22-08-2008, 20:38 | #1 | |||||||||||||||||||
|
Özür Dilemek ve Affetmek
Özür Dilemek:
Haberi okuyunca, Osman Şahin’in ismini şimdi hatırlayamadığım hikayesi geldi aklıma, geldiği şehirde kendisine zırt çeken gençleri belinden çıkardığı tabancasıyla, tak, tak, tak öldüren köy ağası, neden tutuklandığını anlamadığından sorar ’noldu ki babam benimle dalga geçen gençleri öldürdümse günah mı işledim ki?’ türünden bir cümleyle. Ağanın burada sorguladığı, kendisine ve kendi adalet anlayışına ters düşen ve kendisine yabancı olan bir adalet kavramıdır. Ağanın aklından özür dilemek veya yaptığından pişman olmak gibi bir düşünce geçmez. Kurbanlık koyun keser gibi (medyada çıkan haberler doğruysa) insan kesen kişiler en azından özür dilemiş. ‚Ne türden bir özür dilemşiler peki?’ Yanlış kişiyi öldürdükleri için özür dilemişler, adam kestikleri için değil. Alacaksın silahi eline, insan avına çıkacaksın, aradığın kişi mi yoksa başkası mı araştırmadan, gözlerini ve vicdanını karartan bir hırsla, adamı yatırıp keseceksin. Tak, tak, tak, adam öldüren köy ağası ile bunlar arasında hiç fark yok. Her iki durumda da göz ardı edilen veya hiçbir değer verilmeyen ve kendisini kabul ettirememiş bir hukuk ve değerler sistemi ve alınan bir öç var. Özel kişilerin kendi değerlerini ve kendi adalet anlayışlarını gerçekleştirmeleri var. Af: Medyada çıkan haberlere göre Avustralya’da bundan 86 yıl önce ölüm cezasına çarptırılan ve cezası infaz edilen bir kişiyi Viktorya Eyaleti’nin Valisi affetmiş. Bundan 86 yıl önce 28 yaşında olan Colin Campbell Ross 12 yaşındaki bir kıza cinsel tecavüz ve o nu öldürmekten suçlu bulunmuş o zamanlar. Adamın suçu işlemediğine dair kanıtlarını mahkeme o zaman göz önünde bulundurmamış. Suçu işlediğine kanıt olarak Colin Campbell Ross’un yatağında bulunan saçları gösterilmiş. Olayın yeniden gündeme gelmesi bir yazarın saçları forensik olarak incelemesi neticesinde olmuş. İncelenen saçların 12 yaşındaki kıza ait olmadığı ortaya çıkmış. Bunun üzerine adamın yakınları Viktorya Valisine bir af silekçesi vermiş ve vali adamı affetmiş. Adalet yerini buldu mu acaba? Suçsuz olduğu ortaya çıkan bir kişiyi af etmenin anlamı ne ola ki? Suçlu olan kişi af edilir, suçsuz olduğu ortaya çıkarılan değil. Davanın yeniden görülmesi ve adamın beraat etmesi iyi olmaz mıydı? Özür ve af olmuş olan ve özen gösterilmiş olsaydı ‚olmayacak olan olayların’ tersi olayların cereyan etmesine yol açmıyor. Çoğu zaman yerine bile ulaşmıyor. Ölen kişiye sizin özürünüz ve affınız ulaşmaz ble. Gerçekleşmiş olan olay gerçekleşmiştir. Zamanı geri çeviremezsiniz. Çıkmazın çıkarı mı? Gerçek adalet derim ben. Vatandaşlar hukuk düzenine güven duydukları ve o hukuk düzenini ve değerlerini benimsediği sürece, kendi adaletlerini kendileri gerçekleştirmeye çalışmaz ve bir idam olayından 86 yıl sonra hiş kimse kalkıp ta raflarda tozlanan bir olayı gündeme getirmez. Saygılarımla |
21-08-2009, 03:11 | #2 |
|
soyut kavramlar ve anlamlar
Özür dilemek ve aman dilemek. Karşılığı bu olsa gerek.
Biri; ihmalini, kusurunu, kastını kabullenmek. Diğeri; ihmalinin, kusurunun, kastının affını istemek. Aman dilemek, içinde özür dilemeyi de barındırmakla birlikte, özür dilemenin ötesine geçmek anlamını taşıyor. Her ikisi de, bir uzlaşma gayretini, bir barış çağrısını da içeriyor. Aman dilemek ve aman vermemek. Aman dilemekte bir aşağılanma, kendini aşağı verme var. Özür dilemek biraz daha onurlu bir duruş gibi. Kendi ihmal, kusur veya kastını kabul ve kontrol edebilen yetkin insan... Düşünüyorum da; bu kavramların, bu anlamların pratik faydası, reel faydası nedir diye? Yok aslında değişen birşey. Sözcüklerin büyüsü var sadece. Özür dileyen gerçekte aşağılık olmaktan kurtuluyor mu gerçekten? Yüreğinden ne hissettiğini nereden bileceğiz ki? Aman dileyen, ya kurnazlık peşindeyse? Bu kavramlar ve anlamlarla avunacak mıyız yani? Öldür, öldür, yok et; sonra özür dile, aman dile... Bu kadar basit mi? Değişen ne? Havadaki titreşimin kulağıma taşıdığı o sesin, gerçekte önemi ne? Gerçek anlamı neye yüklemeliyiz? Veya gerçek ne ola ki? Bütün bunları sorgulayan biz, kendimiz, ne kadar gerçeğiz ki? Molekül zirciri halinde bir varmış bir yokmuş triplerindeyiz. Atomlar, moleküller, hücreler düzenli olarak bir arada kalınca varız, dağılınca yokuz. Varken neyiz, neyi temsil ediyoruz. Moleküllerin biraraya gelmesinin anlamı ve önemi ne. Legolar gibi, bir şekil veriyorsun, sonra dağıtıyor ve yeni bir şekil veriyorsun. Legolar yine lego. Şekil verince ona anlam yükleyen biziz. Kendimiz de canlı legolar gibiyiz. Bir şekil almışız ve buna "içerden", yani kendi içimizden kendimize, önem atfedebiliyoruz sadece. Kendi kendimize değer ve anlam yüklüyoruz veya yükleniyoruz. İçerden dışarı bakıyoruz. Legoya baktığımız gibi dışardan değil. Yüklendiğimiz değeri, anlamı ve önemi taşımaya çalışıyoruz. Sonra da özür veya aman dileyecek işlere kalkışıyoruz. Bir yaratıcı var veya yok. Bir Tanrı olsa da olmasa da bütün bu varlıklar alemi niye var? Diyelim ki Tanrı var. Tanrı ve yarattığı varlıklar; bütün bunların anlamı ne? Nerdeyiz biz? Neyin içinde veya neyin dışındayız? Bütün bu olup bitenlerin anlamı ne veya bir anlamı olmalı mı? Bilinemezcilik daha mı iyi? Ama, çok kifayetsiz değil mi aslında? Kendimizi mi kandıralım yani, bilinemez işte diyerek. Haydi çöz, çözebilirsen! Zifiri karanlıktayız esasen... Mutlak gerçeği bilebilmek, ne güzel olurdu... |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |