29-12-2007, 17:22 | #1 |
|
'İdeal Hukukçu' Kimliği
İdeal Hukukçu'yu nasıl tarif edersiniz?
Özellikleri nelerdir 'İdeal Hukukçun'nun? THS'de yanılmıyorsam 'hukukçu kime denir' başlığı altında bir tarışma sürdürülmüştü. Orada hukukçu formal olarak tarif edilmeye çalışılmıştı. Burada hukukçuyu niteliklerine, kişiliğine, olayalara yaklaşım tarzına, adalet anlayışına, yürürlükteki mevzuata yaklaşımına göre tarif etmeye çalışalım istiyorum. Gerekirse sonuçlar kataloglaştırılır. Saygılarımla |
29-12-2007, 20:40 | #2 |
|
Hukukçu tüm toplum infial halindeyken bile bu infiali sonlandıracak en doğru kuralları koyabilecek kadar soğukkanlı olması gereken kişidir.Bir şeyin yanlışlığını savunuyorsa olay kendi başına geldiğinde savunduğu ilkeden çark etmeyen kişidir.Toplumu ve olayları sanki görünmezmiş gibi istediği zaman dışarıdan izleyebilen kişidir.Çok önemli hukuki kararlar alırken duygusallıktan uzaklaşabilen kişidir.Nereden duyduğumu hatırlamıyorum ama çok beğenirim bu cümleyi;"Hukukçular toplum mimarlarıdır"
İlk aklıma gelen tanımlamalar bunlar. Saygılarımla... |
29-12-2007, 21:10 | #3 | |||||||||||||||||||||||
|
Güzel konu :)
Güzel tanım, Geniş ve teknik bir tanım yapmaya çalışırsam tadı bozulabilir. Kısa bir cümlede ben yazayım. "HUKUKÇU, İDEAL (TABİ, İLAHİ) HUKUKA ULAŞMAYA VE YAŞAMA SOKMAYA ÇALIŞAN KİŞİDİR" İDEAL (TABİ, İLAHİ) HUKUK : Olması gereken hukuk, kişilerin olaylar karşısında içlerine doğan ilk doğal çözüm yolu tabi hukuk olarak ta tarif edilir. Saygılarımla... |
30-12-2007, 00:04 | #4 | |||||||||||||||||||||||
|
Mesela... ? |
30-12-2007, 02:04 | #5 |
|
'İdeal Hukukçu' Kimliği
Sayın Özcan.
Sürekli aynı şeyi yapıyorsunuz. Kendi düşüncelerinizi tam doğru olarak kabul edip tartışıyorsunuz. "HUKUKÇU, İDEAL (TABİ, İLAHİ) HUKUKA ULAŞMAYA VE YAŞAMA SOKMAYA ÇALIŞAN KİŞİDİR" Bana bu hukuku açıklarmısınız? Burası propaganda merkezi değil. Biz hukuku tartışırken insanların haklarının nasıl daha iyi korunacağını tartışıyoruz. Burada hakları korunması gereken insanların şurda veya burda olmaları önemli değil. Tabii dediğiniz doğal hukuk çok değişti. Bundan sonra da değişecek. İlahi hukuk tartışmaya almıyorum çünkü bu sitenin tartışma alanlarının dışında. Lütfen propaganda yapmadan sitenin amaçlarına ve hukuka uygun birşeyler söyleyin. Saygılar. |
30-12-2007, 12:41 | #6 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Erdoğan Suçlamadan ve Kişiselleştirmeden Lütfen :)
Sayın Erdoğan, Soruyu suçlamadan sorsaydınız daha iyiydi. İnanın propaganda merkezi değil vs şeklindeki ifadelerinize şaşırdım. Neyin propagandasını yaptımki, Kendi görüşlerime inanmam ve bunların doğru olduğunu düşünmemde ne gibi bir sakınca var onuda anlayamadım. Herkes kendi düşüncesine inanacak ve savunacak elbette. TABİİ (İLAHİ ) HUKUK kavramını hukuk fakültesinde bu şekliyle gösterildiği için böyle aldım. Sizin deyişinizle DOĞAL HUKUK olarakta alınabilir. DOĞAL HUKUK : Temelleri en genel anlamda tabiatta yatan, kaynağı amprik olarak teşhis edilemeyen hukuktur. Doğal hukuk, olan ile olması gereken arasında olması gerekeni temsil eden hukuktur. (Ampirik : deneme yanılma yoluyla ve gözlem yoluyla elde edilen bilgi) Bu anlamdaki tabii hukukun karşıtı Pozitif Hukuktur. Pozitif hukuk incelenmeğe müsait ampirik bir kaynağa bağlanabilen hukuktur. Ampirik kaynağı dar yada geniş anlayabiliriz. DOĞAL HUKUK uygulamadaki görünen ve somut olan POZİTİF HUKUK tan daha üstündür. Doğal Hukuk kişilerin özünde bulunan hukuktur. Doğal Hukukun varlığının, kendiliğinden hissedildiği, herhangi bir araca ve özellikle hiçbir normatif olguya başvurulmaksızın algılandığı, köklerinin fiziki doğayla insanın ortak doğasını temsil eden doğal akılda yattığı ve bu nedenle doğal hukukun POZİTİF HUKUKA göre daha EVRENSEL BİR HUKUK olduğunu düşünüyorum. ULPIANUS : "lustittia est constans et perpetua voluntas lus suum cuique tribuendi" ibaresi ile "adalet"i tanımlar: ADALET: Herkese hakkını verme konusunda KARARLI VE KESİNTİSİZ bir iradedir.. Herkese hakkını verme; Hak ve hakkaniyete riayet etme demektir ki, işte bunu insan toplumlarında gerçekleştirebilme, asıl güç olandır. "İnsanlık onuru"ndaki eşitlik ilkesini herkes kağıt üzerinde ve teorik olarak kabul edebilir. Ancak iş iş somut olay adaletinin sağlanmasına gelince, "potansiyel eşitlik" ilkesinde uzlaşabilen insanların, hele kendi çıkarları söz konusu olduğunda, Hak ve hakkaniyeti uygun davranmadığını görürüz. DOĞAL HUKUK, İşte zor olan bu eşitliği sağlamayı ve herkese hakkını vermeyi amaçlar. Üzerinde ittifak edilen doğal haklar konusunda fikir birliğidir. Pozitif hukuk olanı görüp buna göre normlar koyarken, Doğal Hukuk olması gerekeni ortaya koyar. DOĞAL HUKUK; VİCDANLARI RAHATLATAN VE İNSANLARA HUZUR VEREN YEGANE HUKUKTUR. POZİTİF HUKUKLA HAK DUYGUSU ZEDELENEN İNSANLAR HER ZAMAN DOĞAL HUKUKUN EVRENSEL KOLLARINA SIĞINMIŞLARDIR. Hakkını alamayan insan bu durumu : “İLAHİ ADALETE HAVALE EDİYORUM" "ALLAHA HAVALE EDİYORUM” şeklinde ifade ederek sığınılacak son noktanın "Doğal (İlahi) Hukuk" olduğunu göstermiştir. . DOĞAL HUKUKA İLAHİ HUKUK ta denilmesinin en önemli nedeni evrensel olmasından kaynaklanmaktadır. Mükemmeli, olması gerekeni ve en iyiyi ortaya koyan doğal hukuk, hatasız ve mükemmel olduğu için İlahi hukuk ta denilmiştir.. Buradaki DOĞAL(İLAHİ) HUKUKUN temel kavramı ve değeri olan ADALET de "Doğal Hukuk"un tüm değerleri gibi değişmez ve EVRENSELDİR. Ayrı ayrı İslam, Hıristiyan ve Müslüman vs. tabii hukuk türleri yoktur. İşte Hukukçu tanımında ifade ettiğim EVRENSEL HUKUKA VE HERKESİN HAKKINI TESLİM ETMEYE YÖNELİK BİR ÇABA VE GELİŞME İÇERİSİNDE OLMAYI HUKUKÇULUĞUN TEMEL TANIMI OLARAK GÖRDÜM VE YAZDIM. Bir ricam var, suçlamadan rencide etmeden, kişiselleştirmeden anlaşılmayanı sorunuz, beğenmiyorsanız, yanlış ise söyleyiniz, gerçekten propaganda var ise yöneticilere iletiniz, onlar değerlendirmede bulurlarsa böyle bir şey siliyorlar zaten merak etmeyin... Saygılarımla… |
30-12-2007, 15:23 | #7 |
|
Konuyu açarken hukuk teorileri üzerinde tartışmaktan ziyade hukukçunun kişiliğinin ön plana çıkarılmasını düşünmüştüm.
Örneğin: "Hukukçu yalan söylemez, yalan söylemek hukukçu kimliği ile bağdaşmaz" veya "hukukçu gerektiğinde, adaletin gerçekleşmesini sağlamak gayesiyle, yalan söyler". Diğer bir örnek: "Hukukçu yürürlükte olan hukuk normlarına bağlı kalmak zorunda değildir. Hukukçu için önemli olan doğru bildiği hukuktur. Bu doğru hukukun gerçekleşmesi için yürürlükteki hukuka ters düşebilir ve onu çiğner". Yanlış anlamadıysam Sayın Mustafa ÖZCAN bu konudaki tavrını ortaya koydu. İdeal Hukuçu ona göre Alıntı: "HUKUKÇU, İDEAL (TABİ, İLAHİ) HUKUKA ULAŞMAYA VE YAŞAMA SOKMAYA ÇALIŞAN KİŞİDİR" Benim kafama takılan soru şu. İdeal hukukçu burada yürürlükte olan yasaları hiçe sayar ve onlara ters düşer mi? Saygılarımla |
31-12-2007, 00:29 | #8 | |||||||||||||||||||||||
|
Mesela eşi tecavüze uğramış bir hakimin aynı suçtan sanık konumunda olan kişiler hakkında adil bir biçimde yargılama yapabilmesi gibi. Saygılarımla... |
31-12-2007, 09:47 | #9 |
|
kavram kargaşası: sollamak ya da sollamamak...
Elinizde bir hukuk iksiri olduğunu düşünüyorsunuz ve bu iksir, adaletin tam tecellisini sağladığı gibi, yürürlükte olan yasalara ters düşülmesini ve onların hiçe sayılmasını engelliyor.
Ama, realitede, bu hukuk iksirini kullanan ve ona rağbet eden hemen, hemen hiç yok ve elinizdeki harika hukuk iksirinin pratikte bir faydası tokunmadığı gibi, bir türlü yaygınlaşamıyor da. Bu şartlar altında ben kalkıp şuraya; bir hukukçu yürürlükte olan yasalara ters düşmez ve onları hiçe saymaz, diye yazsam, bir anlamı ve önemi olabilir mi? Hatırlanırsa, kırmızı ışık'ta durup durmamakla ilgili bir soru sorulmuştu sitemizde (Bu arada, Türk Hukuk Sitesini gerçekten seviyorum ve huzurlarınızda tüm emeği geçenlere en derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum.) ve o soruya bir gün cevap yazmayı düşünürken, kısmet bugün ve bu satırlarmış. Çünkü, orada tasvir edilen sahnenin bire bir aynısını, Almanya'da, 1982 yılında, 25 yaşımda ve orada Bochum kentindeki Ruhr Üniversitesi'ne yakın bir öğrenci yurdunda kaldığım yıllarda, ormanlık bir alanda, tam da söylenildiği gibi gecenin bir yarısında, ıssız bir kavşakta, ben yaya pozisyonunda iken ve kırmızı ışık yandığında beklerken yaşamıştım ve çok ilginçtir, o ıssız köşede beklerken kendi kendime aynı soruyu sormuştum. Yahu ben niye bekliyorum burada, ormanlık bir alanda yer alan ve şehir içi de sayılmayan oldukça (özellikle geceleri) ıssız bir kavşakta, gecenin bir saatinde durmuş yeşil ışığın yanmasını bekliyorum. Niçin? Niçin? Bu soru, o kavşakta beynimi yemeye başlamıştı. Ben, bu sorular zihnimi kurcalarken, yeşil ışığın yanmasını beklemeye devam ettim ve yeşil ışıkta geçtim. Arabaların farları açık olduğu için bir arabanın geldiğini far ışığında veya o ıssız alandaki motor gürültüsünden, araba daha kavşağa yaklaşmadan, zaten fark edebilirdim. Öğrenci yurdundaki odama doğru yürümeye devam ederken konuyu düşünmeye devam ettim ve beni o kavşakta durduran şeyin ne olduğunu buldum. Bunları esasen bir kitapta toplamayı ve belki de bir roman tarzında ele alıp romandaki kahramanlarımdan birine söyletmeyi tasarlamakla beraber, zamanı geldiği için, çok sevdiğim bu sitede, sizlerle paylaşmamın da çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. O kavşakta beni durduran (benim açımdan) şuydu: Ben buna, daha sonra, unutmamak için her zaman yaptığım gibi, kodlayarak, İGS ilkesi adını verdim. Evet, beni durduran İGS ilkesi/prensibi/kuralı idi. İ-G-S kodu; İstikrar-Güven-Saygı üçlemesinden oluşuyor. 1980 yılında ilk kez gittiğim ve yaşamaya başladığım Almanya'da 1982 yılına dek iki yıldan beri yaşarken gördüğüm, fark ettiğim şu olmuştu. Trafik düzenlemeleri çok istikrarlı uygulanıyordu. Bir trafik bambası yanmasa, mutlaka başına bir trafik polisinin dikilmiş olduğunu görüyordum. Gerekli bakım ve onarımlar İSTİKRAR içinde düzenli olarak yapılıyordu. Bütün yapılanlar benim içindi. Bütün bu hizmetler, gayretler ve masraflar benim kırmızı ışıkta durabilme imkanım içindi vea ben bunu anlayabiliyordum. O kadar da (affınıza sığınıyorum, ne olur bu kelimeyi sansürlemeyin) öküz değildim. Bu istikrarlı uygulamalar, düzenlemeler, gayretler ve masraflar bende bir GÜVEN duygusu oluşturmuştu. Bu İSTİKRAR ve bunun bende yarattığı GÜVEN sonucunda sisteme kendiğilimden, biri beni zorlamaksızın, derin bir SAYGI duymuştum. İşte beni kırmızı ışıkta durmaya zorlayan (bu zorlama, bir baskı değildi ve bir insan evladı için yeterince demokratikti) bu zincirleme reaksiyonlar olmuştu. O günden sonra, gerçek eğitimin, asla sınıflarda değil, yaşadığımız çevre içerisinde ve günlük hayattaki istikrarlı (imkanlar ölçüsünde herkese adil) uygulamalarla olabileceğini fark etmiştim. Tek gidişli, tek gelişli ve ortası, iki tarafa da geçiş yasağı anlamına gelen, kesiksiz çift çizgi ile boyanmış asfaltı bozuk bir yokuş yukarı rampada, önünüzde sizi eksoza boğarak gıdım, gıdım ilerleyen ve her an devrilebilecek hissi veren, adeta bir dağ gibi yüklenmiş, uyduruk bir kamyon olmak üzere, 3 kilometre boyunca o kamyonun arkasında, altınızda çok güçlü bir mercedes ile o yürüyen enkazı takip etme sabrı göstermeniz "pratikte" mümkün değildir. Kamyonun arkasında tepinen Mercedesin direksiyonunda bir Akademisyenin; özellikle TRAFİK KURALLARI konusunda uzman bir Profesörün; bir Orgeneralin; bir Alamancı işçinin, bir yerli Köylünün veya bir Hukukçunun oturup oturmamasının hiçbir anlamı yoktur. Böyle bir ortamda, her seviyeden yetişkin insanların "şimdi okullu olması ve sınıfları doldurması" ile halledilebilecek bir konu değildir bu. Asıl eğitim sahada, arazide, alanda verilen eğitimdir. İsterseniz sınıflara doldurup bir ömür boyu eğitip de az önce tasvir ettiğim kamyonun arkasına koyarsanız bir insanı, sürekli çift çizgiye rağmen sollamak isteyecektir o kamyonu. Yukarıda, yokuşun başında bir trafik ekibinin sizi bekliyor olabileceğini kestirmeniz bile engelleyemeyebilir sizin "hatalı sollama" veya bir başka deyimle "kural ihlali" yapmanızı. Üstelik, yokuşun başında, bir pazarlık payının bulunduğunu da tahmin edebiliyorsanız. Realite buysa, istediğiniz kadar tartışın ve insanları sınıflara doldurup tekrar, tekrar eğitin, bir ömür boyu. Faydası yok... Havanda su dövmüş olursunuz sadece. Papağan gibi, bizim sorunumuz eğitim, eğitim, eğitim derken, istikrarlı uygulamanın insanlarda uyandıracağı güvenin sonunda kendiliğinden gelecek saygının da "psikolojik birşey" olduğunu unutmamak gerekir. Diyeceğim o ki, ıssız bir kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen o ben, kamyonu sollamak zorunda kalmıştır. Orada kamyonu sollamak zorunda kalışın altındaki sebebi, kamyonu sollayan Mercedes'te diplomatik plaka takılı olmasına bağlamak beyhudedir. Evet, ortada bir kargaşa var... Sorumlusu kim, bilemiyorum... |
31-12-2007, 10:26 | #10 | |||||||||||||||||||||||
|
Sayın Gemici, İdeal hukukçu yasaları hiçe sayamaz aksi halde mesleğini icra edemez.Tek yapabileceği bazı kanun maddelerini veya hakime takdir yetkisi verilen alanları olması gereken hukuk açısından değerlendirip gerekli araştırmaları yaparak anlatım ve ikna kabiliyetini de kullanarak mahkemeyi veya Yüksek Mahkeme'yi inandırabilmek olabilir.Yüksek mahkemenin içtihatları,pratikte maddelerin uygulanabilirliği her türlü kanun değişikliği sırasında dikkate alınacağından avukat,hakim,savcı her ne olursa olsun söz konusu hukukçunun da olması gerekene doğru atılan adımda böylece bir payı olacak. Saygılarımla... |
31-12-2007, 12:07 | #11 |
|
Sayın Gemici, izninizle ben sorunuzu ideal hukukçu nasıl olur'dan ziyade, ideal avukat nasıl olur şeklinde anlamak ve cevap vermek istiyorum. İdeal avukat yalan söylemez. Özellikle kendisine maddi menfaat, şöhret getirebilecek bir durumda asla söylemez. Gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koyar. Ancak bu gerçeklikte müvekkilinin lehine olan hususları belirginleştirebilir, somut olayla ilgili, kendi hukuk bilgisi içinde bulup ortaya çıkardığı mevzuattan olabildiğince yararlanır. İdeal hukukçu çok çalışkan olur. Zamanını boş, faydasız şeylerle geçirmekten mümkün olduğunca uzak durur. Ahlaklı olur. Herkesin güvenebileceği biri olur. Vicdanlı ve sevgi dolu olur. Hiçbir insana durup dururken haksızlık yapmayı istemez. Uyumlu olur. Çok sabırlı olur. Az öfkelenir. Kendisi adalet peşindeyken, adalet beklerken o da herkese karşı adaletli olur. Terazisini aklında tutar. Sürekli tartar. Asli görevi hukukçu olmak olduğundan tüm hedeflere salt hukuk yolundan ulaşmaya çalışır. Hukuku asla göz ardı etmez. Gelişmiş hukuk sistemleri ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, uluslararası sözleşmeler, insan hakları mevzuatı gibi )ulaşması gereken hedefler olur.
|
01-01-2008, 10:01 | #12 | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Sayın Sinequanon: Bu mümkünmüdür ? Kendimizi eşi tecavüze uğramış hakimin yerine koyarsak, tecavüzden sanık olarak önümüze gelmiş kişilere hangi gözle bakarız, nasıl davranırız ? Eşi tecüvüze uğramış hakim olarak vereceğimiz karar ile, Eşimiz tecavüze uğramamış olsaydı vereceğimiz karar değişirmiydi ? Sizin yazdığınız açık, mümkün olması lazım diyorsunuz, yüzde yüz katılıyorum, zira ideal olanı konuşuyoruz. Ancak bunun ne kadar mümkün olabileceği konusunu merak ettim. Yine :
Sayın Av. Neslihan'ın yazdıkları ideal olanı, peki bu gerçekte nasıl ? Kağıt üzerinde Dürüstlük, Doğruluk, Çalışkanlık, Ahlaklı ve Erdemli olma konusunda kimse toz kondurmuyor. Avukatlık, Hatta Hakimlik Savcılık Mesleğinin nasıl icra edildiği gerçeği Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde ki SORUŞTURMA DOSYALARINDA ortaya çıkıyor. Bu konuda biraz bilgi sahibiyim, görseniz şaşıracağınızdan eminim. Sayın Gemici Konuyu isabetli olarak İDEAL HUKUKÇU olarak açtı bu şekilde devam etmesinde yarar var diye düşünüyorum. Zira Sitede sadece avukatlar değil Diğer Meslekler ve Hukukçu kimliğini haiz insanlar da var. Örneğin Sayın Gemici Avukat değil ama hukukçu mantığını haiz bir hukuksever ve hukuk gönüllüsü olabilir. Konuyuda zaten kendisi açtı. Hukukçuyu tartışmakta yarar var diye düşünüyorum.
Yasa yasadır. Hukukçu Yürürlükteki yasaya uymakla yükümlüdür. Beğenmesek te yürüklükte kaldığı müddetçe uyulması zorunludur.. Kişinin kendi hukukunu oluşturması fikrini de kabul etmem mümkün değildir. Subjektif ve kişiden kişiye değişen doğrular kaos ve karmaşa yaratır. Terör örgütleri kendi hukuklarını uyguluyorlar. Keza Mafyalar, yasa dışı teşekküller kendi hukukunu uyguluyor. Bu nedenle hukukçu yasaları geliştirilmeye çalışır ancak kendi hukukunu ortaya koymaz ve onu uygulamaya kalkmaz kalkamaz aksi terör getirir. Ancak burada aklıma gelen iki soru var. 1. Kağıt üzerinde mutabık kaldığımız doğrular fiiliyatta ne şekilde yaşanıyor. Kağıt üzerinde sonuna kadar hukuku, hukukun üstünlüğünü savunurken somut olaylarda hukuku ve hukukun üstünlüğünü ne kadar savunuyoruz ve yaşama geçiriyoruz. 2. Hukukçu yürürlükteki yasalara uymakla yükümlü. Peki devam eden ve uygulanırlığını yitirmiş yasalar konusunda ne diyeceğiz. Şu anki durumu tam takip etmedim ancak yakın zamana kadar yürürlükte olan Örneğin :
BENCE ÇARPICI BİR ÖRNEK DAHA : Kapalı yerlerde sigara kullanımı yasaklandı. Tüm Hukuk uygulayıcıları, Hakim, Savcı, Avukat ve kendini hukukçu olarak niteleyenlerden kaç tanesi buna uyuyor ve cezai müeyyide olarak konulan para cezası kaç kişiden alındı. Sigara odaları olacaktı sözde sevindik pasif içici konumunda artık zarar görmiyeceğiz diye. Ancak hala yüzümüze üflemeye devam ediyor saygı değer hukukçu arkadaşlar. Allah' tan otobüslerde uygulandı da arka koltuktan sürekli başımıza kulağımıza üflenen dumanlardan kurtulduk. İDEAL HUKUKÇU SİGARANIN YASAK OLDUĞU ORTAMLARDA, SİGARA İÇMEYEN MESLEKTAŞININ YÜZÜNE SİGARA DUMANI ÜFLEMEYEN KİŞİDİR. Yazının sonuna doğru doğal olarak ortaya çıktı ama bu Hukukçu tanımınıda sevdim doğrusu Tüm Site Üyelerinin, Ziyaret eden konukların ve Burada kazandığım arkadaş ve dostlarımın Yeni Yılını Kutluyor, Sağlık, Mutluluk, Huzur dolu bir 2008 yılı geçirmeleri dileği ile; Dumansız Yıllar Diliyorum... Saygılarımla... |
03-01-2008, 14:14 | #13 | |||||||||||||||||||||||
|
Hukukçu olmak bu yüzden çok özel bir şey zaten.Hukuk sadece düşünme ve ikna kabiliyetinizle değil kişiliğiniz ve hayatınızla içiçe bir bilim. Daha önce başka bir forumda da bahsetmiştim.Yıllar önce bir gazetede okumuştum.Prof. Dr. Uğur Alacakaptan'ın kardeşi bir cinayete kurban gitmişti.Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama tecrübeli ceza hukukçusu profesöre "Eskiden olsa sanık idamla yargılanacaktı.Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sorulmuş."Sanık benim kardeşimi öldüren kişi de olsa idamı kabul etmem mümkün değildir." dediği yazıyordu gazete sayfalarında.Okuduğumda çok etkilenmiştim.Ben bunu söyleyebilir miydim acaba diye çok düşünmüştüm.Cevabı bulamamıştım.Sanırım yaşanmadan da bilinemez.Umarım Allah hiç birimizi böyle bir durumla karşı karşıya bırakmaz.Yaşamayan biri olarak sadece fikrimi söyleyebilirim,bana göre olması gerekenden bahsedebilirim.Ama bu konuda asla umutsuz değilim.Her ne olursa olsun adil olunabileceğine inanıyorum.Toplumun mimarları olabilmek kolay değil.Bunun için toplumun hukuki konularda en dayanıklı ve en soğukkanlı insanları olmak lazım sanırım. Saygılarımla... |
03-01-2008, 16:33 | #14 | |||||||||||||||||||||||
|
Yargıca kendi eşinin davasında yargıçlık yapmak yasak olduğuna göre bu seçenek düşünülmemelidir. Yargıçlık makamında görev yapan kamu memuru eğer yargıçlık üst kimliğindeki niteliklere bürünebiliyor ve yargıçlık üst kimlik kurallarını içselleştiryorsa ancak o zaman o görevi yapabilir; çünkü yargıçlık ilkelerinden biri "YANSIZ OLMAK"tır. |
03-01-2008, 16:37 | #15 |
|
Eşi tecavüze uğramış bir hakıim olursam, ideal hukukçu olamam. Olmamı da beklemeyin. Sırf ideal hukukçu olacağım diye, duygusuz hukukçu olamam.
|
03-01-2008, 16:41 | #16 |
|
Evine hırsız girmiş bir hakim, önüne gelen herhangi bir hırsızlık dosyasına bakarken daha katı davranır, bu da çok aykırı bir durum olmasa gerek. Taraflılık, yanlılık, idealden uzaklıkla da açıklanmamalı bu durum, damdan düşenin halini tam anlamıyla ancak damdan düşen anlar çünkü. Bunu duygusal davranmak olarak da açıklamamalıyız bana kalırsa.
Saygılarımla... |
12-01-2008, 08:36 | #17 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Sayın Sinequanon, Bu satırları defalarca okudum, yazdıklarınızdan algıladığım ve hissetiğim kadarı ile olumlu ve zarif olduğunu düşündüğüm kişiliğinizi de göz önüne alarak, hep olumlu bir pencereden yazılanları anlamaya çalıştım. İdeal hukuk ve ideal hukukçuyu sizin oluşturduğunuz profilden görmeye çabaladım. İtiraf ediyorum çabalarım fayda vermedi, anlayamadığım, katılmadığım ve sindiremediğim yerler var ki yazmadan içim rahat etmeyecek.
|
12-01-2008, 14:03 | #18 | |||||||||||||||||||||||
|
Tarafsızlık,duygularından arınma zaten sadece altı çizili olan safhada geçerlidir.Sonrasında hakim verdiği kararla taraf haline gelir.Bu aşamadan sonra duygusal olsa ne yapacak olmasa ne yapacak.Her halükarda kanunda o suç için ne ceza öngörülmüşse o şekilde hüküm verecek.İdeal hukukçu olan hakim,sanık ilk önüne geldiğinden karar aşamasına kadar olan süreçte sanığın suçluluğundan şüphe duyandır.Hani medyada hep kullanılır ya "yargısız infaz" işte onu yapmayan hakim ideal olandır.Esasında yargısız infaz yapmayan insan da ideal olandır ama bu mümkün olmadığı için hukuk diye yargı mercileri diye kavramlar,kurumlar oluşmuştur.İnsan hukuktan kendisinin yapabileceğinden daha fazlasını bekler.Hukukun aklı selim olmasını,her türlü gelecek hesabını da yaparak onun adına karar vermesini bekler.Bu yüzdendir ki panik anlarında toplumu kurtaran hep soğukkanlı olanlardır.Yanınızda birisi kalp krizi geçirse eğer o insan akrabanızsa panik olacağınız için yardımcı olamazsınız,yerinde kararlar veremezsiniz.Ama dışarıdan biri,bir 3. kişi olaya çok soğukkanlı yaklaşacağından doğru hamleyi yapabilecektir.Gene bu yüzdendir ki bir hastalığımız varsa "Ben eşimi de bu yüzden kaybetmiştim.Lanet olsun bu hastalığa" deyip sizinle birlikte ağlayan,çaresiz kalan doktora değil kendinden emin,sakin bir biçimde sizi dinleyen ve çözüm öneren doktora güvenirsiniz. Herkes karşısında kötü bir olay gerçekleştiğinde karşılık vermek amacıyla elinden geleni yapar.Çocuğu gözü önünde öldürülen birisi bu eyleme karşılık verdiğinde tabi ki tahrikten yararlanacak.Ama söz konusu kişi üzerine cübbesini giymiş ve bir mahkeme salonunda aynı suçtan yargılanan sanıkla karşı karşıya gelmişse direkt infaz değil yargılama yapmak zorundadır.Çünkü Yüksek Mahkeme hakimin hatalı,baştan sona taraflı kararını "Yargılamayı yapan hakimin de başına aynı şey geldiğinden bu şekilde hata yapılmıştır.Hakim tahrikten yararlanmalıdır" şeklinde bozmaz. Soru "İdeal hukukçu kimliği nasıl olmalı?" ise cevabım budur. Saygılarımla... |
12-01-2008, 14:34 | #19 | |||||||||||||||||||
|
Elbette hukukçu herkesten daha serinkanlı ve tarafsız davranmayı beceren kişidir. Görev esnasında duygularını işine karıştırma gibi bir lükse sahip değildir.
Karar vermeden önce suçlu olduğunu anladığı sanığa KARAR VERİRKEN farklı davranabilir. Örneğin eşi tecavüze uğramamış bir hakimden farklı olarak sanığa ağırlaştırıcı hükümleri uygulayabilir. Yasal çerçevede olur yapacakları elbette ama; sanığa hakettiğinden fazla ceza verecek yorumlara ve çabaya girebilir. Delillerin takdiri yargıca aittir. Takdir yetkisinin kullanıldığı yerler ise önyargılı bir yargıcın, normalinden daha ağır bir ceza (Üst sınırdan ceza verebilir, teşdit sebeplerini kullanır vs) vermesine yetecek kadar fazladır. Daha önce aynı suçtan mağdur olmuş yargıç, objektif bir yargıçtan farklı olarak dosyada savcı gibi, taraf gibi hareket etmeye başlayabilir. Yargıcın taraf gibi davrandığı bir davada, MAHKEME KARARININ objektif olmayacağını tartışmaya bile gerek yok sanıyorum. Yargıcın bu şekilde davranması kaçınılmazdır ve insanidir. Bu yargıçtan daha fazlasını bekleyemeyiz. İşten el çekmesi ya da el çektirilmesi tek çözümdür. Saygılarımla... |
16-01-2008, 15:47 | #20 |
|
Topluma ayna tutan değil yol gösteren olmalıdır...
|
07-02-2008, 01:02 | #21 |
|
Hukukçuyu tanımlarken salt ideal olana ulaşmak adına insanüstü bir varlığı tanımlamaya doğru gittiğimizin farkındamıyız? Bence İdeal hukukçu Liyakatli olandır. Her olayın koşullarını derinlemesine irdeleyen, inceleyen ve ona göre hüküm koymasını bilendir. Objektif olandır. Ne cok duygusal ne de duygudan uzak olandır, ama en önemlisi öfkesine yenik düşmeyen bunu bastırabilendir.
|
08-02-2008, 01:49 | #22 |
|
Sn Meslektaşlarım internette tesadüfen rastladığım yasaldanismanlik adı altında kişilerin özel bilgilerini toplayan ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden bir firma mevcut. Bu ve benzeri firmaların sayısı gün geçtikçe artmakta. Gerek Baroların, gerek Barolarbirliği ve cumhuriyet savcılıklarının malesef bu konuda herhangi bir hareketi söz konusu bile değil. Belki çoğu zaman özel yaşamlarının, malvarlığının böyle birileri tarafından araştırıldığından haberdar bile değil vatandaşlarımız. Bu ve benzeri uyanık kişiler tarafından yasal danışmanlık adı altında kişilerin özel yaşamlarını doğrudan doğruya ihlal etmektedirler. Konuyu buraya açmamdaki neden ise genel olarak vatandaşların özel yaşamlarını ihlal eden ve avukatların bile kullanmakta zaman zaman sıkıntı çektiği yetkilerini çok rahat bir şekilde yasallık ve danışmanlık adı altında kullanan bu ve benzeri kişi/kişilerin (firma şahıs şirket) karşısında durma sorumluluğunu hissetmenin öncelikli olarak bize düşmektedir. Sevgili meslektaşımında belirttiği gibi toplumun mimarları bizsek eğer bunların karşısında ilk duyarlılık göstermesi gereken bizleriz. Konuyu buraya açmamdaki neden hukukçularımızın hiç bir konuda duyarsız olmaması gerektiğini basit ve somut bir örnekle izah edebilmekti.
Bu linki incelemenizde fayda görüyorum http://www.turkhukuksitesi.com/showt...755#post150755 |
08-02-2008, 02:03 | #23 |
|
Hukukcu,
meslegiyle ilgili karalarinda, elini vicdaninin degil, Anayasa ve Kanunlarin üzerine koyarak karar veren kisidir. Aslinda bu hukukcunun en belirgin özelligi yani hukukcuyu hukukcu yapan bir özellik oldugundan, hukukcunun "ideali" olmaz, bilakis "hukukcu" olunur. Saygilarimla Gülsün A. Aygörmez |
24-10-2008, 16:51 | #24 | |||||||||||||||||||
|
Hukukçu’yu Hukukçu Yapan Özellikler
Ağır ceza hakiminin gözaltına alınması haberi bana hukukçu kimliğini hatırlattı. Alınıtlardan da anlaşılacağı üzere hukukçular suç işlemez türünden bir kural yok, Suç işleme yönünden sıradan vatandaşa kıyasla daha az suç işleseler bile. Hukukçularda insan sonunda. Tüm diğer insanlar gibi belirli duyguları, hisleri, düşünceleri, gereksinimleri, güdüleri ve içgüdüleri var. Yukarıdaki haberlerin yanına bir de THS’de gözüme çarpan bir zihniyet, bir davranış var; yasada açık olarak suç kabul edilen bir davranışı, kendi düşünce ve davranışları hukuktan üstünmüş gibi bir havayla, savunan zihniyet. Buna isterseniz daha hukukun ve hukuk teorisinin ne olduğunu öğrenmeden teori üretmeye çalışan ve hukuku sadece yürürlükte olan kural ve yasalara indirgeyen bazı hukuçu adaylarını ekleyebilirsiniz. Yukarıdaki örnekler toplumun her katmanında ve her meslek grubunda rastlanan örnekler, hukukçularda da rastlanması olağan bir durum. Buna rağmen belirtilen türden davranış ve düşünüşü hukukçularda gözlemlediğimiz zaman garibimize geliyor ve bu kadarı da olmaz diyoruz. Kısaca belirtmek gerekirse hukukçulardan belirli bir zihniyet, bir davranış, bir tutum bir kişilik bekliyoruz. Gülsün A. Aygörmez’in de belirttiği gibi konuyu 'İdeal Hukukçu' Kimliği’nden ziyade ‘bir hukukçunun belirgin özellikleri’ onu hukukçu olarak diğer meslek gruplarınının mensuplarından, diğer insanlardan ayıran davranışlar olarak tartışmak daha yerinde gibime geliyor. Hukukçuyu hukukçu yapan sadece cebinde veya öfisinin duvarında bir hukuk fakültesi diplomasının olması mı, yoksa hukuk teorıisine ve yasalara vakıf olduğu halde, bildiklerini ve öğrendiklerini haksız çıkar elde etmede kullanmak mı? Saygılarımla |
20-11-2008, 18:02 | #25 |
|
Hukukçu'yu Hukukçu Yapan Özellikler
THS'deki mesaj ve yorum ve haberlerden, bazı internet sitelerinden elde ettiğim verilerle hukukçuyu hukukçu yapan özellikleri, zaman buldukça açıklamaya çalışacağım. Hukukçunun en başta gelen özelliklerinden birisi, hukukun toplumsal fonksiyonlarınının neler olduğunu bilmesidir bence. Nedir hukukun toplumsal fonksiyonları:
|
22-02-2009, 20:29 | #26 |
|
Hukuki Düşünce. Hukukçular Nasıl Düşünür?
Hukukçu mantığı, hukukçuların olayları değerlendirmesi kendine özgü, normal düşünceden, günlük düşünceden ayrı bir düşünüştür. Hukuk mantığına uygun olarak düşünmek bir hukukçuyu hukukçu yapan özelliklerin başında gelir bence. Kendilerini dinlerken veya yazdıklarını okurken hayran olduğum hukukçular vardır. Hayran kalmak yetmiyor tabii ki, hayranlık duygusunun yanında bir de soru işareti takılıyor kafama, kendi kendime şu soruyu soruyorum ‚Sen ne ölçüde hukukçu düşüncesiyle düşünüyorsun’ Yine kendi kendime verdiğim cevap bu düşünceye tam olarak hakim olamadığım yönünde.
Hukukçu düşüncesinin ne olduğunu ve özelliklerini İnternette okuduğum bir makaleden aktarmak istiyorum; İsviçreli hukuk profesörü Prof. Dr.iur., h.c. Peter Gauch’ın bir makalesi. Gauch hukuki düşüncenin altı belirgin özelliği olduğunu belirtiyor. Bunlar sırasıyla:
Saygılarımla Kaynak: Juristisches Denken, Wie denken Juristen? Prof. Dr. iur., h.c. Peter Gauch Universität Freiburg/Schweiz, Ständäger Gastprofessor an der Universität Luzern |
23-02-2009, 14:35 | #27 |
|
Sayin Gemici ve tüm meslektaslarima, öncelikle olarak, degerli görüslerini paylastiklari icin icten tesekkürlerimi sunuyorum.
"Hukukcu nasil olmalidir" sorusuna gercekten de bir iki cümleyle yanit aramak, ya da hukukcuyu bu cümlelere sIkistirmak bence oldukca zor, ama kavramin icerigini belirlemeye calismak da, bir o kadar da anlamli. Cünkü bence hukukculuk, hem meslegin gereklerini, beklenilene uygun sekilde yerine getirme anlaminda bircok nitelikli ögeyi icinde barindaran özellikli, hem de meslegin icrasinin, toplumsal iliskilerin yerine getirilmesi ve düzenlenmesinden, devleti ilgilendiren bircok alani, örnegin devletsel iliskilerden sayginliga kadar, esasli ölcüde etkileyen "büyüleyici" bir kavramdir. Durum böyle olunca da, kavrama yüklenen anlamla, kavramin tasiyicisindan beklenenllerin ölcüsü, bir hayli yüksek olmaktadir. Belki de bu nedenle, burda yapilan tartismalarda, "ideal" kavrami kendiliginden öne cikan bir kavram oluvermistir. Simdi bu bakis acisindan, benim "hukukcu nasil olmalidir" sorusuna, ilk yanitim, "akla uygun, nesnel düsünme yetenegine sahipliktir" olacaktir. Ben cübbeyi, bir cesit, "nesnellik örtüsü" olarak görüyorum. Cünkü bana göre, bir hukukcu, meslegini icra etmek amaciyla cübbesini üzerine gecirdigi anda, artik, onun icin, "öznellik (subjektiflik)" ortadan kalkar ve "nesnellik (objektiflik)" baslar. Öznellik, onun özel hayatinda, kisiligini, dünya görüslerini yaratan, sahip oldugu özellikler bütünüdür; Din, dil, irk, siyasi görüs, ahlaki degerler vs... Cübbeyle birlikte, hukukcu, tüm bu öznel niteliklerinden arinmali, tüm bu kavramlarin üzerine cikarak,hukuki meseleleri son derece nesnel bir yaklasimla, degerlendirmelidir. Nesnellik de icerisinde, evrensel hukuk ilkelerini, hukuksal sistemi ve toplumsal degerleri de göz önünde bulundurarak, ancak toplumu ileriye tasiyacak kuramlari gelistirmeyi, bunlara bagli kalmayi ve amaca uygun kullanmayi barindirir. Iste bunun icindir ki, hukukcu, iyi bir "düsünür" olmali, irdelemeli ve tartismalidir. Bu anlamda hukukcu, bir tarafa da ait degildir, onun ait oldugu, "toplumun hukuk devleti catisi altinda gelismesi ve bireyin korunmasi" amacini yaratan hedeftir. Daha önce de dedigim gibi, hukukculuk kavramini niteliksel anlamiyla belirlemeye calismak, oldukca zor, nitekim, sadece kavrama iliskin bir giris noktasi bile, oldukca uzun oldu Okuyucularin sabrini zorlamamak adina burda yazima son veriyorum, simdilik görüsmek üzere... Saygilarimla, Gülsün Aygörmez |
26-02-2009, 11:23 | #28 |
|
gerçekler ve doğrular
İdeal hukukçuyu nasıl tarif ederiz veya ideal hukukçunun özellikleri nelerdir?
Tanımlamaya çalıştığımız kavram seçilen iki ayrı sözcükten oluşuyor; ideal ve hukuk sözcüklerinden. Bu sözcüklerin anlamlarına baktığımızda: İdeal sözcüğünün karşılığı olarak TDK Güncel Türkçe Sözlük'te: 1-Ülkü; 2-Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan; 3-Uygun, anlamları veriliyor. Hukuk sözcüğünün karşılığı olarak TDK Güncel Türkçe Sözlük'te: 1-Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze; 2-Bu yasaları konu alan bilim; 3-Yasaların ceza ile ilgili olmayıp alacak verecek vb. davaları ilgilendiren bölümü; 4-Haklar; 5-Ahbaplık, dostluk, anlamları veriliyor. Tabii ki, ideal ve hukuk sözcüklerini incelediğinizde, "adalet" sözcüğünü incelememek olmaz. Adalet sözcüğünün karşılığı olarak TDK Güncel Türkçe Sözlük'te: 1-Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe; 2-Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme; 3-Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları; 4-Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk, anlamları veriliyor. Un, yağ, şeker tamam ve bunlarla bir helva yapacağız. Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan bir insanın, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü vasıtasıyla, yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hak ve hukuka uygunluk ve hakkı gözetme uğrunda çalışması, o insanı ideal hukukçu olarak tanımlamamıza yeterli midir? Bence; işin püf noktası, "gerçekler"e ve "doğrular"a yaklaşabilmektir. Hani fizikte mutlak sıfır noktası dediğimiz ve -273.15 derece Celcius skalası ile ifade edilen ve bugüne dek asla erişilemeyen olası en düşük sıcaklık kavramı gibi, hayatta, gerçeklere ve doğrulara çok yaklaşabiliriz belki ama, asla tam olarak gerçekleri ve doğruları elde edemeyiz ve bu yüzden belki de, işi ilahi adalete bırakırız ve nihai hesaplaşmanın ancak ilahi adalet sayesinde mümkün olabileceğini iddia ederiz. İdeal hukukçu, ele aldığı bir olayda veya genel yaşamında, en evvel ve herşeyden evvel, gerçeklere ve doğrulara, ulaşamasa da, olabildiğince yaklaşmayı hedef edinmiş kişidir. Gerçeklerden ve doğrulardan sapmış/saptırılmış bir olay, asla, ama asla, bizi adaletin tam tecellisine eriştirmez. Gerçeklere ve doğrulara varmayı denemek, çok lüks ve pahalı bir iştir. Hele ki, bizim gibi toplam kalitesi düşük toplumlarda... Olayın gerçeklerden ve doğrulardan saptığını içinizden biliyorsanız ve bu duruma göz yumuyorsanız eğer, ideal hukukçu olabilmeniz söz konusu değildir. İdeal hukukçunun pusulası, gerçekler ve doğrulardır. Yön belirler. Olayı "toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü"ne uydurma becerisine sahip olmak, durumu kurtarmaz. "Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan" biri olmak da durumu kurtarmaz. Gerçeklerden ve doğrulardan sapan bir iş veya işlem, adaletin tecellisine hizmet etmez ve nihai aşamada adaletin tecellisine hizmet etmeyen bir şey de, ideal hukukçu kimliği ile bağdaşmaz. Asıl zor olan, toplumu düzenleyen yasalar bütününü öğrenebilmek, iyi kavrayabilmek, iyi yorumlayabilmek ve üstün nitelikleri olan bir beyni bu işe teksif etmek değildir. Asıl zor olan bundan öncesidir. Yani iddialar, savunmalar ve kararlar öncesinde veya sırasında gerçeklerden ve doğrulardan uzak noktalara savrulmuş iseniz, adaletin tecellisi bir masaldır artık ve eldeki değerlerin kötüye kullanılması söz konusudur. Vebali vardır. Hukuk deyince; Araştırma, inceleme, sorgulama ve yargılama olarak dört ayrı fiilden oluşan bir süreçten söz ediyorsak eğer, yargılama fiilinden önceki, araştırma, inceleme, sorgulama fiilleri gerçekleri ve doğruları ortaya çıkarmaya yönelik olmalıdır. Kaldı ki, kararların "gerekçeli" yazılmadığı ve tavassutlu şablon kararların bolca görüldüğü, ülkemizde, gerekçeli yazılmayan kararlar nedeniyle "iddia" ve "savunma" haklarının kısıtlanmakta olduğu ve bu kutsalların kısıtlandığı bir davada "adaletin tecellisi"nin bir hayalden öteye gidemeyeceği düşünüldüğünde, "gerçekler"e ve "doğrular"a yaklaşabilme hassasiyetinin "ideal hukukçu kimliği için" olmazsa olmaz bir şart olduğu daha da iyi anlaşılabilecektir. |
26-02-2009, 23:00 | #29 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu önerme taraf vekilleri, yahut yasa koyucuya tasarı sürecinde yardımcı olan hukukçular içinse katılırım. Ancak eylemli olarak somut dosyaları inceleyen savcı ve yargıçlar içinse, katılmak mümkün değil. Aksi halde, kadılık doğuyor. Herkesin yol göstermesi farklıdır, yol göstermeye olanak tanıyacak sınırsız takdir hakkı keyfiliğe ve standardı belirlenemez farklı uygulamalara neden olur. Oysa, ilkeyi biliyoruz ki; "Yargılama tektir". Savcılık ve yargıçlık makamı topluma yol gösteren değil, kelimenin tam anlamı ile, ayna tutan olmalıdır. Bu da ancak mevcut yasal düzenlemelere bağlı kalmakla mümkün. Saygılarımla... |
26-02-2009, 23:37 | #30 |
|
Türkiye'de veya benzer ülkelerde "İdeal hukukçu kimliği" kağıt üzerinde kalır. Gerçek hayatımızda böyle bir kimlik yoktur.
Hukukçunun, tam bağımsız olabilmesi için, herşeyden önce ekonomik kaygısının olmaması gerekir. Karnı doymayan, asgari yaşam garantisi olmayan bir hukukçunun adil olması, idealist hukukçu olmaktan daha üst mertebede bir yer edinmesini haklı kılar ki bunun mümkün olmayacağı açıktır... İdealist olmak, ideal bir "hukukçu" olmak için yeterli de olmayabiliyor. Gerçek hayatta maalesef ideal hukukçu kimliği yoktur. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Avukatlık Kimliği | ad-hoc | Meslektaşların Soruları | 5 | 02-04-2007 08:34 |
Hukukçu Olmanın Getirisi: Yaşama Hukukçu Olarak Yaklaşmak | neu_lawyer | Hukuk Sohbetleri | 7 | 27-02-2007 12:28 |
Mimari Açıdan İdeal Adliye | m. can anbarlılar | Hukuk Sohbetleri | 16 | 24-12-2006 03:33 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |