12-03-2002, 23:58 | #1 |
|
Tekne Üzerine Her Ne Varsa Paylaşalım
Sayın Katılımcılar,
İzmir' deyim. Düşlerin sınırındayım. Yıllar yılı teknemle dolaşmanın düşünü kurdum. Artık düşlerimi gerçekleştirmek istiyorum. Sizin de tekne düşünüz veya gerçeğiniz varsa paylaşmaya hazırım. Denizcilik hakkında soracağınız soruları zevkle yanıtlayacağımdan, anlatacaklarınızı zevkle dinleyeceğimden emin olabilirsiniz. Denizler bizi bekliyor. Ben sizi bekliyorum. Rasgele. |
15-03-2002, 00:03 | #2 |
|
şişme bot
sayın armağan,
en aşağı on yıl önce idi. bir bozkır çocuğu olmama rağmen denizle yahut kısaca "su" ile hiç değilse yaz aylarında temasını hiç kaybetmemeye çalışan ben, o yaz, içmeler/marmaris'e gidip o emsalsiz koyda yüzüp denizin tuzunu ve serinliğini hissetmek arzusunda idim. tabii bu rutin bir istekti ve her yaz başında -ne hikmetse- olduğu gibi yine yavaş yavaş benim aklımı işgal etmeye başlamıştı. yine o tarihlerde, bulunduğum erzurum havalisine kuzey komşumuzdan birtakım insanlar eski-püskü otobüslerle geliyor, ellerinde bulunan birtakım yaşam malzemelerini açtıkları işporta tezgahlarında yok pahasına satıyorlardı. devir, perestroyka ya da glasnost devriydi ya da hemen ondan sonrası... öyle ki bazen kocaman bir sahra dürbünü, bir başka zaman minicik ama çok kullanışlı bir kampet yahut port-ocak, çat-pat türkçe konuşmaya çalışan bu insanlardan birkaç kuruş karşılığında yurdumun güzel ama fırsatçı insanlarına doğru el değiştiriyor, bizim gibi "ağır takılan" kamu görevlileri de "ya olur mu, bu kadar da adam kazıklanır mı?" falan deyip bu işten uzak durmakla birlikte "hay allah, ben de acaba bir iki şey alsam mı?" ikilemini yaşıyorduk. bir gün görev dönüşü, bozuk asfalt üzerinde "hacı"nın "cadillac"ı ile geldiğimiz yere dönerken öndeki eski püskü otobüsün silme malzeme -yukarda sözünü ettiklerimden- dolu arka bölümünün kapısında, dikine durmuş şişme bir botun farkına vardım. kürekleri botun içine, koyu yeşile boyanmış ağaç sapları birbirine çapraz gelecek şekilde koymuşlardı. işte o anda, bir süredir aklımı işgal etmeye başlayan denize kavuşmak arzusunu daha kuvvetli bir duygu bastırdı. sadece yüzmenin yahut denize girip çıkmanın bana artık eski, sevdiğim ama sık sık gördüğüm yüzü aşina bir dostla muhabbet etmekten farklı olmadığını düşünmeye başladım ve işte o andan itibaren itiraf etmeli, narkotik bir istekle artık deniz üzerinde ayağımı basabileceğim ve daha uzaklara, korkutucu maviliklere doğru seyredebileceğim bir kayık, bir tekne ama şimdilik hiç değilse bir şişme bota sahip olma arzusuyla yanıp tutuşmaya başladım. izne ayrılmama az bir zaman kalmıştı ve ilk iş o botun peşine düşmeliydim. dedilerki, bu tür malzemeleri trabzon'da kurulan "rus pazarı"nda pazarlıyorlarmış. iznin ilk günü, çoluk çocuk hep birlikte bizim kış aylarında doğru dürüst çalıştıramadığımız, yaz aylarında da hep hararet yapan kamyon sesli opel'e atladık, artvin üzerinden bir doğu karadeniz turu atıp doğru trabzon'a, orada hiç eyleşmeden liman yakınlarındaki "rus pazarı"na yollandık. pazara girer girmez evet, işte tam da o gördüğüm bot gibi bir sürü irili-ufaklı şişme bot, üzerinde kril alfabesi ile kabaca yazılmış birtakım yazılarla tezgahların yanında, dikine durmuş, beni bekliyorlardı. satıcılar ne yazıkki, yurdumun insanlarıydılar ve ben, geçmiş zaman, oldukça hatırı sayılır bir fiyata iki kürekli, mavi lastikten mamul bir şişme botu, turuncu renkli lastikten çantası ve yanında siyah renkli lastik pompası ve tamir takımı ile birlikte "trabizonlu" satıcıdan alıp benim kamyonun kocaman arka bağajına koymuştum bile. hava çok sıcak ve nemliydi, benim migrenim tutmuş, başımı ağrıdan kaldıramıyor, görüşüm ve midem bulanıyordu ama ne gam!!.. botu şişirip denizin üzerine koyup iki kürek asıldımmı, arkamda bıraktığım küçük iz ile birlikte ne baş ağrısı kalacaktı ne mide bulantısı... sonra mı, onu da bir başka akşam paylaşırım sizinle... sevgi ve saygıyla... |
30-03-2002, 03:30 | #3 |
|
otuziki kısım tekmili birden!...
doğru, tam da düşündüğüm gibi oldu... gerçi botu suyun üstüne koyana kadar vukubulan gelişmeler biraz cesaret kırıcıydı doğrusu ama olsun! bir kere botu, evden denize kadar olan yaklaşık 1000 metrelik yolda çantası içerisinde sırtlayıp taşımak gerekiyordu, hava inadına sıcaktı ve çantanın lastiği ile tenim arasında kalan tişortüm yolun çeyreğinde sırılsıklam oluverdi. çantanın bezden mamul askıları da omzumu epeyce acıtıyordu doğrusu.. neyse, sonunda sahile kan ter içerisinde de olsa vardık... ama daha çile bitmiş sayılmazdı... şimdi de o mevsimde oldukça kalabalık olan plajda hem kendim, hem bizimkiler ve hem de kocaman çantası içerisindeki bot için yer açmak gerekliydi. o tarihlerde sahilllerimizi yurtdışından düzenlenen ucuz turlar nedeniyle elin almanının muslukçusu, ingilizinin kanalizasyon temizleyicisi ve onların gürültücü aileleri istila etmişti. (yoksa şimdi de öyle mi?!) ama anlayışlı insanlardı doğrusu, en azından botun çantasının altında kalmak istemediler, hem bu kocaman ve beş-on kilometre öteden bile seçilebilen turuncu renkli (uçaklardaki kara kutuları da bu renge boyarlarmış, uzaktan seçilsin diye!) çantanın içerisinden ne çıkacağını biraz uzaktan seyretmenin daha doğru ve zararsız olacağını düşündüler ki, sahilde bana uygun bir yer açtılar. ben bir konser viyolonisti edasıyla çantayı zemine koydum, ipini çözüp ağzını gevşettim, çantadan ilk önce botun simsiyah kauçuktan pompası çıktı. etraftaki insanlardan bazıları gülümsemeye mi başladılar ne? neyse, aldırmadım, çantadan kürekleri çıkarıp yanıma koydum ve çantanın içinde sekize katlanmış olan botu da çıkardım, katlarını açtım, trabzon'da satıcı öğretmişti nasıl şişireceğimi, pompanın hortumunu botun üzerindeki siboplardan birine takıp başladım ayağımla pompanın üzerine basıp basıp çekmeye... bu pompayı biraz tarif etmek gerek yoksa birazdan olacakları imkanı yok algılayamazsınız. pompa şöyle bir şey, bir kere siyah renkli, söylemiştim, altın sarısı kumlar üzerinde pek bir kontrast duruyor doğrusu, tıpkı ters çevrilmiş bir tencere biçiminde, üstüne basıyorsun, hortumundan yaklaşık 0.5 atm basınçla püsküren hava bota doğru yollanıyor, tabii botun bütünüyle şişirilmesi için en az 300 kez ayağınızla basıp, sonra çekip, pompanın dışardan emdiği havayla dolmasını bir an bekleyip tekrar basmanız gerekiyor. tabii yorulup öbür ayağınızla devam etmeniz lazım ama en kötüsü, pompanın üzerine bastığınız anda o tuhaf, insanı kendinden şüphe ettiren, yahut da insiyaki olarak yanındakine baktıran bir ses çıkıyor: "zaaart, zaaartt, zart!" ilk "zaarrt" sesinden sonra manzarayı seyreyleyip gülümseyen turist takımı bu sefer gülüşmeye, hatta sinirleri bozulan bir kısmı ise gülmekten yerlere yatıp tepinmeye başladılar, çok az abartıyorum. ben ayağımın ortası ile mi, yoksa topuğu ile mi basarsam bu sesten kurtulurum diye çeşitli deneyler yaparken bunları görmek doğrusu moral bozucu idi ama azmetmiştim, botu denize indirecektim, pek aldırmadım. neyse sonunda bot şişip kendi biçimini aldıkça ses de biraz azaldı galiba, bu bozulan moralimi biraz olsun düzeltti ve daha bir şevk ve hırsla pompayı tekmelemeye devam ettim ve sonunda... botu içmeler'in havuz salınımındaki narin denizi üzerine koydum, şöyle elimle bir ittim, en az birkaç kulaç uzağa sürükleniverdi. nasıl da sessizce yol alıyordu, o kadar sevimli görünüyordu ki... seyre dalmışım. bu arada biraz önce gülüşenlere de şöyle zalimce bir bakış fırlatmanın tam sırasıydı. ama sonra bota yetişip, yarı belime kadar suya batmışken üzerine çıkmak epey zor olduysa da neticede başardım, biraz acemice de olsa kürekleri lastik ıskarmozlara taktım ve aynı anda ikisine birden asıldım, ne de olsa kürek çekmeyi gençlik parkı'nda hayta günlerimizde iyi öğrenmiştim, unutmamışım.. işte, bot hem de üzerinde ben varken denizin üzerinde arkada küçük bir iz bırakarak süzülmeye başlamıştı bile. tabii bu küçük izi takip edeyim, başımın ağrısı dinecek derken, plajda bir iki şahsın kafasına kürek vurup özür dilemek zorunda kaldım, hatta bir ikisi de botun altına girip çıktılar, ama sonunda azmin elinden hiçbirşey kurtulmuyor, sığ suları aşıp önce koyu yeşil ve sonra da derin maviliklere varmıştım bile... kürekleri bıraktım, botun arka tarafındaki şişme yolcu minderinin üzerine oturup ayaklarımı tıpkı bodur bir iskeleden ayaklarını suya sallandıran çocuklar gibi maviliğe bıraktım... ufff, işte huzur!... ama aynı zamanda galiba yalnızlık hissi, biraz da bilinmeyenden ürkmek... denizcilerin sefere çıkarken karaya niye öylesine dalgın dalgın baktıklarını şimdi anlıyordum... karışık... deniz ne kadar da berrak ve ılıktı, adeta bir akvaryumu seyreder gibi öylece bir süre alttan zaman zaman sürüyle geçen irili-ufaklı balıkları seyre koyuldum. ama tam da şimdi bir sigara iyi giderdi doğrusu; o tarihlerde maltepe sigarası ile zehirlenmeyi seçmiştim, ne olur ne olmaz, ıslanır diye de çakmağı sigara paketinin arasına koymuştum (hayret, henüz farkettim, şimdilerde bir alışkanlık haline gelen bu hareket demek o zamandan kalmaymış), evet işte botun üzerinde sigaradan ilk nefes, tam da fotoğraflık bir keyif, kendimi boğaz vapurunun güvertesinde denizi seyredip sigarasıyla yarenlik edenler gibi hissediyordum... bu keyif epeyce sürdü... ne iyi etmiştim bu botu almakla, kendimi kutlayıp sahilde bıraktığım eşimle kızıma el sallıyordum. bu sefer de denizcilerin niye sahilde bıraktıklarına gülümseyerek el salladıklarının ayırdına vardım. tam kendimi bu hoşluğa kaptırmışken, birdenbire, botun altından nefes almak için deniz yüzeyine çıkan bir balina peydah oldu adeta... ne oluyor demeye kalmadı, ikinci bir darbe, bot adeta ikiye katlandı, baş tarafı iyice havaya doğru meyletti, kıç tarafı ise benimle birlikte denize batıp çıktı... ben etrafta balina ararken, onun yerine kuğu zerafetinde ama yarımyol giden bir yatın benden biraz uzakta açığa doğru yol aldığını gördüm... benim balina darbesi sandığım şey meğerse bu yatın akıntısından başka birşey değilmiş... böylelikle ilk dersimizi almış olduk, hem de ilk hayal kırıklığı yaşandı tabii... bana kalsa, o botla rodos'a falan giderdim, hem hep öyle hikayeler duymamış mıydık, hani iki kürekli küçük bir sandalla dünya denizlerini dolaşanlar filan!... nerdee, demek bizim trabzon pazarında gözümüze kocaman görünen ve biraz önce bir türlü şişmek bilmeyen bot pek de öyle büyük ve dalgaya dayanıklı değilmiş... ama olsun, karşıdaki eşek (yoksa keçi miydi?) adasına da mı gidemezdim yani?!..
adaya yolculuğu da bir başka akşam anlatırız artık... saygı ve sevgiyle... |
13-04-2002, 22:53 | #4 |
|
artık düşüm kalmadı
Sayın Üyeler,
Düşlerim suya düştü. Gerçekten mutlu oldum. Teknemi aldım. Başım göğe, ayağım suya erdi. Buradan benim gibi ilk kez tekne alacaklara deneyimlerimi günlük defteri kalıbında aktarmak istiyorum. Böylelikle - amatör denizciliğin sorunları belirgenleşecek. - tekne almak isteyenler teşvik edilecek (iyi anılar) - tekne almaya niyeti olmayanlar teselli edilecek (kötü anılar) diye umuyorum. Önce bugün yaptığım anlaşmanın tarihsel gelişimine bir göz atalım. Yarın günlük tutmaya başlayacağım: GİRİŞ NEDEN BİR TEKNE ALMAK İSTEDİM : Doğrusu bilmiyorum. Ama psikiyatristim dedi ki; - Sen karadaki sorunlardan kaçmak için teknenle denize açılmak istiyorsun. Denizin sorunlarının sana karadaki sorunları unutturacağını bekliyorsun. Psikiyatristimin işi, benim kendim hakkımda bilmediklerimi bilmek olduğuna göre, ben de neden tekne almak istediğimi bilmediğime göre, şimdilik bu yanıtla idare edeceğiz. Sizin için verilecek yanıt şu olabilir: Dünyaya bakışınızı değiştirmek, zenginleştirmek için. Ben ruh biliminden anlamadığım için daha hoşgörülüyüm. NASIL BİR TEKNE ALMAK İSTEDİM : ''Nasıl olursa olsun'' du her zaman. Umutsuz anlarımda bir banyo küvetine bile razıydım. Ama gönlümde yatan bir yelkenliydi. Yelkenli doğa ile uyum içindedir. Motorbotlar denize rağmen giderler. Yelkenliler ise denizle uyum içinde giderler. KAÇ PARALIK BİR TEKNE ALMAK İSTEDİM : İşte zurnanın zırt dediği delik burası. Cep delik, cepken delik... Aile ekonomisinde 'kara delik'... Bunu hesaplamak delilik..... TEKNE ALINDI MI, YOKSA VERİLDİ Mİ : Ben tekne almadım aslında. teknenin sahibi olan arkadaşım çok küçük ödemelerle ve uzun bir ödeme planı ile teknesini bana verdi. Yoksa hala tekne alamazdım. S O N U Ç : Hiçbir tercihim olmadığı halde uygun bir tekne bulmak için yıllarca bekledim. Balıkçılık, gezi, spor gibi bir amacınız varsa uygun tekne için uzun süre beklemeyi göze almalısınız. Acele etmeyin. Özellikle, dar bir bütçe ile başlamamanızı öneriyorum. Tekne zevk için bir araç olmalı. Sıkıntı yaratan bir amaç olmamalı. GÜNLÜK 14.2.2002 (BİRİNCİ GÜN) Bugün sabah uyandığımda teknem vardı. Dün sabah yoktu. İki sabah arasında bu kadar fark olduğuna şaşırdım. :-)) Dün sabah teknem yok diye hayıflanıyordum. Ama ne kadar rahatmışım. Bu sabah teknem var diye çocuklar gibi sevinçliyim. Ama yapılacakları düşündükçe, sevincim yerini derin düşüncelere bırakıyor: 1- Amatör Yat Kaptanlığı belgesi almam gerek. (İzmirde her ayın ilk çarşambası sınav yapılıyor, diğer illeri bilmem) a- İlk çarşambaya kaç gün var? İstenilen belgeleri yetiştirebilir miyim? b- İstenilen belgelerin listesi beş yıldır elimde, ama acaba değişti mi? c- Bu belgeyi almak için kaç lira harç, resim, vergi, bağış, masraf gerekecek? (tahminim: 130 milyon lira) 2- Teknenin kaydını yaptırmam gerek Motor gücü 10 beygirden az. (9.9 HP) Vergiye tabi değil. Ama yine de masraf olarak bir miktar gerekecek (tahminim: 70 milyon lira) 3- Hafta sonunda suya indirmek için masraf gerekecek (tahminim: BİLMİYORUM psikiyatristime sormalıyım.) 4- Teknede bulunması gerekenlerin listesi 10 yıldır elimde. Ama acaba değişti mi? Yeni liste bulmalıyım. Teknede bulunması gereken, can yeleği, pusula, can simidi, el feneri, bayrak, düdük, harita, denizde çatma tüzüğü kitabı, yangın söndürücüsü vs alınması gerek. (tahminim: 800 milyon lira) 5- Teknenin demiri, ipi, usturmaçaları yok. Sadece 4 adet usturmaçanın fiyatı 100 milyon lira. (tahminim: 300 milyon lira) [usturmaça: teknenin kenarlarından denize sallanan, kıyıya ve diğer teknelere çarpmaları önleyen plastik yastıklar] 6- Özel giysi. Teknede kullanılacak altı lastik ayakkabılar, su geçirmez rüzgarlık ceket ve pantolonlar (en az üç takım) (tahminim: evdeki eskilerden idare edeceğiz) 7- Diğer gerekenler: Buzluk, Balık tutmak için rapala vs. Bu konuda acelemiz olmadığından tahmin yürütmüyorum. 8- Aydınlatma ışıkları ve buzluk için 60 amper akü gerekiyor. 60 amper olsun ki gerekirse arabada da kullanılsın. (Tahminim: 60 milyon lira) 9- Bağlama yeri ayarlamalıyım. Marinalar çok pahalı. Bazıları dolar la. Üstelik garanti vermiyorlar. Bir balıkçı barınağı bulmalıyım. Ama çoğunda yer yok. (Yer varsa: ayda 20 milyon lira) Dün sabah ile bu sabahın farkını rakamlarla anlatabildim sanırım. Ayrıca bütün bu işlerin yapılması, satınalma ve montaj işleri için zaman ayırmak gerek. (tahminim: psikiyatristimle randevumu iptal edeceğim) Baktım ki sevincim yıpranıyor, bugün sevinmekten başka hiçbir şey yapmamaya karar verdim. Bu sevincimi sizlerle paylaştım. Dünden bu yana düşlerimin gerçekleşmesi nedeni ile beni kutlayan tüm dostlarıma teşekkür ederim. Yarın zor bir gün olacak. Erken uyumalıyım. Yarına kadar hoşçakalın. 15.4.2002 (ikinci gün) çok yorgunum. sonra anlatırım.... 16.4.2002 (üçüncü gün) Bugün çok mutluyum. Adeta yeniden doğdum. TEKNEYİ SATTIM. Oooleeeeeyyyy !!!!! Zaman içinde amatör denizciliğin sorunlarını işlemeye devam edeceğim. |
14-04-2002, 08:34 | #5 |
|
hayırlı Olsun
Sayın Dost' um,
Tekneniz hayırlı olsun. Sitemize büyük bir balık bekliyoruz. haberiniz olsun! Saygı ve sevgilerimle.. |
14-04-2002, 10:48 | #6 |
|
Vira vira ...
Sayın Armağan,
Çok sevindim. Unutmayın "sağ, sancak; sol, iskele" Haydi ! Maviye ... Yelkenler fora Saygı ve sevgilerimle Av. H. Metin |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Kadinlar Neye Hasret......bİlgİsİ Olan Varsa, LÜtfen... | calikusu_kamuran | Site Lokali | 16 | 20-01-2010 22:17 |
işe iade de yoruma ve varsa karara ihtiyacım var | ali ekmekçi | Meslektaşların Soruları | 1 | 26-09-2007 15:06 |
Arşivinde olan varsa benimle paylaşır mı acaba? | Heybe Hukuk | Sinema ve Televizyon | 1 | 29-04-2007 23:50 |
bilginiz varsa acil cevap lütfen:imar planı | neslegen | Hukuk Soruları Arşivi | 16 | 02-12-2006 22:10 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |