. Bazen bir bebekten bile duyabileceğiz ınga sesi, sizin düşüncenizi yeni ufka taşıyabilir...Bunu yapmak adına karşıdaki anlamaya çalışmalı ki sonra elimize bir küçücük de olsa bir imkan sunsun...Bak şunu kullanırsan buradaki çıkmazı daha kolay aşabilirsin diyebilmelidir... Dille ilgili genel olarak: Size desinler ki....Türkçedeki 50 kelimeyi kullanarak -tabi istediğiniz kelimeyi siz seçeceksiniz- hayattaki her olayı anlatabilen bir tasvir metodu -yapı da diyebiliriz Işıl Yılmazın deyimiyle- oluşturmanız istense...... Sonra diyelim ki bunu başarmış olsanız ve sonra aynı işi 10 kelimeyle yapınız dense.....ve hayattaki her olayı bu 10 kelime ile tasvir etseniz.... Daha sonra 3 kelimeyle tasvir ediniz dense.....hadi bilemedin 5 kelimeyle..... İşte...bunu başarabilir mi beyin. Aristo bir özneye yüklenebilecek yüklemlerin yalnızca belli sayıda olduğunu ispatlamıştır. En azından Aristonun dilinde yazılmış kitapta bunu görmesem bile Değerli üstadlarımız inanın bunu yazmışlar. Burada Aristo bir şeyi daha ekliyor....Bu yüklemlerin herhangi birini diğer yüklem ile açıklayamazsınız....Yani bir yüklemi Özne-konu yapın ve işte bu özneye onun deyimiyle KATEGORİ olarak adlandılan diğer yüklemlerden hiç birini yükleyememektesiniz. mesala: "Mekan zamandır." diyemezsiniz diyor. Haklı da. veya yüklemde zaman kavramının geçtiği her bir kelime ile mekan kavramını açıklayamazsınız demiştir. Tabi bizim meselemiz bu değil......Bizim meselemiz..... Bir cümlenin temel ögeleini kavradıktan sonra...Bunları kullanarak bir çok hukuki kavramı buradaki hangi kısma denk düşer diye bir TASVİR-YAPI oluşturabilir miyiz? Örneğin; Ahmet insandır. Ahmet Ahmettir. burda birinci cümle Ahmet konusundan farklı bir sonuç-kavram elde etmiştir...İkinci cümle ise Ahmet konusunu farklı bir kavrama yani kendisinden farklı bir kavrama tahvil etmemiştir. Şimdi biliyoruz ki....Yüklem daima kavramı ifade etmekle SOYUTTUR-ŞEKLİDİR. Özne ise elbette ki "insan insandır." cümlesinde-önermesinde olduğu gibi kavram da olabilir...Fakat nedense YÜKLEM daima SOYUTTUR YANİ KAVRAMDIR. Özne yerine somut bir varlığa da koyabilirsiniz. Fakat yüklem daima beynimizdeki düşünceyi ifade etmektedir. İşte şekli-soyut-somut-yapı-yapısal-ideal-fikri-sebep-sonuç gibi kavramları EN TEMEL AKSİYOM cümlesi-önermesi olan bir temel cümleye DAYANDIRABİLİR miyiz..... Şimdi biliyoruz ki....bir kitabı baştan sona okuyunuz sonra bu kitabın KONUSUNU VE ANA DÜŞÜNCESİNİ bulunuz denildiğinde......İşte hem konuyu(özne) hem de ana düşüceyi(yüklemi) içeren TEK BİR CÜMLE-ÖNERME söyleyebilmekteyiz..........Öyleyse BİR TEMEL VAR BU İŞTE. Avrupalı diyor ki bu teorinin AKSİYOMU nedir? Yani en temel önermesi nedir? Yani YAPICI ÖNERMESİ NEDİR? SONUÇTA DİĞER TÜM ÖNERMELER YAPILAN OLUYOR. AKSİYOM VE TEOREM farkı. Tek bir cümlenin YAPILAŞMASINDA tüm kavramların varlığını bulmaktayız....ama bunu bir türlü anlatamıyorum....Bir yerde BİR MATERYALE DAHA BEYNİMİN İHTİYACI VAR SANIRIM. saygılarımla |
09-01-2007, 22:05 | #7 |
|
Kendi kendime bir sorum
Şekli, yapısal kavramlarını "düşüncedeki bir imkan! kavramına tahvil edebilir miyim? Yani şekli, yapısal kavramına "kavramsal" desem yanlış mı yapmış olurum?
Somut imkan ile kavramsal imkan farlı değil midir? |
09-01-2007, 22:09 | #8 |
|
Bir adım öteye gidip, Türk Hukuk Sitesinin insanlarımıza sağlamış olduğu bu somut imkanı, kendi kendimize de sorular sorarak düşünmek için kullanmamız sanırım İNSAN İÇİN OLAN YÜCE DEĞERLERE aykırı olmaz......Bu da bir alternatiftir elbette.
Saygılarımla |
12-01-2007, 01:03 | #9 |
|
Cümle yapısını daha iyi anlamak adına:
Birçok mantık kitabında şu cümlenin öğelerini şöyle ayırırlar. Yağmur yağmışsa yerler ıslaktır. yağmur yağarsa kısmını konu-özne olarak alır, yerler ıslaksayı yüklem olarak alırlar. Bana göre ise Yerler, yağmur yağmışsa ıslaktır. Şimdi her sözlükteki açıklama yapısını buraya uygulayım. Yerler: Yağmur yağmışsa ıslak olan. Yani Yer kavramını açıklamak isteyen sözlük bu yapıyı kullanıyor öyle değil mi? mesala YAPI:.......................... şeklinde bir açıklama yapar. İşte açıklaman kelime Özne olsun geriye kalan ise YÜKLEM HEPSİ BU. Yer nedir? giibi bir soruya, YARMUR YAĞARSA ISLANANDIR. demek mümkün değil mi yani. Böylece "yağmur yağarsa ıslanandır." yüklem-kavram-cümleyi söyleyenin beyninde verdiği karşılık-tahvil olmuyor mu yani. |
01-03-2007, 00:57 | #10 |
|
SNOW" a
1-SNOW: Mülkiyet hakkı, insanın bir eşya üzerinde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunabilme yetkisidir. O halde mülkiyet hakkı eşya üzerinde öyle bir yetki sağlarki bu hakkın sahibi dilerse o eşyayı yok edebilir. Yok etmenin dışında başkalarına zarar vermemek kaydıyla dilediği gibi o eşyayı kullanır.
*** öyleyse açılım şöyledir. Hak, varlık olarak tanımlanırken, yetki ise imkan olarak tanımlanmış oluyor. Yani hak, imkanlı olan eylem olarak tanımlanmaktadır. Fakat diğer bir yönü de var ki o da; sahibinin olumlu olarak varlığı olmasıdır. Ortada öyle bir varlık var ki diyelim ki BEYİNDEKİ halihazır varlık olsun öyleyse bunu kullanmak demek zaten var olan halihazır varlığın örtüsünün açılmasından ibarettir ki bu bizi MEŞRUİYETİN nereden geldiğine götürür, yani meşruiyet zaten var olanın üstündeki örtünün açılmasından ibarettir denebilir. Kısaca meşruiyet bir şeyin zaten var olmasından gelir. Ki ağacın meşruiyeti yalnızca var olmasıdır. 2-SNOW: Mülkiyet hakkını kim tanır, o ülkedeki hukuk düzeni tanır. Eşya üzerindeki mülkiyet hakkı kime aitse hukuk o mülkiyet hakkı sahibinin hakkını ihlal etmek isteyenlere karşı korur. Mülkiyet hakkı hukuk düzeninin insana eşya üzerinde verdiği en geniş yetkidir. Hukuk düzeninin eşya üzerinde daha dar yetki verdiği haklarda vardır. Bu haklar verilen yetkiye göre eşya üzerinde kullanma veya yararlanma şeklinde olabileceği gibi her iki yetkiyi de birden verebilir. Bu haklar takdir edileceği üzere mülkiyet hakkına göre daha sınırlı yetkiler veren haklardır. *** Esasen, bir şeyin var olması meşruiyetinin kaynağı olduğuna göre icra edilemeyen yok sayılır yani örtüsü açılınca ortaya bir şey çıkmıyorsa o şeyin varlığından söz edilemez. O halde devletin yapmış olduğu koruma, aslında varlığın var olmasını sağlamaktır. Aksinde var olmayan bir duruma çıkarız ki anlamsızlık yaşarız. 3-SNOW: . Eşya üzerinde kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi veren haklara hukuki literatürde, Ayni haklar (eşya üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan haklara ayni haklar denir) denir. Bunlardan yalnız kullanma ve yararlanma veya her iki yetkiyi birden veren haklara ise sınırlı ayni haklar denir. *** Elbetteki burada Syn. Üniversite hocalarımızın farklı bir anlayışının bize yansıması var olabilir. Biz de ayni hak olarak tanımda “ herkese karşı ileri sürülebilirlik yani herkese karşı etkililik şeklinde tasvir” vardı. Şimdi burada Size şunu sormak istiyorum, ama kesinlikle beni olumsuz yargılamayın ve bunu ısrarla belirtiyorum, karşınızdakini bir ilkokul öğrencisi olarak görmeniz de beni rahatsız etmeyecektir. Asıl meselem bazı kavramların beynimde yerli yerine oturmasını sağlamaktır. Genellik-özellik veya Mutlaklık-nisbilik veya Aynilik-gizlilik gibi kavramlar veya sizin de parantez içindeki belirttiğiniz DOĞRUDANLIK-DOLAYLILIK gibi kavramlar bizi aynı kavrama mı götürmektedir. Buradaki esas sorum Mutlaklık ve nisbilik kavramını Sizin beyninizin nasıl tasvir ettiğidir. Ayrıca başka bir konuda değinme imkanı bulmuşsunuz; ŞEKLİLİK-ŞEKLENLİK kavramlarını da ne şekilde tanımlamış olduğunuzu bilmek isterim. FORMEL-YAPISAL kavramlarını da elbette. Tekrar belirtmek isterim amacım yalnızca anlamak, umarım yanlış bir değerlendirmeye/algılamaya/kavrama ulaşmanıza yol açmam. 4-SNOW: . Devlet, toprak(ülke), İnsan(ülke vatandaşları) ve içerideki hakimiyeti sağlayan ve dişarıda(diğer ülkelere karşı)ülkeyi temsil eden iktidardır. *** İktidar kavramı, hakimiyet veya sahibiyettir. Yani ülke ve insanı unsur olarak belirttikten sonra bu insanların ülke varlığına HAKİMİYETLERİ-SAHİPLİKLERİ olmalıdır ki o da iktidar olarak belirtilir. Yani iki şey arasındaki illiyet bağı gibi bir anlatım, aslında sıkı benzeyiş yok ama bir şeyin diğer bir şeyi elinde tutabilirlik YETİSİNİ anlatır sanırım. Kısacası insan mefhumunun ülke mefhumu üzerinde SÖZ SAHİBİ OLMASI-KENDİ KONTROLÜNDE BULUNDURMASINI iktidar olarak belirtiriz ve bu ister genele ait olur istenirse belli bir temsilciler meclisine ait olur. Sonuçta tüm insanların tüm ülkesi üzerinde söz sahipliğini anlatan BİR KUVVET deyimidir. Yani ülkeyi elinde tutmaya yönelik EYLEM YETERLİLİĞİ denebilir. Ülkeyi idaresinde bulundurma KUVVETİ. Yoksa başka bir eyleme kuvvetlilik değil. 5-SNOW: . İşte bu güç koyduğu hukuk kuralları ile hakkı korur. Menfaat ise bir şeyden elde edilen faydadır. Ayni hak sahibi eşyayı kullanarak veya ondan yararlanarak fayda elde eder. Yani menfaat elde eder. ***İşte bu güç koyduğu hukuk kuralları ile varlığı var eder ve varlık devamlı bir varlıktır. Ve bu varlığın gerektiğinde kullanılması için yani örtüsünün açılması için de koruma sağlar ki o bile bir eylemin varlığıdır artık yani VARLIK zaten vardır. Tabi var edici otorite var ettiği için vardır. Menfaat ise elde edilen üründür veya olumlu varlıktır veya yarar getiren varlıktır diyebiliriz. Kısaca varlık elde ederiz. 6-SNOW: şimdi bunların hepsini bir araya getirirsek hak hukukça korunan menfaattir deriz. Neden böyle deriz çünkü hak denince yalnız eşya üzerindeki yetki anlaşılmaz kişilik hakkı gibi manevi haklarda vardır bunlar da insana menfaat sağlar. hepsini içine alan bir tanımlama yapılması için hak hukukça korunan menfaattir denmiştir. Ya da başka görüş sahipleri başka soyut tanımlamalar yapmıştır. ***Şimdi bunların hepsini bir araya getirirsek HAK, HUKUKUN YARATTIĞI OLUMLU VARLIKLARDIR diyebiliriz. Tabi bu varlık eylem varlığıdır ki bu varlığı kullanmak yalnızca örtüsünün açılmasıdır diyebilir miyiz. Hak, hukukun var ettiği kullanılabilir eylem varlıklarıdır. (Bunu biz istersek düşüncemizdeki varlık olarak da algılayabiliriz ki icra etmek onun beyan-ayn edilmesidir ki bu ise örtüsünün açılmasından farklı bir şey değildir çünkü meşruiyet esasen varlığının olmasındandır, veya yüyürlükte olmasındandır. ) 7-SNOW: Bilmek, teori, tecrübe ve içselleştirme şeklinde derecelendirilmiştir. teori kavram bazında bilmeyi anlatır. Ayağı yere basmayan bir bilme çeşitidir. bir şehri, sokaklarını helikopterle üzerinden geçerek tanımaya çalışmak, o şehri haritadan öğrenmektir, mesela. tecrübe etme teoriyi biraz aştırır insana, o şehri birkaç kez gezmiş olmak. Sokaklarını gezerek tanımak, insanlarını gezip görerek tanımaktır. içselleştirmek ise, o şehirde oturmak, avucunun içi gibi her yerini bilmek insanlarıyla sıkı ilişkiler kurmak ve onlarla dostluk yaşayarak onların karakterlerini tam olarak bilmektir. ***Bilmek: Bir şeyin-somutun-gizlinin-soyutun düşüncede var olabilen varlığına sahip olmaktır. Kısaca beyindeki şekildir. Sanırım şeklenlik veya şekillik kavramı da bunu ifade ediyor sanırım. Yani bir şeyin kendisinin-zatının dışındaki her anlatımı ŞEKLENLİK-ŞEKLİLİK kavramına denk düşüyor gibi. Işıl Yılmaz” ın bir yerde deyimiyle BİR ŞEYİN KENDİSİNİN DIŞINDA BİR ŞEY İLE TEMSİL EDİLMESİ. Sanırım Işıl Yılmaz” a ordaki açıklaması hakkında haksızlık etmiş gibi bir durum ortaya çıkmış olsa da orda farklı bir durumu anlatmaya çalışıyordum. Ben yapısallık kavramı nı da böyle anlıyorum nedense. Teori, çoğu kişinin kullanımıyla biraz farklı elbette. Kimisi için henüz ispat edilmemiş yani kendisiyle ispat edilmemiş bir iddia-tezdir. Elbette burada iddianın bilgisinden bahsedebiliriz ki en nihayet zaten BİLGİ bir şeyin beyindeki varlığını anlatır. Yani teorinin bilgisi nedir diye bir soru sormak mümkündür sanırım. Bu teoriyi biliyor musun diye de bir soru sormak mümkündür. Tecrübe ile içselleştirmeyi sanırım sebep sonuç ilişkisi içinde almışsınız yani diyorsunuz ki tecrübe ederseniz bilgiye hakimiyetiniz-sahibiyetiniz artar. Bireyin kendi beynindeki bir bilgiyi yönetebilecek hale gelmesi yani beynindeki bu bilgiye istediği şekli verebileceği hale gelmesi için tecrübe şarttır-zorunludur demek istiyorsunuz gibi anlıyorum. İçselleştirmek kavramını kısacası kendi kendinize tecrübe ile elde edilen bilgi anlamında kullanmışsınız. Kendi yaşadıklarımızın bilgisi veya. 8-SNOW: avucunun içi gibi her yerini bilmek insanlarıyla sıkı ilişkiler kurmak ve onlarla dostluk yaşayarak onların karakterlerini tam olarak bilmektir. ***Karakter: İnsanın mutlak değeridir sanırım. Az önce bir tv kanalında bu mutlak değerle ilgili bir felsefe yapılıyordu da o yüzden yazdım. Bir tv kanalındaki yeni bir yarışma sanırım, jüridekilerden biri burada anlatılanlar mutlak değeri anlatmıyor diyor, haklı olarak subjektif bir anlatım var diyor. Tam de yerinde duydum sanırım. Karakter: Kural: Yani değişmez varlık denebilir. Karakter veya kural kısaca zaman ve mekan ortamında değişmez olarak her bir ortamda varlığın koruyan varlık olarak kullanılabilir. Ama Siz burada insanın değişmez yönleri olarak anlatmışsınız veya insana ait değişmez bilgi. Genel içinde daima var olan varlık. Müşahede: şahitlik veya tecrübe etme veya sizin deyiminizle Bir kişiyle dost olmak ise dostluğu içselleştirmek demektir. Yani zaten yaşamanın bilgisi diyorsunuz. Bir olayın tarafı olarak yaşamak. Elbetteki dostluk kavramı zaten insanın iç dünyasında beliren bir sancıyı yani gizli bir olguyu varlık sahasına sokar ki bizzat hissiyatla öğrenilebilen bir durumdur. Bu kavramı asla bir kişi bir başka kişiye sözle-şeklen anlatamaz ancak ve ancak kendisiyle-somutuyla anlatabilir ki somutunu öğrenmek için zaten kendimizde belirmesi gerekir. 9-SNOW: Hukuk öğrenmekte bu aşamalardan geçer. Teorik olarak okur ve öğrenmeye çalışırsın, uygular ve kavrarsın, başına gelir içselleştirirsin. Bu aşamalardan geçerek o kavramlar tasvir edilebilir akılda sayın Çalıkuşu, yalnız başına dil felsefesi ile olacak bir iş değil gibi geliyor bana. Okunur, yaşanan hayatta uygulanır teori pratikle yaşanarak birleştirilir ve beyninizdeki kendi tasviriniz gerçekleşir. Yanlış anlamayın ama, sadece masanın başına oturup özne, yüklem çözümlemesiyle ve dil felsefesi çalışarak beyinde hukuki kavramların tasviri oluşmaz. Saygılarımla... ******SONUÇ: Şeklen anlatılan her şey hayatın somutunda var olan şeyleri anlatırlar. Dostluk denilince tecrübe ve bunun tecrübesi de ancak zaten yaşamak olacağına göre ve ben de bu kavramı zaten yaşamış olduğuma göre ne denildiğini kolaylıkla anlayabilirim. Fakat şundan eminim ki şu anki hayatıma kadar ŞEKLENLİK-YAPISALLIK-BİÇİMSELLİK-FORMELLİK gibi kavramları bizzat mutlaka tecrübe etmişimdir ama işte benim tecrübe ettiklerimden hangisine tekabül ettiğini bazen ayırt edememekteyim ki bu, bu kavramların kural kullanımları dışında kullanılmışlarından mı ileri geliyor yoksa ben mi kural yerini farklı anlamışım bilmiyorum. Burada asıl mesele şu BİR ÖRNEK VEREYİM. Bütün taşlar sıvıdır. Granit bir taştır. O halde granit bir sıvıdır. Şimdi deniyor ki bu doğrudur, çünkü klasik mantık olgusal-kendiyle doğruluğu kendine kural olarak almaz. Klasik mantık FORMEL-BİÇİMSEL-ŞEKLİ doğruluğu esas alır. Benim buradan algılayışım, akılca varlık kazandırılmış varlıkların kural varlıkları esas alınır şeklindedir. Yani doğadaki değil, akılca yaratılmış varlıkların kural yapıları esas alınır. Şimdi diğer bir anlatımla, Bütün taşlar sıvıdır, şeklinde bir yazı yazılabilir ki bu şeklen oluşturulmuş bir varlıktır öyle değil mi? Evet, işte burada formellik sanırım HAYAL ÜRÜNÜ anlamında kullanılmışken, bir başka yerde daha farklı bir anlamda kullanılmıştır. Fakat bu ŞEKLİLİK kavramını ŞEKLİ HUKUK olarak değerlendirdiğimiz YARGILAMA HUKUKU bazında bir değere/yere oturtmanızı istesem aynı kural yere oturtmak mümkün değil gibi. Ama elbette hepsi AKIL ÜRÜNÜ DEĞERLER anlamında kullanılabiliyor. Yani ŞEKLİ HUKUK olarak tanımlanan YARGILAMA HUKUKUNDAKİ şeklilik kavramını şöyle değerlendirmek zorundayız sanırım: MADDİ BİR OLAYI AKLİ BİR OLAYA tahvil etmek. Şimdi YARGILAMA kavramı zaten bu anlamdadır yani ÖNÜMÜZDEKİ BİR OLAYI AKLİ BİR OLAYA TAHVİL ETMEK….daha açığı maddi bir değeri akli bir değere tahvil etmek. Yani ORTADA OLAN KONUYU-SORUNU, AKLİ BİR DEĞERE/VARLIĞA tahvil etmek. Şimdi yargılama hukukundaki ŞEKLİLİK BU ANLAMDA kabul ettik, yukardaki şeklilik ne anlamda o halde? Sanırım en nihayet AKIL DEĞERLERİYLE/VARLIKLARIYLA yapılan bir iş olarak SONUÇTA KURALLAMAK MÜMKÜNDÜR. Elbette icra-iflas kanunundaki şeklilik veya şeklenlik kavramını da bu KURAL VARLIKLA TANIMLAMAK MÜMKÜNDÜR. SONUÇ OLARAK: ŞEKLİLİK-ŞEKLENLİK-BİÇİMSELLİK-YAPISALLIK-FORMELLİK demek oluyor ki AKIL DEĞERLERİ/VARLIKLARI ile yapılan bir iştir. EN NİHAYET SONUÇ: Bizim meselemiz somut tecrübeden öte, bir kavramın tecrübelerimizden hangisine tekabül ettiğini bulmaktır ki bu yalnız başımıza yapmamızın zor olduğu bir iştir… Bir üstad olana her zaman ihtiyaç duyuyor insan, yani ney neredeki kavrama/değere/akli varlığa tekabül eder. SAYGI VE SEVGİLERİMLE… NOT: Yazılarınızın hepsini okudum, yani diğer konulardaki yazılarınızı da okudum ve güzel bir derlilik topluluk içinde bilgi yansıtımınız var(Beyniniz kural bir kompozisyona sahip ve onları samimi olarak yansıtmaya çalışmaktasınız). Bundan sonraki tüm yazılarınızdan da bilgi edinmeye çalışacağım ve düşünme şekliniz sanırım bir kural varlığa(metoda) kavuşmuş. Umarım benzer durumu ben de yakalayabilirim ama öncelikle SÖZLERİN-KELİMELERİN hangi kavrama tekabül ettiğini tam olarak kavramak zorundayım. TEKRAR SEVGİ VE SAYGILARIMLA….(yukarıda bazı sorularıma sizin aklınızda bir varlık var ise tarafım için üstündeki örtüyü kaldırmanızı saygıyla istiyorum-beyanını) SEVGİLERİMLE(MUHARREM ELİPEK) İlk defa olarak gerçek ismimi beyan ettim. Yazınız buna değer, değerli dostum. |
03-03-2007, 04:51 | #11 |
|
Sayın Çalıkuşu Kamuran,
Öncelikle şunu söylemek istsyorum, Şu anda sizin yanlış yaptığınızı düşündüğüm bir konu ile ilgili uygulayarak bir açıklama yapmayı düşünüyorum. Siteye yazı yazmadan önce kendime duyduğum saygımdan ve dolayısı ile site kurucuları yöneticileri ve üyelerine duyduğum saygım sebebiyle o konuda yazı yazmış üyelerin yazılarını tek tek ve büyük bir dikkatle okuyorum. Ondan sonra o konuda elimdeki kaynakları hızlı bir şekilde tekrar gözden geçiriyorum ve büyük bir dikkatle dimağımdaki bu bilgileri akıl süzgecimden geçirerek gücüm nispetinde ortaya koyduğum düşüncelerimi yazmaya çalışıyorum. mesela birazdan size bilgi felsefesi baz alınmış bir yazı yazmak istiyorum. Bunun için tüm yazılarınızı okumaya çalıştığım gibi bu konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm şu kaynakların da ilgili bölümlerini gözden geçirdim (Prof Dr. Ahmet ARSLAN, fELSEFEYE GİRİŞ, Adres Yayınları,8.baskı 2005, Ankara...Prof Dr.A.Kadir ÇÜÇEN, FELSEFEYE GİRİŞ,Asa Yayınlar 3.baskı 2003, Bursa...Jhon Locke, İnsanın Anlığı Üzerine Bir Deneme, Çev.Vehbi HACIKADİROĞLU, Kabalcı Yayınevi, 2.basım 1996,İstanbul...Cemal YILDIRIM, Mantık Doğru Düşünme Yöntemi,Bilgi Yayınevi,3.basım,1999,Ankara...Wilhelm WEİSHEDEL,Felsefenin Arka Merdiveni,Çev.Sedat UMRAN,2.baskı,1997,İstanbul...Doç.Dr.Ayhan AYDIN,Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası,Alfa Yayınevi,1.baskı,2000...Mehmet Emin ERİŞGİL, Kant ve Felsefesi,İnsan Yayınları,1997,İstanbul...Orhan HANÇERLİOĞLU,Düşünce Tarihi,Remzi Kitapevi,9.basım,2002,İstanbul...Prof.dr.Takiyetti n MENGÜŞOĞLU,Felsefeye Giriş,Remzi Kitapevi,5.basım,1992,İstanbul...Prof.dr.Macit GOKBERK,Felsefe Tarihi,Remzi Kitapevi,8.basım,1996,İstanbul...M.MALEBRANCHE,Hak ikatın Araştırılması 3.cilt, Çev.Miraç KATIRCIOĞLU,M.E.B.Yayınları,1997,istanbul...Hilmi Ziya ÜLKEN,Genel Felsefe Dersleri,Ülken Yayınları,2000,İstanbul...Ernst von Aster,Bilgi Teorisi ve Mantık,Çev.Macit GÖKBERK,Sosyal Yayınları,3.basım,1994,İstanbul...Selehattin HİLAV,1oo Soruda Felsefe El Kitabı,Gerçek Yayınevi,7.baskı,1997,İstanbul...Prof.dr.Alfred WEBER,Felsefe Tarihi,Çev.Prof.dr.H.Vehbi ERALP,Sosyal Yayınları,5.basım,1993,İstanbul...Rıza TEVFİK,Felsefe Dersleri,Yayına Hazırlayan:E.Semih YALÇIN,Berikan Yayınları,2003,Ankara...Bedia AKARSU,Çağdaş Felsefe/Kant'tan Günümüze Felsefe Akımları,İnkılap Kitapevi,3.baskı,1994...Fehmi BAYKAN,Aydınlanma Üzerine Bir Derkenar,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,1.baskı,1996,Ankara... Bilindiği üzere Bilgi Felsefesi(Epistemoloji), temel olarak bilgi nedir? Sorusunu baz almıştır. Bilginin ne olduğunu, hangi yollarla ve hangi yontemle elde edileceği sorusunun cevabını arar. ilçağdan beri bir problem ortaya konulmuştur. Bu problem doğru bilgi olanaklı mıdır? sorusunun cevabının araştırılmasıdır. Dogmatikler, bilgi ve varlık bakımından kesin ve mutlak doğrulara ulaşılabileceğini savunurlar. Kuşkucular ise doğru bilgiye ulaşılamayacağını savunurlar. Kuşkucular kendi içlerinde bir hayli farklı düşüncelere bölünmüşlerdir. Bazı filozoflar kuşkuculuğu marjinal noktalara götürmüşlerdir, Örneğin Sofitler, en önemli sofistler, Protagaros(M.Ö. 485-420) ve Gorgias'tır(M.Ö.433-375) Protagaros'a göre, 'insan her şeyin ölçüsüdür.' Yani doğrunun her insanın algılayışına göre değişeceğini belirtmiştir. Gorgias, daha da ileri gitmiş ve hiçbirşey yoktur. Olsa da bilinemez ve bilinse de anlatılamaz demiştir. Sofistlere göre herkese göre değişmeyen mutlak bilgi mümkün değildir. Yine kuşkucu olan Septikler( en önemli temsilcileri, Pyrrhon(M.Ö. 365-275), Timon(M.Ö.325-235),<Arkesilaos(m.Ö.316-240), Karneades(M.Ö.219-120),Aenesidemos(M.S.1.yy.), Sektus Empiricus(M.S.3.yy) genel olarak bilginin olanaklı olmadığını savunurlar. Çünkü, varlıkların asıl bilgisi ve gerçekliği insan için bilinemez olandır. Bu sebeple insan bilmeye çalışmamalı ve bilme isteğinden vazgeçmelidir. Doğru bilgiyi olanaklı görenler ise, başta Sokrat'tır hem doğru bilginin olduğunu ve hem de bilginin doğuştan geldiğini ileri sürer. Bunun ispatı için ise Platonun Menon diyaloğunda geçen Skrat'ın okuma yazma bilmeyen bir köleye geometri sorusu çözdürdüğü görülür. bu soruyu okuma yazma bilmeyen genç sorular sorarak çözebildiğine göre bilgilerimiz doğuştan gelmiştir ve biz onları yalnızca hatırlarız. Sokrat okulunun temsilcileri Platon(islam dünyasında Eflatun olarak bilinir.)ve Aristo Sokrates'in görüşlerini kendilerine göre geliştirmişlerdir. Orta çağda hakim düşünce ise aklın tanrının varlığını bilmesi için bilgi edinmesi gerektiği düşüncesidir. 17. Yüzyııla Descartes damgasını vurur. O kuşku duyar ama nereye kadar kuşku duyar? Doğru bilgiye ulaşana kadar. Var olup olmadığından bile kuşku duyar. Varlık yokluk kuşkusunu, Var olup olmadığını düşünebilen bir şey olduğuma göre varım diye bitirir. Açık ve seçik bilgiye ulaşınca kuşkuculuğunu bitirir. O Açık ve seçik bilgiye ulaşmak için kuşku duyar. Ulaştığı yerde kuşkuyu bitirir. Modern felsefenin kurucusudur. 18. Yüzyılda İngiliz deneycileri gelir. Descartes nesnelerin bilgisine ulaşmada doğuştan getirdiğimiz akıl araçları olduğunu savunurken, deneyci John Locke,zihinimizin doğuştan boş beyaz bir kağıt gibi olduğunu kabul eder. Bilgileri sonradan deney yoluyla öğrendiğimizi savunur. Hatta ona göre mantığın ve aklın ilkeleride doğuştan gelmez. Zihin boş bir Tabula Rasa'dır. Immanuel KANT(1724-1804)akılcılığın ve deneyciliğin ara noktasını bulur. Akla sınır çizer. Çok disiplinli biridir. söylentiye göre hep aynı saatte dışarı yürümeye çıkarmış ve komşuları o çıktığında saatlerini buna göre ayarlarlarmış. Akıl yoluyla metafizik bilgilerin doğruluğunun bulunamayacağını ileri sürmüştür. Kantta bilgi için hem zihinden gelen ve hem de deneyden gelen birleşir. Hegel ise Bilginin zihne ait bir ürün olduğunu savunur. ancak kendi algılamasındaki evrensel aklı zihin olarak kabul eder. J.S.MIIL de deneyciliği savunur. HUSSERL, Kant-Fichte ve Descartes'i sentezler. Bergson, Russell, Witgenstein gibi filozoflar da yine önceki bilgilerin sentezlemesine bir şeyler katarak kendilerine göre gelişmiş bilgiler ileri sürmüşlerdir. Şimdi felsefe daha önce bu alanda düşünüp çalışmalarını ortaya koyanları bilmeyi gerektirir. Geliştiği noktayı bilmeliyizki üzerine biz de düşünüp kendi geliştirdiğimiz felsefeyi ortaya koyabilelim. Öbür türlü hariçten gazel atmış oluruzki bu da bizi yok gösterir. |
03-03-2007, 23:53 | #12 |
|
ALINTI: SNOW: Şimdi felsefe daha önce bu alanda düşünüp çalışmalarını ortaya koyanları bilmeyi gerektirir. Geliştiği noktayı bilmeliyizki üzerine biz de düşünüp kendi geliştirdiğimiz felsefeyi ortaya koyabilelim. Öbür türlü hariçten gazel atmış oluruzki bu da bizi yok gösterir.
El cevap: Düşünüyorum, öyleyse varım. Şimdi aslında burada cevap bellidir. Ama ben biraz daha öteye götüreyim, Dekartın sözünü, PROBLEM GÖRÜYORUM ÖYLEYSE VARIM. Bilinir ki toplumların esas varlığı kazanımlara ilave kazanımlar katmakla olur. Şimdi öncelikle EĞER SORUNU GÖREBİLMİŞSEN demek ki, cevap olarak neyi bulman gerektiğini biliyorsundur. Bense şu an cevabımı arıyorum. Her düşünen beyin gibi. Elbette ki belirttiğiniz kitapları, toplu olarak buraya beyan etmeniz çok kişi için ve önemlisi benim için yararlı olacaktır. O kitapların 3 veya 5 adedi şu an elimde ve okumaktayım...ve önemlisi bazılarını bitirdim. Elbetteki sorunumun cevabını aramak adına kendimle bitiştirmekteyim o kitapları ve onlar sorunun çözümü bir araç olmaktan öteye gidemiyor, YANİ ONLARIN İÇİNDE BENİM ARADIĞIM CEVAP YOK. Sadece benim sorunuma cevap olanları yaratacak birer vesile olmaktan öteye gitmiyorlar. BENİM ASIL MESELEM, BİR CÜMLE İÇİNDEKİ UNSARLARIN NE ANLAMA GELDİKLERİDİR. Yani onların anlamı değil, anlamı elbet biliyoruz, fakat İŞLEVLERİ TEMELDE/KÖKENDE nedir? Budur asıl mesele. Bir örnek, 1kg domatesin, paradaki değeri nedir? Diyelim ki, 1 YTL. Şimdi ortada olan, 1KG DOMATESTİR. Şimdi esas varlık budur yani domates. Şimdi bunu çevirelim; parasal değere, beyinsel değere, sözsel değere, takassal değere, altınsal değere, yararsal değere, zararsal değere. Burada aslında ARİSTONUN KATEGORİLERİ DEVREYE GİRİYOR. Aristonun kategoriler dediği aslında HAYATTAKİ VARLIKLARIN BEYİNDEKİ VARLIKLARIDIR. Biz bu hayattaki varlıkları BEYİNSEL BİR DEĞERE KAVUŞTURMUŞUZ, yani aristonun kategori gerçeklikleri DÜŞÜNCE DEĞERLERİ OLARAK KABUL EDİLİR Kİ ARİSTO ONLARA BU YÜZDEN yüklem/kavram DER. Yani hayattaki gerçekliklerin BEYİNSEL VARLIKLARI/KARŞILIKLARI/DEĞERLERİ. 1kg domates gerçekliğinin, PARADAKİ DEĞERİ(VARLIĞI): 1 YTL. BEYİNSEL VARLIĞI: beynimizdeki domates şekli. Fakat kural olarak, yani belli bir domatesin değil. Yani tüm domateslere verecebileceğimiz karşılık. SÖZSEL(SÖZDEKİ) DEĞERİ(VARLIĞI): d+o+m+a+t+e+s SESLERİNİN BİRLİKTE SÖYLEMİDİR. TAKAS DEĞERİ: ÇOK VARLIK OLABİLİR TABİ. ALTIN DEĞERİ: 0,05 MG ALTIN OLSUN. ATTIM TABİ. YARARSAL DEĞERİ İSE: Zararlı mı yararlı mı diye sorunca elbette, allerjisi olan bir insan değilsek YARARLIDIR. İşte tüm bunlar gibi. DİLDE CÜMLE DEDİĞİMİZ MEFHUMUN ÖGELERİ KENDİ ARASINDA BİR İŞ YAPMAKTADIR. Amacımız bunu en güzel şekilde tasvir etmektir ki BİR ÇOK ŞEYİN TEMELİ BURADAN ÇIKIYOR. Aristo apaçık şunu söylüyor: YÜKLEM DAİMA KAVRAMDIR yani KATEGORİDİR. Özne ise daima BU YÜKLEME TAHVİL ETTİĞİMİZ ŞEY, GERÇEKLİĞİ OLAN ŞEYDİR. Ama tabi ki buraya özne olarak, herhangi bir kavramı da koyabiliriz. Fakat bildiğimiz bir şey var ki O da ÖZNENİN(KONUNUN), YÜKLEMİN TA KENDİSİ OLMADIĞIDIR. Yani yüklem denilen şey, öznenin bir başka yerdeki karşılığıdır. Örneğin domatesin, paradaki varlığı/karşılığı gibi. İstanbulun fethinin, zamandaki değeri nedir denilse, elbetteki cevabımız: 1453 tür. Şimdi burada KONU OLARAK VAR OLAN ŞEY, İstanbulun fethidir. Fakat yüklem olarak var olan şey ise ZAMANSAL BİR DEĞERDİR. fAKAT BU ZAMANSAL DEĞER BİZİM BEYNİMİZDE VAR OLAN ZAMANSAL DEĞERDİR. Yoksa gerçeklikte var olan zamansal değer değil. İşte bu yüzden o zamansal değer, SOYUTTUR. Yani yüklem daima soyut bir kavramdır. Yani KURAL OLAN DEĞERDİR. Formellik, soyutluk, yapısallık, şeklilik, biçimsellik terimleri ise sürekli olarak YÜKLEM tarafını ifade ediyorlar. Yani KURAL-ORTAK OLAN DEĞERLERİ. Umarım meselemi anlatabildim ve ilerlememe katkınız olursa sevinirim, çünkü buraya kadar zor geldim, YANİ BEYNİMDE BU KURAL VARLIĞA/KOMPOZİSYONA zorlukla ulaştım. SAYGI VE SEVGİLERİMİ SUNARIM.(Dış alemde varlıklar olabilir fakat onların beyindeki karşılıklarını oluşturmak bizim bizzat kendi işimizdir-yani aha kitaplarda var olsa bile amaç zaten onu beyne bir kural beyin varlığı olarak taşımaktır.) Ama ben henüz böyle bir kitaba ulaşamadım. Sadece yakın ilişki içinde olan kitap yazınları sayesinde bir çıkışa varmak istiyorum SEVGİLERİMLE(Bir yardımınız da olursa müteşekkir olurum) YAPISAL: Bir varlığın kendisi dışındaki bir varlıktaki karşılığıdır.HUKUK, YAPISALDIR, ÇÜNKÜ SOMUT OLAYLARIN BİZZAT KENDİLERİ DEĞİLDİR ONLAR...Aksine somut olayların bizzat kendilerinin başka bir varlıktaki karşılıklarıdır. Sizin de bir yerde kullanmış olduğunuz ŞEKLİ/ŞEKLEN kavramının da BİR ŞEYİN KENDİSİNİN yazıdaki karşılığı olarak düşündüğünüzü elbet bugün kolaylıkla görebilmekteyim. Daha bazı sorunları da elbette düşünerek ve hangi KELİMENİN HANGİ KAVRAMA denk düştüğünü böylece bularak çözeceğiz. KELİMELER HEP ORDADIR ama mesele onların hangi tecrübigerçekliğe denk düştüğünü bulmamız icap ediyor. Çünkü tecrübelerimizden KURALLAR(SOYUTLAR) çıkaran varlık olarak insanız. AYRICA BİR ŞEY DAHA. BİLGİ, DÜPEDÜZ İNSANIN TECRÜBE ETTİĞİ AKILDA REFLEX OLARAK ÖNE ÇIKAN(vizyona gelen) şeylerdir. Akılda öne çıkarlar bir ETKİNİN/YAPICININ/SEBEBİN karşısında. Ayrıca bilginin edinimi de REFLEKXTİR. Yani gözünüzü kırpmanız kadar refleks. Temas edersin ve şıp diye bir refleksi ortaya çıkar beynin ve beyin o refleks tepkisini bile kaydeder ve başka bir olayda refleks olarak yine devreye sokar. Yani beyin kendinde var olmayanı VİZYONA ÇIKARAMAZ. VAR ETMESİ İÇİN DE BİR yapıcıyla karşılaşması gerekir ki bu yapıcıya karşı SONUÇ OLARAK REFLEKS BİR ÜRÜN ÜRETİR.Sonuç olarak insanın araması gereken DETERMİNANTLARDIR. Şundan emin olun, her ateşe yaklaşan beyin için refleks olarak bir tepki vardır. İşte bu tepkinin refleks olarak belirmesi için onu var eden SEBEPLE/YAPICI ile temas etmemiz gerekir ki bu ise belki de tesadüftür, belki de bir başka şey...Ancak ve ancak jüpiterdeki bir maddeyle karşılaşınca bir refleks bilgim ortaya çıkacaksa ben dünyada olduğum sürece o refleks tepkiyi/bilgi öğrenimini asla var edemeyeceğim. SAYGILARIMLA |
04-03-2007, 10:03 | #13 |
|
Sayın Çalıkuşu Kamurana Sorular
1- İnsan bilgileri doğuştan mı vardır sonradan mı öğrenilir?
2- Doguştan beyin boş bir levha mıdır? Yoksa Bazı akıl ve Mantık yürütme güçleriyle donatılarak mı doğulmuştur? 3- dil nedir? İnsanlar kouştuklarında gerçekten birbirlerini anlarlar mı? yoksa kendi beyinlerinde o kavramlar neye tekabul ediyorsa o şekilde, kendilerine göre birşeyler anlayıp birbirlerini anladıklarını mı zannederler? 4- Her filozofun tezinin bir anti tezini bulan filozof vardır. O halde felsefe ile nereye ulaşılır. 5- İnsanlar kavramlarla mı öğrenir ve anlar? yoksa kavramlar iletişim aracıdır da aslında kavramlara sahip olmasa da anlar öğrenir ve düşünebilir mi? Saygılarımla..... |
04-03-2007, 12:34 | #14 |
|
Sayın çalıkuşu_kamuran
Bence 3.sorudan başlayınız. Böylelikle belki de diğerlerini yanıtlamak gerekmez. Saygılarımla |
04-03-2007, 16:19 | #15 | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Beyin halografik kayıt yapar.. akıl ve zeka düşünebilme, yaratabilme ve yönlendirebilme yetenekleri sağlar.. Zeka, çabuk öğrenmeyi, anlamayı ve düşünmeyi kapsar(fikir üretmez), akıll ise, objektif bilgiyi belirli bir sistematik çerçevesinde elde etmesini ve bu bilgiyi başka bilgileri elde etmeye yarayacak şekilde değerlendirmesini sağlayan zihni kabiliyettir.(fikir üretir)....Düşünebilme yetimiz belki de mekanikleşti.. 1- Bilindiği üzere bilgi de sınıflara ayrılır ;gündelik bilgi (ihtiyaçlar doğrultusunda edinilen,duyum algılara dayanılanna,yaşamı olanaklı kılan) ,din bilgisi (inançla eşdeğer,dogmatik,göreceli,sistamatik) teknik bilgi (gündelik bilgi kaynaklık eder,otomasyon,makine)sanat bilgisi(düş gücü,sezgi) ,bilimsel bilgi... Benim mantığım;’’ gerçek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir.’’Platon’un bu görüşünü matrix felsefesine de benzetirim..Duyularla algılanan yada algıladığımızı sandığımız duyularımızın bize elverdiği kadar beynimize depolanan holografik bir depo değil midir? Tamamen bilinen fenomenler değil midir? (yani duyularla algılananın ötesi) 2-Doğuştan beynin boş bir levha olduğunu düşünmüyorum..eğer bahsettiğiniz doğuştan gelen mantık ,algı v.b olgular olmasa boşluk hiç dolmazdı. 3-Dil de pratik bir olgudur..algı,kavramlar arası bağıntıyla kişilerin iletişim aracıdır.. Kolay yaşamak, istiyor musunuz? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut.Nietzsche 4-Felsefe ,‘’düşünce üzerine düşünmedir’’ en basit tanımla. 5-Kavramlar insanlar tarafından oluşturulmuş pratik bir yoldur..kavramlar yoluyla öğrenmezler,öğrenme pratikleşir kanısındayım..
Yanılmıyorsam dil bilgisinde zaten iki temel öğe vardır diğer öğeler yardımcı öğedir..yüklem olmasa öz arayısı olmazdı sanırım..yapılan bir eylem tasvir edilmiyor mu ..yapan olmasa eylemde olmazdı öz özne devamı yüklem genelde bu tartısma öznellik ve nesnellik kavramlarında süregelmiştir..
Saygılar... Konudan uzaklaştım sanırım kusura bakmayın |
04-03-2007, 18:25 | #16 |
|
Ben soruyu başlığından dolayı sanki yalnızca Sayın Çalıkuşu'na yöneltmiş gibi olmuşum. Sayın Kamurandan bu soruların cevabını beklerim ancak tabi cevaplamak isteyen tüm üyelerin de cevaplarını görmeyi isterim. tabi sizin de sayın Av.Armağan Konyalı
Saygılar.... |
04-03-2007, 19:24 | #17 | |||||||||||||||||||
|
Cevaplamayı çok isterdim. Ama ben felsefe yapamam. Sadece okurum ve dinlerim. Müzik gibi. Benim yaptığım müziği benden başka kimse dinlemiyor. Saygılarımla |
04-03-2007, 21:57 | #18 |
|
david hume i ANLAMAK
yukarıda oldukça uzun yazılar yazılmış.birçok kavram kullanılmış.diğer felsefe eserlerinde de anlaşılmaz kelimeler kullanılarak bazı şeyler (neler olduğunu ben de anlamıyorum) çözümlenmeye çalışılmış.ve tarih boyunca birçok anlamsız tartışma felsefe adı altında süregelmiştir.fikrimce bu sözlerin %99 u boştur.bir anlamda kelime oyunlarıyla kafa karışıklığı yaratmaya hizmet etmektedir.17. yüzyılda david hume de bu kavramların lüzumsuzluğundan bahsediyordu.ayrıca yüzlerce felsefi metinden aklımda kalan az sayıdaki verilerden biri aynen şunu ifade ediyordu :soktates ten beri felsefede ilerleme olmamıştır.tüm yazılanlar sadece soktaresin dipnotudur.
yukarıdaki yazılarda olduğu gibi kelimeleri öznelere yüklemlere ayırmanın mantığı nedir.felsefe şimdiye kadar bilimden bağımsız olarak ortaya ne koyabilmiştir.fikrimce felsefe kavramı icat edilmese bile bilim kendi sorularını soracak yoluna devam edecekti.sokrates platon vb nin aynı zamanda pozitif bilimlerle uğraştıklarını (biyoloji matemetik vb) akılda tutmak gerekir.bilmeye ve anlamaya çalışmanın beraberinde getirdiği sorular ilgili konudan ayrılırsa sadece laf kalabalığı oluşturur.aynen felsefe adına icra edilen faaliyetlerde olduğu gibi. özellikle pozitif olmayan,insan türevi,maddeyi incelemeyen bilimlerde bir kavramın ne olduğunu belirlemek oldukça zordur.örneğin önceki yazılarda belirtilen hak-yetki nedir örneğinde olduğu gibi.bu kavramların içeriğini belirlemek öncelikle tarih bilgisini gerektirir.yoksa felsefe yapmak adına içerik belirlenemez.hukuktaki herkesin hak ehliyetine sahip olduğunun belirtilmesinin anlamı nedir.bu belirlemenin tüm canlıların canlı olduğunu belirtmekleki anlamsızlıkla eşdeğer olduğu açık değil midir.şimdilik bu kadar. önceki yazıların sahiplerine de saygılarımı belirtirim. |
04-03-2007, 23:20 | #19 |
|
Aklin Yollarinda
Syn. Snow, Sizi cevaplayacağım,
Syn. Konyalı, Belirtiniz en yararlı(yetkin) olanı, uyacağım üstadım, ama lütfen Siz de bir şeyler katın, bari en azından BİR TEK SORU SORUN, HAYAT SORUYLA BAŞLAR ABİ YA. Syn. Dark, konudan uzaklaşmamışsınız abi aksine o konuya iyi bir yüklem yüklemişsiniz. Syn. Av. Bektaş Salim Topbaş, beni tam olarak anlamışsınız, zaten amaç o boş denilen kavramların içini doldurmaya çalışmak en azın temel bir YAPI(FORM) için bunu yapmaya çalışmak ki ESASINDA O BİNLERCE KAVRAM, çok az sayıda kavramın boş yere çoğaltılmış halleri. BİR FORMEL kavramının ne kadar çok SÖZ ile ifade edildiğini yazalım mı? Var mısınız, YAPI-KURAL-ŞEKİL-ŞEKLİ-BİÇİMSEL-İDEAL-FORMAL-TEORİ-KURAM-KAVRAMSAL istediğiniz kadar çoğaltın, hepsi aynı şeylerdir, zaten amacımız bunları da bulmak. Gelelim sorulara Üstadım; 3- dil nedir? İnsanlar kouştuklarında gerçekten birbirlerini anlarlar mı? yoksa kendi beyinlerinde o kavramlar neye tekabul ediyorsa o şekilde, kendilerine göre birşeyler anlayıp birbirlerini anladıklarını mı zannederler? 1- İnsan bilgileri doğuştan mı vardır sonradan mı öğrenilir? 2- Doguştan beyin boş bir levha mıdır? Yoksa Bazı akıl ve Mantık yürütme güçleriyle donatılarak mı doğulmuştur? 3- dil nedir? İnsanlar kouştuklarında gerçekten birbirlerini anlarlar mı? yoksa kendi beyinlerinde o kavramlar neye tekabul ediyorsa o şekilde, kendilerine göre birşeyler anlayıp birbirlerini anladıklarını mı zannederler? 4- Her filozofun tezinin bir anti tezini bulan filozof vardır. O halde felsefe ile nereye ulaşılır. 5- İnsanlar kavramlarla mı öğrenir ve anlar? yoksa kavramlar iletişim aracıdır da aslında kavramlara sahip olmasa da anlar öğrenir ve düşünebilir mi? Saygılarımla..... 3- DİL, insan doğasının vermiş olduğu refleks tepkilerin(söz tepkileri) karşı tarafta sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendirilmesidir. Ay, denilince, birinin ayağına gelin basınca çıkarılan bir sestir, öyleyse Ay sesi ile ayak basma arasında DETERMİNASYON vardır. İşte ilk insan böylece BU DETERMİNANTLARI REFLEKS olarak öğrenmiştir. Elbette bu öğrenim de reflekstir, dış alemdeki bir olayı refleks olarak kaydeder beyin ve adeta MAYMUNLARIN yapılan aynı olayı refleks olarak tekrarlaması gibi bir şey yani. İnsan dış alemi refleks olarak algılar, ki insanın EMPATİSİ de REFLEKS BİR TEPKİDİR Kİ birbirimizi anlamanın temeli EMPATİYE dayanır. Ayağıma basılınca ben refleks olarak bir bağırma sesi çıkardım, aynı sesi bir başkası da çıkarmıştı öyleyleyse BİR REFLEKS EMPATİ DEVREYE GİREREK, Aynı sesi çıkaran diğer kişi için de AYNI SEBEP GEÇERLİ idi deriz. Benim bu aşamadaki algılayışım budur. Ve dil reflekslerden doğan bir tepkidir. Sonra Empati ile ORTAKLAŞIR bir hal alır. Dolayısıyla insanlar kendilerinde gerçekleşen durumları EMPATİ İLE BAŞKALARINA DA YAYARLAR, GENELLEŞTİRİRLER. Sonuç olarak biz yalnızca kendimizde cereyan edenleri algılarız, anlarız ama onların diğer insanlar için de aynı şey olduğunu EMPATİ REFLEKSİ İLE YAŞARIZ. Sanırım sorunu(konuyu) kapsayan bir cevap oldu. KAVRAM MESELESİ halledilir. 1-İnsan bilgileri sonradan tecrübe ile var edilir. Başka bir konudaki yazıyı kopyalayım aktarayım, yoksa cafeciye fazla para ödeyeceğim. http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=1301 Bilgi nedir, sorusu için bir tasvir: Diyelim ki aynanın kendinde var olanı algılama yeteği vardır. Aynanın karşısına geçelim ve aynada meydana gelen sonuç elbet görüntünün orada var olmasıdır. Şimdi aynanın algılama yeteneği var dedik İŞTE TAM BURADA AYNA kendinde meydana gelen sonucu/etkiyi/tesiri algılamaktadır. Yoksa o maddenin kendisini algılamamaktadır. Ayna yalnızca kendisi dışındaki bir şeyin kendisinde meydana getirtiği etkiyi/sonucu algılayabilir. Örneğin Soğukta biz soğuğu değil soğunun bizde meydana getirdiği sonucu algılamaktayız. sonuç olarak her varlık yalnızca ve yalnızca KENDİNDE MEYDANA GELEN SONUÇLARI ALGILAMAKTADIR. Öyleyse her varlık yalnızca kendini algılar diyebilir miyiz? Başka bir tasvir daha, Bir insan beynini elinize alın ve bir kısmı ıslak, bir kısmı kumlu, bir kısmı yağlı, bir kısmı engebeli bir zemine doğru hızlıca fırlatın. Beyin bu zeminlerin her birinden geçerken yalnızca şunu yapmaktadır BU ZEMİNLERİN KENDİSİNE YAPMIŞ OLDUĞU ETKİYİ HIFZETMEKTEDİR. İşte bu aşamadan sonra benzer zeminlerle karşılaştığında artık her bir zeminin kendisine yapmış olduğu etkiyi daha önceki hıfzetmiş olduğu etkilere eşler ki BU ŞU ETKİYDİ, BU ŞU ETKİYDİ diyebilir artık. Yani ilk tecrübeleri daima sonraki tecrübelerini anlamak için BİRER MODEL oluşturur. 2- Beyin boş bir levhadır, fakat dünya varlıklarına ait bilgileri edinecek veya kendine kaydedecek yetenekte var edilmiştir. Sanırım bir yerde mi ne okumuştum, doğruluğunu bilmiyorum, ama beyan edeyim: EDİNİLEN HER BİLGİ İÇİN BEYİNDE BİR KIRMIZI NOKTA OLUŞURMUŞ, ne derece doğru bilemem. Ayrıca mantık kuralları da doğanın özelliklerinin izlenmesi ile edinilir, yani aklı bir başka ve bambaşka bir aleme götürseniz bu sefer orda oranın MANTIK(ASLINDA VARLIK) İLKELERİ ile hareket eder. Yani Sizin de bildiğiniz; ÖZDEŞLİK(BİR A, GÖRÜRSENİZ HER ZAMAN O A"NIN DEĞERİ AYNIDIR), ÇELİŞMEZLİK(A, KENDİSİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR Kİ BU SEFER ÇELİŞKİ OLUR), 3.İHTİMALİN YOKLUĞU( Yani ORTADA OLAN ŞEY, YA KENDİSİDİR YA DA KENDİSİNDEN BAŞKA BİR ŞEYDİR Kİ BUNLARDAN BAŞKA BİR ŞEY OLAMAZ VE BÖYLECE BİR ŞEY YA A" DIR YA DA A DEĞİLDİR. SONUÇTA BAŞKA BİR İHTİMAL YOKTUR) Elbet bu iki değerli mantık için geçerli olan ilkelerdir. Yani bir şey ya doğrudur ya da yanlıştır diyen mantığın ilkeleridir. Başta tip mantık dalları da oluşmuştur örneğin bir şeyin yanlış veya doğruluğunun bilinemeyeceğini ve yanlış ve doğruluk BELİRSİZLİĞİ TAŞIYAN ÖNERMELER ortaya konmuştur. Mesela, Evrende dünya dışında bir yerde insan da vardır denilirse, bunun yanlışlığı veya doğruluğu bilinemezdir ki evet belirsizdir ve bilmiyoruz ASLINDA BU DURUM BİZE BİLGİLERİNİN İNSANLARIN TECRÜBELERİ SONUCUNDA EDİNİLDİĞİNİ DE ANLATIR. 4-Felsefe ile bir şeyin, asıl bilgisinin ne olduğunu yani tecrübelerimizin aynen aslı ile aklımıza taşınmasını sağlarız ki böylece tecrübelerimizin dışında bir varlık bilgisi beynimizde yer almasın sonuçta VARLIĞIN TA KENDİSİNİN BİLGİSİNİ BEYNİMİZE AKTARMIŞ OLURUZ, YANİ BİLGİ ASLINDA TABİ BİZE OLAN ETSİNİ DİYORUM. Böylece ortada olan nesnel gerçeklik her insan için Ortak bir bilgiye gidilmesini sağlasın. Ortada bir futbol maçı olsun, HAKEM BİR ADET İKEN, HERKES ONA FARKLI BİR ANLAM YÜKLEMESİN YANİ. Ayrıca tez-antitez ilişkisi hep olacaktır, bir önceki bilgimiz eksik veya yanlış olabilir biri daha geniş bir kuşbakısı ile bakar ve kapsama geniş yerden bakan daha doğru görebilir. Biz insanlık olarak evrenin tamamını göremeyen insanlarız ki yani parçadan bütüne doğru gitmekteyiz, yani tümden gelmiyoruz tüme gidiyoruz. Elbet insanın TÜME VARMASI gerçekleşir mi bilemem, ama benim düşüncem, tümleşmek kimbilir bütünle bütünleşmek derim, ama zor be abi...Dünya alemi komple su olsa her bir varlık sadece bir su damlasıdır ki ama fakat diğer su damlasını tanımama ihtiyaç kalmayabilir kim bilir? 5-Kavramlar olmasa da öğrenim vardır ki kavramlar tecrübeyle edinilmiş bilgilerin ORTAK ÖZELLİKLERİNDEN OLUŞAN BİR AKIL ÜRÜNÜ VARLIKTIR. Yani kavramların tıpkısı doğada yoktur, onlar benzer varlıkların ortak özelliklerinden oluşan bir akıl varlığıdır, doğada bu kavramlar yoktur. Olamaz da ki İDEAL KAVRAMI zaten bunu anlatır. Onların aynısı yoktur doğada akılda var olan bir varlıktır....Ama bu konuda benim aklımda farklı bir sorun var...Ya arkadaş madem kavram meselesi böyle niye onların varlıkları temsil ettiğini düşünüyoruz ki onlar varlıkları temsil etmiyor oysa. Sadece 1 kg domatesin paradaki değeri gibi bir şey var ortada. Yani 1 kg domates, KAVRAMLAR ALANINDA NEYE TEKABÜL EDER(Domateslerin ortak özelliği ile akıl ürünü olarak resmettiğimiz varlıklardan hangisine tekabül eder deniyor burda ama o tekabül ettiği varlık asla domatesin kendisi değildir ki FORMELLİK KAVRAMI BUNU ANLATIYOR SANIRIM.) iŞTE BURADAKİ ilişkiyi beynimde somutlayamadım ben henüz, ama inşallah olacak... Evet, Üstadım cevaplar böyle bende. Ama farklı bakış açıları ve tasvirler olabilir, birbirimizi bir adım öteye götürebilirsek ne mutlu bizlere. SAYGI VE SEVGİLERİMLE...muharrem elipek |
05-03-2007, 12:26 | #20 |
|
Cevaplarınız için teşekkürler.
Konu başlığı altındaki 12. yazınızda, benim bir önceki yazımda belirttiğim: Öbür türlü hariçten gazel atmış oluruzki bu de bizi yok gösterir. cümleme karşılık cevap olarak düşünüyorum o halde varım. Şeklinde cevap vermişsiniz. Tabiki varsınız. Sayın Çalıkuşu. Orada anlatmak istediğim, bizden önceki birikimi göz ardı ederek veya o birikimi okumudan ve o birikime vakıf olmadan kavaramlar üzerine düşünürsek bizden önceki insanların bulduklarını tekrar edebilir belki gereksiz çaba harcamış olabiliriz. Bu da bizim konunun içine girmeden konuya vakıf olmadan hariçten gazel atmamız anlamını taşır. Ayrıca bizden önce gelinmiş noktaya daha büyük bir çaba harcayıp yorularak gelmemiz demektir. Amerikayı ikinci kere keşfetsek tabiki yinede tarihte Amerikanın kaşifi Clomb olarak anılacak ve bizim esamemiz okunmayacaktır bu da bizi yok gösterir. Yani o konuyla ilgili litaratürde yok gözükürüz. Bu sebeple önceki birikime vakıf olup ondan sonra o konuyu geliştirebiliriz. Cevaplarınızı okudum orada da kabul ettiğim ve itiraz ettiğim hususlar var. Bununla ilgili olarak da daha geniş bir zaman diliminde yazmak istiyorum. Saygılar... |
05-03-2007, 16:23 | #21 |
|
Tarihi ürünler elbet bir imkan olarak ordadır, yeni ürünler için .
Ama onları da kavramak için çaba sarfediyoruz zaten, onların ne dediğini, neyi yarattıklarını veya neyi anladıklarını elbette ki bilmemiz icap eder ve onların üzerine bir şeyler katarız eğer katabilirsek ve onları öncelikle okumak icap eder de, ben bunu kabul etmiyorum demedim. İnsan tarihteki varlıkları okurken eğer anlıyorsa artık onlar KENDİ DEĞERİ OLARAK BEYNİNDE YER ALIR. Eğer anlamıyorsa, zaten sıfırdan başlamak olur bu ve hazine ile elde edilebilecek bir imkan somut bir gerçek olarak ortada var iken boşa bir zaman geçirmiş de oluruz. Ama şu var ki önce beyin ÖNCELİKLE BİZDEN ÖNCEKİLER NASIL BİR TASVİR YÖNTEMİ KULLANMIŞ bunu onlardan görmek zorundadır, yoksa biz ne kadar okursak okuyalım, her olay için ayrı bir tasvir yöntemi-genel form üretmek zorunda kalırız. Ben inanıyorum ki ve okumalırımda görmekteyim ki SABİT BİR GENEL FORM VAR ORTADA. Ama bazı KELİMELERİN HANGİ KAVRAMA VEYA HANGİ GERÇEĞE TEKABÜL ETTİĞİNİ KELİMENİN KENDİSİNDEN ANLAYAMIYORUM. Birileri çıkıp yani üstad olan birileri çıkıp BU KİTAPTA ŞU KELİME, TAM DA ŞU GERÇEĞİ VEYA ONUN AKILSAL ÜRÜNÜ OLARAK ONUN GENEL TEMSİLİ OLAN KAVRAMI İFADE(ÜRETİYOR) EDİYOR DEMELİ BANA. Yani bu kavramların anlamlarını somut olay içinde de görmek gibi bir imkanım yok, çünkü bir ANNE-BABA sözcüğü gibi sürekli somut hayat içinde kullanılan sözcükler değil bunlar. Yani somut DETERMİNASYON İÇİNDE yaşamadığım için onlara tekabül eden somut gerçeği algılamak gibi bir imkanımız yoktur. Biri demeli ki SOYUTLUK şudur, İDEALLİK şudur. Biz günlük dilimize yaslamadığımız ve hatta yaslasak bile yanlış yasladığımız soyut kavramlarla yüzyüze iken tutup bir de onların YABANCI KELİMESİNİ aynen alıyoruz. Yani iş daha da zorlaşıyor, önce Türkçe" de hangi kelimeye tercüme olabileceğini bulacaksın ama kardeşim hangi kelimeye türcüme olacağını bilmem için önce O KELİMENİN HANGİ GERÇEĞİ İFADE ETTİĞİNİ BİLMELİYİM Kİ SONRA AYNI GERÇEĞİ TÜRKÇE" DE ŞU KELİME İFADE EDER DEMELİYİM. Yani Tüm dünya dilleri için ortak olan şey VARLIĞIN TA KENDİSİDİR, kelimelerin hiç bir önemi yokken, biz işi hep zorlaştırıyoruz yani. Yani akıl için ESAS OLAN VARLIĞIN TA KENDİSİDİR. Bana varlığın kendisi lazım desem yerinde bile olur yani. Sonra ben onu istediğim ses ile anlatırım, gerisi kolay, yeter ki hepimiz önce varlığın kendisini görelim. Ortak bir isim bulmak kolay ona. Günlük dil, hepimizin adeta varlığın somut olarak kendisi kadar bilindiktir, ama sen çıkıyorsun günlük dilden de uzaklaşıyorsun. Sonra diyorsun ki -afedersiniz- aklın kıt. Hayır gözüm de aklımda yerinde, ortaya koy bi kaymaklı ekmek kadayıfı, bak senin gördüğün ve yüklediğin anlamın aynısını yüklemiyor muyum ben de. Ama sen ekmekli kadayıf yerine gözümün önüne JAKLİN sözünü koyarsan, ben onu kaymaklı ekmek kadayıfı olarak göremem. Ama önce varlığın kendisini koy adam gibi ortaya sonra de ki bu JAKLİNDİR bak o zaman anlamıyor muyum, artık JAKLİN SÖZÜNÜ DUYUNCA KENDİLİĞİNDEN AĞZIM SULANMIYOR MU GÖR YANİ. İşte budur tablo üstadım. Gerisi SERAP.
SAYGILARIMLA( bu arada, size vermiş olduğum cevabı olumsuz bir cevap olarak vermedim, sizin tarafıma beyanınızı olumsuz bir beyan olarak da yüklemlemedim. Sadece karşılıklı yazışmalarda beynin hız kazanması için DARB-I MESEL gibi sözcükler derpiş edebiliriz bu aklın hız kazanması için gereken bir SEBEPTİR.) SEVGİLERİMLE.(İnsan, hakim olmak için yaratılmış bir varlıktır ki bu hakimiyet kendiliğinden vardır insanda bizler yalnızca onun örtüsünü açmaktayız. Ama bu insanın insana hakimiyeti değil, insanlığın bilgi olarak hakimiyeti yanında, bu bilginin uygulama olarak adlandırılan ve aslında fiili durumun üstünün açılmasını anlatan bir hakimiyettir. Yani VAR OLANIN üstünü açmaktan ibarettir yaptıklarımız. Diyelim ki şu anda, İnsanın kainatın tümeline hakimiyeti vardır, biz sadece onun örtüsünü kaldıramadık. Akla iyi bakalım üstadım, akıl bir ürünü kendinde var ettiği anda aslında onun fiiliyatta zaten var olmuş olduğu ta önceden yani akılda doğduğu anda vardır. Daha somutlayalım, sözleşmeyi yaptığımız anda artık, fiilen var olmuş kabul ederiz ki eğer karşı tarafa para borçlanmış isek aslında biz artık onun fiilen icra edilmişliğini ta baştan beyinde doğduğu anda kabul etmiş oluyoruz, artık fiiliyatta aksi yöndeki uygulamalar VAR OLMUŞ FİİLİ VARLIĞIN BOZULMASINI İFADE EDERLER. Beyin meşruiyet kavramını kendiliğinden böyle algılıyor, isterseniz bunu kendi düşüncelerinizde deneyin, aynı sonuca varacaksınız. Beyin, kendinde bir varlığı var edemeyince neden daralır, çünkü var edemiyor, ve var edince ise fiiliyatta var etmediği halde neden ferahlıyor. Çünkü beyinde var etmek, fiiliyatta var etmenin ta kendisidir de ondan. Beyin kendindeki yaratıklarını, somutun ta kendisi gibi var ediyor, yani beyindeki yapılabilirlik ve yapılamazlık kuralları, somut yapılabilirlik ve yapılamazlık kurallarının ta kendisidir. Yani kısaca beyinde var edilebilen-artık gerçeklik için- aslında ta akılda var edilirken var olmuş olandır. Yani sözleşme dediğimiz şeyde bile dikkat ediniz, maddi imkansızlık neyi anlatır, akıl maddi imkanların ta kendisi ile var etmek zorundadır akli varlıklarını demektir bu. Yani akılda var olduğu anda bir şey, artık somutta var olmuş olarak kabul edilir ki meşruiyet artık onun akılda var olmuşluğudur ki akılda var olabilmiş olan ta baştan-yani akılda var olduğu anda somutta var olmuş olandır da. Böylece MEŞRUİYET KAVRAMININ NEREDEN DOĞDUĞUNU VE HAK KAVRAMININ esasında neyi ifade ettiğini anlamak daha sağlam olacaktır ki HAK, kavramı VAR OLAN demektir, yine DOĞRU KAVRAMI da VAR OLAN demektir. KANITLI VEYA KANIT KAVRAMI DA VARLIĞI OLAN DEMEKTİR. Akıl öyle bir iş yapıyor ki O ÜRETİLEN İŞ GERÇEĞİN KURALLARININ TA KENDİSİ İLE YAPILAN İŞTİR Kİ AKILDA VAR OLMUŞ OLAN, GERÇEKTE VAR OLMUŞ OLANIN TA KENDİSİDİR. Yani şöyle, İnsan adeta, ömrünü başından sonuna tamamen yaşamış gibidir, peki şu anki hayatımdakiler nedir öyleyse ? ELBETTE VAR OLMUŞ OLANIN TA KENDİSİDİR. Yani beyin TÜMELDEN GELMİŞLİKLE İŞ YAPIYOR. Yoksa şu anki bizim tümevarıma gidişlerimiz aslında ÖNCEDEN VAR OLMUŞ OLAN TÜMELİN üstünün açılmasından ibarettir. KURAL KAVRAMINDA BUNUN VARLIĞINI GÖREBİLİRSİNİZ Kİ KURAL BAŞINDAN SONUNA BÜTÜNÜN TA KENDİSİDİR. Beyin biraz zorlanıyor bunları algılarken ama iyice bakarsanız aynı şeyi öyle net bir şekilde göreceksiniz ki adeta tasvir ettiğiniz şeyler GÖZÜNÜZÜN ÖNÜNDE VAR OLAN ŞEYLER GİBİDİR VE SİZ DÜŞÜNÜRKEN VE SÖYLERKEN ASLINDA ORTADA VARLIĞI OLAN MADDELERİN-VARLIKLARIN TA KENDİSİ İLE İŞ YAPIYORMUŞ GİBİ HİSSEDERSİNİZ. Yani ben sözleşme yapıyorken SOMUT VARLIĞIN TA KENDİSİ İLE YAPIYORUM BU İŞİ. BÖYLECE neden uygulama meşruiyetini nereden alıyor diye düşünmem artık çünkü ORTADA VAR OLAN ZATEN VARLIĞIN TA KENDİSİ OLMUŞTUR ÇOKTAN. İşte hak, doğruluk,kanıt vb kavramları bu bazda düşünmekte ve tekrar beyin dizaynını yapmakta yarar vardır. ) Bu durum bize anlatıyor ki BEYİN VARLIĞIN TA KENDİSİ GİBİDİR. Yani somutlar aleminin kural ve varlıkları ile iş yapan bir beyin var ortada. Eğer bir başka alem olsaydı, bu sefer oranın kuralları(tümelleri-bütünleri-önceden görmüşlükleri-önceden var etmişlikleri) ile iş yapacaktır akıl. Yani beyin önce tümeli-tamamı var etmiştir biliyordur ve daha sonrasında yeniden yürüyüş tekrar daha önce var ettiği TÜMELEDİR-BÜTÜNEDİR. Öyleyse BİR ŞEY NEDEN MEŞRUDUR. Çünkü tümelini var ettik önce, daha önce onu baştan sona var ettik. Öyleyse neden meşruiyeti tekrar arayayım ki VAR OLABİLMİŞSE VARDIR derim ve geçerim, öyle değil mi ama beynimde var ettiğim şey SOMUTTAKİ KURALLARIN TA KENDİSİ İLE SOMUTTAKİ VARLIĞIN TA KENDİSİ GİBİDİR. Der ki mantık, HER İNSAN AKILLIDIR, AHMET İNSANDIR, ÖYLEYSE AHMET AKILLIDIR. Şimdi burda biz ÖNCE BÜTÜNÜ ZATEN VAR ETMİŞİZ ÖNCE, VE AYNI ŞEYİ TEKRAR MI VAR EDİYORUZ YOKSA DAHA ÖNCE VAR OLMUŞ ŞEYİ Mİ SÖYLÜYORUZ, hangisi Sizce? SAYGI VE SEVGİLERİMLE.(Zaten, var olanı keşfediyoruz sadece-meşruiyeti ise zaten var olmasıdır. Kanıt kavramı üzerinde daha geniş düşünerek bu konuyu netleştirme imkanımız var gibi, ben zaten benim de isteğim olan ve Sizin tarafınızdan da bir istek olarak beyan edilen geniş zaman içinde beyan edeceğim sözünüzün varlığını kendim için de bir varlık kabul edip uzun zaman içinde düşünmekteyim. Bunun için teşekkürler, beyin bazen hızlanıyor çünkü bir imkan bulmuştur orda ve bazen ise VAR ETMEK İÇİN bir imkan bulamaz, bugün için tasvir edebilme yetim bu kadar. Ama şunu söyleyim, YETİ kavramını bile ileriki aşamalarda daha farklı bir boyut-tasvir olarak beyan edebileceğimizden de ŞAŞMAYALIM. Çünkü insan beyni çok şeyleri daha gerçekliği ile oluşturabilecek bir yapıdadır-özelliktedir-yetidedir-varlıktadır-haktadır vs. işte. BURASI AĞIRLIKTA DÜŞÜNCENİN BEYAN EDİLDİĞİ YER DEĞİL, DÜŞÜNMENİN BEYAN OLDUĞU YERDİR BENİM İÇİN, anlaşılana daha kolay anlaşılana ulaşmak adına. SAYGI VE SEVGİLERİMLE |
06-03-2007, 16:30 | #22 |
|
Sayın Çalıkuşu en baştan beri söylemeye çalıştıklarınızın ve tespitlerinizin hepsini anlamaya çalıştım ve anladığımı da zannediyorum. Sizin de beni anlamaya çalıştığınızı yazılarımın tamamını okuduktan sonra yorum yaptığınızı görüyorum. Hatta kendinize göre yazılarımda doğru olduğunu kabul ettiğiniz noktalarıda 'bu söylediğiniz doğru' şeklinde onayladığınızı görüyor ve anlaşıldığım için mutlu oluyorum. Söyledikleriniz bir tespittir. İnsanın ezberciliğe kaçmaması ne söylediğinin farkında olması söyledigi şeylerin tecellisinin beyninde oluşması gerektiği hususunda hemfikirim. Zaten yaratıcı düşünce de böyle oluşabilir. Öbür türlüsü bir papağanlıktır ki bu düşünebilme, bilgilerini işleyebilme kabiliyeti olan insanın kapasitesini atıl bırakması ve bir uyku halinde yaşayıp ölmesi anlamını taşır.
Düşüncemi tekrar etmek olacak ama yaratıcı düşünce boyutuna ulaşabilmek ve kendi tasfirlerimizi oluşturabilmek, bilerek konuşmak, papağanlık yapmamanın yolu insanın önceki birikime vakıf olması vakıf olduğu bu bilgiyi kendi zihninde işlemesi(Tecrübe, Zeka ve aklını vs.) kullanarak kendi anlayacağı kıvama getirmesi tasvirlerini oluşturması o bilgileri içselleştirmesi gerekir. Bunu da nasıl yapacağını size verdiğim bir cevabımda anlatmıştım. Sonra o kişi tüm bunları yapar. kendi tasfirlerini oluşturur. İlgilendiği bilim dalında mevcut birikimi aşar ve yeni bilgiler katar o bilim dalına bu bilgileri yeni kavramları doğurur. Bu kavramları bulur. Ortak birikimden elde ettiklerine kendi tasvirlerini de katarak bir eser meydana getirir. O eseri okuyanlar onun ulaştığı seviyeyi çabucak ulaşıp geçmek için onun kavramlarının ne anlama geldiğini öğrenirler ve ondan sonra geliştirebilirlerse kendi tasvirleriyle anlamlandırıp geliştirirler.... ilh... Yani ezbercileğin kötü bir şey olduğunu tespit edebiliriz. Kendi tasfirlerimizi oluşturmamız gerektiğini söyleriz. ama kapasiteli adam kendi tasfirlerini zaten oluşturur. İlk etapta ortak kavramları bilip bunları öğrenir ve ondan sonra kendi tasvirlerimizi oluştururuz. Ama kendi tasfirlerimiz oluşturana kadar, Hak hukukça korunan menfaattir. Tanımını bilmeli bunu anlamaya çalışmalı beynimizde anlayacağımız dile dönüştürmeli, sindirdikten sonra düzelteceğimiz bir yeri varsa düzeltmeli ya da geliştireceğimiz bir yeri varsa geliştirmeliyiz. Hayat uyutur bizi. isteyerek mi geldik istemeden mi geldik bilemiyorum. Bir bedenin içinde yaşıyoruz. fiziksel temaslarımızı sağlamak için sahip olduğumuz bu bedeni kaybedince fiziksel olarak dünyayla alış-verişimizi sağlayamıyoruz. Ölünce yok mu oluyoruz başka boyutta yaşama devam mı ediyoruz orasını bilemiyorum. Kant'ın dediği gibi metafizik konuları aydınlatacak doneler yok elimizde. Bu mesele inanç meselesi. Bizden öncekilerin seçimleriyle ve teknolojik olarak gelişme tercihleriyle yaşamak zorundayız. Kelebek etkisini izlemişsinizdir. Yaptıkları yapmak istedikleri bizim bugünkü sonucumuzu oluşturur. Biri babam evlenmeden onu öldürmüş olsaydı ben olmazdım. Aynı şey anneme olsaydı... Dedeme, anneanneme olsaydı... Babam buğüne kadar yaşamasaydı... Öksüz büyüseydim farklı olurdum. Cesur yüreği izlemişsinizdir, Mel Gibson'un filmdeki eşini öldürmeseler. Tarihteki en büyük komutanlardan biri olamayacaktı. Bazen doğum esnasında meydana gelen bir durum sizin daha az zeki olmanıza yol açabilir. Herşey bizim irademizde ve bizim elimizde gelişmiyor. Başka insanların iradeleri, Doğa vs... herşeyin bir katkısı var... Özetle,Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız tüm etkiler ve kendi zihnimiz elverirse tasvirlerimiz zaten oluşacaktır. Diyebilirsinizki ezberci eğitim veriliyor bu olmasın devlet ezberci eğitimi değiştirsin anlayarak eğitim alalım. Bu zaten seneleden beri tartışılıp duruyor. Hem bu ülke politikası. İnsan gücü yettiğive değiştirebileceği şeylerle uğraşmlı. Katılır mısınız bilemiyorum? Saygılarımla... |
06-03-2007, 16:41 | #23 |
|
Ama yanlış anlaşılmasın tartışmalarımız zihnin gelişmesi açısından önemli..
Saygılar. |
06-03-2007, 23:22 | #24 |
|
Teşekkürler, Syn SNOW
[quote] Hatta kendinize göre yazılarımda doğru olduğunu kabul ettiğiniz noktalarıda 'bu söylediğiniz doğru' şeklinde onayladığınızı görüyor ve anlaşıldığım için mutlu oluyorum. Söyledikleriniz bir tespittir. İnsanın ezberciliğe kaçmaması ne söylediğinin farkında olması söyledigi şeylerin tecellisinin beyninde oluşması gerektiği hususunda hemfikirim. İnsan gücü yettiğive değiştirebileceği şeylerle uğraşmlı. Katılır mısınız bilemiyorum? [/quote] Syn. Snow, yazınızda baştan sona, göz önünde imişçesine bir tasviriniz beyan olmuş, bu yönüyle teşekkür ederim ki yazdıklarımız asıl öğreticiliğini bu sayede(sebeple) kazanmaktadır. Doğrusunu isterseniz, anlaşılmak benim de ta baştan beri en çok istediğim ve değerli meslektaşlarıma kendimi anlatamamazlıktan sürekli yakındığım bir durumlardı. Ki zaten(kendisi olarak) sözlerimizi beyanın amacı karşı tarafça anlaşılmak değil midir? Ben beynimde kendimi anlaşılır bir insan olarak addetsem ve fakat anlaşılmasam, aklımdaki var edilen varlığa(değere) aykırı bir oluşum(somut oluşum) doğmuştur artık ki bu insanı berbat eden bir durum. Yani isteğim(aklımda var ettiğim) dış alemde oluşmamaktadır böylece. İnsan BENZETME GİBİ BİR KAVRAMDAN yararlanmalı ki gördüğüm kadarıyla bunu gayet kamil bir şekilde icra etmişsiniz, bu yönüyle teşekkür ederim. Ayrıca geleyim, yukarıya da almış olduğum en alt kesimdeki cümlenize, ben, zaten(kendiyle) görmektesiniz ki kendi gücümün yetmiş olduklarıyla meşgaleyim. Ki en azından akıl alanıma HAKİMİYETİMİ ne şekilde(sebeple) icra edeceğimi aramaktayım. Yani gücümün yetmediği dış dünyaya el uzatmaktansa en azından akıl alanım bana ait bari onu olması gereken yerine(kavramına-formeline) oturtayım diyorum. Yani size salt düşünce ile değil fiilen de katılmış bulunmaktayım, Saygıdeğer Üstadım. İlave olarak şunu belirteyim, eğer Sizi okumuyor ve anlamaya çalışmıyor olsam aklımdaki bir tek sorunun bile cevabı(vesilesi) olacak materyali başka nerede bulacağım ki. Akıl kendisi yeniden icra etmeli kendinde ki bunun için bir vesileye gerek duyar. Burada bir sorunu çözebilmem için vesile olarak görünen şey yani temas etmem gereken şey SİZİN ANLAMLARINIZA temastır ki onun adı da ANLAMAKTIR. İşte anladıktan sonra görürsün ki bu benim aradığım sonuç için EN YETİLİ kavramdır veya değildir. Bazen öyle anlar olur ki SADECE BİR TEK KELİMEYE BEYNİN TEMAS ETTİĞİ ANDA, yani kulağın veya gözün o sözcüğü veya varlığı veya durumu DUYUMLADIĞI anda ŞIP DİYE BEYNİNDEKİ BİR ÇOK SORUNUN ÇÖZÜMCÜSÜ oluverir. Şu an elimde okuduğum, felsefeye girişle ilgili kitapta SOMUTUN SEYİRCİSİ OLMAK diye bir kavram, bazı şeyleri daha net görmeme sebebiyet verecek kadar büyük bir YETİDE OLABİLMEKTEDİR. Yani birine öyle bir sözcük derpiş edersiniz ki bazen, karşınızdaki kişinin BEYNİ AYDINLANIVERİR. Bir SERAP SÖZCÜĞÜ İLE BİR SOMUTUN SEYİRCİSİ OLMAK sözcüklerini yanyana koyunuz bakın neler ifade ediyor insana ve oysa bunlar bizim sözcüklerimizdir. GÖRÜŞ KONUSU: GÖRELİK KONUSU-YANİ BANA GÖRELİK zor zahmet anladık, forum kavramı da görecelilikten gelir ve siyaset kavramı ile eşdeğerdedir. İdeoloji kavramı ile eşdeğerdedir. Demek ki akıl bir yerlere varabiliyor. Şu ana kadar yazdığım YAPISALLIK İLE İLGİLİ TÜM YAZILARIN TAM AKSİ BİR SONUÇ İMİŞ ASLINDA OLAN. Biraz zorlukla oldu ama oldu. Şimdi başka bir sorun olarak, yalnızca Sizin algılamanızı benim için bir ölçü-kriter olmak adına, yani kendi fikrimin doğruluğunu Sizin fikrinizle(doğrunuzla-varlığınızla) ölçmek adına SABİT kavramını ve TESBİT kavramlarını, sadece beyninizde var olan haliyle TANIMLARSANIZ SEVİNİRİM. Ben bu kavramı aklımda şöyle bir varlığına kazandırdım ama sadece basit bir tanım olarak görünüz lütfen; SABİT: Herkesin bildiği, herkesin aynı fikirde olduğu şeydir. Yani genel için TEK VARLIĞI-TİPİ OLAN ŞEYDİR. Daha açığı EVRENSEL GÖRELİK SAHİBİ OLAN ŞEYDİR. Yani Ahmet" e Mehmet" e görelik değil de TÜMELE GÖRE TEKLİK KAZANMIŞ OLAN ŞEY-zaman ve mekana göre değişmez yapıda. Biz biliyoruz ki KAVRAMLAR ÖZEL GÖRELİ DEĞİLDİR aksine ZAMAN VE MEKAN OLARAK GENELE GÖRELİDİR. Şimdi biz genel olarak bu kavrama DURAĞANLIK deriz, evet bağlantı kurarsak durağanlık-değişmezlik anlamında olabilmektedir ki TÜM İNSANLARIN BEYNİNDE TEK-AYNI VARLIĞA TAHVİL OLAN ŞEYDİR. Ortadaki TEK BİR VARLIĞA tüm insanların bakması gibi bir şey bu ki bu ortak akılda kendisi olarak hangi tek olan kavrama tekabül eder diye sorulsa aynı-tek şey elde ediliyorsa sabitlik vardır. Öyleyse sabitlik, genel için geçerli olacak sonuca ulaşılmış mıdır ulaşılmamış mıdır veya genelin vardığı sonuç mudur yoksa özelin vardığı bir sonuç mu vardır ortada denir. Örneğin hayatta, DÜNYA tektir diyelim somut varlık olarak. Yani onların şekil ve şemali akıldan akıla değişmezdir. Şimdi buradan çıkışla, BİR TEKLİĞE VARAMAMIŞ-İKİNCİ BİR VARLIK DA OLABİLECEK şey için SABİTTİR diyebilir miyiz? Elbette ki hayır, ÖYLEYSE sabitlik kavramı ŞÜPHESİZLİK kavramı ile bir ve aynı kavramdır diyebilir miyiz? Yani bir konunun kavramsal karşılığı olarak her beyinde aynı şeyi göreceğiz, tek tek beyinlere baksak ve eğer beyinlerden birinde görünümü farklı ise şüphesizlik yoktur çünkü ikinci bir ihtimal olarak orada görünmüştür. Hakimin verdiği karar-kavram-hüküm, genelin hükmü olduğuna göre ortada olan şey herkes için aynı olan şey olmak zorundadır. Eğer tek bir sonuç varsa ortada yani ikinci ihtimalli olan yoksa, KARAR denir buna. Onu da KESİNLİK kavramı ile elbette ki tanılayabiliriz. Fakat kesinlik kavramı diğer yandan şarta bağlı olmayan anlamı da taşıyabilmektedir, yani EVRENSELE bağlılık KESİNLİK ANLAMINI ifade ediyor veya KESİNLİK: Kendisi ile sabitlik anlamını taşıyor. Veya bağımsız-şartsız varlığı olan. Şimdi buradan KENDİSİ İLE SABİT OLMAYAN: Şeklidir mi diyoruz bizler? Eğer öyleyse ŞEKLİLİK, görelilik midir? Diğer yandan ise MUTLAKLIK kavramını da KESİNLİK ile aynı anlamda kullanabiliyoruz. Peki biz ŞARTA BAĞLILIK(yani mutlaklıkın tersi) kavramını NİSBİLİK anlamında kullanıyor muyuz? Şimdi biz GÖRELİ(Nisbi) kavramı ile MUTLAK kavramını birbirine dolaştırmış gibiyiz bence. Biz şarta bağlılık ile nisbilik kavramını karıştırmış olanları da kitaplarda okumaktayız gibi. Şarta bağlı olarak GENEL GEÇERLİ olabileceği gibi, şarta bağlı olmaksızın da genel geçerli(genel görelikli) olabilir. "İş bana kalırsa, durum böyledir" demek de göreceliliktir, nisbiliktir. SONUÇ OLARAK; FORMELLİK, GÖRECELİLİKTİR. Dolayısıyla ŞEKLİLİK, GÖRECELİLİK DEMEKTİR. SİYASETTE YİNE GÖRECELİLİK DEMEK İKEN, HUKUK VE HAK EVRENSELLİK YANİ HERKESE GÖRELİK DEMEKTİR. AYNI ŞEKİLDE İDEALLİK DE GÖRECELİLİK DEMEKTİR. FORUM KAVRAMI DA GÖRECELİLİKTEN GELİR. BİÇİMSELLİK YİNE GÖRECELİLİK DEMEKTİR. Zaman göreli ise, amacımız onu mutlaklaştırmaktır. Evrensel kümenin alt kümesi olan ile evrensel kümenin alt kümesi olmaksızın var olan değerler/varlıklar farklıdır. Yazı neden yazarız, zamana göre değişiklik oluşmasın diye ki mühürler bile değişmezlik içermesi için metala kazınır veya değişmez bir şeye. Evrenin tekil varlığı ile alt kümenin tekil varlığı farklıdır, biri evren için geçerli iken diğeri ise alt kümenin varlığı şartıyla geçerlidir. Peki buna göre şeklilik, görecelilik midir? O halde kendisi ile var olan kesindir, kendisi ile var olmayan ise görelidir, öyleyse dolaylı olarak ifade edilen şeklidir ki doğrudan kendisinden görülmeyip bir başka yerin(özel bir yere göreli) gözünden görmekteyizdir. Ahmete göre hak olarak algılanır, ama genele göre hak olarak algılanmaz. Buradan siyaset kavramını ben görelilik olarak beyan etmiştim, somut alemde bir konuşmada, hak kavramı ise evrensellik içerir demiştim. Ahmete göre haktır ama bana göre hak değildir diyorsak siyasidir bu denir. Ben desem ki x tümelin bir uzvudur-işidir-tanımıdır-kavramıdır-değişmezidir, fakat y ise özelin bir uzvudur-işidir-tanımıdır, işte burada görelilik ile evrensellik açıklanmaktadır. Genelin tanıdığı, özelin tanıdığı. Ben bir varlık olarak asla bu varlığı kabul etmem diyen genel mi özel mi? Özelin varlığı, genelin varlığı elbette farklı şeylerdir. Sabit herkes için var kabul edilen, zaman ve mekan olarak değişmeyip varlığı evrence doğrudan tanınandır. Yapısallık-görelilik-formellik-nisbilik aynı tarafa oturuyor o zaman. Tesbit(kendi asıl tekliğine ulaşmak). Ortada kainatta dünyanın tekliği gibi, kavramların da tekliği mevcuttur. Kararlılık, teklik anlamındadır. Bir değişmeze varılamamıştır demek, ortak değişmeze varılamamıştır demektir. Tüm zaman ve mekandaki şahıslar için geçerli olan bir değişmeze varılamamıştır deniyorsa, özele göreli bir sonuç olsa bile genele göreli bir sonuca varılamamıştır. Zaman ve mekan için tek olacak bir sonuca ulaşılamamıştır. KARAR: SABİT, ŞÜPHE: DEĞİŞKEN. Bir karara ulaşamadım bir kavrama ulaşamadım demektir ki kavramlar değişmezdir öyleyse kararlar da değişmezdir. SAYGILARIMLA....kendi kendime yazışmamdı denebilir. |
10-03-2007, 03:04 | #25 |
|
dil ve hipnoz arası ilişki ne garip değil mi?
İşte, o ölçek:
Standford Hipnoza Duyarlılık Ölçeği: 1.) Kolların düşmesi: Katılımcıya açık kollarının giderek ağırlaştığı söyleniyor ve kollar yavaşça düşmeye başlıyor. 2.) Ellerin birbirinden ayrılması: Katılımcıların kolları önlerinde açık ve elleri birbirini tutuyorken eller ayrılmaya başlıyor. 3.) Tat halüsinasyonu: Katılımcı ağzında önce tatlı daha sonraysa ekşi bir tat hissediyor. 4.) Kaskatı kasılmış kollar: Kollarından birinin giderek daha da katılaştığı katılımcı onu kımıldatamaz hale geliyor. 5.) Rüya: Hipnotize edilen katılımcıya hipnoz deneyimi hakkında bir rüya görüp daha sonra bu rüyayı anlatacağı söyleniyor. 6.) Geçmişe dönme: Katılımcıya hangi yaşı söyleniyorsa o yaştaki konuşma ve hareketlerine dönüyor. El yazısı bile değişiyor. 7.) Kolların hareketsizleşmesi: Katılımcıya kollarını kaldıramayacağı söylendiğinde bunu gerçekten de yapamıyor. 8.) Anosmia (koku hissinin kaybı): Katılımcıya gündelik kokuları alamayacağı söylendiğinde gerçekten de koku alabilme yetisini kaybediyor. 9.) Halüsine ses: Katılımcı soruları halüsine bir sesle yanıtlıyor. 10.) Negatif görsel halüsinasyon: Katılımcı yalnızca iki tane olduğu söylenen 3 adet renkli kutuyu iki tane gördüğünü söylüyor. 11.) Hipnoz sonrası amnezi: Önceden ayarlanan bir sinyal verilmediği sürece katılımcı hipnoz esnasında verilen bilgileri hatırlamıyor. (Bentley, 2000) ALINTIDIR |
10-03-2007, 03:08 | #26 |
|
bir önceki ile birleştirilebilir, saygıyla.
Araştırmalar öyle gösteriyor ki, doğuştan görme duyusu olmayan birinin rüyalarında görsel figürler yer almıyor. Bu kişilerin rüyaları görsel nesneler yerine yürüme duyusu, ya da mutlu olma hissi gibi günlük hayatta deneyimledikleri duygu ve duyulardan oluşuyor. Uzmanlar rüyalarda görsel figürler görebilmek için öncelikle bu deneyimi yaşamış olmak gerektiğini vurguluyor.
|
15-03-2007, 01:39 | #27 |
|
Beyin benzer olanlardan tek bir varlık elde ediyor ve o benzerlerin hepsine birden artık bu tek varlık olarak bakıyor. Ayşe, Ahmet, Mehmet, Zeynep demiyor artık onlara, çünkü onlar artık sadece İNSAN olarak anılıyor ki insan kavramının doğuşu için bunlardan birinin bile varlığı yeterli. Yani ben Ayşe" ye sadece insan desem, ve sonra artık insan yerine Ayşe" yi koysam ve daha sonra Ahmet" i görsem ve işte O" na Ahmet değil, Ayşe demekteyim. Yani işte bu Ayşedir diye hitabederim tüm insanlara.
|
23-04-2014, 23:29 | #28 | |||||||||||||||||||||||
|
Biraz da ben felsefe yapayım: Yani ben Karınca'ya sadece hayvan desem, ve sonra artık hayvan yerine Karınca'yı koysam ve daha sonra Yılan'ı görsem ve işte O'na Yılan değil, Karınca demekteyim. Yani işte bu Karıncadır diye hitap ederim tüm hayvanlara. Not: felsefe yapmak zor işmiş. Yazdıklarımdan, daha doğrusu yaptığım felsefeden pek bir anlam çıkaramadım. En iyisi felsefe yapmak uğraşısına kalkışmamak. Saygılarımla |
12-03-2015, 22:42 | #29 | |||||||||||||||||||||||
|
Felsefenin temel kavramlarından Tikel ve Tümelin açıklaması yapılmış ve nesneler ile nesnelerin adları arasında rasyonel bir ilişki olmadığı, nesnelerin adlarının uzlaşma yoluyla oluşturulduğu anlatılmak istenmiş. Çaba taktire değer ama felsefi bir içerikten ziyade tanım söz konusu. Saygılar... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
evlatlık ilişkisinin kaldırılması hususunda bilgisi olan arkadaş varmı | Av.Gamze Korkmaz | Meslektaşların Soruları | 7 | 10-04-2013 11:20 |
evlatlık ilişkisinin kaldırılması | Av.Ebru Caner | Meslektaşların Soruları | 7 | 14-02-2009 11:00 |
Düşünce Özgürlüğü Nedir? Düşünce Özgürlüğünün Tanımı | yargıç isa | Hukuk Sohbetleri | 36 | 10-02-2009 15:36 |
[TÜRKİYE 301. MADDEYİ TARTIŞIYOR] Düşünce suçu ahlaka aykırıdır | Hasan Bahadır Büyükavcı | Hukuk Haberleri | 3 | 11-03-2007 23:41 |
Gerçeklik Terapisi | Av. Şehper Ferda DEMİREL | Site Lokali | 0 | 03-09-2006 01:03 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |