23-04-2009, 23:55 | #1 |
|
Uyarma ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
UYARMA VE KINAMA CEZALARINA KARŞI HAK ARAMA YOLLARI
I-GİRİŞ; Anayasamızın 129/3.maddesi ile 657 sayılı yasanın 135/3.maddesi uyarınca devlet memurlarının, (ister resen isterse de Disiplin Kurulu tarafından verilsin) “uyarma ve kınama” cezalarına karşı dava açma hakları yoktur. Bu hususta değişik içtihatlar İdare Mahkemeleri nezdinde verildi ise de, önce Danıştay akabinde Anayasa Mahkemesi tarafından “uyarma ve kınama” cezalarına karşı iptal davası açılması yolunun kapalı olduğuna karar verilmiştir. Kısacası ülkemiz mevzuatı ve yargısı tarafından bu cezalara karşı iptal davasıaçma hakkının bulunmadığı noktasında tartışma bitmiştir. Esasen tartışılan kısım; a-“Uyarma ve kınama” cezalarına karşı iptal değil de, tam yargı yani tazminat davasının açılıp açılmayacağı, b-İç hukukta etkili başvuru yolu kapalı olan bu cezalara (uyarma ve kınama) karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dava açıp kazanıp, bunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununun 53/1-ı.maddesinde yer alan “Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” halinde yargılamanın yenilenmesine ilişkin hüküm çerçevesinde, İnsan Hakları Mahkemesinin lehe kararı, olağan üstü temyiz başvurusu anlamına gelen yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmak suretiyle istenilen sonuca, yani iptal davası yolu ile de, amaca ulaşmanın mümkün olup olmadığı, c-Yargı yolu kapalı olan bu cezalara karşı, iptal davası değil, tam yargı davası (tazminat davası) açma imkanının, İç hukukta ve AİHM’si nezdinde bulunup bulunmadığı, Konularının açıklığa kavuşturulması, büyük önem arz etmektedir. II-AÇIKLAMA VE İLGİLİ MEVZUAT; A-İPTAL DAVASI YÖNÜNDEN; 1- Anayasamızın 129/3.maddesinde “Uyarma ve Kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışına bırakılamaz” hükmü yer almaktadır. 657 sayılı yasanın 135/3.maddesinde ise; “Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Hükmü yer almaktadır. Yasın yasa koyucu Anayasanın sağladığı imkânı kullanmış ve “uyarma ve kınama” disiplin cezalarını, yargı denetimi dışında tutmuştur. 2-Anayasa Mahkemesinin 27.11.2007 tarih ve 2002/169 esas, 2007/88 sayılı kararına göre, Anayasanın 129.maddesinin TBMM gerekçesinde ise “…uyarma ve kınama cezaları özellikleri dolayısıyla bu kuralın dışına çıkarılmıştır, denilmek suretiyle “uyarma ve kınama” cezalarının yargı denetimi dışında bırakılacağı ifade edilmiştir.” Anayasa Mahkemesinin kararının devamında da “Yargısal denetim bakımından uyarma ve kınama cezalarının, genel kural kapsamı dışında tutulmasının sebebi olarak madde gerekçesinde bu cezaların “özellikleri” gösterilmiştir. Disiplin cezalarının ağırlıkları birbirinden farklı olup, uyarma ve kınama cezaları en hafif disiplin cezalarını oluşturmaktadır.” Şeklinde açıklamalar yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin karının sonuç bölümü ise “İtiraz konusu yasa kuralları ile Devlet memurlarına verilen uyarma ve kınama cezaları, Anayasa’da yer alan hükme ve Anayasa koyucunun bu yöndeki iradesine uygun olarak yargı denetimi dışında tutulduğundan söz konusu kuralların Anayasa’ya aykırılığından söz edilemez.” Şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. İç hukukta; uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davası açma hakkının tamamen ortadan kaldırılmış olması karşısında, etkili başvuru ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde, dikkate alınacak ve başvurulabilecek diğer bir yargı makamı ise, elbette Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. 3-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında “AİHM, AİHS’nin 13. maddesinin, iç hukukta hak ve özgürlüklerin Sözleşme’de yer aldıkları şekliyle ileri sürülebilmelerini sağlayan başvuru yolunun mevcut bulunmasını güvence altına aldığını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla bu hüküm, Sözleşmeye dayanan “savunulabilir bir şikayet”’in içeriğini incelemeye ve uygun tazmin yolunu sunmaya yetkili kılan iç hukuk yolunun varlığını gerekli kılmaktadır (Kudla-Polonya, no: 30210/96)……(Sözleşmede yer alan) 13. maddenin Sözleşmeci Devletlere getirdiği yükümlülüğün kapsamı, başvuranın şikayetinin niteliğine göre değişmektedir. Buna karşın 13. maddenin gerekli kıldığı başvuru yolu teoride olduğu kadar uygulamada da “etkili” olmalıdır (İlhan-Türkiye, no: 22277/93). )……(Sözleşmede yer alan) 13. madde uyarınca bir “başvuru yolunun etkili olması”, kesin olarak davanın başvuran lehinde sonuçlanması anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde bu hükümde bahsedilen “makam” adli bir makam olmak zorunda değildir. Ancak böyle bir durumda, söz konusu makamın yetkileri ve sunduğu güvenceler, kendisine yapılan başvurunun etkililiğini değerlendirmek için göz önünde bulundurulmaktadır. Bunun yanı sıra aralarından biri tek başına 13. maddenin gerekliliklerine cevap veremese de, iç hukuk tarafından sunulan başvuru yollarının tümü, söz konusu gereklilikleri yerine getirebilir (Silver ve diğerleri-Birleşik Krallık, 25 Mart 1983 tarihli karar, ve Chahal-Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996 tarihli karar). Böylece AİHM, ulusal hukukun, buna benzer bir uyarma cezasına başvuranın itiraz edebilmesi amacıyla ulusal mahkemeye başvuruda bulunma yolunun bulunmasını öngörmediğini tespit etmektedir (mutatis mutandis, Güneri ve diğerleri-Türkiye, no: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12 Temmuz 2005 ve sözü edilen Metin Turan kararı). Bundan dolayı başvurana yapılan uyarıya benzer disiplin cezasının verildiği durumlarda etkili başvuru yolunun bulunmaması, olası kötüye kullanımları engelleyecek yada sadece benzeri disiplin tedbirlerinin meşruluğunun denetlenmesini sağlayacak her türlü güvenceden başvuranı mahrum bırakmaktadır.” Gerekçesi ile İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan “Etkili başvuru” hakkının ihlali anlamına geldiğine karar verilmiştir. 4-Yukarıda belirtildiği üzere, 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesinde de, Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilenhükmün “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” halinde yargılamanın yenilenmesine neden olacağı ifade edilmiştir. 2577 sayılı yasanın 53/2.maddesinde, “Yargılamanın yenilenmesi istekleri esas kararı vermiş olan mahkemece karara bağlanır.” Hükmü yer almaktadır. Aynı yasanın 53/3.maddesinde de, yukarıda belirtilen “(ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl” içinde başvurulması gerektiği belirtilmiştir. Yani, İnsan Hakları Mahkemesinin kararı üzerine, aleyhe sonuçlanmış iptal davasını esastan karara bağlayan mahkemeye 1 (bir) içinde başvuruda bulunarak, yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir. 5-Kısacası, iptal davaları yönünden 2577 sayılı yasanın 53.maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararları dairesinde, olağan üstü temyiz yöntemi olan yargılamanın yenilenmesi ile ilgili başvuru yolunun kullanılması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına dayanak alınan ve ülkemizin imzaladığı İnsan Hakları Sözleşmesinin, Anayasamızın 90.maddesinde yer alan öncelikli durumu ile 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesinde yer alan 2003 tarihli düzenlemenin, 657 sayılı yasanın 135/3.maddesinde yer alan, 1982 tarihli yasama kısıntısından daha öncelikli olarak uygulanmasının zorunlu olduğunun altının çizilmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Zira, Anayasanın 129/2.maddesi, uyarma ve kınama cezalarına karşı dava açmayı yasaklamamakta, sadece bu yönde kanun çıkarılması noktasında, TBMM imkan sağlamaktadır. TBMM, 657 sayılı yasanın 1982 tarihli 135/3.maddesinde, bu kısıtlama yetkisini kullanmış ise de, bir başka kanunda, 2577 sayılı yasanın 2003 tarihli 53/1-ı.maddesinde, koşullu olarak adeta uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davasının canlanmasına ve devam ederek neticelendirilmesine imkan sağlamaktadır. Aksi halde, 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesini, istisna getirilmeyen uyarma ve kınama cezası noktasında, açıklamak mümkün olmayacaktır. B-TAM YARGI (TAZMİNAT) DAVASI YÖNÜNDEN; B1-İÇ HUKUK VE ULUSAL YARGI KARARLARI AÇISINDAN; 1-Danıştay ile aynı seviyede olan, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararında; “Ankara Bölge İdare Mahkemesi, ……(Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun) HSYK’ nun disiplin cezaları da dahil kararlarına karşı yargı yolu kapalı ise de, Adalet Bakanına hakaret suçundan beraat eden savcıya, aynı sebeple verilen kınama cezasından dolayı, Anayasanın 125. maddesi karşısında tam yargı davası açılabileceğine ve beraat yönündeki yargı kararında, keyfi hakaret ettiği anlaşılan HSYK’nun cezaî işleminden doğan manevi zararın tazmininin gerektiğine karar vermiştir (14.03.1995, 747/1242).” Şeklinde bir tespit yer almaktadır. 2-Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin, yukarıda belirtilen kararında “Anayasanın 129 ncu maddesinin 4 ncü fıkrasıyla tanınan İstisnaya uygun olarak 1602 sayılı AYİM Kanununun 21 nci maddesinde düzenlenen yargı bağışıklığından (yargı denetimi dışına çıkarılan) dolayı inceleme kabiliyeti bulunmayan disiplin cezalarına karşı iptal ve tam yargı davası açılamayacağı hususu tartışılmaz. Bununla beraber Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin niteliklerinden olduğu kabul edilen Hukuk Devleti ilkesinin en başta gelen teminatının bağımsız yargı denetimi olduğu aşikardır. Bu husus, Anayasa mahkemesinin, “... insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, adalete ve eşitliğe dayanan bir hukuk düzeni kurarak bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan, tüm çalışmalarında hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olup toplum yaşamında bireylerin haksızlığa uğratılmamasını ve mutluluğunu amaç edinen bir devleti biçimleyen hukuk devleti tanımı , doğal olarak devlete güven ilkesini de içerir. Devletin yaptığı düzenlemelerle haksız bir edinim sağlaması ve kişilerin haksızlığa uğratması kabul edilemez...” (AYM, 12.12.1989, 1989/11-48) ve “ ...Hukuk devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak ve özgürlüklerini korumaktır. (...) Hukuk devletinde yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarından birisi, idarenin yargısal denetimidir. Yönetsel işlemlerin hukuka uygunluğunun denetiminde iptal davası yolu asıldır. İptal davaları kişilerin kendi yararlarına sonuç almalarını amaçlamakla birlikte genelde hukuka uygunluğu sağlayarak kamu yararını gerçekleştirir...” (AYM, 01.10.1991, E.1990/40, K.1991/33) şeklindeki yorumlarıyla, yargı güvencesinin Hukuk Devleti ilkesinin en önemli unsuru olduğu vurgulanmaktadır. Hukuk düzenimiz bakımından, bu güvence Anayasanın 125 nci maddesinde ifadesini bulmaktadır. Ne var ki, çağdaş evrensel hukuk normları ve T.C. Anayasasının öngördüğü insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti ilkeleri gereği olarak idarenin ilgilerin fiili ve hukuki durumlarını etkileyen birel nitelikteki işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi kapsamında olmaması düşünülemez ise de, birçok işlemin yanı sıra disiplin cezaları da pozitif hukuk kuralları açısından denetlenemez durumdadır. Bu takdirde dahi, doktrinde ve yargı içtihatlarında belirtildiği üzere yargı bağışıklığına sahip ve/veya hukuka uygun bulunan işlemlerin yoklukla sınırlı olarak ve kusursuz sorumluluk esası yönünden denetimi mümkündür. Konu, yokluk halinde idarenin tazmin sorumluluğu olarak ortaya konduğunda, öncelikle belirtmek gerekir ki, hizmet kusuru halinde idari işlemden kaynaklanan zararlarından dolayı idare evleviyetle sorumlu tutulabilmelidir. Zira, yokluk hali, mahiyeti itibariyle işlemin denetimine ilişkin sınırlamaları ortadan kaldırdığından, bunun doğal sonucu olarak idari mahkemelerde tam yargı davasını da mümkün kılmaktadır (SARICA, Ragıp: Yoklukla Malûl İdari Kararlardan Dolayı İdarenin Mali Mesuliyeti Meselesi, İÜHFM,C.XIII, İstanbul 1947 s.906 vd.; TANDOĞAN, Sabri: Objektif ve Sübjektif Tasarruflarda Yokluk, İdare Hukuk ve İdari Yargı ile ilgili incelemeler, C.I, Ankara 1976, s.91). AYİM de yoklukla malûl idari işlemden dolayı idarenin zararı tazmin etmekle yükümlü olduğunu içtihat etmektedir. Örneğin, AYİM, ayırma işlemine ilişkin bir YAŞ kararını yok hükmünde sayıldıktan sonra ardından açılan tam yargı davasını kabul ederek idarenin tazminat ödemesine hükmetmiştir. (1 nci D., 25.05.1999, E.1999/92 K.1999/539). İdarenin hukuka uygun işlemlerinden dolayı tazmin sorumluluğu konusuna gelince, doktrine göre, idare bu takdirde şartları varsa kusursuz sorumluluk esasına göre tazminat ödemek durumundadır. İdarenin kusursuz sorumluluğu bulanan hallerde genellikle kamu külfetleri karşısında eşitlik, (idari) risk ve sebepsiz iktisap ilkelerine müracaatla işlemen doğan zararların karşılanması gerektiği düşünülmektedir (DURAN, lütfi: İdari İşlemden Sorumluluk, İÜHFM, C.XXXIII, S.3-4, İstanbul 1968, s.10.vd.; ATAY,E.Ethem:İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Ankara 2003, s.115; ESİN, Yüksel: Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, İkinci Kitap: Esas, İdarenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1973, s.1154 vd.) Bunlara, hiç şüphesiz, adalet, hak ve nısfet kuralları da eklenmelidir. Fransa’da, Danıştay, aksine hüküm yoksa kanunların uygulanmasından doğan zararların da kusursuz sorumluluk kuramına göre tazmin olunabileceğini kabul etmektedir (1938’de la Flevrette kararı, ATAY s. 1160)” şeklinde tespit ve değerlendirmeler yer almaktadır. Sanırım bu tespitler yapılacak değerlendirmelere ışık tutacaktır. 3-Danıştay 8.Dairesinin 27.11.2005 tarih ve 2004/2716 esas, 2005/247 sayılı kararında, “Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 23.10.1992 gün ve 164 sayılı kararında belirtildiği üzere; disiplin kurulu kararlarının sağlıklı, objektif olması, kararı veren kurul üyelerinin olayı objektif değerlendirmeleriyle mümkün olmakta; bu itibarla disiplin soruşturmasıyla görevlendirilen kişinin, delilleri toplayıp, ilgilinin savunmasını alıp, kendi kanaatini de belirtir şekilde hazırladığı soruşturma raporunu, disiplin kuruluna intikal ettirdikten sonra, kurula katılarak oy kullanması disiplin hukukunda kabul edilmemektedir. Olayda, davacının soruşturmasında görevlendirilen soruşturmacı yanında, soruşturmanın başlamasına neden olan müştekilerden bazılarının da Disiplin Kuruluna katılarak oy kullandığı anlaşıldığından, dava konusu disiplin cezasına ilişkin işlemin hukuki anlamda sakat olduğu açıktır. Davacının manevi tazminat istemine gelince; usulüne uygun olarak oluşturulacak disiplin kurulunun vereceği karar üzerine bu talebin irdelenebileceği açık olduğundan, istemin bu aşamada değerlendirilmesine olarak bulunmamaktadır. Bu nedenle; davacının iki yıl kademe ilerlemesi cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlem ile 3.000.000.000.-lira manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” Şeklinde karar verilmiştir. Bu karar ile de anlaşılacağı üzere, tazminat taleplerinin yargı yerlerince her olayın ve davanın özel koşulları içinde ele alınıp inceleneceği, dolayısı ile tazminat davası açılamaz şeklinde bir değerlendirmenin doğru olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda, uyarma veya kınama cezası alan bir memurun, tam yargı davası açıp açamayacağı noktasında cevabın “ evet” olması gerektiği yargı kararlarından anlaşılmaktadır. B2- ULUSLAR ARASI YARGI KARARLARI AÇISINDAN; 1-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında; başvurana yapılan uyarıya benzer disiplin cezasının verildiği durumlarda, etkili başvuru yolunun bulunmaması, olası kötüye kullanımları engelleyecek yada sadece benzeri disiplin tedbirlerinin meşruluğunun denetlenmesini sağlayacak her türlü güvenceden başvuranı mahrum bırakmaktadır.” Gerekçesi ile İnsan Hakları Sözleşmende yer alan “Etkili başvuru” hakkının ihlali anlamında, uyarma ve kınama cezalarının yargı denetimi dışında tutulmuş olması, tazminat için yeterli sayılmaktadır. 2-Bunun yanında kişilik haklarının ihlal edilmesi anlamında da İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunulabilir. Örneğin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararında yer alan “Adalet Bakanına hakaret suçundan beraat eden savcıya, aynı sebeple verilen kınama cezasından dolayı, Anayasanın 125 nci maddesi karşısında tam yargı davası açılabileceğine ve beraat yönündeki yargı kararında keyfi hakaret ettiği anlaşılan HSYK’nun cezaî işleminden doğan manevi zararın tazmininin gerektiğine karar” verildiğine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararı dikkate alındığında, haksız yere cezalandırılan ve küçük düşürülen, bir anlamda hakaret suçu işlediği haksız biçimde isnat edilen, mesleki kariyeri ve değerleri rencide edilen kişinin, eğer iç hukuk yolları kapılı ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapamasının mümkün olduğu yukarıda ki açıklamalar ile sabittir. Kaldı ki, emsal gösterilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında, sadece “etkili başvuru hakkı” ile değil, aynı zamanda dava konusu disiplin cezası ile, örgütlenme hakkına da müdahale edildiği, ve ihlal bulunduğu belirtilip, Sözleşmenin 11.maddesine de aykırılık tescillenmiştir. Dolayısı ile, sadece etkili başvuru değil, sözleşmede yer alan tüm haklar bakımından, AİHM sine başvuru yolu açıktır. III-SONUÇ; 1-İç hukuk ve yargı kararları ile sabit olduğu üzere, uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davası açılamaz. (Anayasanın 129/3.maddesi, 657 sayılı yasanın 135/3.maddesi, Anayasa Mahkemesinin 27.11.2007 tarih ve 2002/169 esas, 2007/88 sayılı kararı) 2-Uyarma ve kınama cezalarına karşı, sadece dava açma hakkının yani etki başvuru imkanının tanınmaması bile, tek başına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru ve tazminat alma sonucuna yol açmaktadır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararı) 3-Uyarma ve kınama cezalarına karşı açılan davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince ihlal kararı verildiğinde; 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesi uyarınca bu husus, yargılanmanın yenilenmesi sebebi olur ve kapanan iptal davasını tekrar canlanır. Bu durumda Anayasanın 90.maddesi ve 2577 sayılı yasanın belirtilen maddesinin birlikteliği karşısında, 657 sayılı yasanın uygulanabilirliği tartışılabilir. Zira Anayasanın 129/3.maddesinde, uyarma ve kınama cezalarına karşı dava açılamaz diye bir hüküm yoktur. Sadece TBMM bu yönde kanun çıkarma imkânı verilmiştir. Aynı meclis, 2577 sayılı yasanın 53.maddesinde 2003 yılında değişiklik yaparak, tam 21 yıl sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayalı biçimde, red ile kapanan iptal davalarının da tekrar bakılması ve değerlendirilmesi yolunu açmıştır. 4-Uyarma ve kınama cezalarına karşı, iç hukukta tazminat davası açılması mümkündür. (Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararı ve Ankara Bölge İdare Mahkemesinin kararı (14.03.1995, 747/1242) 5-İç hukukta veya uluslar arası mahkemede açılan tazminat davasının kazınılması sonrasında, devletçe ödenen tazminatın, şartları var ise ihlale yol açan kararı veren kamu görevlilerine rücu edilmesi mümkündür. (Danıştay 5.Dairesinin 03/06/2008 tarih ve 2007/7369 esas, 2008/3234 sayılı kararı) Önder ÖZLEM |
15-05-2010, 11:43 | #2 |
|
Bu aydınlatıcı bilgilerinizden dolayı çok teşekkür ederim
|
14-02-2011, 11:53 | #3 |
|
Merhaba, 5982 Sayili T.c. Anayasasinin Bazi Maddelerİnde DeĞİŞİklİk Yapilmasi Hakkinda Kanun Madde 13 Daha Aydinlatici. Eskİden Uyarma Ve Kinamalara Yargi Yolu Kapaliydi Ancak Bu Yasayla Yargi Yolu AÇilmiŞtir. Dİsİplİn Kararlari Yargi Denetİmİ DiŞinda Birakilamaz Denİlmektedİr. Kabul Tarİhİ 07/05/2010 Dolayisiyla Uyarma Ve Kinama Cezalarinin Da İptalİ Talebİyle İdare Mahkemesİnde Dava AÇilabİlİyor.
|
24-02-2011, 14:00 | #4 |
|
Bu yeni düzenlemeler gerçekten çok iyi oldu. pek çok kurumda kişisel sebeplerle düzenlenen soruşturmalarda göz dağı vermek, sindirmek vs. sebeplerle kullanılıyordu bu cezalar.
gerekçeden, sebep sonuç ilişkisinden uzak, üç beş cümleyi geçmeyen soruşturma neticeleri ile insanların hak arama özgürlükleri de tıkanıyordu. usül yönünden yapılan bariz hatalar bile mızrak gibi ortada durduğu halde uyarılmış ve kınanmış olan kamu çalışanları geçmişe dönük olarak da hak aramalılar bence. |
26-02-2011, 12:39 | #5 |
|
Konuyu çok güzel ele almışsınız. Emeğinize sağlık.
|
19-01-2020, 22:48 | #6 |
|
Uyarma cezası personele görevini yerine getirmekte veya hal ve hareketlerinde daha dikkatli olması gerektiğinin;
Kınama cezası ise personele görevini yerine getirmekte veya hal ve hareketlerinde kusurlu olduğunun, yazı ile bildirilmesidir. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
GÖrevden UzaklaŞtirma Yetkİsİ Ve Hak Arama Yollari | üye19576 | Anayasa ve İdare Hukuku Çalışma Grubu | 2 | 19-01-2020 22:52 |
Üst Araması - 4771 Sayılı Yasa ile Yapılan Değişiklik | glossator | Meslektaşların Soruları | 2 | 28-11-2009 15:52 |
Uyarma ve Kınama Cezalarına Karşı Yargı Yolu-AY'daki Durum ve AİHM Kararı | Seyda | Anayasa ve İdare Hukuku Çalışma Grubu | 6 | 12-03-2009 14:14 |
2008 Yilinda Uygulanacak Olan İdarİ Para Cezalarina İlİŞkİn TeblİĞ | av.sally | Tüketicinin Korunması Hukuku Çalışma Grubu | 0 | 02-01-2008 10:05 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |