03-10-2005, 21:33 | #61 |
|
Nuran Davası'nda İndirimsiz Ceza, Örnek Olsun
Töre/namus gerekçesiyle telle boğularak öldürülen Nuran Halitoğulları'nın katilleri "müebbet"e mahkum oldu. Avukat Gülbahar, "Mahkemenin verdiği karar, hukuk sisteminin en küçük bir tolerans göstermeden net bir biçimde uygulanacağının kanıtı olmalıdır." -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 03/10/2005 Ayşe DURUKAN ayse@bianet.org -------------------------------------------------------------------------------- BİA (İstanbul) - Tecavüze uğrayan 16 yaşındaki kızı Nuran'ı boğduktan sonra cesedini ormana gömen Mehmet Hanifi Halitoğulları ile oğlu Mehmet Ali ve akrabası Şakir Karalal ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiler. Yeni TCK'ye göre, basına yansımış ilk ceza olarak nitelendirilen bu cinayetle ilgili olarak, TCK Kadın Platformu üyesi Avukat Hülya Gülbahar, "Nuran davası, sadece asli suçlunun değil, azmettirenlerin de cezalandırılması açısından da örnek bir karardır" dedi. Kadına yönelik şiddetin, töre/namus gibi gerekçelerle yıllardır "ceza indirimi" öngördüğünü söyleyen avukat Hülya Gülbahar, kadın kuruluşlarının yeni Türk Ceza Kanunu'na ilişkin verdikleri mücadelenin, hiç olmazsa bu yönüyle bir kazanım olduğuna işaret ederek, "Bizim amacımız insanları cezaevlerinde daha uzun ve süresiz yatmalarını sağlamak değil, töre ve namus gerekçesiyle kadının üzerindeki şiddete karşı caydırıcılıktır" dedi. Yeni TCK'ye göre yargılanan ve ceza alan baba Mehmet Hanifi Halitoğulları, oğlu Mehmet Ali ve akrabaları Şakir Karala'yla ilişkin kararı olumlu bulan Avukat Hülya Gülbahar, Bakırköy 5'inci Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği karara ilişkin, bianet'e şu değerlendirmeyi yaptı: "Yeni TCK'ye ilişkin bu bizim bildiğimiz, basına ve kamuoyuna yansımış ilk uygulamalardan bir tanesidir. Eski TCK'nin 450. maddesine göre bu adam öldürmekti, suçlu idam cezasına mahkum ediliyordu. Ama çeşitli gerekçelerle, indirimlerle iyi uygulanmıyordu. Zaten adam öldürmek değil, insan öldürmek olmalıydı madde. Hala da adam öldürmek olarak anılıyor. İnsan öldürmek olmalıdır" dedi. Yerel mahkemenin bu kararının çok önemli olduğuna değinen TCK Kadın Platformu üyesi Avukat Hülya Gülbahar, bunun nedenini iki maddeyle anlatıyor: "* Mahkemenin kararı topluma örnek olacaktır. Kararın öneminde iki husus vardır. Bir adalet ve cezaların caydırıcı etkisini ortaya koyacak bir karar verilmesidir." "*İkinci önemli nokta ise bugüne kadar töre veya namus gerekçesiyle işlenen cinayetlerde azmettirenlerin ve suça bir biçimde iştirak edenlerin genellikle cezalandırılmadığını görüyorduk. Nuran davasında sadece asli suçlunun değil, azmettirenlerin de cezalandırılması açısından da örnek bir karardır bu." Gülbahar, kadın kuruluşlarının, derneklerinin Yeni TCK'yle yürürlüğe giren değişikliği istemelerinin nedenini ise şöyle anlatıyor: "Bizim derdimiz, ömür boyu cezaevinde yatması değil. Cezaların caydıracak kadar ağır ve net bir biçimde uygulanacağı bilincinin bütün bir toplumda yerleşmesi. Bundan böyle kadınlara ve kız çocuklarına, teröre ya da namus gerekçesiyle işlenecek olan suçlara karşı hukuk sisteminin en küçük bir tolerans göstermeden net bir biçimde uygulanacağı kararlılığının ortaya konması. " Gülbahar, bu tür cezaların caydırıcı olması gerektiğine işaret ediyor: "Caydırıcı olabilmesi için de İstanbul Bakırköy 5. ağır ceza mahkemesinin verdiği karar, münferit bir karar olarak kalmamasıdır. Tüm davalarda aynı kararların verilmesi gereklidir. Caydırıcılık ancak bu sayede sağlanabilir." Hülya Gülbahar, cezaların nasıl caydırıcı olabileceğini Sibel Kekilli'ye bağlayarak örneklendiriyor: "Türkiye'de, TV'lerden birinin muhabirleri, geçtiğimiz yıl porno film çektiği için eleştirilen Sibel Kekilli'nin babasını resmen suça teşvik eder gibi soru sormuşlardı: 'Türkiye'de bu konular namus meselesi yapılıyor. Siz de yapacak mısınız' diye. Babanın verdiği cevap cezalar yerli yerinde verildiğinde ve verilen ceza sonuna kadar çektirildiğinde nasıl bir caydırıcı etkisi olacağının tipik bir örneğiydi. Baba şöyle demişti: 'Ben böyle bir işe kalkışırsam Almanya'da burada en az 15 yıl yatarım. Benim bakmakla yükümlü olduğum bir eşim ve çocuklarım var. Bunu göze alamam'. Bu cezaların caydırıcılığına güzel bir örnek değil mi?" Nuran Halitoğulları'nı, 32 kişilik 'aile meclisi' kararıyla, boğazını telle sıkıp öldürmekle suçlanan baba Mehmet Hanifi Halitoğulları, oğlu Mehmet Ali ve akrabaları Şakir Karalal, ceza indirimi uygulanmadığı için ölene dek hapis yatacaklar.(AD) |
11-10-2005, 11:51 | #62 |
|
Güldünya Tören dosyası 14.10.2005 de görülmeye devam edilecek.Savcı görüşünü bildirmiş.Muhtemelen bu celse karar verilecek.
Saygılar |
14-10-2005, 16:24 | #63 |
|
Güldünya Tören'in katiline müebbet hapis 14 Ekim, 2005 11:59:00 (TSİ) CNN TURK
evlilik dışı çocuk sahibi olduğu gerekçesiyle, Güldünya Tören'i öldürdükleri için tutuklu olarak yargılanan iki kardeşinden biri müebbet, diğeri de 11 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada kararını açıklayan Mahkeme Heyeti, sanıklardan İrfan Tören'i müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan F.T'nin ise 11 yıl 8 ay hapisle cezalandırılmasına hükmetti. |
18-10-2005, 20:07 | #64 |
|
Şahin: Töre Cinayetleri Töreyi Kirletiyor
Töre Cinayetleri Komisyonu Başkanı Fatma Şahin, "töre diye sergilenen vahşetin, hukuku da işlevsiz hale getirdiği" kanısında. Şahin, çözüm için istekli davranılmadığı, bu nedenle cinayetlerin uluslararası sorun haline geldiğine inanıyor. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 17/10/2005 Ayşe DURUKAN ayse@bianet.org -------------------------------------------------------------------------------- BİA (İstanbul) - TBMM'nde kurulan Töre ve Namus Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanlığı'na seçilen AKP Gaziantep milletvekili Fatma Şahin , Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da töre gerekçesiyle işlenen cinayetleri araştırmak üzere bir komisyon kurulduğunu söyledi. TBMM'nin açılmasıyla birlikte komisyonun çalışmalara başladığını belirten Şahin, namus gerekçesiyle kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olan cinayetlerin, yıllardır sürdüğünü ve kanayan bir yara olduğuna işaret ederek, "Bu cinayete bir de töre ve inanç adı karıştırılıyor. Cinayetin kanı, törenin ya da dinin üzerine sıçratılmak isteniyor" diyor. Şahin, ekonomik, sosyal ve hukuki yönü bulunan cinayetlere artık neşter atmanın zamanı geldiğini söylüyor: "Töre cinayetleri her gün yeni yeni dramlara neden olmasına bağlı olarak Türkiye için önemini artıran ve acilen çözüm bekleyen çok önemli bir konudur. Bu bir ayıptır ve yüz karasıdır. Türkiye bu ayıptan kurtulmak zorundadır." Şahin, töre cinayetleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne (CEDAW) aykırı olduğunu söylüyor: "1992 yılında alman CEDAW 19 no'lu tavsiye kararına göre, devlet kadınlara karşı üçüncü kişilerin uyguladığı insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. "Ayrıca Pekin'de toplanan BM Kadın Konferansı ve Pekin + 5 Sonuç Bildirgelerinde taahhütleri bulunmaktadır. Pekin + 5 bildirgesi namus suçlarını kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirmektedir. "Töre cinayetleri ile ilgili hukukî çalışmalar yapılmakla birlikte, meselenin çözümü için sosyokültürel çatışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır." TBMM üzerine düşen görevi yapması gerektiğini söyleyen Fatma Şahin, Türkiye'de ortalama 4-5 günde bir, töre cinayeti işlendiğine dikkat çekiyor. ."Meselenin vahameti ve nasıl kangrenleşmiş olduğu bu rakamlarla daha iyi görülür" diyor. Şahin, TBMM'ye töre cinayetlerini araştırmak üzere verdiği önergesinde, BM verilerine göre her yıl dünyada 5 bin töre cinayeti işlenmekte olduğunu örnekleyerek, "Türkiye dünya klasmanında, töre cinayetleri nedeniyle önde gelen ülkelerinden biridir" saptamasında bulunuyor. Şahin, töre diye sergilenen vahşetin, hukuku da işlevsiz hale getirdiğini söylüyor: "Çünkü meselenin çözümü için ayak sürüdüğümüz ve yeterince istekli davranmadığımız gerçektir.Bu nedenlerle töre cinayetleri "kol kırılır, yen içinde kalır" denilip üstü örtülemeyecek kadar ciddi bir uluslararası mesele haline gelmiştir." Şahin, töre adına işlenen cinayetlerin, töreyi kirlettiğini söylüyor. "Töre hukukla ve dinle çelişmemelidir, çelişirse; bir yanlış vardır. Din ve hukuk, her ne sebeple olursa olsun, hiç kimseye cinayet işleme ayrıcalığı vermez. Onun için bu vahşetin dinle ilişkilendirilmesi de bir başka yönden cinayettir." Şahin, "Töreye karşı gelmek suçsa, suçlu-suçsuz, ayrımı yapmaksızın insanların öldürülmesi daha büyük bir suçtur, Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Cezalandırma yetkisi devlete aittir" diyor. Şahin, "Töre cinayetleri dramı sona erecek" başlıklı bianet'e gönderdiği açıklamasında, "Zorla ve kandırılarak kirletilen kadın suçlu değil, mağdur ve mazlumdur. Mağdur ve mazlumsa cezalandırılamaz, korunur" diyor. Mafya adaleti nasıl adalet değilse, töre adaletinin de adalet olmadığı kanısında Şahin. "Nasıl ki töredir diye kan davaları tasvip edilemezse, töre cinayetleri de tasvip edilemez. Töre cinayetlerini tasvip etmemek, namusun korunmasına karşı olmak demek de değildir. Namus, insan hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunmalıdır." Töre Cinayetleri Komisyonu Başkanı Fatma Şahin, "Her ne sebeple olursa olsun, kirletilen kadının "töre" öyle gerektiriyor, diye, aile meclisi kararlarıyla, ölüme mahkum edilmesi; kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin bir başka göstergesidir" diyor. Türk kadınının yüzde 67'sinin fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen Şahin, bu konuda da şunları söylüyor: "Kadının ayrımcılığa tabi tutulması ve sistematik bir biçimde şiddete maruz bırakılması toplumsal bir olaydır, onun için bu salt mevzuat değişiklikleri ile halledilebilecek bir konu değildir. Nitekim AB müktesebatı çerçevesinde 7. Uyum Paketi ile TCK'nin 462. maddesi değiştirilerek, töre cinayetleri hafifletici sebep olmaktan çıkartılmıştır. Ama mesele kökünden çözülmüş değildir." Şahin'e göre bu cinayetlerin, birden fazla kişinin bir araya gelip karar alması ve bir çok kişi tarafından planlanması, beraberce gerçekleştirilmesi nedeniyle "nitelikli suç" sayılması gerektiğine dikkat çekiyor: "Aksi halde etkili koruma sağlama sorumluluğunu yerine getirmekte başarısız olduğu için, bu cinayetlerde devletin sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır." Şahin, töre cinayetlerinin en fazla görüldüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine dikkat çekiyor ve öncelikli olarak bu bölgelerde araştırma yapılması gerektiğine işaret ediyor: "Töre cinayetlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde sıkça görülmesi meselenin arka planında başka nedenler olduğunun göstergesidir. "Bu bakımdan konunun ardında yatan nedenlerin araştırılarak tespit edilmesi çözüm yolunda ciddi bir adım olacaktır." Şahin, TBMM'nin töre cinayetlerini araştırırken, sadece bir toplumsal vahşeti gözler önüne sermeyeceğini söylüyor. Töre cinayetleri nedenlerini ortaya koyacağından, sorunun çözümü konusunda devlete, millete, gönüllü kuruluşlara ve toplum önderlerine ne gibi görevler düştüğünün de anlaşılacağı kanısında. (AD) |
29-10-2005, 15:10 | #65 |
|
Kadına Yönelik Şiddetin Etimolojik Anlamı
Kadına Yönelik Şiddetin Etimolojik Anlamı
İbranice'den gelen Tora/Tevrat, Moğolca'dan Tör/Devlet Türkçe'ye 'Töre' olarak yerleşir. Namus, nomostan gelir. Kökü Yunanca nema'dır. Erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlayan hayvanlar anlamında. Kelimelerin kökeninde kural, kanun ve sahiplenmek var. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 26/10/2005 Ayşe DURUKAN ayse@bianet.org -------------------------------------------------------------------------------- BİA (İstanbul) - Töre/Namus Cinayetleri Komisyonu'na Başkent Kadın Platformu adına bilgi veren feminist yazar, araştırmacı yazar Leyla Pervizad, komisyona öncelikle töre ve namus kelimelerinin kökenlerini anlattı. Pervizad konuşmasında, "En çok konuşulan konu, 'töre midir, namus mudur'; 'töre cinayeti mi diyelim, namus cinayeti mi diyelim' konusu. Çok önemli konu, hemen adını koymak gerekli. Mecliste, bu dakikadan sonra başlık konusunda hiçbir şey yapılamasa bile, bizim anlamamız ve bundan sonraki işlerimizde stratejimizi belirlememiz açısından çok önemli" dedi. Pervizad'ın komisyonda yaptığı konuşmanın 'töre/namus' kelimeleriyle ilgili açıklamasının yer aldığı bölümü, önemli olduğundan, aynen aktarıyoruz: "Töre kelimesi, Türkçe'ye iki yerden geçmiştir. Bir tanesi, eski İbranice'den. Töre, tora, yani, 'Tevrat' anlamındadır. Tevrat'ın da kelime anlamı, yazılı olmayan kanun, kural. O kadar önemli bir kural ki, yazılmasına gerek kalmayan önemli kanun, kural anlamındadır. İkincisi, tör'dür. Tör de eski Moğolca'dan Türkçemize gelmiştir. Tör, Moğolca'da 'devlet' demek. Şu anki kullanımı ya devlet olarak, ya da devletin kanunları olarak kullanılıyor. 'Namus' ise, nomos'tan gelmiştir. Biz Arapça veya Farsça'dan aldığımızı düşünüyoruz. Araplar ve Farslar da eski Yunanlılardan almıştır. 'Nomos' kelimesi, iktidar, kanun, kural anlamındadır. Nomos'un da kökü 'nema'dan gelir. Nema da, bir erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlak alanın üstünde otlayan hayvanlar anlamındadır. Hem namus kelimesinin, hem töre kelimesinin kökünde kural, kanun ve de sahiplenmek yatıyor. Türkiye özeline baktığımızda, töre cinayetleri, kan davaları, aşiret içi cinayetler, aşiretler arası cinayetler olarak, genellikle erkeklerin erkeklere uyguladığı şiddet eylemlerinin sonucunda ortaya çıkar. Aşiret arası kavga vardır, eve girilir, orada iki erkek öldürülmek istenir, mutfağa girerler, o iki erkeği öldürürken silah çekerler kadın da tesadüfen mutfaktadır ve kadın da öldürülür. Burada kadın cinayete kurban gitmez değil, burada kadının kadın olarak var olmasında bir problem yok; ama, namus cinayeti tamamen ve otomatik olarak kadına yöneltilmiştir. Bu cinayeti çoğunlukla genellikle erkek işliyor; ama, şunu da kabul etmemiz lazım, tetiği çeken her zaman erkekse de, arkada kayınvalide, görümce ve kadın akrabaların da büyük rolü var; yani, her zaman için kadınlar da sandığımız kadar, tırnak içinde, algıladığımız gibi masum değiller. Kendi araştırmalarımdan biliyorum, bir kayınvalide ve bir görümceyle karşılaşmıştım; adam karısını öldürmek istemiyordu. Kayınvalide tarafından erkekliği sorgulanıyordu, "sen karını öldürmedin, ne biçim adamsın" diyerek. Ama, namus cinayeti, kadınların yerleşik olan normları geçmesi veya geçtiğinin sanılması üzerine kadınlara yönelik işlenir. Onun için, töre kelimesi bence yanlış.(AD) |
28-11-2005, 23:08 | #66 |
|
Kadın boyun eğiyorsa namuslu, eğmiyorsa namussuz
Emel ARMUTÇU Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA), 2004 yılında gerçekleştirdiği ‘Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri’ başlıklı araştırmanın sonuç raporu geçtiğimiz hafta yayınlandı. Bu cinayetlerin en fazla işlendiği kentlerden dördünde (İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman) yaklaşık 250 kişiyle görüşerek yürütülen araştırma, 2005 Türkiyesi’nin namus bahane edilerek işlenen cinayetler konusunda ne kadar kötü durumda olduğunu acı bir şekilde gözler önüne serdi: Değerlendirilen 100’ün üzerinde olayın yarısı cinayetle sonuçlanmış, ölümden kurtulanların durumu da içaçıcı değil. Araştırma, bu tür cinayetlere nasıl meşruiyet kazandırıldığını, Türk toplumunun bu sorunun çözümü konusunda pek fazla düşünmediğini de ortaya koyuyor. Aynı günlerde, yapımcı-yönetmen Melek Ulagay Taylan ile İsveçli fotoğrafçı ve kameraman Ulla Lemberg’in namus ya da töre bahanesiyle işlenen cinayetleri araştırmak üzere çıktıkları yolculuğu anlatan Karanlıkta Diyaloglar adlı belgesel de tamamlandı. Çok acı hikayeleri konu alsa da sinema tadında çekilmiş, çarpıcı bir belgesel bu. Lafı uzatmaya gerek yok, yolculuğun ve öykünün asıl kahramanları onu çok güzel anlatıyorlar zaten... Leyla, töreyi reddeden bir erkek tarafından kurtarıldı diğeri imdat telefonlarında adını bile veremeden öldürüldü Karanlıkta Diyaloglar, geçtiğimiz cuma ve cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gösterildi. Ardından KAMER temsilcileri, Melek Ulagay Taylan ve kadın örgütlerinden konukların katıldığı bir söyleşi yapıldı. Filmin özel gösterimleri yapılmaya devam edilecek ve Avrupa’da festivallere katılacak. Ancak vizyona da mutlaka girmesi gereken bir film... Urfa Emine Kızılkurt, sadece 14 yaşındaydı. Urfa’nın Suriye sınırına yakın Ovalı köyünden. Kısacık hayatından geriye kalan tek bir fotoğrafı bile yoktu. Sadece polise gönderdiği bir mektup; öldürüleceğini anlayınca yazdığı ama öldürülmesini engelleyemeyen, mektuptan çok bir çığlık. Amcasının oğlu Mahmut’la evlendirmeye karar vermişlerdi. ‘Buralarda bir amcaoğlu, bu kızla ben evleneceğim derse, başka kimse onu isteyemez’ diyor bir tanık. Emine bu evliliği istemedi ve istemediğini de yüksek sesle söyledi. Bu amcası için kabul edilebilir bir durum değildi. Hakkında dedikodular çıkarıldı hemen; köyden bir başkasından hamile olduğu fısıldandı ailesinin kulağına... Şimdi Karanlıkta Diyaloglar filminde, mektubundaki satırlardan sesleniyor Emine: ‘Benim hamile olduğumu söylüyorlar. Ben ne hamileyim, ne kürtaj yaptırdım. Benim yaşım başım ne ki kürtaj olayım.’ Diyarbakır’a bekaret kontrolüne götürüldü. Bu kez kentten bir kadın jinekolog konuşuyor: ‘Bir insanın bakire olup olmadığı ancak jinekologlar tarafından anlaşılabilir. Bize böyle taleplerle geldiklerinde tedirgin oluyoruz, çünkü kızınız bakire değil, desek, eminiz ki o kız öldürülecek!’ Emine de üç ayrı doktora götürüldü ve her nasılsa ‘lekeli’ olduğuna karar verildi. Ölüm fermanı da yazıldı. ‘Bana diyorlar ki kendini ya elektrikle, ya yakarak, ya asarak öldüreceksin. Ya da biz silahla öldüreceğiz.’ Güneydoğu zaten yıllardır, kendini bu ya da başka yöntemlerle ‘öldüren’ genç kadınlar mezarlığı gibi. Ancak biri soruyor: ‘Bunlar gerçek intiharlar mı?’ Büyük ölçüde hayır. ‘Kızı bir yere kapatıyorlar, önüne de fare zehirini koyuyorlar. Sonunda onu yiyor, bu intihar mı?’ Emine intihar etmedi. Başka bir köyden biriyle evlendirildi. Ancak reddedilen amcaoğlu peşini bırakmadı, yeni ‘eşinin’ evinde, eşarpla boğarak öldürdü onu. Şimdi o da, Güldünya gibi, Şemse gibi, çok eskiden ‘boğulursa suçlu, boğulmazsa suçsuz’ olduğu anlaşılsın diye Fırat’a atılan kadınların yanında. Bu bir teselli olabilirse eğer, hiç değilse ölümüyle bu konuda bir adım atılmasını sağladı Emine; kararı veren ve uygulayanlar ceza indiriminden yararlanamadı, hepsi cezaevinde şimdi. Daha önceleri bu da mümkün değildi; namus cinayetlerine ‘tahrik indirimi’ uygulanıyordu! SUSTURULMUŞ KADINLARIN KARANLIK DÜNYASI İstanbul Onlar sessiz ya da yüksek sesle çığlıklarını atmaya çalışırken, İstanbul doğumlu bir kadın, boğazın sularına bakarak konuşuyor: ‘Ben burada doğdum. Özgür bir ortamda. Babam ve erkek kardeşim en yakın dostum oldu. Hayatta kendi kararlarımı kendim aldım ve sonuçlarına da katlandım. Şimdi susturulmuş kadınların karanlık dünyasına bir yolculuğa çıkıyorum...’ Bu kadın, Melek Ulagay Taylan. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden uluslararası ilişkiler mastırlı, İngilizce okutman ve gazeteci. 1992’den bu yana belgesel film şirketi Ajans 21’in ortağı. 2000 yılında İstanbul Liseleri Felsefe Kulüpleri Platformu’nun Urfa Harran’da düzenlediği felsefe tartışmalarını ve 2001’de Zeugma antik kenti ve yeni yerleşim yerlerine taşınan insanların öyküsünü anlatan iki belgesel çeken Ulagay, üçüncü belgeselini bu yolculuk üzerine yaptı. İsveçli fotoğrafçı ve kameraman Ulla Lemberg, Lübnanlı görüntü yönetmeni Fouad Al Khoury ve uzun süredir Diyarbakır’da şiddet mağduru kadınlarla çalışan psikolog Jülide Aral ile birlikte... Herhangi bir belgesel gibi değil, bir sinema filmi tadında çekilen film, tren yolculuğuyla başlıyor. Ama öncesinde, Güneydoğulu kadınların anlatımı var: ‘Bunlar birbirini sevmişler ve ailelerinden gizli kaçmışlar. Kızı öldürdüler. Baraja attılar. Oğlanı öldürdüler mi bilmiyoruz, ortada yok. Ama ailesine biz kızı öldürüyoruz, siz de oğlanı öldürmek zorundasınız, dediler. Kızı barajdan çıkarıp muayenesini yaptılar. Hiçbir şeyi yok, tertemizdi!’ Her şeyin özeti bu. Namus, illa ki cinsel ilişkiye girmek, bekaretini kaybetmek, hamile kalmakla ilgili bir tabu değil, bazen kadının giysisi olabiliyor ya da okumak istemesi, eşarbına bir erkek eli değmesi, istemediği kişiyle evlenmeye karşı çıkması da... Avukat Hülya Gülbahar, namus cinayeti, töre cinayeti diye, batı-güneydoğu diye ayırmanın, ‘ötekileştirmenin’ yanlışlığına işaret ediyor: ‘Namus, töre, bütün bu bahaneler, hepsi kadınların bedenini, kişiliğini, hayatını kontrol altında tutmak için!’ Filmin yapımcı-yönetmeni Melek Ulagay Taylan da aynı fikirde: ‘Bu sadece o bölgenin sorunu değil, Türkiye’nin, hepimizin sorunu.’ Belki de en iyi Mardin Kızıltepe’den konuşan Nilgün Yıldırım’ın söyledikleri anlatıyor bu bakışı: ‘Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde kadınlar şiddete uğruyor, evdeki şiddet yüzünden öldürülüyor. Buranın tek farkı, burada cezalar çok ağır!’ KURTULARAK YA DA ÖLEREK MÜCADELE EDEN KADINLAR 2,5 yıllık bir çalışmanın ürünü Karanlıkta Diyaloglar, bir ‘durum tespiti’ filmi. 65 dakika sürüyor ancak Melek Ulagay Taylan, iki-üç filmlik daha malzeme olduğunu söylüyor. ‘Orada insanları konuşmaya ikna etmek çok zordu. Olayları yaşayanların çoğu göçmüş, iz bırakmamıştı. Kapatılan, üstü örtülen, unutmak ve yok sayılmak istenen bir konu çünkü bu. O yüzden epeyce sıkıntı çektik.’ Neden bir İsveçli kadın kameramanla çalışmak istediğini de şöyle anlatıyor: ‘Ulla İstanbul’a bir kadın fotoğrafları sergisi açmaya gelmişti, o zaman tanıştık. Bu projeyi önerdiğimde o da aynı soruyu sordu. Ben de ‘Ben de Türkiye’nin batısından oraya gittiğimde biraz yabancıyım. Sen daha da uzaktasın. Bunun birkaç katmandan süzülen bir film olmasını istiyorum’ dedim. İkna oldu ve başladık.’ Filmde, daha trende çalışmaya başlayan Ulla’nın kamerası, yolculuk boyunca her şeyi görüntülüyor. Ancak bir üçüncü kamera var; Fouad Al Khoury’nin kamerası, o da Melek ve Ulla’yı izliyor. Görüntüye bir uzman, bir aktivist, bir hayatı kurtulmuş kadın, bir kurtulamamış, cenazesi kaldırılan kadın giriyor sırayla. Diyarbakır Kadın Merkezi KAMER’in kurucusu Nebahat Akkoç, bugüne kadar 37 kadının hayatını töreden kurtaran çalışmalarının nasıl acı bir olayla başladığını anlatıyor: 2002’de, kendilerine sürekli telefon edip, sadece ‘beni öldürecekler’ diyebilen, adını, adresini veremeyen kadının öyküsü bu. Sonunda sadece ismini öğrenebildikleri kadının, ölüm haberini okuyorlar bir gün gazetede. Çalışmalar böyle başlıyor ve ulaşabildikleri yüz civarındaki kadından 37’sinin hayatını kurtarıyorlar. Onlardan biri olan Leyla da giriyor görüntüye. Üstelik onun hikayesi hepsininkinden farklı. Çünkü kendisi değil, töreye karşı olan ve töreyi reddeden erkeğin de cezalandırıldığını çok iyi bilen, ailesinden bir erkeğin KAMER’i araması sayesinde hayatta kalabildi Leyla. Ancak Şemse Allak, onun kadar şanslı değildi. Ailesinin erkekleri tarafından taşlanarak ağır yaralanmış, öldü sanılarak bırakılmış, hastanede karnında bebeğiyle yedi ay yaşama mücadelesi vermişti. Akkoç, ‘Bebeği ölünce o da hayattan vazgeçti’ diyor. ‘Ancak onun bu mücadelesi ve ölümü, kadının insan hakları çalışmalarına çok şey öğretti... Gerisi geliyor şimdi.’ HANGİ DURUMDA NE OLUYOR Evli bir kadın bir başka erkekle ilişki kurar ya da ilişkisi olduğu düşünülürse, kadın ve onunla ilişkiye giren erkek ölüm cezasını ‘hak ediyor.’ Bu durumda kadının eşi ve her ikisinin aileleri, bu cezayı yerine getirme sorumluluğunu taşıyor. İlişki kuran erkeğin ailesi ise oğulları öldürülse de olayın üstünü örtmeyi tercih edebiliyor. Kadının eşi cinayeti reddederse, tüm aile toplum tarafından dışlanıyor. Evli bir kadın bir başkasıyla kaçarsa, yine ölüm cezasının hak edildiği düşünülüyor. Böyle durumlarda bazen, kadını kaçıran erkeğin ailesinin konumu, kadının arkasında duracak güce sahip olup olmaması, belli pazarlık kapılarını açabiliyor. Mesela kadını kaçıran erkeğin ailesinden bekar kızlar kadının ailesine veriliyor! Boşanmış bir kadının başka bir erkekle ilişki kurması da evli bir kadının ilişki kurmasından farklı değerlendirilmiyor. Bu durumlar da ölüm cezasıyla sonuçlanabiliyor. Bekar bir kadın bir erkekle ilişki kurarsa ya da kurduğu düşünülürse, yine cinayet söz konusu. Ancak bu olayların bir bölümünde, özellikle kadın başkasıyla evlendirilebiliyor. Cinayetin işlenmediği bazı durumlarda da genç kızlar intihar ediyor, bazen aileleri tarafından intihara yönlendiriliyor. Öldürmeye karşı çıkanlar dışlanıyor. Bekar bir kadın bir erkekle kaçarsa, sonuç ölüm olabileceği gibi, çok çeşitli pazarlıklar da gündeme gelebiliyor. Bu pazarlık sürecinde kadına takas edilen bir mal muamelesi yapılıyor. Kaçan kadına karşılık, erkeğin ailesinden berdel yapılarak kızın ailesine gelinler geliyor, yani ‘değiş tokuş’ yapılıyor. Bekar bir kadın tecavüze uğrarsa, çoğu kez tecavüzcüsüyle evlendiriliyor. Tecavüzcü bunu istemezse, hem tecavüzcü, hem de kadın öldürülebiliyor. Bu olaylarda ailelerin ekonomik gücü de önemli, tecavüzcü varlıklı bir ailedense kadının ailesiyle pazarlık edebiliyor. Ancak kadın hamile kalırsa, öldürülmesi kaçınılmaz olabiliyor. 100 OLAYIN YARISI CİNAYETLE SONUÇLANDI Araştırmada, mağdurların, tanıkların ya da bu tür olayları başkalarından duyanların anlattığı 100’ün üzerinde öykü değerlendirildi ve bu öykülerde ‘namusa aykırı davranış’ olduğu düşünülen durumların yarısının cinayetle sonuçlandığı, diğerlerinde başka çözümler bulunduğu görüldü. Ancak çözümlerin çoğu, kadınların ve bazı durumlarda erkeklerin, ölümden kurtulsalar da mağdur olmalarına yol açmıştı. Mesela aileleri tarafından reddedilmişler, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmışlar, sevmedikleri kişilerle evlendirilmişler, ‘değiş tokuş’ edilmiş ya da başkalarına ibret olsun diye bir uzuvları (mesela burunları) kesilmişti. NAMUS NEDİR: KADININ KONTROL EDİLMESİ Rapora göre namus, özellikle kırsal kökenli, aşiret ve akrabalık ilişkileri güçlü, kente göç etmiş olsalar bile çevreleri fazla değişmemiş kişilerde, insanların uğruna öldürülebileceği çok büyük bir şey, yaşamın anlamı ve amacı olarak tanımlanıyor. Öte yandan tüm kentlerde en güçlü eğilim, namusun kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçiminde ele alınması... KADINLAR AİLE MECLİSİNDE YOK AMA CEZAYI ONAYLIYORLAR Araştırma için anlatılan olaylarda, kadınlar (özellikle kızların anneleri) aile meclislerinde bulunmuyorlar. Ancak kararı onaylıyorlar. Hatta, kendilerini çevreye hesap verme konumunda görüyorlar. Bazıları, kızlarını intihara teşvik ediyor. Bütün bu öyküler içinde, topluluğundan dışlanmayı göze alarak karşı çıkma cesaretini göstermiş birkaç örneğe rastlanmış. Bir de, yine az sayıda da olsa, eşlerini, akraba kızlarını topluluğun kararına karşın öldürmeyen ve bu nedenle mağdur olan, bulunduğu yeri terk eden erkekler de olmuş. 2005 TÜRKİYESİ’NDEN NAMUS TARİFLERİ ‘Bizim anketlerin yüzde 70’inde ‘namus nedir?’ (sorusuna), ‘kadındır’. Bunu diyen kadınlar.’ (Batman, kadın STK çalışanı) ‘Bizde namus kavramı şeydi yani, sadece cinsel ilişkiye girmek diyildir bizim için. Konuşmak, sinemaya gitmek, radyodan şarkı istemek bile bir ölüm kararıdır. Oldu böyle bir olay da, Urfa’da yaşandı; bir kız radyoya çıkıpta ‘bütün sevenler, sevilenlere’ şarkısını armağan edince kadının ölüm kararı çıktı ve sokağın ortasında infaz edildi. Bir kadın Mardin’de, sinemaya gittiği için öldürüldü. Ha, Batman’da bi tane yaşanan, şimdi aklıma geldi, kız pantolon giyip düğüne gittiği için öldürüldü.’ (Batman, kadın, 31 yaşında, STK üyesi) ‘E çok gezen kadın eyi degildir. Evinde oturacah. Yani, fazla, dışarılara açık, gitmek; dışarı gitmek, fazla, yabancı erkeklerlen konuşmak, eyi degil. Seheb [yani sahip, kadının sahibi olan babası, amcaları, erkek kardeşleri] için de şerefiyi koruyacaksan.’ (Şanlıurfa, kadın, 70 yaşında, okuma yazması yok, doğma büyüme Şanlıurfalı) ‘Boyun eğiyorsa kadın olarak namusludur, boyun eğmiyorsa, karşı çıkıyorsa, intihar ediyorsan, sevdiğine varmak için ölümü göze alıyorsan namussuzsun, özgür ruha sahipsen namussuzsun.’ (Şanlıurfa, kadın grup görüşmesinden, 30 yaşında, ortaokul mezunu). ‘Bana göre şu anda, bu zamanda bir insanın ilkokul, ilkokulu bitirmesi bence yeterlidir. Çünkü bayanlar dışarda çoğaldıkça, fitneler de çoğalır, fitneler çoğaldıkça zulümler artar. Zulümler de arttıkça insanlar helak oluyor’ (Batman, erkek, 23 yaşında, lise terk, Diyarbakırlı) ‘Mesela insanı tahrik edici pantolonlar vardır, giyersin, insanın vücut hatları ortaya çıkar. Bu tür pantolonlara karşıyım, şu şekil olabilir, yani biraz bol kesim. Bütün vücut hatları ortaya çıktıktan sonra ben kaldıramam onu.’ (Batman, erkek, 24 yaşında lise terk, Gercüşlü) ‘Onu öldürüp kendimi de öldüreceğime boşarım. Çünkü, onu öldürdüğüm zaman kendimi de öldürüyorum. Çoluk çocuğumu da yok ediyorum.’ (Batman, erkek, 40 yaşında, lise mezunu, doğma büyüme Batmanlı) ‘Kızdır, kaçabilir. Belki biz vermeyecektik. Isteseydi belki vermeyecektik. Ee, ama kız kendi gönlüyle gitmiş. Ee, bizim bunu öldürme hakkımız var mı? Kişinin hürriyetine kast etme yetkin var mı senin? Olmaması lazım.’ (Istanbul, erkek, 64 yaşında, Tuncelili) ‘Ama kötü koca da sokaklardan daha iyidir.’ (Batman, kadın, 42 yaşında, okur-yazar, Siirtli) ‘Bizde bu şeysi davası (namus demek istiyor) olduğu için, ne bilem yani kız büyüdü mü nasıl okula gider erkeklerle beraber?’ (Şanlıurfa, erkek, 60 yaşında, ilkokul terk, doğma büyüme Şanlıurfalı) O ADAM YÜZ SENE YAŞASA MUTLAKA BULUR ÖLDÜRÜRLER ‘Bunların da aşiretinde kaçan olmadığı için, öyle bir yani onlar leke diyorlar, büyük bir aşirettir, bu leke, ‘Nasıl böyle bir şey oldu’ Bunun peşine düşmüşler. 35 milyara mı ne benzin yaktılar. Türkiye’nin her yerinde 10-15 araba devamlı dolaşıyor... (Kız bulunup öldürüldü) Adamın peşindeler. Adam 100 sene yaşasa onu mutlaka öldürürler... (Öldürmezlerse) Şimdi o aşiret hep dışlanır. Ona bir eksiklik olur. Ama onları temizledikten sonra ‘Ha biz namusumuzu temizledik, bundan sonra alnım açık gezerim.’ - Neler yapıyorlar mesela o eve karşı? - Selam sabahı da kesiyorlar. Mesela en ufak bir şey olduğu zaman, ‘Ha şuna bak, lan sizin kızınızı daha geçenlerde kaçırdılar’ diye söylerler ha. Hep yüzüne vururlar ha. Ama o olay bittikten sonra ondan sonra rahatlanırlar.’ (Adana, erkek, 53 yaşında, okula gitmemiş, Şanlıurfalı) |
09-12-2005, 10:29 | #67 |
|
GÜLDÜNYA'YA SESLENİŞ" MEKTUP YARIŞMASI
(İstanbul, 7 Aralık 2005) - Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) Türkiye Şubesi, yürütmekte olduğu "Kadına Yönelik Şiddete Son!" kampanyası çerçevesinde, namus kisvesi altında işlenen cinayetlerle ilgili duyarlılığı arttırmak amacıyla "Güldünya'ya Sesleniş" başlıklı bir mektup yarışması düzenliyor. Teyzesinin damadının tecavüzüne uğrayarak hamile kalan ve kardeşleri tarafından, ailenin "namusunu" temizlemek için Şubat 2004'te öldürülen Güldünya Tören, yaşadığı trajediyle Türkiye'de namus cinayetlerinin görünür hale gelmesinde büyük rol oynadı. Bu nedenle UAÖ, kadınlara yönelik aile içi şiddetin en korkuncu olan ve soğukkanlılıkla işlenen namus cinayetlerine karşı söyleyecek sözü olan herkesi, Güldünya'ya mektup yazmaya davet ediyor. Yaş ve cinsiyet kısıtlaması olmayan mektup yarışmasında, katılım için en önemli ölçüt, yazım dilinin toplumsal cinsiyet duyarlı olması ve kadına yönelik şiddeti olağan bulan, kabul eden ve kabullenen toplumsal bakış açısının değişmesine yönelik bir yaklaşımla yazılması olarak belirlendi. Mektupların son kabul tarihinin 5 Şubat olduğu yarışmanın sonuçları, 8 Mart 2006 tarihinde düzenlenecek törenle açıklanacak. Yarışma seçici kurulunda şu isimler bulunuyor: Aylin Aslım; Emine Yaman; Halime Güner; İlkay Bahçetepe; Leyla İpekçi; Leyla Pervizat; Nebahat Akkoç; Şevket Akdemir; Yeşim Denizel; Yıldırım Türker Yarışmaya katılmak isteyenler www.amnesty-turkiye.org sitesinden ya da 0212-258 4367 numaralı telefondan katılım koşullarını öğrenebilecekler. Arkaplan bilgisi Uluslararası Af Örgütü Mart 2004'te kadınların evde, toplumda ve devlet elinde yaşadığı şiddete karşı dünya çapında bir kampanya başlattı. Kampanyanın temel amacı, kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunun altını çizmek, toplumun her kesiminden kadının bu ihlale maruz kaldığını göstererek fiziksel, zihinsel ve ekonomik şiddeti sona erdirmektir. Toplumda, kültürel, dini ya da sosyal mazeretlerle olağan görülen kadına yönelik şiddetin sona ermesi için devletten sivil toplum örgütlerine, kadın erkek herkesin birlikte mücadele etmesi gerekiyor. Kadına yönelik şiddet gücünü ayrımcılıktan almaktadır. Devlet dışı aktörlerin yönelttiği şiddetten, önlenmesi ve cezalandırılması için gereken çabayı göstermemesi durumunda, devletin sorumlu tutulması gerektiği gerçeğinden yola çıkan UAÖ, tüm ulusal ve uluslararası kurumlara, kadına yönelik şiddete karşı etkin mücadele edilmesi için çeşitli tavsiyelerde bulunmaktadır. Toplumda duyarlılığı arttırmak ve kanıksanmışlık duvarını kırmak için UAÖ Türkiye Şubesi, kampanyanın başlangıcından bugüne çeşitli etkinlikler düzenledi. Futbol takımlarının sahaya pankartlarla çıkmaları, sokakta kadına yönelik şiddete dair istatistikler içeren nikah şekerleri dağıtılması, şiddet mağduru kadınlar anısına kurulan lale bahçeleri ve Anadolu'nun 6 iline otobüsle yapılan bilgilendirme turları bunlardan bazıları. Kampanya ve yarışma ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için: Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi: 0212-258 4367; ofis@amnesty-turkiye.org; www.amnesty-turkiye.org |
26-12-2005, 16:07 | #68 |
|
Yılda 60 kadın…’
Cuma, 23 Aralık 2005 İngiliz yayın kuruluşu BBC, haberlerinde Türkiye’de her yıl 60 kadının ‘namus’ cinayetlerinde hayatını kaybettiğini, hükümetin ise konunun üzerine gittiğini belirtti. İngiliz yayın kuruluşu BBC, Türkiye’de her yıl 60 kadının ‘namus’ cinayetlerinde hayatını kaybettiğini belirtti. Haberde, bir grup Türk milletvekilinin şu an Diyarbakır’da konu ile ilgiyi bir araştırma yaptıkları, araştırmalar kapsamında söz konusu cinayetlerden etkilenmiş aileleri, ‘namus’ cinayetine bulaşmış kişilerin yer aldığı hapishaneleri ve namus cinayetinden korkan kadınların bulunduğu sığınma evlerini ziyaret ettikleri ifade edildi. Namus cinayetinin tanımının da yapıldığı haberde, “Namus cinayeti, ailesine utanç verdiği düşünülen kadının öldürülmesidir” dendi. Sarah Rainsford imzalı haberde namus cinayetinin Türkiye’nin bazı kesimlerinde hâlâ büyük bir destek bulduğu ifade edildi. Hükümetin namus cinayetleri konusunun üzerine gittiğini aktaran BBC, yeni yasaya göre söz konusu cinayete müebbet hapis cezası verileceğini ve ‘namus’ kavramının ‘hafifletici sebep’ kapsamından çıkarıldığını aktardı. (SD) Kaynak: Hürriyet, 22 Aralık 2005 |
03-01-2006, 23:48 | #69 |
|
'Töre cinayeti'ne tahrik indirimi
ÖZGÜR CEBE Diyarbakır DHA Diyarbakır'ın Bismil ilçesindeki evinden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için kızı Pınar Kaçmaz'ı, 2002 yılında, "Kötü yola düşmüş" diyerek oğlu Erkan'la birlikte öldüren Hıdır Kaçmaz (50), önce ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı, ardından cezası "olayda tahrik olduğu" gerekçesiyle 24 yıla indirildi. "İyi hali" nedeniyle de 20 yıl hapse mahkûm oldu. 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılan Erkan Kaçmaz ise tutuklu kaldığı sürenin cezasını karşıladığı gerekçesiyle tahliye edildi. Hıdır Kaçmaz'ın Mersin'de işlediği bir cinayet nedeniyle 7 yıl tutuklu kaldığı ve kızını öldürmeden 3 ay önce şartla salıverme yasasından faydalanarak serbest bırakıldığı öğrenildi. Milliyet 3 0cak 2006 |
24-01-2006, 23:28 | #70 |
|
İsveç, Zorunlu Evliliği Ağır Suç Sayacak
İsveç Parlamentosu'ndaki partilerin temsilcileri, İnsan Hakları Fonu, Çocuk Esirgeme Kurumu, İsveç Cinsel Eğitim Derneği ve UNIFEM, kadına şiddeti konuştu. Seminerden, mecliste bekleyen yasa tasarısının acilen onaylanarak yürürlüğe girmesi kararı çıktı. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 23/01/2006 Şirvan NURAY -------------------------------------------------------------------------------- BİA (Stockholm) - 2002 yılının 21 Ocak günü babası tarafından kapısının önünde kurşunlanarak öldürülen Fadime Şahindal'ın ardından gündeme gelen namus cinayetlerini durdurmak için İsveç Parlamentosu'na bir yasa taslağı sunuldu. Şahindal'ın ölümünün 6. yılında bir araya gelen İsveç Parlamentosu'ndaki politikacılar ile sivil Toplum Kuruluşları (STK), aileleri tarafından zorla evlendirilmek istenen gençleri korumak için "Zorla yaptırılan evlilik"lerin ağır suç sayılmasına karar verdi. Geçtiğimiz günlerde sunulan yasa taslağının ardından İsveç parlamentosundaki partilerin üst düzey temsilcileri ile İnsan Hakları Fonu, Rädda Barnen (Çocuk Esirgeme Kurumu), İsveç Cinsel Eğitim Derneği (RFSU), İsveç BM Kadınlar İçin Kalkınma Fonu (UNIFEM), Şiddet Karşıtı İletişim Ağı gibi birçok sivil inisiyatif temsilcileri konuyla ilgili seminer vermek üzere bir araya geldi. İsveçliler'in büyük ilgi gösterdiği seminerde Stockholm üniversitesi hukuk sosyolojisi uzmanları da konuyla ilgili bildirilerini sundular. Seminer sonunda, namus cinayetlerinin önlenmesi için bir adım atıldı. Aileleri tarafından zorla evlendirilmek istenen gençleri korumak adına "Zorla yaptırılan evlilikler, ağır suç sayılmalı" görüşü, ortak karar olarak açıklandı. Katılımcılar, İsveç meclisinde bekleyen yasa tasarısının, bir an önce onaylanarak çıkmasını istediler. "Zorla Yapılan Evlilik Suçtur" Yasası Geliyor İsveç entegrasyon ve eşitlik bakanı Jens Orback, Sol Eşitlik Parti temsilcisi İnger Stark, sosyal demokrat milletvekili Britta Lejon, Muhafazakar Parti den (moderat) Lotta Hedström, Çevre Partisi'nden(Miljö) Hillevi Engström, Halk Parti'den (Folk) Nyamko Sabuni ve Sol Parti milletvekili Kalle Larsson seminere politikacı olarak katılan temsilcilerdi. Politik temsilciler seminere gelen dinleyicilere ve konuyla yakından ilgilenen sivil organizasyonlara "Zorla Yaptırılan evlilik suçtur" yasasının hiç bir engelle karşılaşmadan çıkacağı sözünü verdiler. İsveçli Politikacılar Irkçı Damgası Yemekten Korkuyor! Stockholm üniversitesi Hukuk Sosyolojisi uzmanlarından doçent Astrid Schlytter, politikacılar tarafından namus cinayetleri olgusunun incelenmesine rağmen, İsveç'te birçok üst düzey siyasetçinin konuyla ilgili herhangi bir yasal düzenlemeye gitmekten kaçındığını belirtti. Doç. Schlytter, "Politikacılar konuyu insan hakları açısından değil kültürel haklar çerçevesinde değerlendirdikleri için etnik gruplar tarafından eleştirilmekten ve ırkçılıkla suçlanmaktan korkuyorlar. Bu yüzden yasa gecikiyor" diyerek politikacıları bilgisizlik ve cesaretsizlik ile suçladı. Schlytter İsveç meclisinde yaptığı konuşmada özellikle namus cinayetleri olgusunun ardında yatan sebeplerin kültürel değil; evrensel problem olduğu, ataerkil ve baskıcı zihniyetinin acı veren somut sonuçları olduğunu belirtti. Öte yandan, Mecliste yapılan tartışmaların ardından başta Stockholm Sergel Meydanı olmak üzere Cumartesi ve Pazar günleri(21 ve 22 Ocak) İsveç genelinde namus cinayetine kurban giden Fadime Şahindal ve diğer kişiler için STK'lar ve sendikalar tarafından anma toplantıları yapıldı.(ŞN/AD) |
24-02-2006, 22:53 | #71 |
|
Her yıl beş bin kadın "namus" için ölüyor...
Her yıl 5 bin kadın "namus" için ölüyor...
BM Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre, dünyada her yıl 5 binden fazla kadın, namus nedeniyle öldürüldü, Türkiye’de de polisin sorumluluk bölgesinde, son 5 yılda töre ve namus yüzünden 1091 cinayet işlendi. AA- ntvmsnbc Güncelleme: 14:44 TSİ 24 Şubat 2006 Cuma-ANKARA - Töre ve Namus Cinayetleri Komisyonu’nun hazırladığı raporda, Türkiye ve dünyada kadına yönelik şiddete ilişkin tespitlere yer verildi. BM Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre, dünyada her yıl 5 binden fazla kadın, namus nedeniyle öldürülüyor. 48 ülkede yapılan araştırmalara göre, kadınların yüzde 10 ile yüzde 69’u, yaşamlarının bir döneminde, birlikte olduğu erkekten fiziksel şiddet görüyor. Türkiye’de, polisin sorumluluk bölgesinde son 5 yılda töre ve namus yüzünden 1091 cinayet işlendi. Töre ve namus cinayetleri ile kadın ve çocuklara yönelik şiddetin nedenlerini araştırmak üzere kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, Batman’daki incelemelerinin ardından, hazırladığı raporu sunacak. Komisyon’un raporunda, dünyada ve Türkiye’de çocuğa ve kadına yönelik şiddetin nedenleri ve çözüm önerileri yer alıyor. Rapora göre, kadına yönelik şiddet biçimleri arasında en sık görüleni; kadının eşinden, birlikte yaşadığı ya da cinsel birliktelik yaşadığı erkekten gördüğü şiddet... Raporda, 48 ülkede toplum tabanlı yapılan araştırmaların sonucuna da yer verildi. Buna göre, kadınların yüzde 10 ile yüzde 69’u, yaşamlarının bir döneminde, birlikte olduğu erkekten fiziksel şiddet gördüğünü ifade ediyor. ŞİDDET UYGULAYAN ERKEKLER Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un uygulanmasına ilişkin sorunlara işaret edilen raporda, vatandaş, polis ve yargı sisteminin, yasayı kullanmak için yeterince bilgilendirilmediği ve eğitilmediği belirtiliyor. Rapora göre, kadınlar, genelde eşleri, babaları ve erkek kardeşleri gibi tanıdık kişilerden şiddet görüyor. Şiddet uygulayan erkeklerin ortak özelliği, genç ve düşük gelirli olmaları. Eşlerine şiddet uygulayan erkekler, şiddet uygulamayanlara göre daha fazla öfkelenen ve düşmanlık duyguları taşıyan, antisosyal ve sınırda kişilik bozukluğu ölçeklerinden daha yüksek puan alan kişiler. ABD’DE SİLAHLA, HİNDİSTAN’DA YAKILARAK ÖLDÜRÜLÜYORLAR BM Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre, her yıl dünyada 5 binden fazla kadın, namus nedeniyle öldürülüyor. Bu cinayetler daha çok Bangladeş, Brezilya, Ekvator, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün,Fas, Pakistan, İsveç, Türkiye, Uganda ve İngiltere’de görülüyor. Kadına karşı fiziksel şiddetin, bütün sosyo-ekonomik gruplarda görüldüğü, ancak yoksul kadınların, fiziksel şiddetten daha fazla etkilendiğinin belirtildiği raporda, “Yoksulluk içindeki erkeklerin, tükenme duygusu ve ailenin geçimini sağlama konusunda oluşan kültürel beklentiyi karşılamakta yetersiz kalma gibi nedenlerle, yaşadıkları stresi, yaşamlarının her anında genelleyebildikleri görülüyor” deniliyor. Avustralya, Kadana, İsrail, Güney Afrika ve ABD’de yapılan araştırmaların sonuçlarına yer veren raporda, cinayete kurban giden kadınların yüzde 40-70’inin, daha önce de fiziksel şiddet gördüğü eşi ya da birlikte olduğu erkek tarafından öldürüldüğüne dikkat çekiliyor. Kadınların öldürülmesinde, kültürel etkenler ve ateşli silahlara ulaşım önem taşıyor. ABD’de kadınlar daha çok ateşli silahlarla öldürülürken, Hindistan’da kadınları döverek veya yakarak öldürme daha yaygın. Hindistan’da kerosenle (yanıcı madde) ıslatılan ve yakılan kadınların ardından “mutfak kazasında öldü” ifadesi sık kullanılıyor. CİNAYETLERİN YÜZDE 29’U NAMUS YÜZÜNDEN Dünyadaki namus cinayetlerinin yanı sıra Türkiye’deki durumun da tespit edildiği raporda, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verileri yer alıyor. Polisin sorumluluk bölgesinde, 2000-2005 yılları kapsayan dönem içinde, töre ve namus nedeniyle 1091 cinayet işlendi. Cinayetlerin yüzde 29’u namus, yüzde 29’u aile içi uyuşmazlık, yüzde 15’i yasak ilişki, yüzde 10’u kan davası, yüzde 3’ü tecavüz, yüzde 9’u cinsel taciz, yüzde 3’ü kız alıp verme, yüzde 2’si diğer nedenlerle işlendi. |
04-03-2006, 00:03 | #72 |
|
3 Mart 2006
Emniyet: Töre cinayetleri en çok Marmara'da işleniyor A.A Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, “töre ve namus cinayetleri”nde son 6 yılda bin 190 kişinin öldürüldüğünü belirterek, bu cinayetlere karışanların büyük bölümünü Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi illerinde doğan kişilerin oluşturduğunu bildirdi. Meydana gelen cinayetlerin 322'sinin “namus” sebebiyle gerçekleştiğini belirten Çalışkan, “töre ve namus cinayetlerinin” işlendiği yerlerin yüzde 38 oranla Marmara ve Ege Bölgesi olduğunu kaydetti. Olay yeri itibariyle il bazında Ankara, İstanbul ve İzmir'in başı çektiğini kaydeden Çalışkan, bu cinayetlere karışanların bin 413'ünün erkek, 180'inin de kadın olduğunu vurguladı. Haftalık bilgilendirme toplantısında, TÜBİTAK ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasında “Ortak Akıl Toplantısı” yapıldığını belirten Çalışkan, bu toplantıya 50 üst düzey emniyet personeli, kamu kuruluşlarından 6, sivil toplum örgütlerinden 5, üniversitelerden 30, özel sektör temsilcilerinden 23 kişinin katıldığını söyledi. Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Kuzey Teksas Üniversitesi yönetimi tarafından 1995 yılından beri, topluma yaptıkları katkılar ve hizmetler göz önünde bulundurularak kurumlara verilen “Topluma Hizmet Ödülü”ne bu yıl Türk Polis Teşkilatı'nın layık görüldüğünü vurgulayan Çalışkan, üniversitenin en prestijli ödüllerinden biri olarak kabul edilen bu ödülün daha önce, aralarında Amerikan Federal Acil Durum Yönetimi (FEMA) ve Kızılhaç'ın da bulunduğu, ulusal alanda topluma destek veren resmi ve sivil kuruluşlara verildiğini kaydetti. “TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ”... Emniyet Genel Müdürlüğü'nün “töre ve namus cinayetleri” ile ilgili bir çalışma yaptığını, bu çalışma kapsamında “töre kavramı içerisinde yer alan kan davası, kız alıp verme, aile içi uyuşmazlık, cinsel taciz, yasak ilişki, tecavüz ve namus gibi sebeplerle gerçekleşen cinayetlerin” değerlendirildiğini anlatan Çalışan, son 6 yılda bin 91 olayın meydana geldiğini bildirdi. Bu olaylarda bin 190 kişinin öldüğünü, bunlardan 710'unun erkek, 480'inin kadın olduğunu ifade eden Çalışkan, “Ülkemizde meydana gelen bu cinayet olaylarının aydınlatılması ve önlenmesi kolluk güçleri tarafından yürütülmektedir, ancak, sosyal bir vaka durumunda olan bu cinayetlerin önlenmesi, toplumu meydana getiren tüm kurum ve kuruluşlarla ve sivil toplum örgütlerinin çalışma ve destekleri ile olacaktır” dedi. Meydana gelen cinayetlerin 322'sinin “namus” sebebiyle gerçekleştiğini belirten Çalışkan, “töre ve namus cinayetlerinin” işlendiği yerlerin yüzde 38 oranla Marmara ve Ege Bölgesi olduğunu kaydetti. Olay yeri itibariyle il bazında Ankara, İstanbul ve İzmir'in başı çektiğini kaydeden Çalışkan, bu cinayetlere karışanların bin 413'ünün erkek, 180'inin de kadın olduğunu vurguladı. Şüpheli kadın şahısların profilleri incelendiğinde, yüzde 49'luk bir oranla 19-25 yaş grubunun daha çok suç işlediği, bunu yüzde 23'lük oranla 26-30 yaş grubunun takip ettiğinin görüldüğünü kaydeden Çalışkan, şüpheli erkek şahıslar incelendiğinde, yüzde 22'lik oranla 19-25 yaş grubu erkeklerin daha çok suça karıştıkları yüzde 18'lik oranla 26-30 yaş grubunun bunu izlediğini, 18 yaşından küçük çocukların oranının da yüksek olduğuna dikkat çekti. Öldürülen kadınlar incelendiğinde yüzde 20'lik oranla en fazla 19-25 yaş grubu kadınların olaylarda öldürüldüğünü bunu yüzde 19'luk oranla 26-30 yaş grubu kadınların izlediğini belirten Çalışkan, öldürülen erkek şahıslar incelendiğinde yüzde 20'lik oranla en fazla 46 yaş ve üstü erkeklerin olaylarda öldürüldüğünü, bunu yüzde 18'lik oranla 31-35 yaş grubu erkeklerin izlediğinin görüldüğünü kaydetti. Olaya karışan şüphelilerin doğum yeri itibariyle bölge kapsamında incelendiğinde yüzde 24 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin ilk sırada yer aldığını bunu yüzde 21 oranla Doğu Anadolu Bölgesi'nin izlediğini anlatan Çalışkan, doğum yeri itibariyle Marmara Bölgesi doğumluların bu cinayetlere en az karışanlar olduğunu bildirdi. Öldürülen kişilere göre, doğduğu yer itibariyle, yüzde 19 oranla Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi'nin ilk sırada yer aldığını bunu yüzde 17 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi doğumluların izlediğini vurgulayan Çalışkan, şunları söyledi: “Ülkemizde meydana gelen bu cinayet olaylarının aydınlatılması, faillerinin yakalanması ve bu olaylara maruz kalabilecek şahısların korunması noktasında alınması gereken polisiye tedbirler genel müdürlüğümüz tarafından koordine edilmekte ve bu konuda ulusal ve uluslar arası kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü çalışmalar takip edilerek her türlü tedbir alınmaya çalışılmaktadır.” İsmail Çalışkan, çalıntı ve kayıp cep telefonlarıyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı'nın internet sitesine 29 bin 47 kişinin başvurduğunu da sözlerine ekledi. 3 Mart 2006 Hürriyet |
04-03-2006, 14:45 | #73 |
|
3 Mart 2006 Hurriyet
Tore cinayetine 3 mahkumiyet Ozgur CEBE- Adnan AVUKA/MARDIN, (DHA) Semse Allak'in namuslarina leke getirdigi gerekcesiyle oldurulmesi davasinda 3 mahkumiyet karari cikti. Mardin'in Yalim Beldesi'nde 4 yil once 35 yasindaki 5 aylik hamile Semse Allak ile asik olup kuma gittigi 55 yasindaki evli Halil Acil'i toplanan ‘aile meclisi’ karariyla namuslarina leke getirildigi gerekcesiyle taslayarak oldurdukleri iddiasiyla tutuklu yargilanan saniklar hakkinda karar cikti. Cifte cinayetten yargilanan saniklardan Allak'in kardesi Mehmet Emin Allak toplam 20 yil 8 ay 10 gun, amcasinin oglu Ridvan Allak toplam 17 yil 6 ay, Ridvan'in kardesi Emruhllah Allak da toplam 12 yil 6 ay hapis cezasina carptirildi. Emrullah Allak, tutuklu kaldigi 4 yil gozonunde bulundurularak tahliye edildi. 21 Kasim 2002 tarihinde meydana gelen olayda, bir baskasiyla evli ve 4 cocuk babasi Halil Acil'a asik olan Semse Allak, kuma gitti. Bunun uzerine Allak'in toplanan aile mecilisi namuslarina leke getirildigi gerekcesiyle Semse ve Halil Acil olum karari aldi. Bir araya gelen aile bireyleri, Halil Acil'i once bicakladi, ardindan da tas ve sopalarla dovdu. Acil olay yerinde olurken, taslanarak recm girisiminde bulunulan Semse Allak agir yaralandi. Dicle Universitesi Tip Fakultesi Hastanesi Yogun Bakin Unitesi'ne kaldirilan Semse Allak'in nufus cuzdani olmadigi icin vesikalik bir fotografiyla yatisi verildi. Allak'in olup olmediginden emin olmak icin aile bireylerinin hastaneyi basmasi uzerine genis guvenlik onlemleri alindi. Ancak tum cabalara karsin Semse Allak, 7 Haziran 2003 tarihinde yasamini yitirdi. Ailesinin cenazesini almaya gelmedigi Allak, Kadin Platformu tarafindan morgtan alinarak Yenikoy'deki kimsesizler mezarliginda topraga verildi. Allak'in cenaze namazina da kadinlar ve belediye gorevlilerinin disinda kimse katilmadi. Allak ve Acil aileleri ise daha sonra Yalim Beldesi'nde baris yemeginde bir araya gedi. Semse Allak ve Halil Acil cinayetlerine iliskin 3'u tutuklu 10 sanikli davaya Mardin 2’inci Agir Ceza Mahkemesi’nde bugun devam edildi. Durusmada tutuklu 3 sanik hazir bulundu. 5'i tutuksuz biri firari 6 sanik durusmaya katilmadi. Tutuksuz saniklardan biri de bir sure once yasamini yitirmisti. SAVCININ MUTALAASI Durusmada saniklardan Mehmet Emin Allak sucunu itiraf ederek, Semse Allak ile Halil Acil'i tasladigini soyledi. Diger iki sanik ise haklarindaki suclamayi reddetti. Mutalaasini veren savci, Semse Allak'in Halil Acil’dan hamile kalmasiyla aile meclisinin toplanarak Semse’yi oldurme karari aldiklarini, ardindan Semse Allak ile Halil Acil’in yolunu keserek once yere dusmesini sagladiklarini, ardindan tasladiklarini ve bicakladiklarini belirtti. Savci, Halil Acil’in olmesi uzerine cinsel organinin da saniklar tarafindan kesildigini, Semse Allak’in oldugune kanaat getirdikten sonra olay yerinden uzaklastiklarini bu nedenle taslayarak ve bicaklayarak adam oldurmek sucundan cezalandirilmalarini talep etti. VE KARAR Kisa bir ara veren mahkeme, saniklardan Mehmet Emin Allak’i oz kardesi Semse Allak’i oldurmekten agirlastirilmis omur boyu, Halil Acil’i oldurmek sucundan da 27 yil hapis cezasina carptirdi. Ardindan Halil Acil’in oldurulmesinden agir tahrik gerekcesiyle 9 yila indirilen Mehmet Emin Allak'in cezasi, iyi hali de dikkate alinarak 7 yil 6 aya dusuruldu. Mehmet Emin Allak'in, ablasi Semse Allak cinayetinden de aldigi agirlastirilmis omur boyu hapis cezasi, faili belli olmayacak sekilde adam oldurme sucuna donusturulerek 15 yil 10 ay’a indirildi. Takdiri indirim de yapan mahkeme, Allak'in cezasini son olarak 13 yil 2 ay 10 gune indirdi. Mehmet Emin Allak her iki cinayetten toplam 20 yil 8 ay 10 gune mahkum edildi. Tutuklu saniklardan Allak'in amcasinin oglu Ridvan Allak ise Halil Acil’i oldurmekten once 27 yil ardindan olayda tahrik oldugu gerekcesiyle 9 yil, iyi hali nedeniyle de 7 yil 6 ay hapse mahkum oldu. Semse Allak’i oldurmekten de once 24 yil, ardindan faili belli olmayacak bicimde adam oldurmekten 12 yila indirildi. Iyi halini dikkate alan mahkeme sanigin cezasini 10 yila cevirdi. Ridvan Allak iki cinayetten toplam 17 yil 6 ay hapse mahkum oldu. Tutuklu 3'uncu sanik Emrullah Allak ise, Halil Acil’i oldurmekten once agirlastirilmis omur boyu hapis cezasina carptirildi. Allak, daha sonra olayda saniklara yardim ettigi gerekcesiyle cezasi 12 yila indirildi. Allak'in cezasi olayda agir tahrik oldugu gerekcesiyle de 3 yila indirildi. Durusmalardaki iyi halini de dikkate alan mahkeme, sanigin cezasini 2 yil 6 aya dusurdu. Emrullah Allak, Semse Allak'in oldurulmesinden ise 24 yil hapis cezasi aldi. Ardindan faili belli olmayacak sekilde adam olduruldugu gerekcesiyle ceza 12 yila indirildi. Sangin bu cezada da iyi halini de dikkate alan mahkeme, 10 yila dusurdu. Emrullah Allak iki cinayetten toplam 12 yil 6 ay hapse mahkum oldu. Mahkeme, Allak’in tutuklu kaldigi sureyi gozonunde bulundurarak tahliyesine karar verdi. Saniklardan Semse Allak'in kardesi Seyhmus Allak’in firarda olmasi nedeniyle dosyasinin ayrilmasina, diger sanik firardakiyle ayni adi tasiyan Seyhmus Allak’in olmesi nedeniyle dosyasinin ortadan kaldirilmasina, saniklar Zulfikar, Osman, Ferhan, Yunus Allak ve Salih Akgun ise delil yetersizliginden beraatlerine karar verildi. |
07-03-2006, 20:07 | #74 |
|
Son 'intiharlar' cinayet olabilir
Son dönemde kadın intiharları arttı. 'Cezalar ağırlaştı, namus cinayetlerinde yöntem değiştiriliyor. Cinayetin adı da intihar oluyor' şüphesini yaratıyor bu Ülkemizde ensest var ve yaygın. Bizim toplumumuzda da, her eğitim düzeyinde, her etnik kökende, her sosyal ve ekonomik grupta ensest var Kadına evde uygulanan şiddet sadece dayak demek değil ki? Psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, fiziksel şiddet ve cinsel şiddet gibi şekilleri var bu şiddetin 06/03/2006 Radikal NEŞE DÜZEL NEDEN? Jülide Aral Son dönemlerde kadın intiharlarında , özellikle Güneydoğu'da bir artış yaşanıyor. Bu kadınlar niye ölüyor, neden ölüyor pek anlaşılmıyor. Bu ülkede kadınların büyük bir baskı altında kaldıklarını, kendilerine şiddet uygulandığını biliyoruz. Çok uzun yıllar bu şiddet, cinayetlerle sonuçlanıyordu. Cezaların artırılmasıyla son zamanlarda cinayetlerde azalma olmasına karşılık, kadın intiharlarında kuşkulu bir yükseliş ortaya çıktı. Büyük şehirlerin merkezlerinde tam hissedilmese de, 21'inci yüzyılın başında ülkemizde kadın hâlâ ailenin ve erkeğin her sözüne itaat etmesi gereken bir köle gibi değerlendiriliyor. Bu korkunç baskıya en küçük bir biçimde buna itiraz ettiğinde de dayaktan cinayete kadar çeşitli biçimlerde cezalandırılıyor. Bu cinayetlerin adı da 'töre' ya da 'namus' cinayeti oluyor. Bir cinayeti 'namusluluk' olarak görmenin, o ülkenin namus ve ahlak anlayışının tuhaflığını ortaya koyduğu da bir başka gerçek tabii. Kadına yönelik şiddet üzerine çalışan, KA-MER'in namus cinayetlerini önleme projesinde yer alan psikolog Jülide Aral'la, kadınlara uygulanan şiddetin biçimlerini ve nedenlerini konuştuk. Bu konuyu konuştukça, 'ensest' gibi ürkütücü gerçeklerin de içinde bulunduğu bir karanlığın hâlâ yaşandığını gördük. Avrupa Birliği'nin baskısıyla biz nihayet 'töre cinayetlerinin' cezalarını hafifletmekten vazgeçtik. Yeni yasa çıkardık. Bu yeni yasadan sonra töre cinayetlerinden bir azalma oldu mu? Yeni yasanın, töre cinayetlerini caydıracağı kesin. Çünkü yeni yasayla artık hem cinayeti işleyene hem de azmettirene ceza veriliyor. Ayrıca cezalar da ağırlaştırıldı. Ama son dönemde kadın intiharları arttı. İntiharlardaki artış, 'Cezalar ağırlaştırıldı ve namus cinayetlerinde yöntem mi değiştirildi' şüphesini yaratıyor. Töre ya da namus cinayetinin adı artık 'intihar' mı oluyor ya da kadınlar öldürülmek yerine intihar etmeye mi zorlanıyor? 'İntihara mı dönüştü bu iş' sorusunu sorduruyor. Kadına yönelik şiddeti ve namus cinayetlerini araştıran biri olarak bu sorulara cevabınız ne oluyor? Namus kisvesi altında işlenen bu cinayetlerle intiharlar arasında şöyle bir bağlantı var. Dünyadaki intiharlara bakıldığında, araştırmalar, kadın intiharlarıyla erkek intiharları arasında bir fark olduğunu ortaya koyuyor. Erkekler kesin sonuç veren silahlar ve araçlarla intihar ederken, kadınların intiharda kullandıkları araç ve denedikleri yol ölümle sonuçlanmayabiliyor ve kadınların intiharı daha çok girişim olarak kalabiliyor. Yani erkeklerinki daha çok intihar oluyor, kadınlarınki de intihar girişimi oluyor. Ama Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu'da durum böyle değil. Nasıl peki? Sonuca giden kadın intiharları bunlar. O zaman da kadın bir şekilde öldürülüp, cinayete intihar süsü mü veriliyor diye ciddi bir soru ortaya çıkıyor. Mesela geçmişte haberi gazetelerde de çıkmıştı. Kocası hapiste olan bir kadın Sason'da intihar etti diye yayımlanmıştı bu haber. Cumhuriyet savcısı biraz araştırdı ve kadının öldürüldüğü ortaya çıktı. Böyle çok örnek yaşanıyor olabilir şimdi. Ayrıca kadınlar intihara mı zorlanıyor diye ciddi bir şüphe de var. Kadın, intihara nasıl zorlanıyor? Kadına büyük bir şiddet uygulanıyor. Burnu, kulağı kesiliyor... Kadını bağlayıp ahıra koyuyorlar, yemek ve su vermiyorlar, önüne sadece zehir koyuyorlar. 'Buradan çıkışın yok. Buradan ölmeden çıkmayacaksın' diyorlar. Kadının kimseye sesini duyurması, yardım alması mümkün değil. Şimdi sorarım size. Böyle ölen bir kadın intihar mı etmiştir yoksa öldürülmüş müdür? Yaşanan olay intihar mı, yoksa cinayet mi? Biz, intiharların, kadınlara dayatılan bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Töre cinayetlerinin 'namus cinayeti' olduğunu biliyoruz. Peki 'namus' ne bu insanlar için? Namusun algılanışı üzerine yapılmış bir araştırma var. Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü Aytekin Sır, bu araştırmayı KA-MER'in 'Namus kisvesi altında işlenen cinayetlerle mücadele projesi' için yaptı. Namus nedir diye sorulduğunda, erkeklerin yüzde 33'ü, 'Karım, bacım, annem, ailemdir' diyor. Yüzde 18.4, 'dinin emrettiğidir' diyor. Geri kalan da, 'erkeğin şerefi ve haysiyetidir', 'kadınların iffetidir', 'kadınların toplumsal kurallara itaatidir', 'kadının erkeğe itaatidir', 'kadınların cinselliği ve bekâretidir' diyor. Peki siz çalışmalarınız sırasında, insanın kendi öz kızını öldürmesinin 'namussuzluk' olabileceğine dair herhangi bir kuşku taşıyan bir insana rastladınız mı? Hayır rastlamadım. Biz yolsuzluğu, hırsızlığı, rüşveti, faili meçhul cinayeti bol bir ülkeyiz. Dinler de bunları yasaklar üstelik. İnsanların bu fiillerin hiç birini namus meselesi yapmayıp sadece kadını namus ölçüsü olarak görmelerini nasıl açıklamalıyız? Bu bir iktidar sorunudur. Zaten namus nedir sorusuna verilen cevaplarda da açıkça görüyorsunuz. 'Namus, kadının toplumsal kurallara ve erkeğe itaatidir' deniyor. Bu iktidar ilişkisinde kadın kendini yok sayıyor, erkeğe boyun eğiyor. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar, namus kisvesi altında bastırılıyor, hayatın içinde görünmez kılınıyor ve böylece erkeğin ev dahil her alanda iktidarını kurması sağlanıyor. Namus kavramının neredeyse sadece kadına indirgenmesi, diğer birçok ahlaksızlığı 'namussuzluk' sınıfından çıkarmak gibi bir sahtekârlığı içinde taşımıyor mu? Tabii ki taşıyor. Önce şunu söylemeliyiz. Bu cinayetlerin adı 'namus cinayeti' olamaz. Çünkü namus cinayeti dediğinizde, sanki bu cinayetleri olumlamış oluyorsunuz. Bunlar töre ya da namus cinayeti falan değil. Bunlar, kadının erkeğe itaatini sağlamak için aile üyeleri tarafından sistematik olarak işlenen organize cinayetlerdir. Bu cinayetler en çok Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz'de işleniyor. Son araştırmalarda, Karadeniz Bölgesi de namus cinayetlerinde önde çıktı. Cinayet nedenleri neler? Neleri 'namusa' aykırı buluyor katiller? Cinnet geçirdim, gözüm döndü, palayı kaptım ve öldürdüm türü cinayetler değil bunlar. Bunlar tümüyle planlı cinayetler. Önce kadın hakkında dedikodu çıkıyor. Dedikodunun çıkmasından kadının öldürülmesine kadar yaklaşık üç, beş aylık bir süre geçiyor. Mesela bir olayda, ailenin erkeklerinden biri KA-MER'e ulaştı. 'Bir kadın var. Bu kadın, aile içinde yargılanmaya başladı. Bu cinayeti önleyebilir misiniz' dedi. KA-MER o aile üstünde etkin olabilecek mekanizmaları harekete geçirdi. Peki kadın hangi nedenden ötürü aile içinde yargılanıyor? Katiller neleri 'namusa' aykırı buluyor? Kadınlar daha çok erkeğe itaatle ilgili konularda öldürülüyor. Mesela Doğu'da bir kız habersiz sinemaya gitti diye öldürüldü. Zaten bir genç kadının ya da kızın öldürülmesi için bir olayın olması gerekmiyor. Öldürülmesi için hakkında bir dedikodunun çıkması yeterli. Diyelim ki bir askerle bakıştı diye laf çıktı ve bu laf üzerinden büyüyen bir dedikodu kadının cezalandırılması, öldürülmesi için bir sebep oluyor. Prof. Aytekin Sır'ın yaptığı araştırmada namussuzluğun ne olduğu soruluyor. 'Zina yapması ve bekâretini kaybetmesi' gibi tanımların yanı sıra, 'Namussuzluk, kadının dedikoduya sebep olacak davranışlar sergilemesidir', 'dilinin uzun olmasıdır' gibi tanımlar da yapılıyor. Nitekim bu ülkede bir genç kız radyo programından şarkı istedi diye abisi tarafından 'Senin gizli bir sevdiğin mi var' diye öldürüldü. Çünkü genç kız itaatsizlik yaptı. Erkeklerin koyduğu kuralların dışına çıktı. Ailesinin istemediği bir erkeğe kaçan genç kızı öldürdükleri gibi, ırzına geçilen kızları da öldürüyorlar. Bunu niye yapıyorlar peki? Tecavüze uğrayan kız, buna kendisi yol açtı, izin verdi ve tecavüzü hak etti gibi düşünülüyor. Bir de bazen ensesti örtmek için de bunu yapıyorlar. Aile içindeki tecavüzü örtmek için öldürülen kızlar olduğunu düşünüyorum. Ensest... Aile içi cinsel ilişki... Sözü edilmeyen bir tabumuz bu bizim. Bu konuda sağlıklı bilgiye sahip miyiz biz? Ensesti konuşmak bizde bir tabudur. Bizim toplumumuzda ensest yok denir. Oysa ensest her toplumda var. Bizim toplumumuzda da var. Her eğitim seviyesinde, her etnik kökende, her ekonomik düzeyde, her sosyal grupta, ülkede her bölgede ensest var. Bu konu dünyada da zaten üzerine yeni gidilen, yirmi yıldır rahat konuşulan bir konu. Bizim ülkemizde çok yeni konuşulmaya başladı. Fakat insanlar bu konuda öyle dolular ki... TRT 1'de bir kadın programına katılmıştım, canlı yayında bir ara ensest konusu da açıldı. İsmini vermeden o kadar çok kadın aradı ki, telefonlar kilitlendi. Şaşırdım. İnsanların bir yarası bu. Ensest konusuna dokunulduğu zaman insanlar feryat ediyorlar. Ensest yaygın mı? Bizim ülkemizde ensest var ve bu yaygın. Ensestin yaygın olarak yaşandığını kadın programlarında da gördük zaten. Bu programların nasıl formatlandığı ve uygulandığı tartışılır ama, bu programlar kadınlara konuşmaları için bir pencere açtılar. Kadınlar biz bunları yaşıyoruz dediler. Bu programları kaldırmak, kadınların yaşadıkları sorunların üstünü örtmeye çalışmaktır. Cinayetlere dönersek... Bir insanı öldürmek zordur. Hele insanın kendi kızını öldürmesi ya da öldürülmesini istemesi çok daha zordur. Bütün dünyada en büyük acı olarak 'evlat acısı' gösterilir. Bunlar çocuklarını nasıl öldürüyorlar? Üstelik de buna karşı çıkan pek görülmüyor. Evlat sevgisinin çok kuvvetli olmadığı bir toplum muyuz? Evlat sevgisi, bir annenin, babanın evladını koşulsuz sevmesi ve kabul etmesidir. Burada ise koşul var. 'Benim koyduğum sınırlar içinde durduğun takdirde seni kabul ederim, yoksa seni yok ederim' diyorsun. Çünkü karşındakini farklı bir birey olarak görmüyorsun, bireyselleşmesine, kendini var etmesine izin vermiyorsun. Kendi çocuklarını öldürenlerin hoş görülebildiği bir toplum biraz sevgisiz bir toplum mu acaba? Şiddeti içselleştirmiş bir toplum bu. Türkiye'de aile içi şiddet çok yaygın. Aile içi şiddet, karıkocanın mahremiyetidir bizde. Bu şiddete karışamazsınız. Şiddet mahremiyetin bir parçası olarak kabul edildiğinde ne oluyor? Toplumun yarısını oluşturan kadınların yüzde 90'ı bir biçimde şiddete maruz kalıyor. Şiddet sadece dayak demek değil ki. Psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet ve fiziksel şiddet gibi türlü şekilleri var şiddetin. Kadın bunlardan hepsine ya da bazılarına maruz kalıyor. Ensest de, cinsel şiddetlerden biridir. Sanırım namus cinayetlerinin en korkunç yanlarından biri de annelerin bu cinayete onay vermesi. Anneler bunu nasıl onaylıyor? Onay veriyor çünkü anneler de bu toplumun ürünü. Erkeğin değerlerini, namus kavramını içselleştirmişler, hiçbir şeyi sorgulamamışlar, erkeğe itaat etmişler, bu sistemi sürdürmüşler ve bu sayede de hayatta kalmışlar. G.Doğu'da 'kadının bıyığının çıkması' diye bir laf var. Kadınlar bir noktadan sonra cinselliklerini ve üretkenliklerini yitirdiklerinde, erkekleşiyor gibi algılanıyor ve ailede 'koca kadın' diye kabul görüyorlar. Eve gelinler geliyor ve onların da ailede hükmettikleri bir alan oluyor. Niye bu toplum genç kızlarına, kadınlarına düşmanca davranıyor? Aile içi şiddet, iktidar ve güç meselesiyle bağlantılıdır. Hiçbir iktidar sahibi sahip olduğu alanı kolayca bırakmaz. 'Ben seni korkuturum, sindiririm, ezerim. Seni ancak, sınırlarını ve kurallarını benim belirlediğim bir alanda var ederim' şablonudur bu. Aile içi şiddet sadece bizim toplumumuzda yok. Amerika, Fransa, Almanya gibi dünyanın ileri ülkelerinde de kadına yönelik yoğun bir şiddet var. Mesela Hollanda'da devlet bir araştırma yaptı. Beklenti, aile içi şiddetin göçmenlerde çok yaygın olduğu, Hollandalılarda az olduğu yönündeydi. Ama araştırma, Hollandalı ailelerin yüzde 84'ünde kadına şiddet uygulandığını ortaya koydu. Töre cinayetlerinin bir de ekonomisi var. Ailesinin kendisini başlık parasına satmasına karşı çıkan ve kaçan her kız aynı zamanda bir para kaybına da sebep oluyor. Bu para kaybının cinayetlerdeki rolü ne? Mutlaka vardır. Tecavüze uğrayan kızı neden öldürüyorlar sorusunun bir cevabı da bu zaten. Kızın, bir anlamda 'bozulduğu' düşünülüyor. Aile içi şiddet, baskı, birçok kadını özellikle G. Doğu'da intihara sürüklüyor. Toplum, genç kızların baskıdan kurtulmasını destekliyor mu? Yoksa toplum olarak biz, genç kızlara ve kadınlara baskı yapılması gerektiğine mi inanıyoruz? Baskı yapılması gerektiğine inanıyoruz. Kadının kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyoruz. Baskıdan ve şiddetten kurtulmak isteyen genç kızlara ve kadınlara sahip çıkan kurumlar var mı? KA-MER 20'ye yakın ilde örgütlendi. Namus cinayetine kurban olacak kadınlara ulaşılıyor. Üç yılda 82 kadının hayatı kurtarıldı. Geçen sene namus cinayetlerini önlemeyle ilgili bir kampanya yürüttük. Mardin ve Diyarbakır'daki bütün camilerin kapılarına ilk kez afişler asıldı. Bu çok önemliydi. Camilere kadınları öldürmeyin diye afişler asılması niye önemliydi? Dinler zaten insanların öldürülmesini yasaklamaz mı? Ama şöyle bir şey var. Bugüne kadar öldürülen her genç kızın ve kadının hikâyesinin arkasında ya camideki imamdan, ya mahalledeki hocadan ya da şeyhten ve toplumda kabul görmüş bir dini kişilikten alınmış bir fetva, bir izin var. Bu yüzden afişlerin camilere asılması çok önemliydi. Ayrıca geçen martta Kadınlar Günü nedeniyle Diyanet de camilerde 'kadınlara yönelik şiddetin dinimizde yeri yoktur. Bu, cahiliye döneminden kalan uygulamadır' diye cuma hutbesi okuttu. Dünyadaki gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelere baktığımızda en temel farkın kadına davranış biçimi olduğunu görüyoruz. Kadını ezen toplumlar fakir kalıyor. Ya da fakirler kadını eziyor. Bu iki varsayımdan hangisi doğru? Kadını ezen toplumlar fakir kalıyor. Çünkü bu toplumlar kadının enerjisinden yararlanmıyor. Toplumun yarısı yok sayılıyor ve kendine uygulanan şiddeti kontrol etmekle uğraşıyor. Hayatı böyle geçiyor. Bu ağır bir şey. Kadınsız gelişme olmuyor. Türkiye bu gerçeği ne zaman algılar? Bu toplum, kadınların gücü paylaşmasına izin vermiyor. Afganistan'da kadın milletvekili kotası yüzde 25 iken ve meclisteki kadın milletvekili oranı yüzde 20'yken, bizde bu oran yüzde 5 civarında. Şu anda Türk erkeği Afgan erkeğinin gerisine düşmüş durumda. |
10-03-2006, 19:34 | #75 |
|
Güldünya' ya mektup var...
Güldünya'ya mektup var
UAÖ kampanyası ile Güldünya (solda), bu kez dayanışmanın adı oldu. Ezgi Kızmaz'ın (sağdaki resimde solda) mektubu birinciliğe layık görüldü. İkinci seçilen Işıl Özbek (üstte sağda), ödülünü, kocasının kurşunları yüzünden törene tekerlekli sandalyeyle gelen Emine Yaman'dan aldı. FOTOĞRAF: TAHSİN AKSU Uluslararası Af Örgütü kampanya başlattı, onlarca kişi töre kurbanı Güldünya'ya mektup yazdı: Sus Güldünya, sus ki arınalım, rahatlayalım... Gündelik krizlerimize geri dönelim... 10/03/2006 radikal.com.tr DEMET BİLGE ERGÜN İSTANBUL - Güldünya Tören, İstanbul'un orta yerinde, aile meclisi kararı ve kardeş kurşunuyla aramızdan ayrıldı. Ancak hikâyesi, Türkiye'de şiddet gören, töre kararıyla ölümü bekleyen binlerce kadının dramını dünyaya duyurdu. Kucağında bebeğiyle bizlere baktığı fotoğrafı afişlere yapıştırıldı, adından sloganlar türetildi. Güldünya son olarak, Uluslararası Af Örgütü'nün (UAÖ) 'Kadına Yönelik Şiddete Son' kampanyasındaydı. Onlarca kişi mektupla Güldünya'ya içini döktü. Kazananlar ödüllerini yine şiddet mağdurlarından aldı. 'Karınca kararınca' katkı UAÖ evde, sokakta, işyerinde, devlet elinde kadının gördüğü şiddete onların deyimiyle 'karınca kararınca' katkı vermek amacıyla aralık ayında 'Güldünya'ya Sesleniş' mektup yarışması düzenledi. Türkiye'deki 43 ilden, İsviçre ve Almanya'dan onlarca mektup geldi. Yüzde 70'i kadınlardandı. 85 erkeğin de Güldünya için söyleyecekleri vardı. Cezaevinden 16 kadın ve 22 erkek de yazmıştı. Başvuranların en genci Ankara'dan 12 yaşında bir kız, en yaşlısı huzurevinden 86 yaşındaki bir kadındı. Aylin Aslım, Emine Yaman, Halime Güner, İlkay Bahçetepe, Leyla İpekçi, Leyla Pervizat, Nebahat Akkoç, Şevket Akdemir, Yeşim Denizel ve Yıldırım Türker'den oluşan seçici kurul, 302 mektubu okudu. Üç mektup ödül almaya hak kazandı. Ödül töreni önceki akşam Fransız Kültür Merkezi'ndeydi. UAÖ Türkiye Şubesi Kadın Koordinatörü İlkay Bahçetepe, kampanyanın iki yıl önce 140 ülkede 2 milyon gönüllünün katılımıyla başlatıldığını ve 2010'a kadar süreceğini söyledi. Törende ödül alan mektupları ise Deniz Türkali seslendirdi. Seni anlıyorum Üçüncülüğü alan mektup 'Tesbihboncuğu' rumuzlu Perihan Özbey'e aitti. 40 yaşında, 19 yıllık devlet memuruydu. Van Çatak doğumluydu, kadın derneği üyesiydi, 18 yıllık evli, üç çocukluydu. Eşinin evden uzaklaştırılması için başvurduğu mahkemede yaşadıklarını yazmıştı. Güldünya'yı anladığını söylüyordu: "Gittim. Hem de aile hâkimine. Utana sıkıla. Bize utanmamız gerektiği öğretildi. Karakolun önünden bile geçmenin ayıp, yanlış olduğu. Üstelik hastaneye bile gittim rapor için. Olmuyormuş biliyor musun? Seni gerisin geri eve gönderiyorlar. Sahip çıkan olmuyor." Uçağının rötar yapması nedeniyle törene gelemeyen Özbey'in ödülünü, onun yerine organizasyon yetkilileri aldı. Ödülü veren ise Britanya'da önce babasından, sonra da birlikte yaşadığı kişiden şiddet gören Shell Spears'dı. İkinci olan 'Pera' rumuzlu mektubun sahibi 1982 İzmir doğumlu Işıl Özbek'ti. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuydu. Aynı bölüm üzerine ODTÜ'de yüksek lisans yapıyordu. AÇEV'de çalışıyor, kadınlara okuma-yazma öğretiyordu. Ödülünü kocasının kurşunlarıyla felç olan ve törene tekerlekli sandalyeyle gelen Emine Yaman'dan aldı. Mektubunda kadınların yıllar süren sessizliğinin Güldünya'nın dramıyla yıkılması gerektiğini söylüyordu: "... Cesetlerin üstünden atlayıp işe gidenleriz biz. Saat tik taklarından anlamaya ulaşmaya çalışanlarız... Acıyı yalnızca güvenli uzaklıklardan paylaşanlarız... Sus Güldünya, sus ki arınalım, rahatlayalım. Gündelik krizlerimize ve bize değmeyenin o karşı konulmaz çekiciliğine dönelim." Her harfte bir dram Türkali son olarak birinci olan mektubu okudu. Mektup 1982 doğumlu Eskişehir Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümü mezunu Ezgi Kızmaz'a aitti. 'Gece' rumuzunu kullanan Kızmaz, Güldünya'ya duygusal sözlerle seslendikten sonra uzun uğraşlarla yaptığı bir arşiv çalışmasını yazmıştı. Araştırması için internet ve Radikal gazetesi arşivinden yararlandığını belirten Kızmaz'ın mektubunda alfabenin her harfinin karşısında, adı o harfle başlayan ve öldürülen kadınların dramı vardı. Ödülünü, kız kardeşinin kocası tarafından öldürülmesinden sonra kadınlar için sivil toplum hareketi başlatan Eugenio Aristregui verdi. Kardeşinin adı Kızmaz'ın listesinin ilk sırasındaydı. Törende sahneye çıkan Aylin Aslım, Güldünya için yazdığı aynı adlı şarkısını okudu. "Benim Güldünya için yapacağım en iyi şey buydu" dedi. Tören boyunca dev ekrana şiddet görmüş kadınların yaralı, ağlamaklı fotoğrafları yansıyor, sanki mektuplarda yazılanlar canlanıyordu. Neden Güldünya? Güldünya Tören, 25 Şubat 2004'te, İstanbul'un en merkezi semtlerinden birinde, Bakırköy Devlet Hastanesi'nde öldürüldü. 21 yaşındaydı. Teyzesinin kızının kocası tarafından tecavüze uğramış, hamile kalmış, intihara zorlanınca da Bitlis'ten kaçıp İstanbul'a gelmişti. Umut adını verdiği bir çocuğu oldu. Ancak ölüm emri çıkmıştı. Küçükçekmece'de sokak ortasında vuruldu. Kardeşleri onu kaldırıldığı Bakırköy Devlet Hastanesi'nde buldu ve başından iki kurşunla vurarak öldürdü. Güldünya, yaşadığı köyün ücra köşesinde değil, metropolün ortasında, kapısında polisin beklediği hastanede öldürülmüştü. Medya davayı sahiplendi. Kardeşleri Ferit (müebbet) ve İrfan Tören (11 yıl 8 ay) hapis cezasına çarptırıldı. Cinayetin işlendiği günlerde UAÖ, 'Kadına Karşı Şiddete Son' kampanyasının açılışını yapmıştı. Birinci seçilen mektup: Kadına şiddetin alfabesi "A - Alicia Aristregui, İspanya, 2004. Ayrıldığı kocasınca bıçaklanarak öldürüldü. B - Birgül Işık, Elazığ, 2005. TV programında şiddet gördüğünü söyleyince oğlu tarafından öldürüldü. C - Cheagh Rooteh, Irak, 1993. Yabancı bir adamla konuştuğunu gören babası tarafından öldürüldü. Ç - Çiğdem İnce, İzmir, 2003. Evlilik dışı hamile kaldığı için ağabeyince öldürüldü. D - Dilber Kına, İstanbul, 2001. Erkeklerle gezdiği için babası baltayla öldürdü. E - Evrim Sarıçiçekler, İstanbul, 2005. Ailesinin karşı çıktığı birisiyle evlendiği için ailesinin görevlendirdiği birisince öldürüldü. F - Fadime Şahindal, İsveç, 2002. İsviçreli bir genci sevdiği için babası öldürdü. G - Güldünya Tören, İstanbul, 2004. H - Hatun Sürücü, Almanya, 2005. Zorla evlendirildiği eşinden boşandıktan sonra bir 'Alman gibi' yaşadığı için ağabeyi öldürdü. I - Ivy Blore, Kanada, 2004. Aile içi şiddet kurbanı. K - Kadriye Demirel, Diyarbakır, 2003. Tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan sonra ağabeyi tarafından öldürüldü. L - Leticia Aguliar, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. M - Maria Theresa Carlson, Filipinler, 2001. Evliliği boyunca şiddete maruz kaldı. Sonunda 23. kattan atlayarak intihar etti. N - Nadia Anjuman, Afganistan, 2005. Afganistanlı şair, kocası döverek öldürdü. O - Olivia Hodson, Amerika, 1999. Aile içi şiddet kurbanı. P - Pınar Kaçmaz, Diyarbakır, 2002. Evden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için babası ve ağabeyi tarafından öldürüldü. R - Rukhsana Naz, İngiltere, 1998. Evlilik dışı hamile kaldığı için annesi ve ağabeyi tarafından boğularak öldürüldü. S - Sevda Gök, Şanlıurfa, 1996. Pastaneye gittiği gerekçesiyle bir yakını tarafından öldürüldü. Ş - Şemse Allak, Mardin, 2002. Evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürüldü. T - Tasleem Begum, İngiltere, 1995. Erkek arkadaşı olduğu için kuzeni tarafından arabayla defalarca ezilerek öldürüldü. U - Ursula Allen, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. V - Victoria Anna, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. Y - Yeşim Sağlam, Adana, 1998. Kocasını terk edip sevgilisiyle beraber olduğu için babası ve kocası tarafından öldürüldü. Z - Zehra Karagöz, Şanlıurfa, 2003. Başka erkeklerle beraber olduğu söylentileri üzerine kocası tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. ... Alfabenin tüm harflerine kan bulaşmışsa, pekâlâ aynı harfler bu kez acıya ortak olmak için bir araya gelebilir. Bu mektupta da senin için bir araya geldiler, Güldünya... Şimdi hepsi dağıldı, geriye sadece son olarak sana şunu söylemek isteyen harfler kaldı. Güldünya, sen ağlarken, güler mi hiç dünya?.." |
17-03-2006, 13:20 | #76 |
|
Güldünyaya Mektuplar
Uluslararasi af orgutu'nun "guldunyaya seslenis" mektup yarismasinin sonuclari 8 martta aciklandi
Mektupların küçük bir kısmı aşağıda. 1.lik ödülü alan mektup: Sevgili Güldünya, Sen daha önce hiç mektup aldın mı? O kısa hayatına kaç mektup sığdırdın? Senin hayatın mektuplara sığar mı, Güldünya? Dünyada şiddete maruz kalan tüm kadınlar, aslında aynı ülkede yaşar. Bu ülkenin sokaklarında, yara izlerini örtmek için makyaj yapmış kadınlar dolaşır. Sokakta karşılaşan her kadın, kendinden bilir o boyanın altında ne olduğunu. Bu maskeye sadece bu ülkenin çorak topraklarında yetişen erkekler kanar. Bu erkekler yaralar açar, yaraları kapatmak için yapılan makyaja tapar. Erkeklerin arasında, bir kadının yaraları tekrar tekrar böyle kanar. Devamı:http://www.amnesty-turkiye.org/v0903200603.si 2.lik alan mektup: Diyeceğim, sen gittiğinden beri pek bir şey değişmedi. Biz hâla aynı biziz; ellerimiz hâla ağır aksak masallar dikiyor, yalnızlığımız yatışsın diye. Çabucak zihin halılarımızın altına süpürüveriyoruz istenmeyen görüntüleri. Senin o fazlasıyla ürkünç, tanımsız, yakışıksız hayatın, ya da güzel, özenli sofralarımıza, iyice parlatılmış bardaklarımıza, kirlenmesin diye üstüne mis kokulu örtüler serdiğimiz salon koltuklarımıza, kırışık kremlerimiz ve bizi bir başkasına dönüştürsün diye kat kat süründüğümüz makyaj malzemelerimizin arasından zar zor görünen aynalarımıza, pofuduk terliklerimiz ve saten iççamaşırlarımıza sinmesin diye görmczden geldiğimiz ölümün gibi... Devamı için: http://www.amnesty-turkiye.org/v0903200602.si I]3.lük alan mektup: GÜLDÜNYA... Bir gün tüm Televizyon kanallarında töre cinayetine kurban gittiğin söylendi. Bütün kanalları izledik ayrı ayrı. Bize de yabancı değildi bu töreler. Yaşama şekline kadar belirlemişler biliyor musun? Kendi kanunlarını uygulamaya koyan ve resmi kanuna göre de töre cinayetleri nedeniyle cezalarında indirim yaptırmışlar. Ondan sonra da vur abalıya. Ama nedense dünyası adı gibi gülmeyen... Güldünya. Yoksun; töre cinayeti koydular adını ve seni sonsuzluğa gönderdiler. Senin adın bir sembol oldu bize. Ağladık dinmedi yüreğimizdeki sızın. Yok artık dönüşün biliyoruz. Tek endişemiz yine kendilerine bir kılıf bulup kızlarını kadınlarını öldürmeleri. Biliyor musun? Güldünya bizim burada da bir kadını kocası öldürdü. Hem de canice, hem de anlatamayacağım acılar çektirerek. Yakarak öldürdü. Adı Nazime ............ Devamı için: http://www.amnesty-turkiye.org/v0903200601.si[/i] Saygılar |
18-03-2006, 13:49 | #77 |
|
Töre Cinayetleri Raporu TBMM’de
Töre cinayetleri raporu TBMM’de
Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, raporunu TBMM Başkanlığı’na sundu. Raporda, TBMM bünyesinde, daimi “kadın-erkek eşitliği komisyonu” kurulması, ülke genelinde 24 saat hizmet verecek “Alo Şiddet Hattı” oluşturulması istendi. AA Güncelleme: 17:26 TSİ 15 Mart 2006 Çarşamba ANKARA - Töre ve namus cinayetleriyle, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılması, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan ve çalışmalarını tamamlayan Meclis Araştırma Komisyonu, raporunu TBMM Başkanlığı’na sundu. Ekim 2005’de görev bölümü yaparak çalışmalarına başlayan ve aldığı ek süreyi de kullanarak çalışmalarını tamamlayan komisyonun raporuna, CHP, muhalefet şerhi koydu. Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu Başkanı, AK Parti Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve üyeler, raporu sunmak üzere TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı ziyaret ettiler. Büyük gayret ve özveri ile çalışmalarını tamamlayan komisyonun üyelerine yaptıkları çalışmalardan dolayı teşekkür eden Arınç, raporun en kısa sürede TBMM gündemine alınacağını söyledi. Arınç, komisyonun çalışmalarını “en önemli toplumsal araştırma” olarak nitelendirerek, bu komisyonun kurulması teklifinin, iktidar ve muhalefetin oy çokluğuyla alındığını anımsattı. Araştırma komisyonun çalışmalarına basının büyük önem ve yer verdiğine işaret eden Arınç, “Ne yazık ki ortaya çıkan sonuçlar büyük bir trajedidir” dedi. Anayasanın 98. maddesinin TBMM’nin bilgi edinme ve denetim mekanizmasının işleyişini düzenlediğine dikkati çeken Arınç, bunlardan birinin de Meclis araştırması olduğunu anımsattı. Araştırma komisyonlarının çalışmalarının, Anayasa’da “bilgi edinilmek için yapılan araştırmalar” olarak belirlendiğine işaret eden Arınç, “Ancak yeni hazırladığımız içtüzük değişikliği ile araştırma komisyonlarının raporlarını işlevsel hale getirebilmek için yeni maddeler ekledik. Bu maddeye ‘araştırma yapar’ ibaresi ile emredici hüküm koyduk” diye konuştu. “İŞİN BU BOYUTLARDA OLDUĞUNU BİLMİYORDUK” Komisyon Başkanı Şahin de konunun teorik kısmını gerçekleştirdikten sonra sahaya indiklerini ve konunun muhataplarıyla bir araya geldiklerini anlatarak, bir araştırma komisyonu kurulması için önerge verdiklerinde işin bu boyutlarda olduğunu bilmediklerini söyledi. 4 aylık çalışmaları boyunca çok önemli tespitlerde bulundukları dile getiren Şahin, incelemelerde bulundukları Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Trabzon ve Rize’de, konunun muhatabı kişilerin, TCK’da yapılandeğişikliklerden haberdar olmadığını gördüklerini belirtti. Şahin, komisyon raporunu, “kadına karşı şiddet”, “çocuğa karşı şiddet” ve “töre ve namus cinayetleri” olarak üç bölüme ayırdıklarını ifade etti. Sorunlar daha büyük boyutlara ulaşmadan, önlemlerin devlet eliyle alınması gerektiğini kaydeden Şahin, Arınç’tan destek istedi. ÖNERİLER Raporda, Türkiye ve dünyadaki töre ve namus cinayetleri ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin durumu tespit ediliyor. Ankara’da 39 kişiyi dinleyen komisyon, raporunda, bu kişilerin de özet olarak görüşlerine yer verdi. Raporun öneriler bölümünde, kadına yönelik şiddete karşı alınacak önlemlerin bir ulusal plan çerçevesinde ve kapsamlı olarak belirlenmesi istendi. Devletin, kadın ve çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemini açıkça kınaması, bu alana yönelik bir bütçe oluşturulması ve toplumsalcinsiyete dayalı bütçe analizleri yapılması önerildi. Raporda, TBMM bünyesinde, daimi “kadın-erkek eşitliği komisyonu” kurulması da teklif edildi. Ülke genelinde 24 saat hizmet verecek “Alo Şiddet Hattı” oluşturulmasının istendiği raporda, zorunlu ilköğretimin 11 yıla çıkarılması gerektiği vurgulandı. CİNAYETLERİN ÖNLENMESİ İÇİN SPOT FİLMLER Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kadına ve çocuğa yönelik şiddet, aile içi şiddet, namus cinayetleri, kadına karşı ayrımcılık konularında toplumu bilinçlendirmek üzere, hutbe ve vaazlar verilmesinin sağlanması önerilen raporda, şu görüşler yer aldı: “Ülke çapında ilgili tüm sivil ve resmi kuruluşları kapsayacak 2006-2010 Töre-Namus Cinayetlerinin Önlenmesine Yönelik Eylem Planı hazırlanmalı. Töre-namus cinayetleri konusunda ulusal düzeyde veri bulunmamaktadır. Mevcut veriler de sağlıklı ve yeterli değildir. Bu nedenle konularla ilgili bakanlıkların sağlıklı veri oluşturabilmeleriiçin toplanacak verilere yönelik standart soru formları hazırlanarak sonuçları tek elde TÜİK’de toplanmalı. Töre-namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik spot filmlerin üretilerek, görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalı. Siyasi Partiler Yasası’nda kadınların siyasete katılımını destekleyen düzenlemeler yapılmalı.” |
20-03-2006, 15:41 | #78 |
|
ist.üni.2. sınıfta okuyan bir öğrenciyim.birincisi bu tür konular açarak hukuki açıdan bizi zenginleştirdiğiniz için teşekkür ederim.konu ile ilgili söylemek istediklerim ise şunlardır.bu konunun başlangıç noktasının meclis olması gerekir.ilgili hükümlerin bizler tarafından uygulanması ise hukukçuların dağası olmalıdır.kanuna uygun olmayan bir harekette bulunmak yanlış olacaktır.kanun mağdur kim diyorsa bu barizce ortadadır anlamına gelir.eğer kanun bizi bu yanlış yere sürüklüyorsa bunun düzeltilmesi TBMM nin işidir.Ayrıca baronun bu tür olaylar için yanlış olarak düşündüğüm hareketlerde bulunması yürürlükteki hukuku hiçe sayılması olduğu kanaatindeyim.olayla verilecek ceza,önlem bakımından örtüşmeyen kanunların düzeltilmesi gerekir.tabi bu tür deneme yanılma yolunun yanlış olduğu gerçektir.bir deney tüpü içinde de yapılamayacağına göre somut olayda bu tür hatalar oluşacaktır.ilgililerin uyarılması ve değişikliklerin yapılması amaçlanıyorsa bu tür kitlelerin farklı bir yol denemesi uygun olacaktır. |
30-03-2006, 18:07 | #79 |
|
Yargıtay 'Ağır Tahrik İndirimi'ni Reddetti
Yargıtay, töre/namus cinayeti davasında sanıklara verilen cezadan "tahrik" nedeniyle indirim uygulanmayacağına karar verdi. Gerekçe: "Öldürme eyleminde ağır tahrikin değil, hukukça korunması mümkün olmayan kötü bir törenin yaşatılması isteği etkilidir."
BİA (Ankara) - Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Siirt'in Kurtalan ilçesinde meydana gelen töre cinayeti davasında ağır tahrikten indirim yapılamayacağına karar verdi. Yargıtay'ın gerekçeli kararında, töre cinayeti davasında sanıklara verilen cezadan "ağır tahrik" nedeniyle indirim uygulanmayacağı belirtilerek, "Öldürme eyleminde ağır tahrikin değil, hukukça korunması mümkün olmayan kötü bir törenin yaşatılması isteği etkili olmuştur" ifadesi kullanıldı. Olay Siirt'e meydana geldi Siirt'in Kurtalan ilçesinde 15 yaşındaki bir genç kadın nikahsız yaşadığı kocasını terk ederek, bir başkasına kaçıyor. Aile meclisinin kararıyla, genç kadın ve sevgilisi; nikahsız yaşadığı kişi ve kadının iki akrabası tarafından öldürülüyor. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'nin açtığı davada, genç kadının babası ve amca oğlunu çeşitli hapis cezalarına çarptırdı. Karar, sanıklar tarafından temyiz edilince dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesi'ne geldi. Yerel mahkeme ağır tahrikten indirim yapmadı Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'nin "ağır tahrik" nedeniyle bir indirim yapmadığı ceza davasında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı "tahrik hükümlerinin tartışılmasını" istedi. Ancak, Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Başsavcılığın bu görüşüne katılmadı. Yargıtay'ın gerekçeli kararında şöyle denildi: "Sanık ile resmi nikah olmaksızın karı koca hayatı yaşamakta olan maktulenin kendi rızasıyla diğer maktulle kaçtığı, bunun üzerine sanıkların, töre saikiyle öldürme kararı aldıkları, olayı duyan baba ve amca oğlunun öldürme kararını takviye ettikleri, öldürme eyleminde ağır tahrikin değil, hukukça korunması mümkün olmayan kötü bir törenin yaşatılması isteğinin etkili olduğu anlaşılmış ve tebliğde yer alan tahrik hükümlerinin tartışılmasına yönelik bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir." Töre saikiyle öldürmeye teşvik Yargıtay 1. Caza Dairesi, üç sanığın suçunu sabit bularak, yerel mahkemenin kararını oybirliği ile onadı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin diğer sanıklar olan babayla amca oğluna "öldürmeye azmettirme"den verilen mahkumiyet kararına ise katılmadı. Yargıtay bu kararında da "töre saikiyle öldürme kararını takviye ve öldürmeye teşvik etmek suretiyle kasten öldürmeye yardım suçundan cezalandırılmaları gerekirken, unsurları oluşmadığı"na vurgu yaparak, "öldürmeye azmettirmekten hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir" dedi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, baba ve amca oğlu hakkında kurulan hükmü bu gerekçeyle bozdu. Yargıtay'ın bu iki sanık hakkındaki bozma gerekçesine yerel mahkeme uyarsa daha az ceza alacaklar.(AD/EZÖ) --------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 24/03/2006 |
13-04-2006, 17:52 | #80 |
|
Kadın intiharı mercek altında
Kadınlar, kadın intiharlarının dedektifi olacak. Töre cinayetlerine verilen cezaların artırılmasının ardından bölgedeki kadınların intihara zorlandığı ya da cinayetin intihar gibi gösterildiği kuşkusu taşıyan Van Kadın Derneği 'Kadın İntiharlarını İzleme Birimi' kurdu. Van'da son üç ayda meydana gelen 20 intihardan beşi araştırma kapsamına alındı. Van Kadın Derneği Zozan Özgökçe, töre cinayetinde indirimin kaldırılması ve müebbete kadar varan hapis cezaları verilmesinin bir başka yöntem yarattığını söyledi. Öldürülmek istenen bir kadının intihara yönlendirildiğini, öldürülen bir kadının ise intihar etmiş gibi gösterildiğini iddia eden Özgökçe, Kadın İntiharlarını İzleme Birimi kurmaya karar verdiklerini anlattı. Van'da üç ayda 20 intihar Araştırmaların, intihar yaşının 11'e indiğini gösterdiğini belirten Özgökçe şöyle devam etti: "Derneğimize birçok kadın geliyor. Aralarında, daha önce intihara tesebbüs eden kadınlar da var. Bunun yanı sıra kadınlar bize gelip, ailelerinin 'Biz seni öldürüp hapis yatacağımıza, sen kendini öldür. Sen bizim namusumuzu kirlettin. Kendi cezanı kendin ver' dediğini anlattı. Bu nedenlerle de kadın intiharlarının cinayet olabileceğini düşünüyoruz. Van Cumhuriyet Savcılığı'ndan verilen bilgiye göre son üç ayda 20 kadın intihar etmiş. Bunlardan 12 yaşındaki K.F., 25 yaşındaki Z.Y., 21 yaşındaki N.A., 12 yaşındaki F.Ö. ve 14 yaşındaki D.B'nin intiharıyla ilgili geniş kapsamlı araştırma yapacağız." DHA - VAN - Radikal Gazetesi |
15-04-2006, 08:45 | #81 |
|
Almanya, Namus Cinayetine 9 Yıl Ceza Verdi
Berlin Mahkemesi, Hatun Sürücü'yü "namus" nedeniyle öldürmekten yargılanan kardeşlerden Ayhan'a 9 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Berlin Eyalet Senatosu, bu cinayet sonrası kadınların zorla evlendirilmesini yasakladı. -------------------------------------------------------------------------------- BİA Haber Merkezi 13/04/2006 -------------------------------------------------------------------------------- BİA (Berlin) - Berlin'e bağlı Neukölln'de, sokakta başından kurşunlanarak öldürülen 23 yaşındaki Hatun Sürücü'nün davasına Berlin'de devam edildi. Sürücü'nün kardeşi Ayhan, 9 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sürücü'nün 2005 yılının 7 Şubat'ında, zorla evlendirildiği eşinden ayrılıp, başörtüsünü çıkardığı için öldürüldüğü iddia edilmişti. Almanya'da zorla evlilik yasaklandı Almanya'da namus/töre cinayetlerinin artması üzerine Berlin Eyaleti Hükümeti zorla evlilikleri yasaklayan bir yasa tasarısını kabul etti. Tasarı zorla evliliğe sebep olma suçunu altı ay ila beş yıl hapis cezası ve miras haklarından mahrumiyet olarak öngörüyor. Tasarının ülke genelinde kabul edilmesi için Federal Eyalet Temsilciler Merkezi'ne sunulması bekleniyor. Aile meclisi kararı mı? Berlin Savcılığı'nın iddianamesinde, ablasını vurduğu iddia edilen Ayhan Sürücü'nün, Hatun Sürücü'yü otobüs durağına çağırdığı ve kendisine "İşlediğin günahlardan pişmanlık duydun mu?" diye sorduğu yer alıyor. İddianamede, Ayhan'la birlikte tutuklu olan diğer kardeşler Mutlu ve Alparslan ise Hatun Sürücü'nün "özgür yaşam tarzını onaylamadıklarını, çok sayıda erkekle yaptığı arkadaşlıklar nedeniyle 'aile gururlarını incittiğini" söylüyor. Sanıklardan en büyüğü olan Mutlu'nun cinayetten iki gün önce 7.65 çapında tabanca temin ettiği ve üç kardeşin daha sonra eve giderek plan yaptığı da iddia edildi. Sürücü, tacize mi uğradı? İddianamede, katil zanlısı Ayhan Sürücü'nün ablası Hatun'u öldürmeden iki gün önce, 5 Şubat 2005'te Görlitzer Park'ta atış talimi yaptığı, taşlara ve çöp kutularına ateş ettiği belirtiliyor. Ağabeyi Mutlu'nun temin ettiği silahla ablasını öldüren Ayhan Sürücü'nün, olan biteni sevgilisi Melek A'ya anlattığı da ifade edilen iddianamede, Hatun Sürücü'nün 15 yaşındayken erkek kardeşlerinden biri tarafından cinsel tacize, "belki de tecavüze uğradığı" ileri sürülüyor. İddianamede baba Kerem Sürücü ile anne Hanım Sürücü'nün kızlarının yaşam tarzı nedeniyle 'aile meclisi kararıyla' öldürülmesini kararlaştırmış olabileceklerine de dikkat çekildi. Ancak dava açmaya yeterli derecede delil bulunamadığı için soruşturma durduruldu. İddianamede töre cinayetine kurban giden Hatun Sürücü'nün kardeşleriyle ilgili şu bilgiler yer alıyor. Hatun Sürücü İddianamede, Hatun Sürücü'nün 17 yaşındayken ilk evliliğini yaptığı, hamileyken eşi İsmail Aslan tarafından dövüldüğü için Berlin'e geri döndüğü belirtiliyor. 8 Mayıs 1999'da Can adını koyduğu bir oğlan çocuğu dünyaya getiren Hatun, Mayıs 2000'de Sadık A'yla evleniyor ve ikinci kocasından da Haziran 2002'de ayrılıyor. 13 Ağustos 2003'te de, 1999 yılından bu yana tanıdığı Cem K. ile evleniyor. İddianamede bu evliliğin büyük ihtimalle Cem K'ye oturma izni sağlamak amacıyla yapıldığı şüphesi dile getiriliyor. 2001'de çocuk aldıran Sürücü'nün 2002'de psikolojik tedavi görmeye başladığı, ailesinin tüm baskısına rağmen de çocuğunun babasıyla evlenmeye yanaşmadığı kaydediliyor. Hatun'un ailesi tarafından eve geri çağrıldığı, ancak Hatun bu çağrıya kulak asmayınca, günün birinde evinin kapısının önünde elinde bıçak olan babasını gördüğü, bir gün de otobüste Mutlu Sürücü tarafından tokatlandığı kaydedildi.(AD) |
17-04-2006, 22:25 | #82 |
|
Neyin Zaferi?
İşaret parmağınız ile orta parmağınızı (V) şeklinde havaya kaldırıp karşınızdakine göstermek iki sayısı anlamına gelir.
Berlinde oturan Sürücü Ailesinin kız ve erkek iki çocuklarının basında çıkan resimlerini görünce önce iki sayısı'na aklım takıldı. Aile iki çocuğunu kaybetmişti; Birisi namus uğruna öldürülmüş, diğeri 9 sene hapis cezasına çarptırılmıştı. Ailenin cinayetle yargılanan diğer iki erkek çocuğu mahkeme kararı ile serbest bırakılmıştı. Daha onsekizine gelmemiş iki gencin parmaklarını V şeklinde kaldırarak fotoğrafçılara gülerek poz vermesi aslında ikisini kaybettik ikisini kurtardık anlamına gelmiyordu. V işareti Victory(Zafer) anlamına geliyordu. V işaretini zafer anlamında meşhur eden, Müttefiklerin Nazi Almanyasına karşı zafer kazanacaklarını bu işaretle belirten, Winston Churchill'dir. Övünmek, karşısındakine meydan okumak anlamına gelen V işareti, anlatılanlara göre savaşa giden okçularla ilgili. Esir düşen keskin nişancı okçuların işaret ve orta parmakları kesilirdi, bir daha ok atamasınlar diye. Okçular düşmana bu iki parmağı V şeklinde göstermekle, bakın yayı gerip ok atacak iki parmağımız var, sizi yeneriz, sizden üstünüz demek istiyorlardı. Hatun Sürücünün Berlinde katli Alman kamuoyunu bir hayli meşgul etti. Yaygın kanıya göre Hatun ailenin kararı ile öldürüldü. Cinayeti az ceza alır düşüncesi ile ailenin gençlik cezası indiriminden yararlanabilecek küçük çocuğu üstlendi. Sonunda istedikleri de oldu, suçu işlediğini itiraf eden genç dokuz yıla mahkum oldu, aynı suçla yargılanan yetişkin diğer iki kardeş delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Yabancıların Alman Toplumuna uyum sorunları son zamanlarda , özellikle tutucu politikacılar tarafından, yeniden Almanyanın gündemine oturtuldu. Bu türden tartışmalara malzeme temin eden ve bu tartışmaları iyice körükleyen bir namus cinayetininin mahkemesinin sonucunu zafer olarak göstermek hangi anlama gelir? Kime meydan okunuyor burada? Zafer işaretinin hedefi kim? Alman Toplumu mu? Kızlarını öldürmeyen diğer Türk Aileler mi? Kendilerine bravo çok iyi yaptınız, namusunuzu temizlediniz, biraz da kötü yola düşmesi ihtimali olan bizim kızlarımıza göz dağı verdiniz, helal olsun diyebilecek olanlar mı? Hukuk devleti mi? Genç bir insanın öldürülmesi, bir hayatın söndürülmesi zafermi dir? Bir ailenin, genç insanların, kendi kızlarını, kendi kız kardeşlerini öldürmesi veya öldürtmesi bir zafermi dir? Hangi namus anlayışı ve hangi toplumsal vahşettir, insanlara kendi kızlarını, kendi öz kardeşlerini öldürtüp arkasından zafer işareti yaptıran? Saygılarımla |
19-04-2006, 12:13 | #83 |
|
Savcı 'Namus' dedi
Diyarbakır savcılığı 'namus için' ağabeyini öldüren ve yengesini yaralayan iki sanığı sevindirdi. 'Tahrik var' diyen savcılık, TCK'nın 'töre' maddesini işletmedi. Sanıklar, 10 ay sonra çıkabilir 19/04/2006 /Radikal ÖZGÜR CEBE DİYARBAKIR - Yasak ilişki yaşadığı iddiasıyla yengesini yaralayan sanık ile aynı olayda ağabeyini öldüren sanığa 'namus durumundan ağır tahrik' gerekçesiyle 'indirimli ceza' istendi. Diyarbakır Başsavcılığı, Kozan Köyü'nde 16 Haziran 2005'te yaşanan olayla ilgili iddianameyi hazırladı. 'Yedi kurşun isabet etti, ölmedi' İddianameye göre; "Bir çocuk annesi 21 yaşındaki Nurcan Kaçan; dini nikâhla evlendiği Halit T. askere gidince Ferit D. ile ilişki kurdu. Kaçan'ın kayınbiraderi 14 yaşındaki A.T. ile kayınvalidesi Mekiye T. ilişkiyi öğrendi. Askerden dönen Halit T. de aldatıldığını öğrenince evi terk etti. A.T., 'namusunu temizlemek' amacıyla 'tahrik altında' öldürmek kastıyla Kaçan'a beş el ateş etti. A.T.'nin dayısı Rüknettin Temel'in, "Bu ölmemiş kafasına ateş edin" demesi üzerine A.T, tabancasıyla beş el daha ateş etti. Göğüs ve sırtından yedi kurşunla ağır yaralanan Kaçan köylülerin yardımıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde kaldırılarak tedavi altına alındı. Ferit D.'nin kardeşi 15 yaşındaki R.D. de, olayı öğrenince 'ailesine sürülen namus lekesini temizlemek ve aileler arasında başlayacak kan davasına engel olmak' amacıyla ağabeyi Ferit Demir'e 'tahrik altında' beş el ateş etti. Ağır yaralanan Ferit D. tüm tıbbi müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Suçlarını itiraf eden iki sanık tutuklandı." İddianamede, ağabeyini öldüren R.D. ile yengesini vuran A.T.'nin, yeni Türk Ceza Kanunu'nun 81, 82/d, 29, 31/2, 35/1, 54/1 ve 63. maddeleri uyarınca yedi yıl hapisle cezalandırılması istendi. 82. madde; töre cinayetine 'ağırlaştırılmış müebbet hapis' cezası verilmesini öngörürken, iddianamede 'namusunu temizlemek için' sözlerine de yer veren savcı, buna rağmen davayı 'töre'den değil, 'kasten adam öldürme' (81. Madde) ve 'altsoy, üstsoy, eş ve kardeşe karşı işlenen fiiller' (82/d) maddesinden açtı. İddianamede, sanıkların, olayın meydana geldiği tarihte yaşlarının küçük olmaları da gö zönünde bulundurularak yedi yıl hapisle cezalandırılmaları istendi. İnfaz indirimi de uygulanacak Hukukçular, mahkeme heyetinin de savcılığın hazırladığı iddianame doğrultusunda karar vermesi halinde sanıklara infaz indirimleri de uygulanarak sadece 20'şer ay hapis cezası verilebileceğini söyledi. Buna göre 10 aydır tutuklu bulunan sanıkların, 10 ay sonra cezaevinden çıkabilirler. |
20-04-2006, 18:52 | #84 |
|
Yine töre vahşeti
Şeyhmus ÇAKAN/DİYARBAKIR, (DHA) Diyarbakır’da nişanlısı N.A.'nın nişanı bozması üzerine 24 yaşındaki Neşe Ö., ıssız bir yere götürülerek önce kardeşi 17 yaşındaki M.E.Ö. tarafından kalçasından bıçaklandı. Daha sonra babası Faruk Ö. tarafından tabancayla vurulan 24 yaşındaki Neşe Ö. ağır yaralı olarak kaldırıldığı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Diyarbakır’da N.A.’yla bir süre önce nişanlanan Neşe Ö. evlilik hazırlıkları yaptı. Ancak N.A. henüz bilinmeyen bir nedenle nişanı bozdu. Neşe Ö. bunun üzerine kardeşi ve babası tarafından Yeniköy mezarlığı yakınlarına götürülerek kendisi ile konuşuldu. Bu sırada M.E.Ö. çıkardığı bıçağı ablasının kalçasına sapladı. Yaralanıp yere yığılan Neşe Ö’ye bu kez babası Faruk Özer taşıma ruhsatlı tabancasını çekerek bir el ateş etti. Kardeşi M.E.Ö. tarafından bir araçla Devlet Hastanesi acil servisine bırakılan Neşe Ö., burada yapılan ilk tedavisinden sonra Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi acil servisine kaldırıldı. Ağır yaralı olan Neşe Ö’nün son sözleri tutanağa geçti. “Babam beni vurdu” diyen genç kız, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Neşe Ö., ailesi tarafından dün gece toprağa verildi. Neşe Ö'nün, önceden başka birisiyle ilişkiye girdiği, bu durumu nişanlısına itiraf edince, N.A.'nın nişanı bozduğu, nişan bozma nedenini öğrenen kardeş ile babanın da genç kızı öldürdükleri iddia edildi. Olayla ilgili soruşturmayı sürdüren polis, kaçan baba- oğulun yakalanması için çalışıyor |
20-04-2006, 22:51 | #85 |
|
Kollektif Cinayet
Basında çıkan haberlere bakılırsa Hatun Sürücü'nün ailesi Hatunun geride kalan çocuğunun kendilerine verilmesini istiyecekmiş.
Haber genelde devamlı olarak yabancılardan yana tavır takınan yeşiller dahil Alman kamuoyunda tepkiyle karşılanıyor. Ortaklaşa kendi kızlarını öldüren bir aileye hiçbir kimse öldürülenin çocuğunun verilmesi taraftarı değil. Bugünkü haberlerde dikkatimi çeken en önemli nokta Berlin Piskoposu Wolfgang Huber'in Hatun Sürücünün öldürülmesine getirdiği tanımlama oldu. Wolfgang Huber Hatunun öldürülmesini 'bütün bir ailenin işlediği kollektif bir suç' olarak nitelendiriyor. Bizim 'Töre Cinayetleri' olarak tanımlamaktan vazgeçemediğimiz namus cinayetlerinin başka bir tanımlaması. Namus cinayetlerini 'Töre Cinayetleri' olarak tanımlayıp Töre kavramını cürümle bir tutmaktan vazgeçip bu türden insanlık dışı cinayetleri birde 'Kollektif Cinayet' olarak değerlendirip, tetik çekenlerin arkasına saklanan aileleri ve o ailelerin toplumsal çevrelerini sorgulasak nasıl olur acaba? Saygılarımla |
25-05-2006, 12:24 | #86 |
|
Güneydoğu’daki kadın intiharlarını araştırıyor
Birleşmiş Milletler (BM), Güneydoğu’daki kadın intiharlarının artış nedenlerini incelemek üzere Türkiye’ye temsilci gönderdi. Başta Batman olmak üzere Güneydoğu’daki bazı kentlerde ’namus’ maskesi altında işlenen cinayetlerin yerini, intihara zorlama tarzında bir yöntemin aldığı sanılıyor. BM İnsan Hakları Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü Prof. Yakın Ertürk, Batman’da intihar eden kadın sayısındaki artışın nedenini ve bunların önlenmesi için neler yapılabileceğini araştırmak üzere dün Türkiye’ye geldi. BM yetkilisi Prof. Ertürk, on gün sürecek gezisinde, kadınların intihara zorlanmasında, yeni Türk Ceza Yasası’nda ’namus cinayetleri’ne getirilen ağır cezaların etkili olup olmadığını araştıracak. Batman’da son beş ayda meydana gelen intiharların sayısı, geçen yılın toplamını aşıyor. Bu şehirde yılbaşından bu yana tam 36 genç kız ya da kadın, kendi hayatına son verdi. Prof. Ertürk, Batman ve üç ilde daha incelemelerde bulunacak. Prof. Ertürk, insan hakları grupları, yetkililer ve ailelerle görüşerek, bu kadınları intihara iten nedenleri ve intiharların önlenebilmesi için ne yapılması gerektiğini araştıracak. BBC’nin konuyla ilgili haberinde, Türk Ceza Yasası’nda yapılan yeni değişikliklerin, aile meclisi kararıyla alınan ve ailenin erkek üyelerinden biri tarafından ’namus’ maskesi altında işlenen cinayetlere daha ağır cezalar getirdiği hatırlatıldı. Habere göre, kadın hakları grupları da bu durumun kadınların gerekçesi açıklanamayan intiharlarında artışın sebebi olabileceğini vurguluyor. Bazıları, ailenin namusunu kurtarmak amacıyla öldürmek yerine, genç kız ya da kadınların kendi yaşamına son vermeye zorlandığını, örneğin bir ip ya da silahla odaya kilitlendiğini savunuyor. Hürriyet |
02-06-2006, 11:24 | #87 |
|
Gaye Erbatur'un Genel Kurul Konuşması
CHP Adana Milletvekili Prof. Dr. Gaye Erbatur, Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin sebeplerinin araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun hazırlamış olduğu raporun görüşüldüğü TBMM Genel Kurulunda aşağıdaki konuşmayı yapmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun raporu hakkında önerge sahibi olarak konuşma yapmak için huzurunuzda bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Töre ve namus cinayeti, bilerek ve isteyerek birini öldürmektir. Bilerek ve isteyerek en temel insan hakkı olan yaşama hakkını ihlal etmektir. Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının en temel hakkı, yaşama hakkının korunmasıdır. Bu hak, devletin sorumluluğundadır. Devlet bu hakkı anayasal güvence altına almışsa, bu hakkı ihlal eden kişi suç işlemiş olmaktadır. Hukuk devletinde, yasama organı, suçunun olup olmadığına ve varsa, cezasının verilmesinde yetkilidir. Bu durumda, devletin vatandaşı olan bir kadın hakkında devlet erki dışında karar verilmesi Anayasal bir suçtur. Bu kararın töre veya namus bahanesiyle alınmış olması onu farklı kılmaz. Suç suçtur, cinayet cinayettir. Aksi düşünülemez ve tartışmaya açılamaz. En yaygın namus anlayışı, kadınların hayatına sıkı bir kontrol getirerek ve ailedeki erkeklere onları bir mal gibi kullanma hakkını vererek, kadınların ezilmesine yol açmaktadır. Bunun sonucu olarak, kadınlar, okula gönderilmiyorlar, erken yaşta evlenmeye zorlanıyorlar; çoğu zaman, aileler arasında anlaşmazlıkların çözümü konusunda bir araç, yani, berdel olarak kullanılmakta, kocalarının ikinci eşlerini kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu algılama şeklinde namus, bir erkeğin karısı, yani, helalidir, kız kardeşidir, annesidir, ailedeki diğer kadınlar, hatta, yakın çevredeki kadınlardır. Erkek, bunların hepsine göz kulak olmak durumundadır. Erkeklerin sorumluluk alanı genişlerken, kadınlar üzerindeki baskı da artmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; namus ve töre cinayetlerinin toplum tarafından nasıl algılandığına bakalım. Aile meclislerinin toplanması ve karar alması sonucu işlenen cinayetler töre cinayetleri, namus adına işlenen cinayet ise namus cinayeti olarak algılanmaktadır. Algılamadaki bu farklılık, iki cinayet türü arasında, insanların cezalandırma konusunda da farklılık olabileceğini düşünmelerini beraberinde getirir. Burada önemli olan nokta, bunların hepsinin namus gerekçesiyle işlendiği ve insan canını almayla sonuçlanan şiddet eylemleri olduğudur. Namus ve töre cinayetleri arasında bazı farklılıklar olduğunun görülmesi, her bir olayı daha iyi anlayabilmek ve çözüm yollarını tartışabilmek açısından sosyolojik bir anlam taşımaktadır. Öte yandan, farklılığa yapılan vurgunun, aile meclisi kararlarının önemli olduğu, töreye dayalı namus cinayetlerinin tümüyle ayrı bir kefeye konulmasına ve dolayısıyla da, birinin diğerine göre hafifletici gerekçelerinin olduğunun düşünülmesine yol açabilir. Sosyalizasyon süreçlerinin ilk yıllarından itibaren kendi topluluklarında geçerli olan namuslu kadın davranışı normlarını öğrenen kadınlar, bu kurallara uymadıkları veya biraz dışına çıktıkları durumlarda cezalandırılmayı hak ettiklerini düşünüyorlar. Namus adına öldürülmeseler bile, yaşadıkları köy veya kasabayı terk etmeye veya kendilerine uygun olmayan kişilerle evlenmeye zorlanabiliyorlar. Kadınlar üzerinde ağır bir baskı kurulmasına yol açan namus anlayışı, erkeklerin de yaşamlarının odağına kadınların namus bekçileri olma görevini koyarak, bu görevi, içinde yaşadıkları topluluğun beklentilerine uygun yerine getirmedikleri ya da getiremedikleri durumlarda ağır baskı altına girmekte, hatta, mağdur konumuna düşebilmektedirler. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın namusunun nasıl algılandığına ve bunun toplumsal sonuçlarını görebilmemiz için Komisyonumuzda bir uzman tarafından anlatılan bir olayı sizlere aktarmak istiyorum. Bir kent. Kentin kıyı mahallelerinde bir ev. Evde bir anne. 17 yaşında 1 erkek çocuk ve ondan küçük 3 çocuk daha yaşıyor. Çocuklardan birisi orta 1'dedir ve kızdır. Ağabey kahvede arkadaşlarıyla konuşurken diyorlar ki: "Sen ne biçim ağabeysin, zaten sizin babanız öldü ve siz bu ailenin namusunu koruyamıyorsunuz. Kız kardeşiniz okuldan dönüşte erkek arkadaşlarıyla eve geliyor." Eve geldiğinde yaptığı ilk iş şu: Daha önceki yıllarda babayı kaybettikleri için, o kişinin değerlerinde, kız kardeşinin okuldan erkek arkadaşlarıyla yürüyerek dönmesine engel olamayan anne ailenin namusuna halel getiren kişi olarak düşünüldüğü için, 17 yaşındaki bir erkek evlat, kendisini doğuran anneyi dövmeye başlıyor. Komşular araya girmeye çalışıyor; fakat, engel olamıyorlar, çareyi karakola başvurmakta buluyorlar ve polis müdahale ediyor; gelip, çocuğun elinden anneyi kurtarıyor. Ortalık ayağa kalkıyor. O arada -buraya dikkatinizi çekmek istiyorum- güvenlik görevlisi diyor ki: "O zaman bu çocuğu bir kadın doğumcuya götürelim, kadın doğumcu bunu muayene etsin. Eğer bu bakireyse böyle bir sorun yoktur. Biz, bu çocuğun da gönlüne su serperiz, aile sorunu da ortadan kalkar." Böyle düşünüyor emniyet görevlisi. Emniyet görevlisi, anneyi, kızı, erkek çocuğu, mahalleden de birkaç kişiyi alıp, bir hastaneye gidiyorlar ve o hastanede bir kadın doğum uzmanı çocuğu muayene ediyor, bir rapor düzenliyor. Düzenlediği rapor ailenin eline geçtiği zaman, ağabey "zaten ben bunu biliyordum, seni öldüreceğim" diyor; çünkü, raporda şöyle bir şey deniliyor: "Kızlık zarında taze yırdık var." Kız başlıyor kendini yerlere atmaya "asla, ben hiç kimseyle hiçbir cinsel ilişkide bulunmadım, böyle bir şey söz konusu bile değil" diyor. Ağabey, sürekli çocuğun üzerine saldırmaya çalışıyor. O zaman emniyet görevlisinin aklına bunları savcılığa götürmek geliyor. Savcılık bir yazı yazıyor, adlî tıp tarafından muayenesini istiyor. Gelen çocuğun muayenesini yapan kıdemsiz hekim, anlatan uzmandan danışmanlık istiyor. Uzman, yapılması gerekenleri şöyle anlatıyor: Önce gelen hastanın güven duyacağı bir ortam hazırlarız. Bu tür muayene koşullarıyla ilgili uymamız gereken birçok protokol vardır. Bu protokollere göre önce hastayla konuşulur, sonra genel bir fizik muayene yapılır, varsa bazı bulguları ya da bulgu ya da delil olabilecek bazı örnekler protokollere göre alınır. En son genel olarak dış genital organların muayenesinin yapıldığını söylüyor. Muayenenin sonunda bir de psikiyatri konsültasyonu isteriz, bu travmadan çocuk nasıl etkilendi diye. Ama, oradaki kadın doğum uzmanı bunu yapmamıştır. Emniyet görevlisinin aklına ilk önce kızın kızlık zarını muayene ettirmek geliyor. Kadın doğum uzmanının aklına ilk önce, bir tek, kızın kızlık zarına bakmak geliyor ve "taze kanama" diyor. Adlî tıbba geliyor, kıdemsiz doktor muayene ediyor, kızın himeninde eski yada taze travmanın oluşturacağı herhangi bir değişiklik görmüyor. Onun için de bu uzmana danışıyor. Bakıldığında bir değişiklik olmadığı, aksine, girişi dar, enli bir kızlık zarı olduğu görülüyor. O zaman, uzmanımız, o kadın doğum uzmanı arkadaşla konuşuyor. Uzman, sosyal endikasyon olarak kız yararlansın diye böyle yazdım hocam diyor. Tıbbî etik olmayan bu davranışını, o kişinin hakkını korumak amaçlı yaptığını söylüyor. Ertesi gün uzman işe geldiğinde, genç arkadaşları "hocam otopsi var, dünkü kızı ağabeyi kesti" diyor. "Nasıl kesti" diyor. "Oradaki kadın uzmanı bildi, yırtık vardı, öbür taraftaki adlî tıp uzmanları yalan söylediler, kim bilir ne yaptılar, ben namusumu temizlerim" diyerek, ağabey, bahçede çiçeklerin bulunduğu bir betonun üzerine kızın kafasını koyuyor ve bir bıçakla boğazını kesiyor ve bütün mahalleli görüyor. Bu olaydan bir tespit yapabiliriz. Çok acıdır ki, 13 yaşındaki bir kız çocuğunun okuldan erkek arkadaşlarıyla dönmesi namusa halel getiren bir davranış olarak algılanmakta, onun bu davranışını önleyemeyen anne sorumlu tutulmakta, kamu görevlisi konuyu bekârete indirmekte, sağlık görevlileri bu konuda bireysel önyargılarıyla davranmakta ve kız çocuğu açık alanda öldürülerek, tüm kadınlara korku salınmaktadır. Duruma bakar mısınız!.. Peki, kimdir bunun sorumlusu?! Elbette, sorumluluk aranmaya başlanırsa çok şey söylenebilir; ama, burada sorumluluk önce devlete aittir. Devlet, bu toplumsal yarayı çözücü önlemleri almalıydı. Komisyonumuzun kuruluş amacından biri de budur. Bu cinayetlerin önüne nasıl geçilebilirliğini bulmaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; namus ve töre cinayetlerinin önüne geçilebilmesi için öncelikle nedenlerinin iyi anlaşılabilmesi gerekir. İnsanlar neden bu cinayetleri işliyorlar? Namusa aykırı bir davranışta bulunmuş olan kişinin ölümü hak edeceği ve öldürmek durumunda kalanların da başka seçenekleri olmadığını söyleyerek namus cinayetlerine açık destek verenler; namus cinayetine koşullu destek veren; yani, cinayet işlemeyi kimsenin istemeyeceğini, ancak, kanıtlanmış bir aldatma durumunda veya toplumdan gelen baskıya dayanamayan kişilerin cinayet işleyeceğini söyleyenler; kişilerin toplumsal baskı altında kaldıkları zaman, özellikle de yoksul, güçsüz ve eğitimsiz iseler, bu onursuzluğu taşıyamayıp kaçınılmaz olarak cinayet işleyebileceğini söyleyenler vardır. İşte, sorun, insanların bu düşüncelerini değiştirmektedir. Kadına mal olarak değer biçen, onun üzerinde tam bir hâkimiyet kurma hakkını kendi gören, kadını kapatan, toplumsal bağını kesen ve tüm bunları yaparak şiddet uygulayan zihniyet, asıl savaş bu zihniyetin değiştirilmesine yönelik olmalıdır. Yoksa, rapora yazılmış olan çözüm önerileri uygulanamaz, uygulansa bile sonuç alınamaz. Kadına yönelik şiddetin sonuçlanması ancak kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlanmasıyla olur. Bu nedenle, kota uygulamasına, mutlaka, hemen şimdi geçilmelidir. Kadına karşı şiddetin önlenmesi için yapılması gerekenler ortadadır. Sorun, aşağıdan yukarıya doğru çözülecek boyutu aşmıştır. Bu nedenle, yukarıdan aşağıya, yani, devlet yaptırımıyla çözmek gerekmektedir; yani, yasal değişiklik gerekmektedir. Kadın-erkek eşitliği komisyonu Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir an evvel kurulmalıdır. Rapora koyduğum şerh de, yasal uygulamalardaki eksiklikleri içermektedir. Bu kapsamda, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesine, namus saikıyla işlenen cinayetlerin de namus adına işlenen cinayetler şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamında mütalaa edilebilmesi için bir bent eklenmesi gerekmektedir. CMK'da, kadınlarla ilgili davalarda kadın örgütlerinin müdahil olmasını sağlayacak değişiklikler yapılmalıdır. Bekâret kontrollerinin engellenmesi için yeterli olmayan Türk Ceza Kanunu 287 nci maddesinde, evlilik içinde edinilen malların eşit paylaşımını engelleyerek, 17 000 000 kadını eşlerinin ekonomik şiddetine maruz bırakan Türk Medenî Kanunu yürürlük 10 uncu maddesinde ve evli kadınları kocasının soyadını mutlaka taşımak zorunda bırakan 187 nci maddesinde değişiklik yapılmalıdır. Ayrıca, Belediyeler Kanunundaki "50 000'in üzerindeki yerleşim birimlerindeki belediyeler sığınma evi açar" ibaresinin "açmalıdır" şeklinde değiştirilmesi de gerekmektedir. Bunun yanı sıra, aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla vermiş olduğum 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunundaki değişiklik teklifinin de acilen gündeme alınmasını talep ediyorum. Aile içi şiddetin bir boyutu da çocuklara uygulanan şiddettir. Özellikle, ensest, çok büyük bir sorun halini almıştır. Enseste ve şiddete uğrayan mağdurlar, toplumsal baskı nedeniyle, seslerini çıkaramamaktadırlar; seslerini çıkarmak isteseler bile, nereye başvuracaklarını bilememektedirler. Ensestin saklanması ve yok sayılması, daha derin ve geri dönülemez sorunlara yol açmaktadır; çünkü, ensest, dışarıdan birinin uyguladığı şiddet değildir, çocuğun bildiği, tanıdığı biridir. Olağan dışı bir durummuş gibi algılanan ensest, aslında hayatın içinde; fakat, saklanmaktadır. Tüm topluma bunun gerçek olduğunu, yaşanılan çok ciddî bir sorun olduğunu öğretmek gerekmektedir ve tüm topluma ensesti uygulayanın suçlu olduğunu, çocuğun mağdur olduğunu benimsetmek hepimizin görevi olmalıdır. Ensest, töre ve namus cinayetlerinin başlangıcıdır. Çocuğu ensest ilişkide kullanıyorlar, daha sonra çocuk hamile kalınca öldürüyorlar veya intihar etmeye zorluyorlar. Bu noktada, bugün, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda konuşulan bir konuyu da gündeme getirmek istiyorum. Bugün, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda, Vatandaşlık Kanunu görüşüldü. Burada, 7 yaşından küçük çocukların, evlat edinilse de, vatandaşlık hakkını alamayacağı söylendi. Bunun gerekçesi de taciz olarak söylendi. Bu nasıl bir mantıktır arkadaşlar?! Böyle bir şey yapılabilir mi?! Böyle bir şey düşünülebilir mi?! Biz, burada, bu Mecliste, Çocuk Hakları Sözleşmesini geçirdik. Çocuk, 18 yaşına kadar çocuktur. Ayrıca, biz, bu Meclisten, bu dönemde, 5049 sayılı Çocuk Korunması ve Uluslararası Evlat Edinme Sözleşmesini geçirdik. Buna göre, bizim, bütün çocukların, evlat edinilmesi sırasındaki bütün çocukların vatandaşlık hakkını vermemiz gerekir. Ayrıca, nasıl bir mantıktır bu "tacize uğrayabilir" demek?! Uğramamasını sağlamak bu devletin görevidir; bunu yapmak hepimizin görevidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda bahsettiğim tüm sorunların ortadan kalkması için acilen eyleme geçilmesi gerekmektedir. Raporda getirilmiş olan çözüm önerileri içinden öncelikli olanları hemen yapılmalıdır. Bunların içinde en önemlilerinden bir tanesi, kadınların nüfus cüzdanlarının olması için çalışma başlatılmasıdır. 2006 yılında bu Meclisin çatısı altında bunları dile getirmek zorunda kaldığım için çok üzgünüm; ama, namus cinayetine kurban giden Şemse Allak örneğinde olduğu gibi, bugün, ülkemizde, binlerce kadın, hâlâ, nüfus cüzdansız, kimliksiz yaşamaktadır. Yani, vatandaş sayılmamakta, hiçbir vatandaşlık hakkını kullanamamaktadır; çünkü, resmî kimliği olmayan bir kadına toplumsal kimlik kazandırmak imkânsızdır; devlet katında, yaşamamaktadır, yoktur. Onyıllardır, kadınların bütün çığlıklarına rağmen, ailede şiddet hâlâ kayıtsızlıkla karşılanmakta, ya "aile içi bir sorun" denilerek üstü örtülmeye çalışılmakta ya da göstermelik sözler, etkisiz önlemlerle yasak savılmaktadır ve siyasî partiler ve bu Meclis, kadına yönelik şiddete, aile içi şiddete kayıtsız kaldıkça, bu şiddet daha da artacaktır. O nedenle, Meclisimizi bu konuda göreve çağırıyorum. Artık, boş sözlerle kaybedilecek zaman yoktur; tüm kurumlarıyla devletin, bütün organlarıyla Meclisin, tüm siyasal partilerin, başta bireysel silahlanmanın engellenmesi ve kadına yönelik şiddetin hiçbir yerde, hiçbir durumda hoşgörülemez bir insanlık suçu olarak görülmesi için ortak bir seferberlik başlatılmasının zamanı gelmiş ve geçmiştir. Sürem kısıtlı olduğu için, burada, alınması gereken diğer acil önlemlere değinemiyorum; ama, Meclisimizin, yılın hiç olmazsa bir gününü bu konuya ayırmasını teklif ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, her yıl, en azından bir gün, 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddete Son Günleri yapılacak özel oturumlarla sorunu ve çözüm yollarını enine boyuna tartışmalıdır. Tüm milletvekillerimizin bu öneriyi destekleyeceğine inanmak istiyor; hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim Sayın Başkan. |
07-06-2006, 14:24 | #88 |
|
Hem tecavüze uğradı hem töre kurşunu yedi
Ankara’da üç gün önce evlenen fakat eşi tarafından ’bakire olmadığı’ gerekçesiyle yeniden ailesinin yanına gönderilen 18 yaşındaki Y.Ç.’yi ağabeyi vurdu. Genç kızın yaklaşık iki ay önce Erzurum’daki ablasının yanına gittiği ve burada eniştesinin tecavüzüne uğradığı iddia edildi. Mamak semtinde dün meydana gelen olayda, sade bir düğünle evlenen ancak resmi nikahları yapılmayan Y.Ç. ve T.A. çifti, Akdere’de bulunan evlerine gittiler. Genç kızın bakire olmadığını anlayan T.A., ertesi gün eşini kayınpederi H.Ç.’nin evine götürdü. Erzurumlu ailenin askerden izne gelen 19 yaşındaki oğlu G.Ç., kız kardeşinin bakire olmadığı için eniştesi tarafından eve geri getirildiğini öğrenince, ruhsatsız tabancayla Y.Ç.’yi kafasından tek kurşunla vurdu. Ankara Numune Hastanesi’ne kaldırılan Y.Ç.’nin bitkisel hayatta olduğu belirtildi. Kız kardeşini vurduktan sonra kaçan G.Ç.’nin arandığı bildirildi. 7 haziran çarşamba Hürriyet Gazetesi |
11-06-2006, 09:43 | #89 |
|
Ağabeyi tarafından vurulan Yasemin vefat etti
A.A. Ağabeyi tarafından tabancayla vurularak ağır yaralanan Y. Ç. adlı genç kız, tedavi gördüğü Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde vefat etti. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4558701.asp?gid=71 |
24-06-2006, 21:35 | #90 |
|
“Namus Zihniyeti Değişmeli”
“Namus Zihniyeti Değişmeli”
Üç ünlü kadın hakları savunucusu töre cinayetlerini tartıştı. Namus yüzünden kadınların intihara zorlandığını söyleyen avukatlar, “Türkiye namus kavramıyla hesaplaşmalı” diyor. Yasemin Arpa NTV-MSNBC Güncelleme: 12:52 TSİ 16 Haziran 2006 Cuma İSTANBUL - Töre cinayeti işleyenler bugüne kadar suçlarının cezasını uygulanan indirimlerle iki yıl çekip kurtuluyordu... Ama şimdi durum değişti. TCK’daki yeni düzenlemeye göre, töre cinayetinin cezası müebbet hapis. Ancak bu düzenleme umulanı veremedi. Töre cinayetleri görünürde ‘azaldı’ ama intiharlar arttı. Şimdi şu soru cevap bekliyor: Müebbet hapis korkusu yüzünden cinayet işleyemeyen babalar, dedeler, kızlarını, torunlarını intihara mı zorluyor? Sorunun yanıtını Türkiye’de kadın hareketinin önemli isimleri verdi Türk Ceza Kanunu’nda “töre saikiyle adam öldürme”nin “ “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmasının ardından bir yıl geçti. Kadın hareketinin uzun uğraşları sonunda kabul ettirmeyi başardığı ve neredeyse bir devrim niteliğinde görülen değişikliğin kabul edilmesi sırasında yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Yeni TCK, son günlerde özellikle artış gösterdiği söylenen kadın intiharları nedeniyle yine tartışmanın odak noktası olacağa benziyor. İddia o ki, yeni düzenlemeyle töre saikiyle adam öldürmede eskiden olduğu gibi ağır tahrik indirimi uygulanmayacağı için kadınlar giderek daha çok intihara zorlanıyor. Gerçekten de yeni düzenlemeden önce uygulanan indirimlerle 2 yıl yatarak cezadan kurtulanlar şimdi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya kaldıklarından çareyi kadınları intihara zorlamakta mı buluyorlar? Yani yeni TCK’da ileri bir düzenleme olarak sevinçle karşılanan ve töre cinayetlerini azaltması umulan düzenleme ters mi tepti? Kadın intiharlarındaki artış, yasadaki düzenlemeye bir tepki olarak mı geliştirildi? Bu soruların yanıtlarını ve yeni yasa hazırlıklarında aileiçi şiddetin yeniden şikayete bağlı suç olarak düzenlenmek istenmesi, uzlaşma formülleri gibi arayışları, Türkiye’de kadın hareketinin önemli isimleriyle tartıştık. CANAN ARIN: İNTİHARLAR ARAŞTIRILMIYOR BİLE Kadınların intihara zorlandıkları, ailelerin cezadan kaçmak için “kanuna karşı hile”ye başvurulduğunu söyleyebilir miyiz? Evet kanuna karşı hile evet, açıkça o. O zaman ne yapmak gerekiyor? İntihar eden kızın veya genç kadının neden intihar ettiğinin nedenlerinin araştırılması yani çok daha derinlemesine bir araştırma yapmak gerekiyor. 1980’den beri benim özellikle üzerinde ısrarla durduğum, kadın hareketinin de üzerinde durduğu namus cinayetlerinde özellikle kadına yönelik şiddetle meşgul olan, konusu bu olan bağımsız kadın kuruluşlarının ceza davalarında müdahil sıfatıyla yer alması gerekiyor. Böylece araştırma, soruşturma, inceleme genişletilebilsin ve daha sağlıklı sonuçlara varılabilsin. 1996 yılıydı yanılmıyorsam, ilk defa Mor Çatı adına Şanlıurfa da bir namus cinayetine müdahil olmak talebiyle gittiğim zaman reddedildi. Orada olayı gören pek çok insan vardır ama hiçbiri “biz gördük” demediler. Tam kızın boğazının kesildiği sırada -çünkü meydanda yapılmış bu iş- o meydanı çevreleyen esnaf arasında manav var, kasap var, bakkal var, fırın var yani bir esnaf var. Onların ifadeleri “tam o sırada başka yere bakıyordum” yönünde. Hiç sesleri çıkmadı. Sadece bir saka olayın nasıl olduğunu görmüştü, onu da mahkemeye çağırmadılar. Çünkü davada kızın babası müdahil olmuştu. Kızın öldürülmesi kararını verenlerden biriydi. Yani timsahın gözyaşlarıydı. İki celsede davayı kapattılar. En fazla işte 2 yıl yatıp çıktı o çocuk cezaevinden. Bu kadar kolay, insan hayatı bu kadar ucuz hale gelmişti. KADINA KARŞI ŞİDDETE ÖZEL KANUN En son Ankara’da bakire çıkmadığı iddiasıyla öldürülen Yasemin var. Bu haberler hiç bitmeyeceğe benziyor. Kadın hareketinin daha önde olması gerekiyor sanırım. Evet ama bu hareketin içinde yer alan kadınların sayısı çok belirli ve Türkiye çok büyük bir ülke. Hükümetlerin bu konuda bir siyasi iradesi yok. Amerika’da veya İngiltere’de kadına yönelik şiddete karşı özel kanunlar düzenleniyor. Bu işi önlemek için bütçeden çok ciddi paylar ayrılıyor. Yakında Alman Parlamentosu’nda bir konuşma yapacağım. Öncesinde Almanlar, Türkiye’de zorla ve küçük yaşta evlendirilen, sonra da Almanya’ya gönderilen Türk kızları hakkında istatistiksel bilgi istiyordu. Biz Türkiye’dekini bilmiyoruz ki Almanya’ya gönderilenlerin sayısı üzerinde duralım! Devlet İstatistik Enstitüsü’nün bu tür araştırmaları yapması gerekiyor. Kadına yönelik şiddetle mücadelede kararlılık önce sayıları tespit etmekle başlayacak diyebilir miyiz? Önce konuyu tespit edeceksiniz, gayet tabii. Mesela Türkiye’de ensest meselesini hiç konuşamazsınız. Bir iki defa konuşulmaya çalışıldı, üstü örtüldü hemen. Ama bilinen, ensestin Türkiye’de çok yaygın olduğu. SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR? Kadına yönelik şiddetle en az 5-10 yıl mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gibi kadın kuruluşları davalarda müdahil olarak yer almalı. Bu uygulamayı Fransa yapıyor. Yalnız aileden izin istiyor ama namus cinayetinde aileden izin isteyemezsiniz. Çünkü zaten cinayeti işlenmesine karar veren aile. VİLDAN YİRMİBEŞOĞLU: KATİLLERİN SIRTLARI SIVAZLANIYOR Uzun yıllardan beri namus cinayetleri üzerinde çalışan biri olarak kadın intiharlarındaki artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yakın bir zamanda jandarma ve emniyet görevlilerine verdiğim eğitimde, tek tepkiyi namus cinayetleriyle ilgili konuda aldım. Çok büyük bir çoğunluğun namus cinayeti işleyenlere mağdur gözüyle baktıklarını gördüm. Bir jandarma karakol komutanı, “Benim kızım birisiyle birlikte ise kızımı öldürmem ama onun ilişkiye girdiği kişiyle derhal evlenmesini isterim. Eğer kızımı almazsa karşı tarafın ailesini katletme hakkım doğar” dedi. İnsanlar namus cinayetini haklı gerekçelere mi dayandırıyor? Evet, namus cinayetleriyle ilgili soruşturma yapacakların yanlış olduğunu, namus cinayeti işleyenlere hak verdiğini görüyoruz. Namus cinayeti işleyenler bunu yaparken kendilerine hak verenler olduğunu biliyorlardı. Yasaların da kendilerine indirim uygulayarak hak verdiğini biliyordu. Bir nevi sırtının sıvazladığını biliyordu. Şimdi yasalar değişti, indirim uygulamasının kalktığı sürekli söyleniyor. Cinayetlerin indirim sağlanacak şekilde işlendiğini görüyoruz. Bunun en önemli göstergesi de cinayeti isteyen kişinin küçük yaştaki yakınlarına bunu yaptırması ki daha az ceza çekilsin. Her zaman bu insanları bulamıyorlar tabii. İntiharlar bu yüzden arttı diyorsunuz... Cezai indirim uygulanmayınca bundan nasıl kaçabilecekleri üzerine bir senaryo hazırlamaya başladılar. Zaten geçmişte de cinayetlerin bir kısmı intihara azmettirme şeklindeydi, ama bunlar her zaman çok fazla ispatlanamıyordu. Mesela diyelim ki kızgın yağ üzerine dökülüyor veya benzin dökülüp yakılıyor, ondan sonra “haberimiz yok kendisini yakmış” diyorlardı. İntihara zorlamak; delil bırakmadan, kimse ceza almadan utanç kaynağı olan kadını ortadan kaldırma yöntemiydi. SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR? Yasaların caydırıcılığının yanında - mutlaka yasaların bir caydırıcılığı var ki bu kadar senaryo yazıyorlar ve olayın şeklini değiştirmeye çalışıyorlar- en önemlisi uygulama sorunu. Hakim neyle karar verecek? Önüne getirilen dosyayla. Hazırlık soruşturmasını yapanlar kim: Kolluk. Polis ve jandarmanın eğitimi çok önemli. Onların yansız bir dosya hazırlayabilmesi için - hepsi böyledir demiyorum ama çok büyük bir çoğunluğu, çoğu yanlı bir bakışa sahip- eğitime önem vermek gerekiyor. İntihar artışını namus cinayeti işleyemeyenlerin azmettirmesi olarak değerlendirebilir miyiz? Kişisel olarak artıp artmadığını bilmiyorum. Çünkü bunu söyleyecek verilere sahip değiliz. Benim kendi kişisel gözlemlerim de arttığını değil daha fazla görülebilir olduğunu gösteriyor. Bunlar hep vardı. Trafik kazası süsü vermek, fare zehiri verip gıda zehirlenmesi süsü vermek, intihara zorlamak, cinayetlerde çocukların kullanılması bunlar zaten Türk Ceza Kanunu değişikliğinden önce de rastladığımız yöntemlerdi. O yüzden azmettiricilikle ilgili maddede kadın hareketi olarak azmettirenlere ceza verilmesiyle ilgili maddenin ağırlaştırılmasını ve bütün namus cinayetlerde uygulanmasını, yani çocukları kullanan ailenin bir bütün olarak yargılanmasını ve ceza almasını istemiştik. O düzenlemeler yeni Türk Ceza Kanunu’nda ağırlaştı. Çünkü kamuoyunda bu tür cinayetlere yönelik tepki artıkça kanunun caydırıcılığı devreye girdi. İnsanlar da kaçış yollarını aradı. Kanunda cezalar ağırlaştığı için insanlar bu yola sapmaya başladılar diye düşünüyorum. Bu yolları hep kullanıyorlardı. Türkiye uluslararası alanda bu açıdan ciddi bir şekilde eleştiriliyor öyle değil mi? Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere eleştiriliyor. Çünkü resmi olarak yapılmış bir şiddet araştırması yok. Olmadığı için de şiddete karşı ne yapabiliyoruz, adım atabiliyor muyuz, alınan önlemler işe yarıyor mu, onun kontrolünü yapamıyoruz. Dolayısıyla sorunu doğru tanımlayamıyoruz. Namus cinayetlerine karşı, namus kavramıyla yüzleşmeden samimi bir mücadele yürütmek ve onu durdurmak mümkün olmayacak. Siz namus kavramını her gün yeniden üretirseniz bunun arkasından tabii ki “namussuzluk” diye tanımlanan her türlü davranışa karşı şiddet gelecektir ve meşru olacaktır. Yanlışın propagandası mı yapılıyor? Evet ve işin acı tarafı bu propaganda yapıldığı zaman “yanlışlarda eşitlik” kavramı ortaya çıktı. Şimdi kadınlar da erkekleri öldürüp ‘namusumu temizledim’ savunması yapmaya başladılar. Bu son derece acı bir sonuçtur. Ama ne farkı var ki erkeğin yaptığından? O yüzden bütün bir toplumun bir an önce namus kavramıyla yüzleşmesi ve kadınların namusu üzerinden kontrolünden vazgeçilmesi gerekiyor. Bu olmadığı sürece istediğiniz kadar etkili kanunlar getirin, sorun çözülmez. Bu hesaplaşmayı Türkiye’nin yapması gerekiyor. Namus kavramını kullanarak kadınların hayatına müdahale edebilir miyiz, edemez miyiz? Edemezler. Türkiye bu sorunu eninde sonunda çözmek zorunda. Aile içi şiddetin şikayete bağlı suç haline getirilme girişimleri, aile içi şiddette ‘uzlaşma’ çözümleri tartışılıyor. Bütün bu tartışmaları TCK’da son yapılan düzenlemelerden geri adım atmak olarak mı yorumlanmalı? Tamamen geri adım atmak. TCK’da kadına yönelik şiddetle ilgili düzenlemeler özellikle işkence bölümü içinde eziyet başlığıyla düzenlenmesi, Türkiye’nin bütün dünyaya karşı gururla savunacağı, çok önemli - bir adımdı, dünyanın çok az ülkesinde olan bulunan bir düzenlemeydi çünkü. bir zihniyet devrimini tetikleyecek bir adım. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisine alınmış oldu. Bütün dünya açısından çığır açacak bir düzenlemeydi. Ne yazık ki dünyada ve Türkiye’de her zaman kadınlarla ilgili olumlu bir düzenlemede ilk ona gösterilen tepki ilk fırsatta geri almaya çalışmak oluyor. Bu Medeni Kanun’da da böyle oldu. Kadınlar lehine yapılan, alınan herhangi bir kararda refleks olarak geri almaya çalışmak, uygulatmamak, kendi lehine kadın aleyhine uygulamak gibi tepkilerle karşılanıyor. Amerikalı bir feministin söylediği gibi “Eşitliği bize intikam gibi sunuyorlar”. SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR? Kadına yönelik şiddet, kadını kontrol altında tutmanın bir aracı. Namus kontrolü ve şiddetle onu durdurma. O kontrolü elinden kaçırmak istemediği için sistemimizin derhal ilk yapmak istediği şeylerden biri bu tür geri alma, şikayete bağlı suç olarak düzenlemek, cezalandırılabilir olmasını ortadan kaldırmak demek. Kadın zaten o şiddetin baskısı ve tehdidi altında yaşıyor. Ondan şikayet etmesini istemek, daha çok şiddeti, hatta ölümü göze almasını istemek demek. Birçok olayda ölümü göze alması gerekiyor kadının şikayet edebilmesi için. Çok kadın şikayet edemiyor o yüzden zaten. Yasaların caydırıcılığı , TCK sırasında da sıklıkla söylediğimiz gibi, kadın hareketinin bütün erkekleri hapse atalım diye bir derdi yok. Tam tersine kanunlar ne kadar etkili ve otomatik uygulanırsa, uygulanacağı bilinirse caydırıcı etkisi olacağı için bu kanunların değişmesini istiyoruz. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
'Namus' veya 'Töre' cinayeti... | O.Albayrak | Hukuk Sohbetleri | 7 | 07-05-2008 12:14 |
Namus/Töre Cinayetlerinde Yargıçların Tutumu | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 11 | 01-05-2008 10:48 |
Töre Değil Namus Cinayetiymiş... | niles82 | Hukuk Haberleri | 0 | 25-12-2006 11:26 |
Töre Ve Namus Cinayetleri Ile Kadınlara Yönelik Şiddet Olayları - İstanbul Valiliği | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 0 | 27-11-2006 18:42 |
Namus Ve Töre cinayetlerinde Kadınlar Daha Katı mı Davranıyor? | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 0 | 29-05-2004 16:28 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |