06-02-2006, 18:15 | #31 |
|
http://www.turkhukuksitesi.com/hukuk...&threadid=3605
bu sayfada tartışmaya açılan ve "şüpheden sanık yararlanır" kuralının, "hakimin vicdani kanaatine göre hüküm tesis etmesi" kuralı ile çelişebileceği hususu, sanıyorum bu somut olayda had safhaya ulaşmıştır. Bu iki konunun (YANİ malum taciz davasındaki hakimin vicdani kanaati ile sayın ibrahimbey'in belirttiği şüphedene sanık yararlanır evrensel hukuk kuralı) yukarıda linkini verdiğim konu başlığı ile birlikte ayrı bir başlık altında tartışılmasında fayda görüyorum. Saygılarımla... |
06-02-2006, 18:16 | #32 |
|
Sn.İbrahimbey,
Burada hukuki bir konuyu tartıştığımızı ,kişiselleşmiş soruların bu nedenle anlamlı olmadığını düşünüyorum. Eğer sorunuz anlamlı ve doğru ise,mağdur olsaydınız ne yapardınız sorusunu siz yanıtlayın lütfen. Saygılar |
06-02-2006, 18:29 | #33 |
|
Sn.Dikicinin konuyu ayırma önerisine katılıyorum.Başlık Dikicinin önerisi doğrultusunda olabileceği gibi özel olarak cinsel suçlara ilişkin yargılama sorunları başlığında da tartışılabilir bence.
Saygılar |
06-02-2006, 18:41 | #34 |
|
Sayın İbrahimbey,
Dilerdim ki, konuyla ilgili olarak karşı soru yöneltmeden önce, 31-01-2006 tarihli yazımda, aslında hiç te olumsuz bir maksat taşımayan, ve insani bir duyarlılıkla bir hukukçu bakışıyla değerlendirilmesine ve aydınlatılmasına gerçekten ihtiyaç duyduğum sorulara yanıt vermiş olsaydınız. Değindiğim o yazımdan sonra bunu ne siz, ne de söz konusu olayda verilen kararı eleştiren diğer katılımcılar maalesef yapmadılar. Buna karşın sizin sorunuza yanıt vermeye çalışacağım. Şahsıma yönelik bir şikayette, yalnızca müştekinin beyanıyla ve sizin söyleminizle bana göre çok basite indirgenmiş "canım adam-kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla hiç bir mahkemenin hiç kimseyi cezalandıracağına ihtimal vermiyorum. Verilen kararı ve gerekçesini eleştiren bir hukukçu olarak, işyerlerinde cinsel tacize uğrayanların hukuki çerçevede ne yapmaları gerektiğine ilişkin bir çözüm öneriniz olması gerekmez mi.? Böyle bir öneri getirmeksizin getirilen eleştiri, taciz mağdurlarının hukuken hiç bir şey yapamayacakları ve yalnızca susmaları gerektiği anlamına mı geliyor.? Sonuç : "istediğin kadar taciz edebilirsin, hiç riski yok, yeter ki bir tanık olmasın" şeklinde mi olacak.? Yazılarınızın bitiminde dikkat çekici bir slogan var.: "Salondaki hukuk, vicdanlardaki hukuka uymalı." Fiziki delil ya da tanık bulunamadığı durumlarda, gerçekten böyle bir fiili işlemiş bir taciz zanlısının cezasız kalması vicdanlardaki hukuka ne kadar uymuş olacaktır. Bu düşüncelerde tek yanlı ve konunun karşı boyutunu gözden kaçıran bir tutum içinde olduğum sanılabilir. Öyle olmadığını bir önceki yazımda yeteri kadar açıklayabildiğimi düşünüyorum. Elbette her isnat, isnat edilenin suçlu olduğu anlamında da gelmez. Bence hukukçulara düşen önemli bir görev de, uygulamalara ve kararlara eleştiri haklarını saklı tutmak ve gerektiğinde kullanmak kadar, söz konusu ve benzer olaylarda gerçekten "salondaki hukukun vicdanlardaki hukuka uygunluğu" na katkıda bulunabilecek çözüm önerileri üretmeleridir. 01-02-2006 tarihli yazımda ve sayın Hykayar'ın son yazısında değindiği, mağdurun psikolojik çözümlemelerinin ve buna dayalı raporların, bu ve benzeri olaylarda "delil" olabileceği düşüncesine de, şimdiye dek hiç bir katılımcının değinmemiş olmasını, ya da farklı çözüm öngörüleriyle konuya katkı sağlamamış olmasını ve salt verilen kararı eleştiren bir konumda kalmalarını görmek gerçekten dikkat çekici. Bu durumda, ilk yazımda yanıtlanabileceğini umduğum soruları, tüm katılımcılara hitaben yinelemek zorunda hissediyorum kendimi. Biliyorum ki, gerçekten bu sorular içeriğinde bir durumla karşılaştığınızda, öyle ya da böyle bir hareket tarzınız olacaktır, mutlaka olacaktır.Ve bu hareket tarzı burada açıklanamayacak ve yanıtlanamayacak kadar özel midir.? 31-01-2006 tarihli yazımdan yanıtsız kalmış sorular: “Genel olarak işyeri ortamlarında gerçekleşen fiili taciz olaylarında , olaya tanıklık edebilecek üçüncü şahısların var olmadığı, sanıyorum yaygın bir gerçekliktir. Toplu ve bir arada çalışılan ortamlarda, sözel tacizler olsa da, doğrudan fiili taciz olamayacağı da genel bir gerçekliktir. Bu durumda, fiili tacizin, olayı bizzat gören bir tanığı olması ihtimali hemen hemen yok gibidir. Aynı zamanda, yine bir çok olayda, adli tıbbın ya da bir hastahanenin tesbit edebileceği fiziki deliller de olmayacaktır. Bu durumda, fiili olarak tacize uğramış bir mağdur ne yapmalıdır.? “Nasıl olsa kanıtlayamam” diye susmalı mıdır.? Böyle bir mağdur, konuyu yargıya taşımak üzere size gelmiş olsa, olayın maddi bir delili olmadığı gerekçesiyle bu işi red mi edersiniz.? Değilse, böyle bir mağdurun haklarını savunmak ve şüphelinin hukuken cezalandırılmasını sağlamak için, hukukun hangi olanaklarını kullanırsınız? Saygılar. |
07-02-2006, 00:18 | #35 | |||||||||||||||||||
|
İlk bakışta tartışma konusu olan iki olay birbirinden tamamen bağımsızmış gibi görünüyor. Olayları tartışırken verilen gerekçeleri dikkatle incelediğimizde tam tersini görüyoruz. Başlığa ters düşse bile tartışılan ve üzerinde durulan asıl konu 'hakimlerin veya mahkemenin, karar verirken, sanığın suçlu mu suçsuz mu olduğunu hangi kriterlere dayanarak tesbit edeceği/etmesi gerektiği, delilleri ve karineleri nasıl değerlendireceği/değerlendirmesi gerektiği' konusu. Tartışmanın asıl konusunu belirttiğim gibi anlarsak, birbirinden bağımsızmış gibi görünen iki olaydaki ortak noktayı da bulmuş oluruz. Saygılarımla |
07-02-2006, 17:40 | #36 |
|
Sayın merhaba;
Demişsiniz ki; "Şahsıma yönelik bir şikayette, yalnızca müştekinin beyanıyla ve sizin söyleminizle bana göre çok basite indirgenmiş "canım adam-kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla hiç bir mahkemenin hiç kimseyi cezalandıracağına ihtimal vermiyorum" . Tarihte cezaevleri sizin gibi düşünen sanırım bir sürü suçsuz insanlarla dolup taşmıştır. Ki, bu yüzden "şüpheden sanık yararlanır" ya da "bir suçsuz insan cezaevinde bir gün yatıncaya kadar on suçlu varsın dışarıda gezsin" gibi ilkeler getirilmiştir. Yukarıda yazdığım temennilerim aynen devam ediyor. Dilerim kimsenin başına böyle delilsiz bir suçlama ve varsayımla verilmiş bir ceza kararı gelmez. Dilerim. Forumun başındaki soru, mevcut (yaşanmış) bir olaya dair bir soru idi. Ve hukukçu olarak bize düşen de, bunun da pozitif hukuka göre cevaplandırılmasıydı. Yani halen geçerli ve güncel mevzuata ve güncel evrensel hukuk kurallarına. Ve benim cevaplarım da günce ve geçerli hukuk açısındandır. Suç ne kadar iğrenç olursa olsun, genel kurallar , ceza hukukunun temel prensipleri herkes için aynıdır. Mağdur, mesleğe yeni başlayan genç bir kız olsa da aynıdır, ona sarkıntılık iddiasında bulunulan bir avukat için de aynıdır. Sizin için de aynıdır, benim için de aynıdır. Eğer ortada kanıt yoksa, hangi tür mağdur ya da hangi tür sanık olursa olsun cezalandırılamaz. "Bu tür suçlarda tanık bulmak zordur, genç bir kız neden böyle bir haksız isnatta bulunsun" diyerek hiç kimse cezalandırılamaz. Bu bence anayasaya aykırılığa kadar varır. Ceza Yargılama Usullerinin ve ceza hukukunun tatbikinde kişi, suç vs. ayrım yapamazsınız. Örneğin af çıkardıysanız, bundan Mehmet Ali Ağca'yı ayıramazsınız. Yüreğiniz cız etse de, eğer bir af varsa herkese uygulayacaksınız. Geçerli hukuk açısından, bunun aksini iddia edecek hukukçu olacağını sanmıyorum. Ha eğer, konu başlığı ; Evrensel ve gelişmiş tüm ülkelerde oldukça katı ve tavizsiz bir şekilde kabul edilen ve uygulananan; "ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR" İLKESİNİN SAKINCALARI; BU İLKEYE GETİRİLMESİ GEREKEN İSTİSNAİ DURUMLAR NELERDİR? HANGİ HALLERDE "ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR" İLKESİ UYGULANMAMASI GEREKİR? HANGİ HALLERDE, "ŞÜPHEDEN SANIK DEĞİL MÜŞTEKİ YARARLANIR?" olsaydı, yazılanlara pek itiraz etmezdim. Asırlık bir evrensel bu kurala karşı, varsa bilimsel tezleriniz, incelemeleriniz , tecrübeleriniz Saygıyla dinlemek isterim. Buyrun ! |
07-02-2006, 17:56 | #37 |
|
Değerli katılımcılar,
İzin verirseniz bu önemli konuyu irtibatı nedeniyle aşağıdaki şu bölümde devam ettirmeyi öneriyorum. http://www.turkhukuksitesi.com/hukuk...7830#post17830 Tartışmanın düğümlendiği noktalar: 1) Şüpheden sanık yararlanır ilkesi ve uygulamadaki sorunlar, 2) Hakimin delilleri takdir yetkisi ve bu yetkinin sınırlandığı durumlar, 3) Ceza hukukunda deliller, ispat usulleri... ve hakimin hayatın olağan akışına ters olgulardan karar oluşturması... Saygılar... |
08-02-2006, 00:27 | #38 |
|
Sayın İbrahimbey,
Hukukçu bir kimliğim yok. O nedenle konunun teknik boyutunda bir hukukçu gibi yetkin değilim. Buna rağmen, yazdıklarınızdan anlayabildiklerim ve hiçbir aksi görüş öne sürmeksizin kabul ettiklerim: 1- Suçun niteliğine bağlı olmaksızın genel kuralların ve ceza hukukunun temel prensiplerinin herkes için aynı olduğu. 2- Eğer ortada kanıt yoksa, hiçbir isnadın, isnada maruz kalan kişinin cezalandırılması için gerekçe olamayacağı. 3- Ceza yargılama usullerinin ve ceza hukukunun uygulanmasında, kişi, suç, vs. ayırımı yapılamayacağı. 4- Her durum ve koşulda “şüpheden sanığın yararlanacağı” ilkesi. Eminim bu dört temel ilke, bu kısa başlıklar altında olabilecek tüm detaylarıyla, tüm hukukçuların “alfabemiz” diyebilecekleri ilkelerdir. Bu durumda, tartışma konusu mahkeme kararında, mahkeme üyelerinin ve devamında bu kararı onayan Yargıtay üyelerinin, bu “alfabe” yi, bu temel ilkeleri tümden unutarak ya da göz ardı ederek, yalnızca “"canım kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok, ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla hareket ettikleri sabittir. Onlar hukuk ilkelerini çiğnemişler ve bundan böyle her asılsız isnadın, isnat edilene cezaevi kapılarını açacak bir geleneği başlatmışlardır. Yine de diliyoruz ki, bu ilkeleri unutanlar ya da gözardı edenler yalnızca onlardır ve böylece ceza evleri suçsuz taciz mağduru erkeklerle dolup taşmaz. (Bu durumda tacizin gerçek mağdurlarının erkekler olacağı açık !) Türkiye’de işyerlerinde, okullarda, yurtlarda, hastanelerde, devletin gözetimi altında olduğu söylenen çocuk bakım evlerinde, hatta kadın sığınma evlerinde … yaygın biçimde cinsel taciz olayları yaşanmaktadır. Buralardaki hakim güçler genelde erkeklerdir ve bu cinsel tacizlerin failleri bunlar arasındaki kişilerden bazılarıdır. Çok nadiren, ileri boyutlardaki bazı olaylar basına ya da yargıya intikal etmektedir. Hakim güçler, tanığı olan olaylarda bile, yaptırım güçlerini kullanarak tanıkları sindirmekte ve susturmaktadır. Taciz mağdurları ise, çoğu kez, bu yaptırım gücü karşısında çaresiz kalarak susmayı seçmektedir. İşinden olma, adının kötüye çıkması, ailesinden gelebilecek tepkilerle olayın büyümesi vb. kaygılar susmayı seçmelerinin ana nedenleridir. Koşulların ve yaptırım güçlerinin eşit olduğu bir ortamda, her hangi bir nedene bağlı olarak kişilerin birbirleri hakkında asılsız isnatlarda bulunması kolay ve olasıdır. Ama bir işyerinde çalışmak zorunda olan bir kadının, oradaki yaptırım gücüne ve hiyerarşiye karşı, hele cinsel taciz gibi bir isnatla çıkması, bu isnat gerçek değilse, anlaşılır ve izah edilebilir bir durum değildir. Sıraladığınız temel hukuk kurallarına aykırı gibi görünen bu karar, karar vericilerin, yaşamın her alanında “hakim ve yaptırımcı” gücün erkekler olduğu bir dünyada, uygar çağın zorlamasıyla, “kadın-erkek” eşitliği ve “kadının insan hakları” konusunda bir çok ülkedeki kanun yapıcıların, “o tarihsel misyonlarını” terk etmekte ne kadar dirençli olduklarını görmeleri ve takdir yetkilerini kullanarak vicdani bir tercih yaptıkları şeklinde de değerlendirilebilir. O takdirde bu, “salondaki hukuka” değil, ama vicdanlardaki hukuka” uygun bir karar olacaktır. Bu gerçekler ışığında ben, bu olayda, o ilkeleri unutarak ya da göz ardı ederek ( ki aslında öyle olduğunu hiç sanmıyorum) karar veren mahkeme üyelerine ve yargıtay üyelerine teşekkür etmek istiyorum. Mahkum olan kişi ise, hele bir avukat olduğu düşünülürse, sanıyorum sonrasında (eğer var ise) haklarını aramaya devam edecektir. AİHM yolu açıktır ve suçsuz yere mahkum olmuşsa eğer, gereğini yapacaktır. Son bir cümleyle, kurulduğundan bu güne dek son derece gelişmiş ve “psikiyatri” olarak adlandırılan bir bilim dalı olduğu, bilim dalı olduğu için de bulgularının “bilimsel” olduğu tartışılmazdır. Bu gün adli tıp, bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak adli olaylarda “delil” olabilecek her türlü olguyu araştırabiliyorken , yargılama sürecinde, bu bilimin olanaklarından da yararlanmalıdır. Ortaya konacak bulguların , tanığı ve maddi delili olmayan bu ve benzeri olaylarda “bilimsel bir delil” olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer tartışılan karara ilişkin dosyada böyle bir delil olsaydı, mahkemenin verdiği karara aynı eleştiriyi getirir miydiniz. Saygılar. Merhaba. |
08-02-2006, 10:01 | #39 |
|
Sayın merhaba;
sanırım siz beni anlamaya başladınız ve ben de sizi daha iyi anlamaya başladım. Bu çok sevindirici. Ancak; yine de bir kaç noktada size katılmıyorum. 1) Demişsiniz ki; "Bu durumda, tartışma konusu mahkeme kararında, mahkeme üyelerinin ve devamında bu kararı onayan Yargıtay üyelerinin, bu “alfabe” yi, bu temel ilkeleri tümden unutarak ya da göz ardı ederek, yalnızca “"canım kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok, ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla hareket ettikleri sabittir. " Evet bu çok açıktır. Onlar gibi hukukçu olan bir çok hukukçu da, bu kararı yanlış bulmaktadır. Hemen hatırlatmak isterim, zamanında bahsettiğiniz kurumlar tarafından İDAM EDİLMESİNE KARAR VERİLEN VE İDAM EDİLEN BİR ÇOK KİŞİ HAKKINDA şimdi ağıtlar yakılmakta ve iadei itibar edilerek, o kurumların verdikleri bazı kararların ne kadar hukuktan ve insanlıktan uzak olduğu çok açık olarak ortaya çıkmaktadır. Onlar hukukçu ise ben de hukukçuyum ve kendileri dahi bir çok kararlarını kendileri geri almaktadırlar. Bir cinayet suçunda, aslında suçu işlemiş olan ve fakat hakkında hiç delil olmaması nedeniyle sanık nasıl beraat ediyorsa, bu suçta da delil yokluğundan beraat gerekir. Suç olarak ve sonuçları olarak çok daha ağır bir durumda "şüpheden sanık yararlanıyor" ise, bahsedilen olayda yararlanmaması nedendir ki? Bunu anlamam mümkün değil. Bahsettiğiniz kadın - erkek eşitliği ve devletin bunu sağlamada aktif rol oynaması hususlarına katılmamak mümkün değildir. Ancak, bu eşitlik ve kadının ezilmesini önlemek "müştekisi kadın olan cinsel suçlamalarda, sanığın hiçk bir delil olmadan cezalandırarak" değil, televizyonlardaki reklamlarda ve hayatın bir çok alanında kadını "meta" "bonus" olarak sunulmasını engellemek ve kadınların da buna karşı çıkmasıyla sağlanabilir. KADINLARIN, REKLAMLARDA VE DİZİLERDEKİ, RESMEN VE AÇIK AÇIK KADINI "META" "BONUS" OLARAK NİTELEYEN POZİSYONLARINA KARŞI ÇIKMAMALARI MANİDARDIR? BU ORTAMLARDA (örn.reklamlarda), KADININ AÇIK OLARAK CİNSELLİĞİ VE VÜCUDU KULLANILMAKTADIR. VE KADINLAR BUNA KARŞI ÇIKMAMAKTADIRLAR? NEDEN? (Yoksa, kadınlar bu durumdan hoşnut mudurlar, yoksa onlar bu durumdan çıkarları olduğunu mu düşünmektedirler? sorularıma aklıma sürekli gelmektedir. Çünkü anlaşılmaz bir çelişkidir) Kadınları korumak için, önce onların imajını, "cinsel obje" "meta" "bonus" olmaktan çıkarmak gerekmez mi? Bunu sağlarsak, bu tür suçların, bataklığını kurutmuş olmaz mıyız? Konuya tekrar dönersek, Ceza hukukunda, mağduru kadın olan ve cinsel suçlarda, ceza hukukunun en temel ilkelerini terketmek, bence kabul edilemez bir durumdur ve çok büyük haksızlıklara, adaletsizliklere ve mağduriyetlere yol açabilir. Bu evrensel ilkeleri, Yargıtay'ın 5 üyesinin değiştirmesi de o kadar kolay bir şey değildir. Bir an için, konusu yapılan suçlamada mahkum olan avukatın gerçekten de suçsuz olduğunu düşünelim. Neden bunu hiç düşünmüyorsunuz? Milyonda bir ihtimal de olsa suçsuz olduğunu düşünün ve böyle bir suçtan mahkum olduğunu düşünün? Bu avukatın yerine kendinizi koyun, ya da bir yakınınızı? İnsan hakları mahkemesinden alacağınız on bin euro neyi karşılar ki? İnsanın yıkılan onurunu geri getirebilir mi? Ne yazık ki, madi vakıaları, bire bir mahkemeye yansıtmak , daha doğrusu iddia edilen her olayı, mahkemede ispat etmek tarih boyunca mümkün olmamıştır. Bunu gidermek için bir çok yöntem denenmiştir. Örneğin delil yokluğu bulunan durumlarda, delil elde etmek için işkence kullanılmıştır. Ancak, bu tür yöntemlerin, inanılmaz adli hatalara ve facialara yol açtığı görülmüştür ki, bunlar kesinlikle yasaklanmıştır. Her işlenen suçta, mutlaka sanığı, her ne olursa olsun, hukuğun en temel ilkeleri bir kenara itilerek bulmaya çalışmak, çok sakıncalıdır ve YASAKTIR. Günümüz ceza hukuku, eğer yasalara uygun ve evrensel ceza hukuku ilkelerine uygun bir delil yok ise, GERÇEKTE SUÇ İŞLEMİŞ DE OLSA, SANIĞIN BERAAT ETMESİNİ KABULLENMEKTEDİR. Bunu kabullenmeyebilirsiniz, ama bu böyledir. Saygılarımla. (Not: Yazılarımda bazen, sizi ya da diğer katılımcı arkadaşlara yönelikmiş gibi hitaplar olabilir. Ancak hiç bir şekilde maksadım tartışmak, yönelmek değil. Maksatım, fikir fırtınasıdır. Tüm yazı yazan arkadaşlarıma da, cevap verdikleri için minnettarım ve yazılanlarından istifade ediyorum) |
09-02-2006, 23:50 | #40 |
|
Sayın İbrahimbey,
Yazınızda yer verdiğiniz geniş açıklamalar için teşekkür ederim. Yazınız içeriğindeki bazı görüşlere bakış ve değerlendirmelerim, konuyu kaçınılmaz olarak burada tartışılan konu alanının dışına taşıdı. O nedenle yanıtımı sitenin "Kadın ve Çocuk Hakları" bölümünde "Kadın tacizi davet mi ediyor" başlığı ile yayınladım. Bu yazı linki : http://www.turkhukuksitesi.com/hukuk...&threadid=4549 şeklindedir. Saygılar. Merhaba. |
16-02-2006, 00:18 | #41 |
|
Arkadaşlar konu nerelere gelmiş böyle, nihayet ayırmışsınız iyi olmuş.Başlıkta açıklanan konuya dönülerek tartışmanın devam ettirilmesini öneriyorum.Zira tartışma bir hukuk davasında hile ile elde edilen delil iken konu gelmiş dayanmış bir ceza davasındaki ispat sorunu-şüpheden sanık yararlanır sorunlarına.2 olay arasında dağlar kadar fark var.Birisinde HUMK. kuralları geçerken diğerinde CMUK kuralları geçerli.Bu açıdan bakılsaydı tartışma bu noktaya gelmezdi.Konunun en sonunda ayrılması iyi olmuş.Saygılarımla...
|
26-02-2006, 17:23 | #42 |
|
Herkese merhabalar.Söz konusu olayda msn kayıtları hile ile elde edilmiştir ve HUMK uyarınca delil olarak kullanılamaz diye düşünüyorum.Ortada hile olmasa bile bu kayıtlar tek başına delil olarak kullanılamaz mutlaka başka delillerle desteklenmeleri gerekir.Saygılarımla.
|
27-02-2006, 11:41 | #43 |
|
Söz konusu msn yazışmasının yan kayıtlarla desteklendiğini, hatta bir adım daha atalım msn'de yazışan eşin, bu yazışmayı da kabul ettiğini düşünelim.
1) Bir eşin, diğeri (Kendi eşi) ile chat yapması, aldatma sayılabilir mi? 2) Msn yazışması, diğer eşin kendini farklı birisi olarak tanıtması snrasında geliştiğine göre bu yaklaşım, hile sayılabilir mi? Dolayısıyla msn yazışması hile ile elde edilmiş sayılabiir mi? Tartışmak istediğimiz ana husus budur. |
03-03-2007, 15:38 | #44 | |||||||||||||||||||||||
|
Görüşünüze tamamı ile katılıyorum. Zira, gerçek de her zaman hukukta mutlak gerçek değildir. Sonuçta gerçeğe ulaşalım da nasıl ulaşırsak ulaşalım dersek bu sadece kararı veren hakimin gerçeği olur ki çoğunlukla da gerçek değildir. Bu nedenledir ki evrensel ceza hukuku ilkeleri vardır. Bu nedenledir ki, ölüm cezası birçok hukuk sisteminde kaldırılmıştır. Saygılar |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Hukuka Aykırı Olarak Elde Edilen Deliller | poyraz | Meslektaşların Soruları | 34 | 01-11-2015 22:52 |
Yasadışı elde edilen telefon kayıtlarının hukuki niteliği | Av.Güçlü KERVAN | Hukuk Haberleri | 9 | 17-05-2010 08:09 |
Yasak Yöntemle Elde Edilen Delile Ret | Armağan Konyalı | Hukuk Sohbetleri | 17 | 06-11-2008 12:48 |
Telefon dinlenmesi şeklinde elde edilen bir delilin kuvveti nedir? | Brusk | Meslektaşların Soruları | 11 | 15-09-2008 10:24 |
Olay Yerinden Elde Edilen Eşyalar | aerisek | Hukuk Sohbetleri | 0 | 26-05-2005 12:45 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |