06-01-2006, 16:17 | #1 |
|
Kadın Haberleri 2006
Dayağa suç duyurusu: Banu Alkan'a İHD sahip çıktı
RADİKAL - İSTANBUL - İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin, eski sevgilisi Banu Alkan'a yönelik şiddet içeren görüntüler nedeniyle Murat Taşdemir hakkında suç duyurusunda bulundu. Keskin, dün yaptığı açıklamada, atv'de sabah yayımlanan ve şarkıcı Aydın'ın sunduğu programın bir bölümünde sinema oyuncusu Banu Alkan ve eski sevgilisi Murat Taşdemir'in kameralarla dolu bir evdeki yaşantılarının gösterildiğini anımsattı. Taşdemir'in bu yayının bir bölümünde Alkan'ı duvarlara çarptığını ve yastıkla vurduğunu belirten Keskin, bu bölümün yayınından sonra sunucu Aydın'ın "Ben dayak yemekten hoşlanan kadınlar biliyorum" dediğini, bu açıklamanın kadına yönelik şiddeti ve koca dayağını meşrulaştırıcı nitelikte olduğunu ileri sürdü. Keskin, şunları söyledi: "Programda kadına yönelik şiddet ve koca dayağı meşru gösteriliyor. Olaya, tüm kadınlar zaten dayak yer noktasından bakılıyor, bu nedenle bu program son derece sakıncalı. TCK'nın 96. maddesi 'eziyet' suçunu düzenliyor. Bu suçtan dolayı Taşdemir hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz. Çünkü Alkan'ın şahsında kadın kimliğine yönelik gerek sözel, gerekse fiziksel şiddet uyguluyor. atv Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Tezkan da uyguladığı yayın politikasıyla suçun işlenmesine aracılık ediyor. 06.01.2006 |
09-01-2006, 20:12 | #2 |
|
Basına ve Kamuoyuna;
Kadınları aşağılayan, hakarete maruz bırakan televizyon programlarına yeter! Bir süredir ATV ‘de formatını Seyhan Soylu’nun hazırladığı "Star Evi" adlı yarışma programı yayınlanıyor. Bu yarışmada “magazin dünyası ünlüleri”nden iki kişinin yaşadıkları 24 saat boyunca gözetleniyor. Bir sabah kuşağı programında ise bu yaşananlar insanların gözleri önünde didik didik ediliyor. Reyting uğruna girişilen bu tür programlar, toplumu ve gündemi yanlış yönlendirdiği gibi, şiddeti de meşrulaştırıyor. Star Evi programında, toplumun kadına ve erkeğe yüklediği geleneksel roller ışığında davranılarak, kadınlara erkeklerinin namusu, hizmetçisi ve gerektiğinde sinirlerini yatıştırması gereken “geyşa”sı olmaları mesajı veriliyor. Yarışmacılardan biri olan Banu Alkan sürekli olarak aşağılanıyor, hakarete uğruyor hatta zaman zaman kaba şiddete maruz kalıyor. Görüntüler üzerine yapılan tartışmalarda adeta kadınlar kadınlara aşağılatılıyor. Kadın yarışmacının kadınlık görevlerini yerine getirip getirmediği, giyimine dikkat edip etmediği tartışmalarıyla, programı izleyen kadınlara “haddini bil” mesajı veriliyor. Böylece Banu Alkan üzerinden kadınlar aşağılanmış ve erkek şiddeti medya üzerinden yeniden üretilmiş oluyor. Bizlerden de buna seyirci kalmamız bekleniyor. Biz kadınlar Star Evi yarışmasında Banu Alkan’ın uğradığı aşağılanma ve şiddeti kınıyor, şiddeti uygulayan Murat Taşdemir hakkında yapılan suç duyurularının dikkate alınarak cezalandırılmasını istiyoruz. Biz kadınlar bu tür programların yayınlanmasına karşıyız. Bu tür programlarda kadınların kadınlara karşı kullanılmasına karşıyız. Biz kadınlar erkek egemen şiddetin medya eliyle yaygınlaştırılmasına alet olmak istemiyoruz. Biz kadınlar bu tür programların kaldırılmasını, kadınların köleliğini katmerlemeyen, kadın bakış açısı ile hazırlanmış kadın programlarının yapılmasını istiyoruz. AMARGİ KADIN DAYANIŞMA KOOPERATİFİ |
11-01-2006, 23:21 | #3 |
|
Basında Kadın 2006
Feminist Hukuk
Cuma, 06 Ocak 2006 Ankara Barosu Hukuk Kurultayı’nın 4 Ocak 2006 tarihinde yapılan “Feminizm ve Hukuk” başlıklı bölümünde 4 ayrı oturumda feminizm, insan hakları ve hukuk ilişkisi irdelendi. Sibel Astarcıoğlu’nun haberi. Oturum I: Feminist Hukuk Teorisi’nde Temel Yaklaşımlar Oturum Başkanı Prof. Dr. Ülker Gürkan, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konuşmacılar Prof. Dr. Fatmagül Berktay, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Catharine A. MacKinnon, Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Oturum başkanlığını Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Ülker Gürkan’ın yaptığı ‘Feminist Hukuk Teorisinde Temek Yaklaşımlar’ adlı oturuma, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatmagül Berktay ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Catherine A. Mackinnon konuşmacı olarak katıldılar. Prof. Dr. Fatmagül Berktay cinsiyetçiliğin önlenmesi için hukukun önemine değindiği konuşmasında, kadınların mücadelesi sonucu cinsiyet ayrımcılığının uluslararası hukukta yerini aldığını, bunun kadın hakları savunucuları olarak son yılların en önemli başarısı olduğunu ifade etti. İnsan haklarının demokrasi gibi ne tek bir grubun elinde, ne de tekelinde olamayacağını savunan Berktay, değişen ve gelişen dünyada kadın haklarının en temel insan hakları olarak algılanması gerektiğini söyledi. Berktay, kadının insan hakları söz konusu olduğunda kültür ile hukuk arasında tırmanan gerilime de değindi. Toplumdaki cinsiyetçiliğin önlenmesinde hukuka önemli görevler düştüğünü belirten Berktay, devletin özel alana müdahale etmeyerek aile içi şiddete ortak olduğunu ve feminist hukukçuların da ifade ettiği gibi devletlerin sistemli erkek şiddetinden sorumlu olması gerektiğini vurguladı. CEDAW, Birleşmiş Milletler ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin de bu anlamda en fazla çekince konulan belge niteliğinde olduğunu belirten Berktay, birçok ülkenin bu sözleşmeyi imzalamamak için kültürel argümanları kullandığını ve dolayısıyla kadının insan hakları konusunda kültürün siyasal kullanımının sorgulanması gerektiğini söyledi. Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Catharine A. Mackinnon, yaptığı sunumunda, 19. ve 20 yüzyılda kadınların dirençlerinin uluslararası hukukta önemli değişikliklere yol açtığını belirtti. Kadınların pek çok devlette düzen dışında bırakıldığını savunan Mackinnon, konuşmasını şöyle sürdürdü. "Kadınların insan haklarını ihlal eden birinci güç devletleri yöneten erkeklerdir, devlet yönetimleri kadınları temsil etmiyor. Bir yandan insan haklarını korurken diğer yandan da ihlal ediyor." Ayrıca Mackinnon, devlet yönetimlerinin farkında olsun olmasın, erkeklerin kadın haklarını ihlal ettiğini belirtti. Ve devlet yönetimlerine de bu durumu göz ardı edebilme gücünü de erkeklerin verdiğini çünkü devletlerin de erkekler tarafından yönetildiğini vurguladı. Bosna-Hersek'te savaşın hemen ardından yaptığı araştırmalara da değinen Mackinnon, "Buradaki kadınların öncelikli istekleri onurlarının iadesi için soykırım yapanların cezalandırılması ve cinsel suçların faillerinin yakalanmasıdır" diye konuştu. MacKinnon’un konuşmasında göze çarpan bir diğer noktada, asıl meselenin erkekler ve kadınlar arasındaki benzerlikler ya da farklılıklar olmadığını vurgulamasıydı. Mackinnon’a göre mesele aynı düzlemde benzerlik ve farklılık tartışması değil, bunun hiyerarşik bir yapıya taşınmasıdır. Asıl tartışılması gereken erkek egemen bir düzende kadının erkek egemen bir yapıya tabi olmasıdır. Oturum II: Feminist Hukuk Teorisi Oturum Başkanı Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat, Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Konuşmacılar Prof. Dr. Necla Arat, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prof. Frances Elisabeth Olsen, Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi Oturum başkanlığını Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat’ın yaptığı ‘Feminist Hukuk Teorisi’ adlı oturuma, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Necla Arat ve Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Frances Elisabeth Olsen konuşmacı olarak katıldılar. Feminist Hukuk Teorisi hakkında sunum yapan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necla Arat da salondaki erkek sayısının çok az olduğuna dikkati çekerek, kadınların konuyu zaten bildiklerini, erkeklerin ise bu konuya her zaman ilgisiz kaldıklarını dile getirdi. Arat, 18-19 ve 20. yüzyılda feminist kampanyaların oluşturulduğunu, kampanyalar sonucunda kadınların özgürleşme ve eşitlik konularında bir çok kazanımlar elde ettiklerini belirterek, günümüz dünyasında feminist adaletin giderek yaygınlaştığını söyledi. Feminist hukukun fakültelerde yeterince anlatılmadığını, geleneksel hukuk konularının da feminist hukuka yer vermediğinden yakınan Arat, Türkiye'nin yine bu konu da da Avrupa devletlerinden çok önce yayınlar verdiğini, Cumhuriyetin ilk yılarında Denizli Milletvekili Ali Nacip Bey'in 'Kadın Hukuku' aldı kitap yazarak kadın haklarını dile getirdiğini söyledi. Prof. Dr. Olsen yaptığı konuşmasında, kadının toplumdaki konumunun güçlenmesi ile yaşam kalitesinin de arttığını ve feminist hukuk kuramının bir kuramdan ziyade hukukun kadının güçlenmesi için kullanılan bir araç olduğunu belirtti. Feminist hukuk kuramını, hukukun algılanışını zenginleştirmek ve kadın, erkek ve çocukların yaşam standartlarını iyileştirmek için yeni yollar açmak için geliştirilmiş eleştirel bir kuram olarak yorumladı. Oturum III: İnsan Hakları Hukuku ve Kadın Oturum Başkanı Prof. Dr. Feride Acar, ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Konuşmacılar Prof. Lucinda M. Finley, Buffalo Üniversitesi Av. Nazan Moroğlu, İstanbul Barosu Oturum başkanlığını ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feride Acar’ın yaptığı ‘İnsan Hakları Hukuku ve Kadın’ adlı oturuma, İstanbul Barosu’ndan avukat Nazan Moroğlu ve Buffalo Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lucinda M. Finley konuşmacı olarak katıldılar. Oturumda, Prof. Lucinda M. Finley, kadın haklarının günümüzde insan hakları en temel başlıklarından biri olduğunu ve kadın haklarının insan hakları olarak benimsendiği süreci aktardı. Oturumda avukat Nazan Moroğlu da Finley’in konuşmasına paralel olarak kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin ulusal hukukumuza olan etkilerini ve bu süreçte kadın haklarının insan hakları olarak algılanmasındaki süreci anlattı. Avukat Nazan Moroğlu’nun Sunum Özeti Kadın Haklarına Yönelik Uluslararası Sözleşmelerin Ulusal Hukukumuza Etkileri / Avukat Nazan Moroğlu İnsan hakları sözleşmelerinde kadın erkek eşitliği ile ilgili kurallar veya doğrudan kadın hakları konusundaki uluslararası sözleşmeler, ulusal alanda yasaların eşitliğe uygun geliştirilmesi ve değiştirilmesinde itici güç olmaktadır. Bütün insan hakları belgelerinde, tüm insanların onur ve haklar bakımından eşit ve özgür doğduğu, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmaması gerektiği, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere hiçbir ayrım gözetilmeksizin sahip olduğu ilke olarak kabul edişmiştir. Yirminci yüzyıla damgasını vuran insan hakları kavramını ‘eşitlik’ ve ‘ayrımcılık yasağı’ ilkelerinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Ancak tarihsel süreç içinde bakıldığında, hakların varlığı ile kullanımı arasında her zaman kadınlar aleyhine belirgin bir ayrımcılık olduğu görülmüştür. Kadın erkek eşitsizliği günümüzde de farklı alanlarda ve boyutlarda devam etmektedir. Bu nedenle, kadınlara sadece yasalarla eşit haklar verilmesi eşitliğin yaşama geçirilmesi için yeterli olmamakta, yasaların çıkarılması yanında fırsat eşitliği uygulamalarına, hatta çok geride olduğu alanlarda kadınlara fırsat önceliği verilmesine, buna ilişkin özel önlemler alınmasına ihtiyaç vardır. Bilindiği gibi, çağdaş demokratik hukuk devletlerinde yasalar önünde eşitlik ve eşit hakların herkes için yaşama geçirilmesi insan haklarına saygının temel göstergesi olmuştur. Bu bakımdan, bir ülkede insan haklarına gösterilen saygı, o ülkenin uygarlık düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütü durumuna gelmiştir. Uluslararası insan hakları belgelerinde kadın haklarının, evrensel insan haklarının vazgeçilmez, ayrılmaz ve bölünmez bir parçası olduğu önemle vurgulanmış ve 1993 Viyana Konferansı ile uluslararası alanda ‘kadın hakları insan haklarıdır’ anlayışı benimsenmiş; 1995 Pekin Sonuç Bildirgesi’nin 14. maddesinde bu hususa yer verilmiştir. Böylece kadın hakları ihlallerinin özde insan hakları ihlali olduğu tescil edilmiştir. Günümüzde kadınların insan hakları, artık insan haklarının ayrılmaz ve bölünmez bir ögesi olarak kabul edilmekte ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede, yönergede ve tavsiye kararlarında özel olarak düzenlenmektedir. Türkiye, kadın haklarına ilişkin onaylamış olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütlerini büyük ölçüde yerine getirmiştir. Türk Hukukunda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına, kadınlara karşı var olan her türlü ayrımcılığın kaldırılmasına yönelik çalışmaları üç zaman dilimine ayırarak açıklayabiliriz: Cumhuriyet’in kuruluşunu izleyen ilk on yılda kadın erkek eşitliği yolunda yapılan devrimler (1924-1934); 1970’lerden itibaren dünyada kadın erkek eşitliğine yönelik gelişmelerin yansımasıyla yapılan çalışmalar (1975-1999) AB’ne uyum sürecinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla yapılan yasal değişiklikler (1999-2005) Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan kadın eşitliği, aileden başlayarak toplumsal yaşamın her alanında, eğitimde, çalışma yaşamında, siyasette çağdaş standartlarda yasal temele dayandırılmalı ve mutlaka uygulamaya geçirilmelidir. Ancak, bir ülkede herkesin insan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından tam anlamıyla eşit olarak yararlanabilmesi için, ön koşul barışın sağlanmış olmasıdır. Barış olmadan eşit haklardan, insan haklarından söz edebilmek mümkün değildir. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözlerinin önemi bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Oturum IV: Feminizm ve Feminist Hareketler Oturum Başkanı Prof. Dr. Yıldız Ecevit, ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Konuşmacılar Dr. Aksu Bora, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Patricia Smith, New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü Oturum başkanlığını Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yıldız Ecevit’in yaptığı ‘Feminizm ve Feminist Hareketler’ adlı oturuma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dr. Aksu Bora ve New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Patricia Smith konuşmacı olarak katıldılar. Oturumda kadın hareketinin genel çerçevesini ve feminist hareketin dönüşüm dinamiklerini değerlendiren Dr. Aksu Bora, kamusal alanda kadına tanınan haklarla ilgili Cumhuriyet sonrası süreci özetlediği konuşmasında, feminist harekette modernleşme ile birlikte insan hakları kavramının yerleşmesine ve kadınların feminist harekette modernleşme ve sonrasında gelişen farklı aidiyetlerine değindi. Prof. Dr. Patricia Smith ise konuşmasında feminizmin bir reform hareketi olduğunu değinirken bu değişimin önündeki engelleri, varolan eril yapının direncini ve hukukun bu değişimi sağlamaktaki gücüne ve sınırlılığına değindi. Prof. Dr. Patricia Smith’in Sunum Özeti Feminist Aktivizm, Direnç Yapıları ve Hukuk / Prof. Dr. Patricia Smith Bugün birçok insan yüzyıllarca atalarının da yaptığı gibi kadın ve erkeğin farklılıklarının benzerliklerinden / ortaklıklarından daha önemli olduğuna inandı. Ve bu tarihsel yargı bugün varolan tüm toplumların yapılarının temeli olmuştur. Bu yargının reddi ve değiştirilmeye çalışılması ve bu yargı üzerine kurulu tüm yapıların reformu feminizmin misyonudur. Feminizm bir reform hareketidir. Toplumu eğitmek ve aynı zamanda tektaraflı basit bir önerme üzerine kurulu kurumların yeniden yapılandırılması için bilinç yükseltmeyi hedefler. Kadınlar da erkekler gibi tüm insanlığa verilen hakları eşit bir şekilde hakediyorlar. Merak ediyoruz 21.yüzyılda ve hatta 20.yüzyılda ve bugün hala bu koşullarda neden olmadığımız. Bugün kadınlara yönelik olumlu gelişmeler ve reformlar toplumdan topluma ve hatta o toplumun farklı kesimlerinde değişiklik göstermektedir. Bazı toplumlar hala en temel hukuki reformlar için mücadele etmektedirler. Birçoğu ise hukuki anlamda reformları yerinde getirmişse de bunların uygulamaya geçirmekte başarılı değildirler. Bazıları ise hukuki düzenlemeleri yapmış olmalarına rağmen bunların etkisiz ve karmaşık olduğunu görmüşlerdir. Yakın bir zamanda öngörülen şudur ki Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınların ve erkeklerin iş yaşamında eşit olarak temsilinin iki buçuk yüzyıl, mecliste eşit temsilin ise 500 yıl süreceğidir. Açıkça bilinen ise daha yapılacak çok şeyin olduğudur. Reformlar etkili olsa bile daha fazla anlayışa ve güce ihtiyaç duymaktayız. Dr. Aksu Bora’nın Sunum Özeti Türkiye’de Feminizm ve Feminist Hareketler / Dr. Aksu Bora Türkiye’de feminizm tarihi, 19. yüzyıl sonuna kadar geri götürülebilir. ‘Birinci Dalga’ denebilecek olan feminizm, esasen milliyetçi / modernleşmeci hareketler ile yan yana, birlikte gelişmiştir. 1920’lerin sonundan itibaren, özerk bir feminist hareketten söz edilemez, ancak kadın erkek eşitliği, Türkiye’nin modernleşme hikayesinin ana izleklerinden biridir. 1980’lerle birlikte, ‘İkinci Dalga’ feminist hareketi görüyoruz. 1980’lerin farkı, milliyetçi / modernleşmeci hareketin yandaşı değil, sol muhalefetin içinden çıkan, ondan etkilenen, beslenen ve onunla hesaplaşan bir hareket olmasıdır. Dolayısıyla, devlete mesafeli, muhalif bir hareket niteliğindedir. 1990’lar, bu niteliğin ‘seyreldiği’, kurumlaşma dönemi olarak görülebilir. Bu dönem, aynı zamanda eşitlikçi ve devletçi feminizmin yakın tarihimiz boyunca resmi ideoloji içinde nasıl kök salmış olduğunu, hegemonik bir varlık gösterdiğini de bize hatırlatır. Bağımsız bir hareket olarak varolmamışsa da, son derece güçlü bir söz olarak farklı siyasal ideolojilerin dillerine tercüme edilmiş, buralarda tutunmuş ve varlığını sürdürmüştür. Nitekim, 1990’lardan itibaren birbirlerinden çok farklı siyasal çizgilerin içinde hep bir kadın hakları söyleminin izlenebilmesi, bu nedenledir. 1990’lar, 80’lerin muhalif ve radikal feminizminin gerilediği bir dönem oldu. Yaygınlaşan, çeşitlenen ve güçlenen kadın hareketi içinde, etkileyerek ve etkilenerek dönüştü. (SA,SD) http://ucansupurge.org/index.php?opt...81&Ite mid=71 |
13-01-2006, 00:16 | #4 |
|
İHD Banu’nun gücünü görecek
İnsan Hakları Derneği’nin şiddet yaşanıyor diyerek suç duyurusunda bulunduğu evde Banu Alkan : "Hem Murat hem de İHD kadının gücünü görecek" dedi. http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/12.01.2006 |
18-01-2006, 11:50 | #5 |
|
Şili Ve Finlanfiye,kadınlar...
Şili'de Michele Bachelet hafta sonu Devlet Başkanı oldu.
Sol İktidara Kadınlarla Yürüyor Şili'de Michele Bachelet hafta sonu Devlet Başkanı oldu. Finlandiya'da Devlet Başkanı Tarja Halonen ikinci turda seçileyi garanti ederek en yakın rakibinin 20 puan önüne geçti. İki devlet başkanı da solcu ve bağımsız kişilikleriyle sevilen kadınlar. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber erkezi 16/01/2006 -------------------------------------------------------------------------------- BİA (İstanbul) - Şili'de sosyalist Michelle Bachelet'in ikinci turda devlet başkanlığını ele geçirdiği hafta sonu Finlandiya'da da şimdiki başkan Tarja Halonen, ilk turu yüzde 46 ile muhafazakar erkek rakibinin oldukça önünde tamamladı. Halonen ilk turda seçilememesi için "yazık oldu ama yakınmanın gereği yok" derken sendika avukatlığından politikaya giren ve yirmi yıl aralıksız Sosyal Demokrat Parti millet vekilliği yapan olan başkanın iki hafta sonra yapılacak ikinci turdan sonra 6 yıl daha görevde kalacağına kesin gözüyle bakılıyor. Şili'de Augusto Pinochet darbesi sırasında annesiyle birlikte hapsedilen ve işkence gören serbest bırakıldıktan sonra sürgünde tıp eğitimini tamamlayıp çocuk doktoru olan Sosyalist Partili Bachelet de başkanlığa Savunma Bakanlığı'ndan geliyor. Başkanlığının kesinleşmesinden sonra taraftarlarına yaptığı konuşmada Bachelet "10-15 yıl önce kim Şili'nin bir kadını Devlet Başkanı seçeceğine inanırdı" dedi. "Bir ülkenin ruhunu yitirmeden de refaha ulaşabileceğini gösterdik." Tarja Halonen'in Finlandiya devlet başkanlığını ilk kez kazandığı 2000'de, Nadire Mater'in seçimlerin ardından Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan izlenimleri solun politik temsilciliğini kadınlara aktarmasının gerçekten de "ruhunu yitirmemek"le yakından bağlantılı olduğuna tanıklık ediyor. Aynen yayımlıyoruz. Artık çantalar omzunu ağrıtmayacak Seçim sonuçları belli olunca Tarja Halonen hemen evine gitmek istediğini açıkladı, çünkü kampanya boyunca pek ilgilenilmeyen evin biraz derleyip toparlanması gerekliydi. Neyse ki, artık konutta ev gailesi olmayacak, Halonen sadece işiyle ilgilenecek. Tarja Halonen 1 Mart'tan bu yana Finlandiya'nın 11. Cumhurbaşkanı. "Şimdi cumhurbaşkanı Kuzeyden Güneye 'bütün halkın cumhurbaşkanı' olacağını göstermelidir. Halonen örneğinde, 'bilinen' çevresiyle arasına bir mesafe koymak akıllıca olacaktır, " yollu "tavsiye" ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi Helsinki Sanomat'tan geliyor. Cumhurbaşkanının çevresi sahiden çok "çeşitli": Tarja Finlandiya Cinsel Eşitlik Derneği eski başkanlarından, Uluslararası Gey ve Lezbiyenler Derneği'nin de üyesi. O bir eşcinsel değil, ama Roman da olmadığı halde "Roman Derneği"nin de aktif çalışanlarından. İşçi sınıfından İşçi sınıfından gelen Tarja 56 yaşında, yalnız/tek anne, yani kilise ve belediyenin araya girmediği bir beraberlikten doğan Anna'nın annesi. Hoş, onun Finlandiya'da çoğunluğun bağlı olduğu Luteryan Kilisesi'nde de kaydı yok. 21 yaşındaki Anna gözlerden uzak, İngiltere'de öğrenimini sürdürüyor. Hallonen başkan seçilen ilk Helsinkili. Doğduğundan bu yana Helsinki'nin pek çok semtinde yaşadıysa da 1950'lerde ortaokulu okuduğu Kallio semtine 1988'de geri döndü, başkanlık konutuna geçinceye kadar da orada yaşadı. Bu mahalleye dönüşü de onun "çizgi" dışı yaşam tercihinin göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Kallio, Helsinki ölçüsünde bakımsız apartmanları, küçük bakkalları, kahveleri ve birahaneleriyle bir işçi mahallesi. Daireler ufak, şehir ortalamasının altında bir yoksulluk ve gençlik yerleşimi. Mahalle alkolizme, suça ve seks işçiliğine farklı bir anlayışla yaklaşıyor; yazarlara, sinemacılara, sanatçılara kucak açıyor. Halonen neredeyse doğduğundan beri bir eylem kadını. İlk bilinen politik "işi" Hukuk Fakültesi'ndeyken Finlandiya Öğrenci Birliği Genel sekreterliği. Hukuk bitince, Finlandiya İşçi Sendikaları Organizasyonu'nda avukat olarak çalışmaya başlıyor. Birlikte yaşamak... Dördü kadın yedi adayın yarıştığı ilk turdan sonra Merkez Parti lideri Esko Aho ile ikinci tura kalan Halonen yüzde 51,6 ile Finlandiya'nın ilk kadın cumhurbaşkanı oldu. Erkek arkadaşı Pentti Arajarvi Parlamento Sağlık Komitesi'nde bir kamu çalışanı. İkili NewYork'ta bir toplantıda birbirine aşık olmuşlar. Arajarvi, kampanya sırasında, seçilirse Halonen'e evlenme teklif edip etmeyeceği sorusuyla çok karşılaştı. Yanıt çok "diplomatik": "Olabilir de, olmayabilir de, konuyu görüşüyoruz." Halonen'i sıkıştıran soru ise farklıydı: Neden erkek arkadaşıyla aynı apartmanda ayrı dairelerde yaşıyorlar? Çünkü, "ev hayatı"na yaklaşımları farklı. Şimdi, çok sayıda odanın ve görevlinin bulunduğu Başkanlık konutunda bu "problem" aşıldı, birlikteler. Çift başkanlık konutuna iki kedileriyle kırmızı kulaklı kaplumbağalarını da taşıdı. İki adaya bakıldığında seçmenlerin sol kanat ile sağ kanat, kadın ile erkek, kırsal Kuzey ile kentsel Güney, "erkeğin eve ekmek getirdiği evlilik, kilise kurumuna bağlılık" gibi "geleneksel" değerlerle "beraberlikler, cinsellik ve Kilise ile ilişkilerde özgürlüğü" savunan "modern" değerler arasında bir seçim yaptıkları görülüyor. Kadınların seçme hakkını 1906'da, bütün Avrupa ülkelerinin önüne geçerek kazandığı Finlandiya'da bir kadının cumhurbaşkanı seçilmesinin bu kadar sevinç yaratması insanı şaşırtıyor. Parlamentodaki temsili son elli yılda yüzde 12'den yüzde 37'ye yükselen kadınlar şimdi parlamentonun 200 sandalyesinden 74'üne sahipler. Halonen'in partisi SDP'de ise 52 milletvekilinden 22'si kadın. İstatistikler ne olsa hayatın kendisi değil. NATO'ya karşı Halonen'in solculuğu hayata "entelektüel bir insancıllık" ve toplumun gelişimi için pratik arayışlar " olarak tarif ediliyor. Azınlıklar ve insan hakları onun için çok önemli, resmiyet dışı örgütlü eylemliliklere çok sıcak bakıyor, Nikaragua ve Şili'ye özel bir önem atfediyor, Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı. Sosyal Demokrat Parti'de (SPD) "geleneksel" bulunan Halonen solculuğu başbakan Paavo Lipponen'in daha az ideolojik, serbest piyasa merkezli sosyal demokrasisinden farklı. Parlemantoya ilk kez dönemin Başbakanı Kalevi Sora'nın sekreteri olarak adım atan Halonen 1979'da SDP'den milletvekili seçildi. Sağlık, gençlik, adalet ve dışişleri bakanlıkları yaptı. Adı en çok 5 yıldır sürdürdüğü Dışişleri bakanlığı sırasında duyuldu. Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanı olarak AB'nin "şeffaflaştırılması" yolunda çalıştı, Türkiye'nin AB adaylığına kabulünde önemli bir rol oynadı. Halonen, yeni anayasaya göre "Finlandiya dış politikasını Hükümetle işbirliği içinde yürütmekten" sorumlu. Hoş, toleranslı, başarılı, az bohem, kararlı, heyecanlı bir kadın, kimi zaman biraz "huysuz"laşıp, kalabalıklarda sesini yükseltebiliyor. Görsel sanatlar, tiyatro, yüzme ve bahçe düzenlemesini seviyor, Fince, İsveççe, İngilizce, Fransızca ve Almanca biliyor. Halonen'in altı yıllık döneminin ani çıkışlar, sürprizler ve değişikliklerle geçmesi bekleniyor. Sürprizlerine Finlandiya cumhurbaşkanlarının ilk yurt dışı gezisini İsveç'e yapması geleneğini bozarak başladı. Kendisiyle aynı günlerde göreve başlayan Şili'nin sosyalist Başkanı Ricardo Lagos'u ziyaret ettikten sonra, İsveç'e gitti. Finlandiya'yı "şaşırtmaya" devam edecek olan Halonen kendisi değişmeyecek gibi görünüyor. Kampanyasında, "Asla vazgeçmeyeceğim. Nereden geldiğimi biliyorum ve neyi taşıyacağımı biliyorum," demişti. Artık taşımayacağı ise seyahat çantası. Berlin'de yapılan bir Avrupa Toplantısı "aile fotoğrafı"na son anda yetişen Halonen'in iki omzundan sallanan seyahat çantalarını unutarak poz vermesi hala konuşuluyor. Artık, çantaları omzunu ağrıtmayacak. Kesin bilinen bu. (SON) |
20-01-2006, 19:25 | #6 |
|
Aile İçi Şiddetin Diğer Adı: Koca Dayağı
Aile İçi Şiddetin Diğer Adı: Koca Dayağı
CÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kocacık, kadınların yüzde 46.5'inin şiddete uğradığını söylüyor. Kadına koca şiddeti "dövme", "tehdit" ve "küfür" şeklinde uygulanıyor. -------------------------------------------------------------------------------- Bizim Gazete 17/01/2006 -------------------------------------------------------------------------------- BİA (İstanbul) - Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Kocacık'ın yaptığı araştırmadan çıkan sonuca göre, kadınların yüzde 46.5'i şiddete maruz kalıyor. Araştırmada, aile içinde şiddeti uygulayan kişinin yüzde 98.5 gibi çok yüksek oranda "koca"nın olduğu belirlenirken, kadına şiddetin "dövme", "tehdit" ve "küfür" şeklinde uygulandığı kaydediliyor. Şiddet uygulama nedenleri arasında ilk sırayı yüzde 32.2 ile "kadının ev içi görevlerini yerine getirmemesi" alırken, bunu yüzde 21.6 ile "erkeğin ekonomik ve psikolojik sorunları" izliyor. Koca dayağı CÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Doğan'ın yaptığı araştırmaya göre de, ruhsal sorunlar nedeniyle psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların yüzde 57'si, çeşitli nedenlerle fiziksel şiddete maruz kalıyor. Polikliniğe başvuran evli kadınlar üzerinde yapılan araştırmada, bu kadınların yüzde 36'sının duygusal, yüzde 32'sinin ekonomik (kaynak ve paranın kadın üzerinde tehdit ve kontrol aracı olarak kullanılması), yüzde 30.7'sinin cinsel, yüzde 29.3'ünün ise sözel şiddetle karşı karşıya bırakıldığı kaydediliyor. Türkiye'de aile içi şiddetin varlığının devam ettiği ve bunun kadınlar tarafından gizlendiğinin de tespit edildiği araştırmada, kadınların şiddeti gizlemesinin altında yatan en önemli sebebin, kültürel ve ekonomik faktörler olduğuna dikkat çekiliyor. Depresyon CÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yeltekin Demirel, araştırma görevlileri, Selma Çetinkaya, Dilek Arzu Bakır ve öğretim görevlisi Naim Nur tarafından doğum yapmış kadınlar üzerinde yapılan araştırmaya göre, kadınlar doğum sonrası eşinden yeterince ilgi ve destek göremiyor. Eşinden yeterince ilgi göremeyen kadınlardan doğum sonrası depresyon yaşayanların oranının yüzde 28 olarak belirlendiği araştırmada, eşi ilgisiz olan kadınların hamilelik sonrası depresyona girme riskinin normale göre yaklaşık üç kat arttığı ifade ediliyor. Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Yusuf Öztürk ve Yrd. Doç. Dr. Ahmet Öztürk ile yüksek lisans öğrencisi Elif Durmuş, tarafından evli kadınlar üzerinde yapılan araştırmaya göre de her dört kadından biri, doğacak çocukta ve hamilelik sırasında çeşitli rahatsızlıklara yol açabilen akraba evliliği gerçekleştiriyor. |
20-01-2006, 19:28 | #7 |
|
"Devlet, Sistemli Erkek Şiddetinden Sorumlu"
"Hukuka Feminist Bakış" Oturum konuşmacılarından Berktay, kadının insan haklarının kültür ile hukuk arasında gerilime yol açtığını söyledi. Mackinnon ise, kadının insan haklarını ihlal gücünü erkeklerin, erkek egemen devletten aldığına dikkat çekti. -------------------------------------------------------------------------------- Uçan Süpürge 17/01/2006 Sibel ASTARCIOĞLU -------------------------------------------------------------------------------- BİA (Ankara) - Ankara Barosu ile Ankara Üniversitesi (AÜ) Hukuk Fakültesi ve Kadın Sorunları Araştırma Uygulama Merkezi'nin (KASAUM) 4 Ocak'ta Ankara'da düzenlediği "Hukuka Feminist Bakış" konferansının "Feminizm ve Hukuk" başlıklı bölümünde dört ayrı oturumda, feminizm, insan hakları ve hukuk ilişkisi irdelendi. İlk oturum "Feminist Hukuk Teorisi'nde Temel Yaklaşımlar" başlığını taşıyordu ve Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Ülker Gürkan'ın oturum başkanlığını yaptığı bu bölümün konuşmacıları, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Dr. Fatmagül Berktay ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Catharine A. MacKinnon'dı. Berktay: Kadın hakları en temel insan hakkı Prof. Dr. Fatmagül Berktay cinsiyetçiliğin önlenmesi için hukukun önemine değindiği konuşmasında, kadınların mücadelesi sonucu cinsiyet ayrımcılığının uluslararası hukukta yerini aldığını, bunun kadın hakları savunucuları olarak son yılların en önemli başarısı olduğunu ifade etti. İnsan haklarının demokrasi gibi ne tek bir grubun elinde, ne de tekelinde olamayacağını savunan Berktay, değişen ve gelişen dünyada kadın haklarının en temel insan hakları olarak algılanması gerektiğini söyledi. Berktay, kadının insan hakları söz konusu olduğunda kültür ile hukuk arasında tırmanan gerilime de değindi. Toplumdaki cinsiyetçiliğin önlenmesinde hukuka önemli görevler düştüğünü belirten Berktay, devletin özel alana müdahale etmeyerek aile içi şiddete ortak olduğunu ve feminist hukukçuların da ifade ettiği gibi devletlerin sistemli erkek şiddetinden sorumlu olması gerektiğini vurguladı. Mackinnon: Kadın direnci hukukta değişikliklere yol açtı Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Catharine A. Mackinnon, yaptığı sunumunda, 19. ve 20 yüzyılda kadınların dirençlerinin uluslararası hukukta önemli değişikliklere yol açtığını belirtti. Kadınların pek çok devlette düzen dışında bırakıldığını savunan Mackinnon, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Kadınların insan haklarını ihlal eden birinci güç devletleri yöneten erkeklerdir, devlet yönetimleri kadınları temsil etmiyor. Bir yandan insan haklarını korurken diğer yandan da ihlal ediyor." Mackinnon, devlet yönetimlerine de bu durumu göz ardı edebilme gücünü de erkeklerin verdiğini çünkü devletlerin de erkekler tarafından yönetildiğini vurguladı. Bosna-Hersek'te savaşın hemen ardından yaptığı araştırmalara da değinen Mackinnon, "Buradaki kadınların öncelikli istekleri onurlarının iadesi için soykırım yapanların cezalandırılması ve cinsel suçların faillerinin yakalanmasıdır" diye konuştu. Arat: Fakültelerde feminist hukuk anlatılmıyor Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat'ın oturum başkanlığını yaptığı ikinci oturumun başlığı ise "Feminist Hukuk Teorisi" idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prof. Dr. Necla Arat ve Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Frances Elisabeth Olsen oturumun konuşcılarıydı. Feminist Hukuk Teorisi hakkında sunum yapan İÜ Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Necla Arat da salondaki erkek sayısının çok az olduğuna dikkati çekerek, kadınların konuyu zaten bildiklerini, erkeklerin ise bu konuya her zaman ilgisiz kaldıklarını dile getirdi. Arat, Feminist hukukun fakültelerde yeterince anlatılmadığını, geleneksel hukuk konularının da feminist hukuka yer vermediğinden yakınan Arat, Türkiye'nin yine bu konu da da Avrupa devletlerinden çok önce yayınlar verdiğini, Cumhuriyetin ilk yılarında Denizli Milletvekili Ali Nacip Bey'in 'Kadın Hukuku' adlı kitap yazarak, kadın haklarını dile getirdiği bilgisini verdi. Olsen: Feminist hukuk kuramı,eleştirel kuramdır Prof. Dr. Olsen yaptığı konuşmasında, kadının toplumdaki konumunun güçlenmesi ile yaşam kalitesinin de arttığını ve feminist hukuk kuramının bir kuramdan ziyade hukukun kadının güçlenmesi için kullanılan bir araç olduğunu belirtti. Feminist hukuk kuramını, hukukun algılanışını zenginleştirmek ve kadın, erkek ve çocukların yaşam standartlarını iyileştirmek için yeni yollar açmak için geliştirilmiş eleştirel bir kuram olarak yorumladı. Finley: Kadın hakları, insan haklarının temel başlığı Oturum başkanlığını ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feride Acar'ın yaptığı "İnsan Hakları Hukuku ve Kadın" adlı üçüncü oturumda ise, İstanbul Barosu'ndan avukat Nazan Moroğlu ve Buffalo Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lucinda M. Finley konuşmacı olarak katıldılar. Finley, kadın haklarının günümüzde insan hakları en temel başlıklarından biri olduğunu ve kadın haklarının insan hakları olarak benimsendiği süreci aktardı. Moroğlu da Finley'in konuşmasına paralel olarak kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin ulusal hukukumuza olan etkilerini ve bu süreçte kadın haklarının insan hakları olarak algılanmasındaki süreci anlattı. Bora: Feminist harekette modernleşme ve sonrası Oturum başkanlığını Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yıldız Ecevit'in yaptığı "Feminizm ve Feminist Hareketler" adlı oturuma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Dr. Aksu Bora ve New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Patricia Smith konuşmacı olarak katıldılar. Oturumda kadın hareketinin genel çerçevesini ve feminist hareketin dönüşüm dinamiklerini değerlendiren Dr. Aksu Bora, kamusal alanda kadına tanınan haklarla ilgili Cumhuriyet sonrası süreci özetlediği konuşmasında, feminist harekette modernleşme ile birlikte insan hakları kavramının yerleşmesine ve kadınların feminist harekette modernleşme ve sonrasında gelişen farklı aidiyetlerine değindi. Prof. Dr. Patricia Smith ise konuşmasında feminizmin bir reform hareketi olduğunu değinirken bu değişimin önündeki engelleri, varolan eril yapının direncini ve hukukun bu değişimi sağlamaktaki gücüne ve sınırlılığına değindi.(SA/AD) ..... |
20-01-2006, 19:35 | #8 |
|
Burnu Kesilen T.G. Kocasından Şikayetçi
Dört yıldır birlikte yaşadığı A.K'nin bıçaklı saldırısında burnu kesilen T.G. sokağa çıkamadığını söylüyor. Ailesinin ekonomik durumunun kötü olduğunu belirten T.G. mağdur olduğunu belirterek, kadın kuruluşlarından ve yetkililerden destek istiyor. -------------------------------------------------------------------------------- Diyarbakır Söz 17/01/2006 -------------------------------------------------------------------------------- BİA (Diyarbakır) - Bağlar Beldesi Muradiye Mahallesi'nde üç çocuğuyla oturan T.G, yaklaşık dört yıl birlikte yaşadığı A.K'nin (39) bıçaklı saldırısında burnunun kesildiğini ve sokağa çıkamadığını söyledi. Tedavisinin Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde devam ettiğini, olaydan sonra çok mağdur olduğunu söyleyen T.G., "Ölene kadar A.K'den şikayetçiyim" dedi. "Kesilen burnumu tekrar diktiler. Tedavim halen sürüyor. Olaydan sonra psikolojim bozuldu. Kendimi çok kötü hissettim. Hiçbir kadının benim yaşadıklarımı yaşamasını istemem." T.G.: Utanılacak bir şey yapmadım Dört yıldır birlikte yaşadığı A.K.'nın kendisine neden bunları bana yaşattığını anlamadığını söyleyen T.G. şöyle konuştu: "Ben utanılacak bir şey yapmadım. Dışarıya çıktığımda çok utanıyorum. Beni gören herkes neden böyle bir olay yaşadığımı soruyor. Olayı hatırlamak bile istemiyorum. Erkekler kadınlara neden böyle davranıyor? Burnumu keserek beni toplum içinde rezil etmek ve toplum içerisine çıkmamamı istedi. Ama ben sonuna kadar hakkımı savunacağım." Kadın kuruluşlarından yardım bekliyor En büyüğü beş yaşında, en küçüğü bir aylık olan çocuklarına bakmakta zorlandığını, 100 YTL kira ödediğini söyleyen T.G, ailesinin de maddi durumu kötü olduğu için kendisine yardım edemediklerini, bu konuda kadın kuruluşları ve yetkililerden yardım beklediğini ifade etti. Baba Abdullah G. de, kızının başına gelenlere çok üzüldüklerini belirterek, "Kızım kötü bir şey yapmadı. Namus nedeniyle burnunun kesildiğini söyleyenler var. Bu nedenle kahvehaneye bile gidemiyorum. Bu duruma çok üzülüyoruz. Kızım çok mağdur oldu. Ona gerekli yardımın yapılmasını istiyoruz" diye konuştu. Diyarbakır Bağlar Beldesi Muradiye Mahallesi'nde, 20 Aralık 2005 tarihinde, 3 çocuk annesi T.G'nin (20) burnu, dört yıldır birlikte yaşadığı A.K. tarafından gece uyurken kesilmişti. T.G, A.K'nin, burnunu esrar getirmediği için kestiğini söylemişti.(AD) |
04-02-2006, 19:44 | #9 |
|
Yeni TCK'ya "Namus Saiki" Eklenmeli
Töre/Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için hazırlanan taslak raporda yeni TCK'da değişiklik yapılması; 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un adının, "Koruma Kanunu" olarak değiştirilmesi isteniyor. BİA Haber Merkezi 02/02/2006 Ayşe DURUKAN ayse@bianet.org BİA (Ankara) - Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)Töre/Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için hazırladığı taslak raporda "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu" kurulması, "Alo Şiddet Hattı" ile kadınlara 24 saat hizmet veren bir merkez oluşturulması gibi öneriler getirildi. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hutbe ve vaazlarla şiddeti önlemesi, Anayasa ve Yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) namus/töre cinayetlerine yönelik düzenlemelerin yapılması istendi. Komisyonun görev süresi 11 şubatta bitiyor Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir milletvekili Gaye Erbatur, Pazartesi günü (30 Ocak)toplanan komisyonun son şeklini verdiği raporun milletvekillerine dağıtıldığını söyledi. Raporda, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un adının, "Koruma Kanunu" olarak değiştirilmesi de teklif edildi. Araştırma komisyonunun görev süresi 11 Şubat'ta sona eriyor. Üç aylık sürede saha çalışanını tamamlayamadığı için bir ay ek süre alan komisyonun hazırladığı ilk rapor milletvekillerine sunuldu. 292 sayfadan oluşan raporda, Türkiye ve dünyadaki töre/namus cinayetleri ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin durumu tespit ediliyor. Toplumsal cinsiyeti gözeten bütçeleme analizleri Erbatur, komisyonun dört aylık çalışması sonucunda elde edilen bulguların yaşama geçirilebilmesi için bir dizi önlemleri gerektirdiğini belirtti. "Yasal değişikliklerin, mevzuatlarla da desteklenmesi gerekiyor. Hukuksal değişimin yanı sıra sosyal değişimde eğitim çok önemlidir." "2006-2010 kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlemesi Türkiye Eylem Planı"nın hazırlanmasının önerildiği raporda, cinsiyet ayırımcı politikaların, yasal düzenlemelerde ve uygulamada kaldırılması gerektiği belirtildi. Devletin, kadın ve çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemini açıkça kınaması, bu alana yönelik bir bütçe oluşturulması ve toplumsal cinsiyeti gözeten bütçeleme (gender budgeting) analizleri yapılması istendi. Sığınma evinden çıkan kadına güvence: İlk Adım Evleri TBMM bünyesinde, daimi "kadın-erkek eşitliği komisyonu" kurulması teklif edilirken; Kadın konuk evlerinin, mevzuatlarda belirtilen standartlara uygun olması ve düzenli denetlenmesi, kadın konuk ve sığınma evlerinin yaygınlaştırılması gerektiği ifade edildi. Ayrıca, Kadın sığınma evlerinden çıkan kadınlar için yaşamlarını kolaylaştırmak üzere "İlk Adım Evleri" açılması üzerinde duruldu. Şiddet ve özellikle ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk haline getirilmesi ve masraflarının failler tarafından karşılanması ile şiddet faillerinin kamu cezası almaları sağlanmalı. Raporda yer alan diğer öneriler * Kent planlamasında, sokak ve parkların iyi aydınlatılması, telefon kulübelerinin sıklaştırılması gibi, kadına karşı şiddet konusunda duyarlı bir bakış açısı yer almalı. * Medya çalışanlarına, toplumsal cinsiyet eğitimi verilmeli. * Yeni TCK'da, nitelikli adam öldürme suçunun ele alındığı 82. maddesinin töre saikiyle ibaresine, namus saikiyle ibaresinin de eklenmeli. * Cinsiyet ayrımcı politikaların, yasal düzenleme ve uygulamaların kaldırılması, toplumda kadın ve erkek eşitliği sağlanıncaya kadar kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını bir devlet politikası olarak kabul edilmeli; Kadına yönelik şiddet konusunda, erkeklerde zihniyet dönüşümünü sağlayacak eğitim programlarına öncelik verilmeli, * Hak arama sürecindeki yasal prosedür, mağdurlar lehine basitleştirilmeli, şikayetin tamamlanması için sağlıkla ilgili kayıtlar başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması sağlanmalıdır. Başlatılan adli sürecin uzamasının önüne geçecek düzenlemelere gidilmelidir. * Türkiye'de aile içinde şiddete uğramış (fiziksel, ruhsal, cinsel)kız çocuklarına yönelik hizmetlerin sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatlarının kurumlaşması sağlanmalı, * Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK), Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliği'ne, 'Bağımsız kuruluşların kurmuş oldukları kadın sığınaklarından yararlanan kadın ve çocuklara ayni ve nakdi yardım yapılır' hükmü eklenmeli, * Kadın ve çocuğa yönelik şiddet ve namus cinayetleri konusundaki veriler yetersizdir. Bu nedenle bu konularla ilgili bakanlıkların veri toplaması ve toplumun kullanımına açık veri tabanları oluşturması sağlanmalı. *Evlilik öncesi çiftlerin yardım almaları ile ilgili olarak 'Evlilik ve Evlilik Danışmanlığı' hizmetlerinin kurumsallaşması ve yaygınlaştırılması gerekli. (AD) |
08-02-2006, 23:08 | #10 |
|
Kadına şiddet dünyanın her yerinde...
Kadına şiddet dünyanın her yerinde...
Hürriyet 8 Şubat 2006 TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu raporunda, dünyanın çok çeşitli ülkelerinden çarpıcı örnekler verilerek kadınlara uygulanan şiddet ortaya serildi. TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu’nun raporunda, kadına yönelik şiddetin bütün ülkelerde görüldüğü, şiddetin şekli ve tipinin ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte genel olarak sosyal, ekonomik, dinsel ya da ait olunan etnik gruptan bağımsız olarak ortaya çıktığı belirtildi. Raporda, kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını sınırlayan ve azaltan kadına yönelik şiddetin, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklandığı vurgulandı. Raporda, erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapıların aile içi şiddeti beslediği ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatma önemli bir rol oynadığı belirtilerek, "Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki ilişkilerden değil, toplumsal yapı içerisinde kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır. Erkeğin yasalardan ve toplumun ataerkil yapısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu şiddeti besleyen bir diğer faktör" denildi. Raporda, kadınların yaygın olarak "fiziksel", "cinsel", "psikolojik", "ekonomik", "sözel" şiddet şekillerine ve çeşitli biçimlerde uygulanan kontrol içerikli davranışlara maruz kaldıkları bildirildi. ** KANADA’DA 16 YAŞINA KADAR KADINLARIN YÜZDE 51’İ ŞİDDET GÖRÜYOR Rapora göre, Kanada’da 16 yaşına gelene kadar kadınların yüzde 51’i en az bir kere fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Evli veya birlikte yaşayan çiftlerde kadınların üçte biri eşinden veya partnerinden şiddet görüyor. Kanada’da 18-24 yaşındaki kadınların şiddet kurbanı olma olasılığı yüzde 27 olarak görülürken, her yıl on kadından 9’u cinsel tacize uğruyor. 12 bin 300 kişiden oluşan örneklem üzerinden, kadınların yüzde 29’unun, 16 yaşından beri eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete uğradıkları da belirtiliyor. ** KENYA VE BANGLADEŞ Kenya’da yapılan bir aile araştırmasında, araştırma kapsamına alınan 733 kadının yüzde 42’si kocalarından sürekli dayak yediklerini belirtirken, yüzde 58’i sıklık olarak genellikle veya bazen seçeneklerini işaretledi. Raporda, Bangladeş’te ise kocaları tarafından öldürülen kadınların sayısı, ülkedeki tüm cinayet kurbanlarının yüzde 50’sini oluşturduğu bildirildi. ** ABD’DE KIZ ÇOCUKLARI İSTİSMARI YÜZDE 35-46 ARASINDA Rapora göre, Avusturya, Kostarika, Hollanda, Güney Afrika ve ABD’de kız çocuklarının aile bireyleri tarafından istismar oranı yüzde 35 ile yüzde 46 arasında değişiyor. Aynı ülkelerde ev içi şiddet ise yüzde 21 ile yüzde 54 arasında değişiyor. ** İNGİLTERE’DE KADINLARIN DÖRTTE BİRİNE TOKAT YA DA YUMRUK Raporda, bir tek bölgeden temsili bir örneklemede, kadınların yüzde 25’inin, yaşamlarında eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından yumruklandığı veya tokatlandığı da yer aldı. ** JAPONYA’DA 759 KADINDAN YÜZDE 59’U FİZİKSEL ŞİDDET GÖRMÜŞ Japonya’da 1993’te yapılan bir ankete katılan 796 kadının yüzde 59’unun eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıklarını bildirdi. **İSVİÇRE’DE KADINLARA FİZİKSEL ŞİDDET YÜZDE 20 ORANINDA Raporda İsviçre’de 1997’de bir araştırmaya katılan bin 500 kadının yüzde 20’si eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıkları açıklandı. ** HİNDİSTAN’DA ERKEKLERİN YÜZDE 45’İ EŞLERİNİ İSTİSMAR ETTİKLERİNİ KABUL ETTİ Rapora göre, Uttar Pradesh’te 1996’da yapılan bir ankete katılan 6 bin 902 erkeğin yüzde 45’inden fazlası eşlerini fiziksel olarak istismar ettiklerini kabul etti. ** KAMBOÇYA, KORE, TAYLAND Kamboçya’da ulusal düzeyde yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 16’sı eşleri tarafından fiziksel olarak istismar edildiklerini, yüzde 8’i ise yaralandıklarını belirtirken, Kore’de kadınların yüzde 38’i eşleri tarafından fiziksel istismara uğradıklarını bildirdiler. Tayland’da ise 619 eşe uygulanan bir ankete katılan erkeklerin yüzde 20’si evlilikleri boyunca eşlerini en az bir defa fiziksel olarak istismar ettiklerini kabul ettiler. ** MISIR’DA YÜZDE 35 Rapora göre, Mısır’da kadınlar arasında temsili, ulusal düzeyde bir örneklemede yüzde 35 kadın evliliklerinin bazı anlarında eşleri tarafından dövüldüklerini bildirdi. ** UGANDA, ZİMBABWE Uganda’da görüşülen kadınlardan yüzde 41’i eşleri tarafından dövüldüklerini ya da fiziksel olarak onlardan zarar gördüklerini belirtirken, erkeklerin yüzde 41’i eşlerini dövdüklerini bildirdi. Zimbabwe’de bir tek ilde bulunan 966 kadınla yapılan görüşmelerde kadınların yüzde 32’si, 16 yaşından beri aile üyelerinin ya da evde yaşayan kişilerin fiziksel istismarına uğradıklarını kaydetti. ** MEKSİKA VE NİKARAGUA Meksika Guadalajara’da 1997’de yapılan bir ankete katılan 650 kadının yüzde 30’u eşleri tarafından fiziksel şiddete uğradıklarını söylerken, Nikaragua’da Leon’da 1996’da bir örneklemede kadınların yüzde 52’si eşlerinin kendilerine en az bir kere fiziksel şiddet uyguladığını bildirdi. ** RUSYA’DA KIZLAR DA, ERKEKLER DE CİNSEL ŞİDDETE UĞRUYOR Raporda, Rusya (St. Petersburg’da) 14-17 yaşları arasındaki 172 kız ve 174 erkek üzerinde yapılan bir ankette, kızların yüzde 25’inin, erkeklerin yüzde 11’inin istemedikleri halde cinsel ilişkiye girdikleri belirtildi. ** TACİKİSTAN’DA KADINA ŞİDDET YÜZDE 50 ORANINDA Rapora göre, Tacikistan’da 18-40 arasındaki 550 kadınla yapılan bir ankette kadınların yüzde 50’sinin fiziksel istismara uğradığı açıklandı. |
11-02-2006, 22:37 | #11 |
|
Erata ‘kadına şiddete hayır’ eğitimi verilecek
Töre cinayetlerinin sona erdirilmesi için askerlere ‘kadına şiddete hayır’ eğitimi verilecek. TBMM Töre Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor. Komisyona bilgi veren kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, Genelkurmay Başkanlığı ile görüşmelerinin sürdüğünü, askerlerin şiddet konusunda eğitileceğini söyledi. Çubukçu, Karadeniz gibi beklenmeyen bölgelerde bile töre cinayeti işlendiğini, bunların töreyle ilişkilendirilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti. Önümüzdeki günlerde Genelkurmay Başkanlığı ile ortak bir çalışma başlatacaklarını açıklayan Bakan Çubukçu, askerlik görevini yapmakta olan er ve erbaşlara, kadına karşı uygulanan şiddet ve çocukların istismarı gibi konularda eğitim vereceklerini söyledi. Fatih Atik, Ankara |
17-02-2006, 23:35 | #12 |
|
Tamamen özgürlüklere bakış açısıyla ilgili bir olay!!!
Her yerde kadın hakları, kadın hakları diye kadınlara sınırsız bir özgürlük verilmesi gerektiğini savunanların karşısına bu kez de aynı mantıkla basın özgürlüğü naraları çıkacaktır.Fikir özgürlüğü naraları çıkacaktır.İnsan hak ve özgürlüğü naraları çıkacaktır.Sadece kadınlar değil bütün insanlar için sınırsız bir özgürlük olamaz.Toplum bir çocuğa benzer.Toplumun bir çocukluğu vardır, belli bir olgunluğa gelene kadar toplumun özgürlükleri kısıtlanmalı, belli bir olgunluktan sonra özgürlükler yavaş yavaş verilmeli ama hiçbir zaman sınırsızlık sınırına da vardırılmamalı.O sınıra geldiği zaman toplum çöker ve yeni bir çocukluk dönemine girilir.Bu böyle devam eder gider.ATAM özlediği TÜRK TOPLUMUNU henüz yaratamadan vakitsiz ayrıldı.Onun izinden ayrılmamaya yemin etmiş TÜRK GENÇLERİ birgün onun ematine sahip çıkacak ve TÜRK KADININI layık olduğu yere koyacak ve onun emanetine ihanet edenlere de hesabını soracaktır.Bırakın o zaman bu TV programlarını, o programların yayınlandığı TV kanalları bile olmayacaktır.Ayrıca o ekranlarda gördüğümüz o kadınlar da olmayacak tabii.Saygılarımla... |
08-03-2006, 23:45 | #13 |
|
Antalya Sosyal Hizmetler İl Müdürü:Sokaklarda Yaşayan Kadınlar Kısırlaştırılsın !!!!
Tam da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Antalya Sosyal Hizmetler İl
Müdürü Ramazan Özen, Antalyalı yerel muhabirlerle yaptığı bir sohbet toplantısında, "sokaklarda yaşayan kadınların kısırlaştırılması"nı önerdi. Kadın derneklerinin tepki göstermesi üzerine Özen "Böyle bir şey söylemedim" dedi. _____ Hürriyet-Antalya Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ramazan Özen’in "sokaklarda yaşayan kadınları kısırlaştıralım" önerisi tepki çekti. Özen’in önerisi Antalya Gerçek Gazetesi’nde yayınlanınca kadın örgütleri ayağa kalktı. DSP Antalya Kadın Kolları ve Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi açıklamalar yaptı. Antalya Kadın Merkezi açıklamasında şöyle denildi: "Görev unvanı sosyal sözcüğüyle başlayan bir müdürümüz diyor ki: Tecavüze uğrayan sokak kadınları kısırlaştırılsın! Bu öneri karşısında insanın dili tutuluyor. Sosyal devletin gereğini yerine getirmemiş, toplumun yarısı olup öbür yarısını da doğurmuş kadınların insanca yaşamasını sağlayamamışsınız. Kadının en doğal haklarından biri olan doğurganlık hakkını elinden almayı önermek hangi insancıl ölçülere sığıyor?" Muhabir Yalçın Küçük, "Evet söyledi. Bir sohbet toplantısında, konuşma sokaklarda yaşayan evsiz kadınlara geldi. Ramazan Bey, aynen, ’Bunlara bir çare bulmak lazım, sürekli hamile kalıyorlar, kürtaj parası vermektense, kısırlaştırılmaları daha iyi’ dedi" diye konuştu. Aynı muhabirden öğreniyorum ki, kadın örgütleri böyle ayağa kalkınca ve Gerçek Gazetesi de üzerine gidince, Müdür Bey bugün (dün) bir basın toplantısı yapmak zorunda kaldı. Ancak kendini temize çıkarmaya çalışırken söyledikleri de daha önce söylediklerinden "anlamlı" değil. Müdür Bey, "Ben yanlış anlaşıldım. Sokaklarda yaşayan insanların durumu çok kötü. Akli dengesi bozuk kadınlar var. Tiner, bali çeken erkekler var. Gece erkekler bu kadınlara tecavüz ediyor. Hepsi için bir çözüm olarak aklıma bu geldi" dedi. Anlaşılan "sosyal hizmet uzmanı" bir yetkili olarak Müdür Bey’in aklına tek gelmeyen, bu insanlar için bir barınak açma projesi. Öyle bir şey söylemedim "Bazı gazeteci arkadaşlarla sohbet ederken bazı şeyler söyledim. Ama kısırlaştırmadan söz etmedim. Bu bazı gazetecilerin çeşitli kelime oyunlarıyla olayı çarpıtmasıdan ibarettir. Ben aklı başında bir insanım. Sokaklarda tacize uğrayan pek çok vatandaşımız var. Onlar bizim insanımız. Aklı başında biri böyle cart diye konuşur mu? Ben altı aydır bu insanlar için bir yer açılması mücadelesi veriyorum." _____ |
09-03-2006, 15:35 | #14 |
|
sehven dahi olsa bu kadar insanlık dışı bir yorum karşısında verebilecek hiç bi hukuki cevabım olamayacağı gibi çok da kötü şeyler söylemek geliyor içimden .... her neyse..
sosyal hizmetler konusunda genel itibariyle devletin birimlerinin acze düştüğü aşikardır. aşikar olmayan ise bunun nasıl düzeleceği.. ben de bir sosyal hizmet birimi içinde gönüllü olarak çalışıyorum,ortaya koyduğum gönlüm, gördüklerimden ziyadesiyle yaralanmış durumda.. zihniyet tümden değişmeli..tümden.. |
09-03-2006, 22:08 | #15 |
|
‘İnsan Harası’
İnsan Harası 1953 senesinde Türkçeye çevrilen bir kitabın adı. İkinci baskısı 1960 yılında yapılmış ve Oktay Akbal’ın yazdığı kadarı ile yüzbinden fazla satmış. Kitaba ilginin o kadar fazla olmadığı o zamanların Türkiyesi için büyük bir satış. Kitaba ilginin o kadar fazla olması isminden ve kapaktaki yarı çıplak ve Afrodit heykellerini andıran üç kadından olsa gerek. Kitabın konusu Nazilerin üstün insan/üstün ırk yetiştirmek amacıyla kurdukları bir insan çiftliği! Üstün ırk yaratmak gayesi ile ari ırkının genç ve güzel kadınları ile güçlü kuvvetli ve sağlıklı erkekler bir araya getiriliyor.
Sağlıklıyı, safı yaratmaya çalışırken, sağlıklıyı ve safı bozacak olanın ortadan kaldırılması, telef edilmesi gerekir elbette. İyi ürün almak istiyorsanız, ürününüzün kalitesini bozacak zararlıları ayırmak zorundasınız. Kısacası ‘İnsan Harasının’ biraz uzağına bir zorla kısırlaştırma kliniği ve gaz hücresi koyacaksınız. Naziler de bunu yapmış işte. Naziler işi sistemli bir şekilde yapmış olsa bile, bu türden girişimlerin ne ilki nede sonuncuları. Eugenik(öjenik) olarak adlandırılan ve sosyal darwinizm’den yola çıkan düşünce ABD, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İskandinav Ülkelerinde de uygulama alanı bulmuştur. Almanların ‘Rassenhygiene’(Bir Irkın temizliğini/sağlığını koruma) diye adlandırdıkları öjenik’in amacı yaşama hakkı olmadığına inanılan’ın, yaşamaya layık olmayan’ın ortadan kaldırılmasıdır. Sosyal, bedensel,ruhsal/zihinsel ve ahlaki bakımdan aşağılık olan insanlar ırkın sağlığını ve saflığını bozdukları için yok edilmelidirler. Bu türden insanların ortadan kaldırılması ile içkiye düşkünlük, fahişelik ve çocukların sokağa düşüp suç işlemeleri gibi birçok problem çözülür öjenik düşüncesine göre. Öjenik düşünce tarzı 1970 lere kadar bazı avrupa ülkelerinin sosyal politikasını etkilemiştir. Nazilerin üstün ırkın korunması için çıkardıkları yasaların temelinde, ari ırkını yukarıda belirtilen kişilerin ertkisinden korumanın yanısıra, yahudileri toplum hayatından uzaklaştırma amacı yatmaktadır. 1934 le 1945 seneleri arasında 350.000 den fazla çocuk ve yetişkin ırk yasalarına dayanılarak zorla kısırlaştırılmıştır. 300.000 den fazla insan 1939 dan sonra yaşamaya layık değil düşüncesi ile gaz odalarında veya başka şekilde öldürülmüştür. 1935 senesinden 1976 senesine kadar İsveçte zorla kısırlaştırılanların sayısı 60.000 dir. 1970 lerde ABD de birçok kızılderili kadın kadın rızası olmadan kısırlaştırılmıştır. Aynı senelerde Fransa ve Finlandiyada’da zorla kısırlaştırılmalar yapılmıştır. Bizde drurum nedir, Antalya Sosyal Hizmetler İl Müdürü bir ilk midir, bilmiyorum. Bir bilen varsa söylesin lütfen. Saygılarımla |
18-03-2006, 13:36 | #16 |
|
‘İnsan haklarının beşiği’ Fransa’da her yıl 90, kadın koca dayağından ölüyor
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), insan haklarının beşiği olarak zikredilen Fransa’da koca dayağından dolayı, her dört günde bir kadının hayatını kaybettiğini ortaya çıkardı. Fransa’daki kadın haklarına ilişkin bir rapor yayınlayan örgüt, durumu “insan hakları alanındaki en büyük skandallardan birisi” olarak niteledi. Fransa’da şok etkisi yapan raporda, ülkede her on kadından birinin de aile içi şiddete maruz kaldığı belirtildi. 2003 yılında Fransa’yı mercek altına alan Amnesty International, Fransız yetkililerin ‘aile içi özel bir olay olarak görülen’ şiddete karşı ilgisizliğini eleştirdi. Rapor, aile içi şiddet konusunda ‘adaletin çekimser davrandığını, gerekli önlemlerin alınmadığının yanı sıra doktor, hakim ve polislerin yeterli olmadığını’ ortaya koydu. Kadına yönelik şiddeti önlemenin ‘devletin sorumluluğu’ altında olduğunu bildiren örgüt, “ekonomik, sosyal ve kültürel ayrımcılıkla beslenen” toplumu kınıyor. Raporu hazırlayan Prune de Montvalon, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Bu şiddet, devlet tarafından dikkate alınmadığı ve toplumun tamamı tarafından önemli bir mesele olarak görülmediği müddetçe bitmez. Ancak bu şekilde, insan haklarının anavatanı olduğunu iddia eden Fransa, kadın haklarının da anavatanı olur.” diye konuştu. Örgütün Fransa sorumlusu Geneviève Sevrin ise kadına sadece kadın olduğundan dolayı şiddet uygulandığına dikkat çekerek ülkede kadınlara yönelik ayrımcılığı eleştirdi. Örgüt, şubat ayı başında da uluslararası hukukun, devletleri suçluları cezalandırmak ve şiddeti engellemek için önlemler almak ve kurbanların kendine gelmelerini garanti etmekle yükümlü kıldığını hatırlatarak, Başbakan Dominique de Villepin’in bu konuda “iddialı bir siyaset” gütmelerini istemişti. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların dünyasını ‘cehenneme’ benzeten raporda, bu kadınların sessizliklerini bozarak kocalarına karşı gelmeleri durumunda ise ekonomik misillemelerin mağduru oldukları belirtiliyor. “Bir Erkek ve Bir Kadın” filminin ünlü Fransız aktörü Jean-Louis Trintignant’ın sinema oyuncusu kızı Marie Trintignant, iki yıl önce rock yıldızı sevgilisinden yediği feci dayak sonucu hayatını kaybetmişti. Geçtiğimiz yıl düzenlenen 24. İstanbul Film Festivali’nin açılış konuğu olarak Türkiye’ye davet edilen ünlü Fransız oyuncu Emmanuelle Beart, “Kadın döven ülkeye gitmem.” diyerek festivale katılmayı reddetmişti. 6 Mart Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul’da yapılan yürüyüşlerde polisin kadınlara şiddet uygulamasını gerekçe gösteren Fransız yıldız, İstanbul Film Festivali yönetimini arayarak, ‘kadınlara şiddet uygulayan bir ülkenin festivaline konuk olmak istemediğini’ bildirmişti. Festivale, Beart’ın yerine İtalyan yıldız Sophia Loren açılış konuğu olarak katılmıştı. Fuhuş ve hapishane uyarısı Fransa’da kadın hakları konusunda ilk kez rapor hazırlayan örgüt, şiddetin dışında kadınların, hayat kadını ticaretinin kurbanı olmasını da kınıyor. Balkanlar, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’dan getirilen kadınların hayat kadını olarak pazarlandığına dikkat çeken Amnesty International, insan ticareti ile mücadele için genel bir strateji ortaya konulmasını talep ederek Fransa’yı Avrupa İnsan Ticareti ile Mücadele Konvansiyonu’nu onaylamaya çağırıyor. Bu şekilde fuhşa zorlanan kadın sayısının 14 bin civarında olduğunu belirten örgüt, bu kadınların özgürlüklerinin tehditle ellerinden alındığına ve şiddete maruz kaldıklarına dikkat çekiyor. Fransa, geçtiğimiz yıl da hapishanelerindeki kötü şartlardan dolayı eleştirilere maruz kalmıştı. Fransız hapishanelerinde incelemelerde bulunarak bir rapor hazırlayan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Yüksek Komiseri Alvaro Gil-Robles, “korkunç” tablolarla karşılaştığını bildirerek, “Ben hayatımda daha kötüsünü görmedim.” demişti. Ali İhsan Aydın Paris DIŞ HABERLER 10.02.2006 CUMA Zaman |
05-04-2006, 07:35 | #17 |
|
Hürriyet 04.04.2006
4 Nisan 2006 Şiddet mağduru kadın için 24 saat nöbet Esra ÖRGEN, (DHA) Adana Barosu Kadın Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Şefika Ekizoğlu, şiddet gören kadınlar için gece nöbeti de tutarak 24 saat görev başında olduklarını söyledi. Evliliğinde mağdur olan kadınlara haklarını öğretmek ve haklarını aramak için çalışmalar yaptıklarını belirten Şefika Ekizoğlu, şiddet mağduru kadının, kendilerine sığınması halinde, güvenliğinin sağlandığını ve hukuki anlamda hakkını aramak için harekete geçtiklerini söyledi. Şiddet sonrası sokağa atılan ve eşinden boşanmak isteyen kadının, koşullarının uygun olması halinde tüm masraflarının karşılanarak İstanbul Mor Çatı Sığınmaevi’ne gönderdiklerini belirten Ekizoğlu, şöyle dedi: "Şiddetten kaçan kadınların birçoğu cüzdanını dahi alamadan, kendini zor kurtarıp evinden kaçıyor. Sonra gelip bize sığındıklarında nerede kalacakları konusunda ne yapacağımızı bilemiyoruz. Büyük bir kent bu konuda yetersiz kalmamalı. Kadın Kuruluşları Birliği’ne bağlı dernekler var. Bunlar, Adana’daki birçok kadına ulaşıyor. Özellikle Doğu illerinden gelen kadınların bulundukları bölgelere giderek, başlarına bir şey gelmesi halinde başvurabilecekleri noktaları anlatıyor. Bu kadınlar da mağdur oldukları zaman gidecekleri yeri öğrenmiş oluyorlar. 24 saat kadınlarımız için mesai yapıyoruz." |
05-04-2006, 22:12 | #18 |
|
eğitim
bana göre ülkemizde kadınların dayak yemesi bazı kendini bilmezlerin yüzünden ve kadının eğitimsiz oluşundan kaynaklanıyor.bildiğiniz gibi halen belirli bölgelerde kız çocuklarının okula gitmesi problem oluyor. kadınların cinsel tacize maruz kalmasıda erkeklerin eğitimsizliğinden kaynaklanıyor. bana göre bu problemleri aşmanın en iyi yolu ilköğretim ve lisede eğitimli kişiler tarafından cinsellik dersi verilmesi. halkımızın bu konuda bilinçlendirilmesi. bu konudaki hassasiyetinizden dolayı size teşekkür ediyorum.
|
18-04-2006, 22:24 | #19 |
|
Dayağa cezada indirim
Bir tokattan ne çıkar! Hükümet, aile içi şiddeti yeniden 'şikâyete bağlı suç' kapsamına alıyor. Gerekçe ise, "Bir tokat atılması halinde dahi soruşturma açılması." Kadın dernekleri yeni düzenlemeye tepki gösterdi Bülent Sarıoğlu Hükümet, Avrupa Birliği'ne uyum ve aile içi şiddeti azaltmak amacıyla getirilen yeni ceza sisteminden geri adım atıyor. Aile içi şiddeti yeniden "şikâyete bağlı suç" kapsamına alan tasarının gerekçesinde, "Bir tokat atılması halinde dahi soruşturma açılıyor" ifadesinin kullanılması dikkat çekti. Tasarı komisyonda Adalet Bakanlığı'nca ceza yasalarına uyum gerekçesiyle hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) gönderilen 223 sayfalık kapsamlı tasarı, Adalet Komisyonu'nda yarın görüşülecek. Okullarda ve toplumda şiddetin giderek yaygınlaştığı dönemde aile içi şiddetin yaptırımını azaltan ve bu konuların soruşturulmasını zorlaştıran hükümlerin Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan tasarıda yer alması tepkiyle karşılandı. Mevcut yasa ne diyor? Mevcut Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesinde şiddeti cezalandıran hüküm şöyle: "Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığını ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Yasa, kasten yaralama suçunun "üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe" karşı işlenmesi halinde "Şikâyet aranmaksızın verilecek ceza yarı oranında artırılır" hükmünü de öngörüyor. Şikâyet şartı aranıyor Hazırlanan tasarıyla bu hüküm değiştiriliyor. Tasarının 156. maddesine göre, kasten yaralama suçunun üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi halinde şikâyet şartı aranacak. Kasten yaralama suçunun üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi halinde öngörülen ceza miktarı da düşürülüyor. Mevcut yasada bir yıldan üç yıla kadar olan cezanın "yarısı oranında artırılması" hükmü varken tasarıda "üçte bir oranında artırılır" deniyor. Maddenin değişiklik gerekçesinde şöyle denildi: Tokada bile müdahale "Aile bireylerine karşı işlenen kasten yaralama suçunun, ağırlığına bakılmaksızın, resen yani şikâyet aranmaksızın soruşturulabilir bir suç haline getirilmesi, örneğin bir tokat atılması halinde dahi aile bireyleri arasındaki ilişkiye hukuk adına müdahil olmayı gerektirmektedir. Bunun doğurabileceği sakıncalar göz önünde bulundurularak TCK'nın 86. maddenin üçüncü fıkrasında yapılan işbu değişiklikle, aile bireylerinden birinin diğerine karşı işlemiş bulunduğu kasten yaralama suçundan dolayı, ancak şikâyet üzerine soruşturma ve kovuşturma yapılabilecektir." KADIN DERNEKLERİ AYAKTA Feodal mantığın ürünü Şenal Sarıhan (Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı, TCK Platformu Temsilcisi, Avukat): Şiddeti körükler nitelikte yeni bir düzenleme. Bir tokatla bir kurşun arasında fazla fark yoktur. Tokat atarak başlar şiddet ve giderek büyür. "Bir tokat atılması halinde dahi" diyen mantık doğal olarak böyle bir sonuç yaratacaktır. Aile içi şiddet okuldaki şiddeti de körüklüyor, genel sosyal alandaki şiddeti de körüklüyor. Şiddeti, aile içinde, büyükler - küçükler arasında gibi bir statüyle affetmeye başlarsak, önüne geçmek mümkün olmaz. Bunu ancak feodal mantık yapar. Bu kadın ve erkek arasında sorun değil, bütün bireyler arasındaki sorundur. Bu yeni koşullara değil, ancak yeniden 'eski anlayışa uyum' olabilir. Bu neye uyumdur? Sema Kendirci (Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı, Avukat): Şiddete engel olacağı konusunda nutuklar atan iktidar, şiddeti özellikle aile içinde kategorize etmek istiyor. Bir tokatta dahi şikâyete konu edilebileceğinin endişesini taşıyıp ancak yaralamada gündeme getirmek istiyorlar. Bu ne kadar samimiyetsiz, ikiyüzlü bir tutumdur. Ceza Yasası'nı yaptıklarında da Avrupa'ya övündüler. Bu neye uyumdur? "Bir tokat atmak" o kadar doğal karşılanıyor. Bari doğrudan şunu desinler; "Tokattan yaralamaya kadar bildiğimizi yapalım, kadın da sıkıysa şikâyet etsin!" |
20-04-2006, 14:41 | #20 |
|
Milliyet 20.04.2006
Tepkiler sonuç verdi "Bir tokada dahi soruşturma açılıyor" gerekçesiyle aile içi şiddette soruşturmayı şikâyete bağlayan düzenleme yeniden ele alınıyor BÜLENT SARIOĞLU Ankara Aile içi şiddetin takibini, "bir tokada dahi soruşturma açılıyor" gerekçesiyle şikâyete bağlayan düzenlemenin hâkim ve savcıların talebi doğrultusunda yapıldığını savunan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, "Dayak atan da ben değilim, yiyen de. Benim bir ısrarım yok" dedi. Kadın örgütleriyle kadın milletvekillerinin tepkisine yol açan tasarı, üzerinde daha ayrıntılı çalışılması amacıyla dün TBMM Adalet Komisyonu'ndan alt komisyona havale edildi. Çiçek, Milliyet'e şu değerlendirmelerde bulundu: "Bir düzenleme tasarı olarak geldiyse, orada ısrar yoktur. Burada bir kez daha tartışılacak. Bu bizim bakanlığımızın talebi de değil. Biz bu dönem hiçbir zaman olmadığı kadar hâkimlerle, savcılarla temas halinde çalışıyoruz. Bazen burada yaptığımız şey araziye uymuyor. Bu işin tatbikatçılarından, belirli bölgelerde sıkıntılar olduğu, çok tirajik olaylarla karşılaşıldığı gibi şikâyetler gelince tasarıya bu hüküm eklendi. Komisyonda yeniden değerlendirilir." Adalet Komisyonu'nda kadın üyenin bulunmaması da dikkat çekti. Nazi kampı gibi Tasarıyla ilgili bazı görüşler şöyle: Gaye Erbatur (CHP Adana): Engellemek için her türlü direnişimizi yapacağız. Komisyonumuz 4.5 ay çalıştı ve şunu tespit ettik: Aile içinde şiddet gören kadınların davranışı, Nazi kamplarında sistematik işkence gören Yahudilerin davranışlarıyla aynı. Bakanla görüştüğümde, "Aile içi şiddeti ortadan kaldırmak gerekiyorsa cezaları artıralım" demişti. Şimdi bu nasıl mantıktır anlamak mümkün değil. Zeynep Karahan Uslu (AKP İstanbul): Sadece mağdurlara bıraktığınız zaman, istense dahi şikâyet gerçekleşmeyebilir. Bu durumun önüne geçmek adına mevcut düzenleme yerindeydi. Şiddetin küçüğü büyüğü, orta şiddetlisi az şiddetlisi olmaz. Şiddeti kategorize etmeyelim. Semiha Öyüş (AKP Aydın): Takibin şikâyete bağlanması uygulamacının kolayına gelir. Şiddete uğrayan insanların haklarını korumak adına önemli bir aşama kat ettik. Bundan geriye gidilmesi elbette arzu edilmez. Bunun takipçisi olacağım. Melda Bayer (Eski Devlet Bakanı): "Tasarı, kadına tokat atılmasını doğal sayan bir kafanın ürünü." |
14-05-2006, 08:01 | #21 |
|
Dayakçı Kocayı İhbar Edene Anında 500 Euro
İspanya’da dayakçı kocayı ihbar edene anında 500 Euro
Ali Kemal KURTUBA / MADRİD Türkiye, AKP Konya Milletvekili Halil Ürün’ün eşi Esma Ürün’e attığı dayağı konuşurken, İspanya’da devletin aile içi şiddetin önlenebilmesi için başlattığı kampanya çerçevesinde alınan kararlar, birbiri ardından yürürlüğe giriyor. Son olarak Madrid bölgesi otonom hükümeti, kocasından dayak yiyen kadınların ilgili makamlara başvurarak şikayette bulunmaları durumunda derhal 300-500 Euro’luk ödemede bulunulmasını kararlaştırdı. Bu konudaki kararnamenin önümüzdeki günlerde yayınlanarak yürürlüğe gireceğini belirten Madrid Otonom Hükümeti Kadın Müşavirliği, söz konusu ödemenin yapılabilmesi için yıl sonuna kadar bütçeden 950 bin Euro ödenek ayrıldığını açıkladı. ÖZEL GÜVENLİK GÜCÜ Eşlerinden dayak yiyen kadınların aile içi şiddetle mücadele için özel olarak kurulan emniyet ve yargı organlarına başvuruda bulunmalarını teşvik için yapılacak 300-500 Euro’luk ödeme hakkında açıklamalarda bulunan Kadın Enstitüsü sözcüleri "Kadınları bu yolla resmi makamlara başvurarak şikayette bulunmaya özendiriyoruz. Eş şiddetine maruz kalan kadınlar, çoğunlukla korkudan bu müracaatı yapamıyorlar. Ayrıca sokakta kalma endişesi var. Devletin açtığı sığınma evleri onların hizmetinde. Kendilerine verilecek 500 Euro ile de ilk ihtiyaçlarını da karşılayabilecekler" dediler. DAYAKÇI KOCAYA PRANGA Madrid Otonom Hükümeti Kadın Müşavirliğinden yapılan açıklamada ise, sözkonusu yardım miktarının çocuk durumuna göre değişeceği, çocuksuz kadınlara 300, çocuklu kadınlara 500 Euro verileceği belirtildi. Ayrıca oturma ve çalışma izni bulunan göçmen kadınlarında bu para yardımından yararlandırılacakları bildirildi. İspanya’da dayakçı kocalara, öncelikle eşlerinden uzak durmaları kararı veriliyor, ayaklarına takılan elektronik prangayla eşlerine yaklaşmaları engelleniyor. Prangalı erkek, karısına yasaklı mesafeden daha fazla yaklaştığında karakolda alarm ışığı yanıyor. 14 Mayıs 2006 /Hürriyet |
14-05-2006, 10:54 | #22 |
|
Artık ispanyollar rahatlıkla borçlansın.Arkalarında devlet desteği var.Eşleri ile uyumlu bir İspanyol çift iyi para kazanacak gibi görünüyor.Pranga uygulaması da çok güzel yani.Bir adım sonrası sanırım kafalara yerleştirilecek microchip öfkelendiği tespit edilen kişiyi tespit için
|
15-05-2006, 08:10 | #23 |
|
İnşallah bizde de olur, ama bir farkla. ihbar edene 500 YTL ceza.
|
09-06-2006, 13:44 | #24 |
|
Uluslararası Af Örgütü "KADINA KARŞI ŞİDDETE SON" Kampanyası
Uluslararası Af Örgütünün başlattığı "Kadına Karşı Şiddete Son" kampanyasına katılmak için aşağıdaki linki açabilirsiniz.
http://www.amnesty.org.tr/svawturkpetition.php3 İlginiz için teşekkür ederim. Merhaba. |
14-06-2006, 16:16 | #25 |
|
Kadınlar "Ölüm" Riski Olmadan Şikayet Etmiyor
Kadınlar "Ölüm" Riski Olmadan Şikayet Etmiyor
Aile içi şiddete uğrayan kadınlar üç nedenle şiddete boyun eğiyor: Ataerkil ilişkiler, ekonomik güçsüzlük ve eğitimsizlik. Av. Dayı "Kadını şiddetten korumak sosyal devlet olmanın gereği" diyor. Ölçer, "devlete", Özler ise "medyaya" sorumluluk yüklüyor. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 13/06/2006 Ayşe DURUKAN -------------------------------------------------------------------------------- BİA (Ankara) - Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu Başkanı Avukat Munise Dayı, kadının uğradığı şiddeti şikayet edememesini üç nedene bağlıyor. Ataerkil sistem, ekonomik güçsüzlük, eğitimsizlik. 4320 sayılı Aile Yasası kadını şiddetten korusa da, kadınlar aile içi şiddete uğradıklarında şikayetten kaçınıyor. Kadınlar bize gelmezse, biz kadınlara gideriz Mersin Bağımsız Kadın Derneği Abide Necla Ölçer ve Ege Kadın Dayanışma Vakfı'ndan (EKDAV) Tülin Özler de Dayı'yla aynı görüşte. "Kadınlar da ancak ölümle burun buruna geldiklerinde şikayet edecek gücü bulabiliyorlar" diyorlar. Ölçer, Mersin'in çok göç alan bir şehir olduğuna değinerek, "Kadınlar şiddet karşısında haklarını aramak bir yana evlerinden bile çıkamıyorlar" diyor. "Bunun için bize gelemeyen kadınlara biz gitmeye karar verdik. Kadın Girişimciler Derneği'ne (KAGİDER) bir proje verdik. Eğer kabul edilirse avukatlarla birlikte, 15 kişilik gruplar halinde hem 4320 sayılı Aile yasası, hem de kadınların yasal haklarıyla ilgili şiddete karşı eğitim vereceğiz" diyor. Özler'se, eğitimin önemli olduğunu ancak medyaya da büyük görevler düştüğü kanısında. Özler "Televizyonlardaki dizi ve filmler ve çeşitli programlarla kadınlara hakları anlatılabilir. Sanatla kadına ulaşılabilir" diyor. Dayı: Ekonomik bağımsızlık çok önemli 4320 sayılı yasanın kadını şiddetten koruduğunu söyleyen Dayı,"Şikayet edecek kadının ekonomik bağımsızlığı olmalı. Ben, aç kalacağını düşündüğü için dayağa katlanan çok kadın biliyorum. Kadın eğer şiddete uğradığında, korunabileceğini düşünürse şikayet edebilir" diyor. Kadınların çocuklarının elinden alınacağı korkusuyla da şiddeti şikayet etmediklerini söyleyen Dayı, Almanya'daki sistemi anlatıyor. "Almanya'da bir kadın şiddete uğradığında devletin korumasına giriyor. Devlet ona çocuklarıyla birlikte yaşayacağı ev buluyor. Kirasını, elektriğini, suyunu ödüyor. Sonra ona eğitimine ve yeteneğine göre üç tane iş buluyor. Kadın bu işlerden birini seçtiğinde, maaşından çok düşük kesintilerle devlete olan borcunu ödüyor. Adeta uzun vadeli, faizsiz kredi gibi. Kadın bu üç işten birini kabul etmezse borcunu hemen ödemesi isteniyor." "Şiddet gören kadının özgüveni yok" Dayı, devletin sosyal devlet olmanın gereği mekanizmalarını devreye sokması ve çalışır hale getirmesi halinde, aile içi şiddete uğrayan kadının korkmadan şiddeti şikayet edebileceği düşüncesinde. Dayı, "Şiddet gören kadınların özgüveni yok. Bu nedenle de haklarını kullanamıyor. Kadınlara yaşamlarını yeniden kurması için ekonomik imkanlar tanınırsa, çocuklarıyla birlikte yaşaması sağlanırsa kadın neden şiddete katlansın?" diye soruyor. Ölçer: Kadın örgütleri yel değirmenine karşı savaşıyor Mersin'de 4320 sayılı yasayla ilgili kampanya yaptıklarını söyleyen Ölçer ise kadınların kendi haklarını bildikleri takdirde şiddete karşı duracağı düşüncesinde. Ölçer, kadınları eğitmekte kadın örgütleri kadar devlete de büyük görevler düştüğünü söylüyor. Ekonomik çaresizlik içindeki kadın örgütlerini yine de tebrik etmek gerektiğini söylüyor. "Kadın örgütleri yel değirmenine karşı savaşıyorlar." Özler: Bıçak kemiğe dayandığında kadın şikayet ediyor Ölçer, "Aile İçi Şiddet"e karşı Hürriyet gazetesinin kampanyasına destek vereceklerini söylüyor. İzmir ve çevresindeki tüm mahallelere gezici otobüslerle giderek şiddet konusunda ve kadınların yasal hakları konusunda eğitim vereceklerini açıklayan Özler, "Bu kampanyayla beş bin kadına ulaşmayı hedefliyoruz" dedi. Özler'e göre aile içi şiddetle ilgili iyi örnekler çoğalırsa kadınların cesareti artacak. "Eğer kadın şiddete uğrayan bir kadının korunduğunu, kollandığını görürse şikayet eder. Şimdi bıçak kemiğe dayandığında şikayet ediyor." "Geleneksel yapının değişmesi uzun sürer" Bu durumun geleneksel yapıyla ilgili olduğunu söyleyen Özler, ilkokullardan başlayarak ayrımcılık ve pozitif ayrımcılıkla ilgili bilgilerin müfredata girmesi gerektiği görüşünde "Geleneksel yapının değişmesinin uzun bir süreç. Değiştirdim demekle, değişim ve dönüşümün sağlanamıyor. 70 milyonluk Türkiye'nin yarısının kadın olduğunu düşünürsek, 35 milyon kadına ulaşmak çok zor. Burada medyanın çok ciddi çalışması gerekiyor. Tabii sendikaların ve sağlıkçıların da." (AD/EZÖ/TK) http://www.bianet.org/2006/06/01_k/80662.htm |
26-06-2006, 19:34 | #26 |
|
kadınlarımız
merhaba sayın site üyleri ben dokuz eylül unvs. 4. sınıf tıp fakültesi öğrencisiyim öncelikle sizi böyle bir konuya değindiğiniz için tebrik etmek istiyorum. forumda bende görüşlerimi sizinle paylaşmaktan mutluluk duyarım. dokuz eylül üniversitesi kadaın sağlığını araştırma topluluğu üyesiyim ve bende hem bireysel hemde kişisel anlamda kadına yönelik şiddeti kınıyorum şimdilik bu kadar.. teşekkür ederim
|
04-08-2006, 20:47 | #27 |
|
Mehmetçik "Aile İçi Şiddete Son" kampanyasına katılıyor
Mehmetçik ’Aile İçi Şiddete Son’ kampanyasına katılıyor
Nuray BABACAN / ANKARA hurriyet.com.tr 4 Ağustos 2006 Devlet Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın aylardan beri üzerinde çalıştığı ’şiddete ve töreye karşı mücadele’ çalışması tamamlandı. Töre, şiddet ve kızların okula gönderilmesiyle ilgili olarak hazırlanan dört afiş, 30 Ağustos’tan sonra tüm kışlalara asılacak. Askerlere bu konuda özel eğitimler verilecek. AİLE ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun, Hürriyet’e verdiği bilgiye göre, hazırlanan afişler, özellikle taşradan gelen er ve erbaşların önyargılarını yıkmayı amaçlıyor. Çubukçu, medyanın bu konuda çok desteğini gördüklerini belirterek, "Töre ve namus cinayetindeki algılar değişmeye başladı. Ama daha çok yolumuz var" dedi. Çubukçu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün de bu çalışma sırasında kendilerini desteklediğini söyledi. Askerlere verilecek eğitim programı, bakanlığın hazırladığı dört CD’lik bir paketten oluşuyor. Kampanya sloganları ve afişler ise bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı’nın ortak çalışmasıyla hazırlandı. Eğitim programı, kız çocuklarının eğitimi, kadınların istihdama ve karar mekanizmalarına katılmaları, şiddet ve ’töre cinayetleri’ne verilen cezalar, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konuları kapsıyor. Ayrıca askeri garnizonlarda gösterilecek kadına karşı şiddet ve töre cinayetleri gibi konuları kapsayan kısa süreli filmler de hazırlandı. 30 Ağustos’tan itibaren tüm kışlalarda başlayacak kampanya çerçevesinde, hepsinde hüzünlü bakan kız çocuklarının ve şiddet uygulanmış kadın fotoğraflarının olduğu dört afiş hazırlandı. Afişlerde, "Töre cinayeti suçtur. Cinayet töre olamaz," "Yaşama hakkına saygı duy," "Kadına yönelik şiddet erkeğin acizliğidir. Aciz olma," "Kızları da okutmalı, onların yeri okul," "Eğitimli kadın, sağlıklı nesiller yetiştirir, ülke ekonomisine katkı sağlar" sloganları kullanıldı. Afişlerde ayrıca, bu konuda yapılan yasal düzenlemelere atıf yapılarak, cezalar anımsatıldı. Çubukçu, "Sadece Genelkurmay Başkanlığı değil, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile de bu konuda çalışmalar başlattık. Bu kurumlar aracılığıyla büyük kitlelere ulaşma imkánımız var" dedi. Çubukçu şöyle devam etti: "Geçmişe kıyasla, meselenin tanımlanması açısından önemli farklılık var. İlk kez bir Başbakan töre cinayeti konusunda genelge yayınladı. Ama toplumsal dinamikler bugünden yarına değişmiyor." |
21-08-2006, 23:44 | #28 |
|
|
26-08-2006, 14:21 | #29 |
|
Kadın hakları, TSK'nın ders kitabında
Kadın hakları, TSK'nın ders kitabında
Er ve erbaşlar, kadın-erkek eşitliği,töre cinayetleri ile kadın erkek eşitliği konusunda erkeklerin üzerine düşenleri ''Yurttaşlık Sevgisi Kitabı''ndan öğrenecekler. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği, töre cinayetleri ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve erkeklere düşen görevler konularında, askerlere TSK tarafından dağıtılan kitap için bir bölüm hazırladı. Toplumsal cinsiyet konusuna yer verilen kitapta, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği oluşturan nedenler ele alınıyor. İstatistikler ve araştırma sonuçları ile kadının Türkiye'deki toplumsal statüsü ortaya konuluyor. ''Erkekler güçlü, kadınlar narindir'', ''aslında kadınlar zayıf görünür ama erkeklere istediklerini yaptırırlar'', ''erkekler çocuktur'', ''kadınlar anlaşılmazdır'', ''erkek bilgeliği, aklı, sağduyuyu, bilgiyi ve erdemi temsil eder'', ''kadın yumuşaklığı, akıl dışılığı, bilgi ve kural dışılığı, anneliği, duygusallığı temsil eder'' gibi her zaman, her toplum ve her kültür için geçerli olmayan ancak, üzerinde düşünülmeden doğru kabul edilen kalıp yargıların değişimi engellediğine dikkat çekiliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, verimsizliğe neden olduğu ve kalkınma politikalarının başarılmasını güçleştirdiği ifade edilen bölümde, kadına yatırım yapmayan ülkeler ve bölgelerin, yıllık büyümelerinin yüzde birini kaybettikleri belirtiliyor. Kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında erkeklere de önemli görevler düştüğü kaydedilen kitapta, resmi nikah yapılmasının, kız çocuklara doğar doğmaz nüfus kağıdı çıkarılmasının, töre ve gelenek gibi gerekçelerle okula gönderilmeyen kızların okula gitmesinin sağlanmasının önemine yer veriliyor. http://haber.mynet.com/detail_news/?mainPage=1&which=center&ref=haberHome&id=O1156542 227548&date=26Agustos2006 |
06-09-2006, 23:04 | #30 |
|
Baskılara dayanamadı, avukatlık mesleğini bıraktı
Baskılara dayanamadı, avukatlık mesleğini bıraktı
06.09.2006, 00:05 Almanya’da göçmen kadınların haklarını korumakla ünlenen Avukat Seyran Ateş, maruz kaldığı baskılar nedeniyle avukatlık mesleğini bıraktığını açıkladı. Ateş’in bu kararı kadın hakları savunucularının olduğu gibi politikacıların da tepkisine yol açtı... Seyran Ateş Almanya’da tanınmış bir kişilik. Genç bir kadınken ailesinin baskılarına karşı çıkan, daha sonra da yaşadıklarını anlattığı kitabı ile ünlenen Seyran Ateş, avukat olarak da özellikle göçmen kadınların haklarını korumaya başlamıştı. Ancak sorunları çekinmeden dile getirmesi ve cesareti, Seyran Ateş’e pahalıya mal oldu. 1984 yılında aşırı sağcı bir Türk göçmenin saldırısından kıl payı kurtulan Seyran Ateş, geçen hafta da mahkeme kapısında bir müvekkilinin eşinin saldırısına maruz kaldı. Üzerindeki baskılar ve bu son saldırının etkisiyle Seyran Ateş, aynı zamanda manevi baskıları kaldıramadığını söyleyerek mesleğini bırakmaya karar verdi. “Beratımı geri verdim” Avukatlık beratını geri verdiğini açıklayan Ateş, “Son iki yılda hemen hemen sadece aile hukuku konusunda çalıştım ve şiddete uğramış göçmen kadınları savundum. Son davalardan birinde, ben ve müvekkilim şiddet uygulayan eşin saldırısına maruz kaldık, canımızı zor kurtardık. Hiç kimse bize yardım etmedi, bu tür olayları sık sık yaşıyorum” diyerek kararının gerekçesini anlattı. Ayrıca sözlü saldırılara da uğradığını dile getiren Ateş, “Telefondaki tehditler soruşturma için yeterli olmuyor, delil olarak kullanamıyorsunuz. Sonunda düşündüm mesleğimi bırakmaya karar verdim, ama bu kadınların haklarını savunmaktan vazgeçtiğim anlamına gelmiyor” diye sözlerini sürdürüyor. Berlinli Avukat Seyran Ateş, aldığı tehditlerden dolayı polisten koruma istemiş, ancak yanıt alamamıştı. Şimdi Ateş’in aktif avukatlık görevinden çekildiğini açıklamasından sonra eski Parlamento Başkanı Hrıstiyan Demokrat Birlik Partili politikacı Rita Süssmuth da Ateş’e koruma verilmesini talep etti. “Kampanya başlatacağız” DW’yi dün ziyaret eden Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Göç ve Uyum Bakanı Armin Laschet ise Ateş’in verdiği karardan üzüntü duyduğunu dile getirdi. Laschet, “Seyran Ateş’e ve çalışmalarına çok değer veriyorum, her zaman sorunlu konulara ayrıntılı yaklaşımları olmuştur. Ne yazık ki geçmişte özellikle göçmen ailelerde kadın hakları tabu idi. Kadınlara yönelik şiddet hasıraltı edildi” dedi. Laschet’in sözlerini sürdürdü: “Yıllardır yaşanmasına rağmen, ancak şimdi namus cinayetlerini konuşabiliyoruz. Bunu dile getirenlerden biri Seyran Ateş oldu. Bunun İslam’la ilgisi yok, tamamen ataerkil yapıya bağlı bir sorun. Umarım Seyran Ateş, kadın hakları konusundaki çalışmalarını devam ettirir. Biz de bakanlık olarak önümüzdeki yıl kadın hakları konusunda bir kampanya başlatacağız” dedi. Kadınlar tehditlere maruz kalıyor Sosyal Demokrat Parti’den Türk kökenli milletvekili Lale Akgün ise şiddete karşı mücadele eden herkesin tehditlere maruz kaldığını hatırlattı. Akgün, “Seyran Ateş’in mesleğini bırakmasına üzüldüm, ama kadın haklarının savunulduğu her yerde şiddet mevcut. Sosyal alanda kadın sığınma evlerinde çalışan kadın ve erkekler, hemen herkes bu tür tehditlere maruz kalıyor. Özellikle erkekler bunu kabul edemiyorlar” dedi. kaynak:www.tumgazeteler.com |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Basında Hasta Hakları Haberleri | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 41 | 18-01-2010 19:25 |
Basında Çocuk Hakları Haberleri | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Çocuk Hakları Çalışma Grubu | 31 | 08-01-2009 01:15 |
Güncel Basında Aile Hukuku Haberleri | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Aile Hukuku Çalışma Grubu | 13 | 23-01-2008 11:54 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |