15-06-2008, 12:17 | #1 |
|
İşkence Yasağı
İŞKENCE YASAĞI
İnsan varlığına ve onuruna karşı girişilen bir saldırı olan işkence, ilkçağdan bu yana, yalnız bir sorgulama ya da cezalandırma yöntemi değil, iktidar ilişkilerinin de bir parçası olagelmiştir. Türkiye’ de işkence, bazı yüksek yetkililerin yalanlamaya ya da üstünkörü geçiştirmeye ve önemini küçültmeye çalışmalarına karşın sivil rejimler altında da varlığı tartışma götürmeyen bir olgudur. [1] İşkence tarih boyunca birçok devlet tarafından uygulanmıştır. Örneğin Roma İmparatorluğu’nda işkencenin yaygın kurbanları köleler, yabancılar ve tam yurttaşlık hakkı olmayan kişilerdi. Ancak özellikle vatan hainliğiyle suçlanan diğer kişilere de işkence uygulanmaktaydı. Avrupa’ da işkence 12. yüzyıldan 18.yüzyıla kadar yasal olarak devam etmiştir. İşkencenin hukuk sisteminden kısmi olarak çıkarılması Aydınlanma çağında başlamıştır. Tamamen kaldırılması ise 19. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiştir. 1930 larda, Nazi Partisinin iktidara gelmesiyle sistematik işkence yeniden ortaya çıkmış ve yaygın olarak kullanılmıştır. [2] Türkiye’de 1990 lı yıllara kadar iç mevzuattaki eksikliklerin de imkan vermesi nedeniyle işkence vakıalarına çok fazla rastlanmaktadır. Keza Sıkıyönetim Mahkemesi ve Askeri Yargıtay da vermiş olduğu kararlarda işkencenin ayrı, işkence sonucu elde edilmiş olan ifadenin ayrı olduğuna ve delillerin baskı sonucu elde edilmiş olmasının hükümsüzlüğünü gerektirmeyeceğine değinilmiştir. Ancak mevzuatta yapılan değişikliklerle 1990 lı yıllardan sonra işkence olgularında azalma olmaya başlamıştır. Günümüzde işkence çeşitli uluslararası sözleşmelerle ve ülkelerin kendi iç mevzuatlarında yasaklanmış olan ve hakkında ağır cezalar öngörülen bir insanlık suçudur. Türkiye’de Anayasa m.17/3 teki Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz şeklindeki düzenlemeyle işkence yasağı güvence altına alınmış olup TCK m.94–95 teki düzenlemelerle işkence suç olarak öngörülmüştür. Ayrıca CMK m.148 deki düzenlemeye göre işkence yasak sorgu metotları arasında öngörülmüş olup işkence sonucunda elde edilen deliller kullanılması da kanuna aykırı elde edilmiş bulgulardan kabul edilmiş olup delil olarak kullanılması yasak hale getirilmiştir. CMK m.148 sadece işkenceyi önlemek amacıyla kabul edilmiş bir düzenleme değildir. Burada korunmak istenen, başta işkence olmak üzere maddede örnek olarak sayılan bazı insanlık dışı davranışlardan sanığın haysiyetini korumak, onun ceza muhakemesinde maddi gerçek aranırken bir obje haline getirilmesine engel olmaktır.[3] Şu uluslararası sözleşmelerle işkence yasaklanmıştır: — 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (m.5) — 1966 tarihli Uluslar arası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (m.7) — 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi — 1978 tarihli Amerikalılararası İnsan Hakları Sözleşmesi (m.5) — 1981 tarihli Afrika İnsan ve Halklar Hakları Şartı (m.5)[4] Türkiye de iç mevzuatının yanında taraf olduğu çeşitli sözleşmelerle de işkence yasağını güvence altına almıştır. Zira AİHS m.3, İHEB m.5, 10 Aralık 1984 tarihli BM işkenceye ve öteki zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı cezalara ya da muamelelere karşı Sözleşme, 26.11.1987 tarihli İşkence, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Ceza ve Muamelelerin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesine Türkiye taraftır ve işkence yasağı bu sözleşmelerde açıkça yasaklanmıştır. İşkence gerek ulusal gerekse uluslar arası belgelerle yasak edilmiş olsa da tanımı bir çoğunda verilmemiştir. 10 Aralık 1984 tarihli, işkenceye ve öteki zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı cezalara ya da muamelelere karşı Sözleşme’nin 1. maddesindeki tanıma göre işkence, bir kişiye özellikle aşağıdaki amaçlarla bilerek ve isteyerek uygulanan maddi ya da manevi acı ve ızdırap verici her türlü fiildir: — kendisinden ya da üçüncü bir kişiden bilgi almak ya da itiraf elde etmek; — kendisinin ya da üçüncü bir kişinin gerçekleştirdiği eylem ya da yaptığı sanılan bir fiili cezalandırmak; — üçüncü bir kişiyi korkutmak ya da baskı yapmak için; — ya da ayrımcılığa dayanan herhangi bir başka bir nedenle Bir kamu görevlisi ya da resmi bir sıfatla hareket eden bir diğer kişinin teşviki veya gizli ya da açık muvafakati ile işlenen, acı ve ızdırap verici bir fiildir. (BM Genel Kurulu tarafından 1984’te kabul edilmiş olan İşkenceye ve Öteki Zalimane İnsanlık ya da Onur Kırıcı Cezalara ya da Muamelelere karşı Sözleşme m.1) Bu durumda, devlet görevlilerince uygulanmamış olan işkence uluslar arası bir suç sayılmaz ve ilgili devletin mahkemeleri önünde yargılanır. İşkence ağır keyfi bir davranış ya da zalimce bir muamele, insanlık dışı ya da onur kırıcı fiildir. Hiçbir devlet koşullar ne olursa olsun, ister olağanüstü durum, savaş durumu, savaş tehlikesi, iç istikrarsızlık ya da herhangi bir olağanüstü durum olsun, bu tür fiilleri hoş göremez ve bunlara izin veremez (m.2.2)[5] İşkence suçunda bir kişiye karşı sistematik olarak ve belirli bir süreç içerisinde insan onuruyla bağdaşmayan “ bedensel veya ruhsal yönden acı veren” veya algılama veya “irade yeteneklerini etkileyen” veya “aşağılayıcı” hareketlerde bulunulması bu suçu oluşturur. Söz konusu seçimlik hareketlerin ortak özelliği “insan onuruyla” bağdaşmaz nitelikte bulunmalarıdır. Böylece bir davranışın işkence teşkil edip etmediği konusunda ikinci bir kriter getirilmiştir: işkence, sistematik olarak ve belirli bir süreç içinde gerçekleşen insan onuruyla bağdaşmayan hareketlerdir.[6] AİHS m.3 te ise işkence; Hiç kimse işkence, insanlıkdışı, onur kırıcı muamele ve cezaya maruz bırakılamaz şeklindeki düzenlemeyle yasaklanmıştır. Söz konusu madde bu yasağın hiçbir istisnasına yer vermemiştir. Ayrıca, Sözleşnmenin 15. maddesi, olağanüstü durumlarda Sözleşmenin 3. maddesine aykırı önlemler alınamayacağını öngörmüştür. Bu nedenle sözleşmenin 3. maddesinde belirtilen yasak, mutlak bir nitelik taşımaktadır. Başka deyişle sözleşme işkence, insanlık dışı, onur kırıcı muamele ve ceza yasağının, savaş ve olağanüstü durumlar da dâhil olmak üzere hiçbir durumda sınırlanmasına izin vermemiştir.[7] AİHM’ nin ilk yıllarındaki çekingen tutumunun bir sonucu olarak, 3. madde ile ilgili kararlarda gözlenen bir durum da, saptanan aykırılığın “işkence” olarak adlandırılmasından da olabildiğince kaçınma eğilimidir. Kararlarında işkence insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve ceza arasında bir derecelendirme yapan eski AİHM tespit ettiği 3. maddeye aykırılığı da daha çok insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele olarak nitelendirme eğiliminde olmuştur. Örneğin İrlanda v. Birleşik krallık kararında AİHM şikâyet konusu 5 sorgulama tekniğini ( ayakta bekletme, başa torba geçirme, gürültü verme, uyutmama, yiyecek ve içecek vermeme ) işkence olarak değerlendirilen komisyon görüşünden ayrılarak bu teknikleri insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olarak yorumlamıştır. AHİM, sözleşmenin 3. maddesinin yasakladığı muamele ve ceza türleri hakkındaki değerlendirmelerinde, her olayın özelliklerini dikkate alan göreceli bir yorum yöntemini benimsemiştir. Bir kötü muamelenin 3.madde kapsamına girmesi için “asgari düzeyde bir ağırlığının mı bulunması gerekliliğine işaret eden mahkeme bu asgari düzeyin her olayın özelliklerine göre değiştiği görüşündedir.: bu asgari düzeyin değerlendirmesi muamelenin süresi, fiziksel ya da ruhsal etkileri ve mağdurun cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu, gibi somut olayların bütün koşullarına bağlıdır. AİHM Sözleşmenin 3. maddesinin tanımladığı işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele terimlerini de İrlanda v. Birleşik Krallık kararında yorumlamıştır. Bu kararda mahkeme İşkence ile insanlık dışı onur kırıcı muamele terimlerine de İralnada v. Birleşik Krallık kararında yorumlamıştır. Bu kararda mahkeme işkence ile insanlıkdışı onur kırıcı muamele arasında bir ayrım yapmış ve bu ayrımın, verilen acının yoğunluğundaki farklılıktan kaynaklandığını belirtmiştir. Mahkeme sözleşmenin çok ciddi ve zalimce acılarla neden olan kasti insanlık dışı muameleyi, özel olarak işkence olarak adlandırmayı amaçladığı görüşündedir. Bu çerçeve de mahkeme İrlanda davasında şikâyet edilen beş sorgulama tekniğinin amacı itiraf ya da bilgi almak olmasına rağmen, bu tekniklerin işkence teriminin ifade ettiği özel yoğunluk ve zalimliğin verdiği acıyı meydana getirmediği görüşüne varmıştır. Buna karşın bu yöntemlerin insanlık dışı ve onur kırıcı muamele oluşturduğunu kabul etmiştir. : mahkeme 5 sorgulama tekniğinin maruz kalan kişide neden olduğu yoğun fiziksel ve ruhsal acıyı ve sorgulama sırasında yol açtığı şiddetli psikiyatrik rahatsızlıkları dikkate alarak, bu tekniklerin mağdurlarda korku şiddetli üzüntü ve bayağılık gibi duygular uyandırdığını, onların utanma ve aşağılanmalarına, muhtemelen fiziksel ve moral dirençlerinin kırılmasına neden olduğunu belirterek, bu teknikleri aynı zamanda onur kırıcı muamele olarak kabul etmiştir. AİHM Tyrer v. Birleşik krallık kararında ise “ insanlık dışı” ve “onur kırıcı” ceza arasındaki ayrımı netleştirmeye çalışmıştır. Mahkemeye göre, bir cezanın sözleşmenin 3. maddesi anlamında “insanlık dışı ceza” olarak kabul edilmesi için, çekilen acının “ belirli bir düzeyde olması gerekir. Bir cezanın 3. madde anlamında “ onur kırıcı” sayılabilmesi için ise, cezadaki aşağılamanın “belirli bir düzeye” ulaşması gerekir. Onur kırıcı bir ceza için, mağdurun başkalarının gözünde olmasa bile kendi gözünde aşağılanması yeterlidir.[8] Komisyonun Doğu Afrika Asyalılar v. Birleşik Krallık başvurusundaki görüşü ise, onur kırıcı muamele kavramının geniş yorumunun bir örneği vermesi ve ırka dayalı ayrımcığı onur kırıcı muamele kapsamında değerlendirmesi bakımından önemlidir. Bu başvuru hakkındaki raporunda komisyon, ırka dayalı ayrımcılığın belirli durumlarda sözleşmenin 3. maddesi anlamında onur kırıcı muamele oluşturacağını belirtmiştir. Komisyon bu sonuca ulaşırken, AİHS ‘ nin amaçsal açıdan yorumlanması gerektiğini sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin dar yorumlanmasının sözleşmenin amacına ters düşeceğinin dile getirmiştir. Başvuruculara uygulanan göç yasasının renk ve ırk bakımından ayrımcılık içerdiğini belirleyen komisyon, bu ayrımcığın başvurucuların insan onuruna müdahale oluşturduğu, bu anlamda da “ onur kırıcı muamele olduğu sonucuna varılmıştır. 11.protokolün yürürlüğe girmesinden sonra çalışmaya başlayan yeni AİHM de, eski sözleşme organlarının 3. madde konusunda kurduğu içtihadı genel olarak izleme eğilimindedir. Yeni mahkemede, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele arasındaki derecelendirmeyi sürdürmektedir ve muameleler halkındaki her somut olayın özelliklerine öre değerlendirme ölçütlerini kullanmaktadır. Bununla birlikte yeni mahkeme geçmişte “ işkence “ kabul edilemeyip “insanlık ve onur kırıcı muamele “olarak nitelendirilen bazı fiillerin gelecekte farklı tanımlanabileceğini kimi yeni kararlarında açıklıkla belirtmiştir. Mahkemeye göre insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması alanında standartları yükseltme gereği vardır. Bu gereklilik aynı zamanda demokratik toplumların temel değerlerini ihlalinin değerlendirilmesinde de daha katı bir tutumla zorunlu kılmaktadır. Bu ifade, yeni mahkemenin 3. madde konusunda standartları yükseltme amacı göstermektedir. Yeni AİHM’ nin sözleşmenin 3. maddesini uygularken, bazı yeni ölçütlere başvurduğu da gözlenmektedir. Önemli bir yenilik “işkence” kavramının içeriğini belirlemede BM insanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşmenin 1. maddesindeki “işkence” tanımının esas alınmaya başlamasıdır. Mahkeme, kimi yeni kararlarında bu tanımın unsurlarını dava konusu olaylara uygulamıştır. Bu yaklaşımın mahkeme içtihadına getirdiği en önemli sonuç ise, itiraf ve bilgi almak, cezalandırmak, gözdağı vermek ya da zorlamak amaçlarıyla devlet görevlilerince kasti olarak işlenen ve maddi ya da manevi ağır acı veren ya da eziyette bulunan muamelelerinin “işkence” olarak kabul edilmesidir. Bu bakımdan yeni AİHM’ in, İrlanda v. Birleşik Krallık davsında eski AİHM’nin kurduğu içtihattan “işkence” nin tanımı bakımından ayrıldığını söylemek mümkündür. Yukarıda da belirtildiği gibi İrlanda kararında eski AİHM “işkence” ile “ insanlık dışı ve onur kırıcı muamele” arasındaki ayrımın, verilen acının yoğunluğundaki farklılıktan kaynaklandığı görüşünü belirtmiş ve dava konusu sorgulama teknikleri amacı itiraf ya da bilgi almak olmasına rağmen, işkence teriminin gerektirdiği özel yoğunluk ve zalimliğin verdiği acıyı meydana getirmedikleri gerekçesi ile bu teknikleri işkence kabul etmemiştir. AİHM ‘in yeni içtihadını İrlanda davasındaki beş sorgulama tekniğine uyarladığımızda ise, be teknikleri işkence saymak gerekecektir ki, doğrusu da budur. Yeni AİHM’ de kimi kararlarında geçmişte insanlık dışı ve onur kırıcı muamele sayılan fiillerin gelecekte işkence olarak tanımlanabileceğini belirtmekle zımnen aynı noktaya işaret etmektir. AİHM’in işkenceyi tanımlamakta başvurduğu BM sözleşmesinin daha objektif kriterler içerdiği açıktır. Bununla birlikte bu sözleşmenin işkence tanımın bir unsuru olarak verilen acının “ağırlığı” nın değerlendirilmesinde mahkeme takdir yetkisine sahiptir. AİHM ‘de bir muamelenin verdiği acının “ağırlığı” (severity) ölçütünün sübjektif olduğunu vurgulayarak, bu ölçütün muamelenin süresi, kişi üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkisi, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi olayın özelliklerine göre faklılık arz edeceğini belirtmektedir. [9] Türkiye’ye karşı AİHM ‘ne yapılan başvurular açısından işkence, insanlıkdışı ve onur kırıcı, kötü muamelelerin sınıflandırılması: 1.Gözaltında İşkence ve Kötü Muameleler: Türkiye’ ye karşı AİHS’nin 3. maddesinin ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvuruların büyük bir kısmında, gözaltında işkence ve kötü muamele uygulamaları şikâyet edilmiştir. Bu başvuruların bir bölümü ile ilgili olarak Sözleşme organları, Türkiye’deki işkence ve kötü muamele uygulamalarının doğruluğunu saptamıştır. Bazı vakalarda falaka, elektrik şoku, Filistin askısı tecavüz gibi özel işkence tekniklerinin uygulandığı, hatta bazılarında işkencenin ölüme neden olduğu kanıtlanmıştır. Ağır ve zalimce bir muamele oldu. İç hukuk yolları tam olarak tüketilmeden yapılan başvurunun kabul edilmiş olmasıdır. Daha öncede belirtildiği gibi, sözleşme organları iç hukuk yollarının yetersiz ve etkisiz olması gibi istisnai hallerde, iç hukuk yolarının tüketilmesi koşulunu uygulamaktadır. Söz konusu olay bağlamında ise, Sözleşme organları mağduru kollarından felçli olarak gören savcının, yaraların niteliği, boyutları ve nedenleri hakkında hiçbir araştırma yapmamış olmasını özellikle dikkate almışlardır. Mahkemede de, olayda başvurucuyu iç hukuk yollarını tüketme kuralından muaf tutmayı gerektiren özel koşulların bulunduğu sonucuna varmıştır. Türkiye’de 1980 li yıllarda yasaya aykırı olarak elde edilen kanıtların kullanılamayacağına ilişkin ve ikrarın işkence korkusundan doğmuş olup, tek başına delil olarak kullanılamayacağına ilişkin kararlarda vardır ama vicdani delil sisteminden yola çıkarak işkence sonucunda alınan ifadeleri geçerli sayan kararlar ve eğilimler daha baskın olmuştur.[10] Bu durumun Türkiye’ ye karşı yapılan başvuruların Türkiye’nin aleyhine sonuçlanmasında etkisi olmuştur. AİHM, gözaltında tutulan kişilerin yaşamından ve sağlığından devletin sorumlu olduğu görüşündedir. Gözaltına alındığında sağlıklı olan kişilerin ölümü ya da yaralanmaları halinde, devlet yetkilileri makul bir açıklamanın yokluğu halinde Mahkeme, gözaltında tutulan kişilerin ölümünden ya da yaralanmalarından devleti sorumlu bularak Sözleşmenin ihlal edildiğine karar vermektedir. Avukatıyla görüştürülmediğini de dikkate alarak “insanlıkdışı” muameleye maruz bırakıldığına karar verilmiştir. Mahkeme, öncelikle selmouni v. Fransa karına yollamada bulunarak, geçmişte insanlıkdışı ve onur kırıcı olarak nitelenen fiillerin gelecekte işkence olarak nitelenebileceğini belirtmiştir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmesinin 1.maddesindeki “işkence” tanımını esas almıştır. Bu Sözleşmenin işkence tanımına dayanan AİHM, Dikme’ye uygulanan muamelenin, devlet organlarınca, görevleri yerine getirdikleri sırada, itiraf almak ya da kuşku duyulan suç hakkında bilgi almak amacıyla kasti olarak uygulandığını belirtmiştir. Sonuç olarak, başucunun uğradığı şiddetin amacını ve süresini bir bütün olarak dikkate alan Mahkeme, bu muamelenin “ağır” acı ve sıkıntıya yol açma kapasitesinde ciddi ve zalimane bir muamele olduğu sonucuna ulaşarak, Sözleşmenin 3. maddesi anlamında “işkence” olduğunu tespit etmiştir. [11] 2.Cezaevinde Kötü Muameleler: AİHM gözaltında tutulan kişiler gibi, cezaevinde tutulan kişiler bakından da devletin bu kişilerin yaşamından ve sağlığından sorumlu olduğunu kabul etmektedir. Polis tarafından gözaltına alındığında sağlıklı olan kişilerin yaralanmaları durumunda devletin makul bir açıklamada bulunma zorunluluğunun olması gibi, hapishanedeki mahkûmlarda hapishane yönetiminin kontrol ve sorumluluğu altında oldukları için bu kişilerin yaralanmaları durumunda devleti makul bir açıklamada bulunma yükümlülüğü vardır. Bu tür bir makul açıklamanın yokluğu halinde mahkeme, 3. maddenin ihlal edildiğine karar verebilmektedir. Gözaltına alındığı sırada sağlıklı olan bir kişinin yaralı olması halinde devletin makul bir açıklama getirme kuralının cezaevi yönetiminin kontrol ve sorumluluğu altında bulunan cezaevindeki mahkûmlar içinde uygulanabileceğini belirtmiştir. [12] 3.AHİS’ nin 3.maddesi çevresinde devletin “pozitif ödevinin ihlali”: Yaşama hakkı konusunda içtihatlar ele alınırken belirtildiği gibi, AİHM son zamanlardaki kararıyla sözleşmeye taraf devletlerin AİHS çerçevesinde pozitif ödev ile hükümlü olduğu yönündeki içtihadını bilerek geliştirmektedir. Mahkemenin pozitif ödev yaklaşımını Sözleşmenin 3. maddesine uyguladığı örnek kararlardan biri ise Türkiye’ye karşı Mahmut Kaya kararıdır.[13] Mahkemeye göre, Sözleşmenin 1. maddesi 3. madde ile okunduğunda, devletlerin kendi yargı yetkileri içinde bulunan bireylerin “özel kişiler tarafından işlenen kötü muamelelerde dâhil olmak üzere”, işkenceye insalıkdışı, onur kırıcı muameleye maruz kalmamaları için önlem almaları gerekmektedir. Bu nedenle, hukuksal çerçevenin yeterli korumayı sağlayamadığı durumlarda ya da yetkililerin bildiği ya da bilmesi gereken “kötü muamele” tehlikesinden kaçınmak için makul önlemlerin alınmadığı durumlarda devletin sorumluluğu doğabilmektedir. 4.Yetersiz soruşturma: AİHM, bir bireyin polis tarafından ya da başka bir devlet organı tarafından ciddi olarak haksız bir kötü muameleye uğradığı iddia hakkında yetkililerin yeterli ve etkili bir soruşturma yapması gerektiği görüşündedir. Mahkeme, bu tür bir soruşturma yapılmadığında ileri sürülen kötü muamele kanıtlanamasa bile, yalnız iddia konusu hakkında yeterli ve etkili bir soruşturma yapılmadığı için sözleşmenin 3.maddesinin, ihlal edildiğine karar verebilmektedir. Mahkemeye göre, sözleşmenin 3. maddesi –devlete sözleşmede belirtilen hak ve özgürlükleri yargı yetkisi içinde bulunan herkes için güvence alma yükümlülüğünü yükleyen- 1. maddesi ile birlikte okunduğunda, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılması için etkili bir resmi soruşturma yapılması gerekliliğini de zımnen içermektedir. Eğer böyle bir soruşturma yapılmamışsa, işkence, insanlıkdışı, onur kırıcı muamele ve ceza yasağı pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı durumlarda devlet organlarının, kontrolleri altındaki kişilerin haklarını fiili bir muafiyetle ihlal etmeleri mümkün olabilecektir. 5. Güneydoğu’ da Evlerin Yakılması: AİHM’ nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararlarda Mahkeme asgari ağırlık derecesinin göreceli olduğuna olayın somut koşullarına, muamelenin süresine, fiziksel ve ruhsal etkilerine, mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumuna göre değişeceğine karar vermiştir. Hazırlık oldukları bir sırada gözlerinin önünde gerçekleştirilmesi ve sonradan hiçbir yardım verilmemesi yönünden insanlıkdışı muamele sayılması için yeterli görmüştür.[14] 6.Kaybedilen Kişilerin Yakınlarına İnsanlık Dışı Muamele: Bu hususta AİHM nin vermiş olduğu karalarda bir aile bireyinin mağdur olup olmadığı olaydaki özel faktörlere bağlıdır. Bu faktörler, aile bağlarının yakınlığı, ilişkilerin özel durumu, aile bireylerinin dava konusu olaylara ne kadar tanık olduğu, aile bireylerinin yetkililerinden bilgi almak için ne gibi çaba gösterdiğine ilişkin faktörlerdir. Burada ihlalin özü, aile bireylerinin kaybolması değil, bu konu yetkililerin önüne getirildiğinde onların gösterdikleri tepki ve davranışlarla ilgilidir. Zira belirsizlik, şüphe ve korkunun şiddetli ruhsal sıkıntı ve acıya neden olduğunu dikkate almıştır.[15] 7. Sığınmacının Sınırdışı Edilmesi ve Suçluların Geri Verilmesi: AİHM’ in vermiş olduğu içtihatlara göre Sözleşmenin 3. maddesine aykırı bir muameleyle karşılaşma riski varsa, Sözleşmeye taraf bir devletin bu kişiyi sınırdışı etmekten ya da geri göndermekten vazgeçmesi zorunluluk arz etmektedir. Bu içtihatlar BM işkenceye ve öteki zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı cezalara ya da muamelelere karşı sözleşmesiyle aynı yöndedir. 8.Adil Olmayan Yargılama Sonucunda Ölüm Cezasına Mahkûmiyet: AİHM’ ye göre, sözleşmenin 2. maddesi adil olmayan bir yargılama sonucunda kişiye verilen ölüm cezasının yerine getirilmesine izin verilmemektedir. Mahkeme kişiye infaz edileceği korkusu verilmesi nedeniyle bu süreçte beklemenin insanlıkdışı muamele olacağına hükmetmiştir. [16] İşkencenin önlenmesi için uluslar arası alanda ve uluslararası sözleşmelere göre kurulmuş olan komiteler ve işleyişleri: İşkenceye Karşı Avrupa Komitesi; 1987 Avrupa konseyinin koruyuculuğunda kurulması kararlaştırılan ve bireyi işkenceye insanlık dışı ya da aşağılayıcı davranışlara karşı korumayı amaçlayan Avrupa Sözleşmesinin uygulanmasını denetlemekle görevli organ, Komite Sözleşme’ nin 1. maddesi uyarınca 1989’ da kuruldu. Kuruluşun tam adı “ İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Ceza ya da muameleye karşı komitedir.” Komitenin görevi “özgürlüklerinden yoksun kişilerin, gerekliliğinde işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye karşı korunmasını güçlendirmek için onlara yapılan muameleleri incelemektir. Komite, yalnızca işkenceyi önlemeye çalışan hukuksal yapının dışında yer alan bir mekanizmayı organize eder. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yapılan hukuksal denetlemenin bir önceki aşamasını gerçekleştirir. AİHM, AİHS tarafından yasaklanmış olan işkence olaylarının uygulamaya yetkilidir. Komite denetimini periyodik olarak gerçekleştirdiği yoklama gezileriyle veya genellikle iki üyesi tarafından yürütülen “ siyasal iktidar tarafından özgürlüklerinden yoksun bırakılmış kişilerin bulunduğu her yerde (m.2) gerçekleştirilen ad hoc denetimle yerine getirir. Görüldüğü gibi komitenin oldukça geniş bir yetkisi vardır. Bu yetki hangi türden olursa olsun kamu yönetimleri (askeri, adli, idari) tarafından özgürlüğü elinden alınmış kişilerin bulunduğu her yere uzanır. Hükümet dışı örgütler ve bireyler işkence olasılığıyla ilgili haberleri Komite’ye bildirebilirler. Bu komite taraf sayısı devlet kadar üyeden oluşur. Üyeler danışma meclisinin sunduğu listeden Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından seçilirler. İnsan hakları alnındaki yetkinlikleri ve yüksek ahlakları ile tanınmış olan bu üyeler bağımsız ve tarafsızdırlar; bir ülkenin birden çok üyesi olamaz görev süreleri dört yıl olan üyeler bir kez daha aynı göreve seçilebilirler. ( işkenceye karşı Avrupa sözleşmesi m.3 ve 4) Sözleşme Komiteye yalnızca işkenceyi önleme görevi verilmiştir. Bunun sonucu olarak Komite, işkenceyle ilgili Avrupa Sözleşmelerinin ihlallerinde ne bir yargı ne de bir yaptırım kararı alabilirler. Komite taraf devletlerdeki cezaevlerine periyodik olarak ziyaretler düzenler. Komite tutuklama yerlerine ad hoc denetleme ziyaretlerini serbestçe düzenleyebileceği gibi “ koşulların gerekli kıldığı zamanlarda “ (m.7) habersiz denetleme ziyaretleri de gerçekleştirebilir. Bu ziyaretlerinde doktor vb. uzman kişilerin yardımlarını isteyebilir. Komite görevlerini yerine getirirken, İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi’ nin 8. maddesinde belirtilen ve kurumsal olarak oldukça geniş yetkilerden yararlanır: - denetleme gezisi yapılan devletin sınırları içine girme ve burada özgürce dolaşabilme; - özgürlüğünden yoksun olan kişilerin bulunduğu yerlere hakkında bilgi edinme; - özgürlüğünden yoksun olan kişilerin bulunduğu tüm yerlere istediği gibi gitme ve benzeri yerlere hiçbir engelle karşılaşmadan girebilme olanağı; - komitenin görevi yerine getirmesi için ihtiyaç duyduğu ve devletin elinde olan her türlü enformasyonu elde etme olanağı; - özgürlüğünden yoksun olan kişilerle tek başına görüşme olanağı; - yararlı bilgiler elde edeceği düşünülen kişilerle serbestçe temas etme olanağı. Her ziyaret sonunda uyulması zorunlu olmayan tavsiye kararları ile birlikte gizli bir rapor verilir. (m.10) komite, ilgili devletin işbirliğine yanaşmaması ya da önerilerini kabul etmeme durumunda açıklama yapmaya karar verilir. Ancak ilgili kişinin rızası olmadan hiçbir kişisel bilgi açıklamaz (m.11) İşkenceye karşı Avrupa komitesi 1989’ dan bu yana 89 denetleme ziyareti gerçekleştirdi. Türkiye 1992 ve 1996 yıllarında, polis tarafından gözaltına alınan kişilerle ilgili olarak, iki kez kamuya açık bir bildirge yayımlanmasına neden oldu. İşkenceye Karşı Avrupa Komitesi gizlilik kurallarına uyarak, Bakanlar Komitesi gizlilik kurallarına uyarak, Bakanlar Komitesi’ ne yıllık çalışma raporu sunar. Bakanlar Komitesi bu raporu açılmadan önce Avrupa Konseyi Danışma Meclisi’ ne iletir. Komite’nin yetkisi sözleşmeyi imzalamış olan tüm devletler için uyulması zorunlu bir yetkidir ve her zaman için (barış, savaş, genel tehlike koşullarlında) geçerlidir. Bununla birlikte, Komite’ nin savaş zamanındaki yetkisi Uluslar arası Kızılhaç Komitesi’ninkine oranla ikinci dereceden bir yetkidir: “Savaşta öncelikle Cenevre Sözleşmeleri uygulama alanı bulur.) 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve onlara ek protokoller uyarınca koruyucu devletlerin veya Uluslararası Kızılhaç Komitesi temsilcilerinin düzenli olarak denetleme ziyareti yaptıkları yerlerde komite denetleme ziyareti yapmaktadır. (İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi. 17/3)[17] İşkenceye Karşı Komite; 10 Aralık 1984 tarihli, işkenceye ve öteki zalimce insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da cezalara karşı sözleşmenin uygulanmasını denetleyen organdır işkenceye karşı komite, söz konusu sözleşmenin 17. maddesinde öngörülmüştür. 1987 de çalışmaya başlayan komite, yüksek ahlaki niteliklere sahip olan ve insan hakları alanında uzmanlığı ile tanınan on bağımsız kişiden meydana gelir. Komite üyeleri sözleşmeye taraf devletlerin yurttaşıdırlar ve hakkaniyete uygun bir coğrafi temsil gözetilerek dört yıl için bu devletler tarafından seçilirler; bu üyeler yeniden aynı göreve gelebilirler. Komitenin yetkisi sözleşme ile kurulan bir organın yetkisidir, yani sözleşme imzalayarak çeşitli yetkileri kabul eden devletlerle sınırlanmıştır. Komite’nin kimi faaliyetleriyle ilgili olarak devletlerin de kimi koşulları ileri sürme hakkı vardır. Komite’nin faaliyetleri dışında sözleşme mağdurlara failin bulunduğu tüm ülkelerin mahkemelerinde dava açma izni vermektedir. Sözleşme birçok devlet tarafından kabul edilen 4 değişik denetim öngörmektedir. 1. Raporlar Üzerindeki Denetimi: 19.m.; Sözleşmeye taraf her devletin sözleşmenin onaylanmasından başlayarak 1 yıl sonra bir başlangıç raporu ve ardından her 4 yılda bir olmak üzere bir periyodik rapor vermesi gerektiğini öngörmektedir. Komitenin inceleme prosedürü ( ancak 1990 da başlamıştır.) “açıklama ve yorumlara” olanak tanır; bu açıklama ve yorumlar devletlere ulaştırılır ve olasılıklarla komitenin faaliyetleriyle ilgili yıllık raporlar halinde yayımlanır. Bu denetim zorunludur. Bu uygulama 1984 sözleşmesine taraf olan 117 devlet için gereklidir. 2. Bilgi toplama ve soruşturma etkisi: sözleşmenin 20. maddesi komiteyi devletlerin, hükümet örgütlerinin hükümet dışı örgütlerin ve özel kişilerin ilettikleri bilgileri toplamaya yetkili kılmaktadır. Eğer bu bilgiler, sağlam ve inandırıcı ise (örneğin, bilgileri veren örgütün, bir sunuş yazısıyla gelmişse) ve bu bilgiler sistematik bir biçimde işkence yapıldığını göstermekte ise komite suçlanan devletten açıklama isteyebilir ve ardından üyelerinden birini soruşturma yapmakla görevlendirir. Soruşturmayı yapacak olan üye ilgili devletin rızasıyla söz konusu ülkeye gelerek soruşturma başlatabilir. Bu soruşturma prosedürü gizli kalır ve sonuçları ilgili devlete bildirilir. Bu yetki, ilkesel olarak zorunludur ama kimi devletler 20. maddeye çekince koyarak bunun dışında kalabilirler. Bu yetki 1999 yılı Temmuz ayı başında 106 devlet için geçerliydi. Buna karşılık bazı devletler çekincelerini belirtmişlerdi: Afganistan, Bahreyn, Beyaz Rusya, Bulgaristan, Çin, İsrail, Kuveyt, Fas, Polonya, Suudi Arabistan, Ukrayna. 3. Devlet Başvuruları Üzerinde Denetim: (m.21) Sözleşmeye taraf bir devletin sözleşmeye taraf başka bir devlete sözleşme hükümlerini çiğnemesi konusunda yazılı olarak uyarması olanağıdır.( m.21) eğer iki devlet arasındaki anlaşmazlığı ikili görüşmelerle çözümlerse, 6 ayın sonunda insan hakları komitesine başvurabilirler komite dostça bir çözüm yolu bulabilmek için, aracılık yapar ve bu amaçla bir uzlaştırma komisyonu kurabilir. Komite 12 ay içinde ilgili devletlerden yazılı ve sözlü açıklama alabilir ve bu sürenin sonunda onlara bir rapor verir. Komitenin yetkisi iki koşula bağlıdır: şikayette bulanan devlet ile savunma konumundaki devletin sözleşmenin 21 maddesinde öngörülmüş olan komitenin yetkisine ilişkin koşullu kabul etmiş olmaları ve ayrıca ihlallerden zarar görenin iç hukuk yolarını da tüketmiş olmaları gerekmektedir. Sözleşmeye taraf 42 ülke devlet başvuruları üzerinde denetimde komitenin yetkisini kabul etmiştir. 4. Bireysel başvurular üzerinde denetimi: ( m.22) bu denetim bireye (mağdura, aileden bir üyeye ya da yasal temsilcisine) işkence konusunda komiteye başvurma olanağı sağlar. Bu olanak, sözleşmenin 22. maddesindeki (şimdiki 40.madde) ihtiyari şartı imza etmiş devletlerin sınırları içinde yaşayan kişiler tanınmıştır. Ayrıca, şikâyetin kabul edilmesi de birçok koşula bağlıdır. Şikâyet imkânsız olmamalı, komite tarafından hakkın kötüye kullanılması ya da sözleşme hükümleri ile bağdaşmaz nitelikte görülmemelidir. Şikâyetin başka bir uluslar arası mahkeme tarafından incelenmemiş olması da gerekir. Son olarak mağdur (şikâyetçi) tüm iç hukuk yollarını da tüketmiş olmalıdır. Esasına ilişkin inceleme gizlidir ve 6 ay sürer; bu süre içinde devletin yapacağı açıklamalar ve şikâyetin nedenleri komiteye iletilir. Komite bu bilgilere dayanarak karar verir: bu, komitenin “ saptamaları”dır ve ilgili devletle bireye iletilir. Bunların zorlayıcı bir niteliği yoktur. İşkenceye karşı komite Cenevre de yılda iki kez normal toplantısını yapar ve birleşmiş milletler örgütüne ve 1984 sözleşmesini imzalamış olan devletlere yıllık çalışma raporu sunar. Komitenin yetkisini ve 21. ve 22 maddeleri ( devlet başvuruları, bireysel başvurular) kabul etmiş devletler şunlardır: Cezayir, Arjantin, Avustralya, Avusturya, Bulgaristan, Kanada, Kıbrıs, Hırvatistan, Danimarka, ABD, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, Liechtenstein, Lüksemburg, Malta, Monako, Yeni Zelanda, Norveç, Hollanda, Polonya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, İngiltere, Rusya, Senegal, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, Togo, Tunus, Türkiye, Uruguay, Venezüella, Yugoslavya, G. Afrika, ABD ve İngiltere yalnızca komitenin 21.maddedeki yetkisini kabul ettiler.[18] [1] TANÖR Bülent, Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu, BDS yayınları, 3. bası, Kasım 1994, s.26 [2] ÖZTÜRK Osman, İnsan Hakları İhlalleri ve Hekimlik, Sted, 2005, cilt 14, sayı 5, s.104 [3] Bahri ÖZTÜRK- Ruhan ERDEM, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 11. baskı, 2007, s.480 [4] Françoise BOUCHET- SAUCNİER, İnsancıl Hukuk Sözlüğü, İletişim Yayınları, 2. baskı, 2002 s.180 [5] Françoise BOUCHET- SAUCNİER, a.g.k. , s.177 [6] ARTUK Emin-GÖKCEN Ahmet-YENİDÜNYA Caner,Ceza Hukuku Özel Hükümler,Turan Kitapevi,7.bası,2006, s.109 [7] ÖZDEK Yasemin, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Kırmızı kalem yayınları, 2. baskı,2004, s.157 [8] ÖZDEK Yasemin, a.g.k., s.159 [9] ÖZDEK Yasemin, a.g.k., s.161 [10] TANÖR Bülent, a.g.k. s.27 [11] ÖZDEK Yasemin, a.g.k., s.166 [12] ÖZDEK Yasemin, a.g.k.,s.167 [13] Mahmut Kaya v.Türkiye, başvuru no22535/93, Mahkemenin 28 Mart 2000 tarihli kararı Mahkemenin 3. madde bağlamında pozitif ödev yaklaşımını uyguladığı karardır. [14] Selçuk v. Asker v. Türkiye, başvuru no:23184/94, 23185/94, mahkemenin 24 Nisan 1998 tarihli kararı [15] Taş v. Türkiye, başvuru no.23531/94, mahkemenin 13 Haziran 2000 tarihli kararı, [16] Öcalan v. Türkiye başvuru no: 46221/99, mahkemenin 12 Mart 2003 tarihli kararı [17] Françoise BOUCHET- SAUCNİER, a.g.k. , s.182 [18] Françoise BOUCHET- SAUCNİER, a.g.k. , s.184 KAYNAKÇA 1. Françoise BOUCHET- SAUCNİER, İnsancıl Hukuk Sözlüğü, İletişim Yayınları, 2. baskı, 2002 2. Bülent TANÖR, Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu, BDS yayınları, İstanbul, 3. bası, Kasım 1994 3. Yasemin ÖZDEK, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Kırmızı kalem yayınları, İstanbul, 2. baskı,2004 4. Osman ÖZTÜRK, İnsan Hakları İhlalleri ve Hekimlik, Sted, 2005, cilt 14, sayı 5 5. Bahri ÖZTÜRK- Ruhan ERDEM, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 11. baskı, 2007 6. EminARTUK - Ahmet GÖKCEN - Caner YENİDÜNYA, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turan Kitapevi,7.bası, Ankara, 2006 |
16-06-2008, 19:18 | #2 |
|
İŞKENCE YASAGI
Bu yazımda ülkemizde ve dünyada ki birçok ülke kanunlarında yer alan işkence yasağı hakkında bilgiler vereceğim. Tabi bu makalede en çok üzerinde duracağım kısım ise işkence yasağının ülkemizde ki uygulaması olacaktır. Ayrıca ülkemizde ki pozitif hukuk kurallarının işkenceyle ilgili düzenlemeleri ve mahkeme kararlarına da yer verilecektir. Bu makalede işkence’yi inceleme sebebim ise; işkencenin aslında uzun zamandan beri pozitif hukuk kurallarıyla yasaklanmasına rağmen bu yasaklayıcı hükümlere pek fazla uyulmamasından dolayı insanların maruz kaldığı mağduriyetin küçümsenemeyecek boyutta olmasındandır. Burada işkencenin tanımından başlayarak ilgili uluslararası düzenlemeler, anayasal düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu düzenlemeleri, Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlemeleri ve ilgili Yargıtay kararlarına da yer vererek işkence hakkında bilgiler verilecektir. İşkence, köken itibariyle Farsça bir sözcüktür. Anlamı ise “bir kimseye maddi ya da manevi olarak yapılan eziyet”i veya “herhangi bir amaçla bir kimseye maddi acı verici tutum ve davranışta bulunmak”tır. Yani bu tanımlardan da anlaşıldıgı üzere işkence; bir kimseye acı, ıstırap vermek, eziyet yapmaktır. Aslında bu tanımlar gibi işkence hakkında birçok tanımlama yapılmıştır. Ama asla işkencenin evrensel boyutta kabül edilmiş bir tanımı yapılamamıştır. Hemen hemen her ülke kanunlarında ve doktrinlerinde işkencenin tanımı bir noktada birleşse de bazı noktalarda ayrılmıştır. İşkencenin bizim Türk hukuk lügatında ki tanımı ise “herhangi bir maksatla birisine cismen eza verici harekette bulunmak veya sanıklara suçlarını itiraf ettirmek için canlarını yakıcı muameleler yapmak, onlara eza ve cefa çektirmektir.” Türk hukuk lügatı yanında birde doktrinde işkence tanımları yapılmıştır ve bu tanımlarda işkencenin temel olarak şu nitelikleri yer almaktadır: 1. kuvvetli bedensel veya ruhsal acıya yol açması 2. kişiye bu acıyı veren failin resmi bir sıfatının bulunması ya da bu sıfatı haiz kişinin üçüncü bir kimseyi kullanarak dolaylı hareket etmesi 3. acı ve ıstırap veren hareketin bir amaca yönelik olması. Mesela ceza muhakemesinde maddi gerceğe ulaşmak gibi bir amaç güdülmesidir. Yani doktrinde ki kriterlere bakınca işkencenin bir acı yada ıstırap verici bir hareketi içermesi, bu fiili yapanın kamu görevlisi olması, bu fiilin bir amaca yönelik olması gerekiyor. Burada vurgulanan ve önemli olan kısım işkencenin bir kamu görevlisince yapılabilecegidir. Eger acı ve ıstırap verici fiil kamu görevlisi değil de vatandaşça yapılırsa bu Türk Ceza Kanunundaki vücut dokunulmazlığına karsı işlenen suçlar kapsamında yer alır. İşkencenin tanımı hakkındaki bu açıklamalarımdan sonra işkencenin yer aldığı mevzuatlara geçmek istiyorum. Bu mevzuatlardan ilk olarak Avrupa insan hakları sözleşmesinde yer alan hükümlere değineceğim. İşkence yasağı Avrupa insan hakları sözleşmesinin üçüncü maddesinde yer almıştır. İşkence yasağının Avrupa insan hakları sözleşmesine konu olmasının nedeni ikinci dünya savaşı sırasında insan haklarının çok fazla ihlal edilmiş olması ve bu ihlalin savaş sonrası devamının tüm Avrupa devletlerince istenmemesindedir. Çünkü işkenceden her kişinin zarar görebilme ihtimali vardır. İşkence Avrupa insan hakları sözleşmesinin üçüncü maddesinde “hiç kimse işkence, gayri insani ya da küçük düşürücü muamele ya da cezaya tabi tutulamaz” seklinde yer almıştır. Üçüncü madde ile koruma altına alınan haklar mutlaktır . Bu maddenin devreye girebilmesi içinde AİHS’yi kabül etmiş devletler açısından hiçbir önkoşul olmadan uygulaması zorunlu tutulmuştur. Ayrıca devletler AİHS md. 15’e dayanarak dahi bu maddeye tabi olmaktan muaf olamazlar . İşkencenin bu üçüncü maddedeki kavramlarının açıklanması sonucu işkencenin BM genel kurulunun 1975 tarihli bildirgesinde ki tanım gibi olduğunu düşünebiliriz. BM genel kurulu 1975 tarihli bildirgesinde ki tanım “işkence; acımasız, ,insanlık dışı ve küçük düşürücü muamele ya da cezanın kasıtlı ağırlaştırılmış bir şeklidir.” Ayrıca üçüncü maddede tanımlar arasında bir kategorileştirmenin varlığı da gözümüze çarpmaktadır. Çünkü işkencenin, gayri insani davranışın, küçük düşürücü muamelenin kişiye verdiği ızdırap ve acılar farklıdır. İşkence bunların içinde en ağır acı ve ızdırap veren bir fiil olarak kabül edilebilir. Maddede ki yer alan kavramlar hakkında kısaca tanımları şu şekildedir; 1. işkence; maddi ve manevi işkence olarak incelenmiştir. Maddi işkence; “bilgi veya itiraf elde etmek ya da cezalandırmak gibi bir amacı olan, ve genel olarak da insanlık dışı muamelenin ağırlaştırılmış biçimine karşılık gelen insanlık dışı muameledir ” şeklinde ifade edilmiştir. Manevi işkence ise; “bedene saldırıdan baskaca ruhsal ızdırap verilmesidir ” şeklinde tanımlanmıştır. 2. insanlık dışı muamele ise; “en azından ruhsal yahut bedensel olsun, kasıtlı biçimde ağır ıstıraba yol açan ve vakanın şartları içinde gayri meşru olan muamelelerdir.” 3. aşağılayıcı muamele ise; kısa ve öz olarak insan haysiyetine ciddi müdahalelerde bulunulması olarak tanımlanabilir. İşkence yasağının AHİS’de geçen kavramları hakkında bilgi verdikten sonra şimdi ülkemiz açısından AHİS’de ki bu hükmün önemine değineceğiz. AHİS kararlarına uyulmama sonucunda bu durumu değerlendirecek ve uymayanları bir müeyyideye çarptırması için bir Avrupa insan hakları mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemeye önceleri sadece devletler başvurabilirken sonradan yapılan değişikliklerle bireysel başvuru hakkı yolu açılmıştır. Bizim ülkemizde AHİS’i kabül etmiş devletlerdendir. Bizim hukukumuz da bu konuda düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle temel haklar ve hürriyetleri ilgilendiren konularda anayasamızın 90. maddesi AHİS’i üstün hale getirmiştir. Bu maddeye göre eğer kişi temel hak ve hürriyetlerini ilgilendiren bir durum olursa ve iç hukuk kurallarıyla AHİS’de ki bir hüküm çatışırsa AHİS hükmü uygulanacak olması AHİS’e üstünlük tanımıştır. Ve bu düzenlemelere dayanarak ülkemizin birçok davası olmuştur. Bunların sadece birkaçının adlarını sayarak gececeğiz. 1)AKSOY/TÜRKİYE (18.12.1996) 2) ÇİÇEK/TÜRKİYE(27.2.2004) İşkencenin AHİS boyutunu bu kadarla sınırlı tutuyorum. Çünkü işkencede yukarda da belirttiğim gibi Türk hukukunda ve Türkiye’de ki uygulamaları üzerinde daha çok duracağız. Öncelikle işkenceyle ilgili anayasal hükümlere deginecegiz. İşkence ve onur kırıcı muamele yasağı anayasanın 17. maddesinde, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlığı altında düzenlenmiştir. Bu maddenin 3. fıkrasında, kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı; kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı kesin bir ifadeyle belirtilmiştir. Bu hakkın sınırlanması istisnai durumlar hariç olanaklı değildir. Anayasal anlamda yasak Avrupa standartlarına uygundur. İşkencenin engellenmesi için anayasada başkaca hükümler de getirilmiştir. Bunların başında tutukluluk ve gözaltı işlemlerini düzenleyen 19. maddesi gelmektedir. Anayasamızın 19. maddesi ilgili bölümünde ayrıntılı incelenmiştir. Ancak işkence yasağı yönünden, özellikle şunlar söylenebilir: öncelikle yakalanan kişiye hemen hakkındaki suçlamaların bildirileceği, yakınlarına gecikmeksizin haber verileceği düzenlemeleri bu yönden önemlidir. Anayasamızca kişinin işkence görmemesi bu şekilde güvence altına alınmıştır. İşkenceyle ilgili anayasal hükümlerin inclenmesinden sonra Türk Ceza Kanundaki hükümlere geçmek istiyorum. 5237 sayılı Türk Ceza kanunun 94. maddesinde işkence ile ilgili hüküm 94/1’de genel anlamda “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sucun farklı şekilde yani özel durumlara göre düzenlenmesi 94/2 de yer almıştır. Bu maddenin ikinci fıkrası ise “) Suçun; a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla, İşlenmesi hâlinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. (5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz” şeklinde türk ceza kanununda yer almıştır. Bunun yanı sıra türk ceza kanunun 95. maddesinde neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış işkence hükmüne yer almıştır. Bu maddede “(1) İşkence fiilleri, mağdurun; a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, b) Konuşmasında sürekli zorluğa, c) Yüzünde sabit ize, d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır. (2) İşkence fiilleri, mağdurun; a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, d) Yüzünün sürekli değişikliğine, e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. (3) İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması hâlinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Şeklinde yer almıştır. Görüldüğü gibi türk ceza kanunumuz aslında işkence suçu üzerinde önemli derece düzenleme yapmış bulunmaktadır. Yani bu hükümler şu şekilde anlaşılmaktadır; “maddenin 1. fıkrasında bir kişiye karşı insanlık onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisinin üç yıldan oniki yıla kadar cezalandırılacağı belirtilmiştir. 2. fıkrasında ise eylemin çocuğa, hasta kişiye veya avukat ya da kamu görevlisine görevi dolayısıyla işlenen işkence suçları ağırlaştırıcı neden olarak sayılmış, ceza artırılmıştır. Yine maddenin 3. fıkrasında eylemin cinsel tacizle işlenmesi de cezayı artırıcı neden olarak görülmüş, bu eylemler işkence suçunun nitelikli hali olarak kabul edilmiştir. 4. fıkrasında suça iştirak eden kamu görevlisi olmayan kişilerin de asıl fail gibi cezalandırılacağı esası kabul edilmiş, 5. fıkrasında eylemin ihmali davranışla işlenmesinin indirim nedeni olmadığı belirtilmiştir. Yasanın 95. maddesinde ise sonuçları nedeni ile ağırlaşmış işkence suçu düzenlenmiştir. İşkence sonucunda yasada öğeleri belirtilen ağır yaralanma sonuçları oluşması durumunda cezaların artırılacağı kabul edilmiş, işkence eylemi sonucunda kişinin ölümü halinde ise sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis verileceği kabul edilmiştir. Görüldüğü gibi işkence suçunun cezaları artırılmış, erteleme ve paraya çevrilme koşullarından uzaklaşılmış, işkencenin nitelikli durumları ayrıntılı düzenlenmiştir .” Bu düzenlemelere bakınca işkence suçu türk ceza kanununun 94. maddesi ve devamı hükümleri, anaysamınızın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı hakkı ile işkence ve eziyet yasağının yaptırımını teşkil etmektedir . Bu düzenlemelerden anlaşıldığı üzere işkence suçunun faili yalnız kamu görevlisi olabilir. Ayrıca kamu görevlisi bu suçu kamu görevini yerine getirirken işlerse bu fiili işkence sayabiliriz. Yoksa kamu görevlisinin kamu görevinden arınmış şekilde acı ve ızdırap verici fiili işlemesini işkence suçu saymak mantıksızdır. Yukarıda da belirtiğim gibi eziyet ve ıstırap verici fiil eger kamu görevlisi değilde vatandaş tarafından yapılırsa bu Türk ceza kanununda ki vücut dokunulmazlığına karşı suçlar kapsamına girer. İşkence suçunun failinin kim olacağını belirttikten sonra mağdur açısından incelemeye gelince; işkence suçunun mağduru herkes olabilir. Ancak suçun belirli kimselere karşı işlenmesi halinde TCK 94/2’de agırlaştırılmız cezalar vardır. Tck’da işkence suçunun maddi unsuru “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” seklinde düzenlenmiştir. Yani maddi unsur 2 alt baslığa ayrılmış durumdadır. Bunlardan birincisi fiilin insan onuruyla bağdaşmayacak şekilde olması gerekir. Digeri ise bu bu insan onuruyla bağdaşmayan fiil mağdura bedensel, ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ya da irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak şekilde olmalıdır. Yani anlaşıldıgı üzere işkence suçu bir kişiye sadece maddi kuvvet kullanılarak yapılmayabilir. İşkence kişiye psikolojik baskılarla da yapılabilir. Zaten suçun psikolojik boyutu düşünüldüğünden madde de ruhsal yönden etkilenmeye de yer verilmiştir. İşkence suçuna temel oluşturan hareket icrai yada ihmal şeklinde olabilir. İcrai olarak kişiye şiddet uygulaması ihmali olarakda kişin haklarını kullanmasına izin verilmemesi şeklinde ortaya çıkabilir. Tck nın 94. maddesinin son fıkrasında suçun ihmal nedeniyle işlenmesi halinde dahi indirim yapılmayacagı vurgulanmıştır. İşkence suçunun manevi unsuruna gelince; manevi unsur eski tck da özel kast seklinde düzenlenmesine ragmen yeni tck da genel kast şeklinde düzenlenmiştir . Genel kast şeklinde düzenlenmesinin doktrinde tartışmalrı yapılmaktadır ama konumuz mahiyetiyle o boyutu deginmeyecegim. İşkence sucuna iştirak olabililecegini tck 94/2 kabül etmiş ve iştirak halinde iştirakçınında cezlandırılacağı vurgulanmıştır. Tabi burada yani işkence suçuna iştirakta üzerinde durulması gereken bir konuda işkence sucuna iştirak eden kişinin kamu görevlisi olması ya da olmaması iştirak açısından bir farklılık yaratır mı? Bu sorunun cevabını kanunun kendisinde tck 94/4’te “ bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.” Şeklinde verilmiştir. Yani suça iştirak eden kamu görevlisi olmasa dahi kamu görevlisinin çartırılacağı cezaya çarptırılır. İşkencenin TCK’da ki düzenlemeleri hakkında kısmı burada sonlandırarak şimdi işkencenin Ceza Muhakemesi Hukukunda ki düzenlemelerine gececeğim aslında burada bir Yargıtay kararı eklemesi yapabilirdim ama Ceza muhakemesini de anlattıktan sonra Yargıtay kararını ekleyecegim çünkü Yargıtay kararını bir bütün olarak daha güzel anlayabiliriz. 5271 sayılı Ceza Hukuku Muhakemesi Kanununda işkence suçuna ilişkin önemli ölçüde düzenlemeler bulunmaktadır. Kanunun 148. maddesinde “(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. (4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. (5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.” Şeklinde ki düzenlemelerle işkencenin önüne geçilmek için çalışılmıştır. Bu madde de manevi, maddi ya da psikoljik şekilde baskı yapılarak ifade alınamayacağı alınsa bile delil olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanmıştır. Bundan baskaca işkence olaylarının ençok göz altında görüldüğünden dolayı ceza muhakemesi kanunun 91. maddesinde gözaltına alma usulu ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu madde; “(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir. (4) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir. (5) Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz.” Şeklindedir. Maddenin birinci fıkrasında yakalama anından itibaren gözaltı süresinin enfazla 24 saati gecemeyeciği düzenlenmiştir. Bu süre anayasamızın ilgili hükmünde 48 saat olarak düzenlenmiştir. Bunun CMK da 24 saat’e düşürülmesinin tartısılacak tarafı yoktur. Ancak maddenin bu fıkrasında ki “Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç” kısmı tartımsa konusu yapılabilirdi çünkü kötüniyetle kullanılması durumunda kişi 24 saatten daha fazla göz altında tutulabilirdi ancak bunun önünede maddenin 1. fıkrasının son cümlesinde bu sürenin 12 saatten fazla olamayacagı hükmü getirilerek önlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında da gözaltına almanın ancak o kişinin isnat edilen suçu işlediğine yönelik emarelerin varlığının olması şartı aranmıştır ancak bu emarelerin neye göre olacagı belirsizdir. Üçüncü, dördüncü, beşinci fıkralardada gözaltı süresinin uzatılması durumları işlenmiştir. Ancak kişi hakkının zedelenmemesi için bu uzatmaların sadece yargı mensuplarınca yapılabileceği vurgulanmıştır. İşkenceyi önleme amaçlı ayrı bir ceza muhakemesi kanunu maddesi de CMK 99. maddedir. Bu madde de “Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir.” Şeklindedir. 99. maddenin varlığından dolayı yönetmeliği de inceleme gereği duyuyoruz. Yönetmelikte gözaltına alma, yakalama, sanık veya şüphelinin yakınlarına haber verme, sağlık kontrolü, nezarethane işlemleri, sanığa veya şüpheliye talep halinde veya koşulları bulunduğunda kendiliğinden müdafii atanması, müdafii ile görüşme, ifade alma esasları, nezarethane ya da ifade alma odalarının cumhuriyet savcılarınca denetimi ayrıntılı olarak düzenlenmiştir . Yönetmeliğe böyle bir atıfın kanunca yapılmış olması tartışılabilir ama ben buna burada girmeyecegim. İşkenceyi önleme daha doğru bir ifadeyele işkence uygulayacakları caydıracak yönetmelik hükmü üzerinde duracağım. İşkenceyi önleme açısından yönetmeliğin 9. maddesi çok önemlidir. Bu madde “Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir. Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir. Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır. Gözaltına alınan kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile bu kişiyi tıbbî muayeneye götüren kolluk görevlisinin farklı olması zorunludur. Ancak personel yetersizliği nedeniyle farklı kolluk görevlisinin bulunmaması hâlinde bu durum belgelendirilir. Tıbbî muayene, kontrol ve tedavi, adlî tıp kurumu veya resmî sağlık kuruluşlarınca yapılır. Hekim raporu üç nüsha hâlinde düzenlenir. Kolluk görevlileri tarafından, hekim raporunu verecek birime, yakalananın nezarethaneye giriş raporu mu, yoksa çıkış raporu için mi getirildiği yazılı olarak bildirilir. Yakalama veya nezarethaneye giriş raporunun bir nüshası raporu tanzim eden sağlık kuruluşunda saklanır, ikinci nüshası gözaltına alınana, üçüncü nüsha ise soruşturma dosyasına eklenmek üzere ilgili kolluk görevlisine verilir. Gözaltı süresinin uzatılması veya yer değişikliği ya da nezarethaneden çıkış sırasında düzenlenen hekim raporlarından; bir nüshası sağlık kuruluşunda saklanır, iki nüshası ise raporu düzenleyen sağlık kuruluşunca kapalı ve mühürlü bir zarf içerisinde ilgili Cumhuriyet başsavcılığına en seri şekilde gönderilir. Bunlardan bir nüshası Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltına alınanın kendisine veya vekiline verilir, bir nüshası ise soruşturma dosyasına eklenir. Bu raporların düzenlenmesinde ve Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 157 nci maddesinde belirtilen gizlilik kurallarına uyulur ve bu amaçla gerekli tedbirler ilgili sağlık kuruluşunca alınır. Hekim muayene esnasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 94 üncü maddesinde belirtilen işkence, 95 inci maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve 96 ncı maddesinde belirtilen eziyet suçlarının işlendiği yolunda herhangi bir bulguya rastlaması hâlinde, keyfiyeti derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir. Bu durumda Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmeliğin 7 ve 8 inci maddesine göre işlem yapılır. Hekim ile muayene edilen şahsın yalnız kalmaları, muayenenin hekim hasta ilişkisi çerçevesinde yapılması esastır. Ancak, hekim kişisel güvenlik endişesini ileri sürerek muayenenin kolluk görevlisinin gözetiminde yapılmasını isteyebilir. Bu istek belgelendirilerek yerine getirilir. Bu durumda gözaltına alınan kişinin talebi hâlinde müdafiî de muayene sırasında gecikmeye neden olmamak kaydıyla hazır bulunabilir. Kadının muayenesi, talebi hâlinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır. Muayene edilecek kadının talebine rağmen kadın hekimin bulunmaması halinde, muayene sırasında hekim ile birlikte sağlık mesleği mensubu bir kadın personelin bulundurulmasına özen gösterilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddede kişinin yakalama anından sonra gözaltına alınacağında, salıverileceğinde, gözaltı süresi uzatılacağında ya da adli merciler önüne çıkartılacağında doktor muayenesine götürülmesi zorunluluğu getirilmiştir. Böylece kişinin kolluk çatısı altındayken işkenceye maruz bırakılması güçleşmiştir. Çünkü kolluk doktor muayenesinde işkence izine rastlanması durumunda sorumlu olacaktır. Bu sorumluluktan çekinen kolluk görevlisi işkence yapmaktan kaçınacaktır. Ayrıca yönetmeliğin aynı maddesinde doktor muayenesine götürecek kolluk görevlisin ayrı kişiler olması gerektiği vurgulanmıştır. Bunun nedeni ise muayeneye götüren aynı görevli ise doktoru herhangi bir şekilde engellemesinin önüne geçilmesinin sağlanması içindir. Görüldüğü üzere yönetmelikte de işkencenin önüne geçilmeye çalışılmıştır. şimdi Yargıtay işkence üzerine nasıl karar vermiş bir de ona bakalım; Yargıtay ceza genel kurulunun 15/06/1999 yılında yerdiği 1999/8-109 esas numaralı kararının özeti şu şekildedir; “Suçunu söyletmek için işkence yapmak suçunun oluşması için; a- Suç failinin yetkili memur olması, b- Mağdurun, "sanık durumunda bulunan" kimse olması, c- Sanığın; mağdura suçunu söyletmek "saiki" ile hareket etmesi, d- Sanığın işkence etmesi yahut zalimane veya insanlık dışı veya onur kırıcı muamelelerde bulunması gerekir. İşkence ve fena muamele, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerde de yasaklanmıştır. İşkence sonucu yanı hukuka aykırı olarak elde edilen kanıtlar geçersizdir. Yaptıkları soruşturmada, sanık olarak gözaltına alınan mağdurlara "bilgi ve itiraf" elde etmek için, "erkeklerin makatlarından cop sokmak, kızlara cinsel tacizde bulunmak, göğüslerini elleyip sıkmak, aç bırakmak,hakaret ve tehdit etmek" vs. gibi süreklilik gösteren, ızdırap verici, bezdirici fiziki ve tinsel ağır acı veren, insanlık kişiliğini incitici, haysiyet kırıcı hakarette bulunan görevli sanıkların "suçunu söyletmek için işkence etme" suçları olmuştur.” Burada işkence suçunu oluşturacak unusurları işkencenin kimler tarafından yapılabileceği açıklanmıştır. Ayrıca Yargıtay aynı kararda işkence ile elde edilen delillerin kullanılamayacağına hükmetmiştir. Yargıtayımızın bu yöndeki kararları çok fazladır. Aslında bizim türk hukuk mevzuatımızda işkenceyi önlemeye yönelik alınan tedbirlerimiz tam anlamıyla Avrupa standartlarına uygundur. Ancak sorun uygulamada bu mevzuata riayet edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sorunun aşılması içinde uygulayıcıların bu konuda bilinçlenmesi, bilinçlendirilmesi gerekir. Ve umarım bundan sonraki dönemlerde ülkemizde işkence gibi onur kırıcı, insan haysiyetine yakışmayan fiiller uygulamada da kalkar. İBRAHİM KOVANCI |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
ÖDEME YASAĞI KONAN ÇEKİN HÜKÜMLERİ...(çok ACİL!!!) | FTKY | Hukuk Soruları Arşivi | 1 | 24-11-2006 17:46 |
DÜrÜstlÜk Kurali Ve Hakkin KÖtÜye Kullanilmasi YasaĞi.. | hukukcuadayı | Hukuk Soruları Arşivi | 1 | 07-11-2006 12:32 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |